İmam-ı Azam´ın da bulunduğu bir mecliste birisi şöyle bir soru sordu :
- "Bir adam ki, cenneti istemez, cehennemden korkmaz, ölü eti yer, rükûsuz secdesiz namaz kılar, görmediğine şahitlik eder, fitneyi sever, hakkı istemez, bu adam kafir midir, mümin mi?"
Mecliste bulunanlar ağız birliği etmişçesine ;
- "Bunlar kafirin sıfatlarıdır, böyle bir adam kafirin ta kendisidir." dediler.
İmam-ı Azam susuyordu : "Ya imam sen ne dersin?" dediler.
İmam-ı Azam, "Bunlar müminin sıfatıdır, böyle biri müminin ta kendisidir" dedi.
Itiraz ettiler: "Ya imam nasıl olur, mümin cenneti istemez mi, cehennemden korkmaz mı?.." diye.
İmam tek tek açıkladı :
"Gerçek (bilinçli) mümin cenneti istemez, sahibini (Allah´ı) ister, cehennemden korkmaz, sahibinden korkar, ölü eti dediğiniz balıktır, görmediğine şahitlik eder, çünkü Allah´ı görmez ama kesin inanır, rükusuz secdesiz kıldığı namaz cenaze namazıdır, fitneyi sever, çünkü fitneden maksat mal ve evladdır, (Kur´an´da mal ve evladın müminler için fitne -imtihan- olduğu belirtilmiştir); hakkı istemez, çünkü haktan kasıt ölümdür, mümin de olsa ölümü temenni etmez."
KISSADAN HİSSE!
- HAS-AN
- Kıdemli Üye
- Mesajlar: 570
- Kayıt: 02 Tem 2009, 02:00
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/soyres/gullu.jpg[/img]
- nur-ye
- Özel Üye
- Mesajlar: 9091
- Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00
KISSADAN HİSSE
Vaktiyle bulunduğu küçük yerde geçim sıkıntısı çeken dürüst ve temiz yaratılışlı genç bir adam, bir gün memleketine çok uzakta bulunan bir şehir merkezine giderek iş bulup çalışmaya, kendine yeni bir hayat düzeni kurmaya karar verdi. Bu niyetle vakit kaybetmeden hazırlanıp yola koyuldu. Genç adam bu yolculuğu sırasında yorum ve açıklaması kendisi için imkânsız olan bir takım olaylarla karsılaştı.
Bunlardan biri şuydu: Bazı kimseler bir tarlaya buğday ekiyorlar, ekilen buğdaylar hemen yetişip olgunlaşıyor, onlar da hiç vakit kaybetmeden hasat ediyorlar, sonra bunları ateşe verip yakıyorlardı .
İkinci olarak şuna şahit olmuştu: Bir adam büyük bir taşı kaldırmaya çalışıyor, kaldıramıyor; ama bu taşa bir tane daha ekleyince kaldırabiliyor, bir üçüncüyü ekleyince daha da rahat kaldırabiliyordu
Şahit olduğu bir başka olay da şu idi: Bir adam bir koyuna binmiş, onun üzerine birkaç kişi daha binmiş koşturuyorlar, arkalarından birileri de onlara yetişmek için çabalıyor ama yetişemiyorlardı.
Adam bunlarla kafası karışmış bir halde uzun yolculuğun nasıl geçtiğini anlamadan şehrin kapısına geldi. Burada nurani bir ihtiyar kendisini durdurup nereden geldiğini, niçin geldiğini yolculuğun nasıl geçtiğini sordu . Adam her şeyi anlattı ve yolda karşılaştığı alışılmamış hadiseleri de serüvenine eklemeyi unutmadı. Bunun üzerine ihtiyar ,bu genç adama rastladığı olayları bir bir açıkladı:
"Senin yolda ilk rastladığın buğday ekip hemen hasat eden ve sonra ateşe verip yakan insanlar, iyilik edip de onu sağda solda konuşarak değerini sıfıra indiren insanları simgeler .
Taş kaldırmaya çalışan kimse de şunu anlatır: İnsana ilk işlediği günah ağır gelir, onun altında ezilir ama ona tövbe etmeden başka günahlar işlemeye devam ederse artık o günahlar ona hafif gelmeye baslar .
Koyun ve ona binenlere gelince, koyun cennet hayvanıdır sırtındakileri cennete taşımaktadır .Koyuna ilk defa binen alimlerdir. Ondan sonra binenler her sınıftan müminlerdir. Bunlara yetişmek için koşanlar ise inançsızlardır ."
- safa-merve
- Özel Üye
- Mesajlar: 649
- Kayıt: 16 Eki 2008, 02:00
"anne demenin bedeli? (trajikomık)"
*Anne*
Süper markette alışveriş yapmakta olan genç adam, kendisini takip etmekte olan yaşlıca bir hanımı fark eder. Kadını görmezlikten gelse de, Kadın dik dik bakmaya devam eder. Nihayet kasa önünde kuyruğa gelirler. Kadın Adamın bir kaç sıra önüne düşmüştür.
"Özür dilerim" der Kadın". Böyle dik dik bakmam sizi rahatsız etmiş olmalı. Üzgünüm. Ama geçenlerde ölen oğluma o kadar benziyorsunuz ki."
"Bunu duyduğuma çok üzüldüm," diye cevap verir genç adam "Sizin için yapabileceğim bir şey var mı?" "Evet," der Kadın, Şimdi ben dışarı çıkarken "Güle güle, anne!" diye seslenebilir misiniz bana? Bu bana iyi gelecek."
"Tabii ki," diye cevap verir genç adam. Yaşlı Kadın çıkarken genç adam ona el sallar ve 'Güle güle , anne!." diye bağırır.
Birisini mutlu etmenin derin hazzı içinde kendi kendine gülümser. Kendini çok iyi hisseder. Ödeme sırası kendine gelince kasanın 127 dolar yazdığını görür. "Bu nasıl olur?" diye sorar kasiyere "alt tarafı üç parça bir şey aldım!
" Kasiyer gayet sakin "Anneniz, onun hesabını da sizin ödeyeceğinizi söyledi"
*Anne*
Süper markette alışveriş yapmakta olan genç adam, kendisini takip etmekte olan yaşlıca bir hanımı fark eder. Kadını görmezlikten gelse de, Kadın dik dik bakmaya devam eder. Nihayet kasa önünde kuyruğa gelirler. Kadın Adamın bir kaç sıra önüne düşmüştür.
"Özür dilerim" der Kadın". Böyle dik dik bakmam sizi rahatsız etmiş olmalı. Üzgünüm. Ama geçenlerde ölen oğluma o kadar benziyorsunuz ki."
"Bunu duyduğuma çok üzüldüm," diye cevap verir genç adam "Sizin için yapabileceğim bir şey var mı?" "Evet," der Kadın, Şimdi ben dışarı çıkarken "Güle güle, anne!" diye seslenebilir misiniz bana? Bu bana iyi gelecek."
"Tabii ki," diye cevap verir genç adam. Yaşlı Kadın çıkarken genç adam ona el sallar ve 'Güle güle , anne!." diye bağırır.
Birisini mutlu etmenin derin hazzı içinde kendi kendine gülümser. Kendini çok iyi hisseder. Ödeme sırası kendine gelince kasanın 127 dolar yazdığını görür. "Bu nasıl olur?" diye sorar kasiyere "alt tarafı üç parça bir şey aldım!
" Kasiyer gayet sakin "Anneniz, onun hesabını da sizin ödeyeceğinizi söyledi"
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/safa_merve.jpg[/img]
- ser-ay
- Dost Üye
- Mesajlar: 74
- Kayıt: 20 Tem 2009, 02:00
Kalp kırmak..
Büyük bir bardağa su koydular,
Suyun içine de bir bardak.
Keskin nişancıları çağırdılar,
Dıştaki kırılmadan içteki vurulacak.
Kimse başaramadı bunu.
Silaha sarılanların boynu vuruldu.
Baktılar ki silah tutan kalmayacak.
Hocaya koştular Bu iş ne olacak
Hoca dedi Bu bir temsildir,
O silahla vurulacak,
Bardak içindeki bardak:En büyük suç olan, kalp kırmak.
İnsana Yakışan odur ki,
Bundan uzak durmak. Çünkü:
Kabeyi yıkmaktan daha kötü,
İnsanın kalbini kırmak
Büyük bir bardağa su koydular,
Suyun içine de bir bardak.
Keskin nişancıları çağırdılar,
Dıştaki kırılmadan içteki vurulacak.
