PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Peygamberlerimiz hakkında detaylı bilgiler.
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim

1. Sıdk (Doğruluk):

Bu Özellik, Peygamberlik müessesesi için gerekli olan bir özelliktir. Çünkü bu özellik, Peygamberlerin davetine nispetle msanhk içinde zaruridir. Ama bu özellik, Peygamberlerde, yaratıştan var olan özelliklerdendir. Bundan dolayı herhangi bir peygamberden yalan, hainlik, insanların mallarını batıl yol ile yeme ve daha bir çok çirkin vasıflar gibi kişiliğini zedeleyecek olan bu tür şeylerin meydana gelmesi mümkün değildir. Çünkü bu çirkin vasıflar, normal bir kimse için bile uygun olmadı­ğına göre, nasıl bir nebi ve resul için uygun olabilir?

Peygamberlerden birinde yalan gibi herhangi bir çirkin va­sıf meydana gelmesi caiz olsaydı, Şanı Yüce Allah'tan naklettiği yahut vahiy haberlerinden aktardığı konularda insanların kendisine dair bir güvenilirliliği kalmazdı... Eğer böyle bir şey olsaydı bunun, Peygamberlerin getirdikleriyle bizzat kendilerinin karşılaşması yahut daha önceden kafalarında oluşmuş fikirler ile bu yeni getirmiş olduklarına karşı hainlik etme ihtimali olup bunları da -Peygamberlerin böyle bir şey yapacağı­nı onlardan uzak görüp- Allah'a karşı bir yalan ve iftira olarak nispet edebilirler. Bu ise -daha öncede belirtildiği üzere- müm­kün değildir. İşte böylece Kur'ân-ı Kerîm'i, Allah'a iftira eden veya diliyle Allah'ı yalanlayan herkes hakkında aşağıda gelen bu ayırt edici hükümle hükmediyor. Bundan dolayı Yüce Allah, Peygamberlerin efendisi olan Hz.Muhammed (s.a.v) hakkında şöyle buyurmaktadır:


"Eğer Bize karşı, kendisine vahyettiklerîmize bazı sözler katmış olsaydı, Biz, onu kuvvetle yakalardık, sonra da onun şahdamarını koparırdık. Hiçbirinizde onu koruyamazdınız. Doğrusu Kur'an, mûttakiler için bir öğüttür."[59]


İslam Şehidi Seyyid Kutub (rh.a), "FizHali'l-Kur'an" adlı tefsir kitabında konuyla ilgili olarak şöyle der:

"Sonuçta o korkunç tehdit, akide konusunda Allah'a iftira edenlere gelip çatıyor. Halbuki akide konusu boş boğazlığa yer vermeyen ciddi bir konudur. Daha önce geçen ayeti kerime, başka hiçbir ihtimal olmayan biricik ihtimali belirtiyor. Bu bi­ricik ihtimal ise Resulullah (s.a.v)'in tebliğ ettiği hususlarda 'Emin' ve 'sıdk' (doğru) olduğudur. Yüce Allah'ın, onu, katiyen cezalandırmaması da bunu göstermektedir. Halbuki tebliğ görevinden en ufak bir sapma söz konusu olsaydı, Allah onu muhakkak şiddetli bir biçimde cezalandırırdı. Bu sözün ifade ettiği mana, Hz. Muhammed (s.a.v)'in tebliğ ettiği şeylerde "sıdk" (doğru) olduğu yönündedir.

Eğer Hz. Muhammed (s.a.v) kendisine vahyolunmamış birtakım sözleri Kur'an'a karıştırmış olsaydı, Yüce Allah Onu cezalandırır ve ayetlerin belirttiği şekilde, peygamberini öldürürdü. Hz. Peygamber (s.a.v)'in cezalandırılmasına veya öldürülmesine dair bir şey meydana gelmediğine göre, elbette ki Hz. Muhammed (s.a.v), 'Sıdk' (doğru)dur." (İslam Şehidi Seyyid Kutub'un sözü burada bitmektedir.)


Resulullah (s.a.v), küçüklüğünden itibaren Kureyş kabilesinin içerisinde "Sıdk"ı (Doğruluğu) ve "Emin"liği (Güveniriiligi) ile meşhur olmuştu. Hatta Mekkeli müşrikler, Onu, "doğru" ve "emin" diye isimlendirerek; "Doğru" ve "emin" (olan Muhammed) geldi ve "doğru" ve "emin" (olan Muhammed) gitti... derlerdi, İşte Hz. Peygamber (s.a.v) böylece Peygamber olarak gönderilişinden önce Kureyşliler arasında doğruluğu, eminliği ve makamının yüceliğiyle bilinmekteydi.

Rivayet edildiğine göre; Kureyş'in ileri gelenlerinden biri­si,[60]
Mekke sokaklarından birinde Ebu Cehil ile karşılaşır. Onu durdurarak: "Ey Ebu'l-Hakem! Şu anda burada senden ve ben­den başka hiçbir kimse yok. Muhammed 'in doğru mu? Yoksa yalancı mı? olduğunu bana Allah'ın adıyla söyle" der. Ebu Ce­hil ise ona bütün açıklığıyla şöyle cevap verir:

- "Allah'a yemin ederim ki, Muhammed gerçekten 'doğru' sözlüdür. O hiç yalan söylememiştir." Ebu Cehil'in bu sözü üzerine o adam:

- "Sizi, Ona uymaktan alıkoyan şey nedir?" diye orar. Bunun üzerine Ebu Cehil, o adama:

- "Şimdiye kadar biz ve Haşim oğullan şan ve şeref hususunda yarışır ve mal çokluğu ile övülmede de çekişip dururuz. Onlar hacılara yemek yedirdiklerinde, biz de yedirdik, Onlar hacılara su dağıttıklarında, biz de su dağıttık. Onlar Kabe'yi örtme vb.) çeşitli görevler üstlendiler, biz de üstlendik. Onlar insanlara bir şeyler verdiler ve iyilik ettiler, biz de verdik ve iyilik ettik. Develer üzerinde, karşılıklı diz ; çöküp yarış atları gibi yarıştık durduk. Daha sonra onlar bize, { şu eklemeyi yaptılar: 'Bizden (kendisine gökten vahiy gelen) bir Peygamber gönderildi' dediler. Biz onlara nereden bir Pey­gamber getirelim? Allah'a yemin ederim ki, bundan dolayı biz, Ona, asla inanmayız ve Ona tabi olmayız" cevabını verdi. Bu­nun üzerine Şanı Yüce Allah, peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v)'i teselli etmek için şu ayeti indirmiştir:


"(Ey Muhammedi) Onların söylediklerinin, seni üzeceğini elbette biliyoruz. Doğrusu onlar, seni yalancı saymıyorlar. Fakat zalimler, Allah'ın ayetlerini bile bile inkar ediyorlar." (En'am: 6/33)."

İşte bundan dolayıdır ki, Allah'ın düşmanı olan Ebu Cehil, Resulullah (s.a.v)'in doğruluğunu kabul ediyor ve aynı zamanda itiraf da ediyor. Fakat onu, Resulullah (s.a.v)'e tabi ol­maktan alıkoyan şey; kavmi arasındaki liderliği, şan ve şerefi­dir. Şöyle söyleyen gerçekten de doğru söylemiştir:


"Üstün kimse; düşmanlarının, kendisinin doğruluğuna şahitlik ettiği kimsedir."

Rum kralı Herakliyüs, Müslüman olmayışından önce Ebu Süfyan'a; Muhammed'in, Peygamber olduğunu söylemesi hakkında şöyle soru sormuştu:

- "Siz, Onu bu iddiasından önce hiç yalan ile itham ettiniz mi?" Ebu Süfyan'da, ona:

" - "Biz, Onda, kesinlikle bir yalan görmedik"!! der. Ebu Süryan'ın bu sözü üzerine Herakliyüs, ona, şöyle çok muhteşem bir cevap vermiştir:

- "O, ne insanlara ve ne de Allah'a yalan söyleyecek biri değildir."
[61]

İşte bu, büyük kimselerin, bir Peygamber hakkındaki düşüncesi ve gerçek ile yanlışı ayırıcı bir sözüdür. [62][63]



[59] Hâkka: 69/44-48.
[60] Rivayetlere göre. bu adamın adı; Ahnes b.Şureyk'tir. (ç).
[61] Bu hadis, Buhari'nin 'Bedi-vahy' bölümünde rivayet ettiği hadisin bir kısmıdır. Hadisin tamamı için bakınız: Ayni, Umdetü'l Kari, 1/ 77 (Ayrıca bu hadis için B.k.z: Buharı", Şahadet 28, Cihad İL 99, 102, 122, Cizye 13, Tefsirü Âi-i İmrân 4, Edeb 8, İsti'zan24; Müslim, Cihad 73 (1773); Tirmizî, İsti'zan 24 (2718). (Bu olay, Hudeybiye barış anlaşmasından sonra ICııreyş kalleşinin Rum diyarına ticaret için gitmesi sebebiyle gerçekleşmişti. Bu sırada Ebu Süfyan, daha hala müslüman ol­mamıştı. Ebu Süfyan, Mekke'nin fethi sırasında müslüman dmuştu). (ç).
[62] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları:
[63] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 83-87.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim

2. Emanet (Güvenirlilik) :

Bu, yüce Allah'ın insanlara gönderdiği herhangi bir peygamberin vahiy konusunda emin olması ve Allah'ın aşağıda gelecek olan sözüne sarılarak Yüce Allah'tan aldığı emirleri ve yasakları; ziyadesiz, noksansız, tahrif etmeksizin ve değiştirmeksizin Allah'ın yarattığı kullarına tebliğ etmesiyle ilgilidir. Yüce Allah, bu konuda şöyle buyurmaktadır:

"Allah'ın göndermiş olduğu (vahiyleri) tebliğ eden (Pey­gamberler; Allah'tan korkarlar ve O'ndan başka (hiçbir kim­seden) korkmazlar. Allah hesap görücü olarak yeter."[64]

Bundan dolayı Peygamberlerin hepsi, vahiy konusunda güvenilir kimseler ve kendilerine nazil olduğu şekilde Allah'ın emirlerini ve yasaklarını tebliğ eden kimselerdir. Bundan do­layı Yüce Allah'ın, kendilerine yapmakla emrettiği şeyleri giz­lemeleri ve bunlara hainlik etmeleri mümkün değildir. Çünkü hainlik, emanet ile birlikte bulunmaz. Buna göre peygamberin, kendisine emanet edilene hainlik etmesi, Peygamberlik olarak gönderildiği ümmetine nasihat etme ve Allah'ın kendisine gönderdiği vahiyleri tebliğ etmemesi" bir Peygamber için hiç uygun olur mu? Buna binaen bütün Peygamberler, en mü­kemmel şekilde emaneti yerine getirirler. Zira Yüce Allah'ın gönderdiği her Peygamber, kavmine şöyle demekteydi:

"Ben sizin için güvenilir ve sizin iyiliğinizi isteyen bir ki­şiyim."[65]

Bu konuda Şanı Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Peygamber, görülmeyenler hakkında söylediklerinden ötürü töhmet altında tutulamaz."[66]

Yani Peygamber, vahiy ve gayb hakkında söylediklerin­den ötürü töhmet altında tutulamaz demektir. Eğer Peygamber­ler de emanet (güvenirlilik) vasfı olmasaydı, kendilerine, Allah tarafîndan gelen risâletin ortaya çıkmasında değişmeler vuku bulurdu. Ama müminler, inmekte olan vahye inandılar... İşte bundan dolayı Hz. Aişe (r. anha) şöyle demektedir:

"Eğer Hz. Muhammed (s.a.v), kendisine inen vahiyden bir şey gizleseydi: "Allah 'ın (yakında) açığa vuracağı (Zeynep Ve evlenmeye dair) şeyi içinde saklıyordun. İnsanlar (a bunu söy­lemek) ten çekiniyordun. Oysa Allah'tan çekinmen daha uygundur. " (Ahzab: 33/37) ayetini gizlerdi."[67]

Aynı şekilde Yüce Allah'ın, Hz. Muhammed (s.a.v)'in bizzat kendisini azarlayan şu ayetleri gizlerdi:

"Yanına kör bir kimse geldi diye Peygamber yüzünü astı ve geri çevirdi."[68]

Yine aynı şekilde şu ayeti de gizlerdi:

"Hiçbir Peygamber, yeryüzünde çokça savaşıp zaferler kazanmadan esirler alması yaraşmaz. (Sizler) geçici dünya ma­lını istiyorsunuz. Allah ise ahireti istiyor. Allah, Aziz'dir. Ha­kim'dir. Eğer daha önceden (Bedir savaşına katılanlar günah işledikleri takdirde bile) Allah'ın geçmiş bir hükmü olmasaydı aldıklarınızdan dolayı size büyük bir azab dokunurdu."[69]

Emanet vasfının, vahyin selâmeti ve peygamberin getirdi­ği -o da yalnızca Yüce ve Hakim Allah'ın katındandır- her şey de, nefsin mutmain olarak gölgelendirilmesi için her nebi ve resulde çokça bulunması gerekmektedir. Yüce Allah bu konu­da şöyle buyurmuştur:

"0, kendi istek ve arzusuna göre söz söylemez-Onun ko­nuşması ancak kendisine vahyolunan bir vahiy iledir."[70]



[64] Ahzâb: 33/39.
[65] A'râf: 7/68.
[66] Tekvir: 81/24.
[67] Tirmizâ, Tefsirü Sure-i Ahzâb (3206); Müslim, İman 287; Buharî, Tevhid 22; İbnü'1-Esîr, Camiul-Usul, 2/ 308. Tirmizî, bu hadisin, "Hasen-Sahîh" olduğunu söylemiştir.
[68] Abese: 80/1-2.
[69] Enfal: 8/67-68.
[70] Necm: 53/3-4.
Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 87-89.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim

3. Tebliğ:

Bu, Peygamberlere -Allah'ın salât ve selâmı onların üzeri­ne olsun- mahsus bir özelliktir. Bununla, Peygamberlerin, Al­lah'ın, kendilerine indirmiş olduğu hükmünü tebliğ etmesi kast olunur. Zira onlar, kendilerine gökten inen vahyi insanlara teb­liğ ederler. Bundan dolayı da onlar, insanlara yaptıkları tebliğ sırasında büyük eziyetler ile kötü ve günahkar kimselerin zorluklarıyla karşılaşsalar bile yüce Allah'ın, kendilerine vahyettiği hiçbir şeyi gizlemezler. Kur'ân-ı Kerim, Hz. Nûh (a.s)'ın kıssasında bunu şöyle dile getirmektedir:

"(Bunun üzerine Nûh): 'Ey kavmim! Bende hiçbir sapıklık yoktur. Fakat ben, alemlerin Rabbi (tarafından size gönderil­miş) bir peygamberim. Size, Rabbimin (bana) vahyettiklerini tebliğ ediyorum, size nasihat ta bulunuyorum. Ben, sizin bile­meyeceğiniz şeyleri, Allah 'tan (gelen vahiy ile) biliyorum' dedi.[71]

Hz. Salih (a.s)'dan ise bunu şöyle haber vermektedir:

"Bunun üzerine O (Salih) da kavminden yüz çevirdi ve: 'Ey kavmim! And olsun ki ben size Rabbimin (bana) gönder­miş olduğu vahyi tebliğ ettim ve size nasihatta bulundum. Fa­kat siz, nasihat edenleri sevmezsiniz' dedi."[72]

Hz. Şuayb (a.s) hakkında ise şöyle demektedir:

"(Bunun üzerine (Şuayb) kavminden yüz çevirip (kendi kendine): 'Ey kavmim! And olsun ki ben size, Rabbimin elçili­ğini tebliğ ettim ve size nasihatta bulundum. Artık ben, siz ka­firler topluluğuna nasıl tasalanıp üzülürüm?' dedi."[73]

Peygamberlerin hepsinin bütün açıklığıyla ve genişliğiyle; Allah'ın, kendilerine verdiği elçilik (risalet) görevini tebliğ ettiklerinin belirtilerini görmekteyiz. Zira onlar, Allah'ın risaletini tebliğ etmekte ve kavmi içerisindeki insanlara nasihat etmektedirler. Hatta Yüce Allah, Peygamberlerin sonuncusu olan Hz. Muhammed, (s.a.v)'e, risaletini etmesini emretmek­tedir. Yüce Allah, ona hitaben şöyle buyurmaktadır:

"Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bu görevini yerine getirmezsen O'nun elçilik (görevini) yapmamış olursun. Doğrusu Allah, kafirleri doğru yola iletmez."[74]

Her Peygamber, Allah'ın, kendisine indirdiği risâleti ve daveti, tebliğ etmekle mükelleftir. Buna göre Peygamberlerden her birinin, kendisine inenden herhangi bir harfi eksiltmesi ve bunlara bir harf eklemesi mümkün değildir. Eğer bir Peygam­ber, bunlardan birisini yaparsa Allah'ın emrine muhalefet et­miş olur ve yerine getirmekle emrolunduğu emanete hainlik etmiş olur. Bundan dolayı bazı surelere ve ayetlere, Yüce Allah'ın "Kul" = ("De"- "Söy­le") sözüyle başladığını görmekteyiz. Bu ise Allah'ın emrini, kendi ümmetine tebliğ etmesi için peygambere yönelik bir emirdir. İşte bundan dolayı bir Peygamber, kendisine ineni ek­siksiz ve fazlasız olarak tebliğ etmektedirler. Yüce Allah bu konuda bir örnek olması için şöyle buyurmaktadır:

"De ki: Benim yolum, budur; ben ve bana uyanlar bilerek insanları Allah 'a davet ederiz."[75]

Yine Yüce Allah konuyla ilgili olarak şöyle buyurmakta­dır:

"De ki: Ey Kafirler! Ben sizin taptıklarınıza tapmam."[76]

Yine yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"De ki:Tan yerini ağartan Rabbe sığınının."[77]

Yine Yüce Allah konuyla ilgili olarak şöyle buyurmakta­dır:

"De ki: İnsanların Rabbine sığınırım"[78]

Hz. Peygamber (s.a.v)'in bizzat kendisine hitap edildiği (emir sığasındaki) bu lafızlar olmasa da, Hz. Peygamber (s.a.v)'in sadece ilahi emirleri insanlara tebliğ etmesi de yeter­lidir. Fakat Hz. Peygamber (s.a.v), vahiy konusunda güvenilir olduğundan dolayı Rabbinin risâletindeki bir harfi bile değiştirmeksizin, fazlalaştırmaksızm ve eksiltmeksizin -kendisine vahyedildiği şekilde- insanlara tebliğ etmiştir. Buna göre Hz. Peygamber (s.a.v), "İşte bu, benim yolum budur. Ben yalnızca Allah'a davet ediyorum" (Yûsuf: 12/108) ve "Ben, tanyerini ağartan Rabbe sığınırım." (Felak : 113/1) veya "İnsanların Rabbine sığınırım" (Nas: 114/1) dememiştir. Ancak harflerin ve sığanın kendisiyle, yüce Allah'tan kendisine yöneltilende"emir sığasını" [79] da kullanmıştır. İşte bu, (Allah'ın, kendisine vahyettiği) risâleti ve daveti tebliğ hususundaki "güvenirliliği­ne" delildir.

Tebliğden maksat; Allah'ın, kıyamet gününde insanların (bizzat kendilerinin- suçsuz olduklarına dair) ileri sürebilecek­leri hüccetlerini boşa çıkarması ve hiçbir kimsenin mazeretini beyan etmemesi anlaşılmaktadır. Çünkü Yüce Allah, insanlara kendisi tarafından Peygamberler gönderip risâleti tebliğ ettir­meden önce azab etmekten ve insanlara, günah işlememiş olduğu halde azab etmez. O en keremli ve en merhametli olan­dır. Nitekim yüce Allah konuyla ilgili olarak şöyle buyurmak­tadır:


"Biz, Peygamber göndermedikçe hiçbir kimse (veya bir topluluğa) azab etmeyiz."[80]

Yine Şanı yüce Allah konuyla ilgili olarak şöyle buyur­maktadır:

"Rabbin, kendilerine ayetlerimizi (vahyimizi) okuyacak bir peygamberi, memleketlerin ana şehirlerine (yani asıl olanları­na yahut büyüklerine veya başkentlerine) göndermedikçe, (hiçbir zaman) o memleketleri helak edici değildir. Zaten Biz, (ancak zulümleri sebebiyle azabı hak eden) halkı zalim memle­ketleri helak etmişizdir. "[81]

Şanı Yüce Allah, Peygamberlerin sonuncusu olan Hz. Muhammed (s.a.v)'i; alemlere uyarıcı olması için göndermiş ve aynı zamanda Yahudi ve Hıristiyanların, "bize bir müjdeleyici ve uyarıcı gelmemiştir" şeklindeki mazeretlerini boşa çı­karmak için Peygamberlerin arası kesildiği bir sırada gönder­miştir. Yüce Allah bu konuda Yüce kitabı Kur'ân-ı Kerim'inde şöyle buyurmaktadır.

"Ey kitap ehli! Peygamberlerin arası kesildiğinde, 'Bize bir müjdeci ve bir uyarıcı gelmedi' dersiniz diye, size açık an­latacak Peygamberimiz (Muhammed) geldi. Şüphesiz O, size müjdeci ve uyarıcı olarak gelmiştir. Allah her şeye Ka­dir'dir."[82]

Resulullah (s.a.v), Rabbinin davetini tebliğ ettiği sırada ona, yüce ve büyük Rabbinin şu ayeti inmiştir:

"Şimdi sen, ne ile emrolunuyorsan, (müşriklere) apaçık bildir. Müşriklere de aldırış etme. "[83]

Resulullah (sav), Rabbinin davetini açıklamaya ve risaletini tebliğ etmeye koyulmuştu. Böyle bir sırada Safa te­pesine çıkarak kabileleri ve Kureyş'in içindeki toplulukları şöyle davet etmeye başladı:

- "Ey Abdulmuttalib oğullan! Ey Fihr oğulları! Ey Ka'b oğulları!.. Nihayet herkes oraya toplandı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v), onlara:

- "Ben, size, şu vadiden veya dağın eteğinden atlıların çı­kıp geleceğini ve size saldıracaklarını haber versem, beni tas­dik eder miydiniz?" diye sordu. Onlarda:

- "Evet, şimdiye kadar senin yalan söylediğini görmedik" dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.):

- "Ben, size, (tebliğ ettiklerimi kabul etmediğiniz taktirde) önünüzdeki şiddetli azabı haber veriyorum..." dedi. Bunun üzerine amcası Ebu Leheb:

-"Ey Muhammed yazıklar olsun sana! Bunun için mi bizi buraya topladın?"diyerek Hz. Peygamber (s.a.v)'e hakaret etti. Bunun için Yüce Allah, onun bu sözüne karşılık olarak şu su­reyi indirmiştir:

"Ebu Leheb 'in elleri kurusun; zaten kurudu da! Malı ve kazandığı kendisine fayda sağlamadı, (Yaptıklarından dolayı) alevli ateşe yaslanacaktır. Karısı da (yaptıklarından dolayı) boynunda bir ip olduğu halde ona odun taşıyacaktır." (Tebbet: 111/1-5)" [84]



[71] A'râf: 7/61-62.
[72] A'raf: 7/79.
[73] A'râf: 7/93.
[74] Mâide: 5/67.
[75] Yûsuf: "12/108.
[76] Kafirun: 109/1-2.
[77] FeIak: 113/1.
[78] Nas: 114/1.
[79] Resulullah (s.a.v)'e indirilen sürelerde ve ayetlerde geçen "Kul" kelimesini, Resulullah (s.a.v) kullanmıştır. "Kul" kelimesi, Arap dü gramerine göre,emir sığa-sıdır. Yani bununla, Hz. Peygamber (s.a.v) kastedilmiştir. Zira bu emir sığası, Hz. Peygamber (s.a.v)'e hitap etmektedir. Bundan dolayı Hz. Peygamber (s.a.v), eğer Kur'an'dan bir şeyi gizleyecek ve saklayacak olsaydı, bizzat kendisine hitap edilen bu kelimeleri gizlerdi. Ama Hz. Peygamber (s.a.v) böyle bir şey yapmamıştır. Kendisine indiği şekilde hiçbir değişiklik yapmadan insanlara tebliğ etmiştir. İşte bu da Hz. Peygamber (s.a.v)'in güvenilir olduğuna delalet etmektedir.
[80] İsrâ: 17/15.
[81] Kasas: 28/59.
[82] Maide:5/19.
[83] Hicr:15/94.
[84] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 89-94.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim
4. Fetanet (Zeki ve Akıllı Olma) :

Fetanet zeki ve akıllı olmak demektir. Buna göre Peygam­berlerden her biri, mükemmel bir akıl ve doğru görüşlülüğün yanı sıra akıllı, zeki ve harikulade bîr şekilde gönderilmişler­dir. Yüce Allah, Hz. İbrahim Halil (a.s)'ın vasfı hakkında şöy­le buyurmaktadır:

"And olsun ki daha (Peygamberlik verilmezden) önce İbrâhîm 'e, 'doğru görüşlülüğü' verdik. Biz, Onu (n buna uygun olduğunu) biliyorduk."[85]

Yine bu konuda Hz. İbrâhîm (a.s)'ın, kavmi içerisindeki müşriklere delil getirmedeki doğruluğuna bakıldığında, Onun seçkinliğine ve zekililiğine dair deliller bulunmaktadır. Bu ko­nuda Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Derken ona başvursunlar diye; (büyük puta başvurup bu putları kıranın kim olduğunu sorarlar, böylelikle putun acizli­ği ortaya çıkar diye) içlerinden büyüğü müstesna hepsini pa­ramparça edip bıraktı. (Geri dönüp İbrâhîm 'in put kırma ey­leminin sonucu olan manzarayı gördüklerinde,) 'bunu ilahla­rımıza kim yaptı? Doğrusu bunu yapan zalimlerden biridir' dediler, (ibrâhîm 'in, putlarına karşı bir tuzak hazırlayacağına dair yemin ettiğini işiten kimseler) dediler ki: 'İbrâhîm denilen bir gencin onları diline doladığını duymuştuk. (Emretme yetki­sini ellerinde bulunduranlar) dediler ki: '0, halde onu halkın gözü önüne getirin. Belki (ondan işitilen sözleri söyleyerek o-nun aleyhine) şahitlik ederler. '(İbrâhîm, onların huzuruna ge­tirilerek): 'Ey ibrâhîm! İlahlarımıza bu işi sen mi yaptın?' de­diler. (O da, kırmaksızın bıraktığı putu kastederek: ) '0 işi, şu büyükleri yapmıştır! Konuşabiliyorlarsa onlara sorun!' dedi. Bunun üzerine kendi kendilerine dönüp, 'Doğrusu siz zalimler­siniz. Konuşmayan bu putlara tapmakla hakka karşı zalimlik ediyorsunuz)' dediler. Sonra (kendilerinin, zalim olduklarını kabul ettikten) tekrar kafalarında olan eski İnanca (küfre) döndürüldüler ve: 'Ey İbrâhîm! Bunların konuşamayacağını, and olsun ki, sende bilirsin' dediler. (Onlar bunu itiraf edince, ibrahim'de, onlara karşı şöyle bir delil getirdi:) '0 halde Al­lah 'ı bırakıp ta size hiç bir fayda ve zarar veremeyecek şeylere ne diye taparsınız? Size ve Allah 'ı bırakıp ta taptıklarınıza ya­zıklar olsun! Daha hala akıllanmayacak mısınız?' dedi.[86]

Bir gerçek olarak Hz. İbrâhîm (a.s.)in, büyüğü hariç bütün putları paramparça etmesine dair hakkında tecelli eden bu ayetler, onun zekiliğiyle ve seçkinliğiyle sona ermektedir. Zira Hz. İbrâhîm (a.s), eliyle putları kırmış ve daha sonrada kavmi­ne delil gösterebilmek için baltayı büyük putun boynuna as­mıştı... Bunun üzerine muhakeme etmek için halkın ve kendi­lerinin huzuruna getirdiklerinde ona şu soruyu sormuşlardı:

- "İlahlarımızı paramparça ederek kıran ve onları kırmaya gelen kimdir? 'Yoksa Ey İbrâhîm! bunu sen mi yaptın?' Bu­nun üzerine Hz. İbrâhîm (a.s), onlara:

- "Onları, ben kırmadım. Fakat sizinde gördüğünüz gibi büyük put, onları kırmıştır. Çünkü büyük put, sizin, kendisiyle birlikte şu küçük putlara da tapmanıza razı olmadığından dola­yı onları o kırmıştır. Buna delil ise baltanın büyük putun boy­nuna konulmasıdır. Eğer benim sözümü tasdik etmezseniz, bu işi kimin yaptığını, onlara sorun...' dedi.

Burada Hz. İbrâhîm (a.s), hedefine ulaşmıştı. Zira akılları­nın kıtlığından ve kendilerini gülünç bir duruma soktuktan sonra onlara delilini getirmişti. İşte bu, Peygamberlerin düşün­cesidir.

Hz. İbrâhîm (a.s)'ın başka bir doğruluğu ise, Allah'ın mülkünde çekişen Tağut Nemrut ile olan mücadelesidir. Zira Nemrut, kendisinin ilah olduğunu ve Allah'ın dışında, kendi­sine tapılması gerektiğini savunuyordu. Halbuki Allah, Nemrut gibi kendisine tapılan kimselerin de Rabbiydi. Buna göre Hz. İbrâhîm (a.s)'ın, Nemrut'a karşı doğru görüşlüğü ve zekiliği nasıldı? İnatçı düşmanı, Hz. İbrâhîm (a.s)'in sözü karşısında nasıl şaşırıp kalarak delilsiz kalmıştı? Yüce Allah bu konuyu şöyle anlatmaktadır.

"Allah, kendisine hükümranlık verdi diye İbrahim'le Rabbi hakkında tartışanı görmedin mi? İbrâhîm, Ona: 'Benim Rabbim dirilten ve öldürendir' demişti. O da: 'Bende diriltir öldürürüm' dedi. Bu defa İbrâhîm, 'Şüphesiz Allah, güneşi doğudan getiriyor, (haydi bakalım) sende onu batıdan getirsene dedi. (Allah'ın varlığını, kanun koyma yetkisini ve ilahlığını) inkar eden (bu delil karşısında) şaşırıp dona kaldı. Allah, zalimleri doğru yola eriştirmez."[87]

İşte bu, batılın sırtını yere vuran keskin bir delildir. Bun­dan dolayı Allah, Hz. İbrâhîm (a.s)'ı, apaçık "Hakk Nur"unu açıklayıcı kılmıştır.

