KISSADAN HİSSE!

İbret almasını bilenler için
Kullanıcı avatarı
habibi
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1059
Kayıt: 26 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen habibi »

Peygamber hanesi:


Hz .Mevlana, evlerinde yiyecek olarak hic bir sey kalmadigini söyleyen hanimina tekrar tekrar sormus ?

Gercekten hic bir sey kalmadimi ?

Evet , demis esi. Hic yiyecegimiz kalmadi .

O yoklukta tükenmez hazinelerin sahibini bulan Mevlana;-Ellerini kaldirip !

ALLAH'im sana Hamd'ü sena'lar olsun , diye sükretmis.

Evim , Peygamber hanesine benzedi.





Resim


Huzur:
Zeynel Abidin hazretleri , abdest alirken sapsari kesilirdi.

Sebebini sorduklarinda ?-

Kimin huzurunda durdugumu düsünürseniz , sebebini anlarsiniz .


Resim


Osmanli sigorta şirketinin levhaları


Eskiden Osmanli evlerinin dış duvarında, depremden yahut afetlerden

korunmak

icin ''Ya Hafız'' levhaları ( Allahkorusun) yahut malik-ul mülk gibi yazilar

asılırmis.

Birgün İngiliz büyükelçisi böyle bir levhayı görünce Keçecizade Fuat Paşa'ya:

-Bunlar nedir? diye sorar.

Fuat Paşa da tebessüm edip, tam bir İngiliz'in anlayacağı bir şekilde şu cevabı

verir:

-O gördükleriniz, Osmanlı Sigorta Sirketi'nin levhalarıdır.
__________________


Resim


Ağlamayan gözde
HAYIR YOKTUR!

Sabit b. eslem El-Bennani gözlerinden rahatsızlanmıştı.Gittiği doktor "Bir hususa dikkat edersen gözlerin iyileşir!" Sabit "Nedir o ?" diye sorunca "Ağlamayacaksın!" dedi.Bunun üzerine Sabit şu ibretli cevabı verdi:"Doktor! Ağlamayan gözde hayır yoktur.Ağlamayarak görür olacağıma ağlayarak görmez olmayı tercih ederim.!
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/hbbi.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen MINA »

Biz de Vaktiyle Güzel Yiyeceklerdik!

Halîfe Hârûn Reşîd bir gün Behlül-i Dânâ ile sohbet ederken; “Ey Behlül! Sana sarayımda bir oda ve hizmetçiler vereyim. Yeter ki bu eski elbiselerden kurtul. Yenilerini giy. İnsanlar arasına karış.” dedi.

Bunun üzerine hazret-i Behlül; “Müsâde ederseniz bir danışayım.” dedi. Halîfe; “Kime danışacaksın, kimsen yok ki?” diye cevap verdi. Behlül de; “Ben danışacağım yeri biliyorum.” dedi ve oradan ayrıldı.

Hârûn Reşîd arkasından adamlar salıp danışacağı yeri öğrenmek istedi. Behlül gide gide şehir dışında bir mezbeleliğe gitti. Başını eğip bir şeyler dinlermiş gibi yaptı. Bir şeyler söylendi. Daha sonra oradan ayrıldı. Saraya yöneldi. Sultanın adamları ondan önce saraya dönüp hâdiseyi halîfeye bildirmişlerdi.

Behlül huzûra girince, halîfe Hârûn Reşîd ona; “Ey Behlül! Söyle bakalım vereceğin cevâbı.” dedi.

Behlül; “Danıştım efendim. Lâkin insanlar arasına karışmam mümkün değil.” dedi. Halîfe heybetle; “Ey Behlül! Sen gidip çöplere danışmışsın, haberim oldu.” dedi. Behlül de; “Doğru söylüyorsun ben de onlara danıştım. Onlar bana cevap verdiler ve;

Ey Behlül! Biz de vaktiyle en güzel ve nefis yiyecekler idik. Bütün güzellikler bizde idi. Sevgi ve itibarımız çoktu. Ne zaman ki insanlar arasına karıştık. İşte bu hâle geldik. Çöpe atıldık. Sen de sakın insanların arasına karışma.” dediler.

Bu sözlerdeki ince mânâları anlayan Hârûn Reşîd: “Haklısın.” deyip düşüncelere daldı.
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: KISSADAN HİSSE!

Mesaj gönderen Ahmed »



Sakın şüphelenmeyin!
Çalışma günlerinin yorgunluğunu, şehir dışındaki yazlık evimizde gidermeye çalışırdım. Bahçemizin alt kısmındaki üzüm bağında bir kaç saat gezinmek, bana bütün yorgunluğumu unuttururdu. Çoğu zaman yanıma küçük oğlumu da alır ve ona tabiatı sevdirmeyi çalışırdım. Bacaksız'ın durmadan sorduğu sorulardan bazen çok sıkılırdım. Fakat bu arada çok şey öğrendiğinin de farkındaydım. ıkide birde bana bir şey gösterir ve:

- Baba, bu kimin? diye sorardı. Eğer meşgulsem,kısaca:

- Allah'ın, diye cevap verirdim. Ama bize vermiş, biz kullanıyoruz.

O gün, yazlıkta bağda yine oğlumla beraberdim. Yere değen üzüm salkımlarını, dallardan kestiğim çatallara dayatarak yukarı kaldırıyor ve böylelikle çürümelerini önlemeye çalışıyordum. Birden yanımdaki asmada bulunan üzümlerin parçalandığını ve birçoğunun salkımlarından sıyrılarak yere dökülmüş olduğunu gördüm. Canım fena halde sıkılmış ve söylenmeye başlamıştım. Adeta bağırarak:

- Bunları yapanı bir elime geçirsem derisini yüzeceğim, diyordum. Aniden biraz ilerideki asmanın dibinde duran iki kaplumbağayı farkettim. Bunlar, aradığım suçlular olmalıydı. Çünkü aynı şeyi bu sefer o asmalarda yapıyorlardı. Yanlarına giderek:

- Bağımın altını üstüne getirdiniz dedim, dedim. Ben de size aynı şeyi yapacağım. Ve kaplumbağaları kaldırarak oğlumun şaşkın bakışları arasında ters çevirdim. Esasında bilimsel bir cinayet planlıyordum. Çünkü bu durumda hiçbir şey yapamayacaklarını ve birkaç gün içinde öleceklerini çok iyi biliyordum. Aradan bir hafta geçtikten sonra, tekrar oğlumun soru yağmuruna tutuldum. Yanıma gelerek:

- Baba, dedi. Bizim yazlıktaki bağ kimin? Daha öncekiler gibi:

- Allah'ın, diye cevap verdim. Ama biz kullanıyoruz.

- Peki, dedi. Ya o ters çevirdiğimiz kaplumbağalar? Hiçbir şey söyleyemedim.

Çünkü aklından ne geçtiğini tahmin etmiş ve yaptığım hatanın büyüklüğünü anlamıştım. Hemen giyinerek dışarı çıktım ve arabama atlayarak yazlıktaki bağımıza geldim. Kaplumbağaların cesedini kaldıracak ve onları bağın en güzel yerine gömerek kendimi affettirecektim. Arabadan iner inmez hızlı adımlarla onları bıraktığım yere doğru ilerledim. Henüz uzakta olmama rağmen kaplumbağaları görebiliyor ve küçük bir kuşun ikisinin arasında gidip geldiğini fark ediyordum. Kuş, onların çürümeye yüz tutmuş olan vücutlarından nasipleniyor olmalıydı. Biraz daha yaklaşarak ne yaptığını anlamaya çalıştım. Aman Allah'ım hayal mi görüyordum? Kuş, en yakınında bulunan asmalara konuyor ve gagasıyla kopardığı üzüm tanelerini kaplumbağalara yediriyordu.