Kimse başaramadı bunu.
Silaha sarılanların boynu vuruldu.
Baktılar ki silah tutan kalmayacak.
Hocaya koştular Bu iş ne olacak
Hoca dedi Bu bir temsildir,
O silahla vurulacak,
Bardak içindeki bardak:En büyük suç olan, kalp kırmak.
İnsana Yakışan odur ki,
Bundan uzak durmak. Çünkü:
Kabeyi yıkmaktan daha kötü,
İnsanın kalbini kırmak
- nur-ye
- Özel Üye
- Mesajlar: 9091
- Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00
ahsen yazdı:Lâ rahate fi-d dünya!
Size bir hikaye anlatayım, Konyalı Halid Hoca'mın dilinden:
Bir derviş La rahate fi-d-dünya/dünyada rahat yoktur hadisini vird edinmiş, gezer seyyah tek başına beldeleri.
Yolu bir karyeye düşer, ne baka ki bir düğün! Ama ne düğün. Muhteşem üstü bir şaşaa.
Padişahın oğlu ile vezirin kızı evleniyor.
40 gün 40 gece şamata eğlence şatafat şatahat
Dervişin kafası karışır; hani dünyada rahat yoktu!
Yok idiyse bu ne muhteşemlik ve rahatlık!
Kafaya koyar ve vezirin kızına ulaşır binbir güçlükle ve sorar:
Peygamberimiz efendimiz aleyhisselam La rahate fi-d dünya buyuruyor, sizin bu rahatınız, keyfiniz kafamı karıştırdı. Bir şeye ihtiyacınız var mı bu bolluk ve zenginlikte acaba?
Vezir kızı der ki:
Var derviş baba! Benim bir merdivene, bir çekice ve bir çiviye ihtiyacım var!
Derviş:
Bunlar ne demek! Ne zaman istesen bir emrinle tonlarca çivi, onlarca merdiven, çekiş önüne yığılır. Kızım sen benimle alay mı ediyorsun! Ne demek istiyorsun?
Vezir kızı: Ben de seni arif bir şey bellemiştim, var işine be baba! der ve savar dervişi.
Dervişin kafası iyiden iyiye karışır: Merdiven, merdiven, çekiç, çekiç, çivi çivi Allah'ım nedir bunların hikmeti?'
Bırakır La rahate fi-d dünya yı ve ' Merdiven, çekiç, çivi ' eder virdini.
Çok sorar, her önüne gelene sorar, her anı bu soruyla meşguldur artık:
' Merdiven, çekiç, çivi ne demek? '
Kime sorsa: ' Merdiven, merdiven; çekiç çekiç; çivi çivi ' der.
Yıllar geçer, devranlar döner, tufanlar olur, depremler ve bir gün derviş baba, bitkin, pejmürde bir halde o düğünün olduğu karyeye gelir yeniden.
Bir harabe olmuştur şehir, tanıyamaz derviş baba, bilemez, çıkaramaz şehri. Kafasını eğer, yorgunlukla bir virana sırtını dayar ve Merdiven, çekiç, çivi virdine başlar.
Bir adam sırtında tırmıkla görünür. Bakar ki bir virana sırtını dayamış bir ihtiyar, sorar: ' Baba'm iyi görünmüyorsun, açsın herhalde, gel ev yakın, birlikte kaşıklayalım çorbamızı'
Derviş: ' Bana çorba lazım değil evlad, sen söyle bakalım ne demek merdiven çekiç çivi?'
Adamın gözleri şimşek çakar, hatırlar derviş babayı: Gel baba, gel, senin sorularının cevabı evde. Senin merdiven çekiç çiviyi aklına sokan benim hanımımdırder.
Derviş, onluk küheylan kıvraklığında fırlar yerinden ve: Evlad nasıl olur, sahi mi söylüyorsun? Benim kafama merdiven çekiç çiviyi sokan bir vezir kızıydı ve muhteşem bir düğünde karşılaşmıştık. Onun düğünüydü, padişahın oğluyla evleniyordu. Seninle ne işi olabilir onun? der.
Adam: Derviş baba, o düğün bizim düğünümüzdü. Padişahın oğlu da benim. Vezir kızı da hanımım, gel hele sen bize gidelimder ve derviş babanın koluna girer.
Bakımsız bir eve gelirler; derviş, vezir kızını yerleri süpürürken görür ve gözlerine inanamaz:
Kızım, Allah aşkına söyle: Ne demek merdiven, çekiç, çivi? Gözlerimin feri söndü, ihtiyarladım elden düştüm iyice, yemez oldum, tad almaz oldum o günden beri. Ne olur söyle?'
Vezir kızı:
Derviş baba, hani sen bizim düğünümüzün muhteşemliğini görüp te sormuştun ya La rahate fi-d dünya/dünyada rahat yoktur buyurur Peygamberimiz, halbuki gördüm ki muhteşem bir rahatınız var, bir şeye ihtiyacın var mı demiştin, istediğim merdiven çekiç ve çivinin hikmetini demek ki hala anlamamışın, şu halimizi görmene rağmen öyle mi? '
Derviş: Yok kızım vallahi anlayamadım, ne olur söyle nedir merdiven, nedir çekiç nedir çivi?
Vezir kızı:
Derviş baba, ben istedim ki o şatafatlı, muhteşem zamanlarımızın olduğu o günlerde elimde bir merdiven olsa da, Allah'ın çark-ı feleğine o merdiveni dayasam ve bir çivim çekicim olsaydı da, tam o zamanlara denk gelen anda çarkı sabitlesem! Bak şimdiki halimize, o gün neydik, şimdi ne haldeyiz. Derviş baba, hikmeti budur merdivenin çekicin çivinin'
Derviş baba bir iç çeker ve asasını daha bir uzun sallayarak:
Eyvallah kızım eyvallah, anladım ve bildim ki: La rahate fi-d dünya, haydi bana müsaade
(alıntı)
- yolcu
- Saygın Üye
- Mesajlar: 369
- Kayıt: 14 May 2009, 02:00
HAYY ALLAH CELLe CELALi HUUUU razı olsun ablacığım, bunlar ne hakiki güzellikler!nur-ye yazdı:KISSADAN HİSSE!
BEYAZİD-İ BİSTAMİ (R.A) :
"TÖVBE KÖKÜ İLE İSTİĞFAR YAPRAĞINI KARIŞTIR.
KALP HAVANINDA TEVHİD TOKMAĞI İLE DÖV.
İNSAF ELEĞİNDEN GEÇİR,
GÖZYAŞI İLE YOĞUR,
AŞK! FIRININDA PİŞİR.
VE;
SABAH- AKŞAM BOL BOL YE!."
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/1.jpg[/img]
- nur-ye
- Özel Üye
- Mesajlar: 9091
- Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00
yolcu yazdı:
HAYY ALLAH CELLe CELALi HUUUU razı olsun ablacığım, bunlar ne hakiki güzellikler!
Hizmet kuşu kardeşim YOLcu,
netten itina ile seçip bu başlık altında toplayım siz değerli kardeşlerime sunma azmindeyiz. Bir çok kardeşimde bu hizmete devam etmektedir kendilerinede çok teşekkür ederiz. Beğendiğinize sevindim gerçekten çok güzeldir.
Beyazıd'i-Bistami k.s babamıza gani gani RAHMET dileriz.
- aNKa
- Özel Üye
- Mesajlar: 2797
- Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00
TEKKEYE GELEN KADI!
Nihayet Bursalı hacılar döner, hadiseyi doğrularlar. Kadı Mahmud bir hoş olur. Makam, mertebe gülünç gelir gözüne. O saatte gemileri yakar, niyetlenir dervişliğe. Önce Eskici Mehmed Dedenin kapısını çalar. Ama mübarek senin nasibin bizden değil! der, Üftade hazretlerine gitsen gerek!
Kadı Mahmud adamlarına tiz atım hazırlansın!der, kurulur eyere. Üftade Hazretlerinin dergâhına yaklaştığı sırada atının ayakları kayalara saplanır. Gelgelelim, henüz yaşadıklarını muhakeme edecek halde değildir. Atı bırakır, yürür kapıya. Karşısına ilk çıkana Ben! der, Bursa kadısıyım. Geldiğimi söyleyin, Şeyh Üftadeyi göreceğim! Kapıdaki yaşlı derviş önce acı acı güler, sonra Üftade benim evladım! der, Ama bu kapı yokluk kapısıdır, eğer malını, mülkünü, itibarını, rütbeni silemeyeceksen var git işine. Kadı Mahmut mahçup ve pişmandır.
