MUHAMMEDÎ MELÂMET

Seyyid Muhammed Nur'ül Arabi Hazretleri
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

MUHAMMEDÎ MELÂMET

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

MUHAMMEDÎ MELÂMET

Aziz Kardeşlerim,
İçinde yaşadığımız çağda ve Tasavvuf Âleminde Melâmilik kadar istismar edilmiş bir inanç ceryanı yoktur sanırım.
Sanki her ağacın şah Dalının büyüme ucu gibi nârin ve Hassas olan Melâmetin Neşe Nüvesi ve Hakikat hazzı en ucuz ve kolay yollarla halkı kandırma ve sapıtma sarhoşluğu olarak çok cahiller elinde kalmıştır.
ASLında;

Şeriat-ı Muhammediyyeyi Nefsinde BİLmek İlmi
Tarikat-ı Muhammediyyeyi Pîrinde BULmak Edebi
Mârifet-i Muhammediyyede Resûlullah (sav) de OLmak İrfanı
Hakikat-ı Muhammediyyeyi RABBü’l-âlemein Hazırında Huzurunde YAŞAmak Erkanı iken,
“Namazımızı Efendi kılmaktadır!”
“Biz olgunuz, şeriat hamlar için!”
“Efendimde-Mürşidimde Allahın Sabit Sıfatları Tecellî etmiştir!” gibi açıkça küfürleri bizzat duyduk ve okuduk!..
ÖZden Muhammedî Allah Dostlarını da âlet ederek Müslümanları Dalalete sürükleyenlere karşı yapılacak görev gerçeği ortaya çıkarmaktır İnşaallah!..

Bu Köşemizde buyurunuz Hasbî ve Habibî Hizmetçiler olarak BİZ BİR-İZ diyelim, Muhammedi Melâmeti gönülden ele alalım.

Bendeniz âcizâne Muhammedi Melâmetin Anadoluda Bâtın Temmellerinden
Somuncu Babanın yetiştirdiği Hacı Bayramı Veli kaddasallahusırruhu’nun meşhur beyânını şerhe eden Aziz Pîrimiz Hazreti Seyyid Muhammed Nurü’l- Arabî kaddasallahusırruhu’nun şerhini günümüz dilince ve gönlümce hizmete sunmaya çalıştım.

Muhammedi Muhabbetle…



Resim

HACI BAYRAMI VELİ'nin BİR ŞİİRİNİN HAZRETİ SEYYİD MUHAMMED NURü’l- ARABÎ TARAFINDAN ŞERHİ:

Hacı Bayramı Veli'nin fikir ve inanç sistemini anlamak için eserlerine bakmak ve o eserdeki derinliği aksettierecek bir tefsir gücüne sahip olmak asıldır.
Biz bir deryayı anlamaktan aciziz. Amma O'nu anlayan ve şerhedenler var.
İşte bu nedenle üçüncü devre melâmiliğini kuran Seyyid Muhammed Nur'ül Arabi'nin, Hacı Bayramı Veli'nin: “ÇALABIM BİR ŞÂR YARATMIŞ İKİ CİHAN ARESİNDE” mısraı ile başlayan meşhur nutkuna ait şerhi aynen nakletmekle görevimizi yaptığımıza kâniyiz.
Çünkü bu nutkun esrarını çözecek en kudsal el elbetteki Seyyid'in elidir.
O nutkun esrarını, o nutkun gizli anlamını Seyyid Muhammed Nur'dan daha iyi kim anlatabilir?
Biz de onun tefsirini aynen koymakla Hacı Bayram'ın inanç ve düşüncelerine ait lemaları intikal ettirdiğimize inanıyoruz.
Aşağıda tercemesi verilen tefsir Seyyid Muhammed Nur'ül Arabi'nin eseridir.
Eseri Selanik halifesi ALİ URFİ efendi istinsah ve bu orijinal nüshadan aynen Türkçe'ye çevrilmiştir.
Bu çevirme melâmi erenlerinden ressam Kemâl Künmat tarafından yapılmış olup eserin aslı fakirin kitaplığındadır.


Bismillâhirahmanirrahim

Kalel bahrel mutamtam vessırrı mutalsam Sultanül evliya Hacı Bayramı

Zâhir-Bâtın TAMMlığının Deryâsı Gizlilik İklimin SIRRı Evliyâlar SULTANı Hacı Bayramı Velî (kaddasallahu sırrahu) buyurdu ki:

”Çalabım bir şâr yaratmış iki cihan aresinde.”


Şâr: f. şehir, belde.
Çalab: t. İlâh. Mâbud. Cenâb-ı Hak, Rab.


Asıl lügati Türkide “Çalabım”, Allah demektir.
Şârdan murad: Medine, Cemü’l- cem’ ve mahruse-yi hakikattır.
Ve Yaratmış demek, yani izhar etti demektir. Zira yaratmak, vücud-u manevîden vücud-i suveriyeye intikal eylemekte, ehli zâhirin âdemden vücude gelmek dedikleri gibi değildir.
Ve iki cihan demek: Biri hüviyet, biri eniyet. Hüviyeti bâtın Haktır, eniyet zâhir haktır.


Asıl lügati Türkide “Çalabım”, Allah demektir: Asıl Türkçe sözlükte “Çalabım”, Allah demektir.

Şârdan murad: Medine, Cemü’l- Cem’ ve mahruse-yi hakikattır: Şâr sözüyle kasdedilen Medine-yi Münnevveredir ki Orası Cemü’l- Cem’ (AYNın ASLa VuSLatı) Makamının doğuş yeri ve Hakikat Âlemin Başşehridir.

Ve Yaratmış demek, yani izhar etti demektir. Zira yaratmak, vücud-u manevîden vücud-i suveriyeye intikal eylemekte, ehli zâhirin âdemden vücude gelmek dedikleri gibi değildir: Ve Yaratmış demek, yani açığa vurdu, meydana çıkardı, gösterdi, zâhir ve âşikâre edip tecellî buyurdu demektir. Zira yaratmak demek OL-AN, Manevî-Sîretî Vücûd Âleminden Maddî-Suretî Mevcûd Âlemine gelmek demek olup, sadece zâhirî ilim sahiblerinin dediği gibi “Âdem aleyhissselam (ilk insan) dan üreyip gelmek” değilidir.

Ve iki cihan demek: Biri hüviyet, biri eniyet. Hüviyeti bâtın Haktır, eniyet zâhir haktır: Ve iki cihan demek, birisi Hüviyet-Kimlik diğeriyse BENlik Sûreti olup, Hüviyeti BÂTINda HAKKtır, Enâniyyeti-BENlik ise ZÂHİRde HAKKtır.

Mânâi mısra:
Hüviyet-i sıfat ve eniyet-i suver arasında şar-ı Hakikat ve mahsurei cemül cemi izhar eyledi.
Ve ol mahsurei hakikat bu iki cihanı cami olduğu için CEMÜL CEM namı verildi.
Ve CİHAN, hüviyet; CEM bâtın, yani SIFAT'tır. Ve CİHAN, eniyet; CEM, zâhir, yani SUVER'dir.
Bu iki cihanı camii olan ŞÂR-I HAKİKAT ve CEMÜL CEMİ bir namı velidir. Mezkûr olan iki cihanı camidir.


Mânâi mısra:
Mısranın Mânâsı:

Hüviyet-i sıfat ve eniyet-i suver arasında şar-ı Hakikat ve mahsurei cemül cemi izhar eyledi: Hüviyet-Kimlik Sıfatı ile BENlik Sûreti ARAsında Hakikat ŞEHRini ve Cemü’l- Cem’ (AYNın ASLa VuSLatı) Hudud Kalesini ortaya çıkardı.

Ve ol mahsurei hakikat bu iki cihanı cami olduğu için CEMÜL CEM namı verildi: Ve o Hakikat Kalesi bu iki Cihanı içine alan OLduğu için “Cemü’l- Cem’” adıyla anıldı.

Ve CİHAN, hüviyet; CEM bâtın, yani SIFAT'tır. Ve CİHAN, eniyet; CEM, zâhir, yani SUVER'dir: İki Cihandan birisi, Hüviyet CİHANı olup burada CEM’, BÂTIN yani SIFATtır. Diğeri ise Eniyet- Enâniyyet CİHANı olup burada CEM’, ZÂHİR yani Sûretlerdir-Esmâdan Oluşan EŞYÂlardır.

Bu iki cihanı camii olan ŞÂR-I HAKİKAT ve CEMÜL CEMİ bir namı velidir. Mezkûr olan iki cihanı camidir: İşte bu iki CİHANı içine alan HAKİKAT ŞEHRi ve Cemü’l- Cem’ Makamı Dostluk-Velâyet Durağı Adıdır. Zikredilen İki Âlemin Cem' Tevhididir..

Aziz Kardeşlerim,
“Cemü’l- Cem’” le ifade edilen Makam uç irfanlardandır. Ancak zâhirde nasıl olmakta diye düşünenler için cAN-cİSİM BİZliği desek kâfidir sanırım..
Bâtındaysa kısaca cÂN ile cÂN-ÂN -BİRliği desek kâfidir sanırım..


Enâniyyet: Benlik. Kendine güvenmek, gurur. Hodbinlik. Sadece kendine taraftarlık. Her yaptığı işi kendinden bilmek.
En son kulihvani tarafından 19 Şub 2010, 16:08 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

Resim


SABAH GÖNLÜME, GÖNLÜMDEN DİLİME DÜŞEN DUA:
SENİNLE GÖRMEK, SENİNLE DUYMAK, SENİNLE YAŞAMAK İSTİYORUM,
SEVİLMESİ GEREKENİ, SENİNLE SEVMEK, SEN GİBİ SEVMEK İSTİYORUM.
EY! ALLAH'IM (CC), EY! RABB'İM (CC),
BU İSTEKLERİ İÇİME DÜŞÜREN SENSİN , BİLİYORUM..
EY! İSTEMEYİ NASİB EDEN MEVLA'M (CC), İSTEDİKLERİMİ DE NASİB EYLE.

SEVGİLİ BÜYÜĞÜMÜN YAZISINI OKUYUNCA, KALBİME GELEN:
ZÂHİRDE, CAN-CİSİM BİZ!LİĞİ, BATINDA CAN İLE CAN-AN BİR'LİĞİ DİYE
ADLANDIRILAN, CEM'ÜL- CEM'DE YAŞAMAYI NASİB EYLE!..
SEVDİKLERİNİN VE SEVENLERİNİN YÜZ-Ü SUYU HÜRMETİNE...
EN SEVDİĞİN VE EN ÇOK SEVENİN, HABİBİN, MUHAMMED MUSTAFA (SAV) EFENDİMİZ HATIRINA...
SEN'DEN SEN'LE, SEN'DE YAŞAMAYI LÜTUF EYLE ALLAH'IM (CC)...
AMİİİN!..
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Mesaj gönderen Gul »

Resim

Can Hocamız bu güzel hizmetinizden dolayı size çok teşekkür ederiz. Allah Celle Celâlihu razı olsun.
En son Gul tarafından 19 Şub 2010, 12:54 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

“Bakıcek didâr görünür ol şârın kenaresinde.”

Didâr görmeyen yoktur. Cümle halk didâr görürler.
Lâkin cühela bîhaber olduklarından görmüyorlar; Didâr görünmez diyorlar.
Cehilleri kendilerine hicâptır. Didâra hicap yoktur.
Mesela: Padişah zemini seriri saltanatıdan tebdilen çıkıp memleketi seyrân ederse, hangi surette olursa olsun, bilen tanır O'nu, bilmeyen tanımaz.
Hatta tanıyan, bir kimseye, Padişah geçti, gördün mü? diye sual ederse, ona, görmedim cevabını verir. belki de, görmediğine yemin eder.
Mânâyı mısra: Cehil hicabı olmasa, bakıcek didâr görünür ol şârın kenaresinde.
Yani hariç suverden olan eniyetle görürsün.
Zira didârı görmekte kesret vardır.
Râi ve mer'î ve rüyet tekessür eyledin.
Mer'î olan Didâr zât ve sıfat ve ef'aldir.
Şâr kenaresi olan efal müşahade olunur.
Ve efal den sıfat; Ve sıfattan zât görünür.
Hüviyet ise ayn şâr olmak anda görmek yoktur.
”Ve izâ kıyle rüyetinâ lenâ binâ ve rüyetinâ kitâbe ve rüyetele benâ ve rüyete lenâbe.”
Şehy Küşteri (k.s.) icat eylediği Karagöz ile cahillerin cehillerin; ve ehli şuhud olan velilerin didârı görmelerine; ve ehli tahkik olanların hüviyetiyyün olmalarına misal kıldılar.
Bilmeyen perde ardında muharrek eden ve söyleyeni görmez, suveri görür.
Ve bilen kimse perde kenarında görür ki, mahrek ve söyleyen suver değildir; Belki hareketten mahreki ve sözden söyleyeni müşahade eder.
Amma perde dahiline girende rüyeti suver olmaz, belki perde dahilinde olan suverin birisi olur.
Keza ol şâra dahil olunursa şârdan addolunur.

Didâr görmeyen yoktur. Cümle halk didâr görürler:
Hakk Cemâlin görmeyen yoktur. Cümle halk Hakk Cemâlin görürler
Lâkin cühela bîhaber olduklarından görmüyorlar; Didâr görünmez diyorlar.
Cehilleri kendilerine hicâptır. Didâra hicap yoktur:
Lâkin câhiller bilgisiz olduklarından görmüyorlar. Didâr görünmez diyorlar. Cehaletleri kendilerine perdedir. Didâra perde yoktur.
Mesela: Padişah zemini seriri saltanatıdan tebdilen çıkıp memleketi seyrân ederse, hangi surette olursa olsun, bilen tanır O'nu, bilmeyen tanımaz.:
Mesela: Padişah Taltanat Tahtı Yerini kılık değiştirerek çıkıp memleketi gezip-görmek arzu ederse, hangi surette olursa olsun, bilen tanır O'nu, bilmeyen tanımaz.
Hatta tanıyan, bir kimseye, Padişah geçti, gördün mü? diye sual ederse, ona, görmedim cevabını verir. belki de, görmediğine yemin eder: Hatta tanıyan, bir kimseye Padişah: “Padişah geçti, gördün mü?” diye sorarsa, ona: “Görmedim!” cevabını verir, belki de, görmediğine yemin eder.

Mânâyı mısra:
Cehil hicabı olmasa, bakıcek didâr görünür ol şârın kenaresinde.
Yani hariç suverden olan eniyetle görürsün.
Zira didârı görmekte kesret vardır.
Râi ve mer'î ve rüyet tekessür eyledin.
Mer'î olan Didâr zât ve sıfat ve ef'aldir.
Şâr kenaresi olan efal müşahade olunur.
Ve efal den sıfat; Ve sıfattan zât görünür.
Hüviyet ise ayn şâr olmak anda görmek yoktur.
”Ve izâ kıyle rüyetinâ lenâ binâ ve rüyetinâ kitâbe ve rüyetele benâ ve rüyete lenâbe.”
Şehy Küşteri (k.s.) icat eylediği Karagöz ile cahillerin cehillerin; ve ehli şuhud olan velilerin didârı görmelerine; ve ehli tahkik olanların hüviyetiyyün olmalarına misal kıldılar.
Bilmeyen perde ardında muharrek eden ve söyleyeni görmez, suveri görür.
Ve bilen kimse perde kenarında görür ki, mahrek ve söyleyen suver değildir; Belki hareketten mahreki ve sözden söyleyeni müşahade eder.
Amma perde dahiline girende rüyeti suver olmaz, belki perde dahilinde olan suverin birisi olur.
Keza ol şâra dahil olunursa şârdan addolunur.


Mısranın Mânâsı:
Cehil hicabı olmasa, bakıcek didâr görünür ol şârın kenaresinde: Cehl, câhillik, bilmemezlik, ilimden mahrumluk perdesi olmasa, O Şehrin Kenarından bakınca Hakk Cemâli-didâr görünür.
Yani hariç suverden olan eniyetle görürsün: Yani Dış Süretlerden olan Eniyetle-Enâniyyetle görürsün.
Zira didârı görmekte kesret vardır: Zira Hakk Cemâli-didâr görmekte ÇOKluk vardır.
Râi ve mer'î ve rüyet tekessür eyledin: Gören ve Görülen ve bakışını çoklaştırdın.
Mer'î olan Didâr zât ve sıfat ve ef'aldir: Görülen Hakk Cemâli-didâr, Zât, Sıfat ve Ef'al-Fiiller, İşler, Amellerdir.
Şâr kenaresi olan efal müşahade olunur: Şâr kenaresi-Şehrin Kenarı olan EFAL- Fiiller, İşler, Ameller seyredilerek anlanmış olunur.
Ve efal den sıfat; Ve sıfattan zât görünür: Ve fiillerden den sıfat; Ve sıfattan zât görünür.
Hüviyet ise ayn şâr olmak anda görmek yoktur: Hüviyet ise ayan-ı sabite şehriolup orda görmek yoktur.
”Ve izâ kıyle rüyetinâ lenâ binâ ve rüyetinâ kitâbe ve rüyetele benâ ve rüyete lenâbe.”
Şehy Küşteri (k.s.) icat eylediği Karagöz ile cahillerin cehillerin; ve ehli şuhud olan velilerin didârı görmelerine; ve ehli tahkik olanların hüviyetiyyün olmalarına misal kıldılar:
Şehy Küşterî (k.s.) meydana çıkardığı Karagöz ile cahillerin, ilimden mahrumların; ve görerek şâhid olan velilerin hakk cemâli-didârı görmelerine; ve hakikatın iç yüzünü bilenlerin “hüviyetiyyün” olmalarına örnek yaptılar.
Bilmeyen perde ardında muharrek eden ve söyleyeni görmez, suveri görür: Bilmeyen perde ardında hareket ettiren ve söyleyeni görmez, sûretleri görür.
Ve bilen kimse perde kenarında görür ki, mahrek ve söyleyen suver değildir; Belki hareketten mahreki ve sözden söyleyeni müşahade ede: Ve bilen kimse perde kenarında görür ki, hareket ettiren ve söyleyen sûretler değildir; Belki hareketten hareket ettireni ve sözden söyleyeni tanıyıp şahid olur.
Amma perde dahiline girende rüyeti suver olmaz, belki perde dahilinde olan suverin birisi olur: Amma perde içine girdiğinde sûretleri göremez, belki perde içinde olan sûretlerin birisi olur.
Keza ol şâra dahil olunursa şârdan addolunur: Böylece o şehre girilirse o şehirdendir sayılır.
Resim
Kullanıcı avatarı
sufi33
Dost Üye
Dost Üye
Mesajlar: 59
Kayıt: 26 Ağu 2008, 02:00

Re: MUHAMMEDÎ MELÂMET

Mesaj gönderen sufi33 »

kulihvani yazdı:Resim

MUHAMMEDÎ MELÂMET

Aziz Kardeşlerim,
İçinde yaşadığımız çağda ve Tasavvuf Âleminde Melâmilik kadar istismar edilmiş bir inanç ceryanı yoktur sanırım.
Sanki her ağacın şah Dalının büyüme ucu gibi nârin ve Hassas olan Melâmetin Neşe Nüvesi ve Hakikat hazzı en ucuz ve kolay yollarla halkı kandırma ve sapıtma sarhoşluğu olarak çok cahiller elinde kalmıştır.
ASLında;

Şeriat-ı Muhammediyyeyi Nefsinde BİLmek İlmi
Tarikat-ı Muhammediyyeyi Pîrinde BULmak Edebi
Mârifet-i Muhammediyyede Resûlullah (sav) de OLmak İrfanı
Hakikat-ı Muhammediyyeyi RABBü’l-âlemein Hazırında Huzurunde YAŞAmak Erkanı iken,
“Namazımızı Efendi kılmaktadır!”
“Biz olgunuz, şeriat hamlar için!”
“Efendimde-Mürşidimde Allahın Sabit Sıfatları Tecellî etmiştir!” gibi açıkça küfürleri bizzat duyduk ve okuduk!..
ÖZden Muhammedî Allah Dostlarını da âlet ederek Müslümanları Dalalete sürükleyenlere karşı yapılacak görev gerçeği ortaya çıkarmaktır İnşaallah!..

Bu Köşemizde buyurunuz Hasbî ve Habibî Hizmetçiler olarak BİZ BİR-İZ diyelim, Muhammedi Melâmeti gönülden ele alalım.

Bendeniz âcizâne Muhammedi Melâmetin Anadoluda Bâtın Temmellerinden
Somuncu Babanın yetiştirdiği Hacı Bayramı Veli kaddasallahusırruhu’nun meşhur beyânını şerhe eden Aziz Pîrimiz Hazreti Seyyid Muhammed Nurü’l- Arabî kaddasallahusırruhu’nun şerhini günümüz dilince ve gönlümce hizmete sunmaya çalıştım.

Muhammedi Muhabbetle…



Resim

HACI BAYRAMI VELİ'nin BİR ŞİİRİNİN HAZRETİ SEYYİD MUHAMMED NURü’l- ARABÎ TARAFINDAN ŞERHİ:

Hacı Bayramı Veli'nin fikir ve inanç sistemini anlamak için eserlerine bakmak ve o eserdeki derinliği aksettierecek bir tefsir gücüne sahip olmak asıldır.
Biz bir deryayı anlamaktan aciziz. Amma O'nu anlayan ve şerhedenler var.
İşte bu nedenle üçüncü devre melâmiliğini kuran Seyyid Muhammed Nur'ül Arabi'nin, Hacı Bayramı Veli'nin: “ÇALABIM BİR ŞÂR YARATMIŞ İKİ CİHAN ARESİNDE” mısraı ile başlayan meşhur nutkuna ait şerhi aynen nakletmekle görevimizi yaptığımıza kâniyiz.
Çünkü bu nutkun esrarını çözecek en kudsal el elbetteki Seyyid'in elidir.
O nutkun esrarını, o nutkun gizli anlamını Seyyid Muhammed Nur'dan daha iyi kim anlatabilir?
Biz de onun tefsirini aynen koymakla Hacı Bayram'ın inanç ve düşüncelerine ait lemaları intikal ettirdiğimize inanıyoruz.
Aşağıda tercemesi verilen tefsir Seyyid Muhammed Nur'ül Arabi'nin eseridir.
Eseri Selanik halifesi ALİ URFİ efendi istinsah ve bu orijinal nüshadan aynen Türkçe'ye çevrilmiştir.
Bu çevirme melâmi erenlerinden ressam Kemâl Künmat tarafından yapılmış olup eserin aslı fakirin kitaplığındadır.


Bismillâhirahmanirrahim

Kalel bahrel mutamtam vessırrı mutalsam Sultanül evliya Hacı Bayramı

Zâhir-Bâtın TAMMlığının Deryâsı Gizlilik İklimin SIRRı Evliyâlar SULTANı Hacı Bayramı Velî (kaddasallahu sırrahu) buyurdu ki:

”Çalabım bir şâr yaratmış iki cihan aresinde.”


Şâr: f. şehir, belde.
Çalab: t. İlâh. Mâbud. Cenâb-ı Hak, Rab.


Asıl lügati Türkide “Çalabım”, Allah demektir.
Şârdan murad: Medine, Cemü’l- cem’ ve mahruse-yi hakikattır.
Ve Yaratmış demek, yani izhar etti demektir. Zira yaratmak, vücud-u manevîden vücud-i suveriyeye intikal eylemekte, ehli zâhirin âdemden vücude gelmek dedikleri gibi değildir.
Ve iki cihan demek: Biri hüviyet, biri eniyet. Hüviyeti bâtın Haktır, eniyet zâhir haktır.


Asıl lügati Türkide “Çalabım”, Allah demektir: Asıl Türkçe sözlükte “Çalabım”, Allah demektir.

Şârdan murad: Medine, Cemü’l- Cem’ ve mahruse-yi hakikattır: Şâr sözüyle kasdedilen Medine-yi Münnevveredir ki Orası Cemü’l- Cem’ (AYNın ASLa VuSLatı) Makamının doğuş yeri ve Hakikat Âlemin Başşehridir.

