2010 Mart H.A; YAKİN Kulihvani

Cevapla
Kullanıcı avatarı
sev-guzel
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 609
Kayıt: 15 Mar 2008, 02:00

2010 Mart H.A; YAKİN Kulihvani

Mesaj gönderen sev-guzel »

YAKÎN
Tarih: 03.03.2010 Saat: 11:26 Gönderen: kulihvani



Resim


YAKÎN


Kul İhvanî

İlim BİLmekle, Edeb BULmakla ve İrfan Sâhibi OLmakla Erkan YAŞAnır.
Son-UÇta Erkan; Kul Nefsi Rüşdüne erince Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem de, Nûrullahın Kerem “Kun!” uyla Her AN şuhûda çıkıp durması Şeenullahı ve Sünnetullah''ıdır.
İlmin ANA Hedefi, İnsanın Nefs-AKLına Tasavvuf Tenceresinde Naz-Niyâz Öğretimi ve Eğitimi vererek kendini Bildirip ÎKANa, RABBını BULdurup YAKÎNe kavuşturup yaşatarak şâhidi etmektir.
Naz-Niyâz Öğretimi ve Eğitimi Muhammedî Melâmet Mektebimizin Baş öğretmeni ise Bizzât Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem''dir.

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “ALLAH Beni muallim (öğretmen) olarak göndermiş bulunuyor.” buyurmuştur.
(İbni Mâce, Mukaddime 229)


Naz-Niyâz Öğretimi ve Eğitimi veren ve yaşatan Muhammedî Melâmet Mektebinde Ana Ders:

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu: Nefsini BİLen RABBını BİLir!” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II/343 (2532)

Sakın ha sakın bunu kolay iş sanmayasın!
Tasavvufun anayasanının maddelerinden birisidir ki: “Kendini bilene babasının kanı helâl, kendini bilmeyene anasının sütü haramdır...”

ÎKAN o ki kavuşan nefsi kesin kâni kılar, en iyiyi yakînen bildirir.
Îkan, Yakîn hasıl etmek ve edilmek suretiyle bilmektir ve yaşamaktır.
Îkan, en sağlam ve zannsız olarak kavrayıştır ve Yakîn Kapısıdır..
Yakîn makâmıdır. Kurb makâmıdır. Ayn’el yakîn makâmıdır.
Ayn, göz olduğu kadar bir de insanın mâhiyet ve hüviyetinin bir noktaya dönüştüğü Âyân-ı Sâbitesidir ve ASLıdır.

Yakîn; yakın ve yaklaşmış olandan da yakîn ve bile olandır.

İz’ân ise îkanın bâtını olup: zansız kavrayışın bu makamda Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Edebine gark olup son sözünü dinleyip boyun eğip Edib oluşu...

Açıkça ve Tükrçesi Hakke’l-Yakîn Makâmıdır.
Hamd Makâmıdır... Makâm-ı Mahmud sallallâhu aleyhi ve sellem’dir.
İnsanoğlunu burada Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in misâfiri,
İhsân da ise ALLAHu Zu’L-CELÂL’in misâfiri say sen kardeşim...

İlim; Hak-Bâtıl ve Hayr-Şerri bilmektir.
İlimsiz ancak câhillik olur ve edebsiz ilim sâhibi olan ise İblis''tir.
Muhammedî hasbî Hizmet hedefiyle İlim peşinde koşmak en kudsal işlerdendir:

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “İlim peşinde koşanın yolu üzerine melekler kanatlarını sererler.” buyurmuştur.
(Ebu Dâvud 24/1; İbni Mâce, Mukaddime 225-226)

İlmiyle âmil olup HAKK’a inanıp Hayr ile Sâlih Amel işleyen Âlim ise:

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Âlimler peygamberin vârisleridir.” buyurmuştur.
(Ebu’d- Derda (ra) dan; Buhârî, İlim 10; Ebu Dâvud, İlim I/3641; İbni Mâce, Mukaddime 17)

İslâm''da ilim ve âlim budur...
İlmin ve Hayâtın gâyesi KULun YAKÎNe ULAŞmasıdır.
Elbette Kemâlatta Seyr u Süluk dereceleri olacaktır.

Burhan ve delillerle ulaşılan İlmel yakîn''de Muhammedî Âlimler
İlhâm ve keşfin ürünü Ayne’l-yakîn''de Muhammedî Kâmiller-Ârifler
Zevk ve hazların hâli Hakke’l-yakîn''de Muhammedî Âşıklar Hasbî ve Habibî Hizmetçisidirler Şeriat-ı Garrâmızın hamdolsun!.

