Nokta Risalesi (RİSALEYİ NOKTA-TÜL-BEYAN)

Seyyid Muhammed Nur'ül Arabi Hazretleri
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: Nokta Risalesi (RİSALEYİ NOKTA-TÜL-BEYAN)

Mesaj gönderen simurg »

TEVHİDİYE NEFS

Nefs dörttür;
-Biri nefs-i külliye-i ilahiyedir. Bunun hassaları ikidir; icad ve idam. Yani var etmek ve yok etmek.
-İkincisi; nefs-i natıka-i insaniyedir. Hassaları; ilim ve hilimdir.
-Üçüncüsü; nefs-i hayvaniyedir. Hassaları; şehvet ve gazaptır.
-Dördüncüsü; nebatiyedir. Hassaları; neşvünema ve mahv-ü hevadır.
İnsan bu dört nefsten ibarettir ki;
nebatiye (çocukluk),
hayvaniye (gençlik),
natıka (olgunluk) ve
külliyedir (süveyda-yı kalp)
1)- Nebatiye; dünyaya geldiğinden buluğa kadar olan çocukluk devresi.
2)- Hayvaniye; buluğ zamanıdır. Kanın galebesinden, şehvet ve gazap halindedir.
3)- Natıka-i insaniye; kalp sahibi olup, ilim ve hilim tahsili zamanıdır.
4)- Nefs-i külliye-i ilahiye; zikrullah ile kalbin noktasına darb ederek, insaniyet kazanıp insan olmaktır.
Varlıkta, Allah’ın zatından başka müessir yoktur.
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: Nokta Risalesi (RİSALEYİ NOKTA-TÜL-BEYAN)

Mesaj gönderen simurg »

NEFSLER VE GÖKLER VE TENEZZÜLAT

1.Felek, Zat’tır. Hakk cemali eserleriyle zahir olup, rububiyeti ile zevk olunur.
Kıyamet Suresi 22. ayette:

وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَّاضِرَةٌ
Vucûhun yevme izin nâdıreh(nâdıretun).

Işıl ışıl parıldayan yüzler” ve Hadis-i şerifte:
Rabbinizi gece ayın bedir halindeyken ki gibi göreceksiniz.” buyrulmaktadır.

Müşahede ve maarif rububiyete ait olup, zata ait değildir.
Nitekim Ali İmran Suresi 30. ayet-i kerimede:

يَوْمَ تَجِدُ كُلُّ نَفْسٍ مَّا عَمِلَتْ مِنْ خَيْرٍ مُّحْضَرًا وَمَا عَمِلَتْ مِن سُوَءٍ تَوَدُّ لَوْ أَنَّ بَيْنَهَا وَبَيْنَهُ أَمَدًا بَعِيدًا وَيُحَذِّرُكُمُ اللّهُ نَفْسَهُ وَاللّهُ رَؤُوفُ بِالْعِبَادِ
Yevme tecidu kullu nefsin mâ amilet min hayrin muhdâran, ve mâ amilet min sû’(sûin), teveddu lev enne beynehâ ve beynehû emeden baîdâ(baîden), ve yuhazzirukumullâhu nefseh(nefsehu), vallâhu raûfun bil ıbâd(ıbâdi).

Allah zatından sizi korkutur.”
Yani Zatullah şöyle midir, böyle midir düşüncesinden men eyledi.
Zira görmek ve bilmek mümkün değildir.
Ancak tecelliyatı ile bilinir.

2. Felek; İlk tecelli olan sıfattır.
Yedidir; hayat, ilim, semi, basar, iradet, kudret, kelam.
Zatta bunlar Ahadiyet üzeredir, ayrılamaz.
Temyizi yoktur.
Mazharları esmasıdır, sayısızdır.
Fussilet Suresi 54. ayet-i kerimede:

أَلَا إِنَّهُمْ فِي مِرْيَةٍ مِّن لِّقَاء رَبِّهِمْ أَلَا إِنَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُّحِيطٌ
E lâ innehum fî miryetin min likâi rabbihim, e lâ innehu bi kulli şey’in muhît(muhîtun).
O ilmiyle her şeyi kuşatmıştır.”

3. Felek; İkinci tecelli isimlerdir, sayısızdır.
Yedi ana sıfat şunlardır: kadir, mürid, âlim, hayy, semi, basar, mütekellim,

4. Felek; Akl-ı külldür. Çeşitli isimleri vardır; akıl, ruh, nur, kalem de derler.
İdraki itibariyle akıl denildi.
İzhar itibariyle nur,
icad itibariyle kalem denildi.
Hepsine hayat vermek itibariyle ruh denildi.
Akl-ı evvel “Bedi” isminin mazharıdır.
Bedi demek; yoktan var eden demektir.
Mükevvin, halik gibi. Bu isim bütün sıfatları içine alır.
Nefsiye, selbiye, subutiye ve zatiye sıfatlarını ki yirmidir.
Ruh-u Muhammedi; Zatullah, sıfatullah ve esma-i ilahiyeye tümüyle mazhardır.

5. Felek; Akl-ı Küll, nefs-i küll, ehli şeraitçe levh-i mahfuz; kitab-ı mübin,
ümmül kitap ve bais isminin mazharıdır.
Hakk ve halk kendisinde toplanıp, meydana çıktı.
Teveccühle nefsürrahman olan tabiat zuhur eyledi.
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: Nokta Risalesi (RİSALEYİ NOKTA-TÜL-BEYAN)

Mesaj gönderen simurg »

RUH-U MUHAMMEDİYE (sallallahu aleyhi ve sellem)

Muhammed (Sallallahu aleyhi ve sellem) hikmet-i ferdiyettir.
Zira insan nev’inde en mükemmel varlıktır.
Varlık O’nunla başladı.
O’nun üstünde tek mertebe yalnız zatı mutlaktır.
Şeyh-ül Ekber “Füsus” da onun hikmetine “Külliye” dedi.
Ferdiye ile külliye aynıdır.
Her şey ruhu ondan aldı.
O’nun ümmetinin hakkında,
Bakara Suresi 143. ayet-i kerimesi gelmiştir;

وَكَذَلِكَ جَعَلْنَاكُمْ أُمَّةً وَسَطًا لِّتَكُونُواْ شُهَدَاء عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَهِيدًا وَمَا جَعَلْنَا الْقِبْلَةَ الَّتِي كُنتَ عَلَيْهَا إِلاَّ لِنَعْلَمَ مَن يَتَّبِعُ الرَّسُولَ مِمَّن يَنقَلِبُ عَلَى عَقِبَيْهِ وَإِن كَانَتْ لَكَبِيرَةً إِلاَّ عَلَى الَّذِينَ هَدَى اللّهُ وَمَا كَانَ اللّهُ لِيُضِيعَ إِيمَانَكُمْ إِنَّ اللّهَ بِالنَّاسِ لَرَؤُوفٌ رَّحِيمٌ
Ve kezâlike cealnâkum ummeten vasatan li tekûnû şuhedâe alen nâsi ve yekûner resûlu aleykum şehîdâ(şehîden), ve mâ cealnâl kıbletelletî kunte aleyhâ illâ li na’leme men yettebiur resûle mimmen yenkalibu alâ akibeyh(akibeyhi), ve in kânet le kebîreten illâ alellezîne hedallâh(hedallâhu) ve mâ kânallâhu li yudîa îmânekum innallâhe bin nâsi le raûfun rahîm(rahîmun).

İnsanlar üzerine şahit olasınız, Resul de size şahit olsun diye, sizi orta ümmet kıldık.”
Bütün diğer ümmetlere, Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)ümmeti şahitlik ederler.
Arş ve kürsiden olan külli ve ulvi tabiat mevcut olunca, halife ve evliya mevcut oldu.
Peygamber ruhlarının ve kemal nurlarının mazharı budur.
Ba’s-i Muhammedi sırrı (sallallahu aleyhi ve sellem)ikinci olarak onlarda zahir oldu.
İşte halifeler ve varis-i Muhammedî (sallallahu aleyhi ve sellem)bunlardır.
Yoksa ulema-i rüsum değildir.
Ona inanan ruh, ahadi kemale ehil olan ruhtur.
Allah-ü Teâlâ Âdem’in zürriyetini şuhud makamında ikamet etti.
Onları tayin ettikten sonra, “Elestü birabbiküm” dedi. Onlar “belâ” dediler.
Vakta kim unsur suretleri, vücuda geldi ve evvel imanın hükmü beşer nefslerinde zahir oldu.
Ona iman getirdiler.

.........................

ÜMMET-İ MUHAMMEDİYE (sallallahu aleyhi ve sellem)

Ali İmran Suresi’nin 110. ayet-i kerimesi de bunlar hakkındadır;

كُنتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَلَوْ آمَنَ أَهْلُ الْكِتَابِ لَكَانَ خَيْرًا لَّهُم مِّنْهُمُ الْمُؤْمِنُونَ وَأَكْثَرُهُمُ الْفَاسِقُونَ
Kuntum hayra ummetin uhricet lin nâsi te’murûne bil ma’rûfi ve tenhevne anil munkeri ve tu’minûne billâh(billâhi), ve lev âmene ehlul kitâbi le kâne hayran lehum, minhumul mu’minûne ve ekseruhumul fâsikûn(fâsikûne).