Ve Yaratmış demek, yani izhar etti demektir. Zira yaratmak, vücud-u manevîden vücud-i suveriyeye intikal eylemekte, ehli zâhirin âdemden vücude gelmek dedikleri gibi değildir: Ve Yaratmış demek, yani açığa vurdu, meydana çıkardı, gösterdi, zâhir ve âşikâre edip tecellî buyurdu demektir. Zira yaratmak demek OL-AN, Manevî-Sîretî Vücûd Âleminden Maddî-Suretî Mevcûd Âlemine gelmek demek olup, sadece zâhirî ilim sahiblerinin dediği gibi “Âdem aleyhissselam (ilk insan) dan üreyip gelmek” değilidir.

Ve iki cihan demek: Biri hüviyet, biri eniyet. Hüviyeti bâtın Haktır, eniyet zâhir haktır: Ve iki cihan demek, birisi Hüviyet-Kimlik diğeriyse BENlik Sûreti olup, Hüviyeti BÂTINda HAKKtır, Enâniyyeti-BENlik ise ZÂHİRde HAKKtır.

Mânâi mısra:
Hüviyet-i sıfat ve eniyet-i suver arasında şar-ı Hakikat ve mahsurei cemül cemi izhar eyledi.
Ve ol mahsurei hakikat bu iki cihanı cami olduğu için CEMÜL CEM namı verildi.
Ve CİHAN, hüviyet; CEM bâtın, yani SIFAT'tır. Ve CİHAN, eniyet; CEM, zâhir, yani SUVER'dir.
Bu iki cihanı camii olan ŞÂR-I HAKİKAT ve CEMÜL CEMİ bir namı velidir. Mezkûr olan iki cihanı camidir.


Mânâi mısra:
Mısranın Mânâsı:

Hüviyet-i sıfat ve eniyet-i suver arasında şar-ı Hakikat ve mahsurei cemül cemi izhar eyledi: Hüviyet-Kimlik Sıfatı ile BENlik Sûreti ARAsında Hakikat ŞEHRini ve Cemü’l- Cem’ (AYNın ASLa VuSLatı) Hudud Kalesini ortaya çıkardı.

Ve ol mahsurei hakikat bu iki cihanı cami olduğu için CEMÜL CEM namı verildi: Ve o Hakikat Kalesi bu iki Cihanı içine alan OLduğu için “Cemü’l- Cem’” adıyla anıldı.

Ve CİHAN, hüviyet; CEM bâtın, yani SIFAT'tır. Ve CİHAN, eniyet; CEM, zâhir, yani SUVER'dir: İki Cihandan birisi, Hüviyet CİHANı olup burada CEM’, BÂTIN yani SIFATtır. Diğeri ise Eniyet- Enâniyyet CİHANı olup burada CEM’, ZÂHİR yani Sûretlerdir-Esmâdan Oluşan EŞYÂlardır.

Bu iki cihanı camii olan ŞÂR-I HAKİKAT ve CEMÜL CEMİ bir namı velidir. Mezkûr olan iki cihanı camidir: İşte bu iki CİHANı içine alan HAKİKAT ŞEHRi ve Cemü’l- Cem’ Makamı Dostluk-Velâyet Durağı Adıdır. Zikredilen İki Âlemin Cem' Tevhididir..

Aziz Kardeşlerim,
“Cemü’l- Cem’” le ifade edilen Makam uç irfanlardandır. Ancak zâhirde nasıl olmakta diye düşünenler için cAN-cİSİM BİZliği desek kâfidir sanırım..
Bâtındaysa kısaca cÂN ile cÂN-ÂN -BİRliği desek kâfidir sanırım..


Enâniyyet: Benlik. Kendine güvenmek, gurur. Hodbinlik. Sadece kendine taraftarlık. Her yaptığı işi kendinden bilmek.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/yanama.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

Hazreti Sultanı Bayramı Veli (k.s.) buyuruyor:

“Nagehân ol şehre vardım, ol şehri yapılır gördüm.”


Nageh: f. Birdenbire, ansızın, hemen. (Nâgeh, nâgehan, nagehâne, nagehânî)
Sur: Bir şehri kuşatan yüksekçe kale duvarı. Yüksek duvar. Kale. Hisar.


Ey azizler ol şârın dört suru vardır:
Evvelki Suru, TECELLÎ-yi EF’AL'dir. “Min haysül efal “ didârı müşahade eylemek.
İkinci Suru: TECELLÎ-yi ESMÂ'dır.”Min haysül esm⠓ didârı müşahade eylemek.
Üçüncü Suru: TECELLÎ-yi SIFAT'tır. "Min haysül sıfat” didârı müşahade eylemektir.
Dördüncü Suru: TECELLÎ-yi ZÂT'tır. Didârı müşahade eylemek bu dört suru tecavüz etmeden ol şehre varılmaz.

Ey azizler ol şârın dört suru vardır:
Ey azizler ol ŞEHRin dört hisarı vardır.
Evvelki Suru, TECELLÎ-yi EF’AL'dir. “Min haysül efal “ didârı müşahade eylemek: Evvelki Hisarı, EF’AL'-Fiiller TECELLÎsi dir. “Min haysül efal” FİİLLER bakımından Hakk Cemâli-didârı görerek şâhidi olmak.
İkinci Suru: TECELLÎ-yi ESMÂ'dır.”Min haysül esm⠓ didârı müşahade eylemek: İkinci Hisarı: ESM TECELLÎsi dir. “Min haysül esm⠓ESM bakımından Hakk Cemâli-didârı görerek şâhidi olmak.
Üçüncü Suru: TECELLÎ-yi SIFAT'tır. “Min haysül sıfat” didârı müşahade eylemektir: Üçüncü Hisarı: SIFAT TECELLÎsi dir. “Min haysül sıfat” SIFAT bakımından Hakk Cemâli-didârı görerek şâhidi olmak.
Dördüncü Suru: TECELLÎ-yi ZÂT'tır. Didârı müşahade eylemek bu dört suru tecavüz etmeden ol şehre varılmaz: Dördüncü Hisarı: ZÂT TECELLÎsi dir. Didârı görerek şâhidi olmak bu dört Hisarı geçmeden o şehre varılmaz.

Mânâ-yı mısra:

Tecellîyatı efal, esmâ ve sıfat ve zât cümlesini kat eyledim; Mezkur tecellîyatta süluku hakikati tamam eyledim. Nagehan şehri hakikate girdim. Gördüm ki ol şehir her anda teceddüd edip yapılır. Her anda bir hüsn zâhir olur ve kendime nazar eyledim; Ol şehirden cüz olduğumdan her anda bir hüsünle fenâ ile bekâ arasında yayılıyordu.

Mısranın Mânâsı:

Fiiller, Esmâ Ve Sıfat Ve Zât Tecellîlerinin cümlesini geçtim; Evvelce bahsi geçmiş olan Tecellîlerde hakikat mânevi yolda ilerleme mertebelerini tamamladım. Hemence Hakikat Şehrine girdim. Gördüm ki ol şehir her anda yeniden yenilenip-yaratılıp-kün feyekün edilip yapılmakta. Her anda bir güzellik ortaya çıkmakta ve kendime baktım; Ben de o şehirden bir parça olduğumdan her anda bir eksiksiz-güzelliklerle fenâ ile bekâ arasında yayılıyordu.


Tecellî: Görünme. Bilinme. Kader. Allah'ın (C.C.) lütfuna uğrama. İlâhi kudretin meydana çıkması, görünmesi. Hak nurunun te'siriyle kulun kalbinde hakikatın bilinmesi.
Hüsn: (Hüsün) Güzellik. İyilik. Eksiksizlik. Cemal ile kemal.
Fenâ: (Bekâ'nın zıddı) Yokluk. Yok olma. Geçici dünya. Geçip gitme. Tas: Kendi varlığından geçmek. Kötü. Devamlı olmayan. Çok kocamış olmak
.

Şeyh müşâreünleyh buyuruyor: İsmi evvelce söylenmiş olan Şeyh buyuruyor.

“Ben dahi bile yapıldım taş ve toprak arasında”

Taştan murad: BEKÂBİLLAH. ve toprak: FENÂFİLLAH. Kemali takaddüm.
Ey azizim bir anda iki tecellî olmaz. Abes lazım gelir. İki anda bir tecellî olmaz. Tahsili hasıl lazım gelir. Bundan malum oldu ki her anda bir tecellî olur. Kâlâllahu Teala: ”Vemâ emrünâ illâ vâhidetün kellemâ bilbasr ve hüve kulp “Ve kale: “Kulle yevmün hüve fî şên”.
Yevmden murad yevmi ilahi yani cüzü lâyete cezzâ gibi an zamanıdır.
Taştan murad: BEKÂBİLLAH.
Ve toprak: FENÂFİLLAH.
Kemali takaddüm.
Ey azizim bir anda iki tecellî olmaz. Abes lazım gelir.
İki anda bir tecellî olmaz. Tahsili hasıl lazım gelir.
Bundan malum oldu ki her anda bir tecellî olur.
Kâlâllahu Teala: ”Vemâ emrünâ illâ vâhidetün kellemâ bilbasr ve hüve kulp”
“Ve kale: “Kulle yevmün hüve fî şên”.
Yevmden murad yevmi ilahi yani cüzü lâyetecezzâ gibi an zamanıdır.


Taştan murad: BEKÂBİLLAH: Taştan maksad: BEKÂBİLLAH.
Ve toprak: FENÂFİLLAH: Ve Toprak: FENÂFİLLAH.
Kemali takaddüm: Gelişim yönünden zaman veya mevki bakımından ileride ve kıdemli olma durumu.
Ey azizim bir anda iki tecellî olmaz. Abes lazım gelir: Ey azizim bir ANda iki VAR OLUŞ olmaz. Lüzumsuz, Tesadüfi ve gayesiz iş olur bu.
İki anda bir tecellî olmaz. Tahsili hasıl lazım gelir: İki ANda da AYNen bir VAR OLUŞ olmaz. Aşikâre-açıkça ortaya çıkması gerekir.
Bundan malum oldu ki her anda bir tecellî olur: Bundan da bilindi ki her anda bir VAR OLUŞ-kün feyekün olur.

Kâlâllahu Teala: ”Vemâ emrünâ illâ vâhidetün kellemâ bilbasr ve hüve kulp”: Allahu Teâlâ buyurdu ki:


وَمَا أَمْرُنَا إِلَّا وَاحِدَةٌ كَلَمْحٍ بِالْبَصَرِ

Ve mâ emrunâ illâ vâhıdetun ke lemhın bil basar (basari): Bizim buyruğumuz, bir anlık bakış gibi, bir tek sözden başka bir şey değildir.” (Kamer 54/50)

1. ve mâ emru-nâ : ve bizim emrimiz ..... değildir
2. illâ : den başka
3. vâhidetun : tek, bir tek
4. ke lemhin : bir anlık gibi
5. bi el basari : göz ile bakış


“Ve kale: “Kulle yevmün hüve fî şên”: buyurdu ki:

يَسْأَلُهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِي شَأْنٍ

“Yes’ eluhu men fis semâvâti vel ard(ardı), kulle yevmin huve fî şe’nin: :Göklerde ve yerde bulunan herkes, O'ndan ister. O, her an yaratma halindedir.” (Rahmân 55/29)

1. yes'elu-hu : ondan ister
2. men : kimseler
3. fî es semâvâti : semalarda, göklerde
4. ve el ardı : ve arz, yeryüzü, yer
5. kulle : her
6. yevmin : gün
7. huve : o
8. fî şe'nin : bir şe'n, ayrı bir tecelli, yeni bir oluş üzerindedir


Yevmden murad yevmi ilahi yani cüzü lâyetecezzâ gibi an zamanıdır : Yevmden murad ilahî yevm, yani cüz-ü lâyetecezzâ: Parçalara ayrılmadan, bölünmeden ve ufalanmadan parçaların TÜMlüğünde, bir CÜZ’- Bir parçası gibi AN denilen zaman dilimidir.

Bekâ: Devamlılık. Evvelki hâl üzere kalma. Dâim ve sâbit olma. İlm-i Kelâm'da : Varlığının asla sonu olmayan Cenab-ı Hakk'ın bir sıfatıdır. Bâki olmak. Ebedîlik.
Fenâ: (Bekâ'nın zıddı) Yokluk. Yok olma. Geçici dünya. Geçip gitme. Tas: Kendi varlığından geçmek. Kötü. Devamlı olmayan. Çok kocamış olmak.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

Bundan ötürü Hazreti Şeyh buyuruyor:

“Şehirden oklar atılır, gelür ciğere batırılur.”
“Ârifler sözü satılur, ol şehrin pazaresinde.”


Oklardan murad, Tecellîyatı İlahiyei isteare mısrai asliyei tahkikyedir. Meşiyyeye oklar müşebbihi tecellîi ilâhi veche şebih olan ulâ (evlâ) alakai tesirdir.
Lâkin vechi şebih evvelkilere hissidir, müşebbihte manevîdir.
Ve âriflerin sözünden murad: Füyuzâtlarını birbirine nakletmektir.
Zira birbirinden ketban ve Haraman şanlarından değildir.
Ve sanılıyor demek birbirine ol füyuzâtları bezlederler.
Asla kıskanmak yoktur.
İstearei tâbiye filmadedir.

Oklardan murad, Tecellîyatı İlahiyei isteare mısra-i asliyei tahkikyedir:

Oklardan maksad, İlahî Tecellîlerin yerine kullanılan Hakikatin ASLını ANlatan mısradır.
Meşiyyeye oklar müşebbihi tecellîi ilâhi veche şebih olan ulâ (evlâ) alaka-i tesirdir: Oklardan murad, ilk başta İlahî Tecellî yönünden evvelki benzetmeye te’sir bakımından en uygun olmasıdır.
Lâkin benzetme yönü evvelkilere hissîdir, müşebbihte manevîdir: Ancak Benzetme Yönü evvelkilere hissidir, Benzetende manevîdir.
Ve âriflerin sözünden murad: Füyuzâtlarını birbirine nakletmektir: Ve âriflerin sözünden murad: Mânevi tecellilerini birbirine anlatıp aktarmaktır.
Zira birbirinden ketban ve Haraman şanlarından değildir.Zira birbirinden yazıp saklayarak haram etmek şanlarından değildir.
Ve sanılıyor demek birbirine ol füyuzâtları bezlederler: Ve sanılıyor demek birbirine o mânevi tecellilerini esirgemeden verirler.
Asla kıskanmak yoktur: Asla kıskanmaları yoktur.

İstearei tâbiye filmadedir: Normal olarak ödünç ve birinden iğreti bir şey almaları başka anlamda kullanmalarıdır.


Hissî: Duyguya ait, hisse müteallik. Ruhen ve kalben anlaşılan. Aklı muhakeme ile olmayıp his ile olan.


Felem. Hazreti şeyh buyuruyor: Bil ki Hazreti Şeyh buyuruyor:

“Şâkirtleri taş yonarlar, yonup üstada sunarlar
Allah'ın ismin anarlar, ol taşın her paresinde.”


Şakirdleri ehl-i meratip bakâ ve Mahvı taam makamlarında olanlardır.
Taş yonarlar, sahıflarını bakiyei sekirden müberra ve mutahhar kılmaya daima saî ederler.
Sekr, haldir; makam değildir. Hâle itibar yoktur.
Beyti sanide mezkur olan taş ve toprak isteare mısraına asliyei tahkikiyedir.
Taş, bakabillah ve makamı sahıv murad olunur.
Toprak hali fenâ ve sekr murad olunur.
Ve dahi sekr'in üç mertebesi vardır; Sahvın üç mertebesi olduğu gibi.

Şakirdleri ehl-i meratip bakâ ve Mahvı taam makamlarında olanlardır:

Talebeleri-Çırakları Bakâ Mertebeleri Erenleri ve Yeygi-yiyecek derdini yok edip ortadan kaldırmışlar Makamlarında olanlardır.
Taş yonarlar, sahıflarını bakiye-i sekirden müberra ve mutahhar kılmaya daima saî ederler: Taş yonarlar, SAHVlarını-UYANIKLIKlarını, SEKR-sarhoşluk artıklarından uzak ve tertemiz kılmaya daima çalışırlar.
Sekr, haldir; makam değildir. Hâle itibar yoktur: Sekr, hâldir; makam değildir. Hâle i’tibar- hhemmiyet vermek yoktur.
Beyti sanide mezkur olan taş ve toprak isteare mısraına asliyei tahkikiyedir:
İkinci beyitte bahsedilen taş ve toprak, yerine kullanılan Hakikatin ASLını ANlatan mısradır.
Taş, bakabillah ve makamı sahıv murad olunur: Taş ile, Bakâbillah ve SAHV- Ayılma, ayıklık Makamı murad olunur.
Toprak hali fenâ ve sekr murad olunur: Toprak hâli ile de, FENÂ ve SEKR murad olunur.
Ve dahi sekr'in üç mertebesi vardır; Sahvın üç mertebesi olduğu gibi: Ve dahi sekr'in üç mertebesi vardır; Sahvın üç mertebesi olduğu gibi.


Hâl: Durum, vaziyet. Görünüş. Tavır. Sûret. Keyfiyet. Cezbe. Dert, keder, elem. Mecâl. Kuvvet.

“Yonup üstada sunarlar “ buyurduğu yani baka ve sahıflar tamam oldukta asla Bakiye-i Sekirleri olmayıp ehl-i temkin mertebelerine vasıl olurlar.
Üstad ve Varis-i Hakikat onlardır.
Lâkin gerek ahvali sekri selâse ve makamatı sahvı selâse ismi zât zikri zarurisiyle mukarin olduğu cemi aza ve cevâhir ve kuvai zâhire ve bâtına cümleleri bizzarure mürşidi kâmil nefsi ile zikr olurlar.

“Yonup üstada sunarlar “ buyurduğu yani baka ve sahıflar tamam oldukta asla Bakiye-i Sekirleri olmayıp ehl-i temkin mertebelerine vasıl olurlar:

“Yonup üstada sunarlar” buyurduğu yani BAK ve SAHVlar tamam olduğunda asla SEKR-Sarhoşluk artıkları olmayıp Temkin Ehli Mertebelerine kavuşurlar.
Üstad ve Varis-i Hakikat onlardır: Üstad ve Hakikat Varisi- Mirasçısı onlardır.
Lâkin gerek ahvali sekri selâse ve makamatı sahvı selâse ismi zât zikri zarurisiyle mukarin olduğu cemi aza ve cevâhir ve kuvai zâhire ve bâtına cümleleri bizzarure mürşidi kâmil nefsi ile zikr olurlar: Lâkin gerek üç SEKR HÂLleri ve gerekse üç SAHV Makamları; mecburi-ancak ve ancak ZÂT İSMİ-LAFZULLAH zikri ile Ulaşılır olduğu hususu, bütün organlar ve cevâhir-hücreler ve zâhire ve bâtın kuvveleri-hisleri tümü de mecburen Mürşid-i Kâmil nefsi ile zikr olurlar.


Temkin: Ağır başlılık, usluluk. Ölçülü hareket sâhibi. Vakar, izzet. İktidar, kudret. Birini bir şeye muktedir kılmak. Kararsızlıktan kurtulup huzur ve sükuna mazhar olmak. Tedbir, ihtiyat.
En son kulihvani tarafından 07 Mar 2010, 21:11 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

Şeyh hazretleri buyuruyor:

“Bu sözü ârifler anlar cahiller işitüp tınlar
Hacı Bayram kendi banlar, ol şârın minaresinde.”


Ol şârın minaresi, Makamı Muhammedî olan AHADİYETܒL- CEM’ Makama davettir.
Bu makama erişmeyince halife ve mürşid olamaz.
İsteare mısraıdır. Hatta daveti kelimât tayyibeleri ol makama işârettir.
Kelimatı tayyibe EZAN-ı MUHAMMEDİ'dir.
Bundan malum oldu ki ârifun üç kısımdır: Bir kısmı davetle memur olmaya.
El ulemai veresetün Enbiya ve ulemâi ümmeti keenbiyai Beni İsrail buna işârettir.
Bir kısmı dahi davetle memurdurlar. Onlar Resul gibidir.
Ve bir kısmı dahi Resul mesabesinde kâmillere ehâd zâtlardır.

Ol şârın minaresi, Makamı Muhammedî olan AHADİYETܒL- CEM’ Makama davettir:
O ŞEHRin Minaresi, Makam-ı Muhammedî olan AHADİYETܒL- CEM’ Makama davettir-çağrıdır.
Bu makama erişmeyince halife ve mürşid olamaz: Bu makama erişmeyince halife ve mürşid olamaz.
İsteare mısraıdır. Hatta daveti kelimât tayyibeleri ol makama işârettir: Başka anlamda kullanılan mısradır. Hatta Tertemiz Sözlerle Davetleri de o Makama işârettir.
Kelimatı tayyibe EZAN-ı MUHAMMEDİ'dir: Kelimat-ı Tayyibe- Tertemiz Kelimlerle çağrı EZAN-ı MUHAMMEDİ'dir.
Bundan malum oldu ki ârifun üç kısımdır: Bir kısmı davetle memur olmaya: Bundan ANlaşıldı ki Ârifler üç kısımdır: Bir kısmı davetle me’mur olmaya.
El ulemai veresetün Enbiya ve ulemâi ümmeti keenbiyai Beni İsrail buna işârettir: “Âlimler Nebilerin varisleridir ve Ümmetimin Âlimleri Beni İsrail Nebileri gibidirler” buna işârettir.
Bir kısmı dahi davetle memurdurlar. Onlar Resul gibidir: Bir kısmı dahi davetle me’murdurlar. Onlar Resul gibidir.
Ve bir kısmı dahi Resul mesabesinde kâmillere ehâd zâtlardır: Ve bir kısmı dahi Resul Derecesinde kâmillere gerekli tek olan zâtlardır.

Onlar ulûl azim minel Resul mesabesindedir.
Ve bu zâtlar gavs ve kutup ve imamen gibi mutasavvıf kümmelindir.
Ve billahi tevfik.
Lâ mevcude gayre HÛ....

Onlar ulûl azim minel Resul mesabesindedir:
Onlar Resullerden en büyükleri (görevini tebdilen) Derecesindedirler.
Ve bu zâtlar gavs ve kutup ve imamen gibi mutasavvıf kümelindir: Ve bu zâtlar Gavs ve Kutup ve İmamen gibi Mutasavvıf Kâmillerdir.
Ve billahi Tevfik: Başarı ancak ALLAH Teâlâ izni iledir.
Lâ mevcude gayre HÛ....: O’ndan başka Mevcud olan yoktur....

Yazan : Seyyid Muhammed NUR'ül- ARABÎ (k.s).
Türkçesi : Kêmal Künmat.
Eseri İstinsah Eden : ALİ URFİ (k.s.)
Mehaz : Kütüphanemde bulunan ve Seyyidin külliyatına ait Ali Urfi Efendi'nin el yazması eserinden alınmıştır. Sahife : 426 - 428.


Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "İnsanlara akılları ve anlayışları ölçüsünde konuşunuz ve onların hallerine uygun davranınız." Buyurdu.
(Müslim, Ebu Davud)

Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “El ulemai veresetün Enbiya ve ulemâi ümmeti keenbiyai Beni İsrail: Âlimler Nebilerin varisleridir ve Ümmetimin Âlimleri Beni İsrail Nebileri gibidirler.”
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

SEYYİD MUHAMMED NURU’L- ARABÎ'nin HAYATI (ks)

Yaşadığı Ortama Genel Bir Bakış:

Seyyid Muhammed Nur'un yaşadığı yıllar (1228-1305 H. ) 1813-1887 arasıdır.
Bu döneme baktığımızda, Osmanlı Devleti'nin iktisâdî, siyâsî ve sosyal yönlerden tam bir çöküntü içinde olduğunu görmekteyiz.
Bu asır, dünyânın hem coğrafya hem de teknik ve tefekkür bakımından hızlı ve dikkat çekici değişmelerin birbirini izlediği dönemdir.