Yakîn: Şüphesiz, sağlam ve kat''i olarak bilmektir.

Ömer Nasûhi Bilmen Hocamız Yakîni şöyle anlatmıştır:

“Yakîn, ma''rifet ve dirâyetin ve emsâlinin fevkinde olan ilmin sıfatıdır. İlm-i yakîn denir, ma''rifet-i yakîn denilmez."

Ayn-el yakîn, göz ile görür derecede veya görerek, müşâhede ederek bilmek.
Meselâ; uzakta bir duman görüyoruz.
Orada ateşin varlığını ilmen biliyoruz, demektir.
Bu bilme derecesine İlme''l-Yakîn deniyor.

Ateşe yaklaşıp, gözümüzle görürsek, ona Ayne''l-Yakîn bilmek deniyor.
Daha da ilerliyerek bütün hislerimizle ateşin varlığını anladık ise; ateşin yakması ve sâir sıfatlarını da bildik ise, bu nevi''den olan ilmimizin derecesine de Hakka''l-Yakîn deniyor.

(Hakka’l- Yakîn: Abd''in sıfatları, Cenâb-ı HAKK''ın Sıfatlarında fâni olup, kendisi onunla ilmen ve şuhûden ve hâlen bekâ bulmaktadır.)

Çile Çarmıhının Can Kurbanlarından Hallâc-ı Mansur (ks)AŞKı, pervâne ve mum misâliyle anlatmıştır “Kitâbu’t- Tavâsin”de.
Pervânenin mum ışığını görmesine İlme’l-Yakîn,
Yaklaşıp ısısını sînesin de hissetmesine Ayne’l-Yâkin,
İçine dalıp yanıp kül olmasını da Hakka’l-Yâkin olarak anlatmıştır.
Îdamında elleri kesilince kanını yüzüne sürüp:

“Aşk ile kılınacak iki rekât namazın abdesti âşık kanıyla alınmazsa sahih olmaz!” demiştir.

Şehîd-i Aşk’ın kanı, yer yüzüne “ALLAH celle celâluhu” yazmıştır ispatlamak için cANlar!..

فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَكُن مِّنَ السَّاجِدِينَ
Fe sebbih bi hamdi rabbike ve kun mine''s-sâcidîn(sâcidîne): Sen RABBini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol.”
(Hicr 15/98)

وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّى يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ
Va’bud rabbeke hattâ ye’tiyekel yakîn (yakînu): Ve yakîn sana gelinceye kadar RABBine ibâdet et.”
(Hicr 15/99)

Abd’in, RABB’ısını YAKÎN BULmasıdır Muhammedî Tasavvuf.

Ölüm korkusundan, nefse çıkış yolu bulamayıştan, halkı taklîd bakımından v.s. nedenlerle yapılan kulluk, câhil işidir.

Ârif kişi; el-HAKK olan Rabbü’l-âlemin’in hakkını teslim eder.
Nefsî Havf, Kalbî Haşyet, Ruhî Takvâ Şuûrunda olan kimse, muhsinlerden kâmil, ârif ve âşık bir Muhammedîdir.

Korku ve saygı, korunmayı getirince sırat, sırât-ı mustakîm; can, cennet olur.

Celâl kemâl ile cemâl’e dönüşür de hemhâl ile YAKÎNu’L-YAKÎN den İHSÂNı hak eder MUHSİN olur.
İnsan nefsî; aczini bilince Haif, RABB’ısının azametini anlayınca Haşîdir.
İkisini cem’ edince müttakîdir.

Onun için Sevgili Efendimiz Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem buyrmakta ki:

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “ALLAH’dan dünya ve ahirette aff, afiyet ve yakîn isteyin.”
(İbn-i Mâce, Dua 5)

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem''in BİZim için Sıhhat ve selâmet duâsı ise BİZce;

Bedenen Lisânen Yakîni BİLmek
Nefsen İlme’l-Yakîni BULmak
Kalben Ayne’l-Yakîn''de OLmak
Rûhen Hakka’l-Yakîni YAŞAmakla yerini bulacak İnşaallah..

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem''in Bizim için korktuğuna bakınız!

