Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-30

Cevapla
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-30

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Resim ve bir SOHbet.. GIYBET

Dinleyen bir zât: Muhterem Hocam bu Fransızca olarak anlatmış olduğunuz menkıbenin bir de özet olarak Türkçesini ricâ edeceğiz ki bizler de anlayalım.

M. DErman kaddesallahu sırrahu :
Ee peki anlamadığınız şeyi bana ne diye Fransızca anlattırdınız oğlum!
Öyle beni yor yor n’olacak bu, evvelde de ben size anlatmıştım.

Eleşkirt’te 27 sene evvel hükümet tabibi olarak çalışıyordum orada böyle ALLAH’ın sevgili kulları çoktur.
Bir gün hükümette oturuyordum mal müdürü Rıfkı Bey geldi yanında da tanımadığım bir adam takdim etti bana.
Rahmi Bey maliye müfettişiymiş, hoş geldin kahve ısmarladık falan.
Rahmi Bey böyle dindâr bir adam namazını kılan bir zât.
Rıfkı Bey dedi ki: “Rahmi Bey böyle hal sahibi insanları görmek istiyor sen burda bilirsin burada kimi görebilir?”
Benim yaşımda o zaman Hasan varıdı kasap, onunla bir de manifaturacı Hacı Ömer Efendi vardı.
“Onları gidin görün” dedim.
Bunlar kalkmış gitmişler öğleden sonra Hasan'ın dükkanına gitmişler, o maliye müfettişi: “Bana 1 kilo kıyma ver!”
“Peki efendim!” demiş Hasan kesmiş kıymayı, makinada öğütmüş vermiş, Rahmi Bey böyle işleri bildiği için, Hasan oralı değil tabi.
Demiş ki: “Bu yağlı oldu Efendi!”
“Peki efendim!” başka kesmiş, onu beğenmemişler bunu beğenmemişler.
“Biftek veriyim, şunu veriyim!”
Hasan'ın ölçüyorlar, et bitmiş zaten, küçük kasaba, bir koyun kesiliyor orda.
Hasan’ın gözleri dolmuş, ağlamağa başlamış: “Efendi seni memnun edemedim!” demiş.
“Yarın gel de yarın keseceğim koyundan alırsın!” demiş.
Bunlar çıkmışlar dışarı, ben de o sırada Hacı Ömer Amcanın orda oturyorum, mağazası büyük, Süleyman adında bir oğlu var, benden bir iki yaş büyükçe, kuvvetli, orada biz Hacı Ömer Amcayla oturduk çay içiyoruz.
Bunlara dedi: “Oo buyurun oturun!” Hacı Ömer Amca tanıyo bunları.
Bizim yeni Müfettiş Bey geldi: “Bir basma alacağım!”
Hacı Ömer Amca karşıda gösterdi: “Karşıki rafta Sümerbank’ın kumaşları solmaz, eni 90 cm eni vardır, 67 kuruştur beğendiğini alsın?”
“bir tanesi dallı bir şey “şunu isterim, göreyim” dedi.
Ömer Amca dedi ki : “Efendi alacaksan indirsin, bizde yalan yoktur solmaz,” şunu bunu anlattı.
Müfettiş dedi ki: “Yok..İllâ göreceğim!"
“Efendi alacaksan indirsin, Süleyman indir-çıkar yoruluyor oğlum!”
“Yok, illâ göreceğim!” dedi.
Kızdı Hacı Ömer: “Efendi alacaksan al, almayacaksan çek git!” dedi. “Ben öyle eşşek Hasan gibi değilim!” dedi.
Bunlar mosmor oldu çıktılar dışarı...
Ben bir şey anlamadım: “Ne oldu Amca! Müşteriye böyle yapılır mı?” dedim
“Ulan bir de sen de bilmeden söyleme be oğlum!” dedi.
“O Hasan eşşeğin biridir!” dedi.
“Ne olmuş?” dedim.
Arada aşağı yukarı 1 km. lik yol var Hasanla bununla dükkanı arasında.
“Ulan bunlar gittiler Hasan'ın oraya; o koyun senin, bu koyun benim, Hasanın koyununun altından girdiler üstünden çıktılar, güya imtihan ediyorlar herifler. paramparça ettiler almadılar, aynısını bana indireceğim imtihan edecekler, ben Hasan gibi değilim, eşşek değilim, ben adamı parçalarım, defolsun gitsinler!” dedi.
Hadise bu işte bunu söyledim insanlara işte!.


Dinleyen bir zât: “ALLAH razı olsun sağ olun Hocam sağ olun!”