Avrupa ülkeleri ve milletleri için yükselme, iyiye gitmenin doğum sancıları olan bu gelişme ve değişmeler, Osmanlı İmparatorluğu için ne yazık ki, ölüm belirtileri mâhiyetini taşıyan olaylar biçiminde tecellî ediyordu.
Hemen bütün kurumlarında yozlaşma, sarsılma ve çatlamalar görülüyordu.

Koskoca İmparatorluk bu dönemde çeşitli yönlerden budanıyor ve günden güne bitip tükeniyordu.
Sosyal yöndeki çöküntüden tarîkat ve tasavvuf kurumları da etkilenmiş, öyle ki birbirlerine bile düşmüşlerdir.

Seyyid Muhammed Nur, yaşadığı yıllar îtibariyla (1813-1887) sırasıyla II. Mahmud, I. Abdülmecid, Abdülaziz, V. Murat ve II. Abdülhamid idâreleriyle bulunmuştur.

Doğumu ve Yetişmesi:

Âvam arasında "Arab Hoca", Havas arasında "Seyyid Hoca" ismiyle bilinen Seyyid Muhammed Nur, 1228/1813 yılında doğmuştur.

Doğum yeri Mısır'ın başkenti Kâhire'nin Mahalletu'l-Kubra kasabasıdır.
Babası cihetinden Seyyid olup, Hz. Hüseyin kolundan Hz. Ali'ye, dolayısiyle Hz. Muhammed Mustafa'ya (S. A. V) dayanır.
Babası Kudüs civârında zâviyesi olan Seyyid İbrahimu'l-Kudsî'dir.
Dedesi ise, meşhur veli ve şeyh Bedru'l-Velî'dir.

Tesbit edilen şeceresi şöyledir:

İmam Hâce Muhammed Nur, İmam İbrahimu'l-Kudsi, Seyyid Bedru'l-Veli, Seyyid Muhammed, Seyyid Yusuf, Seyyid Bedr, Seyyid Yâkub, Seyyid Mutahhar, Seyyid Sâlim, İmam Muhammed, İmam Zeyd, İmam Ali, İmam Hasenu'l-Arizu'l-Ekber, İmam Zeyd, İmam Zeyne'l-Abidin Ali, İmam Seyyid Hüseyin (R. A), İmam Hasan Ali b. Ebû Tâlib (K. V), Seyyidu's-Sakaleyn Muhammed Mustafa (S. A. S) 'dir.

Özellikleri îtibariyle; boyu kısaca, etine dolgun, tatlı ve güleç bir yüze sâhibti.

"İnsanlara, akıllarınca konuşunuz" emri nebevisine fevkalâde riâyetleri olduğundan, karşısındakinin istidadına göre telkinde bulunurlardı.

Karakteri yumuşak olmakla berâber bâzen zârifâne latîfeler yaparlardı.
Lâkin erkan ve ahkâm-ı Muhammedi'ye azıcık bir leke sürülmek istendiği hal ve zamanda hemen aklî ve naklî deliller ortaya koymasındaki cesurâne hareketleri, çekemeyenlerini bile hayrete düşürürdü.
Kendisine sorulan sorulara ve halledilmesi istenilen meselelere aklî ve naklî cevaplar verirdi. Bilhassa tefsir ve hadis ilimlerinde hâfızaları kuvvetli idi.

Zâhir ilimlerinden iki defâ icâzet verdikleri gibi, bâtın ilimlerinden de Hakîkat bilgisine sâhib Tahkik Mertebesine varan pek çok değerli, faziletli ve irfan ehli şahsiyetler yetiştirmiştir.

Çocukluk yıllarında yetiştiği yer olarak Kâhire ve civârını görmekteyiz.
Küçük yaşta babasını kaybeden Seyyid Muhammed Nur, dayılarının yanına yerleşir ve onlarla üç yıl berâber kalır.
Dayıları da, dedeleri ve babaları gibi aşk ve tasavvuf ehli kimseler olduğundan kendisi küçük yaştan itibâren bu havayı teneffüs etmiştir.

Seyyid Muhammed Nur yaşı yediye vardığında Kâhire'ye gidip şeyh Hasan el-Kuveysni'den (1254/1839) öğrenim görmüştür.
Camiu'l-Ezher'deki tahsil süresi dokuz yıl sürmüş (1235-1244/1819-1828) hocası Şeyh Hasan el-Kuveysni kendisiyle yakından ilgilenmiş, hiç bir fedâkârlıktan kaçınmamıştır.
Şeyhinin emriyle gittiği Yanya'da Şeyh Yusuf'un (1245/1829) dâmâdı Talat Efendi'den tahsile devam etmiştir.

1245/1829'da Mekke'ye gittiğinde orada Şeyh Ömer Abdu'r-rasul'den hadis okumuştur.

Seyyid Muhammed Nur, şeyh Hasan el-Kuveysni'nin emriyle Yanya'ya Şeyh Ahmed Efendi ile gitmiş ve orada Nakşibendi şeyhi Yusuf efendiye intisabla bu tarîkata girmiştir.

Kısa bir süre sonra bu sefer şeyh Yusuf efendinin emriyle Mekke'ye gitmiş ve orada boş durmayarak Şeyh İbrahim eş-Şemariki'den Halvetiyye-i Şâbaniyye, Uveysiyye ve Ekberiyye tarîkatlarına intisap etmiştir.

Aynı zamanda Hadis dersini de aldığı Şeyh Ömer Abdu'r-rasul'e intisap etmek istemiş, O da kendisine Mısır'a dönmesini ve Şâfii mezhebi üzere yolda namazlarını kasru cem' ile (öğle ile ikindi, akşamla yatsı namazlarını birleştirip kılmak) kılmasını emretmiştir.
Seyyid Muhammed Nur, Hanefî mezhebinde olmasına rağmen, bu emre uyarak Mısır'a dönmüştür.

Daha sonraları, İstanbul'da misâfir olarak bulunduğu sıralarda (1255/1839) civarı Şeyh Abdu'l-halık el-Kazgani (Kazancı) Efendi'den de tarîkat-ı Nakşibendiyye almıştır.

1259/1843 yılında ikinci defa olarak hacca gidişinde bu kez Abdu'l-halık Efendi'nin halîfelerinden Şeyh Mustafa b. Mahmud Trabzoni Efendi'den tekmil-i tarîkatla teslik ve irşad icâzetnamesi almıştır.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

Müderrisliği:

Seyyid Muhammed Nur, kısa sürede ahz-ı ulum ve mârifetten sonra, şeyhi ve sebeb-i feyz ve rifatleri olan üstâdı Hasan el-Kuveysni'nin "Filan kitabı okut, sen Rum'a git" emriyle 1245/1829'da Rumeli'ye doğru yola çıkar.

İskenderiye'den ayrılıp Antalya-Gelibolu-Selânik şehirlerinde biraz kaldıktan sonra Serez'e gelir ve Serez medresesinde bir süre müderrislikte bulunur.

Demir hisar, Doyran, Ustrumca yoluyla Koçana'ya varır ve Üsküp vâlisi Hıfzı Paşa'nın yaptırdığı Koçana Medresesi'nde yerli halkın büyük ricâları sonunda müderrisliğe başlar.

Yıl, 1249/1833 tür. Müderris olduğu senenin Ramazan ayında da Koçana Câmii'nde Kasîde-i Emâliye'yi Türkçe açıklayarak okutmuştur.
Usûl-i Fıkıh ve Fenâri de takrir ettiği dersler arasındadır.
O târihte mevcut talebelerinin başlıcaları; İbrâhim, Ali, Hasan ve Ahmed Efendilerdir.
Üsküp vâlisi Hıfzı Paşa, daha henüz 21 yaşında olan bu fâzıl hocayı görmek arzusuyla Üsküb'e da'vet etmiş, görüşmüş ve oradaki âlimlerle de tanıştırmıştır.

Bu görüşme sonucu Hıfzı Paşa kendisini sevmiş, evlat ve yakınlarının öğretimi için Koçana'ya berâber gitmelerini istemiştir.
Fakat Paşa'nın hanımı çocuklarından ayrılmayı göze alamayınca, Seyyid Muhammed Nur'a Üsküp'te devamlı oturmasını ricâ etmişler, O da buna râzı olmamış, sonunda yılın altı ayı Koçana'da, diğer altı ayı da Üsküp'te oturulmasına karar verilmiştir.

1269/1852 yılında kendisine biat eden Müşir Çerkez İsmâil Paşa'nın (1277/1860) da'vetiyle Mânâstır'da üç ay ikâmeti esnâsında çoğunluğu memur ve subaylardan oluşan bir zümreye Şeyh Bedrettin'in (837/1420) Vâridat adlı eserini okutmuş ve bu takriri zapt edilerek Letâifu't-Tahkîkat fî şerhi'l-Vâridat adı verilmiştir.

1288/1871 yılında, içlerinde Haririzade Hoca M. Kemâleddin (1299/1881), Rufâi şeyhi Ahmed Sâfi (1310/1892), Şeyhu'l-islam Mir Muhtar (Molla Bey) (1300/1882), Mirefte'li Hoca Abdullah Hulûsi (1302/1884), Evkaf Müfettişi Hacı Tevfik, Mısır mollası Kâmil ve Mevlevîhâne kapısı Tarsus Rufâi şeyhi Abdülkerim (1323/1906) Efendilerin bulunduğu ilim erbâbına Alay Emin'i Halil Efendi'nin evinde Seyyid Şerif Cürcani'nin vahdet-i vücud risâlesini ve bundan başka et-Taiyyetu'l-Fârıdıyye ile Risâletu'l-Ahadiyye'yi tedris etmiştir.

Seyyid Muhammed Nur, 1253/1837'de gördüğü rüyâda Peygamber Efendimizin kendisine üç satır yazılı bir kağıt verdiğini ve Hz. Ebûbekir'in bunu Tevhid-i Ef'al, Tevhid-i Sıfat ve Tevhid-i Zat diye okuyup, fenâ makamlarını telkin eylediğini bildiriyor.

Seyyid Muhammed Nur, telkin aldığı bu üç makâmın zevkine devâmın yanında kendine intisap edenleri de mezkur mertebelerin neşe’siyle 1259/1843 yılına kadar yetiştirmiştir.

Adı geçen yılın Şaban ayının ondördünde Mekke'ye varan Seyyid Muhammed Nur, bu ziyârette de kendisinin hâlâ mânevi alanda mükemmel olmadığını görüyor ve yanındaki müridi Üsküp ulemâsından Hacı Nebi Efendi'ye; "Bize bu ilm-i zâhir kifâyet etmez. Mekke-i Mükerreme ve Beyt-i Şerif, mürşid-i kâmilden hâli değildir.
Kendimize bir mürşid-i kâmil arayıp bulmamıza fırsattır. "
diyor. Sonunda meczup Mekke'li Melâmi derviş Mehmed'e kavuştuğunu söylüyor.

Adı geçen derviş, Seyyid Muhammed Nur'a bir Erbain çıkarmasını emrettiğini ve bu itikaf esnâsında kendisine makâmât-ı Bekâ, yâni;Cem', Hazretu'l Cem' ve Cem'u'l Cem'in Hz. Rasulullah'ın ruhâniyyeti tarafından uyanık halde telkin edildiğini söylediğini görüyoruz.
Haccı edâdan sonra Mısır yoluyla Rumeli'ye dönerken yol üzerinde Yenbu' denilen yerde Hatmi makâmı olan Ahadiyyetu'l-Cem' makâmının yine Rasulullah (S. A. V) tarafından şebeke içine alınıp telkin edildiğini söylüyor.
Bekâ billah mertebelerini telkin alışını Menbâ'u'n-Nur adlı risâlesinin ilgili bölümünden aynen veriyoruz.

"1255 tarihinde Üsküp’te iskan ettim. 59 senesine kadar bu makâmât-ı selâseye müdâvemet eyleyip zevk eyledim. 59 târihinde Hicaz'a azîmet eyledim. Mekke'i Mükerreme'ye şehri Şaban'ın ondördüncü gününde dâhil oldum.
Tavaf-ı kudüm eyledim. Harem-i şerif'de otururken meczup sûretinde bir zat yanıma gelip oturdu. Gömleğinin üstünde kehleler gezip, tamam gömleğime geçecek dereceye geldikleri zaman yine dönerlerdi.
O zat bana dedi ki:


"Sakın kehlemizden korkma. Zira bizim kehlemiz terbiyelidir. Başka kimseye gitmez. “

Ben dahi: "İsminiz nedir ?" dedim.

" İsmim derviş Mehmed'dir, ehl-i Mekke'den ve Beytu'l-Kadi evlatlarındanım. " dedi.

"45 târihinde Haccı Şerif'e geldiğin vakit seninle berâber oturdum. Hattâ ol vakit mâvi kürk giymiştin. Daha hadasetisinnin vardı" buyurdular.

"Tarikiniz nedir ?" dedim.


"Muhammmediyye'dir" buyurdular.

"Ben de isterim" dedim.


"Gir" dedi.

"Dersin nedir" dedim.


"Cem'u'l-Cem'dir" dedi.

"Makâmat-ı Tevhid bana telkin olunduğundan telkin eyle" dedim.


"Kırk gün halvete gir" dedi.

Fakir dahi kırk gün halvete girdim.
Zeytinyağı katık eyledim.
Esnâ-ı halvette, makâm-ı Hanefi ardından rüyâda bir zat gördüm ki, tavafta ve Hacer-i Esved ziyâretinde olan izdihamda elini öpmeğe yürüdüm.
Ol zat kıyam buyurdular. Elini öptüm. Oturdular. Ben dahi uyandım.
Badehu, Derviş Mehmed Hazretleri'ne ma'nayı nakleyledim.


"Tevhid-i Zat mürşidi oldun" dedi.

"Ne vakit ?" dedim.


"Haber veririm" dedi.

Badehu, Zi'l-hicce'nin onbeşinci günü Babu'l-basita hizâsında Derviş Mehmed'e mülâki oldum.
Gördüğüm zat yine zuhur etti. (sallallâhu aleyhi ve sellem)
O esnâda Derviş Mehmed çekildi.
Ve ol zat duâdan sonra Beyt-i Şerif'e karşı Fakir için tazarru' ve niyaz eyledikten sonra odaya gelip hizmetimizde bulunan Gradas'lı Hacı Emin'i gördük.
Mânen makâm-ı Cem'i telkin eyledi. Ve, ta'am teklif eyledim.


"Ta'am yemeyiz" dediler.
Badehu:
"Medine'ye gitmek isterin, selâm var mı?" dedi.
Fakir: "selâm ederim" dedim.


"Yarın inşallah bu vakit gelirim" dedi.

Fi'l-vâki' ertesi gün ol vakit o mevzi'de yine mülâki oldum.
Kel-evvel, Fakir için Beyt-i Şerif’e karşı duâ ve tazarru' eyledi. Ba'dehu odaya geldi. Hazretu'l-Cem' makâmını mânen telkin eyledi.
Kel-evvel ta'am teklif eyledim.


"Ta'am yemeyiz"dedikte,

"Ta'am yemezseniz, lâkin elbisemi giyersiniz ya" deyip kisvemi verdim. Aldı ve giydi.
Badehu, bana:
"Medine'de mülaki oluruz" dedi.

Fakir dahi Medine'ye vardım. Fi'l-vaki' Babu's-Selâm'da mülâki olduk.
Cem'u'l-Cem' makâmını telkin eyledi. İzdiham, güya kimse yok gibi idi.


"Bağdad'a gideceğim" dedi.
Fakir dahi bir haftadan sonra Medine'den çıkıp, Mısır canibine teveccüh eyledim.
Konak konak gidip bir gün Cin kalasına vardık.
Fakir, bir koyun alıp pişirtip fukaraya tasadduk eyledim. Ve başını alıp kendim yedim.
Ve gün uykusu uyurken, mânâda kendimi Medine'ye varıp Babu's-Selâm'dan dâhil olur gördüm.

Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) hazretlerinin şebeke-i şerifi yanına vardım.
O anda Hazreti Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) hazretlerinin sûret-i unsuriyyesi olmayan sûret-i nûrâniyyesini görüp, güneşin nûrundan daha sâfi ve nurlu gördüm.
Hz. Rasûlullah dahi şebeke-i şerifin dâhilinden mübârek ellerini açıp, Fakir'e:
"Yürü" dedi.
Fakir dahi yürüdüğümde beni, şebeke-i şerifin içine aldı.
Ol anda şebeke-i şerifde mahvolup, Fakir'i kendine çekti. Ve Ahadiyyetü'l-Cem' makamını telkin eyledi"
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

Vefatı:

İslam'ın ilim ve irfana verdiği önemi devamlı aşılayan Seyyid Muhammed Nur, aynı zamanda ilahi emirlere, Şeriat-ı Muhammediyye'ye bağlılığın şart olduğunu hareketleriyle de gösteriyor ve her dakikasını ibadet ve taatta geçiriyordu.
1305/1887 kışı bitmiş ve Mart ayı gelmişti. 11 Mart günü bütün ihvanı çağırttı ve onlara son nasihatlerini yaptı.
Mısır'da doğan Seyyid Muhammed Nur, Türkler arasında yaşamış, her halükarda Türkçe konuşmuş, yazmış ve eser bırakmıştır.
Onlardan evlenmiş ve çocuklarını evlendirmiş ve son anlarında yine onların arasında olmuştur.
Gelenlerin her biriyle helalleşir, onlara tesellide bulunur.
29 Cemaziyülâhir 1305/12 Mart 1887 pazartesi gecesi HAKK'a kavuşur.
Ustrumca'da vefat ettiği odada, peygamberin vefat ettiği odasında defn olunduğu gibi defnedildi.
Ustrumca, halen Makedonya'nın bir sınır şehridir.

YETİŞTİRDİĞİ ÜNLÜ SİMALARDAN BAZILARI:

Seyyid Muhammed Nûr, ilk önceleri kendisini Rumeli’de melâmî meşrep dervişlere tanıttıktan ve nufûzunu zâhirî ilim ve müderrisliği ile kuvvetlendirerek, hükümet erkânı nezdînde de kolayca ağırlığını koyduktan sonra acele etmeden yavaş yavaş mesleğini kurmaya başladı.
Evvelâ Nakşî dervişliği ve şeyhliği ile görünen, fakat kendisine başvuranları melâmet sülûku üzerine yetiştiren Seyyid Muhammed Nûr, İstanbul’a çeşitli geziler yaparak merkezin şeyh ve âlimleriyle temas etmiş ve hattâ Şeyhulislâm Mîr Ahmet Muhtar Efendi’yi (Molla Bey) kendine bağlayıp, bîata mecbur eylemişti.
Mirefte’li Hoca Abdullâh Efendi ve Harîrîzâde Seyyid Mehmed Kemâleddîn Efendi gibi bir çok değerli ve nüfûz sahibi kimseleri melâmet mesleğine alan Seyyid Muhammed Nûr, İstanbul’da nüfûzunu sağlamış ve bir çok halîfe yetiştirmiştir.

Bu yetiştirme tarzı ve yetişen ünlü simalar sebebiyle, son devir Melâmîliği de Bayramî Melâmîliğinde olduğu gibi daha ziyade merkezlerde ve ilim çevrelerinde yayılmıştır.

Seyyid Muhammed Nûr’un yetiştirdiği ünlü simalar genelde ilim sahibi kimselerdir.
Bunların dışında, memleketin ileri gelenleri de melâmet zevkiyle yetiştirmiştir.
“Vali Hıfzı ve Selîm Paşalar ile Müşîr Çerkes İsmail ve Hüsnü Paşa’lar gibi” Yetiştirdiği simaların içinde halîfe olarak bıraktıklarının çoğu müderris sınıfındandır.
Şimdi bunlardan birkaçını görelim.

1- Abdürrahîm Fedâî Efendi:

Seyyid Muhammed Nûr’un damadı ve başhalîfesi olup, Prizren’lidir.
1303/1885’de Hac dönüşü Süveyş’te gemide vefât etmiş ve Mısır’da gömülmüştür.
Âlim bir zât olup, zâhirî ilimlerden icâzet vermiştir.
Kendisi, Üsküp medresesi’nde müderris olduğu gibi, aynı şehirdeki melâmî tekkesinin de şeyhi idi.
Manzûm ve mensûr eserleri vardır.
Bunlardan; Risâle-i Vehbiyye, Kasîde-i Nûniyye manzûm, Tefsîr-i Sûreti’l-Kevser, Hediyyetü’l-Hac, Risâle-i İrâde-i Cüz’iyye mensûr olanlardan sayılabilir.

2- Alî Urfî Efendi:

Gürice doğumlu olup, 1305/1887’de Selânik’te vefât etmiştir.
Mısır’da uzun zaman kalmış âlim ve fâzıl bir zâttır.
Seyyid Muhammed Nûr’a bağlanıp halife olduktan sonra Selânik’teki evini tekke olarak müridlerine açmıştır.

Bu zâtın da manzûm ve mensûr eserleri vardır.
Eserlerinden birkaçını şöylece sıralayabiliriz: Seyyid Muhammed Nûr’un Vâridât Şerhi ile Kitabü’r-reşad fi’l-mebdei ve’l-me’âd’ının Arapça aslından tercümeleri, Şerh-i Divanı Niyazi Mısrî, Terceme-i İnsân-ı Kâmil, Şerh-i Gazel-i Üftâde.

“Ilgaz Zorlu’nun, “Evet Ben Selânikli’yim” adlı eserinde iddiâ ettiği saçma görüşleri şiddetle reddeder, ilm-i ledün hakkında bilgisi ve zevki olmayan birinin hezeyânı olarak görür, Alî Urfi Ef. ’yi hürmetle yâdederiz. ”
(İnc. a. g. e. sh. 45, v. d. 6. baskı, Temmuz 99)

3- Salih Rifat Efendi:

İştip’te doğmuş ve 1326/1908’de yine orada vefât edip, tekkesinde gömülmüştür.

Bilgili bir zât olup, Istılâhât-ı Sûfiyye’ye dair bir risâlesi ve divanı vardır.

4- Hoca Abdullâh Hulûsi Efendi:

Mirefte’li olup, İstanbul’da tahsil görmüş ve Fatih civarında Kadıçeşmesi Medresesi’nde elli yıldan fazla müderrislikte bulunmuştur.
1288/1871’de İstanbul’da Seyyid Muhammed Nûr’a intisap etmiş, bilâhare hilâfete nâil olmuştur.
Hattatlığının yanında, gâyet temkinli ve irfan sahibi, tarih ve diğer ilimlerde araştırıcı, âlim, şair, zevâhire riâyetkâr, edeb-i Muhammedî’yi gözeten bir zât idi. 1302/1884’de vefât etmiş, vasiyeti gereği Sarı Abdullâh Efendi’nin ayakucuna defnedilmiştir.
Eserleri: Molla Camî’nin Mir’âtü’l-Akaid’inin şerhi, Esmârü’l-Hadâik (Osmanlı idaresinde Padişah Abdülmecid’e kadar olan Sultan, Sadrazam, Şeyhulislâm ve Kapdan-ı Derya’ların doğum-ölüm tarihleri, cülûs, tayin ve ayrılmalarını cedvelle gösteren bu eseri, 1267/1850’de bastırmıştır. )

5- Harîrîzâde Seyyid Mehmet Kemâleddîn Efendi:

1267/1850’de İstanbul’da doğmuştur. Tibyânü Vesâili’l-Hakâik fî Beyâni Selâsili’t-Tarâik adlı eserinde kendisini genişçe anlatmıştır.
Babasından Rifâi ve Halvetî tarîklerine sülûk eylemiştir.
Şeyh Kasım Mağribî’den, Buharî okumuştur. 1288/1871’de İstanbul’a gelen Seyyid Muhammed Nûr’dan ders okumuş (İbn-i Fârıd’ın Kasîde-i Tâiyye’si ve Muhyiddîn İbnü’l-Arabî’nin Risâle-i Ahadiyye ve Fusûs’u) ve o esnada kendisine bîat etmiş ve bilâhare hilâfete nâil olmuştur.