Siz insanlara en hayırlı ümmet olarak çıkarıldınız.”
İşte ümmet-i Muhammed’in en hayırlısı bunlardır.
Nitekim hadis-i şerifte;
Ümmetimin uleması Ben-i İsrail peygamberleri gibidir” ve “Âlimler, peygamberlerin varisleridir” buyrulmuştur.

İşte her asırda Resulullah’ın halifesi vardır.
Biz asr-ı saadete erişmedik diyen için, kıyamet gününe kadar hep asr-ı saadettir.
Zira şeriat-ı Muhammediye ve hakikat-i Muhammediye bakidir.(sallallahu aleyhi ve sellem)

Hz. Muhammed (Sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz ile kıyamet arasında bir nebi gelmez ki, onun asrına erişelim!
Zerre kadar imanı olan kimse, hakikat-i Muhammediye’nin baki olduğuna inanır.(sallallahu aleyhi ve sellem)
Halifeleri de kıyamete kadar bakidir.
Her kim kendi asrında kâmil buldu, şüphesiz Hakk’ı buldu.
Yoksa henüz Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve sellem) kim olduğunu bilmeyen kimse, nerde kaldı ki göre!..

Hz.Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz’i şöyle bilmek ve görmek gerektir ki;
Li külli şey’in şahidi hazretül müşahidi vel meşhud
Öyle nur ve ruh-u Muhammedi ki, vücud kapısı onunla açılır.
Meydanda olan mevcudat, vücud ile muttasıf olan Hakk Teâlâ’nın hazeratı olan hazreti’z-zat ve ves-sıfat ve fiil şahididir.
Yani meratipdir. Öyle ruh-u Muhammedi ki, sırr-ı batındır.
Hakikat-ül hakayıktır.
Cevahir-i azamdır ki;
ma kane vema yekün” cümle şeyin camiidir.
Meleklerin, nebilerin, resullerin ve halifelerinin ruhu,
Hz.Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve sellem)ruhundan faydalanır ve onun tafsilidir.
Kim Hz.Muhammedi (sallallahu aleyhi ve sellem)gördü, Hakk’ı gördü.
Hadis-i şerif;
Beni gören muhakkak ki Hakk’ı görür
Zira Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) Hakk’ın zahiridir.
Görmek zahire taalluk eder, zat-ı baht’a taalluk etmez.
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: Nokta Risalesi (RİSALEYİ NOKTA-TÜL-BEYAN)

Mesaj gönderen simurg »

RÜYET

Sen ise hicap vadisinde olduğun halde, variyetin ile rüyet talep edersin.
Hicap rüyete manidir.
İki çeşittir; nurani ve zulmani olur.
Zulmani olan batıl ve madûmdur.
Nurani olan, Hakk’ın hicabıdır. Ebedi kalkmaz.
Dünya ve ahirette rüyet, suretlerle olur.
Hakk’ın hicabı kendi zuhurudur.
Hakk perde altında değildir, mahcup olan sensin! Zira madume’l-asılsın.
Yoktan var oldun, yoksun! Mevcut olan Hakk’dır.
Vücudun diye zannettiğin vücut senin değildir, Allah’ındır.
Kasas Suresi 88. ayet-i kerimesinde:

وَلَا تَدْعُ مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ إِلَّا وَجْهَهُ لَهُ الْحُكْمُ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
Ve lâ ted’u meallâhi ilâhen âhar(âhara), lâ ilâhe illâ hû(hûve), kullu şey’in hâlikun illâ vecheh(vechehu), lehul hukmu ve ileyhi turceûn(turceûne).

Onun yüzünden başka her şey helâk olmuştur.”
Vech-i zahir olan Hakk vechidir.
Bakara Suresi 115. ayet-i kerimesinde:

وَلِلّهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ فَأَيْنَمَا تُوَلُّواْ فَثَمَّ وَجْهُ اللّهِ إِنَّ اللّهَ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
Ve lillâhil meşriku vel magribu fe eynemâ tuvellû fe semme vechullâh(vechullâhi) innallâhe vâsiun alîm(alîmun).

Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü oradadır.”
Talep, uzak ve gaip olan içindir.
Hakk ise baid ve gaip değildir.
Nitekim Kaf Suresi 16. ayet-i kerimesinde:
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
Ve lekad halaknel insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh(nefsuhu), ve nahnu akrebu ileyhi min hablil verîdi.
Biz sizin can damarınızdan daha yakınız, velâkin görmezsiniz.” buyrulmaktadır.
Zira Allah’ı Allah’tan başkası göremez. Hakk’la gayrı olmadığından görecek de yoktur.
Bazı ehli hicap ve abid ve zahitler, rüyet isterler.
Zira onlar bütün yüzlerin vech-i ulûhiyet olduğunu göremezler.
Yalnız hicap içinde, talep ve kast ile uğraşırlar.
Bilmezler ki Hakk’ı görmek ne dünyada ne ahirette abidlerin istedikleri gibi yoktur.
Zira onlara göre Allah’ı görmek şudur ki; cennette görünecek, ne pek yakın, ne pek uzak, karşılıklı dahi değil!

Demek ki, mekânsız, cihetsiz görecekler.
Hâlbuki abid ve zahitlerin gözleri mekânsız ve cihetsiz görmez.
Böyle görmek Hakk’ın görmesidir.
Hakk kendi kendini görür.
Nitekim Hadisi şerifte:
Rabbımı Rabbımla gördüm” buyruldu.
Ulemayı rüsum, şirki ikiye ayırır; gizli şirk, açık şirk diye. Aslında şirk birdir.
Nefislerine arif olmadıklarından, kendi şirklerini göremezler.
Ariflere göre açık şirkten başka şirk olmaz.
Nefsine arif olmayan şirkten kurtulmaz.
Öyle ibadetle ve riyazetle çalışmış olsa bile,
yine kendi varlığını aradan kaldırmayınca ve ehli fena olup bekabillah bulmayınca, Hakk’a vasıl olamaz.
Çünkü zulmet perdesiyle mahcup olan; gerek kendini, gerek cümle mevcudatı Hakk’dan gayrı bilir.
Öyle gayriyetle Hakk’a vusul mümkün değildir.
Eğer âşık isen; var mürşid-i kâmile ulaş.
Vehmindeki gayriyeti ve nefsindeki zulmet perdesini kaldırsın.
Sana senden yakın olan Hakk’ı bulup; “O’na O’nunla vasıl olunur” diye bildirsin.
Böyle yabanda gezmek ve “Ben Hakk’a gece gündüz ibadet ederim” demek ile Hakk bulunmaz.
Zira Hakk’a ibadet Hakk ile olur.
Vücudum diye zannettiğin vücud senin değildir.
Vücut, vücudullahtır, gayrının vücudu yoktur.
Ariflere göre “Hüvel abidü vel ma’bud”.
Lâkin sen bu esrara vakıf olayım dersen, kendi varlığınla olamazsın.
Her halde bir mürşid-i kâmil bul!


.........................................


MÜRŞİD-İ KÂMİL

O mürşid-i kâmil ki; “beka ba’del fena” ile mütehakkık olmakla,
dünyevi neşede uhrevi neşe üzere haşrolur.
Kıyamet-i Kübra olan kendi vücudundan ve beşeri varisinden,
makam-ı cemde helâk üzere Hakk ile Hakk olup,
kendi bedeni kabrinden menşur olur.
İlahi tecelli hasebiyle, akide-i hassa kaydından ıtlak olup, cemi amalini şeriat-ı Muhammedi’de vezn eder.
Ve hükmü adl ki, vücudu hakkani-de fasl ve kaza etmiş olduğundan,
vücudunda hâkim olup, sırat-i müstakim üzere, öyle sırat ki, tevhid-i cemi zattır,
ubur edip, dar-ı cennette yani kurbu nevafilde kendi nefsine vasıldır.
Nefsi ile Rabbine arif olmakla cemmül cem makamında Hakk’ın zuhuru görünür.
Yani Hadid Suresi 3. ayet-i kerimede:

هُوَ الْأَوَّلُ وَالْآخِرُ وَالظَّاهِرُ وَالْبَاطِنُ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Huvel evvelu vel âhiru vez zâhiru vel bâtın(bâtınu), ve huve bi kulli şey’in alîm(alîmun).
O evvel, ahir, zahir ve batındır. O her şeyi bilir.”
Makam-ı ahadiyette kendini tamamen yok edip,
tâbi olma yoluyla mazhar-ı Muhammediye ile zuhur eden ve bütün ilmullahı kendinde toplayan mürşiddir.
Yoksa her gördüğün külahlıyı mürşid tutma!
Henüz kendisi irşad olmayan seni nasıl irşad edebilir?
Muhaldir. Mürşid şöyle gerektir ki; “ölmeden evvel ölünüz” sırrına mazhar olmalıdır.
Bu sırra mazhar olmayan, henüz hayvani hayattadır.
Kalpleri ve basiretleri zulmet perdesiyle bağlıdır.
Onun için bu güruhta muhabbet-i ilahiye yoktur.
Yalnız yiyip içmek ve dünya lezzetleriyle meşgul olmaktır. Neuzubillahi min şürurihim.