Resim
Eleşkirt: Eleşkirt Ağrı ilinin bir ilçesidir. İlçe bağlısı olarak merkez hariç olmak üzere ilçe merkezine bağlı; 3 belde, 61 köy ve 6 mahalleden oluşmaktadır. 1926 yılına kadar ilçe merkezinin şimdi köy statüsünde olan toprakkale tarafında olduğu söylenmektedir. Daha sonra Trabzon-İran transit yolu Eleşkirt'ten (Zetkan) geçince ilçe merkezi buraya taşınmıştır. İlçenin nüfusu 2009 yılı genel nüfus sayımına göre, 39,281'dür. Halkın çoğunluğunu Kürtler oluşturmakla birlikte ilçede Türkler de yaşamaktadır. Eleşkirt'teki Türkler genellikle 93 harbi sonrası ve Dünya savaşı sonrasında Türkiye'ye iltica etmiş Ahıska Türkleri, Karapapak ve az sayıda da olsa Azeri Türkleridir.
Takdim: (Kıdem. den) Arzetmek. Sunmak. Küçük bir kimseyi yaş, amel, mevki ve takva itibariyle büyük bir kimse ile tanıştırmak. Öne geçirmek, bir şeyi başka bir şeyden önde tutmak. Bir büyüğün önüne geçip bir şey vermek.
Mâlumat: Bilinen şeyler, bilinenler. Bir iş veya mevzu hakkındaki bilgiler.
İstirham: Merhamet istemek. Yalvarmak. İzin istemek. Rica etmek.
Lugat: Kelime. Söz. Her milletin dili. Lügat kitabı, sözlük.
Zümre: Bölük, cemâat, grup, takım, sınıf. Cins.
Mürşid: (Rüşd. den) İrşad eden, doğru yolu gösteren, gafletten uyandıran. Peygamber vârisi olan, kılavuz. Tarikat piri, şeyhi.
Tasavvuf: Kalbi dünyanın fâni işlerinden ayırıp ALLAH (C.C.) sevgisi ile bağlamak. Tarikat ehli olmak. (Bak: Tarikat)(İmam-ı Gazalî, İmam-ı Rabbanî gibi muhakkıkin-i ehl-i tarikat derler ki: "Birtek Sünnet-i Seniyyeye ittiba' noktasında hâsıl olan makbuliyet, yüz âdâb ve nevâfil-i hususîyeden gelemez! Bir farz, bin sünnete müreccah olduğu gibi; bir Sünnet-i Seniyye dahi, bin âdâb-ı tasavvufa müreccahtır!" demişler. M.)
Tahammül: Yüklenmek. Bir yükü üstüne almak. Sabretmek. Katlanmak. Kaldırmak.
Mutasavvıf: Tasavvufla uğraşan. İlâhiyyatla uğraşan, tarikat ehli olan. (Bak: Tarikat)
bid’at:
menşe’: (Neş'et. den) Esas. Kök. Bir şeyin çıktığı, neş'et ettiği yer. Beslenip yetişilen yer.
Nüve: Çekirdek, asıl, menba.
Sudur: Olma, meydana gelme. Sâdır olma. (Sadr. C.) Göğüsler, sadırlar.
Gıybet: Arkadan çekiştirmek. Hazır olmayan birisinin aleyhine konuşmak. Birisinin gıyabında hoşuna gitmeyen bir şeyi söylemek.
Settâru’l-uyub: Ayıpları örten.
İfşa: (C.: İfşâât) Duyurmak. Fâşetmek. Meydana çıkarmak. Gizli bir şeyi herkese duyurmak.
Evtad: (Veted. C.) Direkler. Kazıklar. Ricâlullahtan birine verilen isim.
Teaffün: (Ufunet. den) Çürüyüp kokuşma. Leş kokusu. fenâ ve pis kokular.
Ta’zim: Hürmet. Riâyet. İkramda bulunmak. Bir zât hakkında büyük sayıldığına delâlet edecek sûrette güzel muâmelede ve hürmet ifade eden tavırda bulunmak.
Libas: Giyilecek şey. Elbise. Karı ve koca. Mc: İctima'. Şübhe kabul eden söz.
Gıbta: İmrenme. Aynı iyi hâli isteme. Şiddetle başkasının güzel bir halinin kendisinde de olmasını arzu etme.
Mücerred: (C.: Mücerredât) Yalnız, tek. Hâlis, saf, katışıksız, karışık olmayan. Tek başına. Çıplak, soyulmuş. Tek başına yaşayan, evlenmemiş, bekâr.
Edb: Kur'ân yazısında noktasız harflerle yazılı mensur veya manzume. Bu şekil yazıya mahzuf veya mühmel de denir. Fls: Müşahhas olmayan. Vücuda gelmiş eşya ve ef'âlin şekil ve sûretlerinden ayrı olarak düşünülen her keyfiyet ve mefhuma veya nisbet mefhumuna denir. Bunun zıddı müşahhasıdır ki, eşyanın bütün vasıfları ile zihinde husulüdür.
sun’î: İnsan yapısı, uydurma, takma, sahte, yaradılıştan olmayan.
Fenn: Hüner. Mârifet. San'at. Tecrübe. İlim. Nevi, sınıf, çeşit, tabaka. Türlü. Fizik, kimya, biyoloji, matemâtik ilimlerinin umumi adı. Tatbikat ve isbat ile meydana gelen ilim.
Nusha: (C.: Nüsah) Yazılı şey. Yazılı bir şeyden çıkarılan sûret. Muska, duâlı kâğıt. Gazete ve dergilerde (sayı).
Vakıf: Bir kimseyi veya bir şeyi alıkoymak, durdurmak. Kımıldatmamak. Hareketten fariğ olmak, imsak etmek. Hapsetmek. Aslâ satılmamak, başka şeye tebdil olunmamak şartı ile bir mülkü ALLAH yoluna vermek. Menfaatı hayır nevilerinden birisine âit olmak üzere bir mülkü ilelebed vermek.
Tecvidde: Durmak ve durdurmak mânalarına gelerek, nefesle beraber sesin kesilmesine denir. Yâni: Kur'an-ı Kerimi tilâvet ederken herhangi bir kelime üzerinde bir müddet sesi kesip, nefes alarak dinlenme halidir.
İzafî: İzafetle alâkalı, izafete dâir. Ona bağlamak sûretiyle. Alâkalı göstererek.
Adem: Yokluk, olmama, bulunmama. Fakirlik.
Mensub: Nasbolunmuş, me'muriyete konulmuş. Konulmuş, dikilmiş. Gr: Sonu fetha (üstün) kılınmış kelime. Meftuh olan.
Ene’l- Hakk:Hallacı Mansurun: “Ben HAKK’ım!” sözü.
Makbul: (Makbule) Kabul olunan. Beğenilen. Sevablı.
Liva: Bayrak. Sancak. Eskiden kazadan büyük, vilâyetten küçük yerleşme merkezlerine denirdi. Tugay. Hazreti Peygambere (A.S.M.) âit sancak.


Resim

Resim---Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Men ferreka feleyse minna: Tefrîka çıkaran-ayrılık yapan bizden değildir.”
(Münâvi; C: 3, Sh: 357; Taberânî)

Resim---Resûlullah (sallALLAHu aleyhi ve sellem), ALLAH Teâlâ buyurdu ki: “Ben insanı kendi sûretimde yarattım”.''(Buharî ve Müslim’den; Kudsî Hadisler, C. 1, s.172, Madve Yayın., 1991-İstanbul)

Resim---Resulullah (SallALLAHu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz şöyle buyurdu: " İnnellahe haleke Ademe, ala sûretihi: Muhakkak ALLAH Adem'i kendi sûreti üzerine yarattı."
(Sadreddin Konevî, Hadis-i Erbain,12)

Resim---Resûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem Efendimiz: “Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu: Nefsinin Bilen RABBini BİLir”” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II/343 (2532)

Resim

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
Resim---''Ve lekad halaknel insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh(nefsuhu), ve nahnu akrebu ileyhi min hablil verîdi: Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız.(Kaf 50/16)