1291/1874’de Mısır’a gidip, oradaki şeyhlerle tanışmış, görüşmüş ve İstanbul’a dönmüştür.
Dönüşünde Hırka-ı Şerîf’teki evine çekilip öldüğü yaş olan otuz iki’ye kadar te’lifat ve irşâd ile meşgûl olmuştur.
Kısaltılmış adı Tibyân olan eseri için kendisi: “Kırkbirinci kitabımdır” diyor.
Bunun dışında; Kemâl-nâme-i âl-i abâ, Kenzü’l-feyz fi’s-sülûk, Mürşidü’l-Uşşâk ve Burhânü’s-Sâlikîn şerhlerini sayabiliriz.
İfadesi düzgün ve lisânı akıcıdır.
1299/1881’de vefât edip, Eyüp’te defnedilmiştir.

6- Bursa’lı Mehmet Tâhir Bey:

1278/1861’de Bursa’da doğmuştur. Harbiyeyi okumuş, Mânâstır Askerî Rüşdiyesi’ne Coğrafya ve Geometri hocası olmuştur.
Bursa mebusluğu da yapmıştır.
Harîrîzâde’den bîat edip hilâfet almış ve şeyhinin vefâtından bir yıl sonra (1882), Seyyid Muhammed Nûr’a mülâki olmuş ve sohbetlerinde bulunmuştur.
Eserlerinden bazıları şunlardır: Osmanlı Müellifleri, Delîlü’t-tefâsir, Menâkıb-ı Şeyh Muhammed Nûr. . .
Kendisinin şiirleri de vardır.
M. Tâhir Bey, takvâ sahibi bir zât olup, saygıdeğer bir kişiliğe sahibtir.
1343/1924’te vefât etmiş ve Hüdâî dergâhı hazîresine defnedilmiştir.

7- Hacı Maksud Efendi:

Resim

Priştine’lidir. Seyyid Muhammed Nûr, oğlu Şerîf Efendi ve damadı Abdurrahîm Fedaî’den ders görmüş, hilâfeti Seyyid Muhammed Nûr’dan almıştır.
Takvâ ve azîmet sahibi bir zât olup, bu sahadaki hizmeti büyüktür.
1347/1929’da vefât etmiş, Sarı Abdullâh Efendi’nin (1071/1660) yanına defnedilmiştir.
Tahsili, temkini ve irfanı olan bir zâttı.
Eserlerinden şunları sayabiliriz: Şerh-i Gazel-i Ebu Medyen Mağribî, Mevlâna’nın bir gazelinin şerhi ve ayrıca Dîvanı.

8- Kaymakam Ahmed Bey:

İstanbul doğumlu olup, Askerî Veteriner Okulunu bitirmiştir.
Bektaşilik ile birlikte birçok tarîkata girmiştir.
Bilâhare, Seyyid Muhammed Nûr’la buluşmuş, O’na intisap ederek bir süre sonra hilâfete nail olmuştur.
Seyyid Muhammed Nûr bu zâta “Yûsuf’um” dermiş.
1341/1922’de Kıbrıs’ta vefât etmiş ve oraya gömülmüştür.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

HZ. PîR MUHAMMED NÛRܒL ARABΒNİN
“KEVSER SÛRESİ AÇIKLAMASI” ÜZERİNE
MÜTEVAZİ BİR ÇALIŞMA


1813 – 1887 yılları arasında yaşamış, manâ âleminin sultanlarından Muhammed Nûrü’l Arabî Hz. irşad görevini yaptığı Balkanlar’da Arap Hoca ve Seyyid Hoca ünvanlarıyla tanınmıştır.
Aldığı zahîrî ilimle de temayüz etmiş bir şahsiyettir.
Kendisi vahdet-i vücut neşvesini şeriat-ı Muhammediyye çerçevesi içinde sunmuş, Osmanlı’nın Balkanlar’da bir süre daha tutunmasına katkıda bulunmuştur.
O’nun için Bursalı Mehmet Tâhir şöyle diyor:
“ İnsanlara akıllarınca konuşunuz.” emr-i nebevîsine fevkalâde uyumları olduğundan, karşısındakinin istidadına göre telkinde bulunurlardı. Karakteri yumuşak olmakla beraber bazen zarîfane nükteler yaparlardı, lâkin erkân ve ahkâm-ı Muhammedi’ye azıcık bir leke sürülmek istendiği hal ve zamanda hemen aklî ve naklî deliller ortaya koymasındaki cesurâne hareketleri, çekemeyenleri bile hayrete düşürürdü.
Kendisine sorulan sorulara ve halledilmesi istenen meselelere aklî ve naklî cevaplar verirdi.
Bilhassa Tefsir ve Hadis ilimlerinde hafızaları kuvvetli idi.
Zâhir ilimlerinden iki defa icazet verdikleri gibi, bâtın ilimlerinden de hakikat bilgisine sahib Tahkîk mertebesine varan pek çok değerli, faziletli ve irfan ehli şahsiyetler yetiştirmiştir.”
Ve “1297/1879’da Hac ziyaretine yüz ihvanıyla gider.
Hac görevinden dönerler.
Kosova’da meydana gelen isyana dostlarını karıştırmaz.
Böylece kurduğu mesleği, hangi sûretle olursa olsun şaibe (şüphe) altında kalmaktan korumuş ve kurtarmıştır.
Onun için devletin birliği, dirliği ve düzeni esastır.”
Yazımıza konu olan Kevser Sûresi açıklaması (özet halde) bana yıllar önce sunulan orijinal bir eserden alınmıştır (25.08.1976).
Bu eser Salihli’de mukîm Kemal Zurnacı Efendi’de idi. Ruhu şâd olsun.
Osmanlıca el yazması bu eserin içinde Hz. Pîr’e ait birçok risale vardır. Onlardan biri de “Şerh-i Sûreti’l Kevser - Kevser Sûresi Açıklaması”dir.
Biz de bunu esas alarak yola çıktık.
Hz. Pîr’in ruhaniyetinden istimdad ederek yazımıza başlıyoruz.
Hz. Pîr’in şerhine geçmeden önce Kevser Sûresi hakkında biraz bilgi verelim ve Türkçe tercümelerinden birkaç numune sunalım istedim.
Kevser Sûresi, Kur’an-ı Kerîm’in 108. sûresidir.
Maun Sûresi ile Kâfirun Sûresi arasında yer alır.
Mekke döneminde inmiş olup üç âyettir.
Kevser, çok hayır anlamına gelmekte olup Müslim - Salât 53’te rivâyet edilen bir hadise göre cennette bir nehirdir.
Baldan tatlı, sütten beyazdır.
Ondan içen bir daha hiç susamaz.

Bismillâhirrahmanirahim,

1- Şüphesiz biz sana Kevser’i verdik.
2- Öyleyse Rabbin için namaz kıl ve kurban kes.
3- Şüphesiz asıl sonu kesik olan, sana buğzedendir.


-Suat Yıldırım Hocamızın mealinde şunları okuyoruz:

“Mekke’de nazil olan bu sûre, Kur’an-ı Kerîm’in, vahyin başlangıç döneminde indirilen sûrelerdendir. Kur’an’ın en kısa sûresi olup üç âyettir. Yüce Allah’ın Resulüne lütfettiği feyiz ve bereketi, beşeriyyetin gönüllerinin üzerinde nail olduğu saltanatı beyan eder.

Bismillâhirrahmanirrahim,

1- Biz gerçekten sana verdik Kevser.
2- Sen de Rabbin için namaz kıl ve kurban kesiver.
3- Doğrusu seni kötüleyendir ebter.”


-Türkiye Diyanet Vakfı’nın bastırdığı Kur’an-ı Kerîm açıklamalı mealinde şunları okuyoruz:

Kevser, çok nimet demektir. Ayrıca cennette bir havuzun da adıdır.
Âdiyat Sûresi’nden sonra Mekke’de inen bu sûre üç âyettir.
Erkek çocukları yaşamadığı için Peygamberimize müşrikler, nesli kesik mânâsına “ebter” dediler.
Sûrede buna cevap verilmiştir.
Ve bu sûrede kurban kesmek emredilmiştir.
Kurban yakınlık demektir.
Kurban kesmekten asıl maksat bu ibadetle Allah’a yakınlık kazanmaktır.


Bismillâhirrahmanirrahim:

1, 2, 3 – (Rasûlüm) Kuşkusuz biz sana kevseri verdik. Şimdi sen Rabbine kulluk et ve kurban kes. Asıl sonu kesik olan, şüphesiz sana hınç besleyendir.”


-Te’vilât-ı Kâşaniyye’de Arabacı İsmail Ankaravî Melâmi Efendi’nin manevi oğlu Eskişehir Merkez Vaizi Ali Rıza Doksanyedi Hoca Efendinin tercümesiyle Kevser Sûresi şöyle açıklanmaktadır:

“Bismillâhirrahmanirrahim.

Âyet-1: İnnâ a’teynâ ke’l kevser = Habibim biz, sana vahdet tarikiyle kesretin mârifetini ve ilm-i tevhîd-i tafsîlîyi ve vahid-i kesîri ve kesîr-i vahidin tecellîsi ile ayn-i kesrette vahdetin şuhudunu ita eyledik. Kevser cennette bir nehirdir ki her kim o nehirden içerse ebediyyen susamaz.

Âyet-2: Fesalli lirabbike = İmdi Vahid’i ayn-i kesretle şuhud eylediğin vakit istikametle ve heyakil-i ibadette takallub ederek bedenin taati, nefsin inkıyadı, kalbin huzuru ve ruhun şuhudu ile salât-ı tâmmeyi ifa eyle ki cem’ ve tafsilin hukukunu ifa edecek olan salât-ı kâmile, ancak bu salât-ı tâmmedir.
Venhar: Ve şuhudunda telvin ile zâhir olmamış ve seni makam-ı temkînden selbetmemesi için, eneiyyet, benlik devesini boğazla ve fenâ-yı sırf ile Hak’la ve Hakk’ın bekâsı ile ebeden baki ol ki, vusulun ve halinde zürriyetin olan ümmetinin, sana ittisalinde ebter olmayasın.

Âyet-3: İnne şanieke hüvel ebter = Tahkik, senin haline muhalif ve Hak’tan münkati’ olan senin mebgûzun, yani buğuz ve adâvet edicin, işte ebter olan ancak odur. Sen değilsin. Zira sen, Hakk’ın bekâsıyla baki ve daimsin. Ve ebedelebediyen ehl-i imandan hakiki zürriyetin sana muttasıldır ve sen dünyalar durdukça hakiki zürriyetin olan ehl-i iman arasında zikrolunursun. O buğzedicin ise hakikatte fani ve helâktır ki, ne mevcud olur ve ne de zikrolunur. Ve ne de hakikatte ona veled nisbet olunur. Allah a’lemdir.”

Bu özlü bilgilerden sonra Hz. Pîr’in yaklaşımına bir göz atalım
(Not: Şerh Arapçadır. Tercüme tarafımdan yapılmıştır. HFK):


1- İnnâ a’taynâ ke’l kevser (Biz sana kevseri verdik): Yani Tevhid-Zâtî’yi. O’ndan maksat muhabbet-i zâtiyye ve ma’rifet-i zâtiyye murad olunmuş olabilir.

2- Fesalli (O halde salât et, namaz kıl): Yani görünen -dış- organlarını yazılı, farz olan namazın nurlarıyla tezyin et, süsle.
Lirabbike (Rabbine, Rabbin için): Yani Rabbine yakınlaşmak için veya Rabbinin rızası için.
Venhar (Kan akıt, boğazla, kes): Yani nefsini, sana ait -olduğunu zannettiğin- ef’al, sıfat ve zâtından soyarak -kes-.

3- İnne şanieke hüve’l ebter (Şüphesiz sana hakaret edenin, işte onun soyu kesiktir): Yani, Hakk’ı şuhud etmekten ve ona vuslat etmekten kesiktir, nasipsizdir.

Hz. Pîr Efendimiz, vahdet-i vücudu şuhud etmekte, tefekkür etmekte ve dile getirmekte son derece özen göstermiştir.
Yaptığı sohbetlerde alınan takrirler, bize intikal eden yazılar, belge ve eserler, bunu açıkça göstermektedir.
İnandığını cesaretle savunmuştur.
Olaya iyimser bakanlar, hep o gözden seyreder, o süzgeçten geçirir, bizlere sunarlar.
Onlar firkatte vuslatı, mihnette rahatı, kesrette vahdeti bulan yüce ruhlardır.
Onlar, sayıları az olan, ehl-i melâmet, nefislerini kınayan, Hakk’ı yücelten değerlerdir.
Peygamberimiz Hz. Muhammed (SAS) bunların içindedir diyor büyük şeyh, Şeyh-i Ekber Muhyiddin İbnü’l Arabî Hazretleri.
“Ve ilâllahi’l – masîr” âyeti her şeyin Allah’ta biteceğini haber veriyor.
Sonuç ve son, Hak’tır, Hakk’adır.
Bu sona varmak ıztırarî ölümle olur. Bu kaçınılmaz akıbettir.
Ama ölmeden evvel ölüp ihtiyarî mevt ile şereflenmek de ehl-i iman-ı tahkîkînin hüneridir.
Öyleyse hep beraber oraya koşalım.
Geldiğimiz yere koşalım.
Hak’tan geldiğimiz bir gerçek.
“İnna lillâh” ve O’na döner olduğumuz da bir gerçek “ve innâ ileyhi raciun” .
Bir’den gelip Bir’e gidiyoruz.
En değerlisi Bir ile gidebilmektir.
İşte bize bu şuuru kazandıran Peygamberler ve onların varisleri olan Evliyaullah’tır, pîrlerdir, erenlerdir.
Hz. Pîr Efendimiz de bu yıldızlardan biri olarak her halükârda bize Bir’in nişânelerini sunmakta ve Bir’e davet etmektedir.
Hz. Pîr, Kevser’i görüldüğü gibi, tevhîd-i zât, zâtı sevmek ve zâtı tanımak diye şerh etmiştir.
Bunların hepsi, fenâfillah olmanın ifadeleridir.
Tevhîd-i Zât’a eren, Hak’tan gayrı bir şey görmez, sevmez ve tanımaz.

Bir Sultan (Vahdetî Efendi):
Zâta erince yolumuz – Zât-ı Hak’ta mahvoluruz
Ölmeden önce ölürüz – Biz Melâmi dervişiyiz
diyor. Zât’a erenler, kendi fâni varlıklarından soyunur, Baki’nin varlığı ile var olma zevkine ererler.
Âyette geçen “Biz” zamiri ile Yüce Mevlâ azametini ilân ediyor.
Mevlâ’nın azameti, sıfatlarıyla ve eserleriyle göz önüne serilmiştir.
Görülen bu azamet, halktır.
Bu halk, Hakk’ın tecellîsidir.
Halk, Hak’tan ayrı bir varlık değildir.
Hakk’ın kudretinin cilveleri, göstergeleridir.
Kesret ile vahdetin cem’ olduğu, birleştiği, toplandığı makamdır “Biz”lik. Bu makamı telkin alıp yaşayanlar, zevk edenler, “Biz” kavlinin mânâ-yı hakîkîsine vakıf ve sahib olurlar.
Biz’lik makamından Sen’lik makamına bir lütuftur Kevser.
Kevser ile yüce makamlara yükselinir. Mârifet-i zâtiyyeye ulaşandan daha ileride olan var mı?
Hak ile Hak olma ne üstün bir zevktir.

İkinci âyete geçince görüyoruz ki; bu yüce zevke ermenin bedeli, yazılı, farz olan namazla zâhir azalarını süslemek gerekiyor.
Sunulan bu yüce sır (mârifet-i zâtiyye) çok sağlam bir kapta korunacaktır. O da Şeriat-ı Muhammediye’dir.
Madem ki kuluz, kulluğumuzun gereği yerine getirilecektir.
Kemter kul, kuldur kul.
Makam-ı vahdetten makam-ı kesrete nüzul, iniş, teşrif var.
Ana rahminde olan bir cenînin, yavrunun, sağlıklı ve organları sapasağlam, tam tekmil, dünyaya, aramıza teşrifi gibi.
Bir doğuş var, adı Kevser.
Onun doğduktan sonra, kesret âleminde bir görünüşü ve sınırlı bir ömrü var.
Bu ömrü, süslemek gerek.
Onun süsü de emr-i ilâhiyi yapmak ve nehy-i ilâhiden kaçınmak.
Bunu yerine getiren manâ erleri, şükrane olarak kurban kesmekle de yükümlüdürler.
Hem Kevser’e sahib oldukları için, hem de kurban edileni insan mertebesine çıkarmak için.
Çünkü insan halifetullahtır, mazhar-ı tâmdır, mir’at-ı nümayı Hak’tır.

Süleyman Çelebi Hazretleri Mevlîd’inde:
“Zatıma mir’at edindim zâtını
Bile yazdım adım ile adını”
diyor bu yerde.

Yani ilâhe illa Allah – Muhammedün Rasulullah.
Fenâsı aynı bekâ.

Hasan Fehmi Tezdoğan Hz. “Fenây-ı tamda bul bek┠derken bu zevki hatırlatıyor.

Ahmet Kumanlıoğlu Hz. de:
“Seni bana sat
Beni sana sat
Kâr olsun kat kat
Pazarım sen ol”


Deyişiyle kesretin aynı vahdet, vahdetin aynı kesret olduğunu yaşatıyor.
Sevinçli günlerde kurban kesmek sevincimizi arttırır.
Hüzünlü günlerde kesmek ise hüznümüzü, derdimizi azaltır.
Ne büyük nimet! Hep bizim iyiliğimiz için.

Üçüncü âyette ise Kevser’e ulaşanların, cahiller ve kendisini tanımayanlar tarafından kınanacağı gerçeğiyle yüz yüze gelmekteyiz.
“Sana saldıran, hakaret eden, işte onun sonu ebterdir, kesiktir.”
Bu âyet, sahib olunan davânın yüceliğini gösteriyor.
O da muhabbet-i zâtiyyedir.
Fâni olandan Bâki olana teveccühtür.
Hakk’a dönenler, sadık ünvanını alırlar.
“Siz sadıklarla beraber olunuz” âyetinden anlaşılan odur ki, “sahib olduğunuz değerlere sonucu ne olursa olsun, bağlı olun, bırakmayın” demektir.
“Onlar kınayanın kınamasından korkmazlar” âyeti kendini tanıyan bu yüce taife hakkında inmiştir.
Onlar doğru bildikleri yolda Peygamber Efendimizin yaşadığı ve gittiği yolda cesaretle, korkmadan, yılmadan, başları dimdik yürürler.
Çünkü bu yüce insanlar, iman-ı kâmile erme olma şerefini Hz. Peygamber’e uymakla kazanmışlardır.
Bunlar melâmeti özümseyen, doya doya içen yüce bir taifedir.
İki türlü tercüme verdik.
Biri kelimelerin zâhirini içeren tercüme.
Allah, yazanlardan razı olsun.
Biri de kelimelerin özünü, manâsını, içini, bâtınını veren tercüme.
Okuyan kardeşlerimiz her ikisinden de yararlanabilir.
O zaman madde ve manâ, zâhir ve batın, her iki duyguyu taşıyanı kalbinize yerleştirir, huzur koltuğuna oturur, âlemi seyreder, zevkinize zevk katarsınız.
Bizim neş’emizin, zevkimizin asıl kaynağı, feyz menbaımız olan Hz.
Pîr Efendimizin lütfettiklerinden bir nebze sunalım istedim.

2007 Ramazan-ı Şerif’i ihya ettiğimiz ve Kadir Gecesi’ne yaklaştığımız bu günlerde (25 Ramazan Pazar 1428 – 07.10.2007) kaleme aldığım bu mütevazı çalışma, dostlarımla buluştuğum unutulmaz bir anı olsun dileğiyle sevgiler sunuyor, nice güzel günlere Cenab-ı Hak bizleri kavuştursun diye niyaz ediyorum.
Siz değerli okurlarımız, bizi ayakta tutan sizsiniz.
Biliyorsunuz ki Tevhid ilminin iki bölümü var.
Biri fenâfillah, uruc-yükselme; diğeri bekâbillâh, nuzul-iniş.
Tevhid-i Ef’al ile yükselişe geçer, Cem’ül Cem ile nuzul ederiz.
Bu fenâdan bekâya bir manevî seferdir. Buna seyrü sülûk derler.
Rahmeten lilalemin olan Hz. Peygamberimizin soyundan gelen Seyyid Muhammed Nûrü’l Arabî’nin öğretisine bende olan bütün canlara telkin aldıkları “Kevser” şerbetini doya doya içiniz der ve Tevhid çatısı altında her birinize sağlıklı uzun ömürler temennî ve niyaz ederim.
Ramazan ve Kurban Bayramlarınızı tebrik ederim.
Hû Dost.

Hasan Fehmi KUMANLIOĞLU
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Yusuf Ziya İNAN
İSLÂMDA MELÂMİLİĞİN TARİHİ GELİŞİMİ.


Melâmetiler Devri
- 1 -
BİRİNCİ DEVRE MELÂMÎLER
(Melâmiyye-i Kassariye)



1 Genel Bilgi:

İslâm târihinde ilk Melâmetiler HAMDUN KASSAR ile görülür.
Bu, ilk melâmi Hamdun Kassar demek değildir.

Çünkü Melâmet bir neş'e, bir tavır, velîlere mahsus bir mazhar, bir sıfattır. Bu bakımdan ilk melâmi şüphe yok ki NEBİİ MÜKERREM HAZRETİ MUHAMMED MUSTAFA SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM'dir;

O'nun sahâbesidir, ondan feyz alan ve onun hâline bürünen tüm yüce kişilerdir.

ABDU'L-KÂDİRİ GEYLÂNİ hazretleri GAVS-ul-AZAM'dır.
Öyleyse en büyük MELÂMİ O'dur.

MUHİDDİN-İ ARABİ İslâm aleminde ŞEYH-ul-EKBER olarak bilinir, o halde en büyük MELÂMİ odur demek yalnış olmaz.

Ne var ki MELÂMET hâlini kendine alem edinen kimseleri diğer tarik erbâbından ayırmak için bir sıfat, bir alem, bir târife ihtiyaç vardır.

Bu nedenle kendilerine MELÂMETİ denilen rindler ve velîler ef'al ve anlayışlarıyle diğerlerinden ayrılmış ve ilk devre melâmilerine MELÂMETİ denmiş ve bu akım HAMDUN KASSAR ile simgelenmiştir.

Hamdun Kassar ile başladığı öne sürülen ilk devre melâmiliği aslında bir devrin özelliğini yansıtır.
Yoksa Melâmilik Hamdun Kassarla başladı demek olamaz.
Kaldı ki ilk defa melâmi tâbirini kullanan kişi, Hamdun Kassar'da değildir.
Bu tâbire ilk defa Muhiddin-i Arabî'de rastlanıyor.

Esâsen önemli olan melâmi kelimesi değil, melâmi ve melâmetin anlamıdır.
Bu melâmi dediğimiz kişiler nedir, ne yapmışlardır, ne getirmişlerdir; onlara özelliğini kazandıran nedir?

Melâmetileri tetkik ederken görürüz ki bu kişiler nefisleriyle mücâdeleyi kendilerine şiar edinmişlerdir.
Gösterişten kaçar, kendilerinin methinden hoşlanmaz, kimseyi hor görmez, hiç kimsenin etine buduna karışmaz, kimseyi kınamaz, kimseye husûmet beslemezler.
Son derece mütevâzı ve son derece ilme düşkündürler.
Tek istedikleri ALLAH rızâsı ve Muhammed aleyhi's-selâm'ın sünneti ile amel etmektir.

Bu bakımdan nefislerine hoş gelen her şeyden çekinir, her şeye şüphe ile bakarlardı ve bundan kurtulmak için de kendilerini levm ettirmeyi tabiat hâline getirmişlerdi.