İşte bütün nebiler ve resuller, böyledir. Zira Allah onlara, akıl ve doğru görüşlülük vermiştir. Bundan dolayı onlar, zekililik ve akıllılık şekillerinin en mükemmel örnekleridirler. Çünkü Yüce Allah, onlara, kavimlerini hidayete getirmeye da­ir delil getirmede güç yetirebilmeleri için zekililiği, harika ol­mayı, fetaneti ve akıllılığı tahsis etmiştir. Hakk ışığını insanla­ra açıklamak ve Allah'ın davetini insanlara ilan etmek için akıl bakımından insanların en mükemmel olanını, zeka bakımından onların en geniş olanını, delil ve kanıt bakımından da onların en kuvvetli ve güçlü olanını, risâlete seçmede, Allah'ın ezeli hikmeti, böyle tahakkuk etmiştir. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır:


"Allah, Peygamberlik vereceği kimseyi (herkesten) daha iyi bilir. Suç işleyene, Allah katından bir aşağılık ve hilelerinden ötürü de şiddetli bir azab erişecektir."[88]

İnsanoğlunun kendisine zafiyet geldiğinde ve akli meleke­leri zayıfladığında, bazen insanlardan bir kısmı ihtiyarlık çağı­na ulaştıklarında bunama gibi bir hal onlara hasıl olur... Buna göre Peygamberler, -her ne kadar ömürleri uzun olursa olsun-mükemmel bir akıldan ve güçlü bir düşünceden dolayı büyük bir mevkide gölgelenmektedirler. Çünkü Yüce Allah onları, inayetiyle kuşatmış ve gözetimiyle onları korumuştur. Bundan dolayı da onların, düşünce hislerinin zayıflaması ve akli sezgi­lerinin ihmal edilmesi mümkün değildir. İşte bu, Allah'ın dilediğine verdiği üstünlüktür. Doğrusu Allah, büyük fazilet sahi­bidir. [89]



[85] Enbiyâ :21/51.
[86] Enbiyâ: 21/58-67.
[87] Bakara: 2/258.
[88] En'âm: 6/124.
[89] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 94-98.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim

5. Nefret Verici Kusurlardan Uzak Olma:

Bu özellik, Peygamberlerin özelliklerindendir. Çünkü in­sanların onlarla bir araya gelmelerinde, onlara tabi olmalarında ve onların davetlerini işitmede, nefret verici fıtri ve ahlaki ku­surlardan herhangi birisinin Peygamberlerde olması mümkün değildir. Nitekim alaca hastalığı, cüzzam ve vücudun çirkin­leşmesi gibi insanlara nefret verici hastalıklar; Peygamberler­den, hiç birinde meydana gelmez. Zira onlar, her kadar insan olsalar da; insanlardan birine isabet eden arızalar, onlara da isabet eder. Ancak Şanı Yüce Allah, onları, nefret verici kusur­lardan korumuş ve insanlara tiksinti verecek çirkin hastalıklar­dan uzak tutmuştur.

Rivayet edildiğine göre; "Hz. Eyyüb (a.s), hastalanmış ve hastalığı, onun her tarafını kaplamış. Nihayet vücudu ulmuş ve kurtçuklar vücudundan çıkmaya başlamış. Karısı ise onun bu halinden hoşlanmamış." Hz. Eyyüb (a.s) hakkındaki bu ve benzeri anlatılan rivayetlerin tamamı, tasdik edilmesi ve ina­nılması doğru olmayan İsrailiyattan nakledilen yalan ve batıl rivayetlerdir. Çünkü böylesi rivayetler, Peygamberlerin vasıf­larıyla birlikte bulunması mümkün değildir. Kur'ân-ı Kerîm ise Hz. Eyyüb (a.s)'ın bu hastalığına dair hiçbir şeyi bize anlat­mamıştır. Ancak Hz. Eyyüb (a.s)'ın vücuduna, bir derdin isa­bet ettiği ve dert ve kederin, onun vücudunun tamamını kapla­dıktan sonra kendisinden kaldırması için Rabbine dua ettiği, bunun üzerine Allah'ın, keder ve beladan İsabet edeni ondan kaldırdığı anlatılmaktadır. Yüce Allah bu konuda şöyle bu­yurmaktadır:


"Eyyüb'ü de (an)! Hani Rabbine (dua ederek) 'başıma bir\ dert (sıkıntı, hastalık, zayıflık vb.) geldi. Ve Sen, merhametlilerin en merhametlisisin' diye dua etmişti. Bizde onun (bu) duasını kabul etmiş uğradığı derdi kaldırmıştık. Katımızdan bir\ rahmet ve ibadet edenlere de, bir ibret olsun diye" ona, hem ailesini ve hem de onlarla birlikte bir mislini vermiştik.[90]

Hz. Eyyüb (a.s)'a isabet eden derdin, hem kendi vücudun­da ve hem de ailesinde meydana geldiği; ayeti kerimede açıklanmaktadır. Bu çeşit dert, hem insanlarda ve hem de Peygam­berlerde bulunabilir. Çünkü ölüm, nasıl ki Peygamberlere gelmekteyse, hastalığında onlara gelmesi mümkündür. Böyle bir hastalığın -Hz. Eyyüb (a.s)'ın vücudunun utması ve vücudundan kurtçukların çıkması şeklinde değildir- onlarda ortaya çıkması, onların kudretlerinden bir şeyi eksiltmez ve onların makamlarına zarar vermez. [91]


Resim

6. İsmet (Masumiyet):

Bu konunun önemine binaen, Allah'ın izniyle, özel bir bö­lüm olarak genişçe açıklayacağız. Allah, başarıya ulaştıran ve dosdoğru yola iletendir. [92]



[90] Enbiya: 21/83-84.
[91] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 98-99.
[92] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 99.


Resim

Esselâtü vesselâmü aleyke yâ Hatemel Mürselîn vennebîyyîn
"ALLAHümme entes- selâm ve minkes- selâm tebârekte yâ ze'l-celâli ve'l- ikrâm"
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

PEYGAMBERLERİN MA'SUMİYETİ

Peygamberlerin Masumiyeti

Masumiyetin Lügat Ve Şer
'i (Terim) Anlamının Tarifi

Allah
'ın, Hz. Muhammed (s.a.v)'i, Çocukluğundan İtibaren Günah İşlemekten Koruması

Masum Oluş
, Peygamberlikten Önce Mi? Yoksa Sonra Mı Olur?

Masum Olma, Peygamberlerin Dışındaki Kimseler İçin de Olur mu ?

Ehli Kitabın, Peygamberler Hakkındaki İnançları

Masumiyet Etrafındaki Şüpheler Ve Bunlara Verilen Cevaplar

Peygamberlerin Atası Hz
. Adem (a.s)'ın Masum Oluşu İle İlgili Mesele

Hz
. Nûh (a.s)’ın, Masum Oluşu İle İlgili Mesele

Hz
. İbrahim Halilurrahman (a.s)'ın Masum Oluşu İle İlgili Mesele

Hz
. İbrahim (a.s) Hakkında İleri Sürülen Üç Yalanın Mahiyeti Nedir?

Hz. Yûsuf Es-Sıddik (a.s)’ın Masum Oluşu İle İlgili Mesele

Hz
. Yûsuf (a.s)'a Karşı Yapılan İftira ve Yalan

Hz
. Yûsuf (a.s)'ın Masum Oluşu İle İlgili Deliller

Hz
. Yûnus (a.s)’ın Masum Oluşu

Peygamberlerin Sonuncusu Hz
. Muhammed (s.a.v)'in Masum Oluşu İle İlgili Mesele

Bu Konuda İkaz Şeklinde Gelen Ayetler

Resulullah
(s.a.v)'e, Bedir Esirleri Hakkında Yapılan İkaz

Resulullah
(s.a.v)'in, Münafıklara, Savaşa Çıkmamaları Hususunda İzin Vermesi İle İlgili Gelen ikaz

Resulullah
(s.a.v)'in, Mümin Bir Kimseden Yüz Çevirip Suratını Asması Üzerine Gelen İkaz

Resulullah
(s.a.v)'in Müşriklere Meyletmesine Dair Gelen İkaz

Resulullah
(s.a.v)'in, Müşriklere ve Kafirlere Meylettiği Hakkında Gelen İkaz

Resulullah
(s.a.v)'in, Kendisine indirilende Şüphe Etmesi Hakkında Gelen İkaz

Resulullah
(s.a.v)'in, Müşriklerin İman Etmeleri İçin Mucize Getirmesi Hakkında Gelen İkaz

Resulullah
(s.a.v)'in, Yanında Bulunan Müminleri Kovmaması Hakkında Gelen İkaz

Resulullah
(s.a.v) in Geçmiş ve Gelecek Günahlarının Bağışlanması Hakkında

Allah
'ın, Hz. Peygamber (s.a.v)'e Yapmasını Emrettiği Bir Şeyi Yapmaktan Kaçınması Hakkında Gelen İkaz


Resim
Peygamberlerin Masumiyeti

Peygamberlerin, kişiliklerine zarar verici veya yüceliğini boşa giderecek yahut insanlık değerini alçaltacak her türlü şeyden sakınmaları, masiyetlerden uzak olmaları ve şehevi duygulara yeni arzu ve isteklerine göre hareket etmekten vaz­geçmeleri suretiyle insanlığın bekası için seçilmiş olmaları on­ların özelliklerindendir...

Bundan dolayı Peygamberler -Allah'ın salât ve selâmı on­ların üzerine olsun-
yaratılış yani huy veya ahlak bakımından insanların en mükemmeli, amel işleme bakımından insanların en zeki olanı, nefislerine hakim olma bakımından insanların en temiz olanı ve gidişatları ile metod bakımından insanların en güzel olanıdır. Çünkü onlar, insanlık için "güzel bir örnek" ve "güzel bir model" olan kimselerdir. İşte bundan dolayı Şanı Yüce Allah, insanlara; onlara uymalarını, onların ahlakıyla ahi aklanmalarını ve hayat şartlarının getirmiş olduğu her ko­nuda onların metoduna göre hareket etmelerini emretmiştir. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır:

"O (Peygamberler), Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir. O halde (Ey Muhammed) Sen de onların dosdoğru yollarına uy."[1]

Yüce Allah konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

"(Ey iman edenler!) And olsun ki sizin için, Resulullah 'en güzel örnektir'..."[2]

Yine Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır:

"Doğrusu o (ismi daha önce geçen Peygamberler,) katı­mızda seçkin ve iyi kimselerdendirler."[3]



[1] 'En'âm: 6/90.
[2] Ahzâb: 33/21.
[3] Sâd: 38/47 (Bu ve benzeri ayeti kerimelerde de görüldüğü üzere, Peygamberler ile onunla birlikte iman eden kimselerde, güzel örnekler vardır. Zira bunlar (Sâd: 38/47)de de geçtiği üzere, seçkin ve iyi kimselerdirler. İşte tüm bu anlatılanlar, Müslüman bir kimsenin, onlara uymasını ve onları, güzel bir örnek ve model edil­mesini zorunlu kılmaktadır. Zira insanlık için bir meşale ve bir ışık konumunda olan bu kimseler, örnek alınmadığında o zaman- algınlığın, küfrün ve tağutluğun meşalesini taşıyanların örnek alınması güıdeme gelir ki, bu da insanlığın kurtuluşu için bir felaket olur. Bundan kurtulmanın tek yolu ise, Peygamberler ile onlarla birlikte iman eden kimselerin örnek alınmasıdır. Çünkü Yüce Allah, onları, bize, ömek olarak göstermektedir. Bu örneklik ise sadece bazı konularda olmayıp her konudadır, (ç)
Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 103.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim
Masumiyetin Lügat Ve Şer'i (Terim) Anlamının Tarifi

"İsmet" (ma'sumiyet) kelimesinin, lügat anlamı; "koru­ma' "men etme" anlamındadır. Araplar, bu kelimeyi; "Ben, onu yemekten korudum" Yani "Ben, onu yemeğe ulaşmaktan menettim" veya "Ben, onu yalan söylemekten korudum" Yani "Ben onu yalan söylemekten menettim" şeklinde kullanırlar. Bu kelimenin geçtiği yerler şuralardır:

1. Bu kelime, Yüce Allah'ın, şu ayetinde aynı anlamda kullanılmıştır:

"(Nuh'un oğlu, babasına: ) 'Beni, sudan (boğulmaktan) koruyacak'(=ya'sumini) bir dağa sığınırım' dedi"[4]

Yani "Beni, boğulmaktan 'men edecek' (yemneuni) bir dağa sığınırım" demektir.

2. Yine aynı kelime, Yüce Allah'ın şu ayetinde de, bu an­lamda kullanılmıştır:

"(Azizin hanımı, misafir ettiği kadınlara) 'O(Yusuf)'dan murad almak istedim. Ama O, kendini (bundan) 'korudu' (= iste'same)"[5]

Yani "O, benim bu isteğimi şiddetli bir şekilde menetti (= imtenea)" demektir.

3. Hadisi şerifte de de geçtiği üzere; bu kelime, Resulullah (s.a.v)'in şu sözünde de bu anlamda kullanılmıştır:

"İnsanlar, 'La ilahe illallah' (Allah'tan başka ilah yoktur) deyinceye kadar (onlarla) savaşmakla emrolundum. Şimdi her kim, 'La ilahe illallah' ( Allah'tan başka ilah yoktur) derse, mallarını ve canlarını benden 'korumuş'(~ asamû) olur."[6]

Yani kanlarını ve mallarını benden 'menetmiş' (— meneu) olur.

Kurtubî, bu hadisin şerhinde şöyle der: "Hadiste geçen 'ismet' kelimesi, 'korumuş' (= menetmiş) anlamında kullanıl­mıştır. Çünkü bu, masiyetleri işlemeyi men ettiğinden dolayı bu isimle adlandırılmıştır."

Bazı kimselerin; "İsmet", 'bir Allah'a mahsustur veya is­met, Allah'a ve O'nun Peygamberlerine mahsustur. Çünkü ismet, istenilen suçlarda ve günahlarda meydana gelir' şeklin­deki sözleri, büyük hatalardandır. Zira ismetin, Şanı Yüce Al­lah'a nispet edilmesi doğru değildir.

Terim (şer'i) anlamına gelince ise ismet; Yüce Allah'ın, nebilerini ve resullerini günahlardan, masiyetleri, çirkinlikleri ve haramları işleme gibi meydana gelebilecek olan şeylerden korumasına denir... Buna göre ismet, yalnızca Peygamberler için yürürlüktedir. Zira ismet, Yüce Allah'ın, Peygamberleri; şereflendirdiği ve diğer insanların üzerine seçtiği vasıflardan birisidir. Bundan dolayı da Yüce Allah, bu vasfı, sadece Pey­gamberlere vermiştir. Böylece Yüce Allah onlara, bu büyük masum olma nimetini vermiş. Onları, küçük-büyük her türlü masiyetleri ve günahları işlemekten korumuştur. Bundan dolayı Peygamberlerden, masiyetin veya diğer insanların aksine Şanı Yüce, Allah'ın emirlerine muhalefetin meydana gelmesi mümkün değildir.

Bunun hikmeti sebebi şöyledir: Şanı yüce olan Allah, in­sanlara, Onlara tabi olmalarını, uymalarını ve onların gittikleri metod üzerine gitmelerini emretmiştir. Zira Onlar, Allah'ın ya­rattıkları kimseler için güzel bir örnek ve uygun bir model; bü­tün insanlık için ise mükemmel bir örneklik teşkil ederler. Bu­na göre eğer Peygamberlerden masiyet meydana gelse veya büyük günahlar ile küçük günahları işleselerdi, o zaman masiyet meşru olur yahut ta onlara itaat etmek bize vacip ol­mazdı. Bu ise uygun olmayan bir davranış olup aynı zamanda da mümkün olmayan bir durumdur. Halbuki Peygamberler, önder olan kimselerdir. Eğer Peygamberlerde bu gibi davranışlar olduğu taktirde, (böyle önder olan bir kimsenin) insanlara faziletli olmayı emretmesi ve çirkinliği yasaklaması, üstelik bununla da kalmayıp bizzat kendisinin çeşitli kötülükleri ve çirkef olan şeyleri işlemesi,(böyle bir kimse için) nasıl uygun olur? Üstelik masiyetler ve günahlar -bilindiği üzere- manevi necasettir. Bu ise pisliklere ve hissi necasetlere benzer. Buna göre böyle şeylerin nebilere ve resullere nispet edilmesi nasıl caiz olur?

Hadisi şerifte de, masiyetlerin gizli necaset olduğuna işaret edilmektedir. Bu konudaki Resulullah (s.a.v)'in sözü şu şekil­dedir:


"Sizden her kim, bu (masiyet türü) pislikten bir şey işlerse, onu, gizli tutsun. Çünkü bize ondan bir parça aktarırsa, ona, Allah'ın kitabını uygularız."[7]

Rivayet edildiği gibi, bu hadisin anlamı şöyledir: "Kim iş­lediği masiyeti ortaya çıkarırsa ve onu açıklarsa, ona, had ce­zası vurulması gerekmektedir."

Kısacası: Bu anlatılanlara göre; şeriat ve akıl, Peygamber­ler için masumiyetin gerekli olduğunu söylemektedir. Zira peygamberin kendisine uyulmasını ve tabi olunmasını engelle­yici; pislikleri ve necis şeyleri veya hırsızlık, yol kesici, içkici, zina vb. şeyler yapması nasıl caiz olur?!

Peygamberin gidişatı, güzel olmadığında veya hayatı, kü­çük- büyük günahlara karıştığında, peygamberin sözünün, in­sanlara nasıl bir etkisi olur?

Bunların aksine peygamberin hayatının, hidayet nuruyla aydınlanmış, iffet ve temizliğiyle tanınmış; üstün, güzel ve dü­rüstlükle süslenmiş bir fazilet ve bir yüceliğe göre olması ge­rekmektedir. İşte bu,
PEYGAMBERLERİN MASUMİYETİni gösterir!

"el-Akidetü'l-İslamiyye" adlı kitabın "Masumiyetin Vas­fı" başlığı adı altında şöyle denilmektedir:

"Yüce Allah'ın, Resulullah (s.a.v)'in; ümmeti için "en bü­yük bir örnek" olduğuna şahadet etmesinin yanı sıra Allah'ın nassı ile sabit olan özellikler bundan ayrı tutulduğunda[8] inanç esasları, davranışları, sözleri ve ahlakı konusunda kendisine uyulmasının gerektiği; risâletinden sonraki bütün inanç esasla­rında, davranışlarında, sözlerinde ve seçkin ahlakında Yüce Allah'ın emrine uygun olduğuna ve yine inanç esasları, davra­nışları, sözleri ve ahlakıyla ilgili herhangi bir konuda yüce Al­lah'a karşı bir masiyet işlemediği ayetlerle ve yaşantısında sa­bit olmuştur. Çünkü yüce Allah ümmetlere, kendilerine gön­derdiği Peygamberlere uymalarını, tabi olmalarını ve onların gidişatları yani metodları üzere gitmelerini emretmiştir. Buna göre ümmetlere, Peygamberlerini, güzel örnek edinmelerini emredilmesinin anlamı şudur: -Bu, onlardan masiyet halinde ve masiyetin meydana geldiği anda- masiyet ile de onları güzel bir örnek edilmesi gerektiği emredildiği taktirde, Peygamber­lerin risâletlerinden sonrada masiyetleri yapması mümkün olur ki, bunda açık bir çelişki söz konusu olur."[9]



[4] Hûd: 11/43.
[5] Yûsuf: 12/32.
[6] Buharî, İman 17; Müslim, İman 36 (22). Buharî ile Müslim, bu hadisi, Abdullah ibn Ömer'den rivayet etmiştir.
[7] Bu hadis için b.k.z: Muvatta, Kader 12; Hakim, Müstedrek; Beyhaki, Sünen Suyuti, Camiu Sağir, H. No: 175; Hadis, İbn Ömer'den rivayet edilmiştir. Suyuti'nin ifadesine göre hadîs, sahihtir, (ç).
[8] Hz. Peygamber (s.a.v.)'e verilip de sahabesine ve ümmetine verilmeyen bazı özellikler vardır ki, bunlar, naslar ile sabittir. Mesela: Teheccüd namazının, Hz. Peygamber (s.a.v)'e farz kılınması (Müzemmil: 73/2-4); Kendi zamanda, zekatın, Hz. Peygamber (s.a.v) ve onun Ehli beyti tarafından kabul edilmeyip sadakanın kabul edilişi. Dörtten fazla evlilik yapabilmesi (Ahzâb: 33/50-52) gibi. Resulullah (s,a.v)'in evlilik yaptığı müminlerin anneleri ise şunlardır:
1. Hatice bİnt. Huveylid (r. anha)
2. Şevde bint. Zem'a (r. anha)
3. Ayşe bint. Ebu Bekr (r. anha)
4. Hafsa biat. Ömer (r. anha)
5. Zeynep bint. Cahş (r. anha)
6. Zeynep bint. Huzeyme (r. anha)
7. Ümmü Seleme bint. Ebu Ümeyye (r. anha)
8. Ümmü Habibe bint. Ebu Süfyan (r. anha)
9. Meymune bint. Haris (r. anha)
10. Cüveyriye bint. Haris (r. anha)
11. Safiyye bint. Huyey (r. anha) (ç)
[9] Bu kitabı yazan, faziletli üstad Abdurrahman Habenneke'dir. Kendisi Ümmü'I Kura Üniversitesi şeriat fakültesinde İslami Araştırmalar Fakültesinde öğretim gö-revlisi. Bu kitap, İslam akidesi konusunda yazılmış nefis bir kitaptr. Allah, yazarı başarılı kılsın.
Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 104-108.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim
Allah'ın, Hz. Muhammed (s.a.s)'i, Çocukluğundan İtibaren Günah İşlemekten Koruması:

Yüce Allah, Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v)'i çocuklu­ğundan itibaren korumuş ve onu, küçüklüğünde ve gençliğinde -kendisine Peygamberlik gelinceye kadar geçen zaman zarfın­da- her türlü cahiliyye davranışlarından da korumuştur. Daha sonrada Onun üzerine, nimeti (olan İslam dinini) tamamla­mış[10] ve aynı zamanda en mükemmel bir tamamlama şekliyle risalet yükünü şereflendirmesiyle ona masumiyeti/günah işle­memeyi tamam kılmıştır.

İbn Hişanı, "es-Siretü'n-Nebeviyye" adlı kitabında ko­nuyla ilgili olarak şöyle der:

"Resulullah (s.a.v), cahiliyye pisliklerinden ve kusurların­dan uzak olarak büyüdü. Yüce Allah O'nun -O, kavminin ida­resi altında olduğu halde- Peygamber olmasını istediğinden dolayı cahiliyyenin bu pislik kusurlarından korudu ve gözetti. Ergenlik çağına ulaşınca, kavminin üstün adamı, en ahlaklısı, en iyi geçimlisi, en iyi komşu, en doğru sözlü, en güvenilen, kişileri kötü duruma düşürecek huylardan, çirkin şeylerden en uzak duran kimse oldu. Kavmi içerisinde "el-Emin" (güveni­lir) adıyla anılıyordu. Allah, bütün iyi özellikleri onda topla­mıştı. -Bana anlatıldığına göre- zaman zaman Hz. Peygamber (s.a.v), Allah'ın, kendisini küçüklükte koruduğundan ve cahiliyye dönemindeki durumundan bahsederdi. Resulullah (s.a.v), Yüce Allah'ın, kendisini korumasıyla ilgili olarak şöy­le der:

"Kureyşli çocuklarla birlikte oynuyordum. Çocuklarla, ba­zı oynayacağımız oyunlar için taşlar taşıyorduk. Diğer çocuk­lar, peştemallerini alıp omuzuna koymuş olduklarından dolayı avret yerleri gözüküyordu. Bende -onlara bakarak-peştemalimi kaldırıp omuzumun üzerine koyarak taş taşıyor­dum ki, tam bu sırada bana biri kuvvetlice vurarak: 'Peştemalini bağla' dedi. Bunun üzerine peştemalimi omuzumdan indirip eski halinde bağladım. Daha sonra arka­daşlarımızın arasında yalnız ben, peştemalli olduğum halde omuzumda taş taşmaya devam ettim."[11]

Süheylî, bu rivayete, şu taliki (dipnotu) yazmıştır: "Bu olay (hadisi şerifte de anlatıldığı üzere[12], Kabe'nin bina edildiği -yani Resulullah (s.a.v) 35 yaşında olduğu- bir sırada geçmiştir. Bu olay şöyledir: 'Resulullah (s.a.v), kavmiyle birlikte Kabe'ye taş taşıyordu. Kureyşliler, taşları, boyunlarına bağladıkları peştemallerin üzerine koyup götürüyorlardı. Resulullah (s.a.v)'de, peştemali sağlam olduğu halde taşı omuzunun üzerine koyup taşıyordu. Resulullah (s.a.v)'in bu durumunu gören amcası Abbas, Ona:

- "Ey kardeşimin oğlu! Peştemalini omuzuna kaldırıp yap­san daha iyi olmaz mı? der. Resulullah (s.a.v), amcasının bu isteğini yerine getirerek peştemalini omuzuna bağlayarak taş taşımaya başladı. Böyle bir şekilde Resulullah (s.a.v)'in avret yerleri gözüküyordu. Bu sırada birdenbire yüzüstü yere düştü. Peşi sıra,'peştemalim!"Peştemalim!'diye seslendi. Daha son­ra peştemalini -eskisi gibi- bağladı ve taş taşıma ya devam et­ti."
[13]

İbn İshâk'ın anlattığı bu olay, -eğer sahîh ise- Resulullah (s.a.v) 'in küçüklüğünde olmuştu. Resulullah (s.a.v), bu taş taşıma işini iki defa yapmıştı. Birisi, -yukarıda anlatılan olay ki- küçüklüğünde olmuş ve diğeri ise (yani bu olay) gençliğin­de olmuştur.[14]



[10] Yüce Allah, peygamberine nimetini tamamlamasına dair şöyle buyurmaktadır: "Bugün dininizi kemale erdirdim, üzerinize olan nimetini tamamladım ve size din olarak İslami seçtim." (Mâide: 5/3). (ç).
[11] ibn Hişam, es-Siretü'n-Nebeviyye, 1/194.
[12] Buharî, Hacc 42, Meoakibu'l-Ensar 25; Müslim, Hayz 76, 77 (340); Müsned, 3/ 295, 310, Bu hadis, Cabir b. Abdullah'tan rivayet edilmiştir, (ç).
[13] Süheylî, Ravdu'1-Unf, 2/ 180.
[14] Bu rivayetlerinde gösterdiği gibi, Hz. Peygamber (s.a.v.), tezi uygun olmayan davranışlarda bulunmaya kalkışmış. Fakat anında müdahale yapılmış ve bu davaranışları yapmaktan vazgeçmiş ve davranışlarında ısrar etmemiştir. Kısacası; bu olaylar, Hz. Peygamber (s.a.v)'in masumiyetine zarar verebilecek nitelikte değildir. Bu konu, ileride daha geniş açıklanacaktır, (ç).
Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 108-110.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim
Masum Oluş, Peygamberlikten Önce Mi? Yoksa Sonra Mı Olur?

Alimler, Peygamberlerin masumiyetinin Peygamberlikten Önce mi? Yoksa sonra mı? ve masumiyetin yalnız büyük gü­nahlardan mı? Yoksa; hem büyük günah ve hem de küçük gü­nahlardan mı? olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir.

Bu konuda bazı alimlerin görüşü şöyledir: Peygamberler için masumiyet, hem Peygamberlikten önce hem de Peygam­berlikten sonra sabit olabilmektedir. Çünkü kişisel hareketler ve davranışlar -Peygamberlikten önce olsa bile- gelecekte olan peygamberin davetine etki eder. Peygamberin, güzel bir gidi­şatı ve nefsinin tertemiz olması gerektiği bunun dışındadır. Böyle bir durum, peygamberin risâletine ve davetine zarar ve­rici bir etki söz konusu değildir.

Bu görüşü savunan alimler, buna; Yüce Allah'ın, Pey­gamberleri, kısanların en tertemiz olanından seçmesini ve on­ları küçüklüğünden itibaren bizzat kendisinin gözetmesini delil getirmişlerdir. Yüce Allah, Hz. Mûsâ (a.s) ile ilgili:


"(Ey Mûsâ!) Gözümün önünde yetişip (terbiye edilesin) diye."[15]

Ve ayrıca Yüce Allah'ın, Peygamberleri seçkin ve iyi kimselerden seçtiği ile ilgili, "Doğrusu onlar (Peygamberler) katımızda seçkin ve iyi kimselerdendirler"[16] ayetlerini, kendi görüşlerine delil getirmişlerdir.

Buna göre Peygamberlerin, Peygamberlikten Önce ve son­ra her türlü günahları; masumiyetleri ve çirkin fiilleri, işlemekten masum olmaları ve bunlardan korunmuş olmaları gerek­mektedir.


Diğer gruba gelince ise; bunlarda "Peygamberlerin, ma­sum oluşunu sadece Peygamberlikten sonra olacağını ve bu dönemde küçük ile büyük günahlardan masum olduklarını sa­vunmuşlardır.

Çünkü insanlar, Peygamberlikten önce Peygamberlere tabi olmakla ve onlara uymakla emrolunmamışlardır. Tabi olma ve uyma, ancak Peygamberlere vahyin inmesinden ve risalet ile emaneti yüklenmeleri suretiyle şerefli bir konuma geldikten sonra olur. Peygamberlikten öncesine gelince ise; Peygamber­ler de ancak diğer insanlar gibidir. Bununla birlikte (Peygam­berlik öncesi) onların gidişatında masiyetler, günahlar veya kötü ve çirkin bir yola saptıklarında meydana gelecek bir du­rumda ikaz edilirler. Çünkü onlar, Peygamberlikten önce ma­sum değildirler. Fakat onlar, Allah'ın inayetiyle ve yaratılışlarındaki temiz halleri üzere korunmuşlardır.


"el-Akidetü'l-İslamiyye ve Ususüha" adlı kitap ta aynen şöyle denilmektedir:

"Peygamberler, peygamberliğe seçilmeden önce iki çeşit üzeredirler:

1. Peygamberin daha sonra gelecek mutlak bir şeriat ile teklif olunmaması: Buna göre masumiyet, peygamberin kendi­si hakkında konmuş bir özelliktir. Çünkü masiyetler ve Allah­'ın emrine muhalefetlikler, ancak şeriat geldikten sonra olur. Mükellef olması da, kendisine gelen şeriat iledir. Kabul edilen durum ise; Peygamberin henüz getireceği şeriat ile mükellef olmamasıdır. Bundan dolayı henüz masumiyetin varlığından; veya yokluğundan bahsetmeye gerek yoktur. Çünkü ortada peygamberin bir şeriat ile mükellef tutulması söz konusu değildir. Çünkü Peygamberlik henüz gelmemiştir.Fakat peygamberin yaratılışının yüce olması, nefsinin temiz olması, ruhunun yüksek olması, aklının sağlam olması; kavmi arasındaki ahla­kının, muamelatının, güvenirliliğinin, aklı seliminin, dosdoğru tabiatına ve nefret edilecek çirkinlikleri ve masiyetleri işlemekten uzak oluşu, O'nun örnek ve yüce olmasını gerektirir.

