2010 şubat H.A; EDEB 2 Münir DERMAN ks

Cevapla
Kullanıcı avatarı
sev-guzel
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 609
Kayıt: 15 Mar 2008, 02:00

2010 şubat H.A; EDEB 2 Münir DERMAN ks

Mesaj gönderen sev-guzel »

EDEB-II
Tarih: 04.02.2010 Saat: 15:23 Gönderen: kulihvani


Resim
ALLAH DOSTU
Münir DERMAN (ks)

EDEB-II


Edeb bu.
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vessellem Efendimizin: “El edebi hayrün mine’z- zehebi” dediği edeb bu!
Bu edeb o kadar büyük edeb o kadar büyük edebdir ki edebin büyüğü küçüğü, kilosu, bir gramı, yüz gramı milyon tonu yoktur.
Edeb bir türlüdür.
Rammâz diye bir Bağdat’ta eskiden, bu olmuş bu.
Ben buradan böyle uydurmasyon Cingöz Recai, Karagöz Hikayeleri anlatmam oğlum!
Olmuş kitaba geçmiş kitabın sahibi de: “Allaha yemin ederim ki bu doğrudur!” diyen kitaplardan ve işittiklerimden anlatırım.
Burada Karagöz hikayesi ben anlatmam.
Öyle aklın almayacağı hikaye yok...

Rammâz isminde bir şekerci var Bağdat’ta.
Rammâz yaşlı. Kimsesi yok. Leblebi şekeri şunu bunu satıyor.
Elli beş yaşlarında.
Bir gün dükkanına bir kızcağız girmiş.
Useymâ ismindeki Useymâ, Useymâ.
Kızın bak ne kadar güzel Arab ismi.
Useymâ güzel bir isim yazın bir yerinize de kızınız olursa yahut tanıdığınız. Useymâ ne kadar güzel.
On üç yaşında gelmiş koşa koşa: “Amuca demiş şeker alacaktım!.”
Derken kızcağız af edersiniz yellenivermiş. Çocuk ya bu!
Der demez kıpkırmızı olmuş çocuk.
Artık şeker de ağzında kalmış hepisi de böyle.
Bizim Rammâz da yer süpürüyor böyle.
Süpürke ile o zamanlar.
Hiç aldırdığı yok. Kız öyle duruyor.
Biraz sonra dönüvermiş: “Ne istiyorsun kızım!” demiş “Nedir?” demiş.
“Biraz hızlı söyle benim kulağım duymaz!” demiş.
Halbuki Rammâz’ın kulağı sinek vızıltısını duyar.
Kız işte: “Amuca şeker!”
“Anlamadım demiş bağırarak söyle kızım!.”
Kız bu dedi mi: “Ulan bu duymadığına nazaran bizim yellenmemizi de duymad!”
Ferahlanmış çocuk.
Ondan sonra söylemiş. Edebe bakın!
Kırkların Pîri de İmamı Hızır kapıda bekliyormuş.
O senenin kutbunu arıyormuşlar Kutub ölmek üzereymiş Gavs.
“Yâ Rammâz gel demişler Gavs-ı Azam sen oldun!”

İşte bakın edebe bakın.
Allah verir, biçimini görmezse alır.
Bir günde verdiği zaman kafana koydu değil mi kafannan beraber tutar seni alır. İşte oldun Gavs!.
Ama ibiğinden tutarsa başın açık kalır.
Eğer bir kelini örtmüşse Cenâb-ı Allah o himmetiyle kelin ortaya çıkar.
Bu edebin içine setr-i avrette girer haaa!
“Efendim ben kimse yokken böyle yapıyordum!”
Edebsizliğinden utan!.
Asıl kimse olmadığı yerde yapacaksın.
Allah her yerde hazır ve nazırdır.
Allahı görür gibi evinde bile bile edeb.
“Efendim ben evimde çırılçıplak gezeceğim!”
Ulan evinde senin Allah yok mu orda unutuyorsun câmide mi İslam oluyorsun.
Dışarıda gezenlere sözüm yok.
İslama konuşuyorum ben, islamnan konuşuyorum.