İşte bu halleridir ki onları toplum ve târih içinde bir özellikle tescil etti.
Böylece belirli tavır ve inanışa bürünüp o halde yaşayanlara MELÂMİ dendi.
Hamdun Kassar'la başlatılan ilk devre melâmiliği de bu tavrı târif ve asrın şartları içinde ve târihi seyrine göre açıklama imkânını sağlayan bir tesbitten ibârettir.

Bu târihi târif ve ayırıma göre birinci devre melâmi'lere MELÂMETİ tâbir edilmekte ve bu devre MELÂMETİ'ler HAMDUN KASSAR ile başlayıp, MEVLÂNÂ CELÂLEDDİN-İ RÛMİ ile son bulmaktadır.

Hamdun Kassar'ın şeceresinde görülür ki silsile-i âliyesi İBRAHİM ETHEM'e dayanır.
İbrahim Ethem'in öğrencisi ve halîfesi EBÛ ALİ ŞAKİK'in öğrencileri arasında bulunan ve halîfesi olan HATEM İbn YUSUF'ul-ASAM'ın halîfesi Ebu TURABİ NAHŞEBİ, Hamdun Kassar'ın şeyhi ve hocasıdır.

Hamdun Kassar'dan sonra görülen ve târih kitaplarına adları geçen Melâmiler arasında:

Ebu Ali Muhammed es-SAKAFÎ,
Ebu Muhammed Abdullah bin Münazzil,
Ebu Ali el-Fudayl bin İYAZ,
Ebu Havs Ömer bin Sâlim el-Haddad,
Ebu Osman Hayri,
Abdullah bin Muhammed el-MURTAİŞ,
Şah Şucâi KİRMANÎ,
Şeyh Abdullah ibni Cella,
Zunnun'u MISRÎ,
Şeyh Yusuf bin Huseyn,
Bayezid-i BİSTAMÎ,
Ebu İshak İbrahim ibni Yusuf ibni Muhammed-uz Zuccâci,
Cüneyd-i BAĞDADÎ,
Necmeddin-i KÜBRA,
Şeyh Osman Hayri,
Şems-i TEBRİZÎ,
Mevlana Celâleddin-i RUMÎ
önemle zikredilir.

Dikkat edilirse bu yüksek kişilerin meşreb ve târikatları ayrıdır.
Ancak hepsi tevhid merâtibini bitirdikten sonra yeni bir idrâke varmış ve kendilerine yeni bir yaşam çizmişlerdir.
Bu yaşamda fazîleti, insan sevgisini ve hoşgörüyü en büyük kural hâline getirmekle kalmamış, vahdeti gerçekten ve içtenlikle yaşamışlar, fikirlerini ve inançlarını hayatlarında fiilen gerçekleştirmişler, iç ve dışları eşit ihlaslı insanlar olarak yerlerini almışlardır.

2-Hamdun Kassar (ks)

Nişabur Sofileri arasında bulunan Kassar'ın ne zaman doğduğu kesin olarak bilinmiyor.
Ancak Nişabur'da doğduğu ve 884/885 yıllarında yine bu beldede öldüğü bilinmektedir.
Hayâtı boyunca nefsiyle mücâdele eden ve insanlara hizmeti kendine şiar edinen Hamdun Kassar der ki:

"Nefsimi, Firavun’un nefsine tafdil etmem, çünkü ikisi de nefistir. Fakat gönlümü Firavunun gönlüne tafdil ederim."

Bu sözlerle de Hamdun'un nefsine karşı tutumu açıklığa kavuşur.
Çünkü Ahzab Sûresinde geçen şu âyeti kerimeye, içtenlikle bağlıdır:

"Biz emâneti göklere, yere ve dağlara arz ve teklif ettik. Onlar yüklenmekten çekindiler. Endişeye düştüler. İnsan ise yüklendi. O, pek zâlim, pek cahildir."

(Ahzab Sûresi, 72. âyeti kerime meali.)


ALLAH emânetini yüklenen kişinin nefsine zâlim, mâsivaya câhil olması en tabii şeydir. Onun için Hamdun Kassar nefsine zâlimdi ve mâsivaya câhil olmayı yeğ tutuyordu.

Hamdun Kassar'ın târikat silsilesi Hz. EBUBEKİR SIDDIK'a dayanmaktadır.

Silsilesi şöyledir:
HAZRETİ MUHAMMED sallallâhu aleyhi ve sellem
HAZRETİ EBÛBEKİR SIDDÎK-
CUBEYR İbn MUT'İM İbn NEVFALu'l-KUREYŞÎ-
MUHAMMED İbn CUBEYRu'n- NEVFELÎ-
EBÛBEKİR İbn MUSLİM İbn ABDULLAHi'z-ZEHERÎ-
Ebû İYAZ İbn MANSUR İbni'l-MUAMMERu's-SULEMİYYu'l-KÛFİ-
Ebû ALİ FUZEYL İbn İYAZi'l-KÜFİ-
FETH İbn ALİYYu'l-MAVSILÎ-
Ebu'l-HUSEYN SÂLİM İbn HUSEYNi'l-BARUSÎ-
Ebû SÂLİH HAMDUN İbn AHMET İbn AMMARu'l-KASSAR.


Hamdun Kassar, Ebû Turabi Nahşebi'ye de müridlik yapmıştır.
Ayrıca devrin büyük velî ve bilginlerinden Sâlim İbn Hüseyn'ul-BARUSİ ile sıkı ilişkileri olmuş, ona müridlik ve öğrencilik yapmış ve BARUSİ kendisine hilâfet ve icâzet vermiştir.

En çok değer verdiği hocası ve şeyhi NAHŞEBİ yolu ile silsilesi İBRÂHİM ETHEM'e dayanmaktadır.

"Ne zaman yolda bir sarhoş görürsün, iki tarafa sallanır, sen de sallan. Tâ ki nefsine kibir ve ucub gelmesin. Ve O'na küfretme, onu tenkit etme. Sen de O'nun o müptelâ olduğuna uğramayasın!."

diyebilen Hamdun etrâfında fazîleti telkin eder ve melâmetin sorumluluktan kaçınma olmadığını, bilakis tamâmen sorumluluk olduğunu anlatır.
Çevresine şöyle nasihat ederdi:

"Bir hâl ki sende var ve bunun halk arasında fâş olmasını istemezsin, yayılmasından dolayı rahatsız olursun, başkalarının da sırları böyledir. Başkalarına âit kulağına gelen her hangi bir sırrı sen de sakla, hiç kimseye söyleme. Söylediğin takdirde elbet o da senin gibi incinir ve rahatsız olur."

Ne zaman kişiye, halk'a vaaz ve nasihat etmek gerektiği sualine şu cevâbı verdi:

"-Tanrının farzlarından bir farzın yerine getirilmesi ilminde taayyün ettiği veyâ bir insanın, yüce Tanrının kendisini bidatten kurtaracağını umduğu halde, bidat içinde öleceğinden korktuğu vakit, câiz olur."

Hamdun Kassar adâletin örneği idi.
Bir arkadaşına ölümüne kadar yardım için koşmuş, başında durmuş, hizmet etmişti.
Adam ölünce hemen başucunda yanan kandili söndürdü.
Orada bulunanlar îtiraz ederek:

"Böyle ölüm anlarında kandil söndürülür mü? Asıl şimdi yanması lazım. Onun için yağı arttırılır, söndürülmez"

dediler.
Hamdun Kassar, onlara şu cevâbı verdi:

"O sağ olduğu sürece yağ onundu. Şu andan itibâren yağ vârislerinin oldu."

Nefislerine hiç önem vermeyen melâmetiler fazîletin ALLAH'a âit olduğunu kabul eder ve iyikliklerini gizlemeye azamî dikkati gösterirlerdi.
Zîra iyilik ve fazîletleri anlaşılırsa îtibar görecekleri, bunun ise nefislerine hoş geleceğini düşünürlerdi.

Yusuf Ziya İNAN / 1976
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
İKİNCİ DEVRE MELÂMİLER
veya
Melâmiyye-i Bayramiye ve Melâmiyye-i Şettariye


- I -

İKİNCİ DEVRE MELÂMİLERİN HUSUSİYETLERİ VE DOĞUŞ SEBEBİ


İlk devre melâmetiler Mevlana ile tarihe gömülür.
Menkıbeleri dilden dile gezer, yaşantıları örnek alınır amma artık müstakilen melâmetilere raslanmaz.
Çünkü her tarik melâmete yönelmiştir.
Melâmet tarikatlar içinde esasen bir yol ve hedef olduğundan ayrıca bir özel gurup olarak ortada görünmesine belki de gerek yok.
Ancak bilinen bir gerçektir ki Mevlevilik tarikatını tesis eden Sultan Veled beraber olduğu arkadaşlarıyle herhalde melâmetten ayrı değildir. Fütüvvet ehli diye isimlendirilen gurup, ahiler tam birer melâmidir.
İsim ne olursa olsun melâmet devam eder ve mevleviler içinde bu neşe yine de özelliğini korumaya devam eder.

Ondördüncü asır sonlarında Orta Anadolu'da Hacı Bayramı Veli bir ışık olarak çevresini aydınlatmaya başlar ve O'nunla birlikte bâtında olan melâmet zuhura gelmeye başlar.
Bu nedenle ikinci devre melâmilere Bayramiler diyoruz.

Büyük Selçukluların yerini alan ve Türklere devlet halinde yaşama gücünü veren Anadolu Selçukluları yerlerini yavaş yavaş Osmanlılara terkederken maneviyat aleminde de bir takım değişmeler ve yenilikler olacaktır.
Siyasi ve sosyal çalkantılar elbette ki kültür ve irfan dünyasında da yansır. Hele Anadolu'da tesislerini bırakıp çekilen Moğol akınları ve Moğol istilasından sonra şüphesiz ki inanç ve düşünce ufkunda da bazı değişmeler olacaktır.
Ve bu değişmeler olmuştur da.

Acaba ikinci devre melâmilerin doğuş sebebi nedir diye sorarsak cevabını askeri, içtimai ve dini olaylarda bulabiliriz ancak.
Çünkü İslamiyet ilk heyecanından yavaş yavaş uzaklaşmış, Arap ve yabancı etkiler Anadolu Türk'ünün inanç sisteminde alışmadığı bir kayıt ve taassuba yer verir gelişmelere raslanmıştır.
Oysa ki Türkler hür düşünceli, hoş görü sahibi, ilme ve insanlığa çok saygılı ihlaslı insanlardır.
Selçuk idaresinde Arapların devlete müdahalesi olamazdı amma komşuluktan doğan bir yakınlaşma İslam - Türk düşüncesini de etkilemeye ve şeriat hükümlerinin uygulanmasında katılığa yönelen bir gelişmeye sebep oldu.
Böylece ehli şeriat, daha da kesin ve katı bir tutuma girerken gönül ehline karşı tepkiler artmaya başladı.
Mevlana'nın hocası Şemsi Tebriziye karşı Konyalıların takındığı tavır bu haleti ruhiyeye ait tipik bir örnektir.
Kaldı ki iki asır daha geçmiş, heyecan biraz daha azalırken şekli unsurların sistemli şekilde inanç dünyalarımıza hakimiyeti o nisbette bir artış göstermiştir.
Bu katılığa karşı Türk'ün hür ve serazat hüviyetinde bir isyan dalgalanmasına şahit oluyoruz.
Bektaşilik, Melâmilik gibi dini cereyan ve akımlar bu ruh halinin en müsbet zuhur ve belirtileri olarak pekala düşünülebilir.

Ancak melâmiliğin ikinci devre zuhuruna âmil olan faktörlerden en önemlisi şüphesiz ki Timurlenk'in Anadolu'yu istila etmesi olayıdır.
Çünkü:

1 - Timurlenk Anadolu'yu istila ederken zâlimane davrandı, savaşın bezginliği ve acılıkları halkı bir daha Hakk'a yöneltmiş oluyordu.
Herkes manevi bir boşluk içinde kalmış, maddi varlık ve ikbalin geçici olduğunu gören halk, insanın maddi olanaklarının değersizliği kanısına varmıştı.

2 - Timurlenk ehli beyt aşıklarıyla Anadolu'ya gelmişti.
Bunlar daha saf ve daha yalın bir inanç ve heyecan içinde bulunuyorlardı.
Bu ise Türklerin iç duygularına daha uygundu.
Türkler, islamiyetin doğuşundan bu yana, Ehli Beyt sevgisinde daima önde ve daima bu sevgide sabit kalmışlardır.

3 - Timur'un istilası ile Anadolu Hacegan yurdunun ulularına ait maneviyat ilimlerinide Anadolu'ya getirmişlerdi.
Horasan erleri, Nişabur velileri, Rey büyükleri Anadolu Türk'ü için yabancı değildirler, onlar birer ulu sevgili idi.
Timur'un yanında Anadolu'ya gelen bilginler işte bu Türk inancının yüce temsilcilerini anlatırken farkına varmadan Anadolu insanına etki yapmışlardı.
Yani bu istilalar Türk ruhundaki serazatlığı bir daha su yüzüne çıkarmış ve melâmet neşesinin lemaları gönülleri tutuşturmaya başlamıştı.

Buna ilave olarak Arap etkisinden hoşnutsuzluk ve kendine ait olma özlemi ve benzeri nedenler de yeni akımların doğuşunda etken olmuştur.

Esasen Anadolu insanı Muhiddini Arabi'nin vahdeti vücud felsefesiyle dolmuş, Mevlana'nın fikir ve düşünce dünyasında aydınlanmıştı.
Bu yeni dış etkilerle eski özlemleri depreşiyordu.
Sosyal hadiseler de bu iç çalkantıyı su yüzüne vurmakla ondördüncü asır Anadolu insanı için yeni bir inancın, aşk ve cezbe heyecanının tekrar sistemleşmesini zorunlu hale getirdi.

İslamiyet insan sevgisi idi, aşktı, ilimdi, hürriyetti, insanı mutlu kılmaktı, akıl ve gönül zenginliği içinde insanı yaşamaktı.
Öyleyse bu huzursuzluk neydi?
Neden bu bölünme vardı?
Savaş ve kin de ne oluyordu?
Bu dünya değersiz bir nesne idi amma insanlar bu değersiz şey için her şeyi yakıp yıkıyordu.
O halde insanı gafletten uyandırmak, O'nu gerçeğe çevirmek, yüzünü dalalden döndürüp hidâyet ışığı ile aydınlatmak lazımdı.

İdrak kapısını aralayan, benlik küpünden çıkar.
Ben şalını atanlar, varlık sırrına erer.
Bu yol Allah yoludur ve bu yolda ilerleyen kişi, kendi benliğini terk ile Hak benliğine bürünür.
İşte melâmet bu yiğitlerin bulunduğu ortamda tekrar doğar ve doğmuştur.

İkinci devre melâmilerin doğuş nedeni gibi yaşantıları da değişik özellikler gösterir. Bunlar ilk devre melâmilerden farklıdırlar.
İlk devre melâmilerin riyazat, çile, murakabe, mükaşefe, mücadehe konularında ki tutumları çok sert ve kesindi.
İkinci devre melâmilerinin de aynı yoldan gittikleri bir vakıa ise de mutlak bir özellik olarak görünmüyor.

İlk devre melâmileri şekil unsurlarına bağlayan hürriyeti, kendi istekleri ve inançlarıydı.
İkinci devre melâmiler şeklin ve baskının etkisini tatmışlardı.
Bu bakımdan şekle ve kayda karşı daha hassas, yaşantılarında daha serbest ve serazat olma temayülündedirler.
Bu bakımdan ikinci devre melâmileri zaman zaman şeyhül islam fetvalarına muhatap olmuş, kanuni takibe uğramış ve çok sefer de ağır maddi ve cezai müeyyidelerle tecziye edilmişlerdi.

İkinci devre melâmileri kayıttan tamamen azade olmak, taassub ve etkilerden uzak kalmak için mücadele etmişlerdir.
Bu bakımdan onların davranışları çevrede yadırganmış, adeta şeriate karşı imişler gibi telakki edilmişlerdir ki, bu zan yanlıştır amma melâmiler, halk'a menfur olmayı, Hakk'a makbul olmak için adeta bir düstur kabul etmişler ve son asırlarda beliren taassub ve kayıtçılığa karşı bir nevi isyan bayrağı çekmişlerdi.
Bu bakımdan ikinci devre melâmileri ilk ve son devre melâmilerinden hayli farklı özellikler göstermektedir.
Ne var ki ikinci devre melâmiler gerçekten dini heyecanı yenilemekte çok başarı göstermiş, ihlaslı yaşamakta örnek olmuş ve cesaretleri ile müminlik işaretlerini insanlığa göstermiş ve tarihe tescil ettirmişlerdir. Hamza ve Beşir Ağa'nın katli olayında ihvanın da ortaya çıkıp kendilerinin de melâmi olduklarını haykırması ve ölüme seve seve gitmeleri ikinci devre melâmilerin yiğitliğine ve ihlasına en büyük hüccettir.

(İslâmda Melâmiliğin Tarihi Gelişimi-alıntı)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Resim

Nur Muhammed Arabî (ks)



MUHAMMEDÎ MELÂMİYİZ…

Dost birliğin bağındanız
Çark-ı Çile çağındanız
HAKK Aşkın Ocağı’ndanız
Melâmette Melâmiyiz…


*

Nur Muhammed Arabîyiz
Ayağının turabîyiz
Harabatta harabîyiz
Melâmette Melâmiyiz…


*

Toprak-ateş-hava-su Dost!
İnsan denen gerçek bu Dost!
“Lâ fâila illâ Hu!” Dost!
Melâmette Melâmiyiz…


*

Naz-niyaz, salât- sâimiz
Kemâlâtında kâimiz
Zevkinde zikr-i dâimiz
Melâmette Melâmiyiz…


*

Vasl-ı vuslat vâdesinden
Bezm-i belâ bâdesinden
Arı – duru – sâdesinden
Melâmette Melâmiyiz…


*

Bir bardak “su” ile “üre”
Âşığı HAKK’a götüre
İkilik Defterin düre
Melâmette Melâmiyiz…


*

Melâmettir farkın terki
Melâmi fark etmez farkı
Cümle-Cem’de Vahdet Çarkı
Melâmette Melâmiyiz…


*

Her ağaç hak, tohum gerçek
Zerreler kürre verecek
Tohuma gebedir çiçek
Melâmette Melâmiyiz…


*

Ehline sorsam sorumu
İkilik halkın yorumu
SAMED ü AHAD durumu
Melâmette Melâmiyiz…


*

Zikr ile silip perdeyi
Aşkla yakıp ağa-beyi
Taşlasınlar deli deyi
Melâmette Melâmiyiz…


*

Kahrına-lütfuna şükür
Şehâdet şüphesiz fikir
Gece zikir-gündüz zikir
Melâmette Melâmiyiz…


*

Fenâ bulup serilmişiz
Bekâ ile derilmişiz
Ölüp ölüp dirilmişiz
Melâmette Melâmiyiz…


*

Hükm-ü HAKK ezel, sonsuzdan
“Murad Suyu”n kabı “BUZ”dan
Farklı değil şeker tuzdan
Melâmette Melâmiyiz…


*

Seyreyle gece-gündüzü
Ayni şeyin iki yüzü
Kemâlât, cehâlet özü
Melâmette Melâmiyiz…


*

Sırr Sıfatı, erkek-dişi
Kendini bilende kişi
Halkta HAKK’tır, RABB’ın işi
Melâmette Melâmiyiz…


*

HAKK’a hâmil Emir-Murat
Hayr ü Şerr sınırı Sırat
Zât’ın aşk zevki zuhurat
Melâmette Melâmiyiz…


*

Aşksız kalsak arlanırız
Yaşamakta zorlanırız
Halk içinde horlanırız
Melâmette Melâmiyiz…


*

Tekemmül Tevhid tertibi
Aşktır Aşk Deryasın dibi
Melâmet Aşk meratibi
Melâmette Melâmiyiz…


*

Esen rüzgâr Yâr nefesi
Duyduğun ses Subhân Sesi
Halk için HAKK’ın Bestesi
Melâmette Melâmiyiz…


*

Bebelerin tahtı beşik
Dedeler mezarı eşik
Doğum ölümle birleşik
Melâmette Melâmiyiz…


*

İman Kalbde kabı sûret
Amelin aslıdır sîret
İdrak-İştirak-Basîret
Melâmette Melâmiyiz…


*

Söz-sohbet-zevk-sükut bizde
Zühd-ü-Takva, umut bizde
Halktan HAKK’a sücûd bizde
Melâmette Melâmiyiz…


*

Aşk-ü Cezbe, Anka Kuşu
Havf-ü-Recâ, Sıdk-ü-Huşû
Subhân’ın sevdâ sunuşu
Melâmette Melâmiyiz…


*

Gezmeye geldik bazarı
Seyrimiz “Vahdet Nazarı”
Yâd eden – yazı -Yazarı
Melâmette Melâmiyiz…


*

Zâhirde Çark-ı Çileyiz
Bâtın, Can- Cânân bileyiz
Halk içinde HAKK ileyiz
Melâmette Melâmiyiz…


*

Tenezzül aşkın temeli
Aşkla olur akıl deli
Seyreyleyip mükemmeli
Melâmette Melâmiyiz…


*

Cehâlet, “nur” için “nar”dır
“Suçlu” yok “görevli” vardır
Noksanın aramak ardır
Melâmette Melâmiyiz…


*

Nedir Cennet-Cehennemi
Tekrar yaşamak “bu dem”i
Burda yanar Şahın şem’i
Melâmette Melâmiyiz…


*

Âdemle gönderilmişiz
Dört yöne dönderilmişiz
Biz aşk için dirilmişiz
Melâmette Melâmiyiz…


*

Külli kisve bürünürüz
Türlü türlü görünürüz
Gâh uçar gâh sürünürüz
Melâmette Melâmiyiz…


*

Ölmez Âşık olan, Sofu!
Aradığın bulan, Sofu!
Hâlimize gülen Sofu!
Melâmette Melâmiyiz…


*

İman-İbadet-İtaat
İrfan-İkân-İhsanda tat
Özün zevk etmektir murat
Melâmette Melâmiyiz…


*

HAKK bilinir bilim ile
“Kün! Fe yekun” ilim ile
Özümdekin dilim ile
Melâmette Melâmiyiz…


*

Harman edip dört unsuru
Tecellîde Tevhid Turu
Melâmet, Muhammed Nuru
Melâmette Melâmiyiz…


*

Âşıklar Aşkın Kitabı
Halkına HAKK’ın Hitabı
Bezm-i Belâ Muhatabı
Melâmette Melâmiyiz…


*

Aşkla uyansa bir kuyu
Şeker-şerbet keser suyu
HAKK’ın hissi- Dost’u duyu
Melâmette Melâmiyiz…


*

Âşık gönlü Aşk Peteği
Zuhurat Zevkin çiçeği
Çileyle toplar gerçeği
Melâmette Melâmiyiz…


*

RABB’ımın Hak Peygamberi
Muhammed Emin Serveri
Tâbi’yiz ezelden beri
Melâmette Melâmiyiz…


*

Nur Muhammed evlâdıyız
Şah Abdülkadir tadıyız
Ehl-i Beyt’ in Aşk Adıyız
Melâmette Melâmiyiz…


*

Köhne kalbi köşk eyleriz
Muhabbette meşk eyleriz
“Asl” a döner aşk eyleriz
Melâmette Melâmiyiz…


*

RABB’ ımdır Zâtı’na Bâni
Zuhuratı Zât’ta fâni
Melâmet, “KULLUK” İhvâni
Melâmette Melâmiyiz…


05.11.1990 12:41 dr..
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »


ZEVK 817

Ahmağın himmeti Dünya, Âşıklar âlişan olur
Soyunup sûret-sîretin, Cihanda bînişan olur
Giyer Melâmet Hırkasın, zuhuratta zîşan olur
Âşık “Baş-Ayak” sız gerek, başı olan-perişan olur…

18.04.1991 21:15
Rmzn byrm 3



Zîşan : Şanlı. Şan sahibi.