2. Peygamberin, önceki bir peygamberin şeriatı ile mükel­lef tutulması: Nitekim Hz. Lût (a.s) peygamberliğinden önce-amcası Hz. İbrâhîm (a.s)'in şeriatına tabi idi. Yine Hz. Mûsâ(a.s)'dan sonraki İsrail oğulları Peygamberleri, kendilerine peygamberlik vahyolunmadan önce Hz. Mûsâ (a.s)'ın şeriatına bağlıydılar. İşte bu durum; peygamberin, Peygamberlikten ön­ce, ne küçük bir günah ve ne de büyük bir günah işlemediğine kesin bir delildir. Fakat Peygamberlerin, Peygamberlikten ön­ceki hayatlarını nakleden tarihçiler, onların; insanların işlediği küçük ve büyük günahlar ve masiyetler gibi masiyetlerden ve günahlardan uzak olduğuna şahitlik etmişlerdir.

Eğer Peygamberlerden -yukarıda anlatılanlardan- bir şey meydana gelse, bu, onlarda pek nadir görülen yanılma ve sürçmelerdir. Onların yaratılışlarının yüce olmasından, nefisle­rinin temiz olmasından, ruhlarının yüksek olmasından ve son­radan teklif olunacakları şeyin önemli olmasından dolayı, böy­le bir şey onlara zarar vermez. Ancak onlardan kaynaklanan bu yanılmalar ve sürçmeler, onların; insanlar tarafından insanlık seviyesinin üstüne yükseltilmemeleri ve vasıflanmaları müm­kün olmayan ilahi sıfatları yükletilmemeleri için insanların önünde normal bir insan gibi olmalarını ispat etmek için (bun­lar) meydana gelmiştir. Bundan dolayı onların, Peygamberlik­ten önceki ve sonraki halleri arasındaki fark ortaya çıkmakta­dır. Onlar, Yüce Allah'ın seçkin kullan ve yaratıklarıdır."
[17]

Alimlerin görüşlerinden çıkarılan sonucun Sahîh olanını kısaca şöyle özetleyebiliriz: "Peygamberler -Allah'ın salât ve selâmı onların üzerine olsun- Peygamberliklerinden sonra her türlü küçük-büyük günahlardan ve masiyetlerden ittifakla korunmuşlardır. Peygamberlikten öncesine gelince ise; onların kişiliklerine zarar vermeyecek ve risâletine etki etmeyecek ba­zı basit aksiliklerin meydana gelmesinin ise ihtimali vardır.

Allame Kurtubî (rh.a), "el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur'ân" adlı tefsirinde konuyla ilgili olarak şöyle der:

"Alimler, Peygamberlerden -Allah'ın salât ve selâmı onla­rın üzerine olsun- büyük günahlardan ve her türlü toplu olarak eksiklik ve çirkinliklerden korunmuş olduklarına dair ittifak ettikten sonra, küçük günahın onlardan meydana gelip gelme­yeceği konusunda ise ihtilaf etmişlerdir.

Fıkıhçıların çoğu; Peygamberler, büyük günahlardan ko­runmuş oldukları gibi -bunda icma vardır-, küçük günahların hepsinde de masumdurlar. Çünkü biz, Peygamberlere, mutlak bir emir olarak davranışlarında, naklettiklerinde ve gidişatla­rında bir delile dayanmaksızın tabi olmakla emrolunduk. Buna göre eğer biz onların küçük günah işlemelerini caiz görürsek, o zaman onlara uymak caiz olmaz. Çünkü Peygamberlerin dav­ranışlarının her birisinden maksat; yakınlık mıdır? Mubahlık mıdır? Yoksa isyan tehlikesi olan bir davranış mı? Masiyet mi olduğu açıkça bilinmez. Dolayısıyla kişinin, masiyet olabile­ceği şüphesi bulunan bir emre uymakla emrolunması doğru olmaz.


Ehli Sünnet alimlerinden olan Ebu İshâk el-İsferani bu ko­nuda şöyle der: 'Peygamberlerden, günahlar meydana gelmez. Çünkü onlar, küçük ve büyük günahlardan masumdurlar. İşte onların mucize sahibi olmaları, bir delil olarak onların masum olmalarını gerektirir.'

Ehli Sünnet alimlerinden bazıları da konuyla ilgili olarak şöyle derler: 'Peygamberlerden, küçük günahlar meydana ge­lir'. Bu görüşün aslı yoktur. Zira Ehli-i sünnet alimlerinden çoğuna göre; Peygamberlerden küçük günahların sadır olması caiz değildir.

Bazı son devir alimler ise, konuyla ilgili olarak şöyle der­ler: 'Bu konuda şöyle demek en uygun olanıdır: 'Yüce Allah, peygamberlerin bazılarından günahların meydana geldiğini haber vermiş, onların günah işleyebileceğini belirtmiş, bu gü­nahlardan dolayı onları ikaz etmiş; Peygamberler ise bu gü­nahları kendilerinin işlemiş olduklarını söylemişler, işlemiş oldukları günahlardan dolayı sıkıntı çekmişler, bu günahların­dan dolayı Allah'a tevbe etmişler. Bunların hepsi, yorumu ge­rektirmeyecek bir şekilde Kur'an'in birçok yerinde nakledil­miştir. Her ne kadar bazı ayetler, yorumu gerektirecek olsa da, Peygamberlere ait bu hallerin hepsi, onların makamlarına ve derecelerine zarar getirmeyecektir. Ancak Peygamberlerde meydana gelen bu haller, hata (zelle) ve unutma yönünde gel­miştir. Buna göre bu haller, başkalarına nispetle Peygamberler için iyilik, makamlarının ve kadr-ü kıymetlerinin yüceliğine nispetle kendileri hakkında kötülüktür. Bu konuda en güzel sözü, Cüneyd el-Bağdadi söylemiştir ki, o da şudur: "Ebrarlann (= iyi kulların) hasenatı (= iyilikleri), Mukarreblerin (= Allah'a en yakın olan kulların) seyyiatı (= kötülükleri) gibidir." Buna benzer şöyle bir söz daha vardır: "Bir iş yapmakla kalacaksa ecir, ondan sorumlu tutulur vezir."

(Kurtubî bu konuya devamla şöyle der:) 'işte doğru olan şudur: Her ne kadar ayeti kerimeler, Peygamberlerin bazıların­dan günahların meydana geldiğini gösteriyorsa da, bu durum onların makamlarına zarar getirmez ve derecelerini de indirmez. Bilhassa Allah, onlardan her türlü kötülükleri ve masiyetleri gidermiş, onları, yarattıkları arasından seçmiş, on­ları hidayete erdirmiş, onların nefislerini kötülüklerden temiz­lemiş, onları diğer yaratıklara karşı seçkin ve mümtaz kılmış­tır. Allahın salât ve selâmı onların üzerine olsun."[18]


[15] Taha: 20/39.
[16] Sâd: 38/47
[17] Ustad Abdurrahman Habenneke, el-Akidetül-İslamiyye, s. 116.
[18] Kutubî, et-Câmiu li Ahkâmil-Kur an, İ/308.
Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 111-115.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim
Masum Olma, Peygamberlerin Dışındaki Kimseler İçin de Olur mu ?

İnsanoğlunun her bir ferdinden; hata, sapma ve masiyetin meydana gelmesine maruz kaldığına göre, Peygamberlerin -Allah'ın salât ve selâmı onların üzerine olsun- dışında hiçbir kimse için masumiyet sabit olmamıştır. Ancak Şanı Yüce Al­lah, bazı veli kullarını, büyük günahlardan, rezilliklerden, çir­kinliklerden ve masiyetlerden bir çeşit koruma ve destekleme yoluyla korumuştur. İşte bu, Yüce Allah'ın, resullerine ve ne­bilerine mahsus kıldığı masumiyet olmayıp veli kullarına mah­sus kıldığı ilahi bir lütuftur. Yüce Allah bu konuda şöyle bu­yurmaktadır:

"Ey iman edenler! Allah'tan sakının ve peygamberi (Muhammed'e) iman edin ki (Allah) size rahmetini iki kat versin ve size, ışığında yürüyebileceğiniz bir 'nur' lütfetsin. Ve sizi ba­ğışlasın. Allah, Gafurdur ve Rahimdir."[19]

Ayeti kerimede geçen "Nur" kelimesi, insanlardan; evliya­lar (= Allah'ın veli kulları), takva sahipleri ve sıddikler için olan ilahi lütfü işaret etmekte olup bu da resuller ve nebiler için olan masumiyet olmayıp bir çeşit koruma ve destekleme yoluyla olup Yüce Allah, bu ilahi fazileti; sahabelerden, Hz. Ebu Bekr (r.a), Hz. Ömer (r.a) vb. kimselere mahsus kılmıştır. Resulullah (s.a.v), Yüce Allah'ın, Hz. Ömer'in diline ve kalbi­ne hakkı koyduğunu haber vermiş[20] ve devamla:

"Nefsimi elinde bulunduran Allah'a yemin ederim ki, Ey; Ömer! Şeytan seni bir yolda yürürken gördüğünde, senin git­mediğin bir yolu tutup (senden) kaçıp gider"[21] buyurmuştur.

Bu görüşe muhalif bazı kimseler, bir takım şahısların ma­sumiyetini savunmuşlardır. Bu görüşün doğruluğuna dair, Kur'an'dan ve Sünnetten bir delil yoktur. Yalnız bu görüş; şek ve şüphelerin ciddiyetinden uzaktır. Buna göre masumiye hiçbir kimse için olmayıp yalnızca Peygamberler için geçeridir. Çünkü Yüce Allah, Peygamberleri, alemler için bir örnek yapmıştır.[22] Nitekim Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmak­tadır:

"O (Peygamberleri) emrimiz altında insanları doğru yola götüren önderler yaptık; onlara, iyi işler yapmayı, namaz kıl­mayı ve zekat vermeyi vahyettik. Onlar, Bize ibadet eden kimselerdendirler."[23]

Peygamberlerin dışındaki -bütün insanların hata yapması mümkündür. İşte bundan dolayı İmam Malik (r.a) şöyle der:

"Şu kabir sahibinin Resulullah (s.a.v)'in kabrine, işaret ederek dışında kalan, bizden görüş sahibi olanların görüşleri kabul edilirde, reddedilirde." [24]




[19] Hadîd: 57/28.
[20] Hz. Ömer (r, anh), olayları anlamada, çare bulmada takİp edilen gelişme netice­sine göre; isabetli hedeflerin tahmin ve tespitinde fevkalade kabiliyet ve sezgiye sahipti. Resulullah (s.a.v), onun bu yönünü şöyle ifade etmekedir:
"Sizden Önceki ümmetlerde muhaddesler (= ilhama mazhar olanlar) vardı. (Bunlar, Peygamber olmadıkları halde hakkı dile getirirlerdi). Eğer ümmetimde bunlardan biri varsa, O da, Ömer' dir." (Buharı). Hz. Ömer (r.anh), gerek Resulullah (s.a.v)'in sağlığın da ve gerekse vefatından sonra çok isabetli teşhislerde bulunmuş ve doğru kararlaR vermiştir... Rivayetlerde; Hz.Ömer (R.anh.)'ın şu doğru tespitleri, vahyin inmesine de sebep olmuştur;
1. Hz. İbrahim (a.s)'ın makamının namazgah edinmesini istemesi üzerine (Bakara: 2/125) ayeti inmiştir.
2. Hz. Peygamber (s.a.v)'in hanımlarının örtünmeleriri istemesi üzerine(Ahzâb: 33/ 59) ayeti inmiştir.
3. Resulullah (s.a.v)'in hanımlarının kıskançlık etmeleri üzerine Hz. Peygamber (s.a.v)'in onları boşadığı takdirde Yüce Allah'ın, kendilerinin yerine O'na güzel kadınlar vereceğini söylemesi üzerine (Tahrîm: 66/5) ayeti inmiştir.
4. İçkinin yasaklanmasını istemesi üzerine (Mâide: 5/90-91) ayetleri in­miştir.
5. Bedir savaşında esir edilen müşriklerin öldürülmesini istemesi ücrine (Enfal: 8/67-68) ayetleri inmiştir.
6. Münafıkların reisi Abdullah b. Übey'in cenaze namazını, Resulullah (s.a.v)'e kılmamasını söylemesi üzerine (Tevbe: 9/84) ayeti inmiştir.
7. İfk olayında, Hz.Aişe'nin tertemiz olduğunu Resulullah (s.a.v )'e söylemesi üzerine (Nur: 24/16) ayeti inmiştir.
8. İki kimsenin Resulullah (s.a.v)'e gelerek bir konuyu sarmalan üzerine bunlardan birisi Resulullah (s.a.v)'in vermiş olduğu hükmü beğenmeyerek Hz. Ebu Bekr'e giderler ve daha sonrada Hz. Ömer'e giderler. Hz.Ömer'de,
9. Resulullah (s.a.v)'in hükmünü beğenmeyen kimsenin boynunu kilıçla uçurur. Bunun üzerine (Nİsâ: 4/65) ayeti inmiştir..
10. Bir yahudinin, Cebrail (a.s) hakkında ileri-geri konuşmasının ardından ona verdiği cevap üzerine (Bakara: 2/98) ayeti inmiştir.
11. Yüce Allah'ın, insanı; "çamurun özünden yarattığuıı ve onun gçirdiği evreleri" işitince (Mu'minun: 23/12-14 "yapıp-yaratanlann en güzeli o-lan Allah pek yücedir" demekle, ayetin sonuna uygun sözü söylemiştir.
12. Haüz İbn Hacer el-Askalani, "nakil itibariyle bu muvafakat'ın 15'ine \a-kıf olduk" diyor. Suyuti'de, "Tarihu'l-Hulefa" da, bunları, 21'e çıkarır.(ç)
[21] Buharı, BedVİ-Halk 11, Fezailu's-Sahabe 6, Edeb 68; Müslim, Fezailu's-Sahabe 22 (2396); Ebu Davud, Haraç 18 (2962); Tirmizî, Menakib (3683); Müsned: 1/171, °2. Hadisin tamamı için İbn Esir el-Cezeri:nin, Camiu'1-Usul, 8/ 62'ye bakabilir­siniz.
[22] Üstad Muhibbuddin el-Hatib, el-Hutut'1-Aridati li Me2hebi Şia el-İsna aşeriyye. Bu kitap, şahane bir kitaptır.
[23] Enbiyâ: 21/73.
[24] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 116-118.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim
Ehli Kitabın, Peygamberler Hakkındaki İnançları:

Kur'ân-ı Kerîm'in, Peygamberleri; insanlığa bir örnek, bir model, bir önder ve bir hidayet olmaları şeklindeki tanımlanmasının ve vasıflanmasının yanı sıra Ehli Kitabın yani Yahudilerin ve Hıristiyanların, Peygamberler hakkındaki inançlarını da görmekteyiz...

Ehli Kitab, Peygamberlerin yüceliği hakkında haddi aşmışlardır. Zira onlar, Peygamberlere masiyet işlemeyi nispet etmekle de yetinmeyip onların masum olduklarına dair inancı kabul etmemektedirler. Daha bunlarla da yetinmeyip Peygamberlerden bir kısmının suç işlemeye kalkıştıklarını, günah işlemede Allah'ın emrinden çıktıklarını ve günahların en büyüğünü işlemede diğer kimselere önderlik yaptıklarını söylüyorlar..


-Daha sonra yazılarak tahrif edilmiş- Tevrat'ta, çok sayıda peygambere yakışmayan iftiralar, çirkinlikler ve rezillikler bulmaktayız. Hakkında iftiralar yapılan Peygamberlerden birisi de, Hz. Lût (a.s)'dır. Bu tahrif edilmiş Tevrat'a göre; "Lût (a.s), içki içmiş, iki kızıyla birlikte uyumuş. (Sarhoş olduktan sonra kızlarıyla zina etmiş). Bunun üzerine kızları, zina yoluyla kendisinden hamile kalmışlar..."
Bunu söylemekten ve böyle bir şeyi iddia etmekten Allah'a sığınırım!!
Yani içki içip sarhoş olduktan sonra bir peygamberin, iki kızıyla zina suçunu işlemesi gibi bir iddiayı ortaya atmak, bir peygambere dair bu çirkin suçlamaların en çirkin olanıdır.

Yahudilerin, Peygamberler hakkındaki inançları ve Peygamberlerin aleyhinde ileri sürdükleri yalan haberleri boşa çıkarabilmek için Yahudilerin yaptığı iftira ve karalamanın son haddini okuyucuya daha iyi açıklayabilmek için Tevrat'ta geçen rivayetleri aktaracağız. Bu rivayetler ise Allah'ın Kitabı Tevrat'tan tahrif edilmiş olanlardır.
Bu tahrif edilmiş Tevrat'ta, Hz. Lût (a.s)'ın kızlarıyla ilgili konu şöyle geçmektedir:

"Lût, beraberinde iki kızı olduğu halde Tsoar'dan çıkıp bir dağda yaşamaya başladı. Çünkü Tsoar'da ikamet etmekten korktu ve O, iki kızıyla birlikte bir mağaraya sığındılar... Büyük kızı, küçüğüne şöyle dedi: "Babamız ihtiyarlamıştır ve (dünyanın yoluna göre) yanımıza girmeye gücü yetecek bir erkek de yoktur. Gel, babamıza içki içirelim, onunla birlikte yatıp babamızdan bir nesil meydana getirelim." O gece babalarına içki içirdiler, büyük kız babasının yanına girdi ve babasıyla birlikte yattı. Lût, kızının kendisiyle yatmasının ve kalkmasının farkında değildi... Vaktaki, ertesi gün olunca; büyük kız, küçüğüne: "İşte, dün gece babamla yattım; bu gece de ona yine dünkü gibi- içki içirelim ve babamızdan bir nesil meydana getirebilmek için onun yanına gir ve onunla birlikte yat." dedi. Bunun üzerine o gece küçük kız, babasının yanına girdi ve babasıyla birlikte yattı. Lût, küçük kızıyla yattığının -büyük kızda da olduğu gibi- farkında değildi. Bunun üzerine Lût'un kızları, babalarından hamile kaldılar. Büyük kız, bir oğlan çocuğu doğurdu ve onun adını "Moab" koydu. Moab, günümüze kadar gelen Moablıların atasıdır. Küçük kızda, bir oğlan çocuğu doğurdu ve onun adını da "Amman" koydu. Amman, günümüze kadar gelen Ammanlıların atasıdır." Biz, Peygamberler hakkındaki bu sapıklık, saçmalık, iftira, yalan ve bühtandan Allah'a sığınırız.

Yine tahrif edilmiş Tevrat'ta şunu da bulmaktayız: "(YaTc'ûbJYehuza, oğlunun karısıyla zina etti. Oğlunun karısı, Yehuza'dan zina yoluyla hamile kaldı. Kadın, 'Fariz* ve 'Zarih' adında iki çocuk doğurdu. Davûd, Süleyman ve İsa; Fariz'in soyundan gelmişlerdir". Ayrıca bu, Matta incilinin birinci babında açıklanmıştır.

Yine tahrif edilmiş Tevrat'a şunu da bulmaktayız: "Davûd, ordusunun komutanı olan 'Orya'nın karısıyla zina etti. Kadın, bu zinadan dolayı hamile kaldı. Zira Davûd, hile yoluyla kadının kocasını imha etmişti ve o kadını, kendisine karısı olarak alıkoydu." Bu, Samuel bölümünün on birinci babında açıklanmıştır.

Yahudilerin iddiasına göre; Süleyman (a.s), "ömrünün sonuna doğru dinden çıkmış, çıktıktan sonra da putlara tapmış ve putlar için mabetler bina etmiş." Bu, krallar bölümünün baş tarafındaki birinci babda açıklanmıştır.

Keşke başım! Peygamberlerin hürmetinden dolayı, onların hizmetinde kalsaydı. Zira Yahudilerin, Peygamberler hakkındaki bu iftiraları onların tarihlerinde (Peygamberlerin sarhoş oldukları, kötü huyları ve çirkin günahları işledikleri, haksız yere kanlar akıttıkları, putlara taptıkları gibi aslı astarı bulunmayan bu iftira ve yalanlar) bulunduğu halde onlara uyulması nasıl mümkün olur? Hem bu iftiraları atıyorlar ve hem de onlara uyuyorlar.

Yahudilerin, Peygamberler hakkındaki bu inançların hepsi; yalan, bühtan ve iftiradır. Biz, Tevrat'ta geçen bu örneklerin hepsinin ve benzerlerinin, batıl ve Yahudilerin, Peygamberler hakkındaki bu iftiralarının hepsinin -Allah'ın Kitabı Tevrat'ta- tahrif edildiğini ileri sürüyor ve onların bu inançlarının böylece boşa çıkarmış oluyoruz. Kısaca şunu belirtmek gerekir ki; Yahudilerin, Peygamberler hakkındaki bu düzmeceleri ve iftiraları, Allah tarafından Hz. Mûsâ (a.s)'a indirilen Tevrat'tan olmayıp sonradan Tevrat'ta tahrifat yaparak onun içerisine sokuşturdukları rivayetlerdir.


Hıristiyanların, Peygamberler hakkındaki inançlarına gelince ise onlar, -Yahudiler gibi- Peygamberlerin masumiyetine inanmazlar. Zira onlar, efendileri olan Mesih İsa (a.s)'ın ilahlığını, akidelerine yerleştirmişlerdir. Mesih İsâ, onlara göre; masum olan tek bir kimsedir ve -içlerinde Peygamberlerinde bulunduğu- her insan, hata edebilir ve günah işleyebilir. Kıyamet gününde Mesih İsâ dışında insanları kurtarabilecek ve şefaat edebilecek hiç bir kimse yoktur. Çünkü İncil'in ifadesine göre; hata edebilen kimseler, hatalı kimseleri kurtaramaz.

Hıristiyanların yanında Peygamberler hakkındaki rezillik şekilleri, Yahudilerin Peygamberler hakkındaki çirkin inançlarından az değildir. Yahudilerin ve Hıristiyanların Peygamberler hakkındaki inançlarının hepsi, naklin ve aklın kabul edemeyeceği (Peygamberlere dair) günahlar kazandırma ve suçlar işlettirme suretiyle ileri sürmüşlerdir.


Merhum Muhammed Reşid Rıza, "Muhammedi Vahiy" adlı kitabında bu konuyla ilgili olarak -kısaltılarak alınmıştır-şöyle der:

"Eğer nebilerin insanlara gönderilişi, insanlığın dünyevi durumlarını ıslah edecek şekilde nefislerinin tezkiyesini ve başka bir dirilişle bu hayattan daha yüce bir hayat için hazırlanmalarını amaçlıyorsa, bu amaç ve espri ancak nebilerin, davranışları ve yaşamlarında uyulmaya dair getirdikleri şeriat ve ahlakta da bağlılığa ehil olmaları halinde gerçekleşebilir. Bundan dolayı alimlerimiz, Peygamberlerin, günahlardan ve masiyetlerden masum olmasının vacibliğini savunmuşlar ve hatta bazıları biraz daha ileri giderek; Peygamberlikten öncede sonrada peygamberin büyük günahlardan masum olduğu gibi küçük günahlardan da masum olması gerektiğini savunmuşlardır. Bazıları ise sadece nedeni, düşüklük ve aşağılık olan küçük günahlardan (Peygamberlerin) masum olmasının gerekliliğini savunmuşlardır.

Ehli Kitap ise bu anlamda masumiyeti kabul etmemektedirler. Ki, kudsal kitapları, büyük nebilerine güzel örneklikle çelişen çirkin günahlar, hatta kötülük ve fesada sevk edici sıfatlar atfetmektedirler.

Hıristiyanların bir bölümü ise nebilerinin günahlarını, akideleri için de delil olarak gösteriyorlar. Zira akidelerine göre; sadece Mesih İsâ günahsızdır. Çünkü O, Rab ve ilahtır. İnsanları, veraset yoluyla geçen günahtan kurtarmıştır. Ondan başka ne bir şefaatçi ve ne de bir kurtarıcı vardır. Görüldüğü gibi bu inanç, Peygamberlerin getirdiği dinlere, kitaplara ve de akla muhalif putçu bir inanç olduğu gibi, Hind Çin vs. gibi putçu dinlerin inançlarıyla da uyuşmaktadır.

Kaldı ki, bizce, tahrif edilmiş,
[25] onlara göre kudsal kabul edilen Ahd-i Kadim (Tevrat) ve Ahd-i Cedid (İncîl), Peygamberlerine ne büyük ve ne de küçük günah isnat edilmesine şahidlik etmez. Örneğin, vaftizci Yuhanna (Zekeriyyâ (a.s)'ın oğlu Yahya), kesinlikle insanlarca -ve Allah katında utanılacak bir hata yapmamıştır. Aksine İnciller, Yuhanna'nın, Mesih İsa'dan daha fazla masum olduğunu göstermektedir. Nitekim Luka İncirinde, Yuhanna ile ilgili olarak şöyle bir ibare geçmektedir:

"O (Yuhanna); Rab önünde büyük (bir mevkiye sahip) di; içki de içmezdi. O, annesinin karnında Ruhu'l-Kudüs ile dolmuştu." (Luka İncili: 1/65).

"Rabbin eli, o (Yuhanna ile) birlikte idi." (1/66) Mesih İsâ ise, O (Yuhanna) hakkında şöyle demektedir:

"Size gerçeği söylüyorum; kadınlardan, vaftizci Yuhanna'dan daha büyük birisi doğmamıştır." (11/11)

Hatta İnciller göstermektedir ki; Mesih İsâ, annesi ve kardeşlerini[26] ihmal etmiş, kendisiyle konuşmak istedikleri halde, onları, babası (Allah'ın) iradesine muhalif oldukları için reddetmiştir. (Tüm bunları, Matta İncili 12. bölüm ile Markos İncili, 3. bölümün sonlarında görebilirsiniz).

İşte Luka İncilinin ifadesi: "İsa'ya, annesi ve kardeşlerinin, kendisini görmek istedikleri söylenince; 'benim annem ve kardeşlerim, sadece Allah"ın kelimesine kulak verip, bunu yerine getirenlerdir' dedi." (Luka İncili, 8/11).

Evet, kardeşleri,-başka bir yerde de belirtildiği gibi- Mesih'e inanmıyorlardı. Fakat annesi Meryem de böyle midir? Ve İsa'nın, annesine böyle davranması doğru muydu? Oysa Yüce Allah değil müslüman anne ve babaya, müşrik anne ve babaya bile iyilikle davranmayı emretmekte, ayrıca Meryem'i de bütün kadınlardan üstün tutmaktadır. Anneyi ihmal, tüm şeriat ve ahlak kurallarına göre, ayıp ve günah olup; içki içmekte, içkiyi kesin olarak yasaklamayan şeriatlar da bile kötü bir davranış olarak kabul edilmiştir. Oysa biz Müslümanlar, Mesih İsâ (a.s)'ı tüm bu iftiralardan tenzih ederiz."[27]

Bu anlatılanları kısaca şöyle özetleyebiliriz: "Müslümanların Peygamberler hakkındaki inançları; Kur'ân-ı Kerîm'de getirilen ve onların şerefli hayatlarında meydana gelenlerinde delil getirildiği saf ve gerçek bir inançtır. Bu getirilen deliller; onların yüce makamına ve yüksek derecelerine uygundur. Peygamberlerin masumiyetine dair sözler ile onların temiz olduklarına ve her türlü çirkinliklerden ve günahlardan uzak olduğuna dair inançlar; Kur'ân-ı Kerîm ayetlerinde onların dini ve dünyevi önderler kılınmaları, alemler için davet ve hidayet sancağını yüklenmeleri şeklinde ittifak edilmiştir. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır:

"O (Peygamberleri) emrimiz altında insanları doğru yola (hidayete) götüren önderler yaptık; onlara, iyi işler yapmayı, namaz kılmayı ve zekat vermeyi vahyettik. Onlar, Bize ibadet eden kimselerdendirler."[28]

Buna göre Peygamberlerin, insanlara örnek olma hususunda mükemmel olması ve Peygamberlik konusunda masum (günahsız) olması gerekmektedir... İşte bu ise. aklın gerekli kıldığı ve şeriatın vacib kıldığı şeydir. İnşallah, bu konunun sonunda, Peygamberlerin masumiyetine dair olan bazı şüpheleri onlardan uzaklaştırmaya çalışmak suretiyle gerçeği ortaya çıkarmak ve onların ışıklarını insanlara bereketli kılmak için genişçe açıklamalarda bulunacağız. Yegane dostumuz, Allah'tır. O, ne güzel bir vekildir. [29]


Tahrif: (Harf. den) Harflerin yerini değiştirmek. Bozmak. Kalem karıştırmak. Kendi menfaati veya başkasının zararı için bir ibârenin mânasını değiştirmek. Başka tarafa meylettirmek.
[25] Yahudilerin ve Hıristiyanların, kendi kitaplarını tahrif ettiğine dair Yüce Alah'ın şu ayeti kerimelerine bakabilirsiniz: Nisa4/46; Mâide: 5/13; Mâide: 5/ 41; Bakara: 2/75.
[26] İncîl'de geçen rivayetlere göre; Hz. İsâ (a.s)'ın kardeşleri var. Halbuki tahrife uğramamış Kur'ân-ı Kerîm'de ve Resulullah (s.a.v)'in sünnetinde, Hz. İsâ (a.s)'ın kardeşlerinin olduğuna dair bir bilgi yoktur. (ç)
[27] Reşid Rıza, Muhammedi Vahiy, s. 28.
[28] Enbiyâ: 21/73.
[29] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 118-124.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim
Masumiyet Etrafındaki Şüpheler Ve Bunlara Verilen Cevaplar

Bazen birisi; "Kur'ân-ı Kerim, Peygamberlerin birbirlerine olan muhalefetlerini ispatlamakta ve onlardan bazılarına günah ile masiyeti nispet etmekle birlikte Peygamberler nasıl masum olurlar? Zira Yüce Allah, Hz. Adem (a.s) hakkında şöyle­buyurmaktadır:

"Adem, (kendisine ve eşine yasaklanan ağacın meyvesini yemesi suretiyle) Rabbine isyan etti ve yolunu şaşırdı.[30]

Yine yüce Allah, Hz. Nûh (a.s) hakkında ise şöyle buyur­maktadır:

"(Ey Nûh! Bilmediğin şeyi benden istemenle) senin, cahil­lerden olmamam öğütlüyorum."[31]

Yine yüce Allah, gönderilmiş Peygamberlerin efendisi olan Hz. Muhammed (s.a.v) hakkında ise şöyle buyurmaktadır:

"Böylece Allah, senin günahından geçmiş ve gelecek olanı bağışlasın... "[32] şeklinde bir soru yöneltebilir.