Muhabbet-i ilahiye ise kalbi uyanık, basireti açık olanlara göredir.
Nitekim diğer tarikler esma ile uğraşıp, variyetleri ile menzilleri geçtik davasındadırlar.
Yani “La ilahe illallah”, “Hu”, “Hakk”, “Kayyum”, “Kahhar”
Bilmezler ki hakikatte esma, ayn-ı müsemmadır.
“La ilahe illallah” tevhid-i ef’ale işarettir.
“Allah” tevhid-i sıfata işarettir.
“Hu” tevhid-i zata işarettir.
“Hakk” makam-ı cem,
“Hay” hazretül cem,
“Kayyum” cemmül cem,
“Kahhar” ahadiyetül ceme işarettir.
Makamat-ı tevhid bunlardır.
Bu yedi makama “beka ba’del fena” ile mütehakkık olmadıkça kâmil olamazlar.
Nerede kaldı ki mürşid olsun!
Mürşid şöyle olmalı ki;
zevk-i Muhammedi’den almakla ölüleri diriltmek marifeti ve kulu diriltmenin Hakk’a nisbeti ancak zevk ile olur.
Şol kimse ki, İsa gibi ölüleri diriltmez veyahut Üzeyir gibi ölüyken dirilmez, zevken ihyanın keyfiyetini bilemez.
Zira keyfiyeti zevk ile bilinir.
Yani nasıl olduğu tatmakla bilinir.
Tarifler ancak tasavvur getirir.
Tasavvur hakikatin idrakinde kâfi değildir.
Zira keyfiyet bilinmez, ancak zevk ve vicdan ile bilinir.
Nitekim bal lezzeti tarifle bilinmez, tadı ancak yemekle bilinir.
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: Nokta Risalesi (RİSALEYİ NOKTA-TÜL-BEYAN)

Mesaj gönderen simurg »

NEFSİN İHYASI

Malûm ola ki, ölüleri diriltmek dahi iki türlüdür;
Biri nefhidir, biri ilmidir.
Nefhi olan İsa gibi mevt-i sûri ile ölü olan mevtayı üfürerek diriltmiş.
Nitekim Ali İmran Suresi 49. ayet-i kerimede buna işarettir.
وَرَسُولاً إِلَى بَنِي إِسْرَائِيلَ أَنِّي قَدْ جِئْتُكُم بِآيَةٍ مِّن رَّبِّكُمْ أَنِّي أَخْلُقُ لَكُم مِّنَ الطِّينِ كَهَيْئَةِ الطَّيْرِ فَأَنفُخُ فِيهِ فَيَكُونُ طَيْرًا بِإِذْنِ اللّهِ وَأُبْرِئُ الأكْمَهَ والأَبْرَصَ وَأُحْيِي الْمَوْتَى بِإِذْنِ اللّهِ وَأُنَبِّئُكُم بِمَا تَأْكُلُونَ وَمَا تَدَّخِرُونَ فِي بُيُوتِكُمْ إِنَّ فِي ذَلِكَ لآيَةً لَّكُمْ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ
Ve resûlen ilâ benî isrâîle ennî kad ci’tukum bi âyetin min rabbikum, ennî ehluku lekum minet tîni ke heyetit tayri fe enfuhu fîhi fe yekûnu tayran bi iznillâh(iznillâhi), ve ubriul ekmehe vel ebrasa ve uhyîl mevtâ bi iznillâh(iznillâhi), ve unebbiukum bi mâ te’kulûne ve mâ teddehırûne, fî buyûtikum inne fî zâlike le âyeten lekum in kuntum mu’minîn(mu’minîne).

"Ve İsrailoğullarına peygamber gönderecektir.(O da diyecektir ki) «Ben size muhakkak bir mûcize ile Rabbiniz tarafından geldim. Ben sizin için çamurdan kuş şekli gibi bir şey icat ederim, sonra ona üfürürüm. O da Allah Teâlâ'nın izniyle hemen kuş oluverir. Ve ben Allah'ın izniyle anadan doğma körü ve alacalık illetine tutulanı iyi ederim ve ölüyü diriltirim, ve size evlerinizde ne yediğinizi ve ne biriktirdiğinizi de haber veririm. Şüphe yok ki, bunda sizin için bir alâmet vardır. Eğer siz mü'minler iseniz.»"
İlmi olan ihyayı manevi ki, mevt-i cehl ile ölü olan nefsi ve kalbi diriltir.
Manevi diriltme, cahillik ölümüyle ölmüş olan nefsi ve kalbi diriltir.
İlm-i ilahi vasıtasıyla hâsıl olur.
Nitekim Enam Suresi 122. ayet-i kerimede;

أَوَ مَن كَانَ مَيْتًا فَأَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا يَمْشِي بِهِ فِي النَّاسِ كَمَن مَّثَلُهُ فِي الظُّلُمَاتِ لَيْسَ بِخَارِجٍ مِّنْهَا كَذَلِكَ زُيِّنَ لِلْكَافِرِينَ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ
E ve men kâne meyten fe ahyeynâhu ve cealnâ lehu nûren yemşî bihî fîn nâsi ke men meseluhu fîz zulumâti leyse bi hâricin minhâ, kezâlike zuyyine lil kâfirîne mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).

Ölüyken dirilttiğimiz kimse.” buyurmaktadır.
İhyayı maneviyeden hâsıl olan hayat hakkında Hakk Teâlâ buyurur:
Cehil ile ölüyseniz, ilmi hayat ile onu diriltiriz. Onu nur kılarız. O âlim olarak halk arasında yürür, idrak eder. Ma fi istidratihim.”
Her kimse ki, cehl ile meyyit olan nefsi, hayat-ı ilmiye ile ihya eylese, âlim-i billâh olur.
O kimse tahkik o mesele ile onu ihya eder.
O mesele ona nur olur ki, onun ile insanlar arasında, onun aydınlığını hisseder.
Yani hayat-ı manevi olan nur, âlim-i billâh ariflere mahsustur.
Hayat-ı ilâhîye-i zatiye-i ilmiye-i nuriyedir ki, Hakk Teâlâ onu evliya ve asfiyanın kümmeline verir.
Kefh Suresi 65. ayet-i kerimede:
فَوَجَدَا عَبْدًا مِّنْ عِبَادِنَا آتَيْنَاهُ رَحْمَةً مِنْ عِندِنَا وَعَلَّمْنَاهُ مِن لَّدُنَّا عِلْمًا
Fe vecedâ abden min ibâdinâ âteynâhu rahmeten min indinâ ve allemnâhu min ledunnâ ilmâ(ilmen).
İndimizden ilm-i ledün öğrettik.”
Bu esrar ile istidatlı nefislerin cehl ölümüyle ölü olanını onunla diriltirler.
Onların nüfusu dahi o hayat-ı nuriye ile hay olup, surette eşkâli olan arasında yürürler.
Onların nüfusunda bil kuvve olan a’mal ve ef’al ve batınlarında olan istidat ve havatırı idrak ederler.
Her âlim cehl ölümü ile ölü olan nefsi diriltemez.
Belki âlim-i billâh ki Allahu Teâlâ’yı ve onun sıfatına ve esmasına ve hayat ve kelimatına ve anın ef’aline müteallik ola, ancak o diriltir.
Kümmel-i evliyadan her birisi ki, hayat-ı ilâhîye-i zatiye-i nuriye ile
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile ve veresesinin kümmeli bir isim cihetiyle halka müstenit ve ona bağlı değildir.
Onların şanları başkalarına muhaliftir.
Özellikleri başkadır.
Belki bunlar bir rical ile müteferridedir ki, o hal onlara mahsustur.
Allah’tan başka kimse onu bilemez.
Bütün taayyünatın ve ilahi isimlerin hükümleri ve eserleri onlarda zahirdir.
Taayyün-ü evvelin zahiri, ilahiyettir.
Ve bu mertebe, “Allah” ismi ile müsemmadır.
“Allah Âdem’i kendi suretinde yarattı”
Hadisi Kutsi’sinin işaret ettiği gibi Âdem bu suret üzere yaratılmıştır.
Hay olup, onunla mütehakkık oldu.
İstidatlı taliplerden bir nefsi ki, cehl ile ölüdür,
ilmi billaha müteallik olan mesele-i hassada ki,
onun malumu olmaya, hayat-ı ilmiye-i suriye ile ihya eylese,
tahkik anı hayat-ı ilmiye-yi ebediye ile ihya eder.