Melâmet Hırkası Gerçek Muhammedî melâmi ölmeden önce ölür, secdesiz namazını kılar yani benlik Postunu kendisi yüzer ve kefen yerine Hırka olarak bürünür ki bundan sonra zaten Habibullah (sav) izinde yürünür…
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

kulihvani yazdı:Muhammedî Melâmî o kimsedirki;

Allah celle celâlihu ve Resûlullah sallallahu alyhi vesellem’e Teslim-Müslim olup Muaradullahı ve Emrullahı BİLir! “ALLAH CELLE CELÂLİHU!” der..

Allah celle celâlihu ve Resûlullah sallallahu alyhi vesellem’e İman edip-Mü’min olup Her Ameli Allah celle celâlihu için “LİLLAHİ” yapar!

Allah celle celâlihu ve Resûlullah sallallahu alyhi vesellem’e Tabî-Dostu olup Ahlâkını Resûlullah sallallahualyhi vesellem’e benzetir..

Allah celle celâlihu ve Resûlullah sallallahu alyhi vesellem’e itâat edip;
Her Yerde Her ZamAN ve Her Hâlde Hazır-Nazır OL-AN Allah celle celâlihu ya karşı dâima Hazır-Nazır ve Huzurda durur…

En önemlisi ise;
Farzlar hariç Kulluk görevlerini-iyilikerlini-hizmetlerini vs. gösterişe sunmaz saklar..
Her türlü eksiklik, hata, yaramazlık, günah, kötülük vs. işlerini asla gizlemez ve sahip çıkıp düzeltip tevbe eder halktanda açıkça özür diler..

Muhammedî Melâmîet öyel bir Lutfullahtır ki,

Mim-Lâm-Mim..

Sanki Zâhir ve Bâtın Muhammedî Hakikatımız iki Kefesi olan bir Tevhid Terazimiz gibi…

İman eden AKIL, Resûlullah sallallahualyhi vesellem’in BUYURup-DUYurduğu NAKİlle BİLişip-BULuşup-OLuşup-Yaşayan Şu AN Şe’ende Hayy-Diri olan Muhammedî Şâhiddir… Neticede Hizbullahtadır el AN..
Bu nedenle de asla riyâ vs ye tenezzül edemez..

Ham, çiğ, yoz, yaban, zom uykuda, uyurgezr, sarhoş AKIL ise ne ederse etsin son uçta Hizbuşşeytana uşak olur..
Haram, yalan, riya, şirk vs den kurtulamaz..

Allah celle celâlihu korusun!..

BİZ BİR İZ Resûlullah sallallahualyhi vesellemde inşallah..

Muhammedi Muhabbetle..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »



GeÇ-mişİÇ-inMuhaMMedîTEVBEBİZ-BİRliğim-İZ..
GeL-ecekİÇ-inMuhaMMedîDUÂBİZ-BİRliğim-İZ..
ŞuANİÇ-inMuhaMMedîRIZABİZ-BİRliğim-İZ..
SoNANİÇ-inMuhaMMedîŞeHâDeTBİZ-BİRliğim-İZ..


Resim


ZEVK4071

KELÂMULLAHHerANHaYYdır!.“MuhaMMedîKELÂMET!”de
RASÛLULLAHEZeL–EBeD!..MuhaMMedîMELÂMETde!
MuhaMMedîŞUURBİL–BUL!.MuhaMMedîNUROL-YAŞA!
MuhaMMedîSÜRUR–ONUR!..MuhaMMedîSELÂMETde!..


15.03.1002:34

BuŞehâdetŞe’eN-indeKULaGereken;
ALLAHcellecelâlihuveRASÛLULLAHSALLahualeyhiveselleme;
TeslimOlupİnancındaSadakat,
İmanEdipAmelindeSamimiyyet,
TâbiOlupAhlâkındaSabırla,
İtâatedipHâllerindeSELÂMETiYAŞAmaktır..

-Müslüman
-Mü’min
-Evliyâullah
-Ehlullah…
BİLmek-BULmak-OLmakve,YAŞAmaktır,
Hakikat-ıMuhammedîyyesiniMELÂMETteveSELÂMETte!..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

- II -
ÜÇÜNCÜ DEVRE MELÂMİLİĞİN KURUCUSU
SEYYİD MUHAMMED NÛR'ÜL- ARABÎ 'NİN HAYATI‏‏‏


Resim

Seyyid Muhammed Nûr hakkında yazılı vesâik çok azdır.
Öğrencilerinden pek çoğunda Seyyid'in el yazması menâkıbı mevcut ise de bunlardan kitap hâlinde basılmış olanına rastlanmıyor.

El yazması hayat hikâyeleri içinde BURSA'LI MEHMET TAHİR Efendinin eseri meşhurdur. Mehmet Tâhir Efendinin kâleme aldığı MENÂKIB-I ŞEYH HÂCE MUHAMMED NÛR'UL ARABÎ MELÂMET VE BEYÂNI AHVÂLİ MELÂMİYE isimli eser en önemli menâkıbnâmedir.
İstanbul'da 1930 yılında basılan ABDÜLBAKİ GÖLPINARLI'nın MELÂMİLİK VE MELÂMİLER isimli eserinde de Seyyid'in hayat hikâyesi verilmiştir.
Bu eserin âciz yazarı bendeniz Yusuf İnan da 1971 yılında İstanbul'da SEYYİDU’L- MELÂMİ MUHAMMED NÛR'UL ARABÎ (Hayâtı - şahsiyeti - eserleri) isimli kitabımızı yayınlamıştık.. Bundan başka MELÂMET isimli eserimizin önsözünde de Seyyid'in hayâtı ve özelliği hakkında bilgi verilmiştir. (13)

Seyyid Muhammed Nûr, Hicri 1228, mîladi: 1813 yılında Mısır'da Mahallet'ul Kübra Kasabasında doğdu.
Çok küçük yaşta yetim kalmıştır.
Babası Seyyid İbrahim'ul Kutsi, 1817 yılında vefât ettiği zaman Muhammed Nûr henüz 4 yaşlarındaydı.
Seyyid Muhammed Nûr'un 4 yaşında dayılarının yanına ve orada kaldığı bilinmektedir.
Bu âile muhitinde aldığı ilk terbiye tasavvufla ilgiliydi ve çevresinde ilk duyduğu sözler tevhid ve tasavvuftu.
Zirâ dayıları tasavvuf ehli kimselerdi ve evlerinde dâima tevhid sohbetleri yapılırdı.
Seyyid yedi yaşına girince ilk kitabı tedrîsata başlamak üzere CÂMİ'ul EZHER'e gönderildi. Hicri 1235 ( mîladi: 1819/1820) yıllarında geldiği Câmi'ul Ezher, onun yetiştiği ve dokuz yıl öğrencilik yaptığı önemli bir aşamadır.

1235 den 1244 yılına kadar Seyyid Cami'ul Ezher talebesidir.
Cami'ul Ezher'de hocası ŞEYH HASAN'ul KUVEYŞNİ'dir.
Bu büyük insan, öğrencisindeki istidadı keşfetmiş, onun çok önemli bir varlık olduğunu sezmiş ve öğrencisinin yetişmesinde özel bir gayret ve ilgi göstermiştir. Hiç fedâkârlıktan kaçınmayan Hasan Efendi Hazretleri gerçekten dirâyetli bir hoca idi.
Öğrencisinin eksiklerini görmüş, onu tamamlamak ve istikbale âit meselelerine ışık tutmak için elinde gelen her şeyi yapmıştır.
Seyyid, bu büyük hocanın himâyesinde ve rehberliğinde gerekli bilgileri edindi, din ilimlerini, hadis ilimlerini orada öğrendi.
İlim ve irfan bakımından mükemmel bir genç olarak yetişti. 1244 yılında artık yetişmiş, gelişmiş, ilim ve irfan sâhibi bir genç hüviyetiyle toplum içindeki yerini almaya hazırdı.
Hocası ve şeyhi Hasan'ul Kuveyşni'nin istek ve tavsiyesi üzerine Yanyalı şeyh AHMED ile birlikte 1244 yılında MISIR'dan YANYA'ya gitti.

Seyyid Muhammed Nûr, Yanya'da dokuz ay kaldı ve burada Nakşibendi şeyhi YUSUF Efendi ile halvet oldu.
Şeyh Yusuf'un ilim ve irfanı onu etkiledi.
Şeyh'e Mürid oldu; Bu biat ile Seyyid, Nakşibendi târikatına intisap etmiş oluyordu.

Seyyid, Şeyh Yusuf'dan târikat erkânı ve tevhid ilimlerini öğrenirken diğer yandan şeyhin damâdı TALAT Efendi'den de ilim ve hadis ve müsbet bilgilerle ilgili ilimleri tedris etmekteydi. Böylece Seyyid hem mânevi, hem dînî, hem de ilmî konularda yetişme ve gelişme imkânlarını bulmuş oldu.
Yanya'da dokuz ay içinde Nakşibendî târikatını hatmeden ve mânevî mertebeleri alarak kemâl bulan Seyyid Muhammed Nûr, şeyhi Yusuf Efendi2nin tâlimatı ile tekrar yollara düştü ve MEKKE'ye gitti.

Mekke'de karşılaştığı, intisab ettiği ve sohbetlerinde bulunduğu şeyhler, sofiyu ve dostları Seyyid üzerinde çok derin tesirler icra etti.
Şahsiyeti gelişmiş, mânâ sırlarına vâkıf olmuştu ve artık ilk hocasının yanına dönmesi gerekiyordu.
Mekke'den ayrıldı. Mısır'a hocası Hasan-ul Kuveyşni'nin makâmına vâsıl oldu.
Bu gelişmelerin mânevî yönüne baktığımız zaman Seyyid'in büyük bir aşama içinde olduğu anlaşılır.
Çünkü bu devre içinde Seyyid mânâ âleminde HAZRETİ RASÛLULLAH ile buluşmuştur.
Hazreti Rasûlullah'ın huzûrunda CENÂBI RİSÂLET'in kutsal dizlerini öpmüş ve mânevî mertebeler ihraz etmiştir.
Bilâhare Câmi'ul Ezher'e giren Seyyid, burada şeyh HASAN'ın iltifatlarına nâil olmuştur. Seyyid Muhammed Nûr'ul Arabî Hazretleri bu olayı şöyle anlatır:

“Baktım ki bir zat makâmı Ali mahallinde. Fakire ilham oldu ki bu HABÎBULLAH'dır. Korktum ve huzûruna gittim. Dizini öptüm. bana duâ eyledi ve arkamı mesh etti.. Ba'dehu (GİT) dedi. Câmi'i tarafından olan kapıdan câmi'e nazar eyledim; makâmı kebir hâli. Aslâ insan yok, geri döndüm. Mihrap'ta HAZRETİ RİSÂLET'i bulamadım. Yine sokak tarafından olan kapıdan serian çıktım. Makâma döndüm. Nas dolu. Kezâlik Câmi' nas dolu. “

Seyyid Hazretlerinin anlattığı bu teceliyi Şeyhi Hasan Efendi hissetmiştir.
Talebesi Muhammed Nûr'ul Arabî'ye kavuşunca, O'na:

“Sende ilmi vehbi inkişâf etmiştir. HAKK sırlarına âgâh oldun, Makâm-ı Mahmûd'a vardın, Rum İli’ne azîmet eyle, irşad ile görevlisin! “ diyecektir.

Görülüyor ki 1244 / 1245 yılları Seyyid Hazretlerinin mânevî ve maddî yücelişini süsleyen ve onu yüksek hallere eriştiren bir devirdir.
HAKK sırlarına erişmesi mümkün olmuş, ezelde takdir olunan tecellî etmiş, istidâdın iktisabı bu devrede aydın bir şekilde şuurlanmıştır.
Nitekim Mısır'a gelen Seyyid aynı yıl irşad görevi ile tekrar seyahate çıkacaktır.
Zirâ şeyh Hasan'dan yeni bir mânevî emir almış bulunmaktadır.

1245 ( 1829/1830) yılı sonlarında Seyyid Muhammed, şeyhinin emrini yerine getirmek üzere İskenderiye'den bir gemiye bindi ve Mısır'ı terketti.
İlk durak Antalya'dır.

Tıpkı Onikinci asırda Anadolu'ya gelen ve İslâm dünyasında Şeyh'ul Ekber olarak şöhret yapan büyük veli Muhyiddin İbnül Arabî gibi Seyyid Muhammed Nûr Hazretleri de aynı şekilde Anadolu'da ilâhi emri ve tasavvuf akîdelerini anlatmak, yetişmek ve yetiştirmek üzere seyahat ediyordu.

Antalya'dan itibâren köy köy, şehir şehir tüm Anadolu'yu geze geze Gelibolu'ya varan Seyyid Hazretleri irşad görevine Türk illerinde başlamış oluyordu.
Bunun sebebi vardı, Türk'ler İslâm'ın sırrı idi, Türk halkı îmanında hâlis ve samîmi, Hazreti Muhammed'e bağlılıkta en ileri idi. Türk illeri asırlardır sırrı Muhammedî'nin çiçek açtığı bahçeler hâlindeydi, İslâm velîleri ancak bu bereketli topraklarda ve bu gönlü açık ihlas sâhibi insanlar arasında mutlu olmuşlar, burada İslâm meşalesini tutuşturmağa devam etmişlerdi. İslâm'ın en büyüklerinden olan Muhiddini Arabî tâ işbiliyye (Endülüs - İspanya) dan Anadolu'ya gelmemiş miydi?

Mevlâna Hazretleri Asya'dan Konya'ya göç eden bir gönül kâfilesinden biri değil miydi?
Şemsi Tebrizi'yi Anadolu'ya iten sır bu aşk ve mânâ zenginliği olmamış mıydı?
Evet, veli ve kutup olarak doğan bu genç adam, Muhammed kokusunun burcu burcu koktuğu, İslâm inanç ve aşkının ihlas ile yaşadığı insan gönülleriyle sarmaş dolaş olacaktı, aslına gidecekti, muhtaç olduğu, tâ içinde hissettiği bu sıcak havayı bulacak, mânâ hazlarını tadan ve o mânâ içinde yaşayanların yanında olacaktı, onlara kendi sırlarını fısıldayacak, onlara Muhammed aleyhi's-selâm'ın emânetlerini tevdi edecekti.
Bu, ezel sırrı idi ve edebiyat bu anlayış ve güzellik içinde inkişâfına devam edecekti.

Seyyid Muhammed Nûr, gönlündeki tüm zenginlik ve heyecanla Anadolu'ya geçmiş, orada gelmiş-geçmiş bütün mânâ sultanlarının anılarını tekrar tekrar yaşamıştı.
Anadolu ve Rumeli'ye dağılmış Müslüman Türklere mânâ sırlarını tekrar hatırlatmak, onların dünyâsında Rasul'un sırrını paylaşmak ve ilim-irfan çerağını yakmak ne büyük bir saadetti.

Vârisi Nebî olanlara has ve onlara lâyık bir görevdi bu.
Anadolu'yu baştan başa dolaşan ve Rumeline azimet eyleyen Seyyid Hazretleri Mevlâna, Muhiddini Arabî, Hacı Bektâş-ı Veli, Hacı Bayram-ı Veli'nin îman aydınlığını tazeleyecek, Türklere geçen îman meşalesini bir daha tutuşturacak ve ondokuzuncu asırda gittikçe kalıplaşan ve kabuk bağlamaya başlayan İslâm akidesine yeni bir hareket, yeni bir ruh ve yeni bir aydınlık getirecekti.



(13) - Daha fazla bilgi için bak:

1 - MEHMET TAHİR BİN RIFAT,MENAKIB-I ŞEYH HACE MUHAMMED NÛR'ÜL ARABİ MELÂMET VE BEYANI AHVALİ MELÂMİYYE.

2 - ABDÜLBAKİ GÖLPINARLI,MELÂMİLİK VE MELÂMİLER, 1930 İstanbul.

3 - YUSUF ZİYA İNAN, Seyyid'ül Melâmi MUHAMMED NÛR'ül ARABİ - hayatı - şahsiyeti - eserleri. 1971, İstanbul.

4 - YUSUF ZİYA İNAN, İslâm ışığında yeni bir insancıl felsefe: MELÂMET, 1975, İstanbul.
Resim
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen MINA »

kulihvani yazdı:
GeÇ-mişİÇ-inMuhaMMedîTEVBEBİZ-BİRliğim-İZ..
GeL-ecekİÇ-inMuhaMMedîDUÂBİZ-BİRliğim-İZ..
ŞuANİÇ-inMuhaMMedîRIZABİZ-BİRliğim-İZ..
SoNANİÇ-inMuhaMMedîŞeHâDeTBİZ-BİRliğim-İZ..


Resim


ZEVK4071

KELÂMULLAHHerANHaYYdır!.“MuhaMMedîKELÂMET!”de
RASÛLULLAHEZeL–EBeD!..MuhaMMedîMELÂMETde!
MuhaMMedîŞUURBİL–BUL!.MuhaMMedîNUROL-YAŞA!
MuhaMMedîSÜRUR–ONUR!..MuhaMMedîSELÂMETde!..


15.03.1002:34

BuŞehâdetŞe’eN-indeKULaGereken;
ALLAHcellecelâlihuveRASÛLULLAHSALLahualeyhiveselleme;
TeslimOlupİnancındaSadakat,
İmanEdipAmelindeSamimiyyet,
TâbiOlupAhlâkındaSabırla,
İtâatedipHâllerindeSELÂMETiYAŞAmaktır..

-Müslüman
-Mü’min
-Evliyâullah
-Ehlullah…
BİLmek-BULmak-OLmakve,YAŞAmaktır,
Hakikat-ıMuhammedîyyesiniMELÂMETteveSELÂMETte!..

BİLmek-BULmak-OLmakve,YAŞAmak,SELAMetleİNŞALLAH!...

Rabbimrazıolsunn...

ALLAHÜZÜ'L-CELÂLkendisindenilimistememiziemretmiştir:

"....Ve"RABBim,benimilmimiartır!"de"(Ta-Hâ20/114)
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

Seyyid Muhammed Nûr Gelibolu'dan Selânik'e geçti.
Bir süre orada tevakkuf etti, fakat fazla kalmadı.
Bu şehir onu cezbetmiyordu. Selânik'ten SEREZ'e geçti.
Serez medresesinde kendisine müderrislik teklif edildi.
Teklifi kabul etti ve bir müddet Serez medresesinde Müderrislik ( profesörlük ) yaptı.
Fakat Serez'e yerleşmeyi düşünmüyordu.
Bir süre sonra Demirhisar, Doyran, Ustrumca ve Koçana taraflarını gezdi.
Üsküp vâlisi Hıfzı Paşa Koçana'da modern bir medrese yaptırmıştı.
Koçana'lılar kısa zamanda şöhret yayılan genç âlim Seyyid Muhammed Nûr'a, yeni medresede müderrislik teklif ettiler.
H.1249 senesinde yapılan bu teklifi Seyyid Hazretleri kabul etti.
Ve Seyyid Muhammed Nûr, Koçana'ya yerleşti.
1249 (1834) de vuku bulan bu olay bir müddet sonra Koçana'lılara büyük şeref bahşetti.
Zirâ 21 yaşındaki genç müderris Seyyid Muhammed Nûr, Koçana camiinde insan idrâkini aşan yüksek evsafta verdiği vaazlarda herkesi kendine hayran bırakmış, Ramazan ayında ise Kasîde-i imâliyeyi Türkçe şerh ederek okumuştur.

Şerhlerinde üstün bir başarı göstermiş, ilim, irfan ve fazîleti ÜSKÜP vâlisinin de kulağına gitmişti.
Vâli HIFZI Paşa 21 yaşındaki bu üstün vasıflı müderrisi merak edip yakından görmek ve tanımak istemiş ve kendisini ÜSKÜP'e da'vet etmişti.
Seyyid Hazretleri bu da'veti kabul ederek vâli ile görüşmek için ÜSKÜP'e geldi.
Vâli, genç bilgini da'vet ederken O'nun ilmî kişiliğini ölçmek ve şahsiyeti hakkında gereken kanaati edinmek için hiç bir tedbiri ihmal etmedi.
Üsküp ulemâsını keyfiyetten haberdar etti ve Seyyid'in da'vetine icâbet ettiğini, bilginlerinde bu meclis ve toplantıda hazır bulunmalarını istedi.

Üsküp ulemâsı (bilginleri) Vâli'nin huzurunda toplanmıştı.
Genç müderris Seyyid Muhammed Nûr içeri girince bir şaşkınlık ve hayret dalgalanması olmuşdu.

Seyyid, 21 yaşın bütün canlılığı içinde sanki yaşlandıktan ve olgunlaştıktan sonra gençleşmiş de şahsiyetini bulmuş intibaını veriyordu.
Heybetli bakışlarında zekâ ve îman, yüzünde emniyet ve nûrâniyet vardı.
Âlimler kalplerinde bir kımıldanış olduğunu hissettiler.
Seyyid, hepsine ayrı ayrı selâm verirken onların içindekini okuyor, ya da onların ilimlerine hükmediyor gibiydi.
Nitekim konuşmalar geliştikçe sonsuz bir deryâ ile karşılaştıklarını anlamakta gecikmediler. Üsküp bilginleri, hocası, müderrisi, şeyhi ve cemaati ile birlikte 21 yaşında ki bu müderrisin önünde baş eğmişlerdi.
Seyyid Muhammed Nûr'un gayb âleminden gelen bir hakîkat sırrı olduğunu kabul ve teslim etmişlerdi.

Hıfzı Paşa bu ilim meclisinde Seyyidi yakından tanıdı, ilim ve irfan sâhibi olduğunu gördüğü bu hârika insana hem sevgi, hem de hayranlık duydu.
O'nun her şeyi bildiğine, maddî ve manevî ilimlere sâhib olduğuna ve her şeyden haberdar bulunduğuna inandı.

Gayb bile bu gencin avuçları içindeydi sanki.
Öyle bir his geldi ki, Seyyid Muhammed Nûr, ezel ve ebed sırrına sâhibtir ve gördükleri arasında Vârisi Nebî olacak tek insandır.
Bu inanç ve hayranlık içinde Seyyid'e bağlanan vâli Hıfzı Paşa çocuklarının eğitimini de O'na tevdi ve teslim etti.

Hıfzı Paşa'nın hanımı çocuklarının Seyyid'in eğitimine ve terbiyesine tevdi edilmesine ses çıkarmadı.
Fakat müderris Seyyid Hazretlerinin Üsküp'de kalmasını şart koştu.
Nûru'l-Arabî Hazretleri bu teklifi kabul edemiyeceklerini, Üsküp'de oturmak istemediklerini beyan ettiler.
Çocukları Koçana'ya göndermelerini istediler.
Paşanın hanımı çocukları Koçana'ya göndermeye râzı olmayınca Paşa başka bir teklif yaptı.

Seyyid Hazretlerinin teklifini kabul etmelerini ricâ ettiler.
Hıfzı Paşa'nın müşkül durumda kalmaması ve onu kırmamak için bu yeni teklife evet diyen Seyyid Hazretleri, böylece senenin altı ayında Koçana, altı ayında da Üsküp'te ikâmet etmeye râzı oldu.

1255 tarihinden 1259 tarihine kadar 4 yıl Üsküp ve Koçana'da ikâmet eden Seyyid Hazretleri kısa zamanda geniş bir muhit edindi.
Mürşid ve müderris olarak pek çok talebe yetiştirdi.
Paşanın çocukları, Paşanın bizzat kendisi ve o civârın bir çok tanınmış bilgin ve hocası O'na biat etti.
O'nun öğrencisi olmayı şeref telakkî ettiler.

Bu devre içinde (Hicri: 1255 - 1259) Seyyid Muhammed Nûru'l-Arabî Melâmiliğin FENÂ MERTEBELERİ'ni tedris ediyorlardı.

Bu mertebeler:
Tevhid-i Ef'al,
Tevhid-i Sıfat ve
Tevhid-i Zât mertebeleridir.