Buna cevabımız ise şöyledir: "Peygamberler için masumi­yet, Kur'an'da sabit olmuştur. Zira Kur'ân-ı Kerim ayetleri bu­na delil getirdiği gibi, sağlam ilmi düşüncede buna hükmet­miştir. Peygamberler, mükemmelliğe ve üstünlüğe örnek ol­masalardı hiç yüce Allah insanlara; onlara tabi olmalarını, on­lara uymalarını ve onların Rabbani metodları üzere gitmelerini emreder miydi?!! Eğer masumiyet, onların sıfatlarından olma­saydı onların davranışlarının ve hareketlerinin hepsinde onlara tabi olmakla ve uymakla mükellef tutulmazdık!!

Bazı Peygamberlerden -Allah'ın saîât ve selâmı onların üzerine olsun- (Allah'ın emrine karşı) muhalefetliklerin ve masiyetlenn meydana gelmesine dair günah işlemenin zahirini gösteren bazı şer'i naslara gelince bunlar, şu şekillerde yorum­lanmıştır.

1. Bu muhalefetlikler ve günahlar, nıasiyet değildir. Sade­ce daha iyi olanın tersini yapmaktır.

2. Bunlar, masiyet değildir. Ancak ictihadi olan bir hata (zelle) dir.

3. Farz edilsin ki bunlar, masiyet ve muhalefettir. O tak­tirde bunlar, Peygamberlikten önce meydana gelmiştir.

İşte bu meseleyi ancak böyle açıklayabiliriz. Eğer Pey­gamberler, büyük günahlar ile kötülük çeşitleri içerisinde bo­ğazlarına kadar batmış olsalardı, Yüce Allah, Kur'an'da geçen bu gibi övgülerle arılan övmesi muhal olurdu. Çünkü Yüce Allah'ın, pak ve temiz olan Peygamberler hakkındaki şu sözü­nü işitmekteyiz:

"O (Peygamberler), Allah 'in hidayet ettiği kimselerdir. O halde (Ey Muhammedi) Sen de onların doğru yoluna (hidaye­tine) uy."[33]

Yani "Ey Muhammed! Sen de, onların güzel yoluna, temiz ahlaklarına, dürüstlüklerine, temizliklerine ve. seçkinliklerine uy" demektir!!

Yine Yüce Allah'ın, Peygamberler hakkındaki şu sözünü işitmekteyiz:

"O (Peygamberleri), emri altında insanları doğru yola (hidayete) götüren önderler yaptık. Onlara; iyi işler yapmayı, namaz kılmayı ve zekat yermeyi vahyettik. Onlar, Bize ibadet eden kimselerdendirler."[34]


[30] Tahâ: 20/121.
[31] Hûd: 11/46.
[32] Feth: 48/2.
[33] En'âm: 6/90.
[34] Enbiyâ: 21/73.
Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 125-126.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim
Peygamberlerin Atası Hz. Adem (a.s)'ın Masum Oluşu İle İlgili Mesele

Hz. Adem (a.s)'ın masum oluşu, Yüce Allah'ın şu ayetinde açıklanmaktadır:

"Adem (kendisine ve eşine yasaklanan ağacın meyvesini yemesi suretiyle) Rabbine isyan etti ve yolunu şaşırdı. Daha sonra da Onu (peygamberliğe) seçip tevbesini kabul etti ve Onu hidayete eriştirdi."[35]

1. Allah'ın emrine karşı yapılmış bu muhalefet ve masiyetin, Hz.Adem (a.s)'ın kendisine Peygamberlik verilmezden önce olduğunu gösteren delil, Yüce Allah'ın şu ayeti kerimesidir:

"Daha sonra Rabbi, Onu, (Peygamberliğe) seçti."[36] Ayeti kerimede geçen "seçme"den maksat; Yüce Allah'ın,Hz. Adem'i, peygamberliğe seçmesidir. Zira Hz. Adem (a.s)'da meydana gelen masiyet, ona, Peygamberlik verilmezden Önce gerçekleşmişti.

2. Yüce Allah'ın başka bir sözünde ise; Hz. Adem (a.s)'ın ancak kendisine yasaklanan ağaçtan "unutarak" yediği belir­tilmektedir. Bu da Yüce Allah'ın şu ayeti kerimesidir:

"And olsun ki, Biz daha (Peygamberlik vermeden) önce Adem'e de (yasaklanan ağaçtan yememesi için ) ahid vermiş­tik. Fakat Adem, (kendisine yapılan bu yasaklamayı) unuttu'.Ve Biz, onda (Allah'ın emrine aykırı hareket etme konusunda da) 'bir kasıt (ve yönelme) bulmadık."[37]

3. Hz. Adem (a.s)'ın, yasaklanan ağaçtan bir şey yememesi gerektiği, Yüce Allah'ın şu ayetinde belirtilmektedir:

"Denildi ki: Yalnız şu ağaca yaklaşmayın."[38]

Hz. Adem (a.s), yasaklanan bu ağacın dışında aynı cinsten başka ağaçlardan yasaklanmadığını sadece bu ağaçtan yemesi­nin yasaklandığını zannetti. Bundan dolayı Hz. Adem (a.s), yasaklanan ağacın cinsinden olan başka bir ağaçtan yemiştir. Böylece Allah'ın emrine muhalefet etmiş oldu. İşte bu ise, Hz. Adem (a.s)'dan ictihâd sebebiyle olup kasten ve ısrar mahiye­tinde bir muhalefet değildir.

a. Bu konudaki görüşlerin en uygun olanı, şöyle dememizdir: "Hz. Adem (a.s), yasaklanan ağaçtan unutarak yemiş­tir. Unutma ise, günah fiilini işleyen kimseden günahı kaldırır. Çünkü Resulullah (s.a.v), unutan kimsenin yapmış olduğu fiil­den dolayı sorumlu tutulamayacağına dair şöyle buyurmakta­dır:

"Ümmetimden hata, 'unutma' ve zorla kendilerine yaptı­rılmış olan şeylerin hükmü kaldırılmıştır (affedilmiştir)."[39]

Yüce Allah, bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

"Ey Rabbimiz! Eğer 'unutursak' veya yanılırsak, bizi (bunlardan ötürü) sorumlu tutma."[40]

Hz. Adem (a.s)'dan sadır olan günah, masiyet üzere ondan isteyerek ve kasten olmamıştır. Buna delil, Yüce Allah'ın şu ayeti kerimesidir:

"Fakat Adem, (kendisine yapılan yasaklamayı) 'unuttu.' Ve Biz, onda (Allah'ın emrine aykırı hareket etme konusunda da) bir 'kasıt' (ve yönelme) bulmadık."[41]

Kurtubî ve İbnü'l-Arabî gibi bazı tefsirciler, bu görüşü ter­cih etmişledir.

b. Veya bu konuda şöyle dememiz daha uygundur: "Masiyet, Hz. Adem (a.s)'a Peygamberlik verilmezden önce meydana gelmiştir." İşte bu görüş. "Menar Tefsiri"nin sahibi olan Reşid Rıza'nın tercih ettiği görüştür.

Reşid Rıza, "Tefsirü'l-Menar" adlı tefsir kitabında bu konuyla ilgili olarak şöyle der:

"Hz. Adem (a.s)'ın masumiyeti meselesine gelince bu me­sele; selefin yolu üzere yürümek bizi, Hz. Adem (a.s)'ın isyan ve tevbesine dair ayetlerin müteşabihlerden olduğu sonucuna götürür. Tıpkı bu kıssada geçen dış görünüşünü aklın kavra­yamadığı diğer ayetler gibi.

Buna göre bizim, Şanı Yüce Allah'ın da; "Fakat O, (yani Adem, kendisine yapılan yasaklamayı) unuttu. Ve Biz, onda (Allah'a aykırı hareket etime konusunda da) bir kasıt (ve bir yönelme) bulmadık"(Tâhâ: 20/115) buyurduğu gibi, (Allah'ın emrine aykırı olarak yapılmış) bu muhalefet, Hz. Adem (a.s)'a Peygamberlik görevi verilmezden önce meydana gelmiştir' dememiz gerekmektedir. Yalnız Hz. Adem (a.s)'ın, (Peygam­berlikten önce) Allah'ın emrine karşı muhalefet ettiğinden dolayı onun masumiyetinin Peygamberlikten sonra olduğunda ittifak edilmiştir. Fakat Hz. Adem (a.s)'ın bu durumu, unutkan­lık eseri de olabilir. Olayın büyüklüğüne dikkat çekmek için unutmaya, nisyan denilmiştir. Unutma ve yanılma, zaten ma­sumiyetliğe zarar vermez ve üstelik ona çelişik de değildir."[42]

İbnü'l-Arabi'ye[43] gelince; O, birinci görüşü tercih etmiş ve muhalefeti, Hz. Adem (a.s)'dan unutma sebebiyle meydana geldiğini ileri sürmüştür. Nitekim İbnü'l -Arabi'nin, "Ahkamu'l-Kur'an" adlı tefsir kitabında bu konu şöyle geç­mektedir:

"Niceleri, Peygamberleri, cahillerin; -haşa Peygamberler, günah işlemeye kasten ve bile bile can atarcasına girmişlerdir şeklinde- onlara nispet ettiği mevki ve makamlarına uygun düşmeyen günahlardan tenzih etme yani günahı onlardan giderip temize çıkarma hususunda söz söyledi. Ama Müslümanlardan orta yolu tutanlar bile bu şekilde günah işlemekten kendilerini korurken, Peygamberlerin günah işlemeye can atması nasıl olur??!! Halbuki Yüce olan Allah, ezelde neticelenmiş ve geçmiş hükmüyle Hz. Adem (a.s)'ı; kendisine muhalefet etmeye yöneltti. Bu ilahi emirle, Hz. Adem (a.s)'da, yasaklanan ağaca karşı bir kasıt ve Allah'ın yasağını çiğnemeye dair unut­ma meydana gelmiştir. Zira Hz. Adem (a.s)'ın, günahı işleme­ye yönelmesi hususunda 'Adem, (kendisine ve eşine yasakla­nan ağacın meyvesini yemesi suretiyle Rabbine isyan etti.' (Tâhâ: 20/121) denildi. Ve Hz. Adem (a.s)'ın, özrünü açıklama mahiyetinde ise;

'Andolsun ki, Biz, daha (Peygamberlik verilmezden) Önce Adem'e de (yasaklanan ağaçtan yememesi için) ahid vermiştik. Fakat Adem, (kendisine yapılan yasaklamayı) unuttu. Ve Biz, Onda (Allah'ın emrine aykırı hareket etme konusunda da) bir kasıt (ve bir yönelme) bulmadık.'(Tâhâ: 20/115) denildi.

Bunun pratik uygulanışı ise şöyledir: "Bir adam, bir eve kesinlikle girmeyeceğine dair yemin etse bunun üzerine de yeminini unutarak o eve kasıtlı olarak veya yorumunda hatalı olarak girse, işte bu, 'kasıt' ve 'unutma'dır. Burada, kasıt ile unutma aynı şey değildir. Birbirinden farklıdır. Eve girmeme­ye yemin eden kimsenin unuttuğu şey, yemindir. Kastettiği ise eve girme meselesidir. Yoksa yemini bozmak değil. (Buna gö­re Hz. Adem (a.s) da Allah'ın emrini unuttu. Fakat ağaçtan, kendi kastıyla yedi). Çünkü bir efendinin, kölesini küçük düşü­rerek ve cezalandırarak; 'isyan etti' demesi caizdir. Efendinin, kölesine bu sözü söylemesinden sonra da tekrar faziletiyle bir­likte kölesine yönelerek onu (daha önceki sözünden) temizle­me şeklinde; 'unuttu' diyebilir...

Fakat bugün bizden birisinin; Hz. Adem (a.s)'ın, isyan et­tiğini haber vermesi caiz değildir. Lakin Yüce Allah'ın, Hz. Adem (a.s)'ın bu durumuyla ilgili ayetlerini okurken veya Resulullah (s.a.v)'in bu konuyla ilgili sözlerini okurken, Hz. Adem (a.s)'ın isyan ettiğini söylememizde ve bunu açıklama­mızda herhangi bir sakınca yoktur. Ama Hz. Adem (a.s)'ın is­yan ettiğini, kişinin kendisi tarafınca bahsetmesine gelince ise; bizim için örnekler ve rehberler olan normal babalarımız husu­sunda bu caiz olmadığına göre Yüce Allah'ın, özrünü ve tevbesini kabul ettiği ve bağışladığı atamız olan Hz. Adem (a.s) hakkında ise bu, nasıl caiz olur?!!"
[44]

Allame Kurtubî de bununla ilgili olarak şöyle der:

"Alimler, Hz. Adem (a.s)'ın yasak olan ağaca yaklaştığı taktirde müstahak olacağı cezayı -ki bu da Yüce Allah'ın; '(Yasaklanan ağaca yaklaştığınız taktirde) zalimlerden olur­sunuz.' (A'raf: 7/19) sözünü- bildiği halde o ağaçtan nasıl ye­diği hususunda ihtilaf etmişlerdir.

a. Alimlerden bir topluluk bu konuda; 'her ikisi de, Yüce Allah'ın yasakladığı ağacın dışındaki bir ağaçtan yemişlerdir. Fakat onlar Yüce Allah'ın yasağını, yasaklanan, ağaç cinsinin tamamına şamil olduğuna dair yorumda bulunmamışlardır' demiştir.

b. Diğer bir topluluk ise; 'her ikisi de, Yüce Allah'ın ya­sakladığı ağaçtan unutarak yemişlerdir, (kasıtlı olarak değil)' demiştir. Yüce Allah, yüce kitabı Kur'ân-ı Kerîm'de bunu; 'And olsun ki Biz, daha (Peygamberlik verilmezden) önce Adem'e de (yasaklanan ağaçtan yememesi için bir) ahid vermiş­tik. Fakat O, (kendisine yapılan yasaklamayı) unuttu. Ve Biz, onda (Allah'ın emrine aykırı hareket etme konusunda da) bir kasıt (ve bir yönelme) bulmadık' (Tâhâ: 20/115) ayetinde ke­sin ve net olarak haber verdiğinden dolayı; doğru olan görüş budur.

Fakat Peygamberlerin, derece ve makamlarının yüceliği ve anlayışlarının çokluğundan ötürü onların bu durumlarına zarar verecek her türlü şeyden sakınmaları ve dikkatli olmaları ge­rekmektedir. Bunların zıddı ise (yani unutmak ve gaflet) on­larda bulunmaz. Lakin Hz. Adem (a.s)'ın, Allah'ın yasağını zayi ederek onu hatırlamaktan meşgul olması kendisini asi etti.

Ebu Ümame, Hz. Adem (a.s) ise ilgili olarak şöyle der: 'Yüce Allanın, mahlukatı yarattığı günden itibaren kıyamet gününe kadar gelecek olan Ademoğullarının sabırları (veya vakarını) terazinin bir kefesine, Hz. Adem (a.s)'ın sabrı ise te­razinin diğer kefesine konulsa Hz. Adem'in ki, diğerlerine da­ha üstün gelir.'

Yüce Allah bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:


'Biz onda (Allah'ın emrine aykırı hareket etme konusunda da) bir kasıt (ve bir yönelme) bulmadık,' (Tâhâ: 20/115)[45]

Alimlerin ve tefsircilerin görüşlerinden; Hz. Adem'in, Yü­ce Allah'ın emrine muhalefet etmeye yönelmediği, O'nun em­rini unutarak veya ictihad yoluyla Allah'ın emrini yorumlayarak yasaklandığı ağaçtan yiyerek onun emrine muhalefet edip ve bundan dolayı da Yüce Allah'ın, Hz. Adem (a.s)'ı cennetten çıkarıp yeryüzüne indirmek suretiyle onu cezalandırdığı, işte bunun da Yüce Allah'ın Hz. Adem (a.s)'ın bu işi yapacağına dair geçmiş ilahi hikmetine binaen olduğu açıkça gözlerimizin önüne serilmektedir. Buna göre olay, "unutma" sonucunda meydana gelmişken, bizim, Hz. Adem (a.s)'ın isyan ettiğine dair suçu ona yüklememiz caiz olmaz. Hele de Yüce Allah, Hz. Adem (a.s) hakkında ayet indirip "Daha sonrada Rabbi Adem'i, (peygamberliğe) seçip tevbesini kabul etti ve onu hi­dayete eriştirdi." (Tâhâ: 20/122) buyurduktan sonra, Hz. Adem (a.s) hakkında edebi elden bırakmamamız gerekmektedir. [46]


[35] Tâhâ: 20/121-122.
[36] Tahâ: 20/122.
[37] Tâhâ: 20/115
[38] Bakara: 2/35.
[39] İbn Mâce, Talak 16; Acluni, Keşful-Hafa, 1/433 (ç).
[40] Bakara: 2/286.
[41] Tâhâ: 20/115.
[42] Reşid Rıza, Tefsirü'l-Menar, 1/380.
[43] Bu İbnü 'l-Arabî ile tasavvufçu îbn Arabî aynı şahıs değildir. İlki, Maliki mezhebine mensup Endülüslü tefsirci büyük bir alimdir. Diğeri ise tasavvufçu îbn Arabi'­dir, Bu ikisinin arasının birbirinden ayırmak için genellikle ilki, İbnü 'l-Arabî, diğeri ise İbn Arabî şeklinde ifade edilmektedir, (ç).
[44] İbnü'l-Arabî eî-Malikî el-Endelüsî, Tefsirö Ayati'l-Ahkam, 3/1249.
[45] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur'ân. 1/306.
[46] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 127-133.
Resim
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen simurg »

Bu faydalı bir başlık ve kaydedildiği için teşekkür ederim.
Son bölümde okuduklarımdan sonra söylemek istediklerim oluştu,
onları yazayım istedim.

.
Melekler Âdem Aleyhisselam’ın şahsında, ASLına secde ettiler.
Ki; Âdem Aleyhisselam tüm esma ilmi kendisine verilmiş olduğundan Zât-ı HAKK’ın aynası durumunda idi.

Âdem Aleyhisselam kendisinde bulunan tüm camii esmaların
bir bütünü sûretinde yaratılmış olduğundan
melekler O’na secde etmekle emredilmişlerdi.
Ve hemen itaat etmişlerdi.

Bu onların saflarını seçmeleri demek oluyordu.
İblis de safını o olayda belli etmiş, secde etmeye yanaşmamıştı.

Melekler dahi secde ederek, saflarını belli edebildiklerine göre,
Elbette ki Âdem Aleyhisselamın da bir vakit gelip safını belli edebilmesi gerekliydi ,
kendi neslinin de safını tâyin edebilme kabiliyetini kullanabilmesi için secde etmeliydi.

Esma ilminin Hakikatinin bâtından zâhire çıkabilmesi,
Fiiliyata geçebilmesi için secde ilk aşama idi
Ama nasıl?

Sözle fiiliyatsız bir secde nasıl hakiki secde olabilecekti?
Bu sebeptendir ki, önce nefsi ile yüzleşmesi, tevbe istiğfar ihtiyaç ve hali içerisine girmeyi yaşaması,
Rabbisine hakiki mânâda yönelebilmenin, sembol ve mânâ, tamm işaret ve ifadesi olan secdesini yapabilmesi lâzımdı.

O mâlum nefs imtihanını yaşamasının sebebinin tam bu olarak bu olduğunu anlamaya evrildi düşündüklerim.
Bir pişmanlık ya da bir musibet bin nasihat ve sözden evlâdır,
Çünkü fiili olarak şâhidlik içermektedir.

Âdem Aleyhisselam’ın unutmak sûretiyle bu küçük zelleyi yaşamış olması,
O’nun, kendisine Hakk ve Hakikat olanı ancak Rabbisinin bildirebileceğini,
Ancak O’na itaat ile huzur ve selâmeti bulabileceğini,
Ne yaparsa yapsın dönüp gelebileceği başkada bir kıblesinin olmadığını fiilen anlaması,
ya da bildiğini bizatihi yaşaması demekti.

Tevbe edilmeye ve sığınılmaya bir Tek Rabbisinin olduğunu anlaması
Âdemi Makamda aslını idrak etmesi demekti ki,
az evvel okudum, peygamberlik vazifesi de bu tevbesinin kabulünden sonra kendisine verilmiş.

Bu demek oluyor ki,
Bütün Âdem Aleyhisselam nesli aslında Muhammedî olduğu için,
Ancak Muhammedî olmakla Habli’l- verid hatem-i dairesinin tamlanması mümkün olacağı için,
bütün gelecek nesiller de, Âdem Aleyhisselam’ın toprak bedeni kıvamındaki çamur nefsleri ile yaratılacak,

O çamurda belli bir müddet bekletilecek/yaşatılacak,
Aslını anlamaya başlamasının ilk safhası olarak muhakkak secde etmesi gerekecek,
Ve bir Âdemoğlu Âdem, irşad edebilme özelliği olan Zât’a secde biat etmeden de bunun olması mümkün olamayacaktı.
ilk secdeden gidilebilecek bir yol olmalı Habli’l- verid dairesinin Hateme ulaşması,

Ki; Âdem Aleyhisselam’dan itibaren de tüm peygamber Aleyhimüsselam’ın imtihan ve yaşadıklarına kendi miktarınca uğrayıp,
bu aşamalarda kemâle ulaşması gerekecekti ki,
Taa Hakiki Muhammedî olabilsin.
İsmailî, İbrahimî, İsevî,Musevî.. bütün peygamber Aleyhimüsselam efendilerimizin nefs imtihanlarını-kemâlât aşamalarını, kendi nefsimizde bulmamız-yaşamamız gerekmekte.
Muhammedî olabilmemizin bir yolu ve yöntemi bu olmakta belkide diye anladım.

Musa Aleyhisselâmın ateşi kendi eliyle diline götürmesi gibi,
İbrahim Aleyhisselâmın kendi seçimiyle, ateşe atılmasına itiraz etmemesi gibi
Örnekler pek çok.
Yine kendime bakacağım elbette,
Yaratılışının henüz çamur safhasında olduğunu her zaman tekrar tekrar gören,
Bu safhadanda çıkmayı başaramayan nefsimin, bunları düşünmesi buradan çıkabilmesine yardım etmemekte.
Düşünülenler devamlı değişmekte,
gelişmekte mi onu bilemiyorum.
Yukarıdakiler benim yaşadıklarım değil, ancak düşündüklerim...
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Sayın Muhammed Alî Sâbûnî'nin eserinden yararlanmanıza sevindim simurg can..Ben de teşekkür ederim.
Resim
Hz. Nûh (a.s)ın, Masum Oluşu İle İlgili Mesele

Yüce Allah'ın Hz. Nûh (a.s)'ın kıssasına dair şu sözü, onun masumiyetliğine işaret eden delillerdendir. Yüce Allah, Hz. Nûh (a.s) ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

"Nûh Rabbine dua edip dedi ki: Ey Rabbim! Oğlum be­nim ailemdendir. Senin, (ailemden olanları kurtaracağına dair bana verdiğin) vaadin de elbette haktır ve Sen, hakimlerin en hakimisin.' (Bunun üzerine Allah da: ) 'Ey Nûh! O (oğlun), katiyen senin ailenden değildir. (Kendilerini kurtarmayı vaat ettiğim aile halkının arasında onun yeri yoktur. Çünkü Ben, senin ailenden iman eden kimseleri kurtaracağımı vaat etmiş­tim). Çünkü O, (nun iman etmemekle yaptığı iş) Sahih olmayan bir iştir. O halde (bilgin olmayan bir şeyi,) Benden isteme! Cahillerden olmaman (ve böylece dilemen caiz olmayan bir şeyi istememen) için sana Öğüt veriyorum' dedi.[47]

Ayettede görüldüğü üzere Hz. Nûh (a.s) yalnızca Rabbinden, oğlunu boğulmaktan kurtarmasını istemiştir. Çün­kü Yüce Allah, Hz. Nûh (a.s)'a, ev halkını boğulmaktan kurta­racağını ve zalimleri helak edeceğine dair vaatte bulunmuştu. Oğlu ise ev halkındandı. Zira Hz. Nuh'un oğlu, babasına iman edeceğine dair söz vermişti. Bundan dolayı Hz. Nûh, oğlunun, kendi dini üzere olduğuna inandığından dolayı Allah'tan, onu boğulmaktan kurtarmasını istedi. Hz. Nûh, oğlunun, küfür üze­rinde bulunduğu gerçeğini bilmiyordu. Ancak Yüce Allah, Hz. Nûh (a.s)'a, onun iman etmediğini ve bundan dolayı da kendi ailesinden saymayacağını açıkladıktan sonra, Hz. Nûh, oğlu hakkındaki gerçeği öğrenmiş oldu. Yüce Allah, Hz. Nûh (a.s)'ın oğluna dair şöyle buyurmaktadır:

"0, (oğlun) senin ailenden değildir." (Hûd: 11/46) Yani "Oğlunun, kendilerini boğulmaktan kurtarmayı sana vaat etti­ğim aile halkının arasında yeri yoktur. Çünkü oğlun, iman et­miş kimselerden değildir. Ben ise, senin ailenden iman eden kimseleri kurtaracağımı vaat etmiştim" demektir. Bunun üze­rine Hz. Nûh (a.s), gerçeği öğrendikten sonra oğlundan uzak­laşmıştır. ...

Ayrıca Hz. Nûh (a.s), Rabbinden, mümin olmayan oğlunu boğulmaktan kurtarmasını istemesine dair bu konuda bir masiyet veya günah işlememiştir. Yalnızca Allah'a, oğlunu boğulmaktan kurtarması için dua etmişti. Hz. Nûh (a.s)'ın bir insan ve merhametli bir baba olmasından dolayı, Onu da (oğ­lunun boğulmasını görmesi üzerine) baba şefkati ve acıma duygusu kaplamıştı. Bundan dolayı oğlunun boğulmaktan kurtarılması için Allah'tan, oğlunun kalbine, "imanı" ilham etmesi­ni istedi. Hz. Nûh (a.s)'ın, bu isteği üzerine Yüce Allah, ona; oğlunun kafirlerden olduğunu ve onunda boğulmak suretiyle helak olanlardan olduğu haberini verdi.

Üstad Ebu Mansur (rh.a), bu ayetin tefsirinde şöyle der:

-"Hz. Nûh (a.s)'ın oğlu, münafık olduğundan dolayı Hz. Nûh (a.s)'ın yanında onun dinindeymiş gibi görünüyordu. İşte bundan dolayı Hz. Nûh (a.s), oğlunu da kendi dini üzere gör­düğünden dolayı onun, Allah'a; 'oğlumda benim ailemdendir' (Hûd: 11/45) demesinin ihtimali bundan dolayıdır. Ayrıca Hz. Nûh (a.s), oğlunun -kafirler-gibi- boğulmaktan kurtulma­sını Yüce Allah'tan istemektedir....Hz. Nûh (a.s)'ın, benzeri bir isteğinden yasaklanmasına dair haber, Yüce Allah'ın şu sözün­de geçmişti:

'Zulmedenler (kavmin) hakkında, (onların boğulmaktan kurtulmalarına ve şefaate kalkışıp azabın onlardan kaldırılmasına dair) Bana bir şey söyleme! Çünkü onlar, suda boğulacaklardır." (Hûd: 11/37)[48]

Hz. Nûh (a.s), oğlunun, kendi yanında iman ettiğini gördüğünden[49] dolayı onun bu zahiri imanına dayanarak Allah'tan boğulmaktan kurtarmasını istemektedir. Nitekim münafiklar, efendimiz Hz.Muhammed (s.a.v)'e bazı konularda muva-akat ettiklerini söylüyorlar ve bazen de Onun sözünün aksine hareket ediyorlardı. Resulullah (s.a.v) ise onların münafık old­uklarını bilmiyordu. Nihayet Allah, Ona, kimlerin münafık olduğunu bildirmesinden sonra münafıkları bildi.

İşte Yüce Allah'ın,
"O, Senin ailenden değildir. " (Hûd: 11/46) Yani "oğlunun, kendilerini boğulmaktan kurtarmayı sana vaat ettiğim aile halkının arasında yeri yoktur. Çünkü, kendilerini boğulmaktan kurtarmayı vaat ettiğim aile halkın, gizli ve açık durumda da hakikaten mümin kimselerdir' sözü böyledir.[50]


[47] Hûd: 11/45-46.
[48] Nesefî, Tefsiru'n-Nesefî. 2/192.
[49] Fahreddin er-Râzî bu konuyla ilgili olarak şöyle der: "Hz. Nûh (a.s)'ın ümmeti, ; 3 grup idiler: 1. Açıktan kafirlik yapanlar, 2. İmanını açıkça bildiren müminler. 3. Bir grup münafık... Müminler için takdir edilmiş ilahi hüküm, kurtuluş; kafirler hakkındaki ilahi taktir ise boğulmak idi. Bunlar zaten malumdur. Fakat münafıklar hakkındaki hüküm gizli idi. Nuh'un oğlu da, o münafıklardan olup, Hz. Nûh (a.s) onun mümin olabileceğini sanıyordu. Oğlu hakkında babanın aşırı şefkati, oğlunun İlerini ve amellerini, onun bir kafir olması sebebiyle yapılmış olduğu anlamına değil, daha geçerli sebeplere hamletmeye sevk etmiştir. (Fahreddin er-Râzî, Tefsiri bîr, 13/40) (ç).
[50] Peygamberlerin masumiyetligine dair kitabın orijinalindeki sıralamayı takip etmeyip. Peygamberlerin sıralanmasına göre bir yol takip ettik. Zira kitabın orijinalinde Peygamberlerin tarihi hayatlarına göre bir sıralanma ön planda tutulmıştır. (ç)
Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 134-136.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim
Hz. İbrahim Halilurrahman (a.s)'ın Masum Oluşu İle İlgili Mesele

Hz. İbrâhîm Halil (a.s)'e nispet edilene gelince bunlar, Kur'an ve sünnetten bazı naslarda geçmektedir. Hz. İbrâhîm (a.s)'a nispet edilenin zahirine göre, masumiyetin olmadığını gösterir. Bu dış görünüşü itibariyle bu rivayetler, kastedilenin dışındadır. Çünkü bu rivayetler, diğer naslarla dış görünüşü itibariyle çelişkilidir. Buna göre bu rivayetler; Peygamberlerin masumiyetiyle ilgili Müslümanların akidesinde ittifak edilen şekil üzere anlaşılmasında bu naslar arasında bir uyuşma sağ­lanması gerekmektedir.