Nur Sûresinde:
“Zorla kötülüğe sevkedildikten sonra şüphe yok ki ALLAH onların suçlarını örter, çünkü ALLAH Erhamu’r- Rahîmdir.”
اتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَأَقِمِ الصَّلَاةَ إِنَّ الصَّلَاةَ تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَلَذِكْرُ اللَّهِ أَكْبَرُ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ
Resim---Utlu mâ ûhıye ileyke minel kitâbi ve ekımıs salât(salâte), innes salâte tenhâ anil fahşâi vel munker(munkeri), ve le zikrullâhi ekber(ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn(tasneûne): (Resûlüm!) Sana vahyedilen Kitab'ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. ALLAH'ı anmak elbette (ibâdetlerin) en büyüğüdür. ALLAH yaptıklarınızı bilir.” (Ankebût 29/45)

Râsihûne fî’l- ilmi:
هُوَ الَّذِيَ أَنزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ آيَاتٌ مُّحْكَمَاتٌ هُنَّ أُمُّ الْكِتَابِ وَأُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌ فَأَمَّا الَّذِينَ في قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَاء الْفِتْنَةِ وَابْتِغَاء تَأْوِيلِهِ وَمَا يَعْلَمُ تَأْوِيلَهُ إِلاَّ اللّهُ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ آمَنَّا بِهِ كُلٌّ مِّنْ عِندِ رَبِّنَا وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُوْلُواْ الألْبَابِ
Resim---''Huvellezî enzele aleykel kitâbe minhu âyâtun muhkemâtun hunne ummul kitâbi ve uharu muteşâbihât(muteşâbihâtun), fe emmellezîne fî kulûbihim zeygun fe yettebiûne mâ teşâbehe minhubtigâel fitneti vebtigâe te’vîlih(te’vîlihi), ve mâ ya’lemu te’vîlehû illâllâh(illâllâhu), ver râsihûne fîl ilmi yekûlûne âmennâ bihî, kullun min indi rabbinâ, ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâb(elbâbi): Sana Kitab'ı indiren O'dur. Onun (Kur'an'ın) bazı âyetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab'ın esasıdır. Diğerleri de müteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşâbih âyetlerin peşine düşerler. Halbuki Onun tevilini ancak ALLAH bilir. İlimde yüksek pâyeye erişenler ise: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. (Bu inceliği) ancak aklıselim sahibleri düşünüp anlar.” (Âl-i İmrân 7)

ALLAH onların suçlarını örter:
وَآخَرُونَ اعْتَرَفُواْ بِذُنُوبِهِمْ خَلَطُواْ عَمَلاً صَالِحًا وَآخَرَ سَيِّئًا عَسَى اللّهُ أَن يَتُوبَ عَلَيْهِمْ إِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---Ve âharûna’terefû bi zunûbihim hâletû amelen sâlihan ve âhare seyyiâ(seyyien), asâllâhu en yetûbe aleyhim, innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun): Diğerleri günahlarını itiraf ettiler, onlar salih bir ameli bir başka kötüyle karıştırmışlardır. Umu’l-ur ki ALLAH tevbelerini kabul eder. Hiç şüphesiz ALLAH, bağışlayandır, esirgeyendir.'' (Tevbe 9/102)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-30

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Resim ve bir SOHbet.. GIYBET

Dinleyen bir zât: Muhterem Hocam bu Fransızca olarak anlatmış olduğunuz menkıbenin bir de özet olarak Türkçesini ricâ edeceğiz ki bizler de anlayalım.

Ee peki anlamadığınız şeyi bana ne diye Fransızca anlattırdınız oğlum!
Öyle beni yor yor n’olacak evvelde de ben size anlatmıştım.

Eleşkirt’te 27 sene evvel hükümet tabibi olarak çalışıyordum orada böyle ALLAH’ın sevgili kulları çoktur.
Bir gün hükümette oturuyordum mal müdürü Rıfkı Bey geldi yanında da tanımadığım bir adam takdim etti bana.
Rahmi Bey maliye müfettişiymiş hoş geldin kahve ısmarladık falan.
Rahmi Bey böyle dindâr bir adam namazını kılan bi zât.
Rıfkı Bey dedi ki: “Rahmi Bey hal sahibi insanları görmek istiyor sen burda bilirsin burada kimi görebilir?
Benim yaşımda o azaman Hasan vardı kasap, onunla bir de manifaturacı Hacı Ömer Efendi vardı.
Onları görebilir” dedim.
Bunlar kalkmış gitmişler öğleden sonra Hasan'ın dükkanına gitmişler, o maliye müfettişi: “Bana bir kilo kıyma ver!
Peki efendim!” demiş Hasan kesmiş kıymayı, makinada öğütmüş vermiş, Rahmi Bey böyle işleri bildiği için, Hasan oralı değil tabi.
Demiş ki: “Bu yağlı oldu Efendi!
Peki efendim!” başka kesmiş, onu beğenmemişler bunu beğenmemişler.
Biftek veriyim, şunu veriyim!
Hasan'ı ölçüyorlar küçük kasaba, bir koyun kesiliyor.
Hasan bir hoş olmuş ağlamağa başlamış: “Efendi seni memnun edemedim!” demiş.
Yarın gel de yarın keseceğim koyundan vereyim!” demiş.
Bunlar çıkmışlar dışarı, ben de o sırada Hacı Ömer Amcanın mağazası büyük, Süleyman adında bi oğlu var kuvvetli, orada biz Hacı Ömer Amcayla oturduk çay içiyoruz.
Bunlara dedi: “Oo buyurun oturun!” Hacı Ömer Amca tanıyo bunları.
Bizim yeni Müfettiş Bey geldi, basma alacak.
Hacı Ömer Amca karşıda gösterdi: “Karşıki rafta Sümerbank’ın kumaşları solmaz, eni 90 cm, 67 kuruştur ister misiniz?
Bir görüyüm bakalım!” dedi.
Ömer Amca: “Efendi alacaksan indireyim biz de yalan olmaz, mal renk vermez.."yok..
Müfettiş dedi ki: “İllâ göreceğim!"
Efendi alacaksan indirsin, Süleyman yoruluyor, indir-çıkar!
Yok illâ göreceğim!
Kızdı Hacı Ömer: “Efendi alacaksan al, yoksa çek git!” dedi. “Ben öyle eşşek Hasan gibi değilim!” dedi.
Bunlar mosmor oldu çıktılar dışarı...
Ben bir şey anlamadım: “Ne oldu Amca! Müşteriye böyle yapılır mı?” dedim
Ulan bir de sen de bilmeden söyleme be oğlum!” dedi.
“O Hasan eşşeğin biridir!” dedi.
Ne olmuş?” dedim.
Arada aşağı yukarı 1 km lik yol var Hasanın dükkanıyla.
Bunlar gittiler Hasan'ın oraya; o koyun senin, bu koyun benim, Hasanın koyunlarının altından girdiler üstünden çıktılar paramparça ettiler herifler, güya imtihan ediyolar, almadılar. aynısını bana yapacaklar beni imtihan edecekler ben eşşek değilim, ben adamı parçalarım, defolsun gitsinler!” dedi.
Hadise bu işte bunu söyledim insanlara işte.