Hazreti Aişe radiyallahu anhuma Allah şefaatine nâil eylesin.
Cenâb-ı Sallallahu Aleyhi Vessellemin sevdiği kadınlardan birisi Aişe Vâlidemiz.
Oturuyormuş hücresinde.
Uzatmış mübârek ayaklarını, yorulmuş ev işi.
O sırada kapıdan içeri Ruhim isminde, Ebu Ruhim isminde Medine de şeymiş kendisi, körmüş.
Çiçek hastalığı geçirmiş gözü görmezmiş.
Gelmiş duruyor: “Yâ Aişe demiş bir kepçe bir şey ver bana!” demiş.
Aişe Vâlidemiz derhal ayaklarını örtmeye başlamış.
Hemen hışırtıyı duymuş.
Ruhim demiş: “Yâ Aişe demiş benim gözlerim görmüyor demiş. Bacaklarını görecek değilim senin!” demiş. “Görmediğimi bildiğin halde niçin?.”
“Yâ Ruhim demiş. Yâ Eba Ruhim demiş. Ben senin için şey etmiyorum demiş. Yanıma girdin. Sen nâmahremsin Allah burda!” demiş.

Biz evimize girdiğimiz zaman kapıda çeketi, merdivende donu, çırçıplak haydiii dolaşıyoruz!.
Bir de çıplaklar kampı var.
Onlar, onlar kurtuldu. O çıplaklar kampında olanlar.
Hani şu ecnebilerin çıplakların kampı. Anadan doğma.
İşte bilmem neyimiş de bir takım felsefeler.
Bunları cehenneme bile sokmazlar oğlum.
Yok yok yok!..
Cehennemde bir insan yeridir oğlum.
Hayvanların cehennemde işi yok, bilmem nenin işi yok!
Onlar için başka bir şey var. Kıyma yapacaklar onları!.
Cehennem insanlar içindir oğlum.
Temizlenme yeridir, edebsizliğin varısa gidip orda yıkanacak ateşnen.
Nasıl ki kirleniyorsun gidiyorsun.
Erdem Hamamına, bilmem İşçibaşı Hamamına şurda keseleniyorsun, meseleniyorsun.
Kimi gusletmek için dökünüp çıkıyor.
Kimisi duş yapmak için.
Kimisi kirlidir keseleniyor.
Kimisi kaşağılanıyor.
Biçimine göre.
Onun için ben bu edebten bahsediyorum.
İslam bu edeble olur.

Bilirsiniz altın vardır atlın.
Demin gine zehebten bahsettik.
Altın dirhemle ölçülür.
Eski miskalle miskal.
Miskal bir buğdayın yedide birini tartarsan bir miskal olur.
Altın dirhem ve miskal ile, elmas ta kıratla ölçülür.
Öküz de kiloyla ölçülür kasaplara sorarsan.
İslamın ölçüsü gözle görülemeyecek kadar bir ölçüyle ölçülür.
O işte bu görülmeyen edeb ile ölçülür edeb.
Edebli olan adamın ibadetinde riyâ, işinde hile ve yalan, midesinde katiyen haram yoktur.