Evet evet, kaplumbağalar yaşıyordu. Hem de yattıkları yerde beslenerek. Kuşu bir dadı gibi o hayvanların yardımına koşturan kudret karşısında ürperdiğimi hissediyor ve kaplumbağalar ölmediği için Allah'a şükrediyordum. Büyük bir sevinçle yanlarına koştum. Kuş korkarak kaçmış, kaplumbağalar ise beni görünce kafalarını kabuklarından içeriye çekmişlerdi. Onları hemen düzelterek eski hallerine getirdim ve çalıların arasından kaybolana kadar arkalarından baktım. Eve döndüğümde, oğlum beni kapıda karşılayarak:

- Baba, dedi. Kaplumbağaların kimin olduğunu söylemedin. Başını okşayarak:

- Onlar da Allah'ın yavrum, dedim. Allah'ın. Sakın ha şüphen olmasın...


***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Re: KISSADAN HİSSE!

Mesaj gönderen MINA »

Resim

Cemaleddin Halveti Hazretleri Beyazıd Camiinde vaaz ederken, cemaatin arasından yaşlı bir adam kalkıp, "Şeyh efendi" demiş.


-"Böylesine mümtaz bir cemaate katılmak arzusuyla çok uzun bir yoldan buraya geldim. Lakin etraf çok kalabalıktı, ben o kargaşa içinde merkebimi kaybettim. Özelliklerini tarif etsem, acaba lütfedip cemaate böyle bir eşek görüp görmediklerini sorabilir misiniz?"

Adamın bu ricası üzerine, Şeyh Efendi cemaate demiş ki:


- Ey cemaat! İçinizde aşk nedir bilmeyen ve ömründe hiçbirşeye aşık olmayan kimse varmı?

Cemaatten biri kalkmış, "Ya Şeyh! Ben öyle aşk maşk nedir bilmem. Şimdiye kadar da kimseye aşık falan olmuş değilim" demiş. Bu sırada iki kişi daha elini kaldırıp onlarda aşk nedir bilmediklerini, hiç aşık olmadıklarını söylemişler.

Cemaleddin Halveti hazretleri önce tebessüm etmiş, sonra merkebini kaybettiğini söyleyen yaşlı adama dönüp,
"Bana bir eşeğini kaybettiğini söylemiştin " demiş.

- "Halbuki bak ben sana üç tane eşek buldum. Aralarında ki tek fark, senin ki dört ayaklıydı, bunlar ise iki ayaklı."
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
habibi
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1059
Kayıt: 26 Eki 2008, 02:00

Re: KISSADAN HİSSE!

Mesaj gönderen habibi »

Resim

Ağaca Asılan Zekat Parası

Fatih Sultan Mehmet Han devrinde bir
Müslümanın günlerce dolaşıp yıllık zekatını
verebileceği fakir birini arayıp bulamadığını,

Bunun üzerine zekatının tutarı olan parayı bir keseye
koyarak Cağaloğlu'ndaki bir ağaca asıp, üzerine de:

"Müslüman kardeşim, bütün aramalarıma
rağmen memleketimizde zekatımı verecek kimse
bulamadım. Eğer muhtaç isen hiç
tereddüt etmeden bunu al" diye yazdığını..

Ve bu kesenin üç ay kadar o ağaçta asılı
kaldığını......

biliyor muydunuz?
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/hbbi.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
habibi
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1059
Kayıt: 26 Eki 2008, 02:00

Re: KISSADAN HİSSE!

Mesaj gönderen habibi »

Hazret-i Mevlânâ Mesnevî-i Şerîf’in altıncı cildinde (beyit: 2377-2499) oruçlu bir Müslüman’ın rüyası hakkında şu hikâyeyi anlatır:

Bir Yahudi, bir Müslüman ve bir de Hıristiyan beraberce yolculuğa çıktılar. Bu üç arkadaş bir menzile ulaştıklarında varlıklı bir kişi bu yolculara hediye olarak helva getirdi. Yahudi ile Hıristiyan, oburluklarından mide rahatsızlıklarına tutulmuşlardı. Müslüman ise o gün oruçlu idi. Akşam namazı vakti, o helva gelince acıkmış olan Müslüman çok sevindi. Diğer obur iki kişi; “Biz boğazımıza kadar tokuz. Bırakalım da bu helvayı yarın yiyelim.” dediler. Müslüman: “Bu gece yiyelim, yarına bırakmayalım. Sabrın sırası değil!” dedi. Ama onlar bunu kabul etmedi. Müslüman: “Ey dostlar!” dedi, “Biz üç kişiyiz. Mademki aramızda fikir ayrılığı var, helvayı paylaşalım. Kim isterse payına düşeni yesin. Yemek istemeyen de payını saklasın.” Yahudi ile Hıristiyan: “Paylaşmaktan vazgeç” dediler. Onların maksadı, Müslüman’ın o geceyi aç geçirmesiydi.

Müslüman mecbûren duruma râzı oldu. Boynunu eğerek “Peki arkadaşlar” dedi. O gece yatıp uyudular. Sabahleyin kalkıp kendilerine çeki düzen ver­diler. O üç arkadaştan birisi: “Herkes bu gece ne rüya gördü ise onu anlatsın. Kimin rüyası daha güzelse, bu helvayı o yesin” dedi.

Önce Yahudi gördüğü rüyayı anlatmaya, geceleyin, ruhunun nereler­de dolaştığını söylemeye başladı. Dedi ki: “Rüyamda bir yola düşmüş gidiyordum. Yolda Hz. Musa karşıma çıktı. Musa’nın peşine düştüm. Tâ Tûr dağına kadar gittik. Ben de nurdan görünmez oldum. Musa da, Tûr dağı da görünmez oldular. Derken o mübarek nurdan bir kapı açıldı. O nurun içinden başka bir nur çıktı. O ikinci nur çok yükseldi, gökleri aydınlattı. O ikinci nurun ışığından ben kayboldum, Musa da kayboldu gitti, Tûr dağı da. Ondan sonra gördüm ki, dağ yarıldı, üç parça oldu. Çünkü ona Hakk nuru üflenmişti…” Yahudi bu şekilde asılsız bir çok laf söyledi.
Ondan sonra Hıristiyan söze başladı: “Rüyamda Hz. İsa’yı gördüm.” dedi. “Onunla göğün dördüncü katına, dünya güneşinin bulunduğu yere çıktım. Gök kubbelerinin insanı şaşırtan öyle acayipliklerini seyrettim ki, gördüklerimin dünyadaki şeylerle kıyaslanması mümkün değildir”...

Hıristiyan da bu şekilde birçok laf ürettikten sonra sıra Müslüman’a geldi. Müslüman dedi ki: “Sultanım Mustafa (s.a.v) yanıma geldi. Bana dedi ki: “Onlardan biri Cenâb-ı Hakk’la konuşmak mutluluğuna eren Musa ile arkadaş oldu. Tur dağına çıktı. Onunla aşk bahsine girişti. Öbürünü uğurlu İsa aldı. Dördüncü kat göğün üstüne çıkardı. Kalk, ey hepsinden geride kalmış, zarar görmüş kişi, hiç olmazsa o helvayı sen ye!”

Bu sözleri duyan, Yahudi ile Hıristiyan: “Yoksa helvayı yedin mi?” diye sordular. Müslüman: “O emrine uyulan büyük varlık, bana helvayı ye dedikten sonra, ben nasıl olur da onun emrine karşı gelirim?” dedi. “Ben bütün peygamberlerin kendisi ile iftihar ettikleri, övündükleri peygamberimin emrinden dışarı çıkabilir miydim? Emre uydum, helvayı yedim. Şu anda ben sarhoşum, aklım başımda değil.” diye cevap verdi. Bunun üzerine onlar: “Vallâhi” dediler, “Senin gördüğün rüya, gerçek rüya. Bu rüya bizim rüyamızdan yüz kere iyi.”
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/hbbi.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
habibi
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1059
Kayıt: 26 Eki 2008, 02:00

Re: KISSADAN HİSSE!