Dinleyen bir zât: “ALLAH razı olsun sağ olun Hocam sağ olun!”

Dinleyen bir zât: Muhterm hocam müsaadenizle bir şey sormak istiyorum; gıybet hakkında efendim birçok kitaplarda okuduk, buna benzer birçok eserler okuduk dinledik, bunun hakkında biraz daha tafsilatlı ma’lumat istirham ediyoruz efendim!”


Peki..Gıybetin lugat mânâsını biliyorsunuz, ne biliyorsanız o benim söyliyeceğim şey, bir işi yaşamak lâzım ki onun hakkında bilgi edinesin.
Cenâb-ı Hakk beni bu şekilde şimdiye kadar imtihan etmedi. İnsan bir mesele hakkında nasıl karar vereceğini konuşacağını mevcud şartları bilmeden söyleyemez.
Dinin hududundan toslayıp geri püsküren zümresinden olmadığım için gıybet hakkında tadı nasıldır ne biçim reaksiyon yapar, insanda hangi hisler gıybeti doğurur nedir söyleyebilecek miyim?..
Mesela “mürşid” derler.
Mürşid, tasavvufla uğraşan demek değildir.
Halbuki bu asırda mürşid, tasavvuf kitapları okuyan, tasavvufî sözler söyleyen insandır.
Halbuki tasavvuf şuurunu tahammül haline insana anlatabilecek şekle sokan insana mürşid derler.
Mürşid denilen mutasavvıf bir hayat yaşar.
Tasavvuf yapan ise “Ben tasavvufla uğraşıyorum” diyen adam ise mutasavvufun yaşadığı hayatın üstünde dil yorar, beyhude zırıldar durur.
Mürşid, iki dünyanında alâka ve menfaatlarının dışında müridinin ruhî formasyonunu yapan, yaparken de almadığı bir şeyi veren gözü, işareti temizleyicidir ki ruhu kendi aslına bid’at ettirerek Halik-Mahluk ikiliğini ortadan kaldıran adam demektir.

Gıybet kelimesi de bu işin içinde yaşamak lâzım ki gıybet yapanla gıybet yapmayanın arasındaki farkı, mesela katırı görmeyen bir memlekette katırın merkeple atın birleşmesinden husule geldiğini söylese herifler güler insana.
Halbuki katırın olduğu memlekette bu böyle değildir.

Kutupta yaşayan bir adam hiç kutuptan çıkmadığını farzet, ona portakaldan bahset bilmez herif, gıybette ALLAH beni böyle imtihan etmedi ki bende sizin gibi kitaplardan büyüklerden hocalarımdan işittiğim gıybet kelimesini şimdi toplayayım, târife geçeyim beğenirseniz eyvALLAH beğenmezseniz de eyvALLAH!
Gıybet; bi insanda kıskançlık, hased, hiddet, menfaat hislerinden menşe’ini alarak hakkında gıybette bulunduğu insanda olan İlahî Esmaları, yani her yerde hazır ve nazır Semi’ ve Basîr olan ALLAH’ın bizce görünmez mevcudiyetini unutup söylemeğe gıybet derler.
Bir insanda tecellî eden fenâ huylar da o kulun imtihan halinde olması ihtimali mevcuddur.
Settar Esmasıyle örtülmesi icâb ederken açığa vurmağa kolay izin yoktur.
Gıybet Bu anlattığımız hususlar düşünülürse insandan suduru tehlikelidir. Hatta hakiki mü’mine de haramdır.
Hatta gıybette o şahsın iyi hallerini bile dile almak bir nevi gıybet olur ki; sonradan duyarsa kibre girer bu halde ona fenâlık olur.
Gıybette iyi veya kötü taraftan olsun daima yüze söylemeğe cevaz varsa da bu da islama ait değildir.
Cenâb-ı sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz ki, her gün gözyaşı dökerek “şefaatından bizi mahrum etmesin” diye dua ettiğimiz Resulü Ekrem Efendimizin bir hadis-i mübareği var ''Men ferrake feleyse minnâ''
Kim ki ikilik kor bizden değildir.
Gıybetin nüvesinde bu hadis-i Rasûlu zedelemek tehlikesi vardır, buyrun gıybet edin bakalım!.
Kusurları görmek islamda yasaktır.
ALLAH bile kusurları Settar ile örter Settaru’l-uyubdur, iyilik yaparsan onu setreyle.
Çünkü senin iyiliğine çarpılan insanda minnet hisleri uyanır. Minnet ve şükran ALLAH'a karşı olmalıdır, kula karşı değil.
Sana iyilik yaparlarsa onu ifşaa et, ALLAH'ın Ganî Esmasını tesbih etmiş olursun.
Hazreti Ebubekir radiyallahu anh zina yapan bir kadınla erkeği görmüş de hırkasını çıkarıp üstlerine atmış: “Yâ RABBî, örtüleri bile yok!” demiş.
Biz böyle görsek herifi öldürürüz.
Zamanın Gavsı Halet-i Nevbibi imiş yerine Hızır ve Evtad adam arıyorlarmış.
Bir şekercinin dükkanının önünde imişler.
Şekerciye genç 12 yaşında bir kız koşarak gelir şeker alacak.
Kapıdan içeri girer girmez çocuk ya, yorgunluktan yellenir hemen.
Kız tabi utanır, durur ne isteyeceğini söyleyemez.
Oradaki şekerci mübârek zât, sağır taklidi yapar, çocuk utamasın diye: “Kızım duyamadım kuvvetli söyle benim kulağım sağır, kuvvetli söyle benim kulağım duymaz!” der.
Çocuğun yüzünün kızartısı gider ve çocuğun şekerini verir. Ömrünün sonuna kadar o adam sağırlık taklidi yapmış, zamanın gavsının yerine de o geçmiş.
Bu adamda bu kızın yellenmesini duyduğu hissini verirse “fiilî bir gıybet yapmış olurum” korkusu var.
Neredeki lakırdı ile.
Gıybet gözle de, kulakla da olur hareketle de olur; hatta ismicat la da. İsmicat, yüzü buruşturmak oğlum, islama yakışmaz.
Beddua bile bir nevi ALLAH'a karşı gıybettir.