1. Birinci Nass: En'am Sûresinde, Yüce Allah'ın şu ayet­lerinde geçmektedir:


"(İbrâhîm,) karanlık çökünce bir yıldız görmüş, 'Bu mu benim Rabbim?' demiş, o sönüp gidince, 'Ben böyle sönüp ba­tanları sevmem' demişti. Daha sonrada ayı doğarken görünce, 'Bu mu benim Rabbim? Bu (diğerine göre) daha büyük' de­mişti. Fakat O da batıp gidince, 'And olsun ki eğer Rabbim bana hidayet etmemiş olsaydı, muhakkak sapıklığa düşen top­luluklardan olurdum.' demişti. Daha sonra da güneşi doğarken görünce, 'Bu mu imiş benim Rabbim! Bu, hepsinden de daha büyük' demiş. (Bu da diğerleri gibi) batınca, 'Ey kavmim! Ben, sizin Allah'a ortak koştuklarınızdan katiyen uzağım, şüphesiz ki ben yüzümü, Tevhide yönelmiş bir kişi olarak, gökleri ve yeri yaratmış olan Allah'a yönelttim. Ben, (Allah'a, yaratıkla­rından herhangi birisini ortak koşan) müşriklerden değilim' demişti.[51]

Bu ayeti kerimeler; "Hz. İbrahim (a.s)'ın, Allah'ın varlığı hakkında şüpheye düştüğü, büyüklüğünde ve yüceliğinde cahil olduğu ve asıl ibadete müstahak olan ilahın, kim olduğunu bilmediği" şeklindeki bu zahiri nass, insanı, görünüşte zan ve töhmet altına sokmaktadır!

Bazı insanlar zannediyor ki, "Hz. İbrahim (a.s), kavminin durumundan etkilendi, çocukluğunun başlangıcında kavmiyle birlikte yıldızlara tapan bir kimseydi ve onlar gibi güneşe ve ay'a tapıyor" Hz. İbrahim (a.s) hakkında düşünülen bu zan, apaçık bir cehaletin ve hatanın göstergesidir. Böyle şeyler, yü­ce Peygamberlerin vasıflarını bilmeyen ve Kur'ân-ı Kerîm'in anlamlarını anlamayan kimselerden sadır olur...

Şanı Yüce Allah, (aşağıda gelecek olan ve daha önce ge­çen ayette), onu, göklerin ve yer yaratılışındaki inceliklere muttali kıldığını, Hz. İbrahim (a.s)'ın bizzat kendisinin Tevhi­de yönelmiş müminlerden biri olduğunu ve iman ile kesin bilgi hususunda kamil kimselerden olduğunu nebisi ve dostu olan Hz. İbrâhîm (a.s)'a haber vermiştir. Zira Yüce Allah, Hz. İbrahîm (a.s)'ı küçüklüğünden itibaren olgunluk çağına kadar her türlü şirk, küfür vb. şeylerden korumuş ve ona, her inatçının ve kibirlinin sırtını yere vuracak kesin hücceti vermiştir. Bu, hiç­bir kimsenin galip olamayacağı bir Allah'ın varlığı hususunda­ki kanıtların ve delillerin yerine getirilmesi makamındadır. Şimdi de Şanı Yüce Allah'ın, Hz. İbrâhîm (a.s)'ın kesin bilgiy­le kavmine karşı delillerini nasıl getirdiğini -konuyla ilgili En'am Süresindeki- ayeti kerimelerin baş tarafını dinle. Buna göre Şanı Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:


"Hani İbrâhîm, babası Azer'e, 'Sen, (ilah olmaya layık olmayan) bir takım putları ilah mı ediniyorsun? Doğrusu Ben, seni ve (bağlı bulunduğun) kavmini apaçık bir sapıklık içinde görüyorum!' demişti, işte böylece (ona, şirkin çirkinliğini gös­terdiğimiz gibi) Biz ibrahim'e, göklerin ve yerin yaratılışlarındaki incelikleri gösteriyorduk ki, kesin bilgi sahibi olanlardan olsun diye '(İbrâhîm) karanlık çökünce bir yıldız görmüş...[52]

Böylece Şanı Yüce Allah, Hz. İbrâhîm (a.s)'a, yaratıcının varlığını delillendirebilecek kesin kanıtlar ve razı olacağı hüc­cetler vermiştir. Kendisine verilenlerden sonra Hz. İbrâhîm (a.s), babasıyla şöyle mücadele ediyordu.

"Sen, (İlah olmaya layık olmayan) birtakım putlara mı tapıyorsun.[53]

Bunun ardından ise işitmeyen, görmeyen ve sahibine hiç­bir fayda sağlamayan putlara tapma hususunda babasını ve kavmini sapıklıkla şöyle suçlamaktadır:

"Doğrusu ben, seni ve (bağlı bulunduğun) kavmini apaçık bir sapıklık içinde görüyorum"[54]

Daha sonra Hz. îbrâhîm (a.s), yakinen bildiği -mükemmel bir tavırla- delilini, Yüce Allah'ın da şahitlik etmesiyle şöyle getirmektedir:

"İşte böylece (ona, şirkin çirkinliklerini gösterdiğimiz gi­bi) Biz İbrâhîm'e göklerin ve yerin yaratılışlarından incelikle­ri gösteriyorduk ki, kesin bilgi sahibi olanlardan olsun diye."[55]

Bu ayetlerden sonra gelen ayetler konunun girişinde geç­mişti, Hz. İbrâhîm (a.s)'ın sadece delillerini kavminin idraki ve anlayışı seviyesine indirgemek, onların inançlarına göre tedrici olarak yöneltmek, suretiyle Allah'ın varlığını delil gösterme makamında ve kavmine kanıtını kabul ettirme konusundadır. Bundan dolayı Hz. îbrâhîm (a.s), aklı selim bir düşünceyle hüccet ve delille ortaya çıkarılmış bu ilahlara tapma konusun­daki kavminin inancını batıllaştırmak için ilk önce yıldıza dair;

"Bu, benim Rabbimdir"; ardından ay'a ve daha sonra da güne­şe aynı şeyi söylemektedir... İşte bundan dolayı Allah, bu kıssayı, şu sözleriyle bitirmiştir:


"İşte bu (zikredilenler), kavmine karşı İbrahim'e verdiği­miz delillerdir. Dilediğimizi (ilim ve hikmetle) derecelerle yükseltiriz. Şüphesiz ki Rabbin, tam hikmet sahibidir ve (bun­lara kimlerin layık olduğunu da) hakkıyla bilendir."[56]

Allame Zemahşerî (rh.a.), bu ayeti kerimenin bitiminde çok güzel bir açıklama yapmıştır ki, biz de bu açıklamanın bir kısmını aşağıya şöyle aldık:

"Hz. İbrahim'in babası ve kavmi; putlara, güneşe, aya ve yıldızlara tapmaktaydılar. Bundan dolayı Hz. İbrâhîm (a.s), görme ve delil getirme yoluyla onların üzerinde bulundukları şirk dininin bir hata üzerine kurulduğunu haber vermeyi ve onlara doğruyu göstermeyi ve Hudus Delilini getirerek ilah olması mümkün olmayan putları vb. şeyleri, sahîh ve doğru olan delillerle onlara tanıtmayı; arkalarında, onları yaratan, doğuşlarını ve batışlarını bir yerden diğer bir yere gidiş ve in­tikallerini idare eden birisinin yani Allah'ın varlığını gösterdi­ğini onlara öğretmek istedi. Hz. İbrâhîm (a.s)'ın, 'Bu, benim. Rabbimdir' (En'am: 6/76) sözü, muhatabının batıl yolda oldu­ğunu bildiği halde, ona insaf ile davranan kimsenin sözü gibi­dir. Kendi görüşünde mutaassıp değilmiş gibi, muhatabının sözünü aynen naklediyor. Zira bu davranış karşısındaki muhatabını hakka daha iyi götürür. Daha sonra da muhatabına tekrar dönerek onun iddiasını kendisinin ileri sürmüş olduğu delil ile boşa çıkarır... Yıldız batınca Hz. İbrâhîm (a.s); 'Ben böyle sönüp batanları sevmem' dedi (En'am: 6/76). Çünkü kendisine tapılan ilahların durumunun değişmesi ve bir yerden başka bir yere intikali doğru değildir. Esasen bunların durumu, günah sahibi kimselerin (yani bir bakıyorsun günah işliyor, bir de bakıyorsun günah işlemiyor) özelliklerindendir. Eğer Rabbim bana doğru yolu göstermemiş olsaydı, muhak­kak sapıklığa düşen topluluklardan olurdum' ayetine gelince ise; Hz. İbrâhîm (a.s), ay'ın, doğup etrafa ışık saçtığını görün­ce, bu sözüyle kavminin taptıkları put, güneş, ay vb. şeylerin, batıl olduğuna dikkatleri çekmek ve beyinsiz olduklarını gös­termek istiyordu. Fakat ay da batıp gözden kaybolunca Hz. İbrâhîm (a.s); 'Bu, benim. Rabbimdir' dedi. (En'am,: 6/77). Bu­rada Hz. İbrâhîm (a.s) karşı koyma yöntemiyle kavminin sa­pıklık içerisinde bulunduğunu göstermek istemiştir."[57]

Yukarıdaki ayetlerde de geçtiği üzere- bu kıssayı -Kur'ân-ı Kerîm anlatmıştır. Yalnız Yüce Allah bu kıssayı, peygamberi ve dostu olan Hz. İbrâhîm (a.s)'a verdiği ikna edici bir yöntem ve güçlü bir hüccetle yol gösterici olarak haber vermiştir. Zira Hz. İbrâhîm (a.s), Allah'ın varlığına dair delil getirerek kavmi­ni aciz bırakmaya ve kavminin -Allah'ın dışında- yıldızlara, aya, güneşe vb. şeylere tapmaları konusundaki sapıklıklarını ve yanlış bir yol üzerinde olduklarına dair delil getirmeye nasıl güç yetirdi?..

Ayrıca Hz. İbrâhîm (a.s), amacına ulaşabilmek için yolla­rın en kolayını tutarak açıklamıştır. Bundan dolayı Hz. İbrâhîm (a.s), kavmini ilk önce direkt olarak suçlamayıp onlara tedrici bir şekilde yaklaşıp -ayetlerdeki sıralamaya göre- hareket et­miştir. Hz. İbrâhîm (a.s), kavminin; Allah'ı bırakıp putlara, yıldızlara, aya, güneşe vb. şeylere tapmaları hususundaki ceha­let ve hatalarını kendilerine göstermek amacıyla ilk önce gök­yüzünde parlayan bir yıldızı görüp,'İşte bu, benim Rabbimdir' dedi.
[58]

Hz. İbrahim (a.s) bu sözüyle onları reddetmek, kınamak, tenkit etmek ve tedrici bir şekilde onları helake götürmek için böyle söylemişti. Daha sonra yıldızın kaybolup gittiğini, gö­rünce, bu -kaybolup giden- yıldızın "Rab" olmaya uygun bir varlık olamayacağını söyledi. Çünkü Rab olarak kabul ettikleri varlığın durumu değişmiş ve bir yerden başka bir yere intikal etmişti. Hz. İbrâhîm böylece kaybolup giden bir ilahın ilah olamayacağını kavmine anlatmaya çalışıyordu. İşte bu Hudus'a yani ilah olarak kabul ettikleri varlıkların sonradan meydana geldiğine işaret etmekteydi... Daha sonra da Hz. İbrâhîm (a.s) gökyüzünde ayın doğup etrafa ışık saçtığını görünce -öncede dediği gibi-, "Bu, Benim Rabbimdir" dedi. Ay'ın da batıp göz­den kaybolduğunu görünce, bununda kendisine fayda sağlayıcı bir ışık olarak kabul etmeyip böyle kaybolup giden ve kendisi­ne tapınılması gereken bir varlığın "Rab" olamayacağım söy­ledi.

Hz. İbrâhîm (a.s) burada da onların sapıklık ve hatalı bir yol üzerinde olduklarım gördü. Fakat bunu direkt olarak söy­lemeyip hikmetinin gereği bir yöntemle şöyle anlatmak istedi;
"Eğer Rabbim bana doğru yolu göstermemiş olsaydı, muhak­kak sapıklığa düşen topluluklardan olurdum " (En 'am: 6/ 77).

Hz. İbrâhîm (a.s) bu sözüyle, onların sapıklık içerisinde olduklarını direkt açıklama metodunu seçmeyip böyle bir ilahı ve benzerlerini kabul etmekle kendisinin de -onlar gibi- sapık­lık içerisinde olacağını belirtmiştir. Çünkü taptıkları bu ilahlar, devamlı olarak doğuşları ve batışları değişmekte olup bir yer­den başka bir yere geçmek suretiyle dönüp dolaşmaktadırlar. Bunu da onlara taptıkları ilahların sonradan yaratıldıklarını göstermek için yapmıştı.

Hz. İbrâhîm (a.s) "sapıklığa düşen topluluklardan" sözüy­le aya tapmanın doğru yolu şaşırmış yani sapıklık içerisinde olmakla açıklamak istemiştir.

Daha sonra güneşin doğduğunu, ışığının kainata yayılması suretiyle parlaklığını görünce, Hz. İbrâhîm, "İşte bu, benim Rabbimdir" dedi. Çünkü güneş, yaratılmışların en büyüğü, di­ğerlerinden daha parlak ve daha faydalıydı. Buna göre güneş, diğer yıldızlara ve aya nazaran tapılmaya daha hak sahibiydi... Hz. İbrâhîm (a.s) bu sözünü, onların sapıklık üzerinde bulun­duklarına dair onlara karşı delil getirmek için ve güneşinde diğerleri gibi sonradan yaratılmış olduğunu göstermek için bu şekilde söylemiştir... Bir müddet sonra güneş de kaybolup uf­kun arkasına geçince, ışığını ve parlaklığını kaybetmişti...

Hz. İbrâhîm (a.s), kavmi ile münazara halinde bulundu­ğundan dolayı onlanrı, putlara, yıldızlara, aya, güneşe vb. şey­lere tapmaları ile sonradan yaratılmış olan bu varlıklara tapma­larını sapıklıkla suçladı. Daha sonra da kavminden ve onların taptıklarından uzaklaştı. İşte bu, gözlerin gördüğü bu en parlak üç cismin ilah olmadığı anlaşılıp kesin delillerle ortaya çıktık­tan ve gerçek, sabah aydınlığı gibi ortaya çıktıktan ve kastetti­ği gayeye ulaştıktan soma Hz. İbrâhîm (a.s):


"Ey kavmim! 'Ben, sizin Allah'a ortak koştuklarınızdan katiyen uzağım. Şüphesiz ki ben yüzümü, Tevhide yönelmiş bir kişi olarak gökleri ve yeri yaratmış olan Allah'a yönelttim. Ben
(Allah'a, yaratıklarından herhangi birisini ortak koşan) müş­riklerden değilim' demişti. Kavmi (Allah'ın birlenmesi ve O'nun ortağının olmadığı hususunda) İbrahim'le tartışmaya girişti. O demişti ki: Allah beni hidayete (Tevhide) iletmişken, siz benimle Allah hakkında (O'nu tevhid etmem hususunda) mı tartışıyorsunuz? Ben, O'na ortak koştuğunuz (putlardan, ilah­lardan vb.) şeylerden korkmam. Ancak Rabbim bir şey dilerse, o (dilediği şey) müstesna. Rabbimin ilmi, her şeyi sarıp kuşa­tır. Hala düşünüp öğüt almayacak mısınız? Hem Allah 'ın size (haklarında) hiçbir delil ve burhan indirmediği şevleri siz O'na eş koştuğunuzdan korkmazken, ben eş koştuğunuz o varlık­lardan niye korkayım? Şimdi bu iki zümreden (Tevhide yönel­mişlerin grubu mu? Yoksa müşriklerin grubu mu?) hangisi gü­ven duymaya daha layıktır? Eğer biliyorsanız (söyleyin baka­lım? Bunlar), iman edenler ve imanlarını zulüm ile bulaştırmayanlar (yok mu?) İşte güven duyma hakkı ancak onlaradır. Ve onlar, doğru yolu bulmuş kimselerdir. İşte bu (zikredilen­ler), kavmine karşı ibrahim'e verdiğimiz delillerdir. Dilediği­mizi (ilim ve hikmette) derecelerle yükseltiriz. Şüphesiz kî Rabbin, tam hikmet sahibidir ve (bunlara kimlerin layık oldu­ğunu da) hakkıyla bilendir."[59]

Bu (ayetlerde geçen) sözler, Allah'ın varlığı konusunda şüphe etmeyen ve yüce yaratıcının varlığı konusunda bilgisiz olmayan Hz. İbrahim Halil (a.s) tarafından söylenmiştir. An­cak bu sözler, delil getirme ve kanıt yoluyla kavminin sapıklık üzerinde bulunduğunu delillendirmek ve kesin hüccetlerin en büyüğüyle onları aciz bırakmak için söylenmişti.

İbnü'l-Arabî, "Ahkamu'l-Kur'an" adlı tefsirinde bu ko­nuyla ilgili olarak şöyle der:

"Hz. İbrâhîm (a.s)'a verilmiş olan Tevhid davasını açıkla­ma ve delil getirme bilgisinin sonucu olarak kavmi ile arasında geçen olaylar, onun, Yüce Allah'ı bilmemesi ve bu husustaki şüphesi sadece Allah'ı onlara tanıtmak içindir. Yoksa Hz. İb­rahim (a.s) gerçekten şüpheye düşmüş değildir."
[60]

Buna göre bir kimse, Hz. İbrâhîm (a.s)'ın, Allah'ın varlığı konusunda şüphe ettiğini zannederse ve onun, yıldızlara, aya ve güneşe taptığına inanırsa, haktan uzak, anlayışında hatalı ve nebiler ile resullerin sıfatlarından bilgisiz olduğu anlaşılır... Çünkü Yüce Allah, Hz. İbrâhîm (a.s)'a, Peygamberlikten önce ve doğru yolu ve hidayeti bulma (rüşd) kabiliyeti vermiş­tir:


"And olsun ki daha önce (Peygamberlikten önce) İbrâhîm'e de doğru volu bulma imkanı (rüşd) verdik. Biz İbrahim'in (buna ehil olduğunu) biliyorduk."[61]

2. Hz. İbrâhîm (a.s)'ın masum olmadığını vehmettiren ikinci nassa gelince; o da, yüce Allah'ın şu sözüdür:

"Hani İbrâhîm: 'Ey Rabbim! Ölüleri nasıl dirilttiğini ba­na göster' demişti. (Allah'ta) "İnanmadın mı yoksa?' demiş. O da: İnandım, fakat kalbimin mutmain olması için (bunu istiyorum)' demişti. Allah'ta, 'Öyleyse dört (çeşit) kuş al, onla­rı kendine alıştır (sonrada onları parçala ve) her dağ başına onlardan birer parça bırak Sonra onları (Allah'ın izniyle ge­liniz diye) çağır. (Onlarda) koşarak sana geleceklerdir' demiş. Bil ki şüphesiz Allah, Aziz'dir ve Hakimdir.[62]

Sanki bu ayeti kerime; Hz. İbrâhîm (a.s)'ın, "ölüleri dirilt­mesine dair Allah'ın kudreti konusunda" şüphe ettiğini yansıt­maktadır. Böyle bir anlayış şekli, uygun olmayan bir anlayış şeklidir. Buna göre Hz. İbrâhîm (a.s)'ın, Rabbi konusunda ve yüce Allah'ın ölüleri diriltmesine dair olan kudreti konusunda şüphe ettiği şeklinde bir anlayışa varmaktan Allah'a sığınırız. Zira Hz. İbrâhîm (a.s), tevhid inancını insanlar arasına yerleş­tirmeye çalışan ve insanların, yalnızca.bir olan Allah'a ibadet etmelerini sağlamak için Kabe'yi ilk Önce İnşa eden ve aynı zamanda da Peygamberlerin atası olan bir kimsedir. Hz. İbrâ­hîm (a.s), Rabbinden yalnızca, "ölüleri nasıl dirilttiğinin" key­fiyetini sormuş, "mahiyetini" sormamış ve ayrıca "Ey Rabbim! Ölüleri diriltmeye gücün yeter mi?" şeklinde bir soruda sor­mamıştır. Hz. İbrâhîm (a.s)'ın, Rabbine olan sorusu, "Ölüleri diriltmesinin keyfiyetine dairdir." Yalnız bu da, Hz. İbrâhîm (a.s)'ın (Allah'ın varlığına kesin olarak inanmakla birlikte), kalbinin kesin olarak inandığı bir rahata kavuşması ve ilahi yaratıcının sırları ile gizemlerini görmeyi bilmek maksadıyla­dır.

Üstad Ahmed el-Münir, "Keşşaf tefsirine yaptığı açıkla­yıcı bilgide bu ayetle ilgili olarak şöyle der:

"Hz. İbrâhîm (a.s)'ın, Allah'a 'ölüleri nasıl diriltirsin' (Ba­kara: 2/260) şeklindeki sorusuna gelince bu soru, ölüleri di­riltmeye dair Allah'ın bu konudaki kudretinden şüpheye düşme şeklinde değildir. Fakat Hz. İbrâhîm (a.s)'ın bu sorusu,, ölülerin nasıl diriltileceğine dairdir. İmanda ise ölülerin diriltme biçi­mini ve şeklini kavramak şart değildir. Çünkü bu soru, imanda bilinmesi şart olmayan bir hususu bilmeyi sorup öğrenmek is­temekten ibarettir. Sorunun "nasıl" anlamına gelen "keyfe" ' edatıyla gelmesi ve sorunun, o anki durumuna dair olması, bu­nu göstermektedir. Bu sorunun görünüşü itibariyle birisinin; "Zeyd, insanlar hakkında nasıl böyle hükmediyor?" demesi şeklindedir. Bunu söyleyen kimse, Zeyd'in; insanlar hakkında hükmettiğinden şüphe etmiyor. Yalnızca hükmün keyfiyetini yani nasıl hükmedeceğini soruyor, yoksa hükmün nasıl sabit olacağını sormuyor. Olabilir ki bu şüphe, akla veya kalbe ge­len bazı vesveselerle bazı zihinleri bulandırırda Hz. İbrâhîm (a.s)'ın şüphe ettiğine dair bir yol bulur diye... Hz. Peygamber (s.a.v), akla ve kalbe gelen bu vesveseleri, şu sözüyle kökünü kazımıştır: "Biz, şüpheye, İbrahim'den daha yakınız."[63]

Yani biz şüphe etmiyorsak, İbrâhîm (a.s)'ın şüphe etme­mesi daha evladır, demektir. Yüce Allah, "(ölüleri diriltmeye gücünün yettiğine) inanmadın mı?" (Bakara: 2/260) sözüyle ise Hz. İbrâhîm (a.s)'ın birinci ifadesinde (ölüleri nasıl dirilteceğine dair Allah'a sormasında) yer alan lafız, ihtimalini ondan uzaklaştırıp işiten herkesin anlayabileceği ve bu konuya şüp­heyi katmayacak bir ifadeyle onun imanım sağlamlaştırmak ve şüpheden uzaklaştırmak için Hz. İbrâhîm (a.s)"ın: "Evet, (se­nin ölüleri dirilteceğine dair gücüne) inandım" (Bakara: 2/260) şeklinde konuşmasını istemiştir."[64]

Şehid Seyyid Kutub (rh.a.), "Fizilali'l-Kur'an" adlı tefsir kitabında bu ayeti kerimenin tefsirinde şöyle der:

"Bu, ilahi sanatın girift esrarına muttali olma arzusudur. Bu arzu Allah'ın dostu, huşu sahibi, rıza vasfıyla ilintili, mü­min, haya ve hilm sahibi kul İbrahim'den gelmiştir... Evet bu arzu, Hz. İbrâhîm (a.s)'dan geldiğine göre, Allah'a yakın olan kulların en yakını, kalplerde ilahi sanatın sırlarını görmek ve buna muttali olmak için zaman zaman gelen şevk ve heyecan mevcut olunca Cenab-ı Allah'ta bu esrar perdesinin bir kısmını açmaktadır.

Bu arzu, imanın sebata erip istikrar kazanması, mevcudi­yeti ve kemali ile alakalı değildir. Bu arzu, daha başka bir hal­dir. Onun ayrı bir zevki vardır. Bu,ilahi esrarın ameli olarak meydana gelme esnasında bizzat görmek iştiyakından doğan ruhi bir arzudur. İnsan benliğinde tecrübenin bahşettiği zevk, gayba imanın verdiği zevkten farklıdır. Bunun gerisinde artık başka bir iman şekli veya iman etmek için burhan (delil) şekli düşünülemez. Hz. İbrâhîm (a.s) sadece Allah'ın kudretinin faa­liyet halini müşahede edip o esrarlı alemin zevkine ulaşarak rahatlamayı arzu etmektedir. O havayı teneffüs etme, o ruh ikliminde yaşama arzusudur bu... İmanın varacağı son nokta­nın ötesinde bambaşka bir haldir bu... "
[65]


[51] En'âm: 6/76-79.
[52] Enam: 6/74-76.
[53] En'am: 6/74.
[54] En'âm: 6/74.
[55] En'âm: 6/75.
[56] En'am: 6/83.
[57] Zemahşerî, Tefsirü'l-Keşşaf, 2/40.
[58] Bazı tefsirciler; Hz. ibrâhîm (a.s)'ın yıldız, ay ve güneş için söylediği "İşte bu, benim Rabbimdir" sözünü çocukken, Allah'ı tanıma hususundaki fikri lam gelişin­den önce söylediği kanaatindedir. Doğru olan, Cumhurun yukarıda geçen görüşüdür: "Bu söz, Hz. İbrahim (a.s)'ın kavmi ile münazara esnasında onların yıldızlara, güne­şe ve aya tapmalarının batıl olduğuna dair delil getirmek için söylediği bir sözdür. Muhataplarını susturmak için, onlarla aynı ibareyi kullanarak "İşte bu, benim Rabbimdir" demesi, hüccetlerin en iyisi ve delillerin en açığıdr. (M. Ali Sâbûnî, Safvetü'l-Tefasir, 2/218) (ç)
[59] En'âm: 6/78-83.
[60] İbnü'l-Arabî, Tefsiru Ayati'l-Ahkami'l-Kuran, 2/732.
[61] Enbiyâ: 21/51.
[62] Bakara: 2/260.
[63] Buharî, Enbiyâ II, Tefsirii Sure-i Bakara 46; Müslim, İman 238 (101), Fezail 152; Tinnizî, Tefsir (3115); İbn Mâce, Fiten 23; Müsned: 27 326 Geniş bilgi için-Hafız tbn Hacer'in, Felhü'l-Bari. 6/ 294'de bu hadis hakkındaki söylediklerine ta­kabilirsiniz.
[64] Zemahşerî, Tefsirü'l-Keşşaf, t/308.
[65] Şehid Seyyid Kutub, Fizilali'l-Kur'an, 3/45.
Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 137-147.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim
Hz. İbrahim (a.s) Hakkında İleri Sürülen Üç Yalanın Mahiyeti Nedir?:

Görünüşte Hz. İbrâhîm (a.s)'in masum olmadığına işaret eden ve sünneti Nebevide geçen hadise gelince İşte bu, Resulullah (s.a.v)'in şu sözünde geçmektedir:

"Hz. îbrâhîm (a.s) sadece üç yalan söylemiştir. Bunlardan İkisi, Allah'ın zatıyla ilgili; biri, 'Ben hastayım' (Saffât: 37/89) sözüdür, diğeri de, 'Aksine o (putları kırma) işini putların şu büyüğü yapmıştır' (Enbiyâ: 21/63) sözüdür. Birisi de, Temiz hanımı Sare hakkındadır. (Bu olay da şöyle olmuştur: ) 'Hz. İbrâhîm (a.s), zalim birinin diyarına (Mısır'a) beraberinde ha­nımı Sare de olduğu halde gelmişti. Bunlar, zalim kralın mem­leketine girince, (şehrin giriş kapısında görevli) adamlardan biri, Hz. İbrahim'i ve hanımı Sare'yi gördü. Hemen krala gidip, 'senin memleketine beraberinde insanların en güzeli bir kadın­da 'bulunan bir adam girdi. (İnsanlar, ondan daha güzel yüzlü­sünü ve güzelini şimdiye kadar görmemiştir. O, sizden başka­sına layık değildir)' dedi.

Kral derhal adamlarından birisini, Hz. İbrahim'e gönderip onu huzuruna getirtti. Kral, Ona:


- (Beraberinde bulunan) bu kadın kimdir?' diye sordu. Hz. İbrâhîm, (Sare hakkında) 'benim hatunumdur!' diyecek olursa onun yüzünden, kendisinin öldürüleceğinden çekindi­ğinden dolayı):

- Kız kardeşimdir' dedi ve bunun üzerine Hz. İbrâhîm, hemen hanımı Sare'nin yanına gelip ona:

- Bu zorba, senin, 'benim hanımım' olduğunu öğrenirse, senin için bana galebe çalar. Eğer sana (benim, neyin olduğu­nu) soracak olursa, 'kız kardeşim olduğunu söyle! Çünkü sen, zaten İslami yönden (din) kardeşimsin.' Bu yeryüzünde senden ve benden başka bir mümin bilmiyorum' dedi.

Kral, (adam göndererek) Sare'yi yanma getirtti. Sare'de geldi. (Sare'nin gidişinin akabinde) Hz. İbrâhîm hemen nama­za durdu. Sare, kralın yanına girince, kral, (onu, ayakta karşı­ladı. Fakat) elini ona uzatamadı. Eli, şiddetli bir şekilde tutulu kaldı. Artık ayaklarıyla tepinmeye başlamıştı. Sare'ye:


- 'Elimi salması için Allah'a dua et! Sana bir zarar verme­yeceğim!' dedi. Sare'de, Allah'a dua etti. Bunun üzerine kralın eli, -eskisi gibi- serbest bırakıldı. Ama kral, ikinci defa tekrar Sare'ye sataşmak istedi. Fakat eli, önceki gibi veya ondan daha şiddetli bir şekilde tutuldu. Sare'ye:

- 'Elimi salması için Allah'a dua et! Sana bir zarar verme­yeceğim!' dedi. Sare'de, Allah'a dua etti. Bunun üzerine kralın eli, -eskisi gibi- serbest bırakıldı. Kral, kadını getiren adamı (veya muhafızlarından birini) çağırıp ona:

- 'Sen bana insan değil, bir şeytan getirmişsin. Bunu ül­kemden hemen çıkar!' diye emir verdi. Kral, (Sare'de gördüğü bu hallerden dolayı) ona, 'Hacer'i' hediye olarak verdi. Bunun üzerine Sare, Hz. İbrahim'in yanına geldi. O sırada Hz. İbrâ­hîm, namaz kılıyor (ve Allah'a dua ediyordu). Sare'nin geldi­ğini hissedince, namazını bitirip ona eliyle işaret ederek:

- 'Nasılsın? Ne haber' dedi. Sare'de:

- '(Hayırdan başka bir şey yoktur!) Allah, tam zamanında kafirlerin hilesini geri çevirdi. (Bana zarar vermek için uzattığı eli, Allah tarafından tutula kaldı) ve (Kral) bana da, Hacer'i hediye olarak verdi' dedi"...