Mesaj gönderen habibi »

Eyvah! Orucumuz Gitti:

Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinin meclisinde dünyâ ile ilgili sözler konuşulmazdı. Birisi gıybet etse ona mâni olur, gıybet edene: “O dediğine ben daha lâyıkım” derdi. Bir gün yanında pâdişahı kötülediler. O gün oruçlu idi. Kötüleyene dönerek: “Eyvâh orucumuz gitti!” buyurdu. “Siz kimseyi kötülemediniz ki!” dendiğinde: “Evet, biz gıybet etmedik, ama dinledik. Gıybette söyleyen de dinleyen de aynıdır.” buyurdu.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/hbbi.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
habibi
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1059
Kayıt: 26 Eki 2008, 02:00

Re: KISSADAN HİSSE!

Mesaj gönderen habibi »

Ne Oruçluyum, Ne De Değil:


Muhammed b.Yusuf Senûsî hazretleri çok oruç tutardı. Nâfile oruç tuttuğu bazı günlerde: “Bugün oruçlu musunuz, yoksa oruçlu değil misiniz?” diye suâl edilince: “Ne oruçluyum. Ne de oruçlu değilim.” derdi. Oruca niyetli olduğu için ve aynı zamanda kendisini hakîkî oruç tutanlardan saymadığı için böyle söylerdi. “Oruçlu olup olmadığınızı bilemiyor musunuz?” diyenlere de cevap vermez, sâdece tebessüm ederdi.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/hbbi.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
habibi
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1059
Kayıt: 26 Eki 2008, 02:00

Re: KISSADAN HİSSE!

Mesaj gönderen habibi »

Bu Baş, Allah İçin Oruç Tuttu:

Ka’bu’l-ahbâr anlatıyor: Şöyle duydum: Sâlih insan kabre konur. Namaz, oruç, hac ve zekât gibi amelleri etrâfını sarar. Azab melekleri geldiğinde karşılarına namaz çıkar. Onlara: “Bu şahıs, ayakları ile Allah Teâlâ’nın huzûrunda durdu, namaz kıldı. Buna azab edemezsiniz”. Sonra baş tarafından gelirler, bu defâ oruç karşılarına çıkar: “Bu baş, Allah için oruç tuttu, burada azâb edemezsiniz” der. Vücudun diğer kısımlarına gittiklerinde, hac ve cihâd gibi ibâdetler karşılarına çıkar. Sıra ellerine gelince: “Bu eller, Allah Teâlâ’nın rızâsı için zekat ve sadaka vermiştir. Onun için azâb edemezsiniz.” denir. Bütün bu durum karşısında azâb melekleri: “Mâdem ki dünyâda sâlih ve temiz bir kişi olarak yaşadın, güzel bir şekilde öldün, burada müsterih ol, rahat yat.” derler.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/hbbi.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
habibi
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1059
Kayıt: 26 Eki 2008, 02:00

Re: KISSADAN HİSSE!

Mesaj gönderen habibi »

Unutulan Sünnet: İtikaf


Peygamber Efendimiz (a.s) Ramazan ayının son on gününde îtikâfa girerdi. Yani mescidinde uzlete çekilir, hiç kimse ile görüşüp konuşmazdı. Bir Ramazan ayında Medîne dışında seferde olduğu için îtikâfa girememişti. Dönünce Şevvâl ayında âdetâ kazâ eder gibi on gün îtikâfa girdi. Hz. Peygamber’in bu mühim sünneti hakkında âlimler: Eğer bir beldede hiç kimse îtikâfa girmezse, o belde halkı bu sünneti terk ettikleri için mes’ûl olurlar. Eğer o beldeden en az bir kişi îtikâfa girerse bu vebâl ortadan kalkar” demişlerdir. Îtikâf, günümüzün modern hayat tarzı içinde unutulmaya yüz tutmuş mühim bir sünnettir.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/hbbi.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Re: KISSADAN HİSSE!

Mesaj gönderen MINA »

Zünnün-i Mısri Hazretleri'nin dergahına bir gün çok zengin bir insan geldi. Bu kişiye yüz bin altın miras kalmıştı. Mirasını bağışlamak üzere Zünnun-ı Mısrî Hazretlerine:
- Ben bunu senin hizmetinde harcamak istiyorum, dedi.

- Ergenlik çağına ulaştın mı?

- Hayır.

- O halde, senin malını harcamak doğru olmaz. Ergenlik dönemine gelince, kendi kendine hayır ve şerri ayırt edebildiğin zaman, gel ben seni müridlîğe kabul edeyim.

Bunun üzerine genç geriye döndü. Aradan yıllar geçti. Çocuk delikanlılık dönemine geldi. Zünnürn Mısri Hazretleri'nin dergahı tekrar geldî. O'nun elinde Allahu Teâla'ya tövbe etti. Kamil bir mürşidi bu tövbesine şahit tuttu. Zünnun Mısrî Hazretleri de bu müridinin bağışladığı altınları fakirlere dağıttı.

Derken bir gün bu genç, mürşidine:

- Yüz bin altınım daha olsaydı da size bağışlasaydım. Böylelikle daha fazla hizmet etmiş olurdum, dedi.

Müridin bu sözünden Zünnun-ı Mısrî Hazretleri hoşnut olmadı. Müridinin hâla gönlünde para sevgisi olduğuna kanaat etti. Gence şöyle sordu:

-Sofi!..Sana göre dünya nedir?

-Efendim! Hiçbir kıymeti yoktur. Adeta toprağın içinde kum tanesi gibidir!..

-Pekî öyleyse, filan attara git, şu şu otları al gel.

Derviş denilenleri attardan alıp geldi. Zünnün-i Mısri Hazretleri dervişe, 'getirdiklerini ez' dedi o da ezdi; Yağa batır' dedi, batırdı; 'Hamur yap'dedi, yaptı.

Zünnun-i Mısri Hazretleri bu hamurdan üç tane boncuk yaptıktan sonra dervişe, 'şimdide herbirine iğneyle delik del' dedi. Sofi delikleri deldi. Sonra onlara üfürmesini istedi.

Derviş onlara üfürünce Allah'ın kudretîlye üç tane yakut meydana geldi. Bunun sonunda Zünnun-ı Mısrî Hazretleri dervişe:

- Şimdi bunları al, pazara götür, değerini öğren geriye getir, dedi.

Genç pazara gitti. Yakutun her birine yüzbin altın değer biçtiler. Sonra derviş tekkeye geriye dönüp olanları anlattı. Bunun üzerine Zünnun-ı Mısrî Hazretleri dervişe:

- İşte gördün mü, Allahu Teâla otları mücevhere dönüştürdü. Allah dostlarının gözünde bu mücevherler topraktaki bir kum tanesi gibidir, dedi!..

***

Şu halde insan iki kanatlı olacak. Bir kanadında Allah korkusu, diğer kanadında Allah'ın rahmet ve yardımından umut olacak. Allah'ın azabından korkacak ama O'nun yardımına da layık olmaya gayret edecek. Kulluğunu asla unutmayacak. Allah dostları bizim tamah ettiğimiz şeylere nasıl oyuncak muamelesi yapıyor, görüyorsunuz değil mi?

İşte Allah yolcusu bu iki kanadı sayesinde Allahu Teâla'nın yolunda muhabbet eder, hızlı yol alır. Eğer bu iki kanatta Allah korkusu olmazsa, kul Allah'a yaklaşamaz. Eğer bu iki kanatta, Allah'ın rahmet ve ümidiyle yardımına güvenmek olmazsa, kul yine Allah'a ulaşamaz
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
habibi
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1059
Kayıt: 26 Eki 2008, 02:00

Re: KISSADAN HİSSE!

Mesaj gönderen habibi »

Resim

Bir gün Hasan-ı Basrî hazretlerine birisi gelip:

"Filan kimse, seni çekiştirdi, gıybet etti." dedi....