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Ümmetim için en çok korktuğum husus YAKÎNin azalmasıdır.” buyurmuştur.
(Ebu Hureyre (ra) dan; Buhârî, Tarihü’l-Kebîr V-264; Beyhâkî, Şuabu’l-Îmân I-63/30; Taberâni, Mecmau’l-Evsat IX-401/18864)

Azîz kardeşim,

Tüm bu Anlatılanlardan amaç, Nefsin kemâlât aşamaları olan:

Nefs-i Emmâre, Nefs-i Levvâme, Nefs-i Mulhime ve Nefs-i Mutmainne Hâline getirip de RABBu’l- Âlemine DÖNmesini sağlamak ve ceNNete girmektir Murâdullah ve Emrullah:

يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ
---“Yâ eyyetuhen nefsul mutmainneh (mutmainnetu): Ey o rabbına muti'' olan nefs-i mutmeinne!”
(Fecr 89/27)

ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
---“İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh (mardıyyeten): Sen dön o RABB''ına hem râdıye olarak hem merdıyye de” .
(Fecr 89/28)

فَادْخُلِي فِي عِبَادِي
---“Fedhulî fî ibâdî: Gir kullarım içine”
(Fecr 89/29)

وَادْخُلِي جَنَّتِي
---“Vedhulî cennetî: Gir Cennetime
(Fecr 89/30)

Nefs-i Râziyye, Nefs-i Merziyye ve Nefs-i Sâfiyye Seçkinlerin, Nebîlerin, Rasûllerin Nefsi Hâl''leridir.

Nefs-i Kâmile de Rahmeten li''l-âlemin olan Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimizin Nefs-i Hâli olsa gerektir.

Bizim oluşumuz ise Damlanın Akdeniz’e karışması gibi. Muhammedî Oluş Şuûruna varış başlangıcından son ucuna kadar RABB’ımızın cûd-u-keremi ve lûtf-u-ihsânıdır bize...

İnsanlık için İmkânla İmtihan salonu OL-AN bu Hayatta Muhammedî Melâmette Allah Dostlarını iyi Anlamamız lâzım ve lâyıktır.
Onlar halkın değil de HAKK Teâlânın gözdeleridirler ve ne ederlerse Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem''in gönül hoşnutluğunu ve ALLAH Rızâsını İZlerler.

إِلَّا ابْتِغَاء وَجْهِ رَبِّهِ الْأَعْلَى

"İllebtiğâe vechi rabbihi''l-a’lâ: Ancak yüce RABBinin rızâsını aramak için (verir).”
(Leyl 92/20)

وَلَسَوْفَ يَرْضَى

Ve le sevfe yerdâ: Muhakkak kendisi de ileride râzı olacaktır.”
(Leyl 92/21)

İşte böylesine tertemiz Saf ve Kâmil Nefisler, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in Habîbiyyetine ve ALLAH Teâlâ’nın İhsânına MAZHAR olmuşlardır.

En yüce derece ehlidirler.
İslâm dini''nin hârikalıklarının, kemâlâtının ve muradedilen vasıflarının tümü onlarda gelişmiş, çiçek açmış ve meyvelerini vermiştir.
Yakînlikleri, RABB’ları ile kendileri arasında sır olup, bizim târifimiz cidden imkansızdır.
Çünkü tasavvufta hâl, ancak iştirak (yaşanınca) hâlinde anlaşılır.
Yoksa karşıdaki kişinin hafsalası almaz, taşar ve ayağı kayar...
Burası zirvedir.
Temkinli olmak, ilk ve son şarttır.
Onlar Vechillah ehlidirler.
Veche; rızâ de, zâtın kendisi de, veyâ cemâl de...
Ne anlarsan onu de...

Böylesi zâtlar Ehlullah (ALLAH’ın Ehli, Sıddık, Sâlih, Âşık) olarak normal insanlar ile Mürselin olan Nebîler, Rasûller ve Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’dir.

Ehlullah deyip geçmemek lâzım.
Evliyâullah (ALLAH Dostları) başka, Ehlullah başka...

Velîler, günümüzde halk ile HAKK celle celâluhu arasındaki köprü gibidir.
Onlar, HAKK Celle Celâluhu’ya itâat ve ihlâsla yakîn, HAKK celle celâluhu da onlara lûtf u ikrâm ve ihsânıyla yakîndır.
Onlar HAKK celle celâluhu’nun Halkına, Muhammedî Muhabbet ve Merhametle Her An, Her Yer ve Her Hâlde Hasbî Hizmete Seferber Hademelerdirler.

BİZ BİR-İZ İnşaallah!
BiZlerde Onların Hizmetindeyiz Livechillah!