Onun için gıybet ve beddua islamda katiyyen yasaktır. Rasûllullah taffün etmiş kokan bir köpek de bile dişlerini görmüş.
Çünkü ALLAH'ın mahlukuna bir nevi gıybet kokusunu taşır diye: “Bak ne güzel dişleri var!” demiş.
Hatta bir insana eziyet bile bir nevi gıybettir.
ALLAH’ın mahlukatına karşı ALLAH'ın esmalarıyla zulüm yapan zâlim sıfatını ALLAH'a atfetmiş olur, atıf gizlidir.
Bu mıntıka incelerin incesi bir hududdur ki velîlik hududu oğlum ahaa burdan başlar.
Hakiki ta’zim ve edeb de bu hududda başlar.
Onun için bu hududda olanın ihsanına karşı cömertlik bile utanır haaa!
Himmet manevî faziletin sadakası, maddi faziletin de vazifesidir.
Gıybet ruhtan gelir, cesed buna iştirak eder.
Ruh benlik yoksa öldükten sonra dirilmeğe bile imkan yoktur.

Onun için ALLAH yolunda insanı hapseden şeyler kendi içindedir, kendi içindedir.
Genç Abdal ne demiş biliyor musun?
Cehennemde dal odun yoktur insan kendi ateşini götürür.
İslam insan ki secdeye ki, günde beş defa kapanır, bu secdede insana görünmeyen atlastan Ahmedî bir libas giydirilir.
Gıybet bu libası yegâne kirleten nesnedir.
O halde buyurun gıybet edin bakalım.
Gıybet kelimesi islamın Kalb Lügatında yoktur arkadaş!
O halde bilmediğin kelimeyi içinde saklamak, bilmediğin cehenneme pusulayı çevirmektir.
Hased, gıbta, kanaatsizlik, hiddet, hepsinin kökü gıybettir.
İnce hassas islam terazisinde gıybet tartılırsa verilecek cevap nedir biliyor musunuz?
Gıybet eden bence islam değildir ağam!..

Kâinât diyoruz, kimisi tabiat adını veriyor, ve başımızdan savıyoruz..
Kayalıklar, ağaçlar, dağlar, dalgalar, göller, şelaleler, binbir ses dereler var, başımızın üstünde dalgalanan rüzgarla sürülen derin lacivert umman, türlü şekiller alan; kâh ateş, kâh yağmur, kâh dolu, kara bulutlar bunlar neler? Nasıl şeyler?
Aya gidiyoruz 800.000 km lik yol.
Saatte 42 000 km süratla 100 km giden otomobille 8-9 ayda varırız.
Halbuki ay bize en yakın yıldız ohoo en yakın yıldız, doğrusunu ararsanız bunu şimdi de bilmiyoruz asla da bilemeyiz.
Mücerred kelimeler kabuğu içinde başlayıp gidiyoruz işte o kadar.
Fennî ilim, bu hadisatın işlemesindeki kanunları keşf ve izahtan başka bir şey değildir.
Buluşlarda bu kanunların işlettiği şeylerin sun’î olarak taklidinden ibarettir.
Yapma çiçek dolu piyasada, aynı çiçek gibi fakat büyümez, nesil vermez, hayat yok, kokmaz.
Bunların karşısında büyük bir ruh tevazu’u ile dize gelmek sözle değil huşuu ile kafanı secdeye koyacaksın.
Gönül ehlinin yanındaki edeb batınî bir muameledir.
Dağınık toprakları destici birleştirip desti yapar.
Daha başka misal verirsem korkarım ağam kafan karışır, aha bu desti hikayesi gibi! ..
“Neyimiş Efendim dağınık toprakları destici birleştirip desti yapar!”
Evet, düşün biraz bak içinde neler var.
Gönlün köşesiz köşesi var oğlum, gönlün köşesiz köşesi var orayı bul bunların hakikatı orada görünür
İnsana, İlahî Azameti ruhunda hissettiği gibi konuşmağa yetkili yaratılmamıştır, hisseder o kadar, anlatılamaz kelime kalıbına dökülemez.

O halde ay bize en yakın 800 000 km.
Gardaşım “Şah damarından daha sana yakınım” diyor Cenâb-ı ALLAH.
Aydan daha yakın, ay bize 800 000 km, en yakın yıldız!
O halde ayda, semada bir şey arama!
Yol bir adımlık yol!
Kendinden geçtiğin zaman onu bulursun şah damarından daha yakiyn olanı.
Şimdi kendi kendinize sorarsınız: “Kendimizden nasıl geçelim Hoca Efendi?”
Gardaşım onu da ben mi öğreteyim sana!.
Kafasına bir darbe yiyen, hani kovboy filimlerinde herifin arkadan gelen, herifin kafaya tabancanın kıçıyla bir tane vurur herif komaya girer de.
Aha onun gibi, manevî bir darbe yemen gerek!
Bu darbe nerden gelecek, kendi kendine ya vurursun bu darbe ya senden olur, yahut da benden aha vurdum kafana darbeyi daha ne istiyorsun?
Efendim benn..
Artık daha işi karıştırma oğlum sözüm bu kadar.