Buyurdu ki; "Sen o zâtın evine niçin gitmiştin."

Adam; "Misafir olarak dâvet etmişti." dedi.

"Sana ne ikrâm etti?" deyince;

"Çeşitli yemekler ve meşrûbât." diye cevap verdi.



Hasan-ı Basrî hazretleri;

"Bu kadar yemekleri, içinde sakladın da, bir çift sözü saklayamayıp bana mı

getirdin!" buyurdu.



Daha sonra kendisinin aleyhinde konuşan kimseye, bir tabak tâze hurma ile birlikte, özür dileyerek, şöyle haber gönderdi:

"Duyduğuma göre sevaplarını, benim amel defterime geçirmişsin! İsterdim ki, karşılık vereyim! Kusura bakmayın! Bizim hediyemiz sizinki kadar çok olmadı."
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/hbbi.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
habibi
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1059
Kayıt: 26 Eki 2008, 02:00

Re: KISSADAN HİSSE!

Mesaj gönderen habibi »

Resim


Ateşten ayrılan kor çabuk söner

Bir bilgenin ders halkasının müdavimlerinden biri, nice seneler sonra, halkayı terketmişti. Haftalar aylar geçip adam ortalarda gözükmeyince, bilge kişi kendisini ziyarete karar verdi. Mevsim kıştı, adam evde yalnızdı ve evin salonundaki büyük ocakta gürül gürül odun yanıyordu. Bilgenin kendisini niye ziyaret ettiğini tahmin eden adam, üşümüş olan bilgeyi ocağın başına davet etti, kendisi de birşeyler ikram etmek için mutfağa yöneldi.

Ocağın yanıbaşına oturan bilge, gelen ikramı kabul etti, fakat adama hiçbir şey demedi. Sanki adam evde yokmuş, sanki kendi evinde tek başına oturuyormuş gibiydi. Bütün dikkatini ocağa vermiş gözüküyordu. Bilge birkaç dakika sonra maşayı eline aldı, iyice köz haline gelmiş odunlardan birini ocağın bir kenarına koydu. Sonra minderine oturdu. Hala birşey söylemiyordu. Kenara konmuş olan közün ateşi yavaş yavaş azaldı, sonra söndü. Odada çıt çıkmıyordu. İlk baştaki selamlama hariç, bir kelime bile konuşulmuş değildi. Bilge gitmeye hazırlanırken, sönmüş közü aldı ve yeniden ateşin ortasına koydu. Köz, ateşle ve yanan odunların ısısıyla çabucak parladı. Bilge ayrılmak için kapıya yöneldiğinde, ev sahibi:

“Sebeb-i ziyaretinizi anlıyorum”. dedi. “Ateş dersiniz için de teşekkür ederim. Bundan sonra sohbetlerinizi hiç aksatmayacağım.”
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/hbbi.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
Hacer
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 505
Kayıt: 03 Nis 2007, 02:00

Re: KISSADAN HİSSE!

Mesaj gönderen Hacer »

Ebu Abdirrab Şam'ın en zenginlerindendi. Ticaret amacıyla Azerbeycan taraflarına doğru seyahate çıkmıştı. Nehir kıyısında dinlenirken birden uzak bir köşede derinden gelen "Hamd olsun Allah'a" sözünü işitti.

Sesin geldiği yönü takip edince, bir çukurun içinde hasıra bürünmüş bir adama rastladı. Dayanamayıp sordu:
"Nasıl bu haldeyken şükredebiliyorsun? Üzerinde sadece bir hasır var ve çukurdasın?"

"Niçin Allah'a hamd etmeyeyim ki? Beni O yarattı, en güzel sureti verdi, bana sağlık verdi. Şu bulunduğum halde akşamlayan bir kimseden daha müreffeh, daha rahat kim olabilir ki?"

Abdürrab şaşırmıştı. Tebessüm ederek adama şöyle dedi:
"Benimle birlikte, konakladığımız yere gelsen, biraz yemek yersin, hem şu hazin aratmayacak giysiler veririz sana." Adamın cevabı netti:

"Benim böyle şeylere ihtiyacım yok!"

Abdürrab bundan sonrasını şöyle anlatıyor:
"Adamın yanından dönünce kendime kızmaya başladım. Çünkü ben, Şam'ın en zenginiydim. Buna rağmen malımı arttırmak için gece gündüz çalışıyordum. O gün hırsımdan dolayı tevbe ettim ve çıktığım yoldan geri Şam'a döndüm."
Resim
Kullanıcı avatarı
habibi
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1059
Kayıt: 26 Eki 2008, 02:00

Re: KISSADAN HİSSE!

Mesaj gönderen habibi »

Bir Mü’minin Sahip Olması Gereken Kalbi Derinlik ve İncelik…

Şeyh Sâdî-i Şîrâzî, bir mü’minin sahip olması gereken kalbî derinlik ve inceliği bir hikâye ile şöyle îzah eder:

“Bir yıl Şam’da öyle bir kıtlık oldu ki, âşıklar aşkı unuttu. Gök, yere öyle cimri oldu ki, bir damla bile yağdırmadı. Ekinler, dudaklarını bile ıslatamadı. Ne kadar pınar varsa kurudu. Yoksulların gözyaşlarından başka hiç su kalmadı.

Vaziyet böyle iken, bir gün yanıma bir dostum geldi. Bir deri bir kemik kalmıştı. Hâlbuki zengin, kudretli, şan ve şeref sahibi, hem de cüsseli bir insandı. Hâlini görünce şaştım; ona sordum:

«–Ey güzel huylu dostum; ne oldu, nasıl bir felâkete uğradın? Gördüğüm bu zayıf, bitkin ve kederli hâlinin sebebini anlat bana!..» dedim.

Dostum benim bu sözlerime üzüldü, hayret içinde şöyle dedi:

«–Dostum! Kederimin sebebini bilmiyorsan, bu ne gaflet! Biliyorsan niçin soruyorsun? Görmüyor musun ki, felâket son raddeye vardı. Ne gökten yere yağmur iniyor, ne yerden göğe, âh edenlerin feryâdı çıkıyor!»

Ona dedim ki:

«–Biliyorum! Fakat bu kıtlık, seni niye bu kadar teessüre gark ediyor ki. Senin her şeyin var. Başkaları açlıktan helâk olsa, bundan sana ne?»

Bunun üzerine o kemâl ehli dostum, sanki âlimin câhile bakışı gibi bana mânidar mânidar baktı ve şöyle dedi:

«–Sâhilde olup da dostlarının denizde boğulmakta olduklarını gören bir insanın kalbinde huzur olur mu? Benim şu benzim, halkın sefâletinden sarardı. Beni kimsesizlerin ve yoksulların hâli bu duruma getirdi. Vicdan sahibi olan, kendi âzâsında yara görmek istemediği gibi, Allâh’ın diğer mahlûkâtında da görmek istemez. Allâh’a hamdolsun yaram yok, fakat başkalarının ıztırâbı benim vicdânımı tir tir titretiyor. Hastanın yanında oturan insan, sıhhatte olsa bile, hiç keyifli olabilir mi?

Zavallı fakir bîçârelerin hâlini gördükçe, yediğim her lokma boğazıma diziliyor. Sanki zehir yutuyorum. Hemcinslerini sefâlette gören bir insan, gülistanda nasıl eğlenir? Biri ağladığında benim de gözüm nemlenir.»”
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/hbbi.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
habibi
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1059
Kayıt: 26 Eki 2008, 02:00

Re: KISSADAN HİSSE!

Mesaj gönderen habibi »

Cenâb-ı Hak buyuruyor:

“Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Zira Allah, kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri asla sevmez.” (Lokman, 18)


Rasûlullah (sav) buyuruyor:

“Size cehennemliklerin kimler olduğunu söyleyeyim mi? Katı kalbli, kaba, cimri ve kurularak yürüyen kibirli kimselerdir.” (Buhârî, Eymân 9, Tefsîru sûre (68), 1, Edeb 61; Müslim, Cennet 47.)