Üftade Hazretleri kadife gibi yumuşak bir sesle devam eder: Bak yavrum bu yol çilelidir, görmüyor musun atın bile döndü geriye!
Nihayet Bursalı hacılar döner, hadiseyi doğrularlar. Kadı Mahmud bir hoş olur. Makam, mertebe gülünç gelir gözüne. O saatte gemileri yakar, niyetlenir dervişliğe. Önce Eskici Mehmed Dedenin kapısını çalar. Ama mübarek senin nasibin bizden değil! der, Üftade hazretlerine gitsen gerek!
Kadı Mahmud adamlarına tiz atım hazırlansın!der, kurulur eyere. Üftade Hazretlerinin dergâhına yaklaştığı sırada atının ayakları kayalara saplanır. Gelgelelim, henüz yaşadıklarını muhakeme edecek halde değildir. Atı bırakır, yürür kapıya. Karşısına ilk çıkana Ben! der, Bursa kadısıyım. Geldiğimi söyleyin, Şeyh Üftadeyi göreceğim! Kapıdaki yaşlı derviş önce acı acı güler, sonra Üftade benim evladım! der, Ama bu kapı yokluk kapısıdır, eğer malını, mülkünü, itibarını, rütbeni silemeyeceksen var git işine. Kadı Mahmut mahçup ve pişmandır.
Üftade Hazretleri kadife gibi yumuşak bir sesle devam eder: Bak yavrum bu yol çilelidir, görmüyor musun atın bile döndü geriye!
- nur-ye
- Özel Üye
- Mesajlar: 9091
- Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00
safa-merve yazdı: Dostlar güzel paylaşımlarınız için teşekkür eder beğendiğim bir alıntıyla açılmış konuya katkı yapmak isterim.
TÜM İBADETLERDEN ÖNCE TÖVBE
Bir kişi bilgi sahibine gitti;bana iyi söz söyle, dedi. Bilgi sahibi, ona şöyle cevap verdi:
-Bana göre sen, pislik içerisine düşmüş her tarafı pisliğe belendikten sonra kokucu dükkanına giden, bana koku ver, diyen gibisin.
Kokucu ona şöyle der:
-Git sabun ala, kendini ve elbiseni yıka, sonra gel koku sürün.
Ben de sana şöyle diyorum:
-Sen nefsini günah kirlerine batırmışsın, git hasret sabunu al, nedamet kilini bul, tövbe ve dönüş suyunu ara.
Dişini havf suyu ile temizle, ümitle cürüm pisliklerini gider.
Beğenilmez şeylerden beri ol.
Sonra zühd ve takva hamamına git, doğruluk ve safiyet suyuyla kendini yıka.
Allah c.c'uya emanet olun. Selamet kardeşlik duası ile....
- safa-merve
- Özel Üye
- Mesajlar: 649
- Kayıt: 16 Eki 2008, 02:00
Akıl Öyküleri
Semercisi öldü diye sevinen Eşeklerin konuşması
KÖYÜN YAŞLI semercisi Bekir Usta ölmüştü. Tüm eşekler köy meydanında toplandılar, tepinmeye, oynamaya başladılar.
Yaşlı, hasta bir eşek duvar dibinde düşünüyordu. Ona geldiler.
Haberin yok herhalde, semercimiz öldü, dediler.
Ne olmuş öldüyse?
Artık sırtımız yara bere olmayacak, özgür olacağız!
Nasıl bir özgürlükmüş bu?
Semerci olmayınca artık sırtımıza semer yapılmayacak. Böylece sahiplerimiz bizimle yük taşıyamayacak. Kırda bayırda istediğimiz gibi dolaşacağız
Yaşlı eşek gülmüş:
Şaşarım aklınıza, demiş. Bugün sevinçle tepineceğinize, aslında yas tutmalısınız. Bekir Usta iyi kötü sırtımızın ölçüsünü biliyor, bizi rahatsız etmeyecek semerler yapmaya çalışıyordu. Yarın bir acemi semerci getirirler, sırtınız yaradan kurtulmaz. İyisi mi, siz semerciden değil, eşeklikten kurtulmanın yolunu arayın. Eşek kaldıkça, sırtınıza bir semer yapan bulunur.
Anadolu halk hikâyesi
Semercisi öldü diye sevinen Eşeklerin konuşması
KÖYÜN YAŞLI semercisi Bekir Usta ölmüştü. Tüm eşekler köy meydanında toplandılar, tepinmeye, oynamaya başladılar.
Yaşlı, hasta bir eşek duvar dibinde düşünüyordu. Ona geldiler.
Haberin yok herhalde, semercimiz öldü, dediler.
Ne olmuş öldüyse?
Artık sırtımız yara bere olmayacak, özgür olacağız!
Nasıl bir özgürlükmüş bu?
Semerci olmayınca artık sırtımıza semer yapılmayacak. Böylece sahiplerimiz bizimle yük taşıyamayacak. Kırda bayırda istediğimiz gibi dolaşacağız
Yaşlı eşek gülmüş:
Şaşarım aklınıza, demiş. Bugün sevinçle tepineceğinize, aslında yas tutmalısınız. Bekir Usta iyi kötü sırtımızın ölçüsünü biliyor, bizi rahatsız etmeyecek semerler yapmaya çalışıyordu. Yarın bir acemi semerci getirirler, sırtınız yaradan kurtulmaz. İyisi mi, siz semerciden değil, eşeklikten kurtulmanın yolunu arayın. Eşek kaldıkça, sırtınıza bir semer yapan bulunur.
Anadolu halk hikâyesi
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/safa_merve.jpg[/img]
- nur-ye
- Özel Üye
- Mesajlar: 9091
- Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00
KISSADAN HİSSE
GERÇEKTEN GÖREN GÖZLERİMİZ VARMI?
Gösterdim!
Gördü anlamına gelmez...
Söyledim!
Duydu anlamına gelmez...
Duydu!
Doğru anladı anlamına gelmez...
Anladı!
Hak verdi anlamına gelmez...
Hak verdi!
İnandı anlamına gelmez...
İnandı!
Uyguladı anlamına gelmez...
Uyguladı!
Sürdürecek anlamına gelmez...
Adamın biri ilk defa gittiği küçük bir kasabada duran bir arabanın yanına sokulmuş ve arka koltukta tek başına oturan çocuğa;
Buranın yabancısıyım, demiş. Parkın hemen yanı başındaki fırını arıyorum, çok yakın olduğunu söylediler..
Çocuk arabanın penceresini açtıktan sonra;
-Ben de buraya ilk defa geliyorum, demiş. Ama sağ tarafa gitmeniz gerekiyor herhalde..
Adam çocuğun yabancı olmasına rağmen bunu nasıl anladığını sormuş ister istemez.
Ihlamur çiçeklerinin kokusunu duymuyor musunuz? diye gülümsemiş çocuk. Kuş cıvıltıları oradan geliyor zaten.
İyi ama, demiş adam, bunların parktan değil de tek bir ağaçtan gelmediği ne malûm?.
-Tek bir ağaçtan bu kadar yoğun koku gelmez diye atılmış çocuk... Üstelik manolyalar da katılıyor onlara.. Hem biraz derin nefes alırsanız, fırından yeni çıkmış ekmeklerin kokusunu da duyacaksınız..
Adam gözlerini hafifçe kısarak denileni yaptıktan sonra, teşekkür etmek için döndüğünde fark etmiş çocuğun kör olduğunu..
Çocuk ise, konuşurken bir anda sözlerini yarıda kesmesinden anlamış
adamın kendisini fark ettiğini.. Işığa hasret gözlerini ondan saklamaya çalışırken;
Üç yıl önce bir kaza geçirmiştim, demiş. Görmeyi o kadar çok özledim ki!.
Sizinkiler sağlam, öyle değil mi?.
Adam çocuğun tarif ettiği yerde bulunan fırına doğru yönelirken;
Artık emin değilim... Emin olduğum tek şey, benden iyi
gördüğündür..
GERÇEKTEN GÖREN GÖZLERİMİZ VARMI?
Gösterdim!
Gördü anlamına gelmez...
Söyledim!
Duydu anlamına gelmez...
Duydu!
Doğru anladı anlamına gelmez...
Anladı!
Hak verdi anlamına gelmez...
Hak verdi!
İnandı anlamına gelmez...
İnandı!
Uyguladı anlamına gelmez...