Aziz cemaat bu devirde, bu asırda midesine helâl ekmek koyabilmek buradan Çukurhisara kadar yer altından kazmayla tünel açmaktan daha güç, buna emin olun.
Bütün hastalıklar bütün dertler mideye giren haram lokmanın tesiridir.
Elma alırsın elmanın rengi vardır, elmanın tadı vardır.
Elmanın posa kısmı vardır.
Yediğin posa kısmıdır.
Renginden bir şey anlamazsın, tadından bir şey anlamazsın.
Onun için gelen gıdanın içinde de haramiyet kokusu, haramiyet rengi vardır.
Bunlar mideyi bütün vücudu berbat eder oğlum!
Bu günkü insanların hepimizin böyle perişan oluşu, hepimizin kursağına haram giriyor.
Bi de der : “Efendim ben akşama kadar kuvvetimle çalışıyorum. Ekmeğimi alıyorum!.”
Eken Herifte bakalım abdest var mıydı?
Aceba bir yerden tohum mu çaldı.
Teee bu toprağı ekene kadar gider.
Onun için bu gün dediğim gibi midemize haram sokmamak buradan Çukur hisara şeyle, kazmayla tünel açmaktan güçtür.
Çünkü hastanın midesinde haram birike birike birike, zehir birike birike bunları yapar.
Araplarda bir lakırtı vardır: “Eshabün hayrü lehü matarün faksit mahyadatül araci vetavail mev..” gidiyor bu uzun bir şey.
Buluttan istenilen yağmur değildir.
Asıl istenilen yağmur değildir.
Asıl istenilen meyvelerin yetişip oluşlarıdır. Anladın mı?
Biz buluttan yağmur istemeyiz.
Yağacak ne olacak?
Yağsın da meyvaları yetiştirsin.
Rahmet-i İlâhiyedir o.
Merhametle temiz meyva, temiz gıda alalım diye.
Zira amelin kabulu Hakk Teâlâya aittir.
Allah’ı bilen kimsenin asla gam ve kederi olmaz ve olamaz da.
Ama Allah’ı bilebilmek içinde secdeye haram sokmayacağız.
Nasıl sokmayacağız?
Bilsem kitap hâlinde yazardım.
Herkes kendi aklınlan bulacak onu.
Riyâyı kaldıracaksın, yalanı kaldıracaksın.
Mümkün olduğu kadar temiz olmağa başlayacaksın.
Allah yardım ederse midene helâl sokacaksın.