Haksız olarak alınan her şey Mânâ Âlemi ile gönlün arasına kalın bir perde çeker.
Kimin velî olduğunu kimse bilmez. Esasen çoğu zaman kendilerini belli etmezler çünkü buna izinleri yoktur.
Bâzen bunlar günlük konuştuğumuz kişiler arasındadır, biz onları bilemeyiz fakat onlar kendilerini bilirler.
Bir kimse kulluğun vasıflarından câhil olursa, RABB’ın vasıflarından da câhildir.
Yani kendisini anlamayan Hakk’ı anlayamaz!
Men lem ya’kul insanen, lâ ya’rifu kaderi’l-insan
“İnsan olmayan insanın kadrini bilmez.
Birisi fazla konuşur birisi az konuşur.
El ârifu lâ yetekellemu, ve’l- mütekellüm lâ ya’ruf
Bilen söylemez oğlum, söyleyen de mırmır eder bilmez.
Bu işlerin halli için şunları bilmek lazım, yakın olmak lâzım yakın!.
Yakın ne demek?
Bir şeyi tereddüdsüz bilmektir, şükretmek gerek.
Şükür, gönlün her ni’meti veren Hakk’a bağlılığıdır.
İnsanın kemâli, İlahî nusha ile insanî nushaya vakıf olmakla mümkündür.
İnsanın kendi vucudunun aslında izafî, Halik’ın adem yani yokluğa mensub bir imkan olduğunu anlasa ancak o zaman asıl vucuda yani, Cenâb-ı Hakka yönelir.
''Ben insanı kendi sûretimde yarattım!''
Bu, kulun haklı olmasını icâb ettirmez.
Yani “Ene’l- Hakk!” dedirmez insana.
Nefsini anlayan Hakk’ını anlar, Hakk’ı bilir.
Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu ''
Akılları gözlerinde olarak, her şeyi maddî bir düşünce çemberinde içinde görüp mânâ değerlerini çiğneyip geçmeğe çalışanlar, diğer taraftan bilgin görünenler ve yüzyılların altında ışık gibi yeryüzüne yayılan ince hükümlere kendi kafalarınca tefsirler ilâve ederler!
Bu edenler yeni nesli şaşkına çevirmişlerdir.
İlerici-Gerici” hikayeleri bunlardır.
İki akım arasında kalan sular bulanık kalır oğlum, bulanık olur.
Âbid olmadan ârif olamaz insan.
ALLAH'a muhabbet iddiasında bulunup: “Ben ALLAH'ı seviyorum” deyip gece karanlıkta ALLAH'tan gafil olarak uyuyanlar yalancıdırlar oğlum..
Can kulak ol bu lafa, Can kulak ol!
Gül bahçesi gibi toplananların kârı değildir bu ancak..
Rasûlü Ekrem bir sahabeye bir köle bağışladı.
Sahabe köleyi evine götürür, sahabenin karısı “Rasûlullahın verdiği kulun hakkından gelemeyiz, hakkına belki riayet edemeyiz!” diyerek köleyi azad eder.

İşte ağam Heybet ve Celâl makamını bilenlerin halidir bu!
İç kaynaklarıyla bağlantısını kaybetmiş insan, âdeta makinalaşır bu laflardan birşey anlayamaz.

İslamda akıl ile iman tam bir ahenk halinde kalb deryasından akar.
İslam Dini kalıp dini değil kalb dinidir haa!
İman namazdan üstündür.
İnsan üzgün olduğu zaman namaz kılamaz iman için hüzün mevzu’ bahis değildir.
Bunları niye düşünmedin, namazsız iman ALLAH indinde makbuldür, ama imansız namaz olmaz.
Namaz kalıptır, iman ruhtur. Ruhsuz kalıp neye yarar?
Namazın canı, bir nevi kendinden geçiştir ki şekilleri dışarıda kalır.
Namazın bir başı bir de sonu vardır ki tekbirle başlar selâmla biter.
Başı sonu olan her şey kalıptır oğlum!
Halbuki ibadetin bir ruhu vardır ki kalıba sığmaz.
Namazda kıbleye dönülür. Halbuki asıl Kâbe gönlündedir.
Bak ne diyor âyet-i kerime Nur Sûresinde.
Zorla kötülüğe sevkedildikten sonra şüphe yok ki ALLAH onların suçlarını örter, çünkü ALLAH Erhamu’r- Rahimdir.

Aha bir iki lakırtı ettik ama boğazım yoruldu oğlum, gıybet bu…

Şimdi, tecessüsü bırakan “şu neyidi bu neyidi? Acaba bunu nasıl öğrenirim?” demeyen adam gıybet edemez.
Gıybet etmeyen de ömründe yalan söyleyemez.
Hakiki islam kalmak istiyorsaaan Cenâb-ı ALLAH’ın emirlerini yaparken onun senin âdeta hamuruna karışmış olacağını istersen “vele zikrullahu ekber” en büyük zikir sana senden yakiyn olan seninle beraber ALLAH'ın zikridir.
Aha bunu anlamak istersen, Rasûlullahı memnun etmek istersen, yarın âhirette Liva-i Rasûlun altında kollarını sallayarak rahat rahat akrabanmış gibi yanına gitmek istersen, Rasûlulluhın yüzünü güldürüp ellerinden öpmek istersen, gıybet etme oğlum!
Gıybet edersen; namazın da haccın da her türlü şeyin bedava uçar gider jimnastik olur oğlum jimnastik olur!
Aha benim bildiğim gıybet bu kadar ama doğru ama yanlış!
Ben böyle öğrendim böyle biliyorum.
Bunu daha iyi söyleyenler bilir, amma o gıybetle imtihan geçiren adamdır.
Meselâ şöförlük imtihanı geçiren adama, şöförlüğü sorabilirsin. Ben şöförlük imtihanı geçirmem, otomobilin de hiç bir yerinden anlamam!
ALLAH beni gıybetle imtihan etmediği için aha bende bu kadarcık gıybeti biliyorum işte ahaa bu kadar gardaşım!
Dinleyen bir zât: ALLAH razı olsun!

Dinleyen bir zât: 15 mayıs 1971 günlerden cumartesi.
Muhterem hocam müsadenizle birşey sormak istiyorum.

“Buyurun!”
Dinleyen bir zât: “İsm-i Azam hakkında Efendim. biraz sizden, çok dinledik ama birde sizden malumat ricâ ediyoruz...”

Peki, bu öyle bi sual ki oğlum, karmakarışık bilen bile söylemez ama aklımda aklımı toplayım da bi şeyler söyleyim size.
Yalnız “bilen var mıdır bunu?”
Vardır tabi, Rasûllahın sallallahu aleyhi ve sellemin bir hadisi var “iza huliyet gulibet”
Yani dünya, iyi temiz ruhanî adamlardan evliyalardan halii olursa yıkılır.
Bu insanlar İsm-i Azamın kendilerine aksetmiş olduklarındandır.

Yine bir Hadis-i Rasûlullahta “öyle kapılar vardır ki, rasih âlimlerden başkalarına açılmaz”
Kur'ân-ı Kerimde: ''Râsihûne fî’l- ilmi''i bilse her şeyin esrarı ortaya çıkar.
Her sır ifşa edilmez, her gerçek söylenip açıklanamaz.
“Öyle ilim vardır ki gizlenmiş inci gibidir” buyuruyor Cenâb-ı Peygamber.
“Onu ancak ALLAH’ı bilen âlimler bilir, ALLAH’a karşı mağrur olanlar onları yalanlar.”
Bu sırları bilenlere ifşaa etmemeleri de vâcibdir.
İfşâ ederlerse hata ve küfre girerler.