Uyguladı!
Sürdürecek anlamına gelmez...
Adamın biri ilk defa gittiği küçük bir kasabada duran bir arabanın yanına sokulmuş ve arka koltukta tek başına oturan çocuğa;
Buranın yabancısıyım, demiş. Parkın hemen yanı başındaki fırını arıyorum, çok yakın olduğunu söylediler..
Çocuk arabanın penceresini açtıktan sonra;
-Ben de buraya ilk defa geliyorum, demiş. Ama sağ tarafa gitmeniz gerekiyor herhalde..
Adam çocuğun yabancı olmasına rağmen bunu nasıl anladığını sormuş ister istemez.
Ihlamur çiçeklerinin kokusunu duymuyor musunuz? diye gülümsemiş çocuk. Kuş cıvıltıları oradan geliyor zaten.
İyi ama, demiş adam, bunların parktan değil de tek bir ağaçtan gelmediği ne malûm?.
-Tek bir ağaçtan bu kadar yoğun koku gelmez diye atılmış çocuk... Üstelik manolyalar da katılıyor onlara.. Hem biraz derin nefes alırsanız, fırından yeni çıkmış ekmeklerin kokusunu da duyacaksınız..
Adam gözlerini hafifçe kısarak denileni yaptıktan sonra, teşekkür etmek için döndüğünde fark etmiş çocuğun kör olduğunu..
Çocuk ise, konuşurken bir anda sözlerini yarıda kesmesinden anlamış
adamın kendisini fark ettiğini.. Işığa hasret gözlerini ondan saklamaya çalışırken;
Üç yıl önce bir kaza geçirmiştim, demiş. Görmeyi o kadar çok özledim ki!.
Sizinkiler sağlam, öyle değil mi?.
Adam çocuğun tarif ettiği yerde bulunan fırına doğru yönelirken;
Artık emin değilim... Emin olduğum tek şey, benden iyi
gördüğündür..
En son nur-ye tarafından 09 Kas 2009, 08:25 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
- nur-ye
- Özel Üye
- Mesajlar: 9091
- Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00
KISSADAN HİSSE
''20 kuruş!''
Londra'daki caminin yeni imamı şehre gitmek için hep aynı otobüse biniyor ve çoğu zaman aynı şoföre rastlıyormuş.
Bir gün, bilet alırken şoför yanlışlıkla 20 "kuruş" fazla vermiş. İmam yanlışlığı oturduktan sonra, parasını sayınca fark etmiş.
Kendi kendine düşünmüş "20 kuruşu geri versem mi şoföre?"... Ama içinden bir ses diyormuş ki "çok küçük bir para ve şoförün zaten umurunda da değil. Otobüs şirketine 20 kuruş ne fark eder?.
Bu parayı Allahtan gelen bir hediye gibi... düşünebilirim"İneceği durağa gelince, imam kalkmış ve fikrini değiştirmiş, inmeden önce şoförün yanına gitmiş, 20 kuruşu geri vermiş ve demiş ki : "paranın üstünü fazla verdiniz."
Şoför gülümsemiş ve demiş ki : "Siz camiinin yeni imamısınız değil mi? Aslında uzun zamandır sizi ziyaret etmek istiyordum caminizde, İslamı öğrenmek için ve bilerek size fazla para verdim nasıl tepki vereceğinizi görmek istedim.
"İmam inerken nerdeyse bacaklarını hissetmiyormuş, yere yığılacakmış-casına bir direğe tutunmuş ve kendine gelmeye çalışmış, gözlerinden yaşlar dökülerek gökyüzüne bakmış ve demiş ki:
"Allahım az daha İslâmı 20 kuruşa satıyordum!"
''20 kuruş!''
Londra'daki caminin yeni imamı şehre gitmek için hep aynı otobüse biniyor ve çoğu zaman aynı şoföre rastlıyormuş.
Bir gün, bilet alırken şoför yanlışlıkla 20 "kuruş" fazla vermiş. İmam yanlışlığı oturduktan sonra, parasını sayınca fark etmiş.
Kendi kendine düşünmüş "20 kuruşu geri versem mi şoföre?"... Ama içinden bir ses diyormuş ki "çok küçük bir para ve şoförün zaten umurunda da değil. Otobüs şirketine 20 kuruş ne fark eder?.
Bu parayı Allahtan gelen bir hediye gibi... düşünebilirim"İneceği durağa gelince, imam kalkmış ve fikrini değiştirmiş, inmeden önce şoförün yanına gitmiş, 20 kuruşu geri vermiş ve demiş ki : "paranın üstünü fazla verdiniz."
Şoför gülümsemiş ve demiş ki : "Siz camiinin yeni imamısınız değil mi? Aslında uzun zamandır sizi ziyaret etmek istiyordum caminizde, İslamı öğrenmek için ve bilerek size fazla para verdim nasıl tepki vereceğinizi görmek istedim.
"İmam inerken nerdeyse bacaklarını hissetmiyormuş, yere yığılacakmış-casına bir direğe tutunmuş ve kendine gelmeye çalışmış, gözlerinden yaşlar dökülerek gökyüzüne bakmış ve demiş ki:
"Allahım az daha İslâmı 20 kuruşa satıyordum!"
- yolcu
- Saygın Üye
- Mesajlar: 369
- Kayıt: 14 May 2009, 02:00
Ölüm Meleği bir gün, Hazret-i Süleyman (aleyhisselâm)ın yanına uğramıştı. Meclisinde bulunan bir kişiye dikkatle baktı. O zât bir ara Hazret-i Süleyman (aleyhisselâm)a:
Bu kim? diye sordu. Süleyman (aleyhisselâm) da, Ölüm Meleği olduğunu söyledi. Adam:
Sanki benim canımı almak istiyormuş gibi bakıyordu, rüzgâra emretsen de beni götürüp Hind diyârına bıraksa diye ricâda bulundu. Süleyman (a.s) adamın isteğini yerine getirdi. Daha sonra Ölüm Meleği, Hazret-i Süleyman (aleyhisselâm)a:
Ona dikkatlice bakmam taaccübüm sebebiyle idi. Çünkü onun canını Hindistanda almam emredilmişti ve o hâlâ senin yanındaydı dedi.
(Ebus-Suûd, Tefsîr, VII, 78, [Lokmân, 34])
Bu kim? diye sordu. Süleyman (aleyhisselâm) da, Ölüm Meleği olduğunu söyledi. Adam:
Sanki benim canımı almak istiyormuş gibi bakıyordu, rüzgâra emretsen de beni götürüp Hind diyârına bıraksa diye ricâda bulundu. Süleyman (a.s) adamın isteğini yerine getirdi. Daha sonra Ölüm Meleği, Hazret-i Süleyman (aleyhisselâm)a:
Ona dikkatlice bakmam taaccübüm sebebiyle idi. Çünkü onun canını Hindistanda almam emredilmişti ve o hâlâ senin yanındaydı dedi.
(Ebus-Suûd, Tefsîr, VII, 78, [Lokmân, 34])
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/1.jpg[/img]
- yolcu
- Saygın Üye
- Mesajlar: 369
- Kayıt: 14 May 2009, 02:00
Eski çağlardan beri insanların ihtiyaçları çeşitli sanat ve mesleklerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. İlk insan ve ilk peygamber Âdem (aleyhisselâm)ın dokumacılık, İdris (aleyhisselâm)ın terzilik, İbrahim (aleyhisselâm)ın kumaş ticareti, Nuh ve Zekeriya (aleyhisselâm) marangozluk, Hazret-i İsanın (aleyhisselâm) ise kunduracılık mesleğinin öncüleri olduğu nakledilmiştir. Yine Musa (aleyhisselâm)ın, Şuayb (aleyhisselâm)a 8-10 yıl çobanlık yaptığı, birçok peygamber ve Allah dostu velîlerin de bu mesleği yaptıkları bilinmektedir.
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/1.jpg[/img]
- nur-ye
- Özel Üye
- Mesajlar: 9091
- Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00
yolcu yazdı:Ölüm Meleği bir gün, Hazret-i Süleyman (aleyhisselâm)ın yanına uğramıştı. Meclisinde bulunan bir kişiye dikkatle baktı. O zât bir ara Hazret-i Süleyman (aleyhisselâm)a:
Bu kim? diye sordu. Süleyman (aleyhisselâm) da, Ölüm Meleği olduğunu söyledi. Adam:
Sanki benim canımı almak istiyormuş gibi bakıyordu, rüzgâra emretsen de beni götürüp Hind diyârına bıraksa diye ricâda bulundu. Süleyman (a.s) adamın isteğini yerine getirdi. Daha sonra Ölüm Meleği, Hazret-i Süleyman (aleyhisselâm)a:
Ona dikkatlice bakmam taaccübüm sebebiyle idi. Çünkü onun canını Hindistanda almam emredilmişti ve o hâlâ senin yanındaydı dedi.