Ebeden ona cehl târi olmaz.
Hadis-i şerifte:
Müminler ölmez intikal ederler” buyruldu.
Duhan Suresi 56. ayet-i kerimede:

لَا يَذُوقُونَ فِيهَا الْمَوْتَ إِلَّا الْمَوْتَةَ الْأُولَى وَوَقَاهُمْ عَذَابَ الْجَحِيمِ
Lâ yezûkûne fîhel mevte illel mevtetel ûlâ, ve vekâhum azâbel cahîm(cahîmi).

Orada ilk ölümden başka ölüm tatmazlar” bu manadır.
Bunların sırrı budur ki; her nebi ile velinin Hakk’a istinadı ve irtibatı, heyet-i muayene itibar-ı mahsusa cihetiyledir.
Ol itibar, esma-i Hakk’dan bir isim ile tesmiye olunur.
İlla Âdem bu mertebenin mazharı ve zahiridir.
Bu mertebenin batını ulûhiyet olup, İsa’da bunun mazharıdır.
Yani İsa, Allah isminin batınından çıkan ilahi ruhtur.
İsa hayat sıfatıyla zahir olup, ölüleri diriltmekle zahir oldu.
Zira o ilahi ruhtur.
Muhakkikler eşya Hakk’ın nefsinde mürtesimdir demişlerdir.
Ve bu mertebe, huruf-u gayriyenin ikinci mertebesidir.
Bunlar ilahi tenezzülattandır.
Yani Allahu Teâlâ yirmisekiz mertebede kendisini halkiyet ile tabir etmiştir.
İnsani mertebe cami ismidir ve insaniyet mertebesini gösterir.
İnsan-ı kâmil Muhammed (Sallalahu aleyhi ve sellem) ‘dır
ve Muhammed’in tam varisidir. Mürşid de odur.
Lakin ekseri avam bilemediklerinden tan ederler ve kötülerler.
Nitekim Hazreti İsa (Aleyhisselam) hakkında milletler arasında ihtilaf çıktı.
Onun beşeri cismine bakanlar, Cibril’e nisbet ettiler.
Cibril olmadığı halde Cibril gibi beşer suretinde nefh etti.
Nitekim Meryem Suresi 17. ayet-i kerimede buna işarettir.

فَاتَّخَذَتْ مِن دُونِهِمْ حِجَابًا فَأَرْسَلْنَا إِلَيْهَا رُوحَنَا فَتَمَثَّلَ لَهَا بَشَرًا سَوِيًّا
Fettehazet min dûnihim hicâben fe erselnâ ileyhâ rûhanâ fe temessele lehâ beşeren seviyyâ(seviyyen).
"Onların öte yanlarında (kendisine) bir perde edinmişti. Artık Biz de ona ruhumuzu (Cibrîl-i Emîn) gönderdik de onun için tam bir beşer sûretinde görünüvermişti"
Yahut da insan değildir, Cibril gibi beşer suretine girip göründü dendi.
Nitekim Nisa Suresi 171. ayet-i kerimesi buna işarettir.
يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لاَ تَغْلُواْ فِي دِينِكُمْ وَلاَ تَقُولُواْ عَلَى اللّهِ إِلاَّ الْحَقِّ إِنَّمَا الْمَسِيحُ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ رَسُولُ اللّهِ وَكَلِمَتُهُ أَلْقَاهَا إِلَى مَرْيَمَ وَرُوحٌ مِّنْهُ فَآمِنُواْ بِاللّهِ وَرُسُلِهِ وَلاَ تَقُولُواْ ثَلاَثَةٌ انتَهُواْ خَيْرًا لَّكُمْ إِنَّمَا اللّهُ إِلَهٌ وَاحِدٌ سُبْحَانَهُ أَن يَكُونَ لَهُ وَلَدٌ لَّهُ مَا فِي السَّمَاوَات وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَفَى بِاللّهِ وَكِيلاً
Yâ ehlel kitâbi lâ taglû fî dînikum ve lâ tekûlû alâllâhi illâl hakk(hakka). İnnemâl mesîhu îsâbnu meryeme resûlullâhi ve kelimetuhu. Elkâhâ ilâ meryeme ve rûhun minhu, fe âminû billâhi ve rusulihî, ve lâ tekûlû selâseh(selâsetun). İntehû hayran lekum. İnnemâllâhu ilâhun vâhid(vâhidun). Subhânehû en yekûne lehu veled(veledun), lehu mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı). Ve kefâ billâhi vekîlâ(vekîlen).
"
Ey ehl-i kitap! Dininizde haddi tecavüz etmeyiniz ve Allah Teâlâ'ya karşı haktan başkasını söylemeyiniz. Şüphe yok ki, Meryem'in oğlu İsa Allah Teâlâ'nın ancak bir peygamberidir ve O'nun tarafından bir kelimedir, O'nu Meryem'e ulaştırmıştır ve O'nun tarafından bir ruhtur. Artık Allah Teâlâ'ya ve O'nun peygamberlerine imân ediniz ve üç demeyiniz, vazgeçiniz, sizin için hayırlı olur. Muhakkak ki, Allah Teâlâ bir tanrıdır, kendisi için bir veled bulunmaktan münezzehtir. Göklerde ne varsa ve yerde ne varsa hepsi de O'nundur. Vekil olmak için de Allah Teâlâ kâfidir."
Hadis-i kutsîde;
Ben kulun konuştuğu diliyim” buyruldu.
Her ne işitse kulağın, mahz-ı Kur’an andadır.”
Lakin bu esrara, ilmin, aklın, vehmin ve fikrinle ulaşamazsın.
Her halde mürşid-i kâmile muhtaçsın.
Maide Suresi 116. ayet-i kerimede:
وَإِذْ قَالَ اللّهُ يَا عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ أَأَنتَ قُلتَ لِلنَّاسِ اتَّخِذُونِي وَأُمِّيَ إِلَهَيْنِ مِن دُونِ اللّهِ قَالَ سُبْحَانَكَ مَا يَكُونُ لِي أَنْ أَقُولَ مَا لَيْسَ لِي بِحَقٍّ إِن كُنتُ قُلْتُهُ فَقَدْ عَلِمْتَهُ تَعْلَمُ مَا فِي نَفْسِي وَلاَ أَعْلَمُ مَا فِي نَفْسِكَ إِنَّكَ أَنتَ عَلاَّمُ الْغُيُوبِ
Ve iz kâlellâhu yâ îsebne meryeme e ente kulte lin nâsittehizûnî ve ummiye ilâheyni min dûnillâh(dûnillâhi) kâle subhâneke mâ yekûnu lî en ekûle mâ leyse lî bi hakk(hakkın) in kuntu kultuhu fe kad alimteh(alimtehu) ta’lemû mâ fî nefsî ve lâ a’lemu mâ fî nefsik(nefsike) inneke ente allemul guyûb(guyûbi).
"Ve o vakti ki, Allah Teâlâ «Ey Meryem'in oğlu İsâ! Sen mi insanlara beni ve anamı Allah'tan başka iki ilâh ittihaz ediniz dedin?» diye sual buyurdu. Dedi ki: «Seni tenzih ederim, benim için hak olmayan bir şeyi söylemek layık olamaz, eğer ben onu söylemiş isem, Sen onu elbette bilmişsindir, Sen benim nefsimde olanı bilirsin, ben ise Senin zâtındakini bilemem. Şüphe yok ki, gaybleri bilen ancak Sensin, Sen»"
Ey İsa, insanlara beni ve anamı iki Tanrı bilin diye sen mi söyledin?”
Bu ayetteki; “ente kulte?” “sen söyledin mi” sözüyle kelâmı, kula nisbet etti.
Yani kul mütekellimdir.
Cevabında İsa; “Ta’lemu ma fi nefsi” dedi. Yani;
Benim nefsim senin hüviyetindir ve sen onu bilirsin. Benim hüviyetim senin hüviyetinden gayri değildir."
İsa’nın (Aleyhisselam) mazharında onun lisanı Hakk’ın lisanıdır.
Konuşan Hakk olduğu halde “Fa’lemu” sözüyle cem makamında hitap eder.
Mütekellim, kendi nefsinde olan şeyi bilir.
Vela a’lemu ma fihaş.
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: Nokta Risalesi (RİSALEYİ NOKTA-TÜL-BEYAN)

Mesaj gönderen simurg »