Ebu Hureyre (r.a): 'Ey gök suyu (ile faydalanan kimsele­rin) oğulları! Bu kadın (Sare), sizin annenizdir' dedi."[66]

Bu hadisi, Buhârî ve Müslim rivayet etmiştir.

Bu hadisi şerif de, Hz. İbrâhîm (a.s)'ın masum olmadığını gösteren herhangi bir delil yoktur. Aksine bu hadisi şeriften, Hz. İbrâhîm (a.s)'ın masum olduğu anlaşılmaktadır. Çükü Hz. Peygamber (s.a.v), bu üç yalanla; hakiki anlamda olan yalanı kastetmemiştir. Hz. Peygamber (s.a.v) bu sözüyle, ancak sanki Hz. İbrâhîm (a.s)'in yalan gibi görünen ama aslında yalan ol­mayan haberlerini açıklamayı istemişti. Bunun ise hakiki ve asıl şekli yalan değildir...

Hz. İbrâhîm (a.s)'ın kavmine olan,
"Ben hastayım" (Saffât: 37/89) ve "Aksine o (putları kırma) işini, putların şu büyüğü yapmıştır" (Enbiyâ: 21/63) sözlerine gelince ise bun­lar; kavmi ve onların taptıkları ilahlarla, alay etme ve hakaret etme cinsinden olan sözlerdir. Buna göre Hz. İbrâhîm (a.s), "Ben, hastayım" (Saffât: 37/89 ) sözüyle; Mecazi olarak, "Ben; sizin işitmeyen, fayda sağlamayan ve sahibine bir şey kazandırmayan bu putlara uymanızdan dolayı hastayım" de­mek istemiştir: Nitekim bir kimse manen hasta olduğunda, be­denen de hasta olur...

Hz. İbrâhîm (a.s.), hususi olarak; kavmini, cehalet ve sa­pıklık içerisinde gördüğünden dolayı onları, hidayete ve dos­doğru yola böyle söylemekle davet etmiştir. Fakat onlar, sapık­lık ve cehalet içerisinde gözleri görmeyen kör kimseler gibi kaldılar! Kendilerine yapılan hakikati ve gerçeği göremediler!

Hz. İbrâhîm (a.s)'ın, "Aksine o (putları kırma) işini, putla­rın şu büyüğü yapmıştır"
(Enbiyâ: 21/63) sözüne gelince ise bu söz; hakiki anlamda söylenilmiş bir yalan değildir. Ancak bu, sözün kesin bir hüccet ve parlak bir delil cinsinden olan söz gibidir. Zira Hz. İbrâhîm (a,s.), kavmine, bu konu ile ilgili delilleri getirmek istediği sırada ona; "Bu putları kıran kim­dir?" diye sordular. Hz. İbrâhîm (a.s)'da; kavmini ve putları alay ederek ve hakaret eder bir vaziyette, büyük puta işaret etmiştir. Daha sonra da Hz. İbrâhîm (a.s), söylemiş olduğu bu sözden dolayı kavmini şaşırmış olarak gördüğünde, onlara, şu susturucu cevabı vermiştir:

"Eğer konuşabiliyorlarsa,
(bu kırma işini,) kırılan putlara Sorun!"(Enbiyâ: 21/63).

Hz. İbrâhîm (a.s)'ın, hanımı Sare ile ilgili "Sen kız kardeşimsin" sözüne gelince ise, bu sözle ancak; "İnanç ve iman kardeşliği kastedilmiştir. Nitekim Yüce Allah, din kardeşliğiyle ilgili olarak şöyle buyurmaktadır; "Müminler ancak kardeş­tirler" (Hucurat: 49/10).

Yüce Allah, bu sözüyle, soy kardeşliğini değil, din kardeş­liğini kastetmiştir. Çünkü Sare, Hz. İbrâhîm (a.s)'ın kız kardeşi değil, hanımıydı.

Bu sözlerin hepsi sadece üstü kapalı söylenen sözlerden olup sahibini cezalandırmayan ve işleyene de günah gerektir­meyen, yalandan sayılmayan sözlerdir.

Nitekim Araplar, üstü kapalı söylenen sözlerden dolayı söyleyen kimsenin sorumlu tutulamayacağına ile ilgili şöyle derler: "Kuşkusuz üstü kapalı konuşmayla, yalandan uzak ka­lınır."
[67] Yani "Üstü kapalı konuşma; Müslüman bir kimsenin, haram olan yalana düşmesini engeller" demektir.

Hz. İbrâhîm (a.s)'ın bu sözünde de, Peygamberlerin ma­sum oluşuna zarar verici kasten yalan söylemeyi gösteren bir unsur yoktur. Sadece bu söz, mubah olan üstü kapalı sözler cinsindendir. Allah, hakkı söyleyen ve dosdoğru yola iletendir. [68]



[66] Buharî, Enbiyâ 9, Büyü' 100, Hibe 36, Nikah 12, İkrah 6; Müslim, Fezail 154 (2371); Ebu Dâvud. Talak 16 (2212); Tirmizî, Tefsir Sure-i Enbiyâ (3165) (ç)
[67] Buhari, bu hadisi, Edeb bölümünün 'üstü kapalı konuşmada yalandan uzak kalma' babında rivayet etmiştir. (Buharî, Edeb ! 16) (ç).
[68] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 148-151.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim
Hz. Yûsuf Es-Sıddik (a.s)ın Masum Oluşu İle İlgili Mesele

Şanı Yüce Allah, Hz. Yûsuf (a.s)'a; güzellik verdiğini ve yücelik ile değerlilik elbisesini ona giydirdiğini; buna karşılık Mısır azizinin hanımının, onu fitneye düşürmek istediğini, sap­tırmak ve tahrik etmek maksadıyla ona kötülük yapmayı iste­diğini, fakat Hz. Yûsuf (a.s)'ın (bu saptırma ve tahriklere karşı) demirden daha sert ve dağdan daha güçlü olduğunu, azizin hanımıyla birlikte diğer sosyete kadınlarının planladığı çok ince hileler ile şiddetli şehevi saldırıların, Hz. Yûsuf (a.s)'a etki et­mediğini ve bununla birlikte bu yüce peygamberin suçsuzlu­ğunu ve masum olduğunu ortaya koyan Kur'ân-ı Kerîm, onun bu kıssasını, parlak bir biçimde bize anlatmıştır. Fakat Kur'an'ı Kerim, bize bu kıssanın bir kısmını şöyle anlatmak­tadır:

"Şehirdeki bir takım kadınlar: 'Azizin karısı,
(yanında ça­lışan) delikanlısının nefsinden murad almak istiyormuş. (Köle­sine olan tutkusu,) yüreğinin zarını delip (kalbinin derinlikle­rinin) içine kadar işlemiş. Görüyoruz ki O (azizin hanımı), doğrusu apaçık bir sapıklık içerisindedir' dediler. Vaktaki (kadın) onların gizliden gizliye (arkasından) yaptıkları dedi­koduları işitince, onlara (evine misafir olarak gelmeleri için) haber yolladı, (misafirler evine gelince,) onlar için (oturup) yaslanacak yerler (ve ayrıca bir de sofra) hazırladı. (Böylece sıkıntı vermeyecek rahat bir ortam hazırlayıp, ellerine de mey­ve soymak için bıçaklar vermek suretiyle onların huzuruna Yû­suf'u çıkarmakla onu görür görmez dehşete düşmelerini, ken­dilerinden geçmelerini ve farkında olmadan da ellerini kesme­lerini sağlamak için) onlardan her birine birer bıçak verdi. (Yûsuf'a da) 'çık karşılarına' dedi. Hepsi onun güzelliğini gö­rünce, onu, çok büyük bir varlık kabul ettiler ve (hayranlıkla­rından dolayı dehşete düşerek) ellerini kestiler, ve dediler ki:'Allah'ı tenzih ederiz. Haşa, bu bir insan değildir. Bu, çok şe­refli bir melekten başkası olamaz. "[69]


[69] Yûsuf: 12/30-31.
Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 152-153.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim
Hz. Yûsuf (a.s)'a Karşı Yapılan İftira ve Yalan:

Bazı tefsircilerin ayakları haktan kaydı ve uzaklaştı.[70] Çünkü onlar, Hz. Yûsuf (a.s) hakkında uygun olmayan ve sağ­lam bir bilgiye de dayanmayan bazı zayıf ve uydurma rivayet­leri naklederek onun, azizin hanımıyla zina etmeye niyetlendi­ği şeklindeki iddiaları sebebiyle ayakları kayıp haktan uzaklaş­tı....

(Ayette geçen 'Burhan' ve 'hemme' = 'meyletme' veya 'kastetme' kelimelerim açıklama sırasında) bazı tefsir kitapla­rı, rivayet etmesi ve nakletmesi doğru olmayan bazı uydurul­muş batıl İsrail! rivayetleri aktarmakla gafil davranmışlardır. Güvenilir alimler ile sağlam hafızlar, bu rivayetleri tahlil ve tenkit ederek okuyuculara çok faydalı bilgileri haber vermiş­lerdir. Çünkü bu rivayet ler, Kur'ân-ı Kerîm ayetleriyle ters düşmekte ve Peygamberlerin masumiyetiyle çelişmektedir.


Hz. Yûsuf es-Sıddik (a.s) hakkında uydurulmuş bazı batıl rivayetler şunlardır: "Azizin hanımı, Hz. Yûsuf ile yatıp cinsel ilişkide bulunmak istediğinde ve ondan, kendisiyle zina etme­sini istediğinde, -böyle bir şeyi iddia etmekten Allah'a sığını­rız- Hz. Yûsuf, kadının isteğini kabul etmiş, ona uymuş ve ka­dınla, son derece çirkin olan zina işini işlemeye yeltenmiştir. Bunun için de donunun uçkurunu çözmüş -erkeğin, hanımının dört yeri arasına oturduğu gibi- azizin hanımının dört yeri yani iki bacağı ve iki kolu arasına oturmuş ve kadın, gerisi üzerine sırt üstü uzanmış olduğu halde onunla zina etmeye yeltenmiş. Tam bu sırada kendisine seslenen bir sesi işitmiş. Ardından parmağını ısırmış bir vaziyette babası Hz. Ya'k'ûb (a.s)'ı gör­müş. Babasından utandığı için Mısır azizinin hanımına yelten­diği çirkin işten vazgeçtiği şeklinde iddiada bulunmuşlardır. Ve daha ipe sapa gelmez bir çok uydurma ve batıl rivayetleri nakletmişlerdir. Bu çirkin rivayetleri nakleden tefsirciler; Hz. Yûsuf es-Sıddik (a.s)'m şerefli ve değerli bir Peygamber oldu­ğunu; Yüce Allah'ın, onu, masiyetlerden ve son derece çirkin günahlardan, yani daha büyük kötülüklerden ve zina işlemek­ten koruduğunu; ayrıca efendisi azizin, kendisinin ikametini ve ikramını en güzel şekilde yaptığını ve iyi davrandığını bildiği halde, efendisine hainlik ettiği şeklinde bir iftira ve yalan ileri sürüp de az önce Hz. Yûsuf (a.s) ile ilgili belirtilen hususları nasıl oldu da unuttular ve farkına varamadılar. Halbuki Yüce Allah, bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

"Yûsuf'u satın alan Mısırlı (Aziz), karısına dedi ki: 'Ona kadr-ü kıymet ver. Umulur ki bize faydası dokunur veya onu evlat ediniriz. "[71]

Hz. Yûsuf es-Sıddik (a.s), efendisinin kendisine yaptığı bu güzel davranışı unutmayıp aksine efendisinin, kendisine yaptı­ğı ve bahşettiği bu iyilik ve ihsanı; efendisinin hanımı, kendi­siyle yatıp cinsel ilişkide bulunmak istediğinde, bu güzel dav­ranışı azizin hanımına aşağıda gelecek olan ayette- söylemiştir. Buna göre Hz. Yûsuf (a.s), efendisinin hanımı, kendisinden murad almak istediğinde ona şöyle demişti:

" (Böyle bir şey yapmaktan) Allah 'a sığınırım. Doğrusu 0 (senin kocan), benim efendimdir, 0 bana güzel bir mevki ver­miştir. (Onun bu davranışının karşılığı, hanımına yaklaşarak ona hainlik etmek olmaz). Hakikat şudur ki, zalimler (hainlik edenler) asla felah bulmaz,! dedi."[72]

Gerçekten de zina, suçların ve günahların en çirkini ve en kötü olanıdır. Üstelik semavi dinlerin hepsi, zinayı yasak­lamışlardır. Buna göre bütün semavi dinlerde zina yasaklanmış olduğu halde, Allah'ın Peygamberlerinden birisi olan Hz. Yû­suf (a.s), bu çirkin zina işini nasıl işleyebilir?! Allah'ı tenzih ederiz ki, Hz. Yûsuf (a.s)'a dair ileri sürülen bu iftira, gerçek­tende büyük bir iftiradır!!.

Bu tefsirciler, Hz. Yûsuf (a.s)'ın kıssasını anlatma esna­sında gelen Kur'ân-ı Kerîm nasslarım, İsrailiyattan nakledilmiş bu uydurma ve yalan rivayetleri
[73] kabul etme mahiyetinde sağda ve solda kalmış bilgileri, iyi göremediklerinden önüne rasgeleni almak suretiyle açıklamaya kalkıştılar. Fakat bu tef­sirciler, bu İsraili rivayetleri, Peygamberlerin masumiyetinde ittifak edilip edilmediğine ve Kur'an nasslarının bu tür rivayet­lerle birbirine uygun olup olmadığına dikkat etmeden hatalı bir anlayış şekliyle almışlardır. Bazı tefsircilerin dikkat etmeden aldıkları İsraili rivayetler, Yüce Allah'ın şu ayetiyle ilgilidir:

"Eğer Rabbinin burhanını (= kadının isteğini kabul et­mekten kendisini alıkoyacak Allah'ın ayetlerinden birisini) görmemiş olsaydı, neredeyse Yûsuf'ta kadını isteyecekti. Zaten kadın da, Yûsuf'u istemişti."[74]

Hz. Yûsuf (a.s)'ın bu günahı işlediğini ileri süren bazı tefsirciler, ayette geçen "Hemme" = "isteme, meyletme, kastet­me" kelimesini; "Hz. Yûsuf (a.s)'ın, azizin hanımının isteğine uyması ve kadına yaklaşmayı azmetmesi" şeklinde tefsir et­mişlerdir. "Burhan" kelimesini de; "Hz. Yûsuf (a.s)'in, babası Hz. Ya'k'ûb (a.s)"ı, parmağını ısırmış bir vaziyette gördüğünü ve babasından utandığı için bu çirkin işi bıraktı" şeklinde tefsir etmişlerdir.

Bu ayeti kerimede geçen bu iki kelimenin bu şekildeki yo­rumu, batıldır ve caiz değildir. Allah'ın izniyle birazdan bu kelimelerin ifade ettiği doğru olan manaları çeşitli şekillerde açıklayacağız...

Tahkikçi tefsircilerden çoğu; bu İsrailî rivayetleri, bazı Müslümanların bu rivayetleri okuyarak onların güvenilir ve sağlam rivayetler olduğunu zannederek almaları suretiyle yan­lış düşüncelere dalmaları için bu rivayetlerin yanlışlığını açık­layarak bu rivayetleri okuyan Müslümanlara haber vermişler­dir.

Allame Üstad Abdullah b. Ahmed en-Nesefî, tefsirinde, bu konuyla ilgili olarak şöyle der:


"0 kadın, onu istemişti. " (Yûsuf: 12/24) Buradaki ayetin metninde geçen 'hemme' (= isteme) kelimesi, 'kastetme ve azmetme' anlamında kullanılmıştır. Buna göre ayetinin anla­mı: 'Kadın, Yûsuf la birleşmeye kesin olarak kastetti' şeklinde olur. "0 da, onu isteyecekti" (Yûsuf: 12/24).

Burada geçen 'hemine'= 'isteyecekti' kelimesinin anlamı ise, 'mümkün olmamakla birlikte isteme' anlamında kullanıl­mıştır. Buna göre ayetin anlamı: 'Yûsuf, azim ve kasıt olmak­sızın kadına yaklaşmayı aklından geçirdi' şeklinde olur. Eğer Hz. Yûsuf (a.s)'ın kadına yaklaşmayı istemesi, kadının Hz. Yûsuf (a.s)'a yaklaşmayı istemesi gibi olsaydı Yüce Allah Hz. Yûsuf (a.s)'ı, ihlaslı kullarından (Yûsuf: 12/24) olduğu şeklinde övmezdi. Üstelik Hz. Yûsuf (a.s)'ın kadına yaklaşmayı is­temesi ile kadının, Hz. Yûsuf (a.s)'a yaklaşmayı istemesi ara­sında büyük farklar vardır...

Denildiğine göre; Hz. Yûsuf (a.s), kadın gerisi üzerine sırt üstü uzanmış olduğu halde kadının iki bacağı ve iki kolu arası­na oturmuş...

Bazı tefsirciler de; ayette geçen 'Burhan' kelimesini, Hz. Yûsuf (a.s)'ın kendisine iki defa gelen: 'Ey Yûsuf ve Ey ka­dın!' şeklinde bir sesi işitmiş, ardından da üçüncü defa ise: 'Kadından yüz çevir!' şeklinde bir ses işitmiş. Fakat bu ses de, Hz, Yûsuf (a.s)'a bir fayda sağlamamış. Nihayetinde ise babası Hz. Ya'k'ûb (a.s.)'ı, parmağını ısırmış bir vaziyette görmüş de bu işten vazgeçmiş...

İşte bu gibi aktarılan rivayetler, batıldır ve aslı astan yok­tur.
[75] Bu gibi rivayetlerin batıl olduğunun delili, Yüce Allah'ın, "O kadın, ondan murad almak istemişti" (Yûsuf: 12/26) buy­ruğudur. Eğer Hz. Yûsuf (a.s) da, kadınla yatıp cinsel ilişkide bulunmak isteseydi, kendisinin böyle bir şeyden uzak olduğu­nu söylemezdi; ayrıca daha sonra gelecek olan (Yûsuf dedi ki:) "Bu (benim hapisten çıkmayı kabul etmeyişim), gıyabımda (azizin) kendisine gerçekten hainlik etmediğimi ve Allah'ın, ha­inlerin hilesini kesinlikle başarıya erdirmeyeceğini onun da bilmesi (ni sağlamak) için (böyle yaptım). " (Yûsuf: 12/52) buyruğu da, bunun delilidir. Çünkü onların dedikleri gibi ol­saydı, Hz. Yûsuf (a.s), gıyabında efendisine ihanet etmiş olur­du. Ayrıca "İşte Biz, ondan böylece kötülüğü ve fuhşu bertaraf ettik." (Yûsuf: 12/24) buyruğu da, bunun delilidir. Eğer Hz. Yûsuf (a.s)'ın, kadına karşı bir böyle isteği olsaydı, kesinlikle ondan kötülük ve çirkinlik bertaraf edilmiş olmazdı..."

Derim ki: Bu ayeti kerimede;
[76] Hz. Yûsuf (a.s)'ın, kadına karşı aldanmaması gerektiği yönünde geniş bir bilgi, ince bir görüş ve önemli bir anlayış vardır. İşte bu da, "Hemme" = "İstek" kelimesinin; azizin hanımından meydana gelmiş kötü bir istek olduğunu gösterir. Zira kadın son derece çirkin davra­nışından dolayı Hz. Yûsuf (a.s)'ı kendisine çağırmış ve bundan dolayı da sarayın kapılarını sağlamca kapattıktan ve odaya hapsettikten sonra onunla yatıp cinsel ilişkide bulunmak iste­miştir. Nitekim Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır:

"Evinde bulunduğu kadın, ondan murad almayı istedi. (Bunun için gereken yollara başvurarak ilk Önce) kapıları sım­sıkı kapadı ve: 'Sana söylüyorum, haydi gelsene!' dedi. 0 da: '(böyle bir şeye teşebbüs etmektense) Allah 'a sığınırım. Doğ­rusu 0 (senin kocan), benim efendimdir. 0, bana güzel bir mevki vermiştir. (Onun bu davranışının karşılığı, hanımına yaklaşarak ona hainlik etmek olmaz). Hakikat şudur ki, zalimler (yani hainlik edenler) asla felah bulmaz' dedi."[77]

Hz. Yûsuf es-Sıddik (a.s)'ın, kadını istemesine gelince ise; onun istemesi, kötü bir istek ve hainlik veya son derece çirkin bir arzu değildir. Bazı cahillerin, Hz. Yûsuf (a.s)'ın istemesini, zannettikleri gibi, kötü bir istek ve sön derece çirkin bir davra­nış olmayıp sadece Hz. Yûsuf (a.s)'in ona yaklaşmayıp aklın­dan geçirmesi şeklindedir... Yalnız Hz. Yûsuf (a,s)'ın istemesi, kendisine yapılan haksızlığı yani efendisi azizin hanımının planladığı bu çirkin hileyi kendisinden uzaklaştırması ve kadını, böylesi çirkin bir davranıştan sakındırmaya kastetmesi, an­lamındadır. İşte bundan dolayı Hz. Yûsuf (a.s)'ın doğruluğundaki kuvvetliliğini, güçlülüğünü ve sert tavrını, onun şu sö­zünde görmekteyiz: "(Böyle bir şeye teşebbüs etmekten) Al­lah 'a sığınırım. Doğrusu 0 (senin kocan), benim efendimdir. 0, bana güzel bir mevki de vermiştir. " (Yûsuf: 12/23),

Buna göre Hz. Yûsuf (a.s)'ın kadını istemesi, azim ve kas­tı gerektirmeyen bir istekti. Zira kadının, Hz. Yûsufu isteme­si;[78] bir arzu şeklindeydi. Hz. Yûsuf (a.s)'ın, kadını istemesi ise; kadını kendisinden uzaklaştırması şeklindeydi. Nitekim bazı tefsirciler, bu konuyla ilgili olarak şöyle derler:

'Kadının, Hz. Yûsuf (a.s)'ı istemesi; fiili bir vakıaydı. Fa­kat Hz. Yûsuf (a.s)'ın, kadını istemesi ise; tabiatı gereği, yani Hz. Yûsuf (a.s), kötü davranıştan kurtulmak için gerçekleşmesi mümkün olmayan insanın yaratılışı gereği tabi bir meyildi. Zira insan, kalbinden ve aklından geçirdiği düşünceleri uygu­lamaya geçirmedikçe[79] nefsinin iştah duyduğu veya tabiatı ge­reği nefsinin meylettiğinden dolayı sorumlu tutulamaz. İşte bunu, Nesefî (rh.a.) tefsir edip şöyle demiştir:

"Hemnıet bini" = "Kadın, Yûsuf u istedi" yani kadın, Yûsuf'a 'kastetti' veya 'azmetti' demektir. "Hemme biha" = "Yûsuf, kadını istedi" yani Yûsuf, gerçekleşmesi mümkün ol­mamakla birlikte yaratılışı gereği kadına 'meyletti' demektir."

Bazı tefsirciîerin naklettiğine göre; bu ayeti kerimede
(yani Yûsuf: 12/24'de) 'takdim' = Öne alma ve 'tehir' = geri alma vardır. Buna göre "Eğer Rabbinin burhanını görmeseydi" (Yûsuf: 12/24) ayetinin anlamı; Eğer Allah'ın burhanı, yani Yüce Allah, Hz. Yûsuf (a.s)'ı kötü ve çirkin şeylerden gözetip korumasaydı, elbette Hz. Yûsuf (a.s) kadınla cinsi münasebette bulunacaktı ve kadına karşı içinden geçenleri yapacaktı de­mektir. Fakat Yüce Allah, yardımı ve desteğiyle Hz. Yûsuf (a.s)'in iffetini korumuştur. Dolayısıyla Hz. Yûsuf (a.s) kesin­likle kadınla herhangi bir şey yapmamıştır. Diğer bir çok tefsirciler, bu konuyla ilgili olarak Ehli kitabın, Hz. Yûsuf (a.s)'a nispet ettikleri suçlamaları ve iftiraları kabul etmeyip onun suçsuzluğunu dile getiren sözler söylemişlerdir. Fakat buna rağmen bazı Müslüman kimseler, fasıklardan birine dahi nispet edilmesi uygun olmayan uydurma İsrailî rivayetleri kabul ede­rek bunları, Hz. Yûsuf (a.s)'a nispet etmişlerdir. [80]



[70] Bazı tefsirciler, ister Hz. Yûsuf (a.s) olsun,ister Hz. Eyyüb (a.s) olsun, ister her­hangi bir Peygamber olsun ve ister surelerin faziletleri konusu olsun veya buna benzer konularda, İsraili rivayetlere ve mevzu hadislere hiç dikkat etmeden, lenkit etmeden veya İsraili rivayet olduğunu söylemeden olduğu gibi rivayetler aktarmışlardır, halbuki bu tefsirciler, Peygamberlerin masum olduğunu, büyük çoğunlukla kabul eden tefsircilerdir, (ç).
[71] Yûsuf: 12/21.
[72] Yûsuf: 12/23.
[73] Büyük alim Ahmed Muhammed Şakir (rh.a.), bu meseleye şöyle temas etmektedir: "Doğru yada yalan olduğuna dair elimizde delil bulunmayan hususların anlatılmasınm caiz olması ayrı şey; bunların, Kur'an'ı tefsir etme mahiyetinde zikredilmesi ve onların, ayetlerin manası yada hakkında herhangi bir şey tayin edilmemiş bir hususun tespiti veya bunu açıklamak için bir görüş ya da rivayet olarak ileri sürülmesi ayrı bir şeydir. Çünkü Allah'ın kelamının yanında, doğru mu yanlış mı olduğunu bilmediğimiz bu gibi şeylerin nakledilmesi; onların, Allah'ın kelamını açıklayıcı şeyler olduklarını ve bilinmezi açıkladıkları vehmini vermektedir ki. Allah'ın kitabı, bunlardan yücedir. (A. Muhammed Şakr, Umdetu't-Tefsir. 1/15).
[74] Yûsuf: 12/24.
[75] Fahreddin er-Râzî bu masiyetle ilgili olarak şöyle der: "Böylesi bir suç; eğer Allah'ın yarattığı insanların en fasığına ve hayırlardan tamamen uzak olan bir kimseye isnat edilse, o bile bunu kesinlikle kabul etmez. 0 halde, böylesi bir günah, ezici ve çok net mucizelerle desteklenmiş olan 0 Peygamberlere nasıl isnat edileblir? Hem sonra Yüce Allah, bunun dışında başka bir şey için "İşte Biz, ondan kötülüğü ve fuhşu uzak tutalım diye böyle yaptık" (Yûsuf: 12/24) buyurmuştur ki bu söz, kötülük ve fuhşun tamamen ondan uzak tutulduğunu gösterir. 0 görüşte olanın, Hz. Yûsuf a mal ettikleri bu günahın, en büyük bir kötülük ve en ileri bir fuhuş olduğunda şüphe yoktur. O halde daha nasıl, aynı hadise hakkında Cenabı Hakk'ın; Yûsuf, kötülüklerin ve fuhşun en büyüğünü yapmaya yeltenirken, onun kötülüklerden beri olduğuna şahadet etmesi, Alemlerin Rabbine nasıl uygun düşer?" (Fahreddin er-Razî, Tefsîri Kebîr, 13/203-204) (ç)
[76] Yûsuf: 12/24.
[77] Yûsuf: 12/23.
[78] Said Havva bu kelimeyle ilgili olarak şöyle der: "Bu konuda yapılabilecek en güzel açıklama ise; Yûsuf un isteğinin; nefsinden böyle bir arzunun uyanmasıyla birlikte, kalbiyle bunu kabul etmediği şeklindedir. Yani böyle bir 'hemme' = istek, Buharî ile Müslim'de rivayet edilen hadîsi şerif de kendisinden söz edilen İsîck türünden bir istektir. Resulullah (s. a. v.) şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah buyurur ki: 'Benim kulum bir iyilik yapmak isterse (hemm) onu bir iyilik olarak yazınız. 0 isteği doğrultusunda amel ederse, bu sefer onun lehine on kat fazlası ile yazınız. Bir kötülük yapmak isteyecek (hemm) olur da bunu yapmazsa, onu bir iyilik olarak yazınız. Çünkü 0, sadece benim için 0 kötülüğü işlemekten uzak durmuştur.İşlediği taktirde ise onu misliyle yazınız." (Said Ffevva, el-Esas-ı fı'l- Tefsir, 7/185) (ç)
[79] Buhari ile Müslim'in, Ebu Hureyre'den rivayet ettiği hadiste Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır: "Ümmetim, hatırına gelen şeylerden, konuşmadıkça veya gereğiyle amel etmedikçe sorumlu değildirler."
[80] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 153-160.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim
Hz. Yûsuf (a.s)'ın Masum Oluşu İle İlgili Deliller:

Hz. Yûsuf (a.s)'ın peygamberliğinin durumunu, risâletinin büyüklüğünü ve Peygamberler de bulunması gerekli olan va­sıfları bilmeyen bazı tefsirciîerin; Hz. Yûsuf (a.s)'a nispet et­tikleri bu çirkin suçlamalara ve iftiralara karşılık, onun suçsuz olduğuna ve masum olduğuna dair Kur'ân-ı Kerîm'de on tane delil vardır... Biz ise bu delilleri, maddeler halinde kısaca şu şekilde özetleyebiliriz:

Birinci Delil: Hz. Yûsuf (a.s), azizin hanımının isteğine karşılık ona itaatten yüz çevirdiğine ve kadının karşısında bü­tün gücü ve azmiyle direndiğine Yüce Allah'ın şu ayeti keri­mesi işaret etmektedir:

"(Böyle bir şeye teşebbüs etmekten) Allah'a sığınırım. Doğrusu 0 (senin kocan), benim, efendimdir."[81]

ikinci Delil: Kadın, kapıları kilitleyip bütün çıkış yollarını tuttuktan ve Hz. Yûsuf (a.s)'ı odanın içerisine hapsettikten sonra baskı ve zorla onu kendi nefsi için faydalandırmayı iste­diğinde Hz- Yûsuf (a.s), azizin hanımının bu isteğini geri çevi­rip ondan uzaklaşmıştır... Eğer Hz. Yûsuf (a.s) zinaya meyletseydi kadından kaçmayıp onunla zina ederdi. Çünkü zina fiili­ni isleyen kimse zinaya yönelir, bunu işlemekten kaçmaz. Bu konuyla ilgili olarak Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"İkisi de kapıya (doğru) koştular. Kadın, onun gömleğini arkadan (yakalayıp) boylu boyunca yırttı. (Tam bu sırada) ka­pının yanında kadının efendisine rast geldiler."[82]

Üçüncü Delil: Hz. Yûsuf (a.s)'in elbisesinin arkadan yırtılmasıyla haklılığı ortaya çıkaran araştırma sonucunda, azizin hanımının yakınlarından birisi, Hz. Yûsuf (a.s)'ın suçsuzluğu­na şahitlik etmiştir. Bu şahitlik eden kimse, haklıyı ve haksızı bulmak için; "eğer Yûsuf kadını isteyen, kadında ondan kaçı­nan ise Yûsuf un elbisesinin ön taraftan yırtılması gerekmek­tedir. Buna göre kadın doğru söylüyor, Yûsuf yalancıdır. Eğer kadın Yûsuf u isteyen, Yûsuf ta ondan kaçan ise Yûsuf un elbisesinin arkadan yırtılması gerekmektedir. Buna göre Yûsuf doğru söylüyor, kadın yalancıdır" şeklinde bir yönteme baş­vurmuştur.[83] Yüce Allah bu konuyla ilgili olarak ise şöyle buyurmaktadır:

"Kadının ailesinden birisi de, (ikisi hakkında) şöyle şahit­lik etti: 'Eğer (Yûsuf'un) gömleği önden yırtılmışsa, kadın doğru söylemiştir. Bu (Yûsuf) ise yalancılardandır. Eğer (Yû­suf'un) gömleği arkadan yırtılmış ise kadın yalan söylemiştir. Bu (Yûsuf) ise doğru söyleyenlerdendir.' (Kadının kocası, Yû­suf'un) gömleğinin arkadan yırtılmış olduğunu görünce (Yûsuf'un suçsuzluğunu ve doğru söylediğini, karısının ise yalan söylediğini anlayarak) dedi ki: 'Doğrusu bu (iftira ve suçlama) sizin tuzağınızdandır. Şüphesiz ki sizin tuzağınız büyüktür."[84]

Denildi ki: Hz. Yûsuf (a.s)'ın lehine şahitlik eden kimse, beşikte bulunan küçük bir çocuk olup Allah onu, Hz. Yûsuf (a.s)'ın suçsuzluğunu ortaya çıkarabilmek için bu kesin delille onu konuşturmuştur. Bu çocuk, beşikteyken konuşan üç ço­cuktan birisidir.[85] Beşikteki çocuğun konuşması, garipsenecek bir durum değildir. Zira Allah, her şeye güç yetirir.