(Ebus-Suûd, Tefsîr, VII, 78, [Lokmân, 34])
- nur-ye
- Özel Üye
- Mesajlar: 9091
- Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00
KISSADAN HİSSE
ÖLECEKMİYİM?
İki yaşındaki çocuğu hastaneye getirdiklerinde durumu iyi değildi. Anne-babası kaygılı gözlerle, tahlil ve filmlerini inceleyen doktoru beklediler. Sonunda, doktor yanlarına geldi. Tane tane anlattı durumu onlara:
Kızınızın kurtulması mümkün. Ancak, bunun için, en kısa sürede, bu hastalığı daha önceden geçirmiş birini bulup, ondan kan nakli yapmak gerekiyor.
Anne-babanın yüzünde birden bir ümit ışığı yandı. Çünkü beş yaşındaki oğulları da bebekken bu hastalığı geçirmişti ve daha sonra mucize eseri iyileşmişti. Bunu doktora söylediler. Doktor da ümitlenmişti.
Ancak, bu kan nakli için minik delikanlının ikna edilmesi gerekiyordu. Doktor, karşısına oturttuğu çocukla, büyük bir adamla konuşuyormuş gibi konuştu ve ona durumu anlattı. Küçük kardeşine kanını vermek ister miydi?
Çocuk bir müddet düşündü, sonra derin bir nefes alıp:
Kardeşim kurtulacaksa, kanımı veririm. dedi.
Gerekli işlemler hemen yapıldıktan sonra, çocuğu kardeşinin yattığı odaya götürdüler. Kanı alınıp doğrudan hasta kardeşine aktarılacaktı. Kan nakli sırasında minik delikanlı kardeşinin yüzüne baktı sürekli. Onun yanaklarına renk gelirken, kendisinin yüzü soldukça soluyordu. Sonunda gülümsemesi de söndü.
Hemen mi öleceğim? diye sordu titrek bir sesle doktora.
Doktor ona, ölmesinin söz konusu olmadığını anlattı.
Ama odayı dolduran büyükler, küçük çocuğun küçük yanlış anlamasının gerisindeki büyük ruhu görerek gözyaşlarına engel olamadılar.
Minik delikanlı, vücudundaki bütün kanın alınıp kardeşine verileceğini zannetmiş, buna rağmen kardeşini kurtarmak için kendi canını feda etmek istemişti
Bilgelik Öyküleri Kitabından
(Timaş Yayınları)
ÖLECEKMİYİM?
İki yaşındaki çocuğu hastaneye getirdiklerinde durumu iyi değildi. Anne-babası kaygılı gözlerle, tahlil ve filmlerini inceleyen doktoru beklediler. Sonunda, doktor yanlarına geldi. Tane tane anlattı durumu onlara:
Kızınızın kurtulması mümkün. Ancak, bunun için, en kısa sürede, bu hastalığı daha önceden geçirmiş birini bulup, ondan kan nakli yapmak gerekiyor.
Anne-babanın yüzünde birden bir ümit ışığı yandı. Çünkü beş yaşındaki oğulları da bebekken bu hastalığı geçirmişti ve daha sonra mucize eseri iyileşmişti. Bunu doktora söylediler. Doktor da ümitlenmişti.
Ancak, bu kan nakli için minik delikanlının ikna edilmesi gerekiyordu. Doktor, karşısına oturttuğu çocukla, büyük bir adamla konuşuyormuş gibi konuştu ve ona durumu anlattı. Küçük kardeşine kanını vermek ister miydi?
Çocuk bir müddet düşündü, sonra derin bir nefes alıp:
Kardeşim kurtulacaksa, kanımı veririm. dedi.
Gerekli işlemler hemen yapıldıktan sonra, çocuğu kardeşinin yattığı odaya götürdüler. Kanı alınıp doğrudan hasta kardeşine aktarılacaktı. Kan nakli sırasında minik delikanlı kardeşinin yüzüne baktı sürekli. Onun yanaklarına renk gelirken, kendisinin yüzü soldukça soluyordu. Sonunda gülümsemesi de söndü.
Hemen mi öleceğim? diye sordu titrek bir sesle doktora.
Doktor ona, ölmesinin söz konusu olmadığını anlattı.
Ama odayı dolduran büyükler, küçük çocuğun küçük yanlış anlamasının gerisindeki büyük ruhu görerek gözyaşlarına engel olamadılar.
Minik delikanlı, vücudundaki bütün kanın alınıp kardeşine verileceğini zannetmiş, buna rağmen kardeşini kurtarmak için kendi canını feda etmek istemişti
Bilgelik Öyküleri Kitabından
(Timaş Yayınları)
- safa-merve
- Özel Üye
- Mesajlar: 649
- Kayıt: 16 Eki 2008, 02:00
ÇATLAK TESTİ!
Çin'de bir adam, her gün boynuna dayadığı kalın sopanın iki ucuna asılı testilerle dereden su taşırmış evine..
Bu testilerden birinin yan kısmında çatlak varmış...
Diğeri ise hiç kusursuz ve çatlaksızmış ve her seferinde bu kusursuz testi adamın doldurduğu suyun tümünü taşır, ulaştırırmış eve..
Ama her zaman boynunda taşıdığı testilerden çatlak olanı eve yari dolu olarak varırmış.
Iki sene her gün bu şekilde geçmiş. Adam her iki testiyi suyla doldurmuş ama evine vardığında sadece 1,5 testi su kalırmış...
Tabi ki kusursuz, çatlaksız testi vazifesini mükemmel yaptığı için çok gururlanıyormuş ...
Fakat zavallı çatlağı olan kusurlu testi, çok utanıyormuş. Doldurulan suyun sadece yarısını eve ulaştırabildiği için de çok üzülüyormuş.
Iki yılın sonunda bir gün, görevini yapamadığını düşünen çatlak testi, ırmak kenarında adama şöyle demiş:
"Kendimden utanıyorum. şu yanımdaki çatlak nedeniyle, sular eve gidene kadar akıp gidiyor.." Adam gülümseyerek dönmüş testiye:
" Göremedin mi? yolun senin tarafında olan kısmı çiçeklerle dolu.
Fakat kusursuz testinin tarafında hiç yok. Çünkü ben başından beri senin kusurunu, çatlağını biliyordum.. Senin tarafına çiçek tohumları ektim.
Ve hergün o yolda ben su taşırken, sen onları suladın..
2 senedir o güzel çiçekleri toplayıp, masamı süslüyorum.
Sen kusursuz olsaydın, o çatlağın olmasaydı, evime böyle güzellik ve zerafet veremeyecektim " diye cevap vermiş.
HEPiMiZ BiRER ÇATLAK TESTi DEĞiL MiYiZ ?
Çin'de bir adam, her gün boynuna dayadığı kalın sopanın iki ucuna asılı testilerle dereden su taşırmış evine..
Bu testilerden birinin yan kısmında çatlak varmış...
Diğeri ise hiç kusursuz ve çatlaksızmış ve her seferinde bu kusursuz testi adamın doldurduğu suyun tümünü taşır, ulaştırırmış eve..
Ama her zaman boynunda taşıdığı testilerden çatlak olanı eve yari dolu olarak varırmış.
Iki sene her gün bu şekilde geçmiş. Adam her iki testiyi suyla doldurmuş ama evine vardığında sadece 1,5 testi su kalırmış...
Tabi ki kusursuz, çatlaksız testi vazifesini mükemmel yaptığı için çok gururlanıyormuş ...
Fakat zavallı çatlağı olan kusurlu testi, çok utanıyormuş. Doldurulan suyun sadece yarısını eve ulaştırabildiği için de çok üzülüyormuş.
Iki yılın sonunda bir gün, görevini yapamadığını düşünen çatlak testi, ırmak kenarında adama şöyle demiş:
"Kendimden utanıyorum. şu yanımdaki çatlak nedeniyle, sular eve gidene kadar akıp gidiyor.." Adam gülümseyerek dönmüş testiye:
" Göremedin mi? yolun senin tarafında olan kısmı çiçeklerle dolu.