Bir damla su, Rahman nefhasıydı.
Ve bütün esma-i ilâhiye bu nefhada cem’ haldeydi.
Her birimiz bir damla su’dan başladık bu serüvene.
Veya şöyle demek lâzım belki de,
HAYY yolculuğumuzun bir damla su ve sonrası aşamalarına hayat demekteyiz.
Hayat su’yun devr-i daimi masalı.
Bu masalın ÖZ’ü ise değişen formlarda sürüp gidiyor dediğimiz,
Bir damla su’yun Can Pazarındaki seyr ü seferi hikayesi aslında.
“Siz Allah deyin yada Rahman, ikiside BİRR’dir” buyurmakta Rabbimiz.
Esmaları ve Sıfatları ile öylesine muhteşemdi ve güzelliği öylesine sonsuzca idi ki,
Bu sebep ile de seyre hazır sonsuz kombinasyonel güzellik ve özellikleri vardı.
“Ben gizli bir hazine idim; bilinmek istedim, mahlukatı yarattım.”
Kudsî hadisinde anlatılmak istenilen de bu diye anlamaktayım.
Bütün bu sonsuz ve sayısız güzelliğin,
bir intizam ve düzen içerisinde seyrinden murad ise sonsuz hikmetler ile yine kendisinin bilinmek istemesi.
Ve mucizenin mucizesini düşünecek olursak eğer,
Hep aklıma “bu su’yun bir damlasının mucizesidir” demek gelmekte.
Ve bu mucizevî ve hikmetli seyir için ise dünya sahnesi gerekliydi.
Varlık zincirini ve Rabbimin kudret-i ilâhiyesini düşünmek istediğimde,
düşünceler kalbimi her yönden beni su’yun bir damlasının hikayesine getirmekte.
“vav” harfinin “insanın vav hâli” diye nitelendiğini öğrenmiştim.
Varlıkların Vahdet halinin, kesrette dünya çokluğuna dönüşmesi ile bir arakesit diye anlamaktayım bunu.
Ve “El-Vedüd” esma-i ilâhiyesini de düşünmeden edememekteyim tam da bu noktada.
Herşey muhabbet içindi,
Rabbimizin Bilinmek istemesi,
Habibullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin Nur-u Muhammediyyesini en evvel yaratılmış olması.
Ve her insanın dünya HAYY’atının başlaması için et, kemik, bedenin yaratılmasına bir damla suyun sebep edilmiş olması,
Ve bu damla hikayesinin yine Âdem ve Havva (Aleyhimü’s- selam) arasında muhabbet hasıl olmasına bağlanması durumu.
Hâlen de her insanın dünyaya gelişi, anne ve babasının sevgi ve muhabbetinden zuhur etmekte zâten.
Bu İlahî Program Âdem ve Havva (Aleyhimü’s- selam) dan bu zamana kadar aynı şekilde vuku’ bulmakta.
Her birimiz bir damla SU’yuz.
Kendimizi beden libaslarımızın içinde,
akıl kuvvemizin emrettiği “ben”likler sandığımız hâlde,
Derya-yı İlahî Denizinin birer DAMLAsıyız.
Ve bu damlalılığımızın farkına (bütün farklar ve farklılıklardan azad ederek aklımızı) varmak için yol almaktayız.
Taa ki kendimiz diye bir algımız ortadan kalkarsa ,
deryada HİÇ hükmünde birer damla olduğumuzu kalbimizde kanaat edebilirsek artık,
ancak o zaman , varlığı kendinden olmayan,
ama varlığa şâhid olmak için “var edilmiş olan”lar olduğumuzu idrak edebileceğiz beklide.

ASL’ımı inkar edemem, Rabbim buyurmuştur ki:
أَلَمْ يَكُ نُطْفَةً مِّن مَّنِيٍّ يُمْنَى
"E lem yeku nutfeten min menî yin yumnâ: O dökülen meniden bir damla su değil mi idi?” (Kıyamet 75/37)

Her nefesimi dahi sonsuz ikram elleriyle Rabbim ihsan etmekte,
Her lokmamı Rabbim izin buyurduğu için,
sonsuz merhameti ve muhabbeti ile bana yemek ve hazm etmek nasib ettiği için yiyebilmekteyim.
Kalbimde bu hissettiğim “varlığa muhabbet hali” Rabbimin Rahmet-i İlâhiyesi elbette.
Su’dan Su’ya devam ederek sürüp giden bir insan nesli dünya sahnesinde esma kombinasyonlarına AYNa olmakta.
Bu serüvenin parçası olmakta kullanılmış olanlar, şükür üzerine şükür etmek hâli içerisinde olmalı .
Çünkü kendisi damla olmaktan ziyâde,
Damlaların HAYY Tezgahında dokunmasına vesile edilmiş olmaklık ne büyük bir Nimet-i İlâhiyedir.
Aşk işte tam da bu,
Ne âşık, ne de mâşuk olmak değil mesele belkide,
bu ZÂTen AYNen de öyle olmalı ki.
her İlahî Hikmet ve haikatleri idrak derdine düşen can zâten bu dileyen ve dilenenden birisi olmakta.
HAKK'kı ister biz dileyelim,
isterse Hakk BİZ'i dilemiş olsun neticede her ikisi de HAKK'tan değil mi?
AŞK’ı, bebeğin gözlerinden başka bir şey olarak düşünemiyorum.
Çünkü henüz insan nesli içerisinde birisi diğerine benzeyen ikinci bir çift göz yaratılmamış.
Her varlık tek.
Ve her varlık sonsuz bir derya.
Ve ASL’ı damla.
Damlada kaybolabiliriz ancak, kaybolmamız gerekirse eğer,
HİÇ olmamız gerekiyorsa eğer, HEP olmak için.
Damlamıza kadar döndürmemiz gerekecek nefsimizi geriye.
Çünkü bir bebeğin daha doğmamış halindeki sırr-ı sıfır nefsi ancak HEP’e namzet ancak HİÇ kadar gizli olabilmekte.
Gizli bir hazine olan Rabbimizi bil-ebilmek ise,
Nefs dediğimiz benlik duygumuzu gizleyebilmemizi gerektirmekte galiba,
Yoksa “ben” var bir de “Rabbim” var, demekten ASLA kurtulabilemeyeceğimizi düşünmekteyim.
Masalımız BİZ’i, “BİZ BİR-İZ” e götürsün, ve orada ebedi ve daim HAYY kılsın inşaallah.
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin havzasında bir damla olmak duam ve muradım ve niyazım ile inşaallah.
Âmin ve sonsuz ecmain.
En son simurg tarafından 22 Ara 2011, 22:22 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: Nokta Risalesi (RİSALEYİ NOKTA-TÜL-BEYAN)

Mesaj gönderen simurg »

ŞERH-İ KELÂM-I İMAM ALİ

Bismillahirrahmanirrahim
Elhamdülillahi Rabbil Âlemin.
Vesselatü vesselamu ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi vesahbihi ecmain.

Kâlel İmam Aliye Razıallahu anh.
Mael halki fissemasel; Yani, cemi-i mahlûkatın vücudlarının zuhuru bir şeye benzemekte olmadı.
Ella kesel cahe; Ancak, KAR'a müşabih oldu.
Yani, mahlûkatın vücud-u müstakilleri yoktur, KAR'ın vücudu olmadığı gibi.
Zira karın vücudu suyun vücududur.
Başka vücud yoktur.
Halk dahi böyledir.
Vücudları, vücud-u Hakk’dır.
Ve ente; Hâlbuki Sen. Ente de olan Ta, Allahu Teâlâ’ya hitabdır ki,
La ha; Halkın vücudları ve zuhurları için.
El mâ ellezi hu yenbagıy; “Zahiren kar su gibidir”.
O Nabi su mesabesindesin.
Mâ selci fi tahkik gayr mâeh; Yani, hakikatte ve nefsül emirde, kar suyun gayrı değildir.
Ancak su, burudet-i heva ile kar suretinde görülür.
Su namı, gizli olur.
Ve kar namı zahir olur.
Nefsül emirde şey-i vahiddir.
Halk, Hakk’ın zuhurudur. Her suretle cilvegar olur.
Bu cilveleri, halka nam oldu. Nefsül-emirde zat-ı Âliyelerinden gayrı zat yoktur.
Cümle halk namıyla olan, cilvesidir ve zuhurudur.

Ve gayr enfi hükmü dağteel şera-iy; Yani, kar ve su Şer ve ahkâm-ı zahirde birbirlerine mugayirlerdir.
Zira su ile taharet olur.
Fakat kar ile taharet olmaz.
Hatta kardan gayri su bulunmaz ise ve
karı eritecek bir şey dahi bulunmaz ise teyemmüm caiz olur.
Zira karın vücudu teyemmüme mani olmaz.
Ama suyun vücudu teyemmüme manidir.
Bundan malum oldu ki, zahir-i şer’de kara su ıtlak etmezler.
Zira karın vücud-ı müstakilli yoktur ki, ona su ıtlak oluna.
Kezalik, namda ve bakışta Hakk’ın cilvesi olan halk, Hakk’ın gayrıdır.
Zira zat-ı Hakk’dan gayrı bir zat yoktur ki ana Hakk ıtlak oluna.
Ve’l-hâsıl, kar suyun mazharı ve sureti olduğu gibi,
halk; Hakk’ın mazharıdır ve cilvesidir diye ıtlak olunur.
Velâkin ana Hakk ıtlak olunmaz.
Lekün yezübiel selahi yerfiiy hükmühü ve yüzüiyn hükmü el mai vel emrü vagıy; Yani, kar eriyip namı ve hükmü olan âdem-i taharet ve teyemmüm ref’olur.
Ve su namı ve hükmü olan taharet vazolunur.