Onun için insanlar yalınız ekmekle değil iyi söz ve nasihatlarla da beslenirler sözü, haram midene girecekse hiç olmazsa güzel sözlerle kendini besle!
Bir insan bir insana üç türlü yardım eder.
Ya maddî yardım eder.
Yaralı kaldırır. Yarasını sarar.
Veyahut: “Yav benim elinde bir şey yok İnşallah iyi olursun. Hadi aslanım!” der.
Yahutta başka birine haber verir: “Ulan şurda birisi var!”
Bu üç türlüdür.
Lakırtıyla, elle bir de başkasına haber vermeyle.
İnsan birbirine yardım eder.
Düşmüş bir adam: “Kardeşim ben yaşlıyım kaldıramayacağım seni. Ama hadi aslanım biraz dişine tak. Allah büyüktür. Allah de! Ben şimdi sana!”
İşte okşadım bunu.
Güzel lakırtı verdin ona.
Gidip başkasına da: “Yav şurada birisi düştü şuna haber verelim de gelsin!”
İşte başkasına söylemekle üç şeyle birbirine yardım eder insan.
Onun için kendi kendinize yardım edin efendim.
Evinize haram lokma sokmayım.
Sokacağına aç dur, aç dur, aç dur daha hayırlıdır!.
Ama bu günün insanına bunu anlatmak, deveye değil file hendek atlatmaktan daha güçtür.
Hepimiz aynı yaştayız eskiden bilirsiniz.
Bilmem benim memleketimde öyleydi.
İnsanlar dikeni olmayan güller gibiydi.
Birine bir çarpsan geçerken: “Zararı yok oğlum hadi git evladım!” derdi.
Birine çarpsan yaşlıya çarptın.
Yaşlı döner: “Ulan kör müydün?”
Öteki de o genç yaşlıya: “Vay öküz vay sen mi körüdün?”
Haydi kavga.
Onun için eskiden insanlar dikeni olmayan güller gibiydiler.
Şimdi gülü olmayan diken hâline geldiler.
Birbirine afkırıyorlar: “Hav! Hov!” birbirini yiyecekler, yediler zâten. Yiyorlar.
Bilirsiniz karanlık vardır karanlık.
Karanlıklar nurların zıttıdır.
Her nurun karşısında da küçücük bir karaltı vardır.
Her karaltı insandaki nurun miktarıncadır.
Bak şuradan güneş vuruyor oraya.
Burası parlak biraz sonra ara sıra buluta çıkıyor, gizlenip çıkıyor.
Hemen bakıyorsunuz ki bir karanlık oluvermiş.
İnsanlarda öyledir.
Harama gittiği zaman içi böyle kararır.
Temize gittiği zaman nurlaşır.
Daha temize gittiği zaman daha nurlaşır.
Ondan sonra, ulan uçar ondan sonra insan be.
Nasıl uçar?
Buz gibi uçar!
Şey gibi değil başka türlü uçar. Aklınnan uçar.
Cenâb-ı Allah’nan sohbet eder.
Onun için dedim ki şeytan uzak kalmışların sırrıdır.
Kimden?
Allah’tan uzak!.
Allah’nan bir olmuşlara şeytan yanaşabilir mi?
Yanaşamaz.
İnsan bu edebin içinde kaldı mı, riyâ yalan yoktur onda midesine de haram giremez oğlum!
Soksan bile kusar yediği haramı.
Bunların habercisi kimdir?.
Hani geçende sivil savunma tatbikatı oldu.
Düdükler çaldı. Tayyareler geldiği zaman şöyle olacak.
Evvelden radyo haber veriyor.
“Şöyle bir filo geliyor!” bilmem ne ediyor.
“Haber vereceğiz herkes sığınağa girsin!”
Bir Allah o günleri göstermesin.
Şöyle olsun böyle olsun diye haber verdiği gibi insanlarda da böyle edebe girdiği, Allah’ın rızasına kavuştuğunu belli eden bir şey vardır islamda;
Ona göz yaşı derler göz yaşı.
Şimdi göz yaşını herkes bilirsiniz şöyle buradan damlar, bazısı elinnen siler, bazısı mendilinen siler, siler oğlu siler!.
Ama neyi siler, Farkında değil.
Ben size şimdi göz yaşını bir anlatayım da bakın neleri siliyor.
Akıl fennin inanma vasıtası Laboratuar vardır.
Fenni bir adama, profesöre yahut üniversiteye bir şey var mı?
Evet efendim.
“Laboratuar da ispat edin bunu bana!” der.
Sanki laboratuarında iki tane şişe, üç tane cam, dört tane mi’yar vardır.
Sanki dünya otuz sahife fiziknen, kırk sayfa kimya kitabının içindedir.
Ama bunlar fen.
Gayet tabi bunlar Allah’ın şeyleri.
Akıl ve fennin inanma vasıtası olan laboratuar muayenesinde göz yaşında su vardır içinde. Tuz vardır. Üre vardır. Şeker vardır.
Dört tane madde vardır onun içinde.
Laboratuarda tahlil edersen göz yaşını.
İçinde üre denilen idrarda çıkan hani çoğalırsa kanda üremi yapar.
Üre vardır, tuz vardır, şeker vardır, su vardır.
Bu gözyaşıdır.
Bu kimya laboratuarının cevabı.