Fakat kusursuz testinin tarafında hiç yok. Çünkü ben başından beri senin kusurunu, çatlağını biliyordum.. Senin tarafına çiçek tohumları ektim.
Ve hergün o yolda ben su taşırken, sen onları suladın..
2 senedir o güzel çiçekleri toplayıp, masamı süslüyorum.
Sen kusursuz olsaydın, o çatlağın olmasaydı, evime böyle güzellik ve zerafet veremeyecektim " diye cevap vermiş.
HEPiMiZ BiRER ÇATLAK TESTi DEĞiL MiYiZ ?
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/safa_merve.jpg[/img]
- yolcu
- Saygın Üye
- Mesajlar: 369
- Kayıt: 14 May 2009, 02:00
- habibi
- Özel Üye
- Mesajlar: 1059
- Kayıt: 26 Eki 2008, 02:00
Bir akşam üzeri Peygamber aleyhissalatu vesselam:
Ya Ebu Zer biliyor musun güneş nereye gidiyor? Dediğinde, Ebu Zer (ra):
Allah ve Resulü daha iyi bilir diyecek, bunun üzerine Resulallah efendimiz kendi sorusunu şöyle cevaplayacak:
Arşın altında Rabbini secde etmeye!
~ Bir akşamüstü güneşi bu nazarla seyrederken hepimize;
her sabah başını secdeden kaldırıp Rabbinin huzurunda kıyama duran;
ikindi vakti rükuya eğilen, akşam vakti tekrar secdeye kapanan bir güneş tasavvuru sunarak kainatı seyrin adabını öğretmektedir Peygamber efendimiz (s.a.v.)
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/hbbi.jpg[/img]
- habibi
- Özel Üye
- Mesajlar: 1059
- Kayıt: 26 Eki 2008, 02:00
Hz. Ömer (ra) zamanında etkili, sözleriyle insanları âdetâ büyüleyen Cendî isimli güçlü bir şair varmış. Hem çalar, hem söylermiş. Söz sultanlarının yarıştığı o dönemde bayağı teveccüh kazanmış, çok da talebe yetiştirmiş. Gün gelmiş, 75 yaşına merdiven dayamış, tabiî ki eski sevgi ve ilgiyi göremez olmuş.Bir gün bir meclise girdiğinde hiçbir ilgi göremeyişi çok ağır gelmiş Cendîye. Yıkılmış, mahvolmuş. Bir türlü hazmedememiş. Üzüntüyle çekip gitmiş. Mezarlığa gitmeyi kurtuluş olarak görmüş Cendî. Bir mezar taşının dibine yığılıp sızlana sızlana Ben ki senelerdir insanlara çaldım, söyledim. Önce alkış tutanlar şimdi görmezden geliyorlar. Ben de Allah için çalar, söylerim diyerek içten yakarışlarla söylemeye başlamış. Öyle içli söylüyormuş ki Hz. Ömerin (ra) kalbine ilham gelmiş: Benim bir sevgili kulum var mezarlıkta. Ne istiyorsa, yerine
getir. Hemen mezarlığa gitmiş Hz. Ömer. Onu karşısında görür görmez korkmuş Cendî. Hz. Ömer: Ben senin hal ve hatırını sormaya geldim. Allah bana ilham etti deyince de rahatlamış.Cendinin intibaha gelmesine yetmiş bu sözler. Sazını kırıp, Ben senelerdir halka çalıp söyledim. Kıymetim bilinmedi. Allaha beş dakika söyledim beni sevdiği kullar defterine yazdı diye sevinç çığlıkları atmış.
Ne mutlu Allah için yaşayabilen,
Onun rızası istikametinde hareket edebilenlere!
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/hbbi.jpg[/img]
- NuruM
- Saygın Üye
- Mesajlar: 350
- Kayıt: 22 Mar 2008, 02:00
'Bir adam Hz. Ömer (r.a.)'in yanında bir hususta şâhitlikte bulunmuştu. Ömer ibnü'l-Hattâb hazretleri ona,
' Ben seni tanımıyorum, seni tanıyan birini getir, dedi.
Orada bulunanlardan birisi,
' Ben onu tanıyorum, deyince Hz. ömer,
' Nasıl bilirsin? diye sordu. O da,
' Emin ve âdil bir adam olarak tanıyorum, cevabını verdi.
Hz. Ömer (r.a.) tekrar sordu:
' Gecesini gündüzünü bildiğin, yakın bir komşun mudur?
' Hayır, diye cevap verdi adam.
Hz. Ömer (r.a.) sormaya devam etti:
' İnsanın takvâsını ortaya koyan, muâmelesidir. Bu adam, alış'veriş yaptığın bir kimse midir?
Adam tekrar,
' Hayır, dedi.
Hz. Ömer (r.a.) bu defa;
' Bununla, insanın ahlâkının güzel veya çirkin olduğunu anlamaya imkân veren bir yolculuk yaptın mı? diye sordu.
Adam bu soruya da,
' Hayır, cevabını verince, Hz. Ömer (r.a.),
' Sen onu tanımıyorsun, dedi ve sonra da adama dönerek,
' Git, seni tanıyan birini getir, buyurdu.'
Demek ki bir insanı iyi tanıyabilmek, doğruluk ve dürüstlüğünden emin olabilmek için; onunla, ya yakın komşuluk yapacaksın veya alış-verişte bulunacaksın yahut da beraber yolculuk edeceksin... Aksi takdirde, yani bu ölçülerden hiçbirisi ile tartmadığın bir kişi hakkında, müsbet veya menfî yönde şahâdette bulunmayacaksın. Zira bu demektir ki, sen onu tanımıyorsun.
Alıntı:
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/NuruMimza.gif[/img]
- nur-ye
- Özel Üye
- Mesajlar: 9091
- Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00
KISSADAN HİSSE
SOĞAN HIRSIZI!
Bir zamanlar uzak diyarlarda Reza adlı bir adam yaşıyordu. Bir gece Reza yöredeki soğan tarlalarından soğan çalıp, toplayıp onları pazarda yüksek bir karla satmaya karar verir. Yaz dolayısı ile gökyüzü ve ay pırıl pırıldır bu da onun görüş açısını kolaylaştıracaktır. Eline büyük bir sepet alır ve atını komşununun tarlasına doğru sürer.
Tarlaya vardığında kimsenin orada olmadığınından emin olduktan sonra 100 tane soğan toplayarak sepetine yerleştirir. Sepet sonuna kadar dolmuştur soğanları atına yükleyip evine dönmeye karar verir. Fakat atın üzerine o kadar ağırlığı yüklediği anda at yüksek sesle kişner.
Tarlanın üzerindeki çiftlik evinde ise çiftçinin karısı sesi duyar ve sesin nerden geldiğine araştırmak için pencereden bakar ve Rezanın atına yüklediği soğanları görür, eşi ve çocuklarına haber verir. Hep birlikte Reza' yı yakalarlar.
Sabah olduğunda Reza kadının karşısında çaldığı 100 soğanın hesap veriyordur. Kadı Reza' ya 3 cezadan beğendiğini seçmesini söyler:
- Çaldığı 100 soğan karşılığında komşusuna 100 altın ödemek...
- Çaldığı 100 soğan karşılığında 100 kırbaç yemek...
- Çaldığı 100 soğan karşılığında 100 soğan yemek...
Reza cezalardan 100 soğan yemeyi seçer. Ama soğanları yedikçe içi çok fena olur. 25 soğandan sonra ise boğazı yanar ve daha önünde yenecek 75 soğanın olduğunu düşününce tüm bunların yerine 100 kırbaç yemenin daha iyi olduğunu düşünür.Fakat 10 kırbaçtan sonra ağrıdan kıvranır ve daha çok acı çekmemek için 100 altını komşusuna vermeyi kabul eder.
Eğer Reza 100 altını baştan ödese ne olurdu? Acı soğanları ve belini acıtan şiddetli kırbaç darbelerini yemekten kurtulurdu şüphesiz. Fakat yaşamda öyle değil midir? Önümüzde tercihler vardır ve en kısa çözüm dümdüz ve en sade olanıdır. Fakat bizler genelde yaşamda zigzaglar , üçgenler, daireler , poligonlar çizerek o yoldan birazcık saparız ve yolumuzun bu olduğunu ifade ederiz. Fakat sonunda hepsi aynı düz ve sade çözüme gider... O elde ettiğimiz uzun yollar ve çizgiler mi? Onlarda hayat tecrübelerimizdir.
HİKAYEARŞİVİ
SOĞAN HIRSIZI!