Şimdi ben bunları anlatırken içinizden bir şey geçmiştir, bu kadar dinleyici var:
“Acaba bu basit Hoca Efendi İsm-i Azamı biliyor mu?
Hemen söyleyeyim ki, İsm-i Azamı biliyorum amma, amması var!o
Ona yanaşmak temizliğine henüz varamadım.
Nasıl buğulu göz yerini bildiği şeyi görüp tutamazsa…



Resim

Eleşkirt: Eleşkirt Ağrı ilinin bir ilçesidir. İlçe bağlısı olarak merkez hariç olmak üzere ilçe merkezine bağlı; 3 belde, 61 köy ve 6 mahalleden oluşmaktadır. 1926 yılına kadar ilçe merkezinin şimdi köy statüsünde olan toprakkale tarafında olduğu söylenmektedir. Daha sonra Trabzon-İran transit yolu Eleşkirt'ten (Zetkan) geçince ilçe merkezi buraya taşınmıştır. İlçenin nüfusu 2009 yılı genel nüfus sayımına göre, 39,281'dür. Halkın çoğunluğunu Kürtler oluşturmakla birlikte ilçede Türkler de yaşamaktadır. Eleşkirt'teki Türkler genellikle 93 harbi sonrası ve Dünya savaşı sonrasında Türkiye'ye iltica etmiş Ahıska Türkleri, Karapapak ve az sayıda da olsa Azeri Türkleridir.
Takdim: (Kıdem. den) Arzetmek. Sunmak. Küçük bir kimseyi yaş, amel, mevki ve takva itibariyle büyük bir kimse ile tanıştırmak. Öne geçirmek, bir şeyi başka bir şeyden önde tutmak. Bir büyüğün önüne geçip bir şey vermek.
Mâlumat: Bilinen şeyler, bilinenler. Bir iş veya mevzu hakkındaki bilgiler.
İstirham: Merhamet istemek. Yalvarmak. İzin istemek. Rica etmek.
Lugat: Kelime. Söz. Her milletin dili. Lügat kitabı, sözlük.
Zümre: Bölük, cemaat, grup, takım, sınıf. Cins.
Mürşid: (Rüşd. den) İrşad eden, doğru yolu gösteren, gafletten uyandıran. Peygamber vârisi olan, kılavuz. Tarikat piri, şeyhi.
Tasavvuf: Kalbi dünyanın fâni işlerinden ayırıp Allah (C.C.) sevgisi ile bağlamak. Tarikat ehli olmak. (Bak: Tarikat)(İmam-ı Gazalî, İmam-ı Rabbanî gibi muhakkıkin-i ehl-i tarikat derler ki: "Birtek Sünnet-i Seniyyeye ittiba' noktasında hâsıl olan makbuliyet, yüz âdâb ve nevâfil-i hususiyeden gelemez! Bir farz, bin sünnete müreccah olduğu gibi; bir Sünnet-i Seniyye dahi, bin âdâb-ı tasavvufa müreccahtır!" demişler. M.)
Tahammül: Yüklenmek. Bir yükü üstüne almak. Sabretmek. Katlanmak. Kaldırmak.
Mutasavvıf: Tasavvufla uğraşan. İlâhiyyatla uğraşan, tarikat ehli olan. (Bak: Tarikat)
bid’at:
menşe’: (Neş'et. den) Esas. Kök. Bir şeyin çıktığı, neş'et ettiği yer. Beslenip yetişilen yer.
Nüve: Çekirdek, asıl, menba.
Sudur: Olma, meydana gelme. Sâdır olma. (Sadr. C.) Göğüsler, sadırlar.
Gıybet: Arkadan çekiştirmek. Hazır olmayan birisinin aleyhine konuşmak. Birisinin gıyabında hoşuna gitmeyen bir şeyi söylemek.
Settaru’l-uyub: Ayıpları örten.
İfşa: (C.: İfşâât) Duyurmak. Fâşetmek. Meydana çıkarmak. Gizli bir şeyi herkese duyurmak.
Evtad: (Veted. C.) Direkler. Kazıklar. Ricâlullahtan birine verilen isim.
Teaffün: (Ufunet. den) Çürüyüp kokuşma. Leş kokusu. Fena ve pis kokular.
Ta’zim: Hürmet. Riayet. İkramda bulunmak. Bir zât hakkında büyük sayıldığına delâlet edecek surette güzel muâmelede ve hürmet ifade eden tavırda bulunmak.
Libas: Giyilecek şey. Elbise. Karı ve koca. Mc: İctima'. Şübhe kabul eden söz.
Gıbta: İmrenme. Aynı iyi hâli isteme. Şiddetle başkasının güzel bir halinin kendisinde de olmasını arzu etme.
Mücerred: (C.: Mücerredât) Yalnız, tek. Hâlis, saf, katışıksız, karışık olmayan. Tek başına. Çıplak, soyulmuş. Tek başına yaşayan, evlenmemiş, bekâr. Edb: Kur'ân yazısında noktasız harflerle yazılı mensur veya manzume. Bu şekil yazıya mahzuf veya mühmel de denir. Fls: Müşahhas olmayan. Vücuda gelmiş eşya ve ef'âlin şekil ve suretlerinden ayrı olarak düşünülen her keyfiyet ve mefhuma veya nisbet mefhumuna denir. Bunun zıddı müşahhasıdır ki, eşyanın bütün vasıfları ile zihinde husulüdür.
sun’î: İnsan yapısı, uydurma, takma, sahte, yaradılıştan olmayan.
Fenn: Hüner. Mârifet. San'at. Tecrübe. İlim. Nevi, sınıf, çeşit, tabaka. Türlü. Fizik, kimya, biyoloji, matematik ilimlerinin umumi adı. Tatbikat ve isbat ile meydana gelen ilim.
Nusha: (C.: Nüsah) Yazılı şey. Yazılı bir şeyden çıkarılan suret. Muska, duâlı kâğıt. Gazete ve dergilerde (sayı).
Vakıf: Bir kimseyi veya bir şeyi alıkoymak, durdurmak. Kımıldatmamak. Hareketten fariğ olmak, imsak etmek. Hapsetmek. Aslâ satılmamak, başka şeye tebdil olunmamak şartı ile bir mülkü Allah yoluna vermek. Menfaatı hayır nevilerinden birisine âit olmak üzere bir mülkü ilelebed vermek. Tecvidde: Durmak ve durdurmak mânalarına gelerek, nefesle beraber sesin kesilmesine denir. Yâni: Kur'an-ı Kerimi tilâvet ederken herhangi bir kelime üzerinde bir müddet sesi kesip, nefes alarak dinlenme halidir.
İzafî: İzafetle alâkalı, izafete dâir. Ona bağlamak suretiyle. Alâkalı göstererek.
Adem: Yokluk, olmama, bulunmama. Fakirlik.
Mensub: Nasbolunmuş, me'muriyete konulmuş. Konulmuş, dikilmiş. Gr: Sonu fetha (üstün) kılınmış kelime. Meftuh olan.
Ene’l- Hakk:Hallacı Mansurun: “Ben HAKK’ım!” sözü.
Makbul: (Makbule) Kabul olunan. Beğenilen. Sevablı.
Liva: Bayrak. Sancak. Eskiden kazadan büyük, vilâyetten küçük yerleşme merkezlerine denirdi. Tugay. Hz. Peygambere (A.S.M.) âit sancak.
Tafsilat: Etraflı olarak bildirmek. * Açıklamak, şerh ve beyan etmek. İzah etmek.
Ma’lumat: Bilinen şeyler, bilinenler. Bir iş veya mevzu hakkındaki bilgiler.
İstirham: Merhamet istemek. Yalvarmak. * İzin istemek. Rica etmek.
Tahammül: Yüklenmek. Bir yükü üstüne almak. * Sabretmek. Katlanmak. * Kaldırmak.
Biat: Bağlılığını, itimadını bildirmek. Birisinin hakemliğini veya hükümdarlığını kabul etmek. El tutarak bağlılığını alenen izhar etmek. Bağlılığını tazelemek. * Rey vermek.
Menşe’: (Neş'et. den) Esas. Kök. Bir şeyin çıktığı, neş'et ettiği yer. Beslenip yetişilen yer.