Şeyh Harakanî'nin şöhretini duyan Gazneli Mahmûd, adamlarıyla birlikte, biraz da onu imtihan maksadıyla Harakan'a gelir. Sultan, yanına geldiğinde Şeyh Harakanî, ona özel bir ilgi göstermediği gibi, ayağa da kalkmaz. Sultan pek çok sorular sorar ve şeyhi sınar. Aldığı tatminkâr cevaplar ve şeyhin mehabeti karşısında irkilir, endişesi sevgi ve saygıya dönüşür. Şeyhe bir kese altın ihsanda bulunmak isterse de Harakanî bunu reddeder. Bu sefer, "Ondan bir hatıra olsun diye" herhangi bir eşyasını ister. Harakanî de Sultan'a bir gömleğini verir. Görüşme tamamlandıktan sonra Sultan, arz-ı vedâ ederken Şeyh Harakanî onu ayakta uğurlar. Sultan, şeyhin kendisini yolcu ederken ayağa kalktığını görünce sorar:

"-Efendim, geldiğimizde ayağa kalkmadınız ama, yolcu ederken ayaktasınız. Sebebini öğrenebilir miyim?" Şeyh Harakanî, şu karşılığı verir:

"-İlk gelişinizde padişahlık gururu ve bizi imtihan niyyetiyle geldiniz. Ama şimdi dervişlerin haliyle ayrılıyorsunuz. Dervişlik devletine ve tevâzu haline saygı gerekir."
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/hbbi.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
habibi
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1059
Kayıt: 26 Eki 2008, 02:00

Re: KISSADAN HİSSE!

Mesaj gönderen habibi »

Kimseyi İncitme


Cenâb-ı Hak buyuruyor:

“Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi âdil davranmamaya itmesin. Adaletli olun; bu, Allah korkusuna daha çok yakışan (bir davranış) tır. Allah'a isyandan sakının. Allah yaptıklarınızı hakkıyle bilmektedir.” (Mâide, 8



Rasûlullah (sav) buyuruyor:

“Verdiği hükümlerde, ailesinin ve halkın yönetiminde adaletli davranan yöneticiler, kıyamet gününde Allah Teâlâ’nın yanında nurdan yüksek koltuklar üzerinde otururlar.” (Müslim, İmâre 18.)



Bir adam Rasûlullah (sav) Efendimiz’in önüne oturdu ve şöyle dedi:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Benim kölelerim var. Durmadan bana yalan söylüyor, ihânet ediyor ve baş kaldırıyorlar. Ben de onları azarlıyor ve dövüyorum. Onlar yüzünden benim durumum ne olacak?”

Allah Rasûlü (sav) şöyle buyurdu:

“–Onların sana karşı yaptıkları hıyânet, isyan ve yalanlar ile senin onlara verdiğin cezâ hesaplanacak. Eğer senin verdiğin cezâ, onların suçuna eşit olursa senin lehine ya da aleyhine bir şey yoktur. Eğer senin verdiğin cezâ, onların suçundan az ise, bu lehine fazîlet olacaktır. Eğer verdiğin cezâ, onların suçunu aşarsa o fazlalığı ödemek zorunda kalacaksın ki, bu senden kısas yoluyla alınacaktır.”

Adam bir kenara çekilerek hüngür hüngür ağlamaya başladı. Bunun üzerine Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu:

“–Allah Teâlâ’nın; “Biz, kıyâmet günü için adâlet terâzileri kurarız. Artık kimseye, hiçbir şekilde haksızlık edilmez. (Yapılan iş) bir hardal tanesi kadar dahî olsa, onu (adâlet terâzisine) getiririz. Hesap gören olarak Biz yeteriz.” (Enbiya, 47)
kavl-i celîlini okumuyor musun?”

Adam bunun üzerine şöyle dedi:

–Vallâhi yâ Rasûlâllah, hem kendim hem de onlar için birbirimizden ayrılmaktan daha hayırlı bir yol kalmadı. Şâhid olunuz, onların hepsi de hürdür.” (Tirmizî, Tefsîr, 21/3165)[/color]
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/hbbi.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
habibi
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1059
Kayıt: 26 Eki 2008, 02:00

Re: KISSADAN HİSSE!

Mesaj gönderen habibi »

Resim

Hikaye bu ya timsahla fil birbirlerine aşık olup dillere destan bir şekilde evlenmişler. İki sevgili evlendikten sonra, birbirlerine kendileri için “en değerli” olanı verme yarışına girerler. Timsah gölden en güzel balıkları çıkarıp sevgilisi file ikram eder. Fil de pek sevdiği yeşil yapraklarının en tazelerinden çırpıp sevgilisinin önüne atar. Fakat sonuç hüsrandır. Otçul olan fil için balıklar, etçil timsah için de tazecik yapraklar hiç de değerli değildir.

Çift, sonunda anlar ki, herkesin kendisi için “en değerli” olanı vermesi iyi niyetli ancak teknik olarak yanlış bir davranıştır; hem iyi niyetli hem de teknik olarak doğru davranış eşi için “en değerli” olanı vermektir. Sonuç olarak, fil timsaha hortumuyla tuttuğu ve zaten yemeyeceği balıkları, timsah da gölün dibinden kopardığı ve zaten sevmediği tazecik yosunları vermeye başlar. Mutlu olurlar; çünkü birbirlerini anlamaya vakit ayırmışlardır. İkisi de “Ben elimden geleni yapıyorum ya!” savunmasına girmemiştir.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/hbbi.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
habibi
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1059
Kayıt: 26 Eki 2008, 02:00

Re: KISSADAN HİSSE!

Mesaj gönderen habibi »

Resim

Fakir fakat müttaki bir genç adam, gece istirahata çekildiği kulübesinde uyurken, uyku ile uyanıklık arasında odasının ışıkla dolduğunu görmüş. Gaipten gelen bir ses, ona şöyle demiş:

“- Bundan böyle yalnız Allah için çalışacaksın ve kulübenin önündeki büyük kayayı bütün gücünle iteceksin!”

Bunun Allah’tan gelen bir emir olduğuna inanan genç adam, ertesi sabah kayayı itmeye başlamış. Daha ertesi gün ve devam eden haftalar devam etmiş. Güneşin doğuşundan batışına kadar yalnız bu işle meşgul olmuş ve o kayayı itmiş, durmuş… Bu şekilde aylar süren gayrete rağmen, kaya yerinden bile kımıldamamış. Genç adam bir gece kulübesine yorgun-argın dönerken, o kayayı itmekle geçen günlerinin boşa geçtiğini düşünüyormuş. Onun şevkinin kırıldığını hisseden şeytan da, kalbine vesveseler vermeye başlamış:

“- Ne kadar zamandır bu kayayı itip duruyorsun, bir milim bile kımıldamadı. Kendine bunun için niye yazık ediyorsun? Anladın, onu yerinden oynatman zaten mümkün değil. Bırak artık bu işi! ”

Böyle sözlerle şeytan, o gence bu vazifeyi yerine getirmesinin imkansız olduğunu, dolayısıyla bu işte muvaffak olamayacağı duygusunu aşılamaya çalışmış.

O gencin şevki daha da kırılmış ve ümidini gitgide kaybetmiş.

“-Doğru ya, kendimi bu iş için niye paralıyorum ki?” diye kendi kendisine söylenmiş.

“- Bundan sonra, bu itme işini bırakacağım. Şimdiye kadar yaptığım yeter de artar bile.. Koca kaya yerinden kımıldamayacağına göre..” diye düşünmüş.

Ve kararını verince, duasında nazdarane Allah’a yalvarmış.

“-Allahım, uzun zamandır durmadan dinlenmeden senin emrettiğin gibi hareket ettim. Bütün gücümle istediğin şeyi yaptım. Her gün çok yoruluyorum, ama kaya bir milim bile kımıldamadı. Neden böyle oluyor? Neden muvaffak olamıyorum?”