Kezalik, suluk-i tevhid ile Hak Teala tembih buyurur:
وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ
Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûn(ya'budûni).
Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.
(Zariyat, 51/56).

Cümle halk fani.
Gerek Tevhid-i Ef’al ve gerek Tevhid-i Sıfat ve gerek Tevhid-i Zat ile halk zaib ve fani olur.
Badehu, zat-ı Hakk’ı nazar-ı Hakk ile ve bu süluk ile müşahede eder.
Yani, halkın fani ve Hakk’ın baki olduğunu müşahede edip,
cümle; Hakk zahir olur.
Velâkin, süluk-i Tevhid olmaksızın halka Hakk demek küfürdür.
Neuzibillahi Teâlâ.

Nitekim taife-i Bektaşî’ye kendilerini nisbet eden melahide,
bila süluk-i Tevhid, halka Hakk demek ve nazarlarında halkın vücudu vardır,
ma’a haza ana Hakk ıtlakları küfürdür.
Firavun’un
( fekâle ene rabbü kümül ala ) (Naziat,79/24) iddiası gibi.
Bu makama; Makamül-Cem, Hazretü’r-ruh ve Kurb-u feraiz tesmiye olunur.
Bu makamda Enel Hak demek caiz olur.
Fakat bu sırrı faş caiz değildir.
Mansur b. Hallac’ın bu sırrı ketme sabrı kalmayıp Enel Hakk sırrını faş eyledi.
Ve kendi katline dua okudu.
Ehlullah niyaz ederler.
Zira bu sırrı faş edene mücazat, âdem- suveridir.
Ve illâ hazretten dür olur.
Tecmail ezdad fi vahidleha ve fiy telaşeti fehü enehünne sadii;
Yani, makam-ı Hazret-ül Cem; cemi’i sıfatın zat-ı Hakk ile kaim olduğu müşahede olunur.
Beynlerinde zıddiyet sabit olur.
Meselâ; evvelahir, batın-zahir, mu’ti-mani, afüvv-müntakim ve gayrileri gibi, Hakk Teâlâ’nın esma ve sıfatı,
yani; Hüsn-ü cemal zat-ı vahid olan hakikat-i âlinin, cilveleri ve sıfatlarıdır.

Ve bu makam cemmül cem Yani, cem’i ef’al-i mezahir, zat-ı Hakk ile zahir oldular.
Ma’ahaza, mabeyinlerinde zıddıyyet vardır.
Su ve kar, hacer ve şecer, hayvan ve nebat ve gayrileri gibi.
Lâkin cümlelerin gerek sıfat ve gerek ef’al, zat-ı Hakk ile zahirlerdir, vücud-ı müstakilleri yoktur.
Ve zuhurlarının, ayn-ı zuhur-u Hakk olduğunu
“Ve fiyha telaşeti enehünne sadii” bu mısra ile de işaret eyledi.

Yani, cümle sıfat ve ef’al, gerek meani ve gerek suveri Hakk’ın mezahirleridir.

Cümle, zat-ı Hakk’a telaşi olup, yani fani ve batın olup,
fehüve enehünne sadii; Ol mezahirden zahir ve batın zat-ı Hakk’dan gayrı yoktur.
Görmez misin ki, ayineye nazar eylediğin vakit, ayine gayb olup suret-i nazır zahir olur.
Bundan ötürü ayineye nazar sünnet oldu.
Hatta mâceal Allahü meselâ lil rû’yetül mazhar kel mirad eseri varid oldu.
Sallallahü ala seyyidina Muhammedin ve alihi
ve sahbihi ecmain.
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: Nokta Risalesi (RİSALEYİ NOKTA-TÜL-BEYAN)

Mesaj gönderen simurg »

RİSALE-İ VEHBİ


Bismillahirrahmanirrahim

Bi külli Âlem-i ala dahi esfel’de kim vardır.
An’ı tespih edip cümle, dahi secde kıluptur.
İçinde Nusha-yi insan ki zatına olupdur mirat
Kıluptur cümleye serdar ana olmuş delil bizzat

Salât ile selam olsun ana hemde ki cümlesi
Ana kurban olupdur bilesin sen de.
Gel ey cana işit bir söz nedir insan, nedir hayvan
Birinden, birini fark et, olasın ta ki sen İNSAN

Buyurdu Hakk kelâmında “Halakna Ahsen-ü takvim”
“Sümme redednahu dedi ki sana eyledi tefhim
O “kim nefsini bilmiştir, buluptur “Ahsen-ü takvim”
O kim, nefsini bilmedi, odur o, redd olan akvam

Nicedir nefsini bilmek, diyem sana işit cana
Ki mürşidde olurmuş ol, çalış var sen dahi ana
Bilir misin nedir mürşid, o mazhar-ı külldür.
Anınla bitti hep işler, o mazhar-ı ıtlak olmuştur.

Sakın sanma ki resimle, dahi esma ile olur
İkisinden mukaddestir, heman irfan ile tam’dır
Kalanlar işbu resim içre, O’dur Ashab-ı kıyl-ü kal
O esma’yı olan şeyler, hemen bir Hırka’dır biri şal.

O bir mürşidi Hakikat kim ki ilmin aldı Ahmed’den.
O Mazharı Hakikat’dır, O’dur Aşk-ı veren can’dan
Buyurmuş Mürşidi Hakk ki, ikiye müştemil insan
Biridir cisim hem dahi, biri Ruh-u olan burhan

İkisin hükmünü cami gelip âlem-i meydana
Anın çün geldi Kur’an da, anın halkına “Yedeyye”
Çün işittin bunu cana, işit nefsini bilmek ne?
Diyem sana biraz sözler, bilesin sen nesin hem ne

Sakın Hakk’dan ırak sanma, Hakk’ı hariç dahi sanma
Ki “Venahnü akrebü” sırrı, bil imdi sendedir yanma
Hicab-ı zatına zatın değil gayri işit cana
Sıfat’ı hem sıfat’ına, dahi ef’al delil ana

Anın çün dedi kâmiller; makamat-ı Velâyet kim
Olup altı makam bil sen, nice bildirdi Mürşid kim
Dahi ol üç makam bil sen; Makamat-ı Fena derler
Makamat-ı uruç bir nam an’a vermiştir Kâmil’ler

Birine tevhid-i ef’al, biri tevhid-i sıfat olmuş
Biri tevhid-i zattır hem, bilen nefsin böyle bilmiş
Makam-ı tevhidi ef’al, işit cana neye derler
O ef’al ki sana nisbet, olurdu nisbeti fiiller

O fail’i Hakikîye edersin nisbetin meşhud
Ki ta “La faile illâ hu” ola sana maksut
Bu makamda olan fani, cemi-l ef’ali harekâtta
Hemen gördü dahi bir yer, mütecelli vücudatta

Rububiyet zuhur etmiş, göründü sırrına anın
Harekâtta, sekenatta, görür mahbub-u hem yarın
Varıp cennet-i ef’ale, telezzüz aldı asardan
Cemi’i ef’ali ana verdi, nice ezvak-ı lezazizden

Birisi tevhid-i ef’al, biri fenayı ef’al imiş
Tecelli-i ef’al hem derler, ana nam işit cana
Bu takriri mürşiddir, kulağın tut hemen ana
Makam-ı tevhid-i sıfat, gel ey oğul ne sırdır bil
Bu bir telkin-i Ahmed’dir, anınla Hakka olmuş il

İşit cana sıfat yedi olupdur hem sen de bil
Biri hayat, ilim, iradet, kudret bil
Biri semi ve basar dahi, kelâmıyla yedidir hem
Üç batın olupdur bil; Hayat, ilim, iradet hem

Dahi zahir olan kimler, işit cana diyem sana
Biri kudret, biri semi, biri basar, kelâm cana
Bu dördüne mezahir var, biri eldir biri dildir
Biri kulak biri gözdür, bunlarla zahir olmuştur

Dedi “Mefatih-ül gayb” nam, ana ehl-i dilan cana
Hemen Hakk bab-ı feyzine, Mefatih eylesin sana.
İşit oğul diyem bir söz, bu makamın nedir zevki
Ki zikrolan sıfatları bil, nice sende olur şark-ı

Ki ol seb’a ait sıfatın, olan nisbetini ver sen
O mevsuf-u hakikîye, an’a şahit olasın sen
O bir nisbet sıfatı kim, ederdin kendine nisbet
Fena et, Hakk’a ver cümle, arada kalmasın nisbet

Ki ta “La mevsufe illâ hu” görürsün sana meşhud
Hemen sen mücellâyı evsaf, mezkûr ol
Behey Mahmud
Tamam, mahv-ü fena et sen, ne var sıfatını cümle
Kalırsın bir kuru mirat, görünür vech-i bilcümle