El Hâliku :
Resim
El Hallâku :
Resim
El Basîru :
Resim
Es Semîu :
Resim

Resim

Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Men ferreka feleyse minna: Tefrîka çıkaran-ayrılık yapan bizden değildir.
(Münâvi; C: 3, Sh: 357; Taberânî)

Resim---Ebu Hureyre radiyallahu anh şöyle dedi: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir yiyecek yığınına uğradı ve elini o yığına soktu. Parmaklarına ıslaklık isabet etti. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Ey yiyecek sahibi! Bu nedir?’” buyurdu.
Mal sahibi: “Ya Rasulallah! Ona yağmur isabet etti” dedi.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“İnsanların görebilmesi için onu yiyeceğin üzerine koymalı değil miydin?. Men gaşşenâ feleyse minnâ-Bizi kandıran bizden değildir’”
buyurdu.
(Müslim 102/164, Ebu Avane 157, Ebu Davud 3452, Tirmizi 1330, İbni Mace 2224, İbnu’l-Carud 562, İbni Hibban 4905, Ebu Yağla 6520, Begavi 2120, 2121, Ahmed 2/242, Albani İrva 1319)

Resim---Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Allah Teâlâ buyurdu ki : “Ben insanı kendi sûretimde yarattım.”''
(Buhari ve Müslim’den; Kudsi Hadisler, C. 1, s.172, Madve Yayın., 1991-İstanbul)

Resim---Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz şöyle buyurdu: " İnnellahe haleke Ademe, ala suretihi : Muhakkak Allah Adem'i kendi sureti üzerine yarattı."
(Sadreddin Konevî, Hadis-i Erbain,12)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz: “Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu: Nefsinin Bilen RABBini BİLir”” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II/343 (2532)


Resim

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
Resim---Ve lekad halaknel insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh(nefsuhu), ve nahnu akrebu ileyhi min hablil verîdi: Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız.” (Kaf 50/16)

Nur Sûresinde.
“Zorla kötülüğe sevkedildikten sonra şüphe yok ki ALLAH onların suçlarını örter, çünkü ALLAH Erhamu’r- Rahimdir.”
اتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَأَقِمِ الصَّلَاةَ إِنَّ الصَّلَاةَ تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَلَذِكْرُ اللَّهِ أَكْبَرُ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ
Resim---Utlu mâ ûhıye ileyke minel kitâbi ve ekımıs salât(salâte), innes salâte tenhâ anil fahşâi vel munker(munkeri), ve le zikrullâhi ekber(ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn(tasneûne): (Resûlüm!) Sana vahyedilen Kitab'ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.” (Ankebût 29/45)

Râsihûne fî’l- ilmi:
هُوَ الَّذِيَ أَنزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ آيَاتٌ مُّحْكَمَاتٌ هُنَّ أُمُّ الْكِتَابِ وَأُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌ فَأَمَّا الَّذِينَ في قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَاء الْفِتْنَةِ وَابْتِغَاء تَأْوِيلِهِ وَمَا يَعْلَمُ تَأْوِيلَهُ إِلاَّ اللّهُ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ آمَنَّا بِهِ كُلٌّ مِّنْ عِندِ رَبِّنَا وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُوْلُواْ الألْبَابِ
Resim---Huvellezî enzele aleykel kitâbe minhu âyâtun muhkemâtun hunne ummul kitâbi ve uharu muteşâbihât(muteşâbihâtun), fe emmellezîne fî kulûbihim zeygun fe yettebiûne mâ teşâbehe minhubtigâel fitneti vebtigâe te’vîlih(te’vîlihi), ve mâ ya’lemu te’vîlehû illâllâh(illâllâhu), ver râsihûne fîl ilmi yekûlûne âmennâ bihî, kullun min indi rabbinâ, ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâb(elbâbi): Sana Kitab'ı indiren O'dur. Onun (Kur'an'ın) bazı âyetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab'ın esasıdır. Diğerleri de müteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşâbih âyetlerin peşine düşerler. Halbuki Onun tevilini ancak Allah bilir. İlimde yüksek pâyeye erişenler ise: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. (Bu inceliği) ancak aklıselim sahipleri düşünüp anlar.” (Âl-i İmrân 7)

ALLAH onların suçlarını örter:
وَآخَرُونَ اعْتَرَفُواْ بِذُنُوبِهِمْ خَلَطُواْ عَمَلاً صَالِحًا وَآخَرَ سَيِّئًا عَسَى اللّهُ أَن يَتُوبَ عَلَيْهِمْ إِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---“Ve âharûna’terefû bi zunûbihim haletû amelen sâlihan ve âhare seyyiâ(seyyien), asâllâhu en yetûbe aleyhim, innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun): Diğerleri günahlarını itiraf ettiler, onlar salih bir ameli bir başka kötüyle karıştırmışlardır. Umulur ki Allah tevbelerini kabul eder. Hiç şüphesiz Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Tevbe 9/102)
Resim
Cevapla

“SOHBET - 30” sayfasına dön