Gaipten bir ses şefkatle ona cevap vermiş:

“- Ey kulum, uzun zaman önce sana emrime uymamı istediğimde kabul etmiştin. Sana, görevinin kayayı bütün gücünle itmek olduğunu söylemiştim ve sen de itmeye başladın. Ben sana, hiçbir zaman onu yerinden oynatmanı beklediğimi söylemedim ki!.. Senin görevin onu itmekti. Şimdi gücünün tükendiğini, muvaffakiyetsizliğe uğradığını söylüyorsun. Kendine şöyle bir bak, bakalım. Kolların daha da güçlendi, pazuların büyüdü. Sırtın ağırlığa dayanıklı hale geldi. Bacakların kalınlaştı ve kuvvetlendi. Taşı itmeye başladığından çok daha kuvvetlisin şimdi. Evet, kayayı kımıldatamadın; kaya kımıldamadı ama, senden istenen şey, emre itaat etmen ve kayayı sadece itmendi.

Kayayı yerinden oynatacak olan benim, Ben!..”

Yaptığı hatasını anlayan genç, ertesi gün kendi görevinin kayayı yerinden oynatmak değil, onu var kuvvetiyle itmek olduğunu, neticeyi halkedenin Allah olduğunu düşünerek, verilen vazifeyi yerine getirmiş. Ona lazım olan yalnızca hareket, neticeyi yaratmanın ise Allahın olduğunun idrakiyle…

Bu idrak ve gayretle, ikinci gün, üçüncü gün derken, kaya birden yerinden kımıldamış. O zaman, kayayı yerinden kımıldatanın kendisi değil, Allah olduğunu açıkça anlamış ve mezkur hakikatleri hakkalyakin tasdik etmiş. Hatta, biraz daha uğraştığında, kaya daha da oynamış ve kenara yuvarlanmış.

İşte, bu misaldeki gibi, Rıza-yı İlahiyi kazanabilmek, mutlaka neticeyi elde edebilmekle değil, yalnız emirlere inkiyadladır, vesselam.

Allahım, bizi haddini bilen, neticeleri halkedenin yalnız senin kudretin olduğunu derkeden ve ona göre sabırla neticeyi bekleyen halis kullarından eyle.

Âmin.
Prof. Dr. Mustafa NUTKU
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/hbbi.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
habibi
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1059
Kayıt: 26 Eki 2008, 02:00

Re: KISSADAN HİSSE!

Mesaj gönderen habibi »

Resim

“Hata Benimdir” Diyerek…

Toplum içindeki birlik beraberliğimiz bizim için çok mühimdir. Bu sebeple konuştuğumuz dostlarımızı, tartıştığımız muhataplarımızı kırıp incitmekten ciddi şekilde çekinir, olanca gayretimizle birlikteliğimizi korumaya çalışırız.

Bizim bu birlikteliğimizi koruma gayretimiz büyüklerimizde gördüğümüz örneklerden gelir..

İşte bu örneklerden birini takdim etmek istiyorum bugün sizlere. Özellikle farklı fikir sahipleriyle konuşurken birlikteliğimizi zedeleyecek üslup ve tavırlardan kaçınmamızın gerektiği şu günlerde bu gibi örnekleri hatırlamaya ihtiyacımız fazla.

Yaşanmış bu örnekleri okuduktan sonra biz de dostlarımızı incitmekten, muhataplarımızı darıltmaktan benzeri bir dikkat ve titizlikle kaçınır, hatta bir incinme ve kırılma halinde suçu kendi üzerimize alarak gönül birliğimizi koruma örnekliğini biz de verebiliriz.

İşte size kırılma ve darılmayı önleyerek kardeşliğimizi yenileme adına suçu kendi üzerine alma fedakârlığından unutulmayan bir örnek…

***


Medine’de bir sohbet sırasında Hazreti Ebu Bekir Efendimiz kendi düşüncesini ortaya koyar. Hz. Ömer Efendimiz de karşı düşüncesini ortaya koyar. Efendimiz (sas)’den açık seçik bir hükmün bilinmediği konularda sahabe arasında farklı görüşler rahatça dile getirilirdi. Bu normaldi. Fakat bu defa Hz. Ebu Bekir (ra) Efendimiz bu karşı görüşün üslubundan biraz kırılır gibi oldu ve Hz. Ömer Efendimiz’e:

Zaten ben ne söylersem sen onun aksini söylersin!.. deyiverdi. Bunun üzerine Hazreti Ömer Efendimiz’in ses tonu biraz daha yükseldi. Karşı görüşünü daha yüksek ses tonuyla dile getirdi. İşi daha ileri boyutlara götürmekten çekinen Hz. Ebu Bekir (ra) hemen kalkıp dışarı çıktı ve doğruca Efendimiz (sas)’in huzuruna gelerek kendisinin sebep olduğunu düşündüğü gergin olayı şöyle anlattı:

Ya Resulallah! dedi, Ömer’le konuşurken ‘zaten ben ne söylersem sen onun aksini söylersin’ diye bir karşılık verdim, kırıcı ve kabaca davrandım galiba, durumu nasıl düzelteceğimi bilemiyorum.

Bu arada Hz. Ömer Efendimiz de yükselttiği kendi ses tonundan dolayı pişmanlık duymuş, o da kalkıp doğruca soluğu Hz. Ebu Bekir’in evinde almıştı. Meydana gelen kırılmayı hemen telafi etmeyi düşünüyordu. Ancak onun evde olmadığını öğrenince o da, doğruca Allah Resulü’nün huzuruna gelip mahcup bir şekilde durumu olduğu gibi anlatma gereği duydu. Efendimiz (sas) en sadık dostu Ebu Bekir’in yüksek sesle incitilmesine razı olmuyordu anlaşılan. Bundan dolayı Hz. Ömer’e hitaben:

- Ya Ömer! Hicret arkadaşımı bana bırakmalı değil miydin? diye sitemde bulundu. İşte bu sitemli sözden sonra olayın, Ömer’i zor durumda bırakmaya doğru geliştiğini gören Hz. Ebu Bekir Efendimiz’in gönlü buna razı olmadı. Hemen bulunduğu yerden iki dizi üzerine gelerek:

Ya Resulallah dedi, kabahat Ömer’de değil bende idi. Ben sorumluyum o konuda!.. Ve sorumluluğu tamamen kendi üzerine alıp nefsini suçlu gösterdi. Böylece kendini hatalı göstermek suretiyle incinip kırılmayı ortadan kaldırıverdi,gönül birliğini tekrar sağlayarak geriye bir incinme izi dahi bırakmadı.. (Buhari)

İşte bugün bizim hem kendi nefsimizde hem de dostlarımızda aradığımız örnek budur. Meydana gelen incinmeyi önlemek ve anlaşmazlığı çözmek için sorumluluğu kendi üzerine alma, kendini suçlu gösterip arayı düzeltme fedakârlığı. Buna siz karşı tarafı kazanmak için kendi nefsini suçlama kahramanlığı da diyebilirsiniz.. Anlaşmazlıklarımızın böyle incinme ve kırılma boyutlarına ulaşacağı yerlerde hemen araya girip sorumluluğu üzerimize aldığımız takdirde, biz kazanan taraf oluruz. Hazreti Ebu Bekir Efendimiz’in sorumluluğu üzerine alarak meseleyi çözüvermesi gibi bir problem çözme kahramanlığı olur bu. Çünkü siz cennetle müjdelenen Hz. Ebu Bekir’in (ra) kahramanlığını tatbik ediyorsunuz şahsınızda.