Dördüncü Delil: Hz. Yûsuf (a.s)ın zindana girmeyi, zina etmeye tercih etmesi. Yüce Allah bu konuyla ilgili olarak ise şöyle buyurmaktadır:

"(Yûsuf) 'Ey Rabbim! Zindan, bana, bunların beni davet ettiklerinden daha iyidir. Eğer Sen, bunların (bana dair kurmuş oldukları) tuzakları benden uzaklaştırmazsan onlara mey­leder ve cahillerden olurum' dedi."[86]

Bu delil, Hz. Yûsuf (a.s)'ın suçsuzluğuna ve masum oldu­ğuna işaret eden delillerin en büyüklerinden birisidir. Zira han­gi şahıs zindanı, kendisini arzulayan ve temenni eden şeye tercih etmeyi düşünür!. Eğer Hz. Yûsuf (a.s), kadının isteğini kabul etse ve kadının arzusuna uysaydı, kadının, kendisine at­tığı bu iftira sebebiyle birçok sene[87] zindanda kalmazdı. Buna göre Hz. Yûsuf (a.s)'ın, azizin hanımıyla zinaya teşebbüs etti­ğine dair iddia; Hz. Yûsuf (a.s)'a karşı yapılmış apaçık bir ifti­ra, batıl ve yanlıştır. Her insaf sahibi kimse, bu peygamberin, tarihi ibretinden ders alır. İşte bunlar, Yüce Kur'an'ın anlamla­rından elde edilen görüşlerdir.

Beşinci Delil: Şanı Yüce Allah, Hz. Yûsuf (a.s)'ı, bu su­renin çeşitli yerlerinde övmüştür. Nitekim Yüce Allah bununla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

"işte Biz, ondan kötülüğü ve fuhşu bertaraf ettik. Şüphesiz ki 0, ihlasa erdirilmiş kullarımızdandır. "[88]

Yine Yüce Allah, bu kıssaya girişte ise şöyle buyurmakta­dır:

"O, tam ergenlik çağına girince, kendisine hüküm ve ilim verdik İşte Biz, ihsan sahibi kimseleri böyle mükafatlandırırız. (O böyle bir kimseyken) evinde bulunduğu kadın, ondan murad almayı istedi, (ilk önce) kapıları sımsıkı kapadı ve: 'Sana söylüyorum, haydi gelsene!.. 'dedi."[89]

Buna göre Yüce Allah, Hz. Yûsuf (a.s)'ı, -bu ayetlerde-ihsan verdiği kimselerden ve ihlaslı kullarından olduğunu haber vermiştir. Ayetlerde geçen bu "muhlis" ve "muhsin" kim­seler ise; Yüce Allah'ın peygamberliğe seçtiği ve itaat ile iba­dete has kıldığı kimselerdir. Buna göre Şanı Yüce Allah; ken­disini tertemiz yapanı, kendi sırlarını bütün kötü niyetlerden ve bütün çirkin işlerden temizleyen kimseyi hiç över mi? Halbuki Hz. Yûsuf (a.s), Allah'a yakın olan tertemiz kimselerdendi. Resulullah (s.a.v) de, Hz. Yûsuf (a.s)'ın salahiyetine, takvalılığına, temizliğine ve dosdoğruluğuna şahitlik ederek şöyle bu­yurmuştur:

"Şerefli oğlu Şerefli oğlu Şerefli İbrahim oğlu İshâk oğlu Yakûb'un oğlu Yûsuf."[90]

İşte bunlar, Hz. Yûsuf (a.s)'ın şerefli ve üstün olduğuna yeterlidir!!.

Altıncı Delil: Azizin hanımının bizzat kendisinin, şehirli sosyete tabakası kadınların hepsinin önünde Hz. Yûsuf un ma­sumluğunu ve iffetini itiraf etmesi. Nitekim Yüce Allah bu ko­nuda şöyle buyurmaktadır:

"Kadınlar (Yûsuf'un) bu (güzelliğini) görünce, onu çok büyük bir varlık kabul ettiler (ve hayranlıklarından dolayı deh­şete düşerek) ellerini kestiler ve dediler ki: 'Allah'ı tenzih ederiz. Haşa, bu bir insan değildir. Bu, çok şerefli bir melekten başkası olamaz. (Bunu gören azizin hanımı:) 'İşte beni kendisi hakkında ayıpladığınız, şu gördüğünüz kimsedir. And olsun ki, onun nefsinden murad almak istedim de 0, kendini (bu isteğimden) korudu... "dedi."[91]

Kocasının Önünde Hz. Yûsuf (a.s)'ı zinaya teşebbüs et­mekle suçlayan azizin hanımının bizzat kendisinden -ayette de görüldüğü üzere-, sosyete tabakası kadınların hepsinin önündeki bu şahitliği, Hz. Yûsuf(a.s)'ın iffetliliğini ve suçsuzluğu­nu apaçık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Ayette geçen "iste'same" = "kendini korudu" kelimesi, Hz. Yûsuf (a.s)'ın aşırı derecede teklif edilen günahtan sakın­dığını ve son derece korunduğunu gösterir.

İşte bu, bazı insanların; "hemm" ve "burhan" kelimelerini tefsir ettiğinden, -Nitekim biz bu açıklamaların yanlış olduğu­nu daha önceaçıklamıştık- Hz. Yûsuf (a.s)'ın uzak olduğunu gösteren apaçık bir açıklamadır.


Yedinci Delil: Hz. Yûsuf (a.s)'ın, şehirdeki sosyete taba­kası kadınlarının önünde apaçık delillerle ve kesin kanıtlarla suçsuz olduğunu gösteren alametlerin ortaya çıkması.

Bununla birlikte Mısır azizinin, şehirdeki insanların dedi­kodusunu ortadan kaldırmak ve hanımının işlediği suçu örtbas etmek için Hz. Yûsuf (a.s)'ı zindana atmıştır. Yüce Allah bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:


"Sonra bütün delilleri, (Yûsuf'un lehinde) gördükleri hal­de yine de bir zamana kadar onu zindana atmayı uygun buldular."[92]

Allame en-Nesefî, tefsirinde, bu konuyla ilgili olarak şöyle der:

" 'Uygun buldular' (Yûsuf: 12/35) Yani onlar için Yûsuf u zindana atmak artık ortaya çıkmıştır. Ayette geçen 'hum' ço­ğul zamiri, azize ve onun aile halkına dönmektedir. 'Bütün de­lilleri' (Yûsuf'un lehinde) gördükleri halde' (Yûsuf: 12/35) ayetinde geçen 'deliller'den kasıt; Hz. Yûsuf (a.s)'ın suçsuzlu­ğunu gösteren; gömleğin arkadan yırtılması, kadınların meyve soyarken Hz. Yûsuf'u görmeleri üzerine ellerini kesmeleri, küçük çocuğun Hz. Yûsuf un lehine şahitlik etmesi ve buna benzer delillerdir. 'Zindana atmayı' (Yûsuf: 12/35) ayeti ise; Mısır azizi, hanımının haklılığını ortaya çıkarabilmek ve vazi­yeti kurtarmak ve bu konudaki şehirde geçen dedikodulara son vermek için, Hz, Yûsuf u mutlaka Zindana atmaya karar verdi­ler anlamındadır. Hz. Yûsuf un zindana atılması, sadece hanı­mının görüşünün dışına çıkmayan kocasının, bu görüşünü ka­bul etmesi sonucu olmuştu. Zira Mısır azizi; hanımına karşı çok bağlı, onun emrine göre hareket eden ve kolayca baş eğen bir kimseydi. Üstelik azizin yuları, kadının elindeydi. 'Bir za­mana kadar' (Yûsuf: 12/35) ayeti ise; kadın kocasına, Hz. Yû­suf un bir zamana kadar zindana atılması teklifinde bulundu anlamındadır. Böylelikle kadın, her ne kadar Hz. Yûsufu görmese bile, ondan alacağı haberler ile rahatlamaya çalışa­caktı.[93] Zira böylece onu, kontrolü altında bulundurmuş oluyordu."[94]

Sekizinci Delil: Hz. Yûsuf (a.s), Rabbinden; hem efendisi azizin hanımının ve hem de sosyete kadınlarının çirkin hilele­rinden ve tuzaklarından kendisini kurtarmasını istediğinde; Şanı Yüce Allah'ın, Hz. Yûsuf (a.s)'ın bu duasını kabul etme­si.

Eğer Hz. Yûsuf (a.s), azizin hanımının isteğine uyma ko­nusunda rağbet gösterseydi, Allah'tan; 0 kadınların hilelerin jeti ve tuzaklarından kendisini kurtarmasını istemezdi. Yüce Allah, bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:


"Rabbi de onun duasını kabul etti ve onların tuzaklarını kendisinden uzaklaştırdı. Çünkü Allah, hakkıyla işiten ve her şeyi bilendir."[95]

Dokuzuncu Delil: Hz. Yûsuf (a.s)'ın, şehirdeki bütün in­sanların önünde suçsuzluğu ortaya çıkmadıkça, zindandan çıkmayı kabul etmemesi.

İşte bu delil ise; Hz. Yûsuf (a.s)'ın iffetini, kötülüklerden ne kadar uzak olduğunu ve izzeti nefsinin doğruluğunu göstermektedir. Eğer kendisinin suçsuz olduğu ortaya çıkma­dıkça, bunu, zindanda yedi veya dokuz sene kalmaya ve orada çeşitli zorluklar ile sıkıntılara kavuşmaya tercih etmezdi. Bun­dan dolayı da Hz. Yûsuf (a.s), bu çirkin suçlamadan ve iftira­dan uzak olduğu ortaya çıkıncaya kadar ve şehirdeki bütün halkın, kendisinin suçsuz yere zindana atıldığını öğreninceye kadar zindandan çıkmayı kabul etmemiştir. Yüce Allah ise bu konuda şöyle buyurmaktadır:

"(Kral:) 'Onu bana getirin' dedi. Bunun üzerine ona ha­berci gelince, (haberciye), 'Rabbine (yani efendine) dön ve ellerini kesen 0 kadınların zoru neydi? Kendisine sor?' dedi. Şüphe yok ki benim Rabbim, onların (bana karşı yaptıkları) tuzakları hakkıyla bilendir. "[96]

Onuncu Delil: Sonuncu olarak ise; gerek ellerini bıçakla kesen sosyete kadınları ve gerekse azizin hanımının bizzat kendisinin, Hz. Yûsuf (a.s)'a iftira ettiğini apaçık bir şekilde itiraf etmesi.

İşte bu delil de, Hz. Yûsuf (a.s)'ın kendisine nispet edilen iftira ve suçlamalardan masum olduğuna, kötülüklerden uzak olduğuna ve suçsuz olduğuna dair şüpheden bir parça bile bı­rakmamaktadır. Zira kral, sosyete kadınlarını, Hz. Yûsuf (a.s)'ın isteği doğrultusunda toplayıp onlara, Hz. Yûsuf (a.s)'a dair sorular sorduğunda
[97] onlar; şu kesin ve açık cevabı ver­mişlerdir:

"(Kral) 0 kadınları toplayıp onlara) 'Yûsuf'un nefsinden murad almak istediğiniz zaman ne halde idiniz?' dedi. (Kadın­lar) 'Haşa, Allah için biz onun hiç bir kötülüğünü bilmedik' dediler. Bunun üzerine azizin karısı da: 'Şimdi gerçek ortaya çıktı! Ben, onun nefsinden murad almak istedim. 0, hiç şüphe­siz doğru söyleyenlerdendir. (Kadın veya Yûsuf'da: ) 'Bu, gı­yabında o (azize) hainlik etmediğimi ve Allah 'ın, hainlerin hi­lesini kesinlikle başarıya erdirmeyeceğini bilmesi içindi."[98]

Sonuç olarak; Hz. Yûsuf es-Sıddik (a.s)'in kendisine nis­pet edilen yalan ve iftiralardan suçsuz olduğuna ve onun ma­sum olduğuna dair bu on delili, Kur'ân-ı Kerîm'den elde ettim. Doğrusu Allah, hakkıyla söyleyen ve dosdoğru yola iletendir. [99]



[81] Yûsuf: 12/23.
[82] Yûsuf: 12/25.
[83] Bu şahitliği yapanın kadının yakınlanndan olması, azizin hanımına karşı daha güçlü bir delil ve Hz. Yûsuf (a.s)'in böyle bir hainlikten uzak olduğunu daha çok ortaya koymak özelliğine sahiptir. (Said Havva, etEsası fi'i- Tefsir, 7/ 179) (ç).
[84] Yûsuf: 12/26-28.
[85] Buharî ve Müslüm'de yer alan ve beşikteyken konuşanların sadece üç kişi olduğu­nu belirten, şu hadisi şeriftir: Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Beşikte sadece şu üç kişi konuşmuştur: 1. Meryem oğlu İsa. 2. Cüreyc'in yanında konuşan küçük çocuk, 3. Güzel görünümlü bir süvarinin geçtiği bir sırada bebeğini emziren annenin: 'Allahım! Benim oğlumu da bunun gibi yap' diye dua etmesi üzerine, süt emen küçük çocuğun, annesinin memesini bırakarak: 'Allahım! Beni onun gibi yapma' diyen çocuk." (Buharî, Enbiyâ, 50; Müslim, Birr 7, 8 (2550)
Buharî ve Müslim'deki bu hadis, beşikteyken konuşanların sadece bunlar olduğunu göstermektedir. Fakat İbn Kesîr'in, Abdullah ibn Abbas'tan rivayet ettiği hadiste ise, Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Dört kişi henüz daha küçükken konşmuşlur: ' I. Firavunun kızı Maşita'nm oğlu, 2. "Yûsuf un lehine şahitlik eden çocuk, 3. Cüreyc'in yanında bulunan çocuk, 4. Meryem oğlu İsâ'dır."etTibi, her ne kadar Abdullah ibn Abbas'ın rivayet ettiği bu hadisin,Buharî ve Müslim'de geçen hadise ters düştüğünü (yani şaz olduğunu) iddia etmektedir. Fakat Suyuti, Resulullah (s.a.v)'den gelen çeşitli rivayetlerde, beşikte konuşanların sayısını, on kişiye çiks-maktadır. Bunlar; Hz. Muhammed (s.a.v), Hz. Yahya, Hz.İsa, Hz. îbrâhîm, Hz. Meryem, Cüreyc'in küçüğü, Hz. Yûsufun lehine şahitlik eden çocuk, Ashabı Uhdud kıssasında adı geçen çocuk, Maşita'nın çocuğu, Hadi'nin döneminde konuşacak olan çocuk. Zira rivayetler, çeşitli şekillerde gelmektedir. Mesela Müslim1 in Sahîlvin de yer alan başka bir rivayette, Ashabı Uhdud kıssasında konuşan küçük bir çocuktan söz edilmektedir. (B.k.z: Said Havva, el-Esası fi't-Tefsir, 7/186-187) (Ç).
[86] Yûsuf: 12/33.
[87] Rivayete göre; Hz. Yûsuf (a.s), zindan da, yedi sene kalmıştır. (Kurtubî, el-îmiu li Ahkâmil-Kur'ân, 9/196).
[88] Yûsuf: 12/24.
[89] Yûsuf: 12/22-23.
[90] Buharî, Enbiyâ 19, Menakıb 13, Tefsirü Sure-i Yûsuf 1; Tirmizî, Tefsirii Sure-i Yûsuf 1; Müsned 2/96, 232, 416. 4/101; Fethü'l-Bari, 8/361.
[91] Yûsuf: 12/31-32
[92] Yûsuf: 12/35.
[93] Ncsefî bu konuyla ilgili olarak şöyle der: "Hapsin, Hz. Yûsufu zelil edeceğini ve isteğini kabul ettireceğini ummuş, yahut ta görenlerin kendisini kıskanmalarından korkarak elinden onu kaçırmaktan korkmuştu. İşte bir taraftan insanlardan utandığından ve bir taraftanda ümitsizliğe kapılmak istemediğinden bütünüyle elden kaçar korkusuyla onu görmemeyi tercih etti. Böylelikle de onu görmese dahi ondan alacağı haberler ile rahatlamaya çalışmıştı."
İşte bundan dolayı kadın, ta baştan beri sadece hapse atılması veya işkence görmesi teklifini ortaya koymuş hiç bir şekilde öldürülmesinden söz etmemişti. Bu da onun sevgisinin kalbinde yer ettiğinin delilidir.
(Saıd Ha'va, el-Esas-ı fi't-Tefsir, 7/183) (ç).
[94] Nesefî, Tefsiru'n-Nesefî, 2/221.
[95] Yusuf: 12/34.
[96] Yûsuf: 12/50.
[97] Buradan, azizin evinde verilen ziyafette nelerin döndüğüne, kadınların Yûsuf a neler söylediğine ve Yûsuf a tavsiye ettikleri, zina derecesine varacak teşviklere dair bir şeyler anlıyoruz. Yine buradan, bu ortamların ve kadınların, hatta tarihin derinliklerine gömülmüş olan 0 dönemin görünümünü hayalimizde canlandırabiliriz. Cahiliyyet. her zaman cahiliyyettir. (Şehid Seyyid Kutub, Fizilal'il-Kuran, 12/248) (ç).
[98] Yûsuf: 12/51-52.
[99] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 160-168.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim
Hz. Yûnus (a.s)ın Masum Oluşu

Yüce Allah'ın, Hz. Yûnus (a.s)'ın kıssası ile ilgili olarak söylediği şu sözü, onun masumiyetliğine işaret eden deliller­dendir. Yüce Allah, Hz. Yûnus (a.s) ile ilgili olarak şöyle bu­yurmaktadır:

"Zünnun (yani balık sahibi Yûnus) 'u da hatırla. Hani 0, (kavmini) öfkelendirerek giderken kendisine güç yetiremeyeceğimizi zannetmişti. Ama sonunda (denizin ve balığın karnı­nın) karanlıkları içerisinde (Rabbine) şöyle dua etmişti: 'Sen­den başka ilah yoktur, Sen (her şeyden) münezzehsin. Doğrusu ben, (bana izin vermeden kavmimin arasından çıkıp gitmek suretiyle) zalimlerden oldum.' Biz de onun duasını kabul edip onu üzüntüden kurtarmıştık. İşte müminleri, (bize dua edip yardım istediklerinde onları işte) böyle kurtarırız."[100]

Bu ayeti kerimenin dış görünümü; sanki Hz. Yûnus (a.s)'ın, Şanı Yüce Allah'a öfkelendiğinden dolayı (görevli bulunduğu yeri bırakıp) gitmeye ve bu gidişinden dolayı da Yüce Allah'uı, kendisi hakkında intikam almasına dair kudre­tinden şüphe ettiğini andırmaktadır. Böyle bir anlayış, yanlış­tır. Üstelik ayeti kerimelerin, kendi anlamlarının dışında bu şekilde tefsir edilmesi de doğru değildir. Bazı cahil kimseler­de, bu şüphe meydana geldiğinden dolayı, Hz. Yûnus (a.s)'ın masiyet işlediğini ve Allah'ın emrine muhalefet ederek Rabbına öfkelenerek gittiğini ve bu günahı sebebiyle de balı­ğın, onu yuttuğunu zannetmişlerdir.

Bu konuda en doğru ve en sağlam olan; tahkikçi tefsircilerin, bu ayeti kerimelerin anlamı hususunda aktardıklarıdır. Bu aktardıkları ise şunlardır:

"Hz. Yûnus (a.s), kavmini uyardı ve onları, eğer iman et­medikleri taktirde Allah'ın azabıyla korkuttu. Fakat onlar, bu uyarılara rağmen sapıklık ve küfür içerisinde kalmaya devam ettiler. Onların iman etmediğini gören Hz. Yûnus (a.s), çabu­cak gelecek olan bir azabı onlara vaat etti. Allah'ın azabı on­lardan ertelenince onların, vaat ettiği azabın gelmemesinden ötürü kendisiyle alay etmelerinden, kınamalarından ve suçla­malarından korkarak onların bu uyarılarından kurtulmak için onların arasından beklenen azaptan kaçıyormuş gibi bir vazi­yette çıkıp gitti. Zira Hz. Yûnus (a.s), onlara, azabın geleceğini haber vermişti. Fakat kendilerine vaat ettiği azab gelmemişti. Bunun üzerine -sabredip tebliğine devam etmesi ve Rabbi, kendisine hicret izni verinceye kadar beklemesi gerekirken-kavmini öfkelendirerek onların arasından çıkıp gitti. Rabbini öfkelendirerek -böyle bir şeyi iddia etmekten Allah'a sığınırız. Allah böyle bir şeyden münezzehtir- veya onun emrine isyan ederek değil..."

Üstad Ebu'l-Berekat Abdullah en-Nesefî,' tefsirinde, bu ayeti kerimeyle ilgili olarak şöyle der.

"Yüce Allah'ın 'Zünnun'u da hatırla' (Enbiyâ: 21/87) ayetinin anlamı; 'Balık sahibini de hatırla demektir. Ayette ge­çen 'Nun' ve 'Hut' kelimeleri, (balığın karnında bir müddet kaldığından dolayı) Hz. Yûnus'a atfedilmiştir. 'Hani 0, öfke­lendirerek giderken...' (Enbiyâ: 21/87) Yani 'kavmini kızdıra­rak giderken' demektir. Kavmini Öfkelendirmesinin anlamı şudur:

Hz. Yûnus (a.s), kavmine, uzun bir süre öğüt verdiği halde onlar öğüt almayıp küfürleri üzere devam etmişlerdi. Hz. Yû­nus'ta onların bu tavırları yüzünden onları bırakıp gitmişti. Hz. Yûnus (a.s) bunu ancak Allah için bir kızgınlık sebebiyle, küf­re ve kafirlere kızgınlığı sebebiyle yaptığından dolayı, ayrılıp gidebileceğini zannetmişti. Halbuki Hz. Yûnus'un, sabretmeye çalışması ve onlardan ayrılıp hicret etmek üzere Yüce Allah'ın iznini beklemesi gerekirdi. Bundan dolayı balığın karnında kalmakla imtihan edildi."
[101]

Buna göre Hz. Yûnus (a.s)'ın öfkelenmesine gelince ise bu, kavmi için olup Rabbi için değildi. Yüce Allah'ın, Hz. Yû­nus (a.s)'ı azarlamasına gelince ise bu, Hz. Yûnus (a.s) sab­retmemesinden ve Yüce Allah'ın izni olmadan kavminin ara­sından çıkıp gitmesinden dolayı idi. Yüce Allah'ın, Hz. Yûnus (a.s)'ın bu kıssasını, Resulullah (s.a.v)'e indirmesinin sebebi ise; Yüce Allah, Hz. Peygamber (s.a.v)'e; müşriklerin yalan­lamalarına karşı sabretmesini, bunlara karşı göğsünü sıkma­masını ve Hz. Yûnus (a.s)'ın kavmine karşı yaptığı sabırsızlı­ğı, kendi kavmine karşı yapmamasının gerektiğidir.[102]

Yüce Allah'ın şu ayeti de, bunu destekleyici mahiyettedir. Yüce Allah, Hz. Peygamber (s.a.v)'e, Hz. Yûnus (a.s)'ın bu durumunu bir örnek olarak şöyle anlatmaktadır:

"(Ey Muhammed) Sen, Rabbinin (hakkında yazmış oldu­ğu) hükmü (sana gelinceye kadar) sabret; ve balık sahibi (Yû­nus) gibi olma. O, (yaptığından dolayı) pek üzgün olarak Rabbine (bağışlanması için) dua etmişti. Eğer Rabbinin katın­dan ona bir nimet ulaşmasaydı, kınanmış olarak sahile atıla­caktı. Buna rağmen Rabbi, onu seçip Salih kimselerden kılmıştır.[103]

Yüce Allah'ın "kınanmış olarak sahile atılacaktı" (Kalem: 68/49) ayeti, bu ayetin başında geçen "Levlâ" edatının cevap cümlesidir. "Levlâ" edatı, Arap dilinde; bir şeyin meydana gelmesine engel olan bir harf olarak bilinir. Yani bu edat, şart cümlesinin meydana gelebilmesi için cevap cümlesinin mey­dana gelemeyeceğini ifade eder... Buna göre ayeti kerimenin anlamı şu şekilde olur: "Eğer Allah, Yûnus'un duasını ve ma­zeretini kabul etmek suretiyle onu nimetlendirmeseydi, ayrılışı sebebiyle kınanmış olarak balığın karnından sahilde bulunan boş bir alana atılacaktı." Fakat Yûnus, kınanmış olmayarak deniz kenarında bulunan bir toprağa atıldı."

Bu konu ile ilgili olarak daha önce Yüce Allah'ın "Kendi­sine güçyetiremeyeceğimizi zannetmişti"
(Enbiyâ: 21/87) aye­ti geçmişti.

Bu ayette geçen "Nakdira" = "Güç yetirmek" kelimesi, "Kudret" kelimesinden değil de, "Kader" kelimesinden türe­miştir Nitekim Abdullah ibn Abbas (r.anhüma) bu kelimeyle ilgili olarak şu olayı anlatmıştır:

"Rivayet edildiğine; Abdullah ibn Abbas bir gün (sultanlı­ğı sırasında) Muaviye'nin yanına girdi. Muaviye, ona:

-'Dün Kur'an'ın dalgaları beni vurdu da dalgaların içinde boğulup kaldım. Ancak seninle bu durumdan çıkabileceğimi anladım' dedi. Abdullah ibn Abbas, ona:

-'Ey Muaviye! Nedir bunlar?' diye sordu. Bunun üzerine Muaviye, bu ayeti kerimeyi okudu ve ardından:

-'Allah'ın bir peygamberi, kendisine güç yetirilemeyeceğini hiç zanneder mi?" diye Abdullah ibn Abbas'a sordu. Abdul­lah ibn Abbas ise bu soruya karşılık:

-Bu 'Güç yetirmek' anlamındaki 'nakdira' kelimesi; 'kud­ret' kelimesinden değil, 'kader' kelimesinden türemiştir' diye cevap verdi."
[104]

Buna göre anlam: "İznimiz olmadan kavminin arasından çıkması sebebiyle, onu sıkıntı içerisine sokamayacağımızı sanmıştı" şeklinde olur. Yüce Allah'ın,

"Rızkı, kendisine güç yetirebilecek (= Kudira) kadar ve­rilmiş kimse"[105] ayeti; "rızkı, kendisini sıkıntı içerisine sokabi­lecek yani daraltacak kadar" demek anlamındadır. Yine Yüce Allah'ın,

"Allah, insanı imtihan etmek üzere rızkını, güç yetirebileceği kadar verdiği zaman:'Rabbim, bana hor baktı' der"[106] ayeti de; "rızkı, kendisini sıkıntı içerisine sokabilecek yani da­raltacak kadar" demek anlamındadır.

Buna göre bununla ilgili olan karışıklıkta giderilmiş ol­du. Yine de doğruyu en iyi bilen Allah'tır.
[107]



[100] Enbiyâ: 21/87-88.
[101] Nesefî, Tefsiri-Nesefî, 3/87.
[102] Şehid Seyyid Kutub; Hz. Yûnus (a.s)'ın bu kıssasından, davetçi için şu notları çıkarmaktadır:" Dava Adamları mutlaka inandıkları davanın mükeîfefiyetlerine katlanmalıdırlar. Kendilerini yalanlayan ve işkence eden insanlara karşı sabırlı davranmalıdırlar. Doğruyu söylemek gerekirse, inandığı davaya gönülden bağlanmış sa­mimi insanlar için en acı ve en zor şey, yalanlanmaktır. Bir davaya gönüllerin bağ­lanması, kısa bir ana ve kolayca meydana gelecek bir durum değildir. Meydanda yığınlarca batıl kalıntıları ve sapıklık artıkları vardır.....Bir dava adamının, haikm, çağrışma kulak asmadığı için kızması ve onları terk etmesi kadar kolay bir şey yoktur.....Davaya sırtlarını dönenleri ve onu yalanlayanları terk edip gitmekle dava adamının eline ne geçecek? Önemli olan, davanın kendisidir. Yoksa davı adamının şahsı değildir. Onun içi istediği kadar sıkılsın. Ama her zaman sıkıntısını yenmeli ve yolunda azimle yürümelidir. Karşısındaki insanların söyledikleri sözlerden kızması mümkündür, ama sabrederse kendisi için daha hayırlıdır... Binaenaleyh her halükarda, her türlü şartlarda ve bütün ortamda 0 vazifesini yapmalı, gerisini Allah'a bırakmalıdır. Çünkü asıl hidayet, yalnız ve yalnız Allah'tandır. Şüphesiz ki dava adamları, Hz. Yûnus (a.s)'ın kıssasından ders almalı ve bunun üzerinde çok dikkatli düşünmelidirler. Hz. Yûnus (a.s)'ın, Rabbine dönerek zulmünü itiraf etmesi her dava adamının üzerinde düşünmesi gereken ibretli bir husustur. Hz. Yûnus (a.s)'a, Allah'ın acıması ve karanlıklarda yaptığı içli duasını kabul buyurarak onu kurtarması da müminler için en büyük bir müjdedir." (Şehid Seyyid Kutub. Fizüali'i-Kuf an, 10/165467) (ç).
[103] Kalem: 68/48-50.
[104] Bu rivayet, Nesefî'nin tefsirinde geçmektedir.
[105] Talak: 65/7.
[106] Fecr: 89/16.
[107] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 169-173.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim

Peygamberlerin Sonuncusu Hz. Muhammed (s.a.v)'in Masum Oluşu İle İlgili Mesele

Resulullah (s.a.v), diğer Peygamberler gibi her türlü gü­nahları ve kötülükleri işlemekten masumdur. Şanı Yüce Al­lah'ın inayetiyle korunmuş ve Allah gözetimiyle her taraftan onu kuşatmıştır. Buna göre Resulullah (s.a.v)'den, Allah'ın emrine muhalefetin veya kendisine azabı gerektirecek bir gü­nahı işlemenin meydana gelmesi mümkün değildir.