Bir yandan melâmilik yolunda gençleri yetiştirirken diğer yönden tasavvufu âdeta tevhid edici bir merkez hâline getiriyordu.
Çeşitli târikatları nefsinde toplayan Seyyid Hazretlerine KAZANLI ABDÜLHALİK Efendi nakşibendiye târikatına âit sırları da tevdi ve emânet etmiştir.

Rumelinde şöhreti yayılan ve târikat pirleri tarafından kendisine şeyhlik ve pirlik tevcih edilen Seyyid Muhammed Nûru'l-Arabî, bunca tesir ve şöhrete rağmen rahatsızdı, içinde büyük bir mânevî susuzluk, mânevî bir açlık vardı.

İçindeki bu coşkunluğu dindirmek, bu susuzluğu gidermek için dâima daha büyük bir üstad arıyor ve gönlü O'nu Mekke'ye çekiyordu.
Bir gün müridlerinden NEBİ Efendi'ye içini açan Seyyid Hazretleri şöyle buyurdular:

“Bize bu ilmi zâhir kifaye etmez. Mekke ve Beyt'i şerif, Mürşidi Kâmil'den hâli değildir. Kendimize bir mürşidi Kâmil arayıp bulmamıza fırsattır”

Seyyid Muhammed Nûr, bu sebeple Hacc'a niyet ettiler.
Müridleri haberdar edildi. 470 kişi Seyyid ile birlikte Hacc fârizasını yerine getirmek üzere Mekke'ye hareket etti.

Seyyid Muhammed Nûr ve Dervişleri 14. Şaban. 1259 târihinde Mekke'ye vardılar.
Seyyid Muhammed Nûr Hazretleri aynı gün Mekke'de DERVİŞ MEHMET'e mülâki oldu: (9. Eylül. 1843 - 14. Şaban. 1259 pazar günü.)

Derviş Mehmed'in zamânın kutuplarından olduğu ve Hazreti Nûr'un gayb'dan aldığı bir emirle Mekke'ye geldiği ve Ondan manevî sırlar aldığı anlaşılıyor. 9/Eylül/1843 tarihi bu bakımdan Seyyid için çok önemli bir gündür.

Derviş Mehmet, Seyyid'le karşılaştıktan sonra hemen onunla halvet olur.
Derviş Mehmed'in emri ve tâlimatıyle erbain çıkaran Seyyid Hazretlerine bizzat Rasuli Ekrem sallallâhu aleyhi ve sellem tarafından Bekâ Mertebeleri târif edilir.

BEKÂ MERTEBELERİ:
Cem,
Hazretu’l- Cem,
Cemiu’l- Cem'dir.

Bu hacc farîzası yerine geldikten sonra Seyyid Hazretleri, Trabzon'lu şeyh Mustafa Efendi ile görüşür, Mustafa Efendi Seyyid Hazretlerine Nakşibendi icâzeti verir.
Trabzon'lu Mustafa Efendi ile birlikte Medine'i Münevvere’yi ziyâret ederler.

1843 yılı haccından dönüş Medine - Mısır yolu üzerindendir.
Ve bu dönüş sırasında YENBU denen mıntıkada Seyyid Muhammed Nûr Hazretlerine mânen (AHADİYYETU’L- CEM’) makâmı telkin ve tebşir edilir.
Böylece Melâmilikte temel mertebeler tekemmül etmiş ve Seyyid Hazretleri ÜÇÜNCÜ DEVRE MELÂMİLİĞİN PİRİ VE KURUCUSU olmuştur.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

kulihvani yazdı: ZEVK 616

Aldın mı Aşk Abdestini, gamlı gönlünü yudun mu?
İki attan in bilelim, uyandın mı-uyudun mu?
Demir leblebi “Melâmet” Sırat sırtında İhvâni
Tekemmülün tepesinde, korkun mu çok umudun mu?...


19.01.1990 11:042 dr.

Melâmet : kelime anlamını sözlüklerde ararsan Kınanmışlık. İtab ve serzenişlik. Rezillik ve rüsvaylık. Ancak, Muhammedî tasavvufta eşyanın haikatı sırrına ulaşımın verdiği sonsuz iman ve güven sonucu halkın onu pervasız görüp horlamasıdır. Hiçliği anlayışın verdiği Muhammedi teslimiyyet ve istikametteki sadakat ve cidiiyet.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »



SeyyidHazretleriHaccfârizasıiçinMekke'deikenÜsküpvâlisibulunanHıfzıPaşavâliliktenalınmışyerineSERVİLİSELİMPAŞAdiyebilinenSelimPaşaVâliolmuştu.
Hac'dandönenSeyyidHazretleriyenivâliiletanıştıvekısazamandaO'nudatesirialtınaaldı.BirsüresonraSelimPaşa,Seyyid'inmüridleriarasınagirmişbulunuyordu.

SelimPaşa,ÜsküpvâliliğidevâmıncaSeyyid'ehizmetetti.
FakatbirmüddetsonraSelimPaşa,İstanbul'aHassamüşiriolaraktâyinedildi.
PekçoksevdiğimürşidivehocasıSeyyid'denayrılmakistemeyenSelimPaşa,Seyyid'inemrineuyarakyenigörevikabulveİstanbul'ahareketetti.
NevarkimürşidiO'naİstanbul'ageleceğinivâdetmişti.
BuvâdiunutmayanSelimPaşaİstanbul'dagörevebaşladıktansonraŞeyhinihemenda'vetetti.

SeyyidMuhammedNûr(ks),mûridininda'vetinikabulederek1266hicriyılında,Milâdi1849târihindeİstanbul'ateşrifederekaltıaymisâfirkaldı.
İstanbul'abuilkseyahatindeHazretiNûrpekçokİstanbulluulemâiletanıştı.

Konaklardatertipedilensohbetlerekatıldı,tekkelerigezdi,birçokşeyhveâlimledostluketti.O'nunlakonuşanherkesilminiteslimediyor,O'nunlatanışanherinsan,şeyholsundervişolsun,hocaolsun,herkesO'nabiatetmekistiyordu.

Altıaysüreileİstanbul'dapekçokzevatO'nunmanevîfeyzinialdı,pekçokgençilimveirfanilebezendiO'nunhuzûrunda.
Tesiriveşöhretiİstanbul'dayayılmıştı.
TevâzuiççindeyaşamayısevenSeyyidHazretleribualâyişvegösterişlerdenrahatsızoldu.
Paşanınısrârınarağmenmisâfirliğiniuzatmakistemediaynıyıliçindeİstanbul'danÜsküp'edöndü.

SeyyidMuhammedNûrHazretleri,1850senesinekadarmelâmet'iaçıkçaîlanetmiyor,tevhidakîdesiniNakşibendîusûlüüzeretedrisediyordu.
İstanbul'danÜsküp'edönüncebirsüresonraÜsküp'tenayrılmakzorundakaldı.
ZirâosıradavilâyetmerkeziÜsküp'tenPİZREN'ealınmıştı.
SeyyidHazretleride1850(Hicri:1267)yılındaÜsküp'tenPizren'enaklimekânetti.

MuhammedNûru'l-ArabîHazretleri15.Rebiulâhir1267cumagecesiTevhidakîdesinimelâmetsülûkuüzerindenneşremezuniyetaldıveertesigünüyâni16.Rebiülahîr1267-18.Şubat.1850cumartesigünüAlayİmamıHamid,TaburİmamıAliileTaburKâtibiveüçyüzbaşıyıteveccühealarakonlaraTEVHİDAKÎDESİnitâlimetti.
BubiatlerdenüçgünsonraİskodraulemâsındanŞabanEfendidemüridleriarasınakatılıyordu.(21.Şubat.1850)

1850yılınakadarçeşitlitârikatlaradınaveotârikaterkânıüzerindedersverenveşeyhlikyapanSeyyidHazretleributârihtenitibârenartıkMELÂMİlikadıyleanılanTASAVVUFVETEVHİDNEŞ’ESİNİTELKİNVETEDRİSetmeyebaşlamıştır.

Pizren'deikiyılkalanSeyyidMuhammedNûr(ks),1269(Miladi:1852)de,Üsküp'edöndü.AynıyılMüşirÇerkezİsmailPaşakendisinebiatettivePaşa'nında'vetiyleManastır'agidenSeyyid,burada,üçaysüreile,subaylara“VâridatŞerhi”niokuttu.

Seyyidartıkbirtârikatşeyhideğil,insanlığıhedefalanveinsanhaysiyetiniherşeyinüstüneçıkaran,ilim,ahlâkveirfaniletezyinedilmişbirinancıntemsilcisi,yayıcısı,HazretiMuhammed'iterennümedenveonadönüşüsavunanbirtevhidsembolüdür.
Buhüviyetiyleo,asrınınreformatörüdür,bukişiliğiileo,mânâvemaddenin,ilimveîmanıntektemsilcisidir.

OnuniçindirkizamanınmünevverleriO'nabakmaktaveO'damünevverleredönükbirmürşidolarakinsanlığamutlubiryârınımüjdelemektedir.
SeyyidHazretleribusebeple,Manastırdaaskeriöğrencilerevesubaylarahitabetmeyi,onlarabirşeyöğretmeyikendinevazîfebilmektevevâridatşerhiniokutmaktadır.

SeyyidOKUmayıİslâm'ıntemelprensibikabulediyor,ALLAH'ınPeygamberinedeilkemrioku'dur.
Okumak,bilmekveihlaslıolmakİslâm'ınveîmânınşartıdır.
ButemelprensiptenhareketedenSeyyidHazretleri,müslümanlararasındakardeşlikvesevgininasılolduğunusavunuyor,yardımlaşmanınlüzûmuüzerindeduruyor,herkesiveherşeyihoşgörürkenbizemükemmelintârifiniyapıyordu.
O'nunbuinsanlığadönükhüviyetidirkipekçokkişiyitedirginetti.
Heleo'nunmünevvergençleredikkatetmesi,kurtuluşukültürveirfandagörmesiyobazlarıninfialine,taassubunkendisinekarşıteşkilatlanmasınasebepoldu.
OkadarkiSeyyid'inilimveirfansâhibigençlere,subaylara,münevverlerekarşıbuyakınilgisiyobazlartarafındanhemenistismaredildi.
KalabalıkbirmutaassıbveyobazgurubuaralarındatoplanarakPâdişahAbdülaziz'ejurnal'dabulunmakararınıaldılar.

Yobazlarınşikâyetmazbatası1285(Miladi:1868)yılındahazırlanıpPâdişahAbdülaziz'egönderildi.
Hükümdar,şikâyetintelkininivekarârabağlanmasınışeyhu'lİslâm'ahavâleetti.

TahkikataçıldıktansonraZaptiyeMüşiriHüsnüPaşamüdâhaleetmekihtiyacınıduymuş,tahkîkatıdurdururkenSeyyidHazretlerinebirmektupyazmışvekendilerininİstanbul'agelmesiniricâetmişlerdi.
BuşekildeSeyyid'inŞeyhu'lİslâmilegörüşmesisağlanıyorveyobazlarınşikâyetininyersizliğigösterilmekisteniyordu.
HüsnüPaşamüdâhaledebulunaraktahkîkatıdurdurmaklakalmıyor,Seyyid'inkudretinidesarayavediyâneteempozeetmekistiyordu.

SeyyidMuhammedNûr(ks),HüsnüPaşa'nınnağmesinialdıktansonradurumukavramaktagüçlükçekmedi.
DamâdıAbdurrahimFedâiHazretlerinideyanınaalarakhemenİstanbul'ahareketetmişlerdi.
HüsnüPaşavediğerricalkendisinita'zimvemerâsimlekarşıladılar.
SeyyidHazretleribudefâdaİstanbul'daaltıaykaldı.
Şeyhu'lİslâmiledegörüştü.

Çeşitliilmîsohbetlere,mânevîmeclislereiştiraketti.
Tekkevecâmilerdeyapılantoplantılardavaazlarverdi.
Devrinbilginlerini,şeyhlerinihocalarınıvemüminhalkıkendinehayranbıraktı.
Seyyid'itanıyanİstanbululemâsıvedevletricâli,Rumelindekimutaassıbyobazlarınşikâyetinihaksızveiftirâolarakkabulettiler.
SeyyidbugenişilimveirfanmuhitindegerekenetkiyiyaptıktanveherkesiiknâettiktensonratekrarÜsküp'edöndü.

1868yılındavukûbulanbuikinciİstanbulseyahatidealtıaysürmüştü.
Nevarkiİstanbulseyahatlerindeyenidostlar,yeniyenimüridleredinenSeyyidHazretlerisıksıkİstanbul'ada'vetmektuplarıalmayabaşladı.
BilhassaBosnavâlisiOsmanPaşailemüşirHüsnüPaşa'nınısrarlıda'vetlerinekarşıkoyamadı,1869yılısonlarındaüçüncüdefaİstanbul'agitmeyemecburkaldı.

Buüçüncüİstanbulseyahatibeşaysürdü.
SeyyidHazretleriyineİstanbulilimveirfanmeclislerininbaştâcıomuş,herkestenhürmetgörmüş,İstanbul'dayaşayanvelilerondanfeyzalmış,âlimlerO'nunsohbetlerindehuzurbulmuşlardı.
HergelişindeolduğugibibuseferdegenişbirmünevvergurubuSeyyid'ebiatetmişbulunuyordu.

HazretiNûr,1869tarihindegeldiğiİstanbul'dan1870baharındaayrıldı.
İstanbul'danÜsküp'edönerekirşadgörevinedevametti.
ÜsküpveManastırhavâlisindekimünevverlerüzerindeduranSeyyidHazretleriirşadvazifesinedevamediyor,İlmineveirfânınahayranolangençlerindavetinikabulediyoronlarımaddîvemanevîyöndenyetiştirmeyeçalışıyordu.

O'nunçevresindetoplananmünevverleryenibirruhveanlayışkazanarakhayâtayepyenibirinançvegüçleatılıyorlardı.
OkadarkiyirminciasrınbaşlarındaçeşitliimkânsızlıklarvezorluklarlakarşılaşacakolanTürkSubayvemünevverleriManastırveçevresindenaldıklarıbuyeniruhileyenmesinibileceklerveTürkİstiklâlmücâdelesinigerçekleştireceklerdi.

1287(Miladi:1870)tarihindeManastır'daRuznâmeciHÜSNÜbey'insünnetdüğününegiderkenbirkaçgünTikveş'temisâfirkalındı.
Tikveş'tekibumisâfirlikSeyyidMuhammedNûru'lArabîiçinçokbüyükbirönemtaşır.
SeyyidTikveş'tebulunduğugünlerbüyükbirmânevîmertebeyeerişmişve24.Eylül.1870(Hicri:27Cemaziyelâhir.1287)tarihindeKUTBİYYETMakâmıverilmişveogünGAVSİYYETİtebliğveîlanedilmiştir.

ManevîâleminsâhibliğivekutbiyyettecellîsiSeyyid'inhayâtındabüyükdeğişiklikyaptı.
OânakadarkenardasessizkalmayıtercihedenSeyyidHazretleriiçinartıkönegeçmekvemânevîfutûhatıtamamlamakfarz-ıaynolmuştu.
Hicrî1288(Miladi:1871)yılındayanınaŞerîfEfendiyialarakŞeyhu'lİslâmMirMuhtarAhmedEfendi'ninmisâfirisıfatıylaİstanbul'adördüncüseyahatiniyaptı.

Buseyahatindeİstanbul'daHARÎRİZÂDE'ninBOYACIKÖYÜ'ndekiyalısındamisâfirkalanSeyyidMuhammedNur,buradaİstanbul'unbütünvelîlerininbiatınıalıyor,mânâveilimsultanları,devrinârifleriO'nunnurluvarlığınınetrâfındapervânegibidönüyor,heruyanıkkalpO'ndanbirilâhilem'âalmakiçinçırpınıyordu.

1871senesindevukûbulanbudördüncüİstanbulseyahatidenilebilirkiÜÇÜNCÜDEVREMELÂMİLİĞİNZAFERYOLCULUĞUolmuştur.

SeyyidHazretleribuseyahatindebütünşeyhvebilginlerimelâmiolmayada'vetetmişvehepsindenbiatalmıştır.

Mürefte'liHocaAbdullahHulûsiEfendi,EvkafmüfettişiHacıTevfikEfendi,MısırmollasıKâmilEfendi,MevlevîhânekapusuTarsusRıfâişeyhiAhmedSâfiEfendigibizevatmelâmiliğikabuledenbilginlerkâfilesiarasındaidi.

1871yılınınbirkaçay'ıİstanbul'dageçti.SeyyidMuhammedNur(ks),ancakyılsonundaİstanbul'danayrılabildi.
FakatÜsküp'edönmekleberâberİstanbulileirtibatkesilmedikibudevredeHazretinçeşitlikerâmetlerineşâhitolmaktayız.
Meselâmânenda'vetettiğibâzıkimselerinÜsküp'egelişleri,onlarıkarşılamayaadamgöndermesigibiolaylarsıksıktekerrüreder.

SeyyidHazretleriısrarlaİstanbul'danda'vetleralır.
Nihâyet1873yılındaİstanbul'abeşincidefâseyahatetmekimkânıdoğar.
HazretiNur,buseyahatindedeİstanbul'dabeşaykalır.
İstanbul'daMelâmetneşesiyayılmış,onunarzuladığışekildemünevverleringönülçerağlarıyanmış,irfanveilimâhengikurulmuştu.
SeyyidMuhammedNur(ks),Üsküp'edönünceçokmemnunvemutluidi.
İstanbulyolculuğununsonuçlarısohbetkonusuoluyor,ihvandahuzurlubulunuyordu.

YinebudevrelerdeHazretiNur'undeğerlibâzıhalifeleriniİstanbul'agörevligönderdiğibilinmektedir.
Üsküp'deikâmetedenSeyyid'inhuzûrunagelendostlarıO'nuUsturumca'yada'vetediyorlardı.

SeyyidHazretlerionlarıkırmadıveihvânınisteğinetâbiolarakÜsküp'tenUsturumca'yanaklimekânetti.
BöyleceHicri1291(miladi:1874)târihindensonraUsturumca'daoturdu.
SeyyidHazretlerimelâmiliğinyayılmasıiçintelkinvevaazlarınadevamediyordu.

Dünyâ'nındörtbucağınadağılanhalifeleriO'nunfikirlerini,inançlarınıveirfânınıyayıyor,kendileridemânevîirtibathâlindebudostlarkâfilesinehimmetediyorlardı.
Senelerilerledikçeihvandaçoğaldı.

1879yılında(Hicri:1297)imparatorluksınırlarıiçindekibütünihvanlaraSeyyidHazretlerininHacc'akararverdiğibildirildi.
Kendileride110seçkinihvanıileUsturumca'danhareketettiler.
Hacfârizasındabütünihvânıbirarayagetirmekmümkünoldu,ülkeninçeşitlibölgelerindekimelâmilertanışmakvesohbetetmekimkânınıdabulmuşoluyorlardı.

Buhacc'ındaSeyyidHazretlerisessizceâlemibekâ'yahazırlıkyapıyordu.
Fakatbunuçokazkimseanlayabildi.
ZirâbuHaccdönüşündeülkedekargaşalıklarçıkmışveArnavutluk'taihtilalpatlakvermişti.SeyyidMuhammedNurHazretleribütünihvânınaverdiğitâlimatta:

Siyâsettenuzakkalmalarını,kargaşalıklarakarışmamalarınıemrederekmesleğinmanevîdeğeriniveihvânınıkorumuşoldu.

1879ihtilâlindegösterdiğibasîretlitutumvemelâmilerinçevredekitelkiniileolaylarfazlatahrîbatyapmadanduruldu.

SeyyidHazretleribukarışıklıkgünlerindeRumeli'denayrılmadılar.
Ancak1302de(miladi:1884)târihindetekrarHacc'aniyetettilerve130ihvânıileMekke'yehareketettiler.

BuHaccfârizasıSeyyidHazretlerivedâmâdıAbdurrahimFedâiHazretleriiçinbirnevivedâhacc'ıidi.

NitekimbiryılsürenbuHaccyolculuğundaHazretiNûru'lArabî,birçokziyâretleryapmış,ihvânıileuzunsüreberâbersohbetlerdebulunmuşveçeşitliülkelerdengelenmûridleriniuzunsürebirliktedolaştırmış,onlarasonilâhîemirvenehiyleriîzahettiğigibimelâmetneşesinintedrisvetemâdisiiçingerekliderslerinivermiştir.

BiryılsürenbuhacHyolculuğundanÜsküp'eavdetederkenAbdurrahimFedâiHazretleriSüveyşkanalındavapurdavefâtettiler.(Hicri:1303:Miladi:1885).

Usturumca'yadönenSeyyidHazretleri1885yılındansonraartıkRumeli'denayrılmadı.
Yalnızlığınıseviyor,ihvânındanayrılıncadâimasecdedeibâdetiylemeşguloluyordu.

Fânihâyâtınınsonaermekteolduğugünlerdeihvânınaörneklerveriyor,İslâmdînindeilimveirfanınyerinigösterirkenHazretiPeygamber'inŞERİATınabağlılığınlüzûmunutekrartekrarhatırlatıyordu.

NitekimbirgüngözlerindenrahatsızdırSeyyidHazretleri...
DoktorgetirilirveSeyyidmuâyeneedilir.
Doktoruntavsiyesişudur:“Gözsargısıçıkarılmadıkçaeğilmekyasak”.

Doktorgittiktensonraikindinamazısaatigelir.
SeyyidHazretlerioğlunaezanokumasınıvekâmetgetirmesinisöyler.
Birazsonradaimâmetmakâmınageçerekikindinamazıfarzınıkıldırır.
OğluŞerîfEfendibuhâligörünceiçinden:

“Babamaneoldu?Doktoreğilmesiniyasaketti.Böylehareketetmesidoğrumu?”

gibibirtülûatolurammabunuedebenaçıklayamaz.
Fakatmümimlerinkalbindenkalbeyolvardır.
MânâsırlarısâhibiSeyyid,buiçgeçirmeyihissederveduyar.

NamazbitinceselâmınıverirvebaşınıgeriyeçevirerekoğluŞerîfEfendi'yeşöylebuyurur:

“ŞERÎFEFENDİ,ŞERİFEFENDİ,BİZBİRREKATNAMAZİÇİNBİNGÖZFEDÂEDERİZ.SENİNSARGINVEİLACINDOKTORAKALSIN!”

Eliylegözündekisargıyıçıkarıpatar.
Tabiikigöz'dehiçbirağrıkalmamıştır.
BuhareketiileSeyyidHazretlerihemkerâmetgösteriyor,hemdenamazaönemverilmesinişartkoşuyor,öğrencilerineilâhîemretebâiyetindeliliniveriyordu.

1887kışıbitmişti.Martay'ıgelmişti.
ArtıkilimveirfangüneşiÜsküp'tenİstanbul'a,İstanbul'danMekke'yekadartümülkeyiaydınlatmış,üstadlaryetiştirmişti.
SeyyidMuhammedNûru'lArabî,derinbirhuzuriçindeydi.
VazîfesiniyapmışolmanınrahatlığıO'nudahadagüzelleştiriyordu.
11Mart1887Pazargünüdergah'tafevkalâdebirdurumyaşandı.
Seyyid,bütünihvânınıbiraradagörmekistiyordu.
OnlarlabirlikteALLAH'ınadınıtekrarlamak,RasûluEkramSallallâhualeyhivesellem'isaygıileanmak,onlarabuhayâtıngeçiciolduğunubirdahahatırlatmakkarârındaydı.

Seyyid'inarzusuyerinegeldi.
Civardanihvanlarçağırıldı.
OpazarUsturumca'dafevkalâdebirhavavardı.
SeyyidMısır'dadoğmuştuammahayâtıhepTürklerarasındageçmişti.
Türkçekonuşmuş,Türkçeyazmıştı;Dâmâdı,torunları,evlatları,öğrencilerihepTürk'tü.