Bir zamanlar uzak diyarlarda Reza adlı bir adam yaşıyordu. Bir gece Reza yöredeki soğan tarlalarından soğan çalıp, toplayıp onları pazarda yüksek bir karla satmaya karar verir. Yaz dolayısı ile gökyüzü ve ay pırıl pırıldır bu da onun görüş açısını kolaylaştıracaktır. Eline büyük bir sepet alır ve atını komşununun tarlasına doğru sürer.
Tarlaya vardığında kimsenin orada olmadığınından emin olduktan sonra 100 tane soğan toplayarak sepetine yerleştirir. Sepet sonuna kadar dolmuştur soğanları atına yükleyip evine dönmeye karar verir. Fakat atın üzerine o kadar ağırlığı yüklediği anda at yüksek sesle kişner.
Tarlanın üzerindeki çiftlik evinde ise çiftçinin karısı sesi duyar ve sesin nerden geldiğine araştırmak için pencereden bakar ve Rezanın atına yüklediği soğanları görür, eşi ve çocuklarına haber verir. Hep birlikte Reza' yı yakalarlar.
Sabah olduğunda Reza kadının karşısında çaldığı 100 soğanın hesap veriyordur. Kadı Reza' ya 3 cezadan beğendiğini seçmesini söyler:
- Çaldığı 100 soğan karşılığında komşusuna 100 altın ödemek...
- Çaldığı 100 soğan karşılığında 100 kırbaç yemek...
- Çaldığı 100 soğan karşılığında 100 soğan yemek...
Reza cezalardan 100 soğan yemeyi seçer. Ama soğanları yedikçe içi çok fena olur. 25 soğandan sonra ise boğazı yanar ve daha önünde yenecek 75 soğanın olduğunu düşününce tüm bunların yerine 100 kırbaç yemenin daha iyi olduğunu düşünür.Fakat 10 kırbaçtan sonra ağrıdan kıvranır ve daha çok acı çekmemek için 100 altını komşusuna vermeyi kabul eder.
Eğer Reza 100 altını baştan ödese ne olurdu? Acı soğanları ve belini acıtan şiddetli kırbaç darbelerini yemekten kurtulurdu şüphesiz. Fakat yaşamda öyle değil midir? Önümüzde tercihler vardır ve en kısa çözüm dümdüz ve en sade olanıdır. Fakat bizler genelde yaşamda zigzaglar , üçgenler, daireler , poligonlar çizerek o yoldan birazcık saparız ve yolumuzun bu olduğunu ifade ederiz. Fakat sonunda hepsi aynı düz ve sade çözüme gider... O elde ettiğimiz uzun yollar ve çizgiler mi? Onlarda hayat tecrübelerimizdir.
HİKAYEARŞİVİ
- nur-ye
- Özel Üye
- Mesajlar: 9091
- Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00
KISSADAN HİSSE
YÜZÜK!
Genç adam yöresindeki bilge ve yaşlı kişiler hakkında sağda solda atıp tutuyordu. Bir gün Dhu Nun ona küçük bir ders vermek istedi ve genç adamı yanına çağırarak parmağındaki yüzüğü ellerine tutuşturdu ve,
- "Şimdi pazara git ve bu yüzüğü 1 dolara sat" dedi.
Genç adam yüzüğü satmak için pazara gitti. Fakat kimse yüzüğe 10 centten fazla vermiyordu. Çaresiz Dhu Nun'un yanına geri döner ve olanları anlatır.
Dhu Nun ona şöyle der; "Şimdi kuyumcuya git ve yüzüğünün değerinin ne kadar olduğu sor."
Genç adam kuyumcuya gider, kuyumcu yüzüğe tam 1000 dolar paha biçer. Genç adam şaşırmıştır. Doğru Dhu Nun'un yanına geri döner ve bu kez de ona kuyumcuda olanları anlatır. Dhu Nun genç adama döner ve
- "Dünyadaki her varlığın gerçek değerini anlaman için çok çalışıp okuman, o işin uzmanı olman gerekir." der.
HİKAYEARŞİVİ
YÜZÜK!
Genç adam yöresindeki bilge ve yaşlı kişiler hakkında sağda solda atıp tutuyordu. Bir gün Dhu Nun ona küçük bir ders vermek istedi ve genç adamı yanına çağırarak parmağındaki yüzüğü ellerine tutuşturdu ve,
- "Şimdi pazara git ve bu yüzüğü 1 dolara sat" dedi.
Genç adam yüzüğü satmak için pazara gitti. Fakat kimse yüzüğe 10 centten fazla vermiyordu. Çaresiz Dhu Nun'un yanına geri döner ve olanları anlatır.
Dhu Nun ona şöyle der; "Şimdi kuyumcuya git ve yüzüğünün değerinin ne kadar olduğu sor."
Genç adam kuyumcuya gider, kuyumcu yüzüğe tam 1000 dolar paha biçer. Genç adam şaşırmıştır. Doğru Dhu Nun'un yanına geri döner ve bu kez de ona kuyumcuda olanları anlatır. Dhu Nun genç adama döner ve
- "Dünyadaki her varlığın gerçek değerini anlaman için çok çalışıp okuman, o işin uzmanı olman gerekir." der.
HİKAYEARŞİVİ
- sdemir
- Kıdemli Üye
- Mesajlar: 487
- Kayıt: 24 Mar 2008, 02:00
BAYKUŞ
Sahabe-i güzinden ka'bel-Ahbar (r.a)Hz. ÖMER r.a'a:
"Ya ÖMER , kimsenin bilmediği bir şey nakladeceğim sana.Bunu peygamber kitaplarından okudum, oldukça gariptir.Hz. ÖMER(r.a)
"Söyle bakalım Ya Ka'b"
bir gün Süleyman (a.s)'ın huzuruna bir baykuş geldi.Hz.Süleyman ile baykuş arasında şu konuşma geçti:
"Ey baykuş ben biliyorum ki arpa, buğday vb. hububat yemezsin ,acaba neden?"
"Ya nebiyyallah, Adem ile Havva o hububatı yedikleri için dünyaya sürüldüler.
Ben de onun için yemem."Baykuş değil sanki koskoca evliya mübarek.
"Ben biliyorum ki, sen suda içmiyorsun, neden acaba?"
"Ey Allah'ın peygamberi, Nuh (a.s)'yn kavmi suda boğuldu.Ben de suya tevbe ettim."
"Peki niçin mamur yerlerde değil de harap yerlerde ya?arsın".
"Harap yerler Allah'ın mirasıdır, sahipsizdir.Ben insanların sahip olduğu binaya konmam".
"Harabelerde niçin ötersin?"
"Ey dünya nimetlerine aldananlar, bulunduğum harabeyi görüyormusunuz? Siz de bir gün bunu gibi harap olaçaksınız, demek isterim".
"Peki evlerin üstünden uçarken ne diye ötersin?Ne demek istersin bununla insanlara?"
"Ey Ademoğlu yazıklar olsun sana . Arkanda bu kadar isyan ve günah, önünde de bu kadar keder ve bela varken nasıl dünya nimetlerinden lezzet alıp neşelendiğinize şaşarım."
"Niçin gündüz uyurda gece uyumazsın?"
"Ey Allah'ın nebisi, gündüz ademoğullarının nefislerine uyup zulumlerinin çoğaldığı zamandır. Onlardan kaçarım ki zulümleri bana erişmesin .Güzdüz uyurum ki, onların yaptıklarını gözlerim görmesin."
"Ya sabaha kadar ne zikredersin?"
"Ey insanlar , uykunuzu ve gafleti bırakın artık .Ahiret için tedarik görüp, azık hazırlayın ." Sonra beni yaratan Allahü Azimüşşanı noksan sıfatlardan tenzih ederim."
"Ey baykuş, insanlar seni uğursuz sayarlar .Halbuki senin kadar insana merhamet eden ve nasihatte bulunan yokmuş."
Sahabe-i güzinden ka'bel-Ahbar (r.a)Hz. ÖMER r.a'a:
"Ya ÖMER , kimsenin bilmediği bir şey nakladeceğim sana.Bunu peygamber kitaplarından okudum, oldukça gariptir.Hz. ÖMER(r.a)
"Söyle bakalım Ya Ka'b"
bir gün Süleyman (a.s)'ın huzuruna bir baykuş geldi.Hz.Süleyman ile baykuş arasında şu konuşma geçti:
"Ey baykuş ben biliyorum ki arpa, buğday vb. hububat yemezsin ,acaba neden?"