İşte bütün mesele burada, bu ahlak ve anlayışta. Hataları, kendi üzerine alarak dostlarıyla, çevresiyle, toplumla hep anlaşma zemini arama kahramanlığında...


cümlemizin hataları bagışlananlardan olabilmek duasıyla ...pür kusurlu GARİB YOLCU
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/hbbi.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
habibi
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1059
Kayıt: 26 Eki 2008, 02:00

Re: KISSADAN HİSSE!

Mesaj gönderen habibi »

Resim

Dostlarınızı Nasıl Seviyorsunuz?

Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“Sizin dostunuz ancak Allâh, O’nun peygamberi ve namaz kılan, zekât veren, rükû eden mü’minlerdir.” (Mâide, 55)


Rasûlullah (sav) buyurdular:
“Kişi, dostlarının dîni üzeredir. Bu sebeple herkes kiminle arkadaşlık yaptığına iyi baksın.” (Ahmed bin Hanbel, II, 303, 334)

Nahşebî Hazretleri şöyle bir hikâye rivâyet eder:
“Bir genç, pâdişâhın kızının kapısına gelmiş ve kendisinin ona âşık olduğunu söylemişti. Haber pâdişâhın kızına iletilince hanım sultan kapıya geldi ve gence:
«–Al şu bin dirhemi de; bir daha bana da sana da zarar verecek böyle bir şey söyleme!» dedi.
Genç vazgeçmeyince:
«–Öyleyse iki bin dirhem al!» teklifinde bulundu.

Nihâyet pazarlık on bin dirheme varınca, genç, kabul etti. Bu durumu gören pâdişâh kızı:
«–Sen beni nasıl seviyorsun ki, gözün para pul ile kamaşıp beni görmez oldu. Beni benden başkasına tercih edenlerin cezâsı nedir biliyor musun? Boynunun vurulmasıdır!» dedi ve sahte aşkı sebebiyle onu kendisinden uzaklaştırdı.

Bu hâli duyan bir ârif, düşüp bayıldı. Kendine geldiğinde şöyle dedi:
«Ey insanlar! Bakın dünyada sahte sevgilerin başına neler geliyor! Ya Hakk’ı sevdiğini iddiâ edip de O’ndan başkasına yönelenlerin başına âhirette neler gelmez ki!..»”

Sevginin büyüklüğü, gerektiğinde sevilen uğrunda yapılan fedâkarlık ve girilen risk ile ölçülür. Çok seven biri, îcâbında dostu için canını verir de bir fedakârlık yaptığı hissini taşımaz. Aşk ve dostluğu tanımayıp muhabbet ve dostluktan nasib alamayan bir kimse, kemâle erme yoluna girmemiş, nefsi ile yaşıyor demektir. Çünkü sevmeyi bilmeyenin kalbi ham toprak gibidir. Mârifet ise sevmektedir. Zîrâ varlığın sebebi muhabbettir.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/hbbi.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: KISSADAN HİSSE!

Mesaj gönderen nur-ye »

GÜNEŞe yüzünü dönenler!

Bir gün bir taksiye atladım ve havaalanından hareket ettik.

Sağ şeritte yol alırken siyah bir araba park ettiği yerden aniden yola, önümüze çıktı. Taksi şoförü sert bir şekilde frene bastı, kaydı ve diğer arabaya çarpmaktan milim farkıyla kurtuldu.

Diğer arabanın sürücüsü camdan başını çıkartıp bağırmaya ve küfretmeye başladı.

Taksi şoförü ona gülümsedi ve içten bir şekilde el salladı. Ve gerçekten çok arkadaşçaydı.

Sordum: 'Neden bunu yaptığınız? Adam neredeyse arabanızı mahvedip ikimizi de hastaneye gönderecekti.' Taksi şoförü bana, şimdi 'Çöp Kamyonu Kanunu' dediğim şeyi öğretti.

Şoför pek çok insanın çöp kamyonu gibi olduğunu açıkladı. Her tarafta çöp dolu olarak dolanıyorlar; kızgınlık, öfke ve hayal kırıklığı dolular. Çöpleri biriktikçe onu bırakacak bir yere ihtiyaç duyuyorlar ve bazen sizin üzerinize bırakabilirler.

Kişisel almayın. Sadece gülümseyin, onlar için iyi şeyler temenni edin ve yolunuza devam edin. Onların çöpünü alıp işyerinize, evinize veya sokaktaki diğer insanlara dağıtmayın.


İşin ana fikri şu ki, başarılı insanlar çöp kamyonlarının günlerini mahvetmesine ve ellerine geçirmesine izin vermezler. Hayat sabahları pişmanlıklarla uyanmak için çok kısa, dolayısıyla 'size iyi davranan insanları sevin, iyi davranmayanlar için dua edin.'

Hayat %10 onuyla ne yaptığınız, %90 onu nasıl alıp karşıladığınızdır.

Sevgiyle kalın.

alıntı...
Resim
Kullanıcı avatarı
hamdolsun
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 496
Kayıt: 23 Ara 2009, 02:00

Re: KISSADAN HİSSE!

Mesaj gönderen hamdolsun »

kıssadan hisseee ya muhabbet ederken tesettür felan konuşuyorduk Ya Sabır esması gibi sen nasıl sabır değilsin settar da değilsin Allah sana sabrediyor daha ne olsun senin sabır diye diye gürültülerini sabırdan mı sayıyorsun ortalıkta dolanıyorum ben ya sabır ya sabır ya sabır diye baktım bu böyle olmayacak sabredemeyeceğim sabreden O imiş...Tesettürde öyle değil mi sen ne kadar ötünürsen örtün SETTAR olan o değil mi ? Abdülkadir geylani hazretlerimize atfediliyor kaynakçasını bilemiyorum

bir kadın varmış hep aaçık saçık giyinirmiş abdülkadir geylanin talebeleride örtün kadın derlermiş niye böyle dolaşıyorsun ?

bir gün abdülkadir geylaniyi görmüş bana örtü verin örtüü errrr geliyyoor eerrrr adam geliyor adam!




Derviş ve kadın imtihan(m)ı?

İki seyyah derviş bir şehirden diğerine gidiyorlarmış. Derken yollarının üstüne taşkın bir dere çıkmış. tam suyu geçecekler, az ötede korkudan tir tir titreyen, yapayalnız ve gencecik bir kadın görmüşler. Dervişlerden biri hemen kadının yardımına koşmuş. Onu sırtına almış, suyu öylece aşmış. Sonra da kadını derenin öte yakasında yere bırakıp iyi günler dilemiş. Böylece yola revan olmuşlar…

derviş ve kadınAncak yolun kalan kısmında öteki dervişin ağzını bıçak açmamış. Suratından düşen bin parça… Somurttukça somurtuyor. Bir kaç saat böyle surat astıktan sonra suskunluğunu bozup şöyle demiş:

” Ne demeye o kadına yardım ettin? Bir de üstelik ona dokundun. Seni ayartabilirdi! Baştan çıkartabilirdi. Erkekle kadın böyle temas etsin, olacak iş mi! Ayıp yahu… Olmaz, bize yakışmaz!”

Kadını sırtında taşıyan seyyah sabırla gülümsemiş:
” İyi de dostum, ben o genç kadını derenin karşısına geçirip orada bıraktım; sen ne demeye hala taşırsın?“

Yoldaki canlardan kimi de böyledir; kendi korkularını, önyargılarını başkalarına yansıtır ve onlarda gördüğünü sanır. İşte asıl yük budur. Zihinlerini zanlarla doldurur, sonra da bunca ağırlığın altında eziliverirler, yolda durmakla kalmayıp yol almak isteyene düşen; önce kendi zihnindeki kir ve pastan arınmak olsa gerek, aşk ile huu
Kullanıcı avatarı
habibi
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1059
Kayıt: 26 Eki 2008, 02:00

Re: KISSADAN HİSSE!