Hepsineayrıayrıbaktı,hepsininhatırınısordu.
Onlarainsansevgisiningerçekibâdetolduğunu,dîninemirleriniyerinegetirirkenonunmânâsınıanlamalarıgerektiğini,taassubveriyâ'dankaçınmalarını,haramaelsürmemelerini,helalrızıkyemelerini,yalansöylemeninbüyükgünaholduğunu,ihlassâhibiolmalarını,taassub'uninsanınîmânınıkörleştireceğini,varolanherşeyinvaredendendolayısaygıyadeğerolduğunuhatırlattıvesonra:

“FÂİLHAKK'tır”

dedi.

“BütünvarlıkO'nundur:HerşeyO'ndangelirveO'nadöner!”

hakîkatiüzerindeaçıklamalardabulundu.
Vesonrabuezelîveebedîoluşungerçekaydınlığınıseyrederektatlıtatlıtebessümetti.Yakınlarına,artıkvedâânınıngeldiğinifısıldadı,ağlamanınİslâm'dayasakolduğunu,mâtemtutulmamasınıtenbihlediktensonraihvânınagidişvegelişinizâfibulunduğunutekrarhatırlattı.

Herkessusuyor,kimsebirşeysöyliyemiyordu.Vakitgelmişti.
O'nunnurluyüzübusûretâlemindençekilecekti.
Bunakarşıkonamazdıammaoradabulunanlariçlerinden:

“AH,OBİRAZDAHAKALSA!”

diyegeçiriyorlardı.

SeyyidHazretlerihepsiylehelallaştı.
Birkısmıevlerinedöndü,birkısmıdaemiralmakçinbekledi.
Ogecesabaholmuştu,fakatihvaniçteniçeağlıyordu.
SeyyidHazretleripazartesigünüsonemirleriniverdiler,songörevleryerinegetirildiveartıkebedîyolculuğahazırlıktamamdı.
Nitekimogece1305senesicemaziyelâhir'in29.ncugecesi,miladi:12Mart1887târihindesaatikidevefâtetti.

PeygamberlerinkendiodalarındadefnedildiklerigibiSEYYİDMUHAMMEDNÛRU'LARABİYYU’L-MELÂMİdeUSTURUMCAdavefâtettiğiodasındadefnedildi.(14)


Resim

(13)-Dahafazlabilgiiçinbak:

1-MehmetTahirBinRıfat,Menâkıb-IŞeyhHaceMuhammedNûru'’l-ArabîMelâmetVeBeyânıAhvâliMelâmiyye.
2-AbdülbakiGölpınarlı,MelâmilikVeMelâmiler,1930İstanbul.
3-YusufZiyaİnan,Seyyidu'lMelâmiMuhammedNûru'lArabî-Hayâtı-Şahsiyeti-Eserleri.1971,İstanbul.
4-YusufZiyaİnan,İslâmIşığındaYeniBirİnsancılFelsefe:Melâmet,1975,İstanbul.

(14)-YusufZiyaİnan,Seyyidu'lMelâmiMuhammedNûru'lArabî(hayatı-şahsiyeti-eserleri:1813-1887)1971,İstanbul.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

- III -

SEYYİD HÂCE MUHAMMED
NÛR'ÜL ARABÎ'NİN ŞECERESİ


1 - SEYYİD MUHAMMED NURU'L-ARABİ'NİN SOY ŞECERESİ.

Seyyid Muhammed Nur, soy itibarıyla Seyyidlerdendir ve ve on yedinci batında Peygamber aleyhisselam HAZRETİ MUHAMMED (S.A.V.)'in torunu olmaktadır.
Babası yönünden HAZRETİ ALİ KEREMALLAHÜ VECHE'NİN OĞLU KERBELÂ ŞEHİDİ KUTSAL HÜSEYİN'e dayanır.
Babası KUDÜS civarında bir zaviyesi bulunan Kudüs'lü Şeyh Seyyid İbrahim'dir.
Seyyid İbrahim, devrinin pek meşhur velisi ve şeyhi BEDRİ VELİ'nin oğludur.

Seyyid Muhammed Nur'ül Arabî'nin AİLE ŞECERESİ şöyledir:

HAZRETİ MUHAMMED (s.a.v.)
Hazreti Ali bin Ebi Talip (k.s.)
İmam Hüseyin bin Ali (r.a.)
İmam Zeynel Abidin (k.s.)
Seyyid Zeyd (k.s.)
Seyyid Hasan'ül Arizül Ekber (k.s.)
Seyyid Ali (k.s.)
Seyyid Zeyd (k.s.)
Seyyid Muhammed (k.s.)
Seyyid Salim (k.s.)
Seyyid Mutahhar (k.s.)
Seyyid Yakub (k.s.)
Seyyid Bedr (k.s.)
Seyyid Yusuf (k.s.)
Seyyid Muhammed (k.s.)
Seyyid Bedr'ül Veli (k.s.)
Seyyid İbrahim'ül Kudsi (k.s.)
Seyyid Muhammed Nur'ül Mısriyyül Mahalleviyyül Bedriyyül Hüseynî (k.s.)

2 - SEYYİD MUHAMMED NUR'ÜL ARABİ'NİN MANEVİ ŞECERESİ:

Seyyid hazretleri NAKŞİBENDİ tarikatından hilafet almış olduğu gibi HALVETİYYE tarikatından da hilafeti vardır.
Ayrıca EKBERİYYE TARİKATI, ÜVEYSİYYE ve KADİRİYYE TARİKAT'larından da hilafet almıştır.
Seyyid Muhammed Nur'un hilafet silsilelerini Bursalı Mehmet Tahir Efendi şöyle sıralar:

1 - Hace Hazretleri'nin TARİKAT'I ALİYYİ NAKŞİBENDİYE HİLAFET PENAHİLERİNİN SİLSİLEİ ALİYYELERİ:
(Bursa'lı Mehmet Tahir'in eserinden aynen alınmıştır.)

HAZRETİ MUHAMMED (S.A.V.)
Hz.EBUBEKİR SIDDIK (R.A.)
Hz.SALMANI FARİSİ (R.A.)
Hz.KASIM BİN MUHAMMED EBUBEKİR
Hz.BAYEZİD'İ BİSTAMİ
Hace EBUL HASAN'EL HIRKANİ
Hace EBU ALİ FARMİDİ
Hace YUSUF HEMEDANİ
Hace ABDÜLHAK GÜCDÜVANİ
Hace ARİF RİVİKERİ
Hace MAHMUT EL'NECRİL FEKATEVİ
Hace ALİ MUHAMMED BABA SİMASİ
Hace EMİR KILAL
Hace MUHAMMED BAHAEDDİN NAKŞİBENDİ
Hace ALÂEDDİN UTARİT
Hace YAKUB ÇERHİL HİSARİ
Hace ABDULLAH AHRAR ES-SEMERKANDİ
Hace MUHAMMED ZAHİD
Hace DERVİŞ MUHAMMED EMKEMEKİ
Hace HAVACEGİ SEMERKANDİ EMKEMEKİ
Hace MUHAMMED EL-BAKİ
Hace AHMET HİNDİ
Hace MASUM HİNDİ
Hace AHMET MEKKİ
Hace HABİBULLAH BUHARİ
Hace HUDA KULU
Hace MOLLA İYAZ MUHAMMED
Hace MOLLA İDRİS
Hace MOLLA NİYAZ KULU
Hace ABDU'LHALİK FERANİ
Hace MUSTAFA TRABZONİ
Hace MUHAMMED NURU'L-ARABİ.

2 - Hâce Hazretleri'nin TARİKAT'I ALİYYEİ ŞABANİYYE HİLAFETNAMELERİ SİLSİLEİ ALİYYELERİDİR:
(Bursa'lı Mehmet Tahir’in eserinden aynen alınmıştır.)

FAHRİ ALEM MUHAMMED MUSTAFA SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM
İMAM ALİ BİN EBİ TALİB
ŞEYH HASANU'L BASRİ
ŞEYH HABİBU'L ACEMİ
ŞEYH DÂVUDU ATAYİ
ŞEYH MARUFU KERHÎ
ŞEYH SIRRI SAKATÎ
ŞEYH SEYYİDU'L-TAİFEİ CÜNEYDİ BAĞDADİ
ŞEYH MÜMŞADE'L-DETVERİ
ŞEYH MUHAMMED EL-DETVERİ
ŞEYH MUHAMMED EL-BEKRİ
ŞEYH KADI VECUBE'D-DİN
ŞEYH EBUL NECİBU'L-SUHREVERDİ
ŞEYH KUDBETTİN İLÂYEHRİ
ŞEYH RUKNEDDİN NECAŞİ
ŞEYH ŞAHABETTİN TEBRİZİ
ŞEYH CEMALEDDİN ŞİRAZİ
HÂCE İBRAHİM EZ-ZAHİD EL-GEYLANİ
HÂCE AHİ MUHAMMED HALVETİ
HÂCE PİRİ ÖMER EL-HALVETİ
HÂCE MİRİM EL'HALVETİ
HÂCE SADREDDİNİ HAYYAMİ
HÂCE SEYYİD YAHYA EL'ŞİRVANİ
HÂCE MUHAMMED BAHAEDDİN
HÂCE CEMAL EL'HALVETİ
HÂCE HAYRETTİN TOKADİ
HÂCE ŞEYH ŞABANI VELİ KASTAMONİ
HÂCE ÖMER EL'FUDAİ
HÂCE İSMAİL ÇORUMİ
HÂCE MÜSLİHİ'D-DİN
HÂCE FEREMAYİN VELİ CALE'L-ETUL
HÂCE MUSTAFA DUHANİ
EL MISRÎ İLLA DURNEVİ
ABDULLAH EL-HALEVİ
HÂCE SEYYİT MUSTAFA EL-BEKRİ
ŞEYH ŞEMSEDDİN MUHAMMED EL-MUTTAKİ
ŞEYH MAHMUD EL-KERVİ
ŞEYH ABDULLAH SERFAVİ
ŞEYH MUHAMMED EBU'L-NECA
ŞEYH ALİ EL-TAVFİ
ŞEYH İBRAHİMU'L-ŞEMARIKİ
ŞEYH SEYYİD HACE MUHAMMED NURU'L-ARABİ.

3 - Seyyid MUHAMMED NURU'L-ARABİ'nin EKBERİYYE SİLSİLESİ:

HAZRETİ MUHAMMED (S.A.V.)
ALİ BİN EBİ TALİB (K.V.)
ŞEYHU'L-EKBER MUHYİ'D-DİNİ ARABÎ
ŞUEY HASAN
İSMAİLU'Z-ZUBEYDİ
EBU'L-FETH OSMANU'L-MERAĞİ
ZEKERİYE'L-ENSARİ
ABDU'L-VEHHABİ ŞA'RANİ
ALİYYU'Ş'ŞENAVİ
EBU'L-MEVÂHİB AHMED İBNİ ABDU'L-KUDDÛS
SAFİYU'D-DİN AHMEDİ'L-MEDENİ
İBRAHİM İBNİ'L HUSEYNU'L KÛDİYYU'L-MEDENİYYU'L-MELÂMİ
MUHAMMEDU'L-BUDEYRİ
MUSTAFA EL BEKRİ
MUHAMMED ŞEMSU'D-DİN
MAHMUDİ KÜRDİ
ABDULLAHI ŞARKAVİ
ALİYYU'T-TAAVFİ
MUHAMMED EBU'N-NUCEBA
İBRAHİMU'Ş-ŞEMARIKİ- SEYYİD MUHAMMED NURU'L-ARABİ.

4 - Seyyid MUHAMMED NURU'L-ARABÎ'nin UVEYSİYYE SİLSİLESİ:

HAZRETİ MUHAMMED (S.A.V.)
ALİ BİN EBİ TALİB (K.V.)
UVEYSU'L-KARANİ
MUSE'BNİ YEZİDİ RAİ
EBÛ İSHAK İBRAHİM İBNİ ETHEM
ŞAKÎKİ BELHÎ
EBU ÖMERU'L ISTAHRİ
EBU CAFERU'L-HADDAD
ŞEYH CÜNEYDİ BAĞDADİ
MİMŞADI DİNEVERİ
MUHAMMEDU'L-BEKRİ
ŞEYH VASİYYU'D-DİNU'L-KADİ
EBU'N-NECİBİ SÜHREVERDİ
ŞİHABU'D-DİNİ SÜHREVERDİ
NECİBU'D-DİN ALİYYİ ŞİRAZİ
ADBU'S-SAMEDİ ŞEBUSTERİ
MAHMUDİ İSFAHANİ
YUSUF-U ACEMİ
HASAN-I ŞEBUSTERİ
AHMEDU'Z-ZÂHİDİ
MUHAMMEDU'L-VASITİ
EBU YAHYA ZEKERİYYE'L-ENSARİ
ABDU'L-VEHHABİ ŞARANİ
NUREDDİN ALİ İBNİ ABDU'L-KUDDUS
SAFİYU'D-DİN AHMET İBN-İ MUHAMMEDU'L MEDENÎ
İBRAHİMU'L HUSEYNU'L-KÜRDİYYU'L-MEDENİYYU'L-MELÂMİ
TAHİRU'L-MEDENÎ ABDU'L-GANİYYU'L-NABLUSÎ
MUSTAFA EL-BEKRİ
MUHAMMED ŞEMSU'D-DÎNU'L-HANEFİ
MAHMUDİ KÜRDÎ –
ABDULLAH-I ŞARKAVÎ
ALİYYİ'T-TAVFİ
MUHAMMED EBU'N-NUCEBA
İBRAHİMU'Ş ŞEMARIKÎ
SEYYİD MUHAMMED NÛRU'L ARABİ.

İslâm'da Melâmiliğin Tarihi Gelişimi.
Yusuf Ziya İNAN / 1976
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

- IV –

SEYYİD MUHAMMED NURU'L ARABİYYU’L- MELÂMİ'NİN ESERLERİ.

Seyyid'in eserlerini tesbit eden Bursalı Mehmet Tahir 46 risâle ve kitap ismi vermiştir. Bunlar:

1 - Mecâlis Zehrâ Ale's-Salâti'l Kübrâ
2 - El Yâkutu'l-Hamra Ale's-selati's-Suğra
3 - Merecu'n-nüsus li şerhi nakşi'l-fusus
4 - El-Letâifu't-tahkîkat fî şerhi'l-vâridat
5 - El-envâru'l-Muhammediyye fî şerhi risâlet el-vücûd
6 - Kenzu'l-mahfi an ehli hicab
7 - Müşâhadetu'l-tevhid
8 - Risâlei fî beyânı hakîkat ve mücâzat ve kinâye
9 - Kitâbu'l-irşad fî mebdei maad
10 - Sırrı tevhid
11 - Et-temşiş alâ salâtı ibni meşîşi
12 - Burhan el-sâkin
13 - Risâletu'l-mukaddemet limetali füsûsi'l-hikem
14 - Mürşidu'l-Uşşak
15 - Şerhi'l-hakâiki eşyâ
16 - Ed-durru'n-nefis şerhi salavat ibni idris
17 - Tefsîr-i Fâtiha
18 - Kitâbi'd-devâir ve'l-eflak fî beyân tasarrufat
19 - Şerhi evrâd-ı usbuiyye
20 - Delîl-i Uşak
21 - Menbâı nur fî ruyetu'l-Rasul
22 - Şerhi gazel Hacı Bayrâm'ı Veli
23 - Ed-durretu'l seniyye fî şerhi risâleti gavsiyye
24 - Risâleti fi beyân sıfatı subûtiyye
25 - Risâleti tevhidi ilâhi
26 - Risâlei sülûku hakîkat
27 - Dâiretu'l-vücud fî beyânı makâmu'l Mahmud
28 - Risâlei fî beyânı sülûki şeriat, târikat ve hakîkat
29 - Risâlei fî beyânı kerâmâtı evliyâ
30 - Şerhi nutku Cenâb-ı Ali ve mâ halaka fi't-timsal
31 - Risâlei İsmâiliyye fî beyâni sülûku Nakşibendiyye
32 - Şerhi Ezânı Muhammedî
33 - Sırrı Ezânı Muhammedî
34 - Şerhi akâidin nesefiye
35 - Şerhi Risâlei Şeyhi Rıslani Dımışki
36 - Ecvibetu'l-lâzimeti fî meselei eş-şeytaniyye el-mezkur fi'l-Muhammediyye
37 - Beyânı makâmâtı hakîkat mâ delâile
38 - Risâlei fî keyfiyete îmânı Firavn
39 - Hâdi ul-Uşşak
40 - Tuhfetu'l-Muhammediyye
41 - Sûrei yusuf tefsiri
42 - Şerhi âyânı mümkünat
43 - Fezâili imam
44 - Tefsiri Sûrei Fetih
45 - Beyân-ı tecellî el-hak ale'l-merâtib
46 - Sırrı-ı beyân el-Hakk'dır. (15)

Bursa'lı Mehmet Tâhir Efendi'nin listesini verdiği bu eserler 46 olmakla berâber risâleleri ve konuşmaları olduğu da ayrıca işâret edilmiştir. Mehmet Tâhir bey, Seyyid Muhammed Nur'un 46 eserini söylerken Abdulbâki Gölpınarlı kitabında Seyyid'e ait 57 eserin ismini zikreder. Bu beyan melâmi üstadları arasında da kabul edilmektedir. Hasan Sabri Dölen bey'den aldığımız bilgiye ve notlara göre, Gölpınarlı'nın verdiği rakam doğrudur ve esâsen Abdulbâki Gölpınarlı bu bilgilerin çoğunu melâmi üstadlarından ve bu arada hassaten Sabri efendi'den almıştır. Örneği Melâmilik ve melâmiler kitabında klişesi bulunan Seyyid'e âit mektup Hasan Sabri bey tarafından verilmiştir.
Kemâl Künmat, Hasan Sabri Dölen,Mustafa efendi (komiser) ve diğer, melâmi ulularından aldığımız bilgiler ve kanıtlarla birlikte bizdeki külliyatı da karıştırarak ve üstad Abdulbâki Gölpınarlı'nın da eserinden yararlanmak sûretiyle fakirâne biz de bir liste tanzim ettik:

1 - Niyâzi Mısri Dîvânı'nın şerhi
2 - Esrârı Ezân-ı Muhammedî
3 - Fâtiha Sûresi'nin tefsiri
4 - Sırrı Ezânı Muhammedî
5 - İhsânu'r-rahman şerhi risâlei şeyh Rıslanı Dımışkî
6 - Şerhi evrâdı Usbuiyye
7 - İmâmı Ali'nin Nokta Risalesinin şerhi
8 - Ed-durretu's-seniyye fî şerhi Risâlet-il Gavsiyye
9 - Şerhi kasidetu'ş-şeyhu'l-Ekber
10 - Hacı Bayrâm-ı Velî'nin ( Çalabım bir şar yaratmış iki cihan arasında ) İsimli gazelinin şerhi
11 - Kitâbi'd-devâiri ve'l eflak fî beyânı tasarrufati sâhibu'l-mulki ve'l emlâk
12 - Delîlu'l-Uşşak
13 - Ed-durru'n-nefis alâ salâtı ibi İdris
14 - Dâiretu'l-vücud fî beyânı makâmu'l-Mahmud
15 - Risâlei tevhidu'l-behiyye
16 - Risâlei fî beyânı sülûki şerîat, târikat ve hakîkat
17 - Risâlei sülûku hakîkat
18 - Risâlei saadet ve şakâvet
19 - Delâilu'l-hayrat şerhi
20 - Manzar ul-kufr hadisinin şerhi
21 - Ecvibetu'l-lâzimeti fî esileti'ş-şeytâniyyeti'l-mezkurati fî Muhammediyye
22 - Risâlet-us sâlihiyye
23 - İhtiyar ve kıdem risâlesi
24 - Et-temşiş alâ salâtı ibni meşişi
25 - Risâlei Sâidiyye
26 - Beyâni tecelli-i hak ale'l-merâtib
27 - Membâu'n-nur fî Ru'yetu'l-Rasul
28 - Risâletu'l-İsmâiliyye ve atiyyettu'd-durriyyeti fî tariki'n-Nakşiyyeti ve melâmiye
29 - Risâlei ilmi hâl
30 - Şerhi akâidi'n-nesefiyye
31 - Hâdi'l-uşşak
32 - Tuhfetu'l-Muhammediyye
33 - Şerhi âyânı mümkünat
34 - Sırru'n-nebei'l-hak
35 - Fazâil-i İmam Ali
36 - Tefsîri Sûrei Yusuf
37 - Tefsîri Sûrei Feth
38 - Şerhi kelâmı İmam Ali
39 - Mecâli'z-zehrâ ale's-selâti'l-kübrâ
40 - El-yâkutu'l-hamra ale's-selâti's-suğra
41 - Merecu'n-nusus li şerhi nakşi'l-füsus
42 - El-envâru'l-Muhammediyye
43 - El-letâifu't-tahkîkat fî şerhi'l-vâridat
44 - Risâletu'l-mukaddime li tumâli'l-fusus ul-hikem
45 - Risâleti beyâni'l-tarîk ve beyânu's-sâliki ve'l-meslûki ve's-süluk
46 - Risâletu'n fî keyfiyyeti îmâni'l-Firavn
47 - Risâletun fî kerâmeti'l-evliyâ
48 - Şerhi hakâyiki'l-eşyâ
49 - Kenzu'l-mahfi an ehli'l-hicûb
50 - Burhânu's-sâlikîn
51 - Meşâhidu't-tevhid
52 - Seyru't-tevhid
53 - Kitâbu'r-reşad fi'l-mebdei ve'l-mead
54 - Risâlei reddiye alâ irâdeti'l cüziyye
55 - Mürşidu'l-uşşak (16)

1975 yılı içinde elimize geçen Seyyid'in külliyatında yukarıda ismi geçen eserlerden başka:

56 - Muhiddîn-i Arabî'nin Ehadiyyetu'l Vücud tercümesi
57 - Ahmed ibni idris'in salavâtı şerîfe tercümesi
58 - Rislani Dımışkı'nin Abdu'l-gani Nablusi tarafından yapılan şerhin tercümesi
59 - Men arefe nefse fekad arefe RABBe tafsîlatı
60 - Risâlei fi't-tasavvuf
61 - Mebde ve Maad
62 - Noktatu'l-beyan
63 - Risâlei sıfatı subûtiyye
64 - Merhum el-hac Fâik bey'in bâzı suallerine cevap
65 - Seyyid Seyfullah'ın Risâlei Miftâhi vahdeti'l-vücud isimli eserinin tefsiri
66 - Cilâ-i Mucim
67 - Seyri Süluk
68 - Sadaka hakkındaki hadisi şerifin şerh ve îzahı.

Olmak üzere daha on üç eseri tesbit edilmiştir. Bu şekilde seyyid'in yazılı eserleri 55 değil, 68'dir. Belki de henüz bulamadığımız ve öğrencilerinde bulunması muhtemel başka risâleleri de mevcuttur. Zamanla yapılacak çalışmalar bu konuda daha ayrıntılı bilgiler edinmemizi sağlayacaktır. (17)

-----------------------------------------------------
(15) Bursa'lı Mehmet Tâhir - MENÂKIBI ŞEYH HÂCE MUHAMMED NURU'L-ARABÎ MELÂMET VE BEYÂN-I AHVALİ MELÂMİYE, faslı evvel, sayfa: 476, özel kitaplığımızdaki yazma nüshadan.

(16) Yusuf Ziyâ İnan, SEYYİDU'L-MELÂMİ MUHAMMED NÛRU'L-ARABÎ, 1971, İstanbul, sayfa: 42-76

(17) Özel kitaplığımızdaki yazma kolleksiyonda Seyyid Muhammed Nur'un otuz üç eseri takriz edilmiştir.
Bunlardan on üçü tamâmen yenidir ve Abdülbâki Gölpınarlı'nın kitabında yoktur.Diğer yirmi risâle mevcut olduğu bilinen eserleridir.

İSLÂM'DA MELÂMİLİĞİN TARİHİ GELİŞİMİ
YUSUF ZİYA İNAN /1976
Resim
Cevapla

“►Seyyid Muhammed Nur'ül Arabi◄” sayfasına dön