Bu makama dahi üç nam, hakikat ehl-i vermişler
Biri Tevhid-i sıfat, biri fenayı sıfat ki demişler
Tecelli-i sıfat hem de ana nam vermişler
Çalış cana sena Tevfik, hemen Hakk sana kılsınlar

Gel ey cana üçüncüsü, Makamatın dahi bil
Dediler Tevhid-i zattır, işit cana ne sırrsın sen
Ki ol nisbet kim, vücudu kim, edersin kendine nisbet
An’ı mahvet fena kıl sen, Hakk’a sen eyle gel nisbet

Aradan çık görünme hiç ki kalmaya eser
O zat-ı Hakk O’dur mevcut, olamaz mevcut ol Beşer
Buna fena-yı zat derler, Tecelli Zat dahi bir nam
Demişler Arifan cana, bir de Tevhid-i zat nam

Bu üç makama derler hem, Makamat-ı URUÇ bil sen
Ki Arifan makamatta, giderler miraca ey can
Vücudun ger fena ettinse, Hakkın sen vücudunda
Vücudun mahvedip fani, eser kalmadı hiç sende

Fena fizzat buna derler, çalış subhu dahi Şam’da
Ki “La mevcude illâ Allah” anın sırrı dahi sende
Bilesin “Küllü men aleyhe fan “sırrı meşhudun olsun bil
Ki “İllâ veche hu” sırrı, zuhur etsin sana o il.

Bilesin “Mutu kable ente mutu” sırrın her dem
Nice tuttu o sırr sümle, hem Afakî dahi Âdem
Mukaddes olasın şirkten, dahi evham-ı hayaletten
İçesin zat-ı mutlaktan, Şarabı-ı Nuş’i Zattan

Kalasın hiç dahi, hiç hiç, durasın hiç dahi, hiç hiç
Görürsün hiç dahi “hiç hiç” bilirsin hiç dahi hiç hiç
Bu bir sırdır işit cana, sakın şek etme gel sen de
Bu bir Nur-i ehaddır kim; tecelli eylesin, eylesin sen de

Vücudun Tur’u Musa’yı veş, gelir Mahbub-ü
Hem mücellâ
Görürsün Musa’yı vaş, Hakkın nice sırları olur peyda
Hüdaya dem be dem nurun, dahi cüray-ı canın
Bihakkı Hazreti Ahmed, bihakkı noktayı vahdet

Bihakkı sırrı ehl-i beyt ki anınla buldular lezzet
Bu üç makamda hatmoldu kelimat-ı fena sen bil
Gel ey salik biraz sözler işit benden ana tut dil
Nedir sırrı beka nedir ihya nedir ibka

Nedir mahşer, nedir haşr-ü kıyam nedir, nedir ecla
Makamat-ı bekadan bil dediler ana hem “cem” nam
Makamat-ı cem nedir cana, alan zevkin alır hem tam
Bu bil hem sırfu vahdettir helâk olmuş ne kim kesret

Göremez ehli cem olan, nedir âlem nedir kesret
Bu bir sekr-i Muhammed’dir, alan bu hamradan lezzet
Uruptur narayı enaniyetten menem ol zat
Bu makamda helak oldu rüsumat hem sıfatı esma

Hemen bir zat dürür ancak, ne kim var cümle kimya
Velâkin dedi kâmiller, bunun zevkin alan dediler
Bu bir haldir ubur etmek olur efdal böyle derler
Hüdaya hamd-ü şükür olsun, o mürşidin elin tuttuk

O kapıda dahi durduk, o hazrete dahi vardık
O zata dahi hem kuluz, sivasın bilmeyiz asla
O zattan gayri yok dânâ, hüvel mürşid dürür kat’a
Makam-ı cem dürür biri ki la sahile lehü asla

Anı tarifte cümle olmuş oldu acize kat’a
Anın zevki dahi keşfi, tecelli-i nuru Ahmed’dir
Çalış cana zuhur etsin, o nurdan Mustafa sırdır
Makam-ı cem’e arifler dediler seyri mahbubi

Bir adı seyri billâhtır, bu seyirde gördü mahbubu
Makam-ı Hazreti cemi işit, cana diyem sana
Bu bir makam-ı Ahmed’dir, giyer salik libası esma
Dediler kurbu Nevafil, anın namını bil.

Nitekim kurbu feraiz demişler ceme ey cana
Bu makamda zevk alanları giyindiler sıfat-ı esma
Makamat-ı fenada verdiğin aldı behey şah’a
Bu makamda mezahiri sıfat vallahi olup salik

Enel hayy ve Enel Hakk’dır diyerek Hayy olur salik
Ki yani cümle esmayı, sıfatı hem giyinmiştir
Bekabillah denilmiştir, bu makam-ı Ahmed imiştir
Buna fark-ı sani derler, velayet mebde-i bilesin

Bu makamda veli oldu ol arif-i zevil ihsan
Bu makama varan salik, şeriatla müzeyyendir
Sakın cana şeriatsız yürüme raha noksandır
Şeriat sırrı Kur’an’dır, şeriat ayn-ı Ahmed’dir

Dahi hulk-i Muhammed’dir, delil ayn-i ile hem Hakk’dır
Varanlar Hazrete vardı, müzeyyen ol be hey yara
Libas-ı şer’i ilbas et, hakikat nuru ile dol sen
Görünsün zahiren Ahmed, Hakk olsun batının bilesin

Olursun varisi Ahmed, mücella Hakk ile hazret
Nebinin “men reani” kavlinin, musaddak dahi mirad
İşit ey nur-u ayn’ımsan, buyurmuş Seyyid-ül Kevneyn
Kelamında cevahir saçarmış tut kulağın sen

Benim abdım zail olmaz ve belki sabit olmuştur
Nevafilde tekarrüb etti, hem bana bilinmiştir
Ki hatta ben anın semi’i dahi hem basarı bil kim
Olurum etme gel şüphe dahi cümle azası hem

Meali kavli Ahmed’dir çalış oğlum bu cürayı
Nuş edip zevkin alupsun kim, içersin sen bu hamrayı
Anın için hace-i Ali (K.V.) buyurmuştur kelâmında
Ki el cemi bila farkın olup zındıka, bil sen de

Dahi farkın bila cemin, nitekim şirk olur cana
Dahi tevhid odur bil sen, kim cemi fark ile yara
Kalanlar nuru cemde, ol süluku Ahmed ile bil
Kalırlar pervane veş nurda olur mağlup imiş bilgil

Müheyyimun ona derler, nedir sacit, nedir mescut
Bilmezler o mağluplar nedir kasıt, nedir dahi maksut
Bu makamda zahir Hakk’dır dahi abid ona hem âlet
“Merid-tü lem teudni” kavlini duydun bir işaret

Dahi ol seyyid-ül Kevneyn ne buyurdu işittin mi?
Ki “İnnallahe yekulü bi lisanı Abdi hu” remzi
Yani zat-ı mecmeul esma lisanı abd ile dermiş
“Semi Allahu limen hamideh”
Namazda bil, Hüda dermiş

Makam-ı ceme remz olmuş, nebinin hem kelâmında
Alırsın dersi Ahmed’den bulursun sırrı mışgatta
Bu sırrı cemi hem de bil, cemi’i amelde hem remzin
Anın için Fatiha geldi, iyyake nabüdü dersin

O bir Kaf ki, hitabe vaaz olupdur, anla hem sırrın
Ol ibade kim senden zahir olmuş, zattır bildin
Ol kim cem’i şuhud etmez, nice iyyake nabüdü dermiş
O kim zatı olmaya zahir, ona nabüdü sahih
hem değilmiş

Dahi hem sübhanın anla nice zata hitap gelmiş
Ol kim zatı şuhud etmez, nice sübhaneke dermiş
Anın için fahr-i âlem bil buyurmuştur hadisinde
Ol kim namaz kılıp Allah’a, değilse anda kıblede

Namaz kılmadı ol kimse, hemen bir lub-i bir suret
Getirdi isim namazla, kabul olmasın böyle suret
Münezzehtir mukaddestir, cemi-i suret-i eşyadan
O zat-ı mutlakı akdes, yine mabud-u suretten

Anın çün Kıble’ye dönmek, anın çün BEYT’e hem
varmak. Dua’da ellerin alaya kaldırmak kıyam durmak
Makam-ı Cem’i esrarın, oku ey arif-i dana
Arasan bir ibadet sen, bulunmaz gayri cem asla

Sakın Mürşid-i Kamilsiz, bu cemi vasıl olmaksız
Heba oldu ibadetler ki ZAHİD böyledir dinsiz
“ Fi yesmeu ve bi yebsar” hadisinde buyurmuştur.
Eğer mürşidden el tuttun nedir bilinmiştir.