Mesaj gönderen habibi »

Resim

Sevgiye hesap sormayın! Çünkü sevgi, kendinden başkasına hesap vermez. O ne borç verir ne borç alır! Ne alır ne de satar! Bunun için ne çoğalır ne de azalır. Hep, bugün, yarın ve kıyamete kadar tam olarak kalacaktır. Sevgide daha çok ve daha az kavramı yoktur. Aklımıza onu tartmak veya karşılaştırmak geldiği an, arkasında sadece acı hatıralar bırakarak kalbinizden çeker gider...
Kaç kere sizi sevgi kördür derken duydum. Bununla sevgilide hiç bir kusur görmez demek istiyorsunuz. Aslında körlük görme derecelerinin en üstün noktasıdır. Keşke hiçbir şeyde ayıp göremeyecek kadar kör olsaydınız! Ne zaman sevgi gözlerinizi temizlerse o zaman gördüğünüz her şey sevginize layık olacaktır...
habibi yazdı:Resim

Dostlarınızı Nasıl Seviyorsunuz?

Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“Sizin dostunuz ancak Allâh, O’nun peygamberi ve namaz kılan, zekât veren, rükû eden mü’minlerdir.” (Mâide, 55)


Rasûlullah (sav) buyurdular:
“Kişi, dostlarının dîni üzeredir. Bu sebeple herkes kiminle arkadaşlık yaptığına iyi baksın.” (Ahmed bin Hanbel, II, 303, 334)

Nahşebî Hazretleri şöyle bir hikâye rivâyet eder:
“Bir genç, pâdişâhın kızının kapısına gelmiş ve kendisinin ona âşık olduğunu söylemişti. Haber pâdişâhın kızına iletilince hanım sultan kapıya geldi ve gence:
«–Al şu bin dirhemi de; bir daha bana da sana da zarar verecek böyle bir şey söyleme!» dedi.
Genç vazgeçmeyince:
«–Öyleyse iki bin dirhem al!» teklifinde bulundu.

Nihâyet pazarlık on bin dirheme varınca, genç, kabul etti. Bu durumu gören pâdişâh kızı:
«–Sen beni nasıl seviyorsun ki, gözün para pul ile kamaşıp beni görmez oldu. Beni benden başkasına tercih edenlerin cezâsı nedir biliyor musun? Boynunun vurulmasıdır!» dedi ve sahte aşkı sebebiyle onu kendisinden uzaklaştırdı.

Bu hâli duyan bir ârif, düşüp bayıldı. Kendine geldiğinde şöyle dedi:
«Ey insanlar! Bakın dünyada sahte sevgilerin başına neler geliyor! Ya Hakk’ı sevdiğini iddiâ edip de O’ndan başkasına yönelenlerin başına âhirette neler gelmez ki!..»”

Sevginin büyüklüğü, gerektiğinde sevilen uğrunda yapılan fedâkarlık ve girilen risk ile ölçülür. Çok seven biri, îcâbında dostu için canını verir de bir fedakârlık yaptığı hissini taşımaz. Aşk ve dostluğu tanımayıp muhabbet ve dostluktan nasib alamayan bir kimse, kemâle erme yoluna girmemiş, nefsi ile yaşıyor demektir. Çünkü sevmeyi bilmeyenin kalbi ham toprak gibidir. Mârifet ise sevmektedir. Zîrâ varlığın sebebi muhabbettir.
Resim


İnsan en çok kaybettiği zaman bulur kaybedileni ve belki de bu yüzden bulduğunda kaybetmiştir bulunanı...
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/hbbi.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
hamdolsun
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 496
Kayıt: 23 Ara 2009, 02:00

Re: KISSADAN HİSSE!

Mesaj gönderen hamdolsun »

Meşhur piyanist Arthur Rubinstein konserlerinden birinde küçük bir kızın hatıra defterini imzalamakta tereddüt ediyordu.

Ellerinin çok yorulmuş olduğunu ileri sürünce küçük kız hemen cevap verdi:-"Ellerinizin ne kadar yorulduğunu biliyorum. Ama benim ellerimde en az sizinkiler kadar yorgun." -Niçin kızım? Cevap düşündürücüydü: - "Alkışlamaktan"....

Kırlangıcın biri, bir adama aşık olmuş. Penceresinin önüne konmuş, bütün cesaretini toplamış, tüylerini kabartmış, güzel durduğuna ikna olduktan sonra... Küçük sevimli gagasıyla cama vurmuş. Tık...tık...tık... Adam cama bakmış. Ama içeride kendi işleriyle uğraşıyormuş. Bir meşgulmüş, bir meşgulmüş! Kimmiş onu işinden a...lıkoyan? Minik bir kırlangıç! Heyecanlı kırlangıç, telaşını bastırmaya çalışarak, deriiin bir nefes almış şirin gagasını açmış, sözcükler dökülmeye başlamış: --Hey adam! Ben seni seviyorum. Nedenini, niçinini sorma.

Uzun zamandır seni izliyorum. Bugün cesaret buldum konuşmaya. Lütfen pencereyi aç ve beni içeri al. Birlikte yaşalayım. Adam birden parlamış. Yok daha neler? --Durduk yerde sen de nereden çıktın şimdi? Olmaz alamam! demiş. Gerekçeside sersemceymiş: --Sen kuşsun! Hiç kuş insana aşık olurmu? Kırlangıç mahçup olmuş. Başını önüne eğmiş. Ama pes etmemiş, bir süre sonra tekrar pencereye gelmiş, gülümseyerek bir kez daha şansını denemiş: --Adam, adam! Hadi aç artık şu pencereni. Al beni içeri! Ben sana dost olurum. Hiç canını sıkmam. Adam kararlı, adam ısrarlı: --Yok, yok ben seni içeri alamam demiş.

Biraz da kabamıymış neymiş, lafı kısa kesmiş: --İşim gücüm var, git başımdan! Aradan bir zaman geçmiş, kırlangıç son kez adamın penceresine gelmiş: --Bak soğuklar da başladı, üşüyorum dışarıda. Aç şu pencereyi al beni içeri. Yoksa, sıcak yerlere göç etmek zorunda kalırım. Çünkü ben ancak sıcakta yaşarım. Pişman olmazsın, seni eğlendiririm.

Birlikte yemek yeriz, bak hem sen de yalnızsın! Yalnızlığını paylaşırım... demiş. Bazıları, gerçekleri duymayı sevmezmiş. Adam bu yalnızlık meselesine içerlemiş. Pek bir sinirlenmiş. --Ben yalnızlığımdan memnunum demiş. Kuştan onu rahat bırakmasını istemiş. Düpedüz kovmuş. Kırlangıç, son denemesinden de başarısızlıkla çıkınca, başını önüne eğmiş, çekip gitmiş. Yine aradan zaman geçmiş. Adam, önce düşünmüş, sonra kendi kendine itiraf etmiş: --Hay benim akılsız başım demiş. - -Ne kadar aptallık ettim! Beklenmedik bir anda karşıma çıkan bir dostluk fırsatını teptim. Niye onun teklifini kabul etmedim ki? Şimdi böyle kös kös oturacağıma, keyifli vakit geçirirdik birlikte. Pişman olmuş olmasına ama iş işten geçmiş.

Yine de kendi kendini rahatlatmayı ihmal etmemiş: --Sıcaklar başlayınca, kırlangıcım nasıl olsa yine gelir. Ben de onu içeri alır, mutlu bir hayat sürerim. Ve çok uzunca bir süre, sıcakların gelmesini beklemiş. Gözü yollardaymış. Yaz gelmiş, başka kırlangıçlar gelmiş. Ama... Onun ki hiç görünmemiş! Yazın sonuna kadar penceresi açık beklemiş ama boşuna. Kırlangıç yokmuş! Gelen başka kırlangıçlara sormuş ama gören olmamış.

Sonunda danışmak ve bilgi almak için bir bilge kişiye gitmiş. Olanları anlatmış. Bilge kişi gözlerini adama dikmiş ve demiş ki: --Kırlangıçların ömrü altı aydır..
Cevapla

“►İbretlikler◄” sayfasına dön