Elhamdu lillâhi Rabbi''l-âlemîn…

SALLat u SeLâM Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’e Sâhib çıkanlarına ve Sâhib çıktıkları Muhammedî cANlara OLsun!.
En son sev-guzel tarafından 11 Şub 2011, 21:36 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
sev-guzel
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 609
Kayıt: 15 Mar 2008, 02:00

Re: 2010 Mart H.A; YAKİN

Mesaj gönderen sev-guzel »

Re: YAKÎN (Puan: 1)
Gönderen: MINA Tarih: 14.03.2010 Saat: 08:44
(Kullanıcı Bilgisi | Mesaj Gönder)

HAYY yürekli, değerli büyüğümüz....
Rabbimm hasbi HİZMETinizi en güzeliyle mükafatlandırsın inşallah...
Sizi Allah c.c için seviyoruz...

****


Yakîn, tevhide ermektir. Yakîne eren bir insanın ne başkasından korkusu, ne de başkalarından ümit ve recası olur. O'nun her şeyi Allah'tandır. Çünkü o, hayır ve şerrin bütünüyle Allah'tan geldiğine artık her hâliyle nigahbandır.

İşte, bu yönüyle yakîne eren bir insan, fütursuzdur, pervasızdır. O ölümü gülerek karşılar. Öyle ki o daha dünyada iken âhireti yaşamaktadır. Özlediği bazı yerleri de ölüm burakına binince göreceği inancındadır. Onun için de hep sevinçlidir. Bir hadîs mealinde yakîn ehli şöyle anlatılır: "Benim ümmetimin içinde öyle mert insanlar vardır ki, onlar halk içinde mütebessim dururlar. (Bu Allah'ın nimetlerine tercüman olmanın ifadesidir.) Gecelerini de âh u vah içinde geçirirler. (Bu da Allah'ın azabından korkmalarının ifadesidir.) Onların kalıpları, maddî yapıları dünyada, mânâ yapıları ise semadadır."[2]

****
Mesnevi'yi şerh eden Tahirü'l-Mevlevî anlatıyor:

"İskilipli Âtıf Efendi ile hapishanede beraberdik. Hoca, devrinin kültürüne vakıf, kalem erbabı bir insandı. Son duruşma için çok ciddî bir müdafaa hazırlamıştı. Ertesi gün mahkemeye çıkacak ve hakkında verilecek karar da belli olacaktı. Sabah namazından sonra İskilipli, hazırladığı müdafaa metnini parça parça etti ve götürüp çöp sepetine attı. "Ne oldu, niçin yırttın?" diye sordum. Bana şu cevabı verdi: "Bu gece rüyamda Fahr-i Kainat'ı gördüm. Ben oturmuş müdafaa yazıyordum.

O da bana hitaben: "Âtıf nedir bu tehâlükün? Yoksa bize gelmek istemiyor musun?" dedi. Ben de: "İstemez miyim ya Resûlallah!" dedim. Artık benim O'na kavuşma vaktim gelmiş demektir, müdafaaya ne gerek var!"

O günkü mahkemede Âtıf Efendi'nin idamına hüküm verilir, ama o derin bir huzur içindedir ve idam fermanını gülerek karşılar. Çünkü verilen hüküm onun Resûlullah (s.a.s)'a kavuşmasını temin edecektir. Altına böyle bir burak çekilen insan niye sevinmesin ki!

Doğru bildiği yolda yürüyen, her menzilde Hakk rızasını gözeten, her adımda Allah ve Resûlünün teveccühlerini yakaladığına inanan niye huzur içinde olmasın ki! Böyle bir kahramanı öldürebilirler; ancak asla mağlup edemezler. Evet, tebliğ adamı neticede onu muvaffakiyete götürecek işte bu ruh safveti ve duruluğunu her zaman muhafaza etmelidir.

Kendini Allah (c.c)'a adayan ve sadece O'nun rızasını kazanmaya çalışan, bugün olmasa da yarın ötede mutlaka her istek ve arzusuna kavuşacaktır. O'nu bulan neyi kaybeder ki!.. Aksine bir insan O'nu bulamamışsa bütün dünya onun olsa dahi ne değer ifade eder ki!..

Zaten, esas olan da duru bir gönül ve selim bir kalb ile Rabbe kavuşmak değil midir? Gerisi, bir sürü boş iş ve bir yığın teşviş sayılan işlere niye o kadar önem verelim ki?

Cenâb-ı Hakk'tan niyaz ve temennimiz, gönlümüzü ebede kadar duru ve kalbimizi de O'na kavuşuncaya kadar safvet içinde muhafaza etmesidir. O, bizim Rabbimizdir. Biliyoruz ki, O'nun rahmeti gadabına sebkat etmiştir. Dileğimiz, sadece O'nun rızası ve yine sadece O'nun rahmetidir...
Resim
Cevapla

“MART” sayfasına dön