Fakat Resulullah (s.a.v), bazen gayret edip üstün olanın ve iyi olanın aksini yapmış ve bunun üzerine Rabbi ise onu uyar­mıştır. Lakin bu, günah ve masiyet cinsinden değildir. Ancak bu ikaz cinsinden olanı ise, daha mükemmel ve üstün olanın aksine bir yapma tarzıdır. Peygamberlerin makamının -diğer insanlara- üstün olmasına nispetle bazılarının şu sözündeki; "Ebrar'ın (iyi kulların) hasenatı (iyilikleri), mukarreblerin (Al­lah'a en yakın olan kulların) seyyiat'ı (kötülükleri, günah ve kusurları) gibidir" tanımlamasında da görüldüğü üzere kendi­sine ikazı ve cezayı gerektirecek hata da olsa, üstün olanın ak­sinin yapılmasına itibar edilir.

Resulullah (s.a.v)'e ikaz şeklinde gelen bazı ayeti kerime­leri ortaya koyup doğru bir şekilde ve ikazdan ne kastedildiği­ni açıklayacağız. Aynı şekilde yine dış görünüşü itibariyle, Resulullah (s.a.v)'in, Allah'a karşı muhalefet ettiği ve masiyet işlediğini ifade eden diğer nassları da ortaya koyup bunların anlamlarının; Kur'an, Sünnet ve meşhur tefsir imamlarının gö­rüşleri doğrultusunda açıklayacağız. Buna göre deriz ki: "Yar­dımı, yalnızca Allah'tan dileriz."
[108]


[108] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 174.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim

Bu Konuda İkaz Şeklinde Gelen Ayetler

Birinci Ayet: Yüce Allah'ın şu ayeti kerimeleridir:

"Hiç bir peygambere, yeryüzünde çokça savaşıp zaferler kazanmadıkça esirler alması yaraşmaz. Siz geçici dünya malı­nı arzu ediyorsunuz. Halbuki Allah, ahireti (tercih etmenizi) ister. Allah azizdir, hakimdir. Eğer daha önceden Allah'ın geçmiş bir hükmü olmasaydı, aldıklarınızdan dolayı size büyük bir azab dokunurdu."[109]

İkinci Ayet: Yüce Allah'ın şu ayeti kerimesidir:

"Hay Allah affedesice, doğru olanlar sana besbelli olup yalancıları bilmeden önce neden onlara izin verdin?"[110]

Üçüncü Ayet: Yüce Allah'ın şu ayeti kerimeleridir:

"Yanına kör bir kimse geldi diye Peygamber (ondan) yü­zünü asıp çevirdi. (Ey Muhammedi) Ne bilirsin, belki de O arınacak yahut öğüt alacaktı da bu öğüt kendisine fayda verecek­ti."[111]

Dördüncü Ayet: Yüce Allah'ın şu ayeti kerimeleridir:

"Az kalsın daha vahyettiğimiz (emir ve yasaklarımızdan vb. şeyler)den, (sana söylemediğimiz sözleri) bize karşı uy­durman için seni fitneye düşüreceklerdi. O zaman (onların istediklerini yerine getirecek olursan) seni dost edineceklerdi. (O vakit sen, onların dostu olur, benim dostluğumdan dışarı çı­kardın). Eğer seni korumamış olsaydık, az da olsa onların tuzak ve hilelerin)e meyledecektin. Ve O zaman (onlara az mik­tarda meyledecek olsaydın), Biz de sana (dünya ve ahiret) ha­yatının kat kat azabını ve Ölümün de kat kat azabını tattırırdık.[112]

Beşinci Ayet: Yüce Allah'ın şu ayeti kerimeleridir:

"Ey Peygamber! Allah'tan sakın (ve takva üzere sebat et) ve kafirler ile münafıklara da itaat etme! Doğrusu Allah, Ha­kim'dir ve Alim'dir. Rabbinden sana vahyolunana uy! Doğrusu (sana vahyeden) Allah, yaptıklarınızdan haberdar olandır "[113]

Altıncı Ayet: Yüce Allah'ın şu ayeti kerimeleridir:

"Sana indirdiklerimiz (Kur'an ayetlerin)den şüphe ediyor­san, senden önce kitabı (Tevratı, İncili ve Zeburu) okuyanlara, (sana indirdiklerimizin doğru olup olmadıklarını) sor! Andolsun ki, Rabbinden (indirilen) hak (vahiy), sana gelmiştir. Sakın şüphelenenlerden olma.[114]

Yedinci Ayet: Yüce Allah'ın şu ayeti kerimesidir:

"Eğer onların (küfürde direnip İslamı kabul etmeyişleri) sana ağır geliyorsa, kendi kendine yerin dibine doğru bir tünel veya göklere çıkacak bir merdiven dayayıp da onlara bambaş­ka bir mucize getirebilirsen, (hiç durma...) Eğer Allah dileseydi elbette onların hepsini, hidayeti (seçecek bir durum) üzerinde toplardı. O halde sakın (bu gerçeği bilmeyen ve bunun farkına varamayan) bilgisizlerden olma."[115]

Sekizinci Ayet: Yüce Allah'ın şu ayeti kerimesidir:

"Sabah ve akşam Rablerine; sırf O 'nun rızasını dileyerek (ihlaslı bir şekilde) dua edenleri (yanından) kovma! Onların hesaplarından (günahlarından) sana hiçbir şey yoktur. Senin hesabından da onlara bir şey yoktur. Ki onları kovarsın da, zalimlerden mi olasın!"[116]

Dokuzuncu Ayet: Yüce Allah'ın şu ayeti kerimesidir:

"(Ey Peygamber!) Biz sana apaçık bir fetih (zafer) ihsan ettik Böylece Allah, (bu fethi sana kolaylaştırmak suretiyle) senin geçmiş ve gelecek olan günahlarını bağışlayıp ve (dinini yüceltmek ve senin vasıtanla ülkeleri fethemek suretiyle dünya ve ahirette ) sana olan nimetini tamamlayarak seni dosdoğru yola eriştirir.[117]

Onuncu Ayet: Yüce Allah'ın şu ayeti kerimesidir:

"Hani sen, Allah'ın kendisine (en büyük nimeti olan İslam ile) nimet verdiği ve (kölelikten azad ederek evlatlık edinip da­ha sonra da onun efendisi olduğunu belirtip veli edinmekle) seninde nimetlendirdiğin kimseye (olan Zeyd b. Harise)ye, eşin (Zeyneb bint. Cahş)'ı tut ve Allah'tan kork (onu boşama) diyordun. Allah'ın, (Zeyd onu boşayacak olursa, onu nikahla­yacağın şeklinde) açığa vuracağı şeyi de içinde saklıyor ve insanlar (ın, evlatlığının eski hanımını nikahladı diyeceklerinjden korkuyordun. Halbuki en çok Allah'tan korkman gere­kirdi. Nihayet Zeyd'in onunla bir (evlilik) bağı kalmayınca, onu seninle evlendirdik. Böylece evlatlıkların, eşleriyle bir (ev­lilik) bağı kalmayınca, onlarla evlenmek konusunda müminle­re bir vebal olmadığı bilinsin. Buna binaen Allah'ın emri yeri­ne getirilmiştir."[118]



[109] Enfal: 8/67-68.
[110] Tevbe: 9/43
[111] Abese: 80/1-4.
[112] Isrâ: 17/73-75.
[113] Ahzâb:33/I-2.
[114] Yûnus: 10/94.
[115] Enam: 6/35.
[116] Enam: 6/52.
[117] Feth; 48/1-2
[118] Ahzâb: 33/37.
Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 175-178.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim
Resulullah(s.a.v)'e, Bedir Esirleri Hakkında Yapılan İkaz:

Resulullah (s.a.v)'in Allah'ın emrine muhalefet ettiği ve Allah'ın razı olmadığı bir fiili yaptığı zannedilen Resulullah (s.a.v)'i ikaz eden birinci ayet Yüce Allah'ın;

"Hiçbir peygambere, yeryüzünde çokça savaşıp zaferler kazanmadıkça esirler alması yaraşmaz. Siz (bu esirleri almak­la) geçici dünya malını arzu ediyorsunuz. Halbuki Allah, ahireti (tercih etmenizi) ister. Allah, azizdir ve hakim'dir. Eğer daha önceden Allah 'ın geçmiş bir hükmü olmasaydı, aldıkları­nızdan dolayı size büyük bir azab dokunurdu[119] " sözüdür.

Bazı kimseler, bu ayetten; Resulullah (s.a.v) 'in bir günah işlediğini, bir suç işlediğini veya alemlerin Rabbi Allah'a bir konuda isyan ettiğini zannetmektedirler. Nihayet onların zan­nettikleri gibi olmayan bu Bedir Esirleri meselesinde şiddetli ikaz indi. Resulullah (s.a.v)'in bu konudaki amacı, sadece Be­dir Esirleri hakkında bazı sahabileriyle istişare etmekti. Bunun sonucunda ise, ictihad edip sahabilerin çoğunluğunun görüşü­nün tercihiyle hükme bağladı. Bunun üzerine Mekkeli müşrik­lerden olan esirlerin fidyelerini kabul etti. Resulullah (s.a.v)'in bu içtihadı; üstün olanın, iyi olanın ve tercih edilenin aksineydi. Çünkü davanın ve İslam Dinin maslahatı gereği, Resulullah (s.a.v)'in onlardan fidyeleri kabul etmemesi gerekmekteydi. Aslında fidyeleri almanın aksine; küfrün gücünü zayıflatmak, müşriklerin büyüklüğünü -diğer Arap topluluklarına karşı- önemsiz göstermek ve üstünlük ile zaferin özellikle de Allah'ın kulları için olduğunu onlara göstermek için esirlerin kanlarının dökülmesi ve akıtılması gerekmekteydi. Zira bu savaş, müminler ile müşrikler arasında meydana gelen ilk savaştı. Bundan dolayı da müminler için çok önemli bir savaştı.

Burada, bu ayeti kerimelerin inişi ile ilgili Ashabı-ı Kira­mın bazı rivayetlerini,
"Me'sur Metodu"[120] şeklinde aktara­cağız:

1. Tirmizî, Hakim en-Nisâburî ve Beyhakî, Abdullah ibn Mes'ud (rh.a)'dan şöyle rivayet etmiştir:

"Bedir savaşı gününün sonunda, esirler elde edilip Resulullah (s.a.v)'in huzuruna getirilince, Resulullah (s.a.v), Ashabını toplayıp onlara:

- 'Bu esirler hakkında ne dersiniz?' diye sordu. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekr (r.a):

- 'Ey Allah'ın Resulü! Bunlar senin kavminden ve seninle akrabalıkları bulunan kimselerdir. Onları serbest bırak ve (iş­ledikleri suçtan dolayı) tevbe etmelerini iste! Belki Allah, tevbe ettikleri taktirde onların tevbelerini kabul eder' dedi. (Hz. Ebu Bekr (r.a)'ın bu sözü üzerine) Hz. Ömer (r.a) ise:

- 'Ey Allah'ın Resulü! Bunlar seni yalanladılar, seni asli yurdundan çıkardılar ve seninle savaştılar. Bu bakımdan onları al ve boyunlarını vur' dedi. (Bu ikisinin görüşünü dinleyen) Abdullah b, Revana (r.a) ise:

- 'Ey Allah'ın Resulü! Odunu bol alan bir vadiye git ve 0 vadiyi, onlar içindeyken ateşe ver' dedi.

Abdullah b. Revaha'nın bu sözünü işiten Hz. Abbas ise ona: 'Sen, akrabalık bağını koparıp attın' dedi. Resulullah (s.a.v) bir süre sustu ve onlara hiçbir cevap vermedi. Sonra da kalkıp evine gitti. Bunun üzerine bazı kimseler: Resulullah (s.a.v), Ebu Bekr (r.a)'in görüşünü uygulayacak, bazısı da; Ömer (r.a)'in görüşünü uygulayacak, diğer bir kısmı da; Ab­dullah b. Revaha'nm görüşünü uygulayacak' dediler. Daha sonra Resulullah (s.a. v.) çıkıp:


- 'Allah, bazı kimselerin kalplerini öyle yumuşatır ki, süt­ten daha yumuşak olur. Yine Allah, bazı kimselerin kalplerini de öyle bir katılaştırmıştır ki, taştan da daha katı olurlar...'

Ey Ebu Bekr! Senin misâlin, İbrahim (a.s)'ın misâline benzer ki 0: 'Buna göre artık kim bana tabi olursa 0, benden­dir. Kimde bana karşı gelirse onu, sana (Allah'a) bırakırım. Çünkü Sen, bağışlayıcısın ve merhamet edicisin' demişti. Ve yine Ey Ebu Bekr! Senin misâlin, İsâ (a.s)'ın misâline benzer ki O:

'(Ey Allah'ım! Eğer) onlara azab edersen doğrusu onlar, senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan da, güçlü ve hakim olan şüphesiz ancak sensin' demişti. Sana gelince Ey Ömer! Senin misâlin de, Mûsâ (a.s)'ın misâline benzer ki 0:

'Ey Rabbimiz! Onların (yani Firavun ve onun çevresinde bulunanların) mallarını yok et! Onların kalplerini (mühürleyerek) sık. Çünkü onlar, can yakıcı azab görmedikçe iman et­mezler Ve yine Ey Ömer! Senin misâlin, Nûh (a.s)'ın misâline benzer ki 0:

'Nûh dedi ki: 'Ey Rabbim! Yeryüzünde kafirlerden hiç bi­rini bırakma' dedi. (Nûh: 71/26)

Daha sonra Resulullah (s.a.v): 'Sizler fakir kimselersiniz. Sakın onlardan hiç bir kimse fidyesiz kurtulmasın, yahut ta boynu vurulsun' buyurdu. Bunun üzerine Abdullah ibn Mes'ud:


- 'Ey Allah'ın Resulü! Süheyl b. Beyza bundan müstesna olsun. Çünkü 0, İslama dil uzatmıştır' dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v) sustu. (Abdullah ibn Mes'ud: ) 'Başıma gökten taş yağacak korkusunu 0 gün hissettiğim kadar hiç bir gün hissetmiş değilim. Nihayet Resulullah (s.a.v):

- 'Süheyl b. Beyza müstesna' diye buyurdu... Bunun üze­rine Şanı Yüce Allah,

'Hiç bir peygambere, yeryüzünde çokça savaşıp zaferler kazanmadıkça esirler alması yaraşmaz...' (Enfal: 8/67-68) ayetini sonuna kadar indirdi.[121]

2. Ahmed b. Hanbel ile Müslim, Abdullah ibn Abbas (r.anhuma)'dan şöyle rivayet etmiştir:

'Bedir Savaşı gününde alman esirler hakkında Resulullah (s.a.v), Hz. Ebu Bekr ve Hz. Ömer'e danışmak üzere onlara:

- Esirler hakkındaki görüşünüz nedir?' diye sordu. Hz. Ebu Bekr:

- Ey Allah'ın Resulü! Onlar senin (le akrabalıkları bulu­nan) amcanın çocukları ve kavminden olan kimselerdir. On­lardan fidye almanı uygun görüyorum. Zira bizim (onlardan aldığımız fidyelerle) kafirlere karşı bir kuvvet sağlanır. Umu­lur ki Allah, bir gün onlara da İslama girmeleri için bir hidayet verir, (ve bize yardım olurlar)' dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v):

- 'Ey Hattab'ın oğlu! Bu konudaki görüşün nedir?' diye sordu.Hz. Ömer:

- 'Allah'a yemin ederim ki, Ey Allah'ın Resulü! Ebu Bekr'in söylediği görüşü uygun görmüyorum. Fakat ben, (eli­mize bir) imkanın geçtiğini görüyorum. (Bu fırsattan istifade ederek) onların boyunlarını vuralım. Akil'den dolayı Hz.Ali'ye imkan ver, onun boynunu vursun. Filan kimseden dolayı -Hz. Ömer'in kendi yakını olan- bana imkan ver, onun boynunu vurayım. Filanın yakınlığından dolayı filana imkan ver onun boynunu vursun. Çünkü bunlar, küfrün liderleri ve ileri gelen kimseleridir' dedi.(Hz. Ömer devamla:)

'Fakat Resulullah (s.a.v) benim söylediğim görüşü be­ğenmedi. Ebu Bekr'in söylediği görüşü beğendi (ve esirlerden fidye aldı). Ertesi gün olunca, Resulullah (s.a.v)'in ve Ebu Bekr'in yanına geldiğimde, onları, oturmuş ağlar bir vaziyette buldum. Bunun üzerine: 'Ey Allah'ın Resulü! Seni ve arkada­şını ağlatan şeyin ne olduğunu bana anlatır mısın? Eğer ağla­yacak bir durum bulursam bende ağlayayım. Eğer ağlayacak bir durum bulamazsam bile sizin ağlaşmanızdan dolayı bende sizinle birlikte yine oturup ağlayayım' dedim. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v):


- '(Esirlerden) fidye alınması ile ilgili görüşlerinden dolayı oturup arkadaşların (Ebu Bekr ile Ali)'a arz olunan şeyden do­layı ağlıyorum. Onlara gelecek alan azabın, -yanındaki bir ağaca işaret ederek- bu ağaçtan daha yakın olduğu bana bildi­rildi... Ve bunun üzerine Yüce Allah,

"Hiç bir peygambere, yeryüzünde çokça savaşıp zaferler kazanmadıkça esirler alması yaraşmaz...' (Enfal: 8/67-68) ayetini sonuna kadar indirdi."[122]

Bu hadisi şerifler; Resulullah (s.a.v)'e, esirlerden fidye alması ile ilgili öğüt verenlere (veya görüş bildirenlere) işaret etmektedir. Ancak bu rivayetlerin çoğunda; ilk önce, Hz.Ebu Bekr (r.a)'ın ismi geçmektedir. Çünkü 0, mevki yönünden sahabilerin en büyüğü ve Resulullah (s.a.v)'e, sahabilerin en sevgili olmasından dolayı, bu konuda görüşü alınanların ilkiy­di. Zira Resulullah (s.a.v), Ashabıyla herhangi bir konuda isti­şare ettiğinde ilk önce onun görüşünü alırdı. Şanı Yüce Allah, katından gelen bu şiddetli ikaz, (yanlış içtihadından dolayı) peygamberine ve onun sahabilerinin önde gelenlerineydi.

Bununla, Resulullah (s.a.v)'e; öğretme ve ikaz kastıyla, esirlerden en mükemmel ve en güzel bir şekilde fidye alması ve bu gibi önemli meselelerde yumuşak davranması gerektiği an­latılmak istenmektedir.

Bundan dolayı Şanı Yüce Allah, İslamın üstünlüğünü ve konumunun yüceliğini istemektedir... Abdullah ibn Abbas (r.anhuma), Yüce Allah'ın,
"Hiç bir peygambere, yeryüzünde çokça savaşıp zaferler kazanmadıkça esirler alması yaraşmaz... " (Enfal: 8/67-68) ayeti hakkında şöyle demiştir:

"Bu hüküm ancak Bedir savaşı günü olmuştu. Çünkü Müslümanlar, 0 gün sayı bakımından az idi. Bir müddet sonra Müslümanların sayısı çoğalıp güç ve kuvvetlen artınca, Yüce Allah, savaş sırasında ele geçirilen esirler hakkında şu ayeti kerimeyi indirmiştir:

'(Savaş sona erince) onları, ya karşılıksız ya da fidye ile salıverin.' (Muhammedi 47/4) Bunun üzerine Yüce Allah, peygamberini ve müminleri, ele geçirilen esirlerin durumu hakkında serbest bırakmıştır. Müminler isterlerse esirleri öldü­rürler, isterlerse onları köle edinirler, isterlerse de onlardan fidye alıp serbest bırakırlar demektir...

Ayeti kerime; bu esirlerin, fidye karşılığında serbest bıra­kılması gerektiğini, Resulullah (s.a.v)'in ashabıyla olan müşa­veresinden ve içtihadından kaynaklandığına işaret etmektedir. Üstelik Şanı Yüce Allah, "ictihad yoluyla" müminlerden bir hata meydana geldiğinde (bu hatalı ictihaddan dolayı) onları sorumlu tutmayacağına dair ezeli hikmeti işte böylece tahak­kuk etmişti. İşte esirler hakkında konu, Yüce Allah'ın şu sö­züyle son bulmaktadır:


"Eğer daha önceden Allah'ın geçmiş bir hükmü [123] olmasaydı, aldıklarınızdan dolayı size büyük bir azab dokunurdu.[124]



[119] Enfal: 8/67-68.
[120] Ayeti hadisle tefsir etme metodu.
[121] Tirmizî, Cihad 34, Tefsirü Sure-i Enfal 6; Ebu Dâvud, Cihad 114.
[122] Müslim, Cihad 58 (1763).
[123] Bedir Savaşına katılanların, yaptıkları işlerde ve ictihadlarda, yanlış sonuca varslar bile onların üzerinden azabın kalkması İle ilgili hüküm kastedilmektedir. (ç)
[124] Enfal: 8/68.
Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 179-185.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: PEYGAMBERLER TARİHİ-Muhammed Alî Sâbûnî

Mesaj gönderen Gul »

Resim
Resulullah (s.a.v)'in, Münafıklara, Savaşa Çıkmamaları Hususunda İzin Vermesi İle İlgili Gelen ikaz:

Resulullah (s.a.v)'e yapılan ikaz ile ilgili ikinci ayeti keri­meye gelince oda, Yüce Allah'ın şu sözüdür:

"Hay Allah affedesice, doğru olanlar sana besbelli olup yalancıları bilmeden önce neden onlara izin verdin?"[125]

Bu ayeti kerime; Resulullah (s.a.v)'in kendisinden, güna­hın meydana geldiğini göstermeyen ve Şanı Yüce Allah'ın, Resulullah (s.a.v)'i, cihada çıkmaktan vazgeçen bazı münafık­lara -cihada çıkmaya güç yetiremeyeceklerine dair mazeretle­rini bildirince- bu konuda onlara izin vermesinden dolayı Ona ikaz mahiyetinde gelen son noktayı göstermektedir. Bunun üzerine Şanı Yüce Allah'ın katından, Resulullah (s.a.v)'e bu ikaz inmiştir.

Süfyan b. Uyeyne, bu ayet ile ilgili olarak şöyle der: "(Al­lah'ın) şu güzel davranışına bir bakın! Peygamberini kınama­dan önce (söze) direkt olarak af ile giriş yapıyor!"

Amr b. Meymun ise bu ayetle ilgili olarak şöyle der: "Resulullah (s.a.v) emrolunmadığı iki şey yapmıştır: Biri: (Tebük savaşına çıkarken münafıkların, Resulullah'a gelerek bazı gerekçeler ve nedenler göstererek cihada katılamayacak­larını söylediklerinde) münafıklara izin vermesi, diğeri ise; (Bedir savaşında ele geçirilen) esirlerden fidye alması. İşte bunların üzerine Allah, -işte sizinde duyup dinlediğiniz gibi-peygamberini ikaz etmiştir."

Bazı tefsircilerin rivayet ettiğine göre; bu ayeti kerime, Resulullah (s.a.v)'in Allah'tan izinsiz olarak yanlış bir davra­nışta bulunmasından dolayı bir üstünlük olarak Onu ikaz etti­ğine işaret etmektedir. Aynı zamanda bu ayet; Şanı Yüce Al­lah'ın, Hz. Peygamber (s.a.v)'e, değer verdiğini ve Onun, ken­disine dua ile başlaması dolayısıyla mevkisinin yüceliğini sağ­lamlaştırdığını belirtmektedir. Bu tıpkı, bir adamın kendisinin yanında çok kıymetli olan birisine, "Hay Allah affedesice, be­nim şu işimi nasıl yaptın? Allah senden razı olsun; Benim bu cevabıma karşılık senin cevabın nedir? Allah sana afiyet ver­sin, sen benim değerimi bilemedin!" demesi gibidir.

Bu görüş; İmam Fahreddin er-Razî, Bagavî ve daha bir çoğunun ileri sürdüğü görüştür.

Zemahşerî, "Keşşaf* adlı tefsirinde, Yüce Allah'ın,
"Hay Allah affedesice!..neden onlara izin verdin?" (Tevbe: 9/43) ayetini açıklarken, Hz. Peygamber'e karşı edebe uygun olma­yan bir davranış sergilemiştir ki[126] oda şudur:

"Hay Allah affedesice" (Tevbe: 9/43) Bu söz, günah işle­meden kinayedir.[127] Çünkü af ' kelimesi, günah işlemenin karşılığında kullanılan bir kelimedir. Buna göre ayetin anlamı: 'Sen (cihada çıkmama hususunda münafıklara izin verdiğinden dolayı) günah işledin ve ne kötü bir davranış yaptın' şeklinde olmaktadır. 'Neden onlara izin verdin?' (Tevbe: 9/43)

Bu söz de, Hz. Peygamber'in bizzat kendisinin günah işle­diğini üstü kapalı olarak açıklamaktadır. Buna göre ayetin an­lamı: 'Onlar senden (cihada çıkmama hususunda) izin istedik­lerinde ve bir takım gerekçelere sarılıp cihaddan kendilerini alıkoyduklarında sen onlara izin verdin ve izin hususunda da onlara karşı yumuşak davrandın' şeklinde olmaktadır. 'Sana besbelli oluncaya kadar' (Tevbe: 9/43) Bu konuda mazeretini doğru söyleyen müminleri, yalan söyleyen münafıklardan ayırt etmeden neden onlara izin verdin' şeklinde olmaktadır."[128]

"Menâr" tefsirinin yazarı olan Reşid Rıza, bu konuyla il­gili olarak iyi iş yapmanın doruğunda güzel bir söz söylemiştir ki, biz bunun bir kısmını şöyle aktardık:

"Bazı tefsirciler -özellikle de Zemahşerî-, Yüce Allah'ın bu ayetinde geçen, Resulullah (s.a.v)'i affettiğine dair açıkla­mada, edebe uymayan ifadeler kullandılar. Halbuki bu tefsirci­lerin, Hz. Peygamber (s.a.v) konusundaki en büyük edebi yine -Yüce Allah'ın yaptığı tarzda- ayetten öğrenmeleri gerekmek­teydi. Hani Rabbi ve -terbiyecisi, bu hitaptan önce Hz. Pey­gamber (s.a.v)'in yapmış olduğu davranışı affettiğine dair bu konuda nasıl davranması gerektiğini haber vermiştir. İşte (Yü­ce Allah'ın, Hz. Peygambere olan) bu davranışı, büyüklüğün ve iyi davranmanın doruk noktasını göstermektedir. Diğer tefsirciler ise -özellikle de Fahreddin er-Râzî gibi- ayetin son kısmını açıklama sırasında aşırıya kaçmışlardır.. Bu tefsirciler ise ayette geçen "af " kelimesinin, günah işlemeye delalet et­mediğini ve Allah'ın kınadığı izin verme işinin de, esasta daha evla ve daha mükemmel olan bir hareketin aksine bir davranış olduğunu ispatlamaya çalışmışlardır.

Fahreddin er- Razi, bu konudaki sözünü şöyle belirtmiştir: 'Zenb' =' günah' kelimesi, Arap dilinde; 'masiyet' kelimesi­nin karşılığını ifade etmemektedir. Günah, ancak 'zarara yahut maslahat ve menfaatin kaybolmasına yol açan her türlü davranış' anlamına gelmektedir. Affedilen günah ise, ayette açıkla­nan; doğru olanları ortaya çıkarma ve mazeretlerinde yalancı olanları bilme maslahatının kaybolmasına yol açan bir günah­tır.

Hz. Peygamber (s.a.v)'in azarlandığı izin verme olayı, içtihadından dolayı olup kendisine gelen vahiyden dolayı de­ğildir. Bunun ise Peygamberlerden -Allah'ın salât ve selâmı onların hepsinin üzerine olsun- meydana gelmesi caizdir. Çün­kü Peygamberler, ictihad konusunda işlenecek olan hatadan korunmuş değildirler. Ancak ittifak edilen masumiyete gelince ise; vahyin açıklanması ve onunla amel edilmesi doğrultusun­daki tebliğe mahsus bir durumdur. Buna göre peygamberin, vahyi, Rabbinden alıp tebliğ etmediğinde ve davranışıyla vah­ye muhalefet ettiğinde bile, onun yalan söylemesi ve günah işlemesi mümkün değildir. Usûl alimleri, ictihad konusunda peygamberlerden meydana gelecek günahın caiz olma duru­munu şöyle açıklamışlardır: 'Allah, Peygamberlerden, ictihadları konusunda meydana gelecek hataları kabul etmez. Bilakis onlara bu konuda doğru olanı açıklar. Bu konu, sağlam bir işin gerektirdiği şekilde hareket etmekten ibarettir. Yüce Allah'ın, peygamberin; ilk önce affedildiğini haber vermesi, sonrada Ona doğru olanı açıklaması O'nun, peygamberine olan lütfundandtr."
[129]



[125] Tevbe: 9/43.
[126] Zemahşerî, itikatta Mutezili olması itibariyle bu konuda mezhebinin görüşünü savunmaktadır. Zira Mutezile mezhebine mensup kimseler, Peygamberlerin, hem Peygamberlik öncesi ve hem de sonrasında günah işleyebileceklerini iddia etmektedirler. (ç).
[127] Kinaye: Üstü kapalı olarak söylenen sözlere denir, (ç).
[128] Zemahşerî, el Keşşaf, 2/274.
[129] Reşid Rıza, Tefsirin-Menâr, 10/541.
Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 185-188.
Resim
Cevapla

“►Peygamberler Tarihi◄” sayfasına dön