"Ya nebiyyallah, Adem ile Havva o hububatı yedikleri için dünyaya sürüldüler.
Ben de onun için yemem."Baykuş değil sanki koskoca evliya mübarek.
"Ben biliyorum ki, sen suda içmiyorsun, neden acaba?"
"Ey Allah'ın peygamberi, Nuh (a.s)'yn kavmi suda boğuldu.Ben de suya tevbe ettim."
"Peki niçin mamur yerlerde değil de harap yerlerde ya?arsın".
"Harap yerler Allah'ın mirasıdır, sahipsizdir.Ben insanların sahip olduğu binaya konmam".
"Harabelerde niçin ötersin?"
"Ey dünya nimetlerine aldananlar, bulunduğum harabeyi görüyormusunuz? Siz de bir gün bunu gibi harap olaçaksınız, demek isterim".
"Peki evlerin üstünden uçarken ne diye ötersin?Ne demek istersin bununla insanlara?"
"Ey Ademoğlu yazıklar olsun sana . Arkanda bu kadar isyan ve günah, önünde de bu kadar keder ve bela varken nasıl dünya nimetlerinden lezzet alıp neşelendiğinize şaşarım."
"Niçin gündüz uyurda gece uyumazsın?"
"Ey Allah'ın nebisi, gündüz ademoğullarının nefislerine uyup zulumlerinin çoğaldığı zamandır. Onlardan kaçarım ki zulümleri bana erişmesin .Güzdüz uyurum ki, onların yaptıklarını gözlerim görmesin."
"Ya sabaha kadar ne zikredersin?"
"Ey insanlar , uykunuzu ve gafleti bırakın artık .Ahiret için tedarik görüp, azık hazırlayın ." Sonra beni yaratan Allahü Azimüşşanı noksan sıfatlardan tenzih ederim."
"Ey baykuş, insanlar seni uğursuz sayarlar .Halbuki senin kadar insana merhamet eden ve nasihatte bulunan yokmuş."
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/sdemirimza.gif[/img]
- nur-ye
- Özel Üye
- Mesajlar: 9091
- Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00
KISSADAN HİSSE
Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir...
Acının Gizlediği Armağan
Bir gün okyanusta yol alan bir gemi kaza geçirerek battı. Gemiden sağ kurtulan adamı, dalgalar küçük, ıssız bir adaya kadar sürükledi.
Adam ilk günler kendisini kurtarmasını için Allah'a yakardı ve yardım bulurum umuduyla ufka baktı. Ama ne gelen oldu, ne giden
Daha sonra rüzgardan, yağmurdan ve zararlı hayvanlardan korunmak için ağaç dallarından ve yapraklardan bir kulübe yaptı. Sahilde bulduğu, gemiden arta kalan konserve, pusula gibi eşyaları bu kulübeye koydu.
Günler hep aynı şekilde geçiyordu. Balık avlıyor, pişirip yiyor ve ufku gözlüyor, kendisini kurtarması için Allah'a dua ediyordu. Bir gün tatlı su getirmek için yürüyüşe çıkmıştı, geri döndüğünde kulübesinin alevler içinde yandığını gördü. Duman, dans ede ede göğe yükseliyordu. Başına gelebilecek en kötü şeydi bu.
Keder ve öfke içinde donakaldı. Şimdi bu ıssız adada, başını sokabileceği bir kulübe bile kalmamıştı. "Allah'ım, bunu bana nasıl yapabildin?" diye feryat etti. O geceyi keder ve üzüntü içinde geçirdi. O kadar dua ettiği halde, başına bu olay geldiği için sitemler etti.
Ertesi sabah erken saatlerde, adaya yaklaşmakta olan bir geminin düdük sesiyle uyandı!
Bitkin adam kendisini kurtaranlara sordu;
"Benim burada olduğumu nasıl anladınız?"
Cevap onu hem şaşırttı, hem de utandırdı:
"Dumanla verdiğiniz işareti gördük!"
Canımızı sıkan, göz yaşlarımızı inci gibi döküveren olaylar sessiz bir kurtuluş çağrısı, bir mutluluk davetiyesi belki de İlk bakışta dayanılmaz gelen acı anlar, sonrasında kalbimizi kuş gibi hafifleten, ruhumuzu ısıtan tatlı tecrübelere dönüşüyor. Aydınlıkta seçemeyeceğimiz bir ışık, karanlık basınca fenerimiz oluyor. Keyfimiz yerindeyken burun kıvırdığımız tavsiyeler, yaslı anlarımızda imdadımıza yetişiyor. İyilik hallerinde sırt çevirdiklerimiz, zor anlarda sırtımızı dayadıklarımız oluyor.
Hikayede yanan kulübenin dumanıyla kurtuluş umudunun yeşermesi gibi, yaşamımızdaki kırık dökükler, yıkıntı ve ziyanlar, kayıp ve yenilgiler yenilenmenin, yeniden doğuşun tohumlarını ekiyor aslında
Acı, derinlerinde gizlenen tatlı hediyelerle dolu. Yapmamız gereken, acıyla barışıp onu çözümlemek, gizlediği armağanı kalbimize buyur etmek..
Kaynak: Sait Çamlıca
(Not: e-posta ile arkadaşım Ferda'dan aldığım bir kıssayı siz değerli kardeşlerimle paylaşıyorum.)
Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir...
Acının Gizlediği Armağan
Bir gün okyanusta yol alan bir gemi kaza geçirerek battı. Gemiden sağ kurtulan adamı, dalgalar küçük, ıssız bir adaya kadar sürükledi.
Adam ilk günler kendisini kurtarmasını için Allah'a yakardı ve yardım bulurum umuduyla ufka baktı. Ama ne gelen oldu, ne giden
Daha sonra rüzgardan, yağmurdan ve zararlı hayvanlardan korunmak için ağaç dallarından ve yapraklardan bir kulübe yaptı. Sahilde bulduğu, gemiden arta kalan konserve, pusula gibi eşyaları bu kulübeye koydu.
Günler hep aynı şekilde geçiyordu. Balık avlıyor, pişirip yiyor ve ufku gözlüyor, kendisini kurtarması için Allah'a dua ediyordu. Bir gün tatlı su getirmek için yürüyüşe çıkmıştı, geri döndüğünde kulübesinin alevler içinde yandığını gördü. Duman, dans ede ede göğe yükseliyordu. Başına gelebilecek en kötü şeydi bu.
Keder ve öfke içinde donakaldı. Şimdi bu ıssız adada, başını sokabileceği bir kulübe bile kalmamıştı. "Allah'ım, bunu bana nasıl yapabildin?" diye feryat etti. O geceyi keder ve üzüntü içinde geçirdi. O kadar dua ettiği halde, başına bu olay geldiği için sitemler etti.
Ertesi sabah erken saatlerde, adaya yaklaşmakta olan bir geminin düdük sesiyle uyandı!
Bitkin adam kendisini kurtaranlara sordu;
"Benim burada olduğumu nasıl anladınız?"
Cevap onu hem şaşırttı, hem de utandırdı:
"Dumanla verdiğiniz işareti gördük!"
Canımızı sıkan, göz yaşlarımızı inci gibi döküveren olaylar sessiz bir kurtuluş çağrısı, bir mutluluk davetiyesi belki de İlk bakışta dayanılmaz gelen acı anlar, sonrasında kalbimizi kuş gibi hafifleten, ruhumuzu ısıtan tatlı tecrübelere dönüşüyor. Aydınlıkta seçemeyeceğimiz bir ışık, karanlık basınca fenerimiz oluyor. Keyfimiz yerindeyken burun kıvırdığımız tavsiyeler, yaslı anlarımızda imdadımıza yetişiyor. İyilik hallerinde sırt çevirdiklerimiz, zor anlarda sırtımızı dayadıklarımız oluyor.
Hikayede yanan kulübenin dumanıyla kurtuluş umudunun yeşermesi gibi, yaşamımızdaki kırık dökükler, yıkıntı ve ziyanlar, kayıp ve yenilgiler yenilenmenin, yeniden doğuşun tohumlarını ekiyor aslında
Acı, derinlerinde gizlenen tatlı hediyelerle dolu. Yapmamız gereken, acıyla barışıp onu çözümlemek, gizlediği armağanı kalbimize buyur etmek..
Kaynak: Sait Çamlıca
(Not: e-posta ile arkadaşım Ferda'dan aldığım bir kıssayı siz değerli kardeşlerimle paylaşıyorum.)