Makam-ı Hazret-i Cem’e bu hadisle işarettir
Bu makama varan salik, dahi sırrına vasıldır
Bu makamda zahir esma, dahi sıfat birader bil
Hakk oldu batın ey cana, kulağın tut dahi hem bil

Buna “Ayn-el Yakıyn” derler ki, salik Mazhar-ı esma
Edip kendi vücudunda, sıfat hem kesret-i esma
Bu makamda görür salik cemi-i esmaya mazhar imiş
Dahi cemi-i eşyaya, sıfatıyla sâri olmuş

Huda’ya hulleyi hazretle, eyle bizleri teşrif
Aradan al bizi bizden, kalalım Vechine tarif
Dahi bir söz işit cana, nüzul etmiş mükerrem kıl
Makam-ü “Cemmül ceme” tenezzül etmiş
Hazret-i Cibril

Bu makamda giyip salik nekim vardır kamu ef’al
Ene fail dedi Hakka, anınla olmuş ef’al
Hilafete kadem bastı, olupdur “Naib-i Hakk” ol
Okundu sırrına Allah ki Mazhar-ı hüdadır bil

Cem’i Hazret-i hem giydi, Cem’i ekvan-ı hem buldu
Zuhur etti kamu yerde, göründü dahi oldu
Giydirdi nefsini buldu, dahi hem Hakk ile doldu
Nedir Âdem? Dahi buldu, bu zevki hem aldı tattı

Budur Âdem değil hayvan, işit cana nedir insan
Buna derler “Ahsen-ü takvim” ki Kur’an’da zevil ihsan
Hitam etti meratib-i olupdur, Hazret-i Mecla
Ki Mescud-u Melaiktir, buyurdu “Fescüdu” Mevla

Nebiyyül Muhterem cana, işittin sen kelâmında
Huda halk etti Âdem’i, kendi suretinde bil sen de
O katetti kavs-i, biri Hakk’dır biri, imkân
İşittin “Marecel Bahreyn’i” budur ol ekmel-i insan

Bunu bulmak,bunu bilmek,bunu görmek, buna varmak
Budur maksud, bu Âlemde, bu sırla ana varmak
Olan vasıl bununladır, onları Arif bununladır
Bunu inkâr eder münkir, dahi şeytan bununladır

Nice vasfın âdem anın ki sırrı Hakk olup mutlak
Müsemma, cümleyi esma, anınla buldular Hakk
Budur Mürşid-i Âlem kim, “Kul Kefa” buna derler
Hüvel Hakk, Hüvel Mevla, erenler bunları birler

Libas-ı beşeriyetle, dahi hem cümle kuldu (Abd)
Anın çün Münkiran inkâr, edüptür hem dani izrar
Nüfus’u ehl-i dünyaya, görünmez dilber-i deyyar
Bunun vasfıyla hatmettik, geçen takrir-i ranayı

Bu bir cemal-i yardır ki, var ana al O manayı
Huda ya hamd-ü şükr olsun, anın methindeyiz daim
Anı tesbihi takdisle bulunduk hem velev naiym
O zatın hak-i payında bulunduk bir gubar-ı nal

Ümit etsen baiyd olmaz, oluruz cümlemiz pür hal
Duruptur cümlemiz bab-ü cevad-ı pür niyazında
Edüptür cud-i kereminden, o yar hem bizi bende
Salât ile selam olsun, O Fahr’ül Enbiyaya kim

Dahi Al-ü Ehl-i Beytine, anınla oldular bil tam
Risaleyi okuyan ihvan-ı pür sıdk-ü pür mana
Olur, mazhar dem-a-dem her nefeste dilber-i rana
Makamat-ı ilahiyle gezer, Meydan-ı Âlemde

Eli karda, gözü yarda, görünür hem şekil hem bende
Velâkin “Makam-ı Sıdk” ta, makam tutmuş işit cana
Sümme dena, fetedella, fekane kaba kavseyn-i
ev edna. Bu ayete mezahirdir, anınla hem de zahirdir

Dahi irşatla mazhardır, muhakkak hem dahi birdir
Bu fakir-i aciz-i bende FEDAİ kemter Âlemden
Rica eder kamu yerden dualar ister ihvandan
Bakalar ayn-ı rahmette hatasın affede Allah

O’dur rahman dahi rahiym zünubun mahveder Allah
Dedim namı Risalenin ana VEHBİ’ye olsun kim
Cem’i fethi fütuhata sebep olsun ve gelsin hem
Hem de ahir-i geldi, dahi hem de hitam buldu
Sebak olsun Melamiler, Risalede tamam geldi.

Allahümmerzuknel yakin
Vela havle vela kuvvete illâ billahil aliyyul aziym
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: Nokta Risalesi (RİSALEYİ NOKTA-TÜL-BEYAN)

Mesaj gönderen simurg »

Şeyh'ül Ekber Hz. Muhyiddin İbn'i Arabi Efendimizin BESMELE-İ ŞERİF hakkında beyanı olan sözlerinin
Hz. Pir Muhammed Nurül Arabiyyül Melami Efendimiz tarafından şerhleridir.


BESMELE-İ ŞERİFİN AÇIKLAMASI

Bismillahirrahmanirrahim
Besmele-i şerifte ‘Rahman’ ve ‘Rahiym’ isimleri ile sıfatlanan
“ ALLAH “ ismi şerifi Tecelli-i fiilidir.

İnsan iş yaparken, yerken, içerken
“Bismillahirrahmanirrahim” der
ve Rahman ve Rahim olan Allah’tan başka fail,
yani yapan ve işleyen olmadığını düşünür.

Ve aynı zamanda kendisini de en küçük işlediği işlerden tamamı ile fâni bilirse,
işte bu tecelli Allah’ın insana olan fiili tecellisinden ibarettir.
Bu tecellide Allah insana iş ile tecelli eder.
Bu tecelli gerçek sülûkun hakikat yoluna girmenin başlangıcıdır.

Yine Cenabı Allah için Tecelli-i Sıfati vardır.
Allah’ın bu tecellisi de yerken, içerken ve bunlara benzer işlerde
fiili sıfatlardan ve kudret ve benzerlerinin Allah’ın sıfat-ı subutiyesinden ibaret olup,
hepsinin Cenabı Hakk’ın sıfatlarından bulunduğunu düşünerek,
kendimizin bunların tümünden fâni olduğumuzu bilecek olursak,
bu tecelliye de Allah’ın sıfati tecellisi denilir.

Ve yine Cenabı Allah için bir de Tecelli-i Zati vardır.
Bu tecellide; vücudun yalnız Allahu Zül-Celâl Hazretlerine mahsus olduğunu düşünerek,
insan fiillerinden ve sıfatlarından fâni olduğu gibi
vücudundan da fâni olacak olursa,
bu tecelli Allah’ın zati tecellisinden ibarettir.

İşte insan bu üç tecelliden habersiz olarak
Besmele-i şerifi söylerse, demiş olmaz
.

Fakat insan bu üç tecelliden hepsini bilerek söylerse,
o zaman hakkıyla besmeleyi demiş olur
.

Tecelliler emir halidir, bunun söz ile ilişkisi olamaz.
Ancak bu hal, bidayet ehlinin-henüz tevhid ilminde başlangıçta olanların halidir.
Fakat tevhid ilminde bir rehberin aracılığıyla mesafe almış ehli nihayete gelince;
onlar güzel işler ile cemde ve günah sayılan işler ile farkta bulunurlar.

Yani kendilerinden çıkan güzel işleri kendilerine nisbet etmeyip,
başarılı kıldığından dolayı Allah’tan bilerek hamdü sena ederler.
İşledikleri günahları da kendilerinden bilerek pişman olurlar.
Çünkü Cenabı Hakk Kur’an-ı Kerim’in En Nisa Suresi’nin 79. ayetinde:

مَّا أَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّهِ وَمَا أَصَابَكَ مِن سَيِّئَةٍ فَمِن نَّفْسِكَ وَأَرْسَلْنَاكَ لِلنَّاسِ رَسُولاً وَكَفَى بِاللّهِ شَهِيدًا
Mâ esâbeke min hasenetin fe minallâh(minallâhi), ve mâ esâbeke min seyyietin fe min nefsike. Ve erselnâke lin nâsi resûlâ(resûlen). Ve kefâ billâhi şehîdâ(şehîden).
( Ma esâbeke min hasenetin feminallahi ve mâ esâbeke min seyyietin femin nefsike )
Sana iyilikten isabet eden her şey Allah’tan ve sana kötülükten isabet eden her şey kendi nefsindendir.” buyurmuştur.
Bu makama Hz. Şeyh-ül Ekber (R.A) efendimiz:
( Ve kün fil cem-i vel fark-ı tekün fi mak-adissıdkin)
Bu veçhile cem ve farkta bulun ki doğru yola ulaşasın ve
birinin terk edilmesiyle yanlış harekette bulunmayasın
” sözleri ile işaret etmişlerdir.
Cevapla

“►Seyyid Muhammed Nur'ül Arabi◄” sayfasına dön