Bir de maneviyat laboratuarının cevabı raporunda.
İnsanda Hayy Esması var biliyorsunuz.
Canlılık demek hayy.
Allah’ın Hayyı. Hayyın devamına yani insandaki canlılığın hayatın devamına kaderle bahşedilen El Rezzâk Esması ile.
El Rezzâk Esması ne?
Yiyoruz yemek değil mi, El Rezzâk Esmasıyla yıkanan, içinde aklın alamadığı değişmeyen madde ve cevherler bulunan kandan süzülen bir nesnedir göz yaşı.
İnsanın kanından.
O halde Hayy Esmasının Rahmân Çeşmesinden gelen İnci Dânelerine şey derler göz yaşı.
Gözyaşı bir de atta ve köpekte vardır, onlar da ağlarlar.
Atınan köpek ağlar efendim.
Onun için Kur’ân-ı Kerimde attan da bahseder, köpekten de bahseder.
İnsan Allah ile en samimi irtibat zamanı, gözünden yaş geldiği zamandır.
Ağlayan insan güzelleşir efendim!
Çirkin bile ağlarken muhakkak güzeldir.
Çünkü Allah’nan irtibatın temin etmiştir.
Çirkin bir insan bile ağlarken güzelleşir.
İnsan ağlarken muhakkak güzelleşir.
Çok gülme esnasında gözden gelen yaş, insandaki yaradılış edebinin kendi kendine utanarak nefsinin: “Bu ne yaptığını bilmiyor Yâ Rabbi affet!” demesidir.
İnsan gülerken göz yaşı gelir ya, o insanı: “Yâ Rabbi affet bunu!” demektir onun için gelir göz yaşı gözden.
Allah’nan irtibatı olan şey.
Çok ince bir nokta burası. Onun için: “El Kahkahatül mine’ş- şeytan el tebessüme min Allah celle celâlihu!” hadisi şerifi.
“Kahkaha Şeytandandır, tebüssüm Allah’tandır!” buyuruyor.
Onun için Resul-i Ekrem Sallallahu Aleyhi Vessellem Efendimiz kahkahayla gülmezmiş, tebessüm edermiş.
Tebessüm, kahkahayla güldüğünüz zaman gözünüzden yaş gelir.
Yaşa hürmetsizliktir.
Yaş deyip te geçmeyin.
Göz yaşında aziz cemaat riyâ yoktur.
Göz yaşında yalan yoktur.
Göz yaşında bir şey daha vardır.
Söyleyemem onu kafamı vursanız bile.
Onu da siz arayın bulun.
Ben otuz sene de buldum.
Arapçada: “Ed demmatü’l- ayni lâ yağrifu ilel arif. Vel hübbü ya’telezül lezzâti bi’l- elemi.” derler.
“Ed demmatü’l- ayni”, göz yaşını “lâ yağrifu” hiç kimse bilmez.
“İlel arif” ancak arif bilir.
“Vel hübbü ya’telezül lezzâti bi’l- elemi.”
Gözünüzden yaş düşüp de şöyle geldiği zaman kendinde değildir insan.
Diline vurduğu zaman tuzu duyar duymaz kendine gelir insan.
İşte onu duyup da kendine gelmezse derhal “Vel hübbü ya’telezül lezzâti bi’l- elemi.” o ızdıraptan büyük bir zevk vardır.
Allah’a vusul vardır. Onu bi hele bir bilseniz!.

Bir hadis-i kudsî de buyuyor ki: “Bana duyulan sevgiden”
“Sevgi ne demek?”
Bir kişiye karşı duyulan sevgi, iltifat.
“Bana duyulan sevgiden, havf ve sevgiden dolayı gözden düşen yaşı yere bırakmam!” diyor Cenâb-ı Allah celle celâlihu: “Yeri mahvederim!” diyor. Hadis-i şerifte.
O halde Allah ile ahbablığın devam ettiğin zaman ulan O da sana şeyinden yakın be şah damarından da yakın.
Ağlayan da O, hepisi de O kendi yaşını yere düşürür mü? O demek.

Bir gün Hz. Musa’ya ümmeti demiş ki: “Yâ Musa! Yağmur yağmıyor de hele bir dua et de yağsın!” demiş.
O da peygamber değil mi : “Yâ İlahi! Ümmet bunaldı yağmur ver!”
Hele hele yok yağmur!. Hele hele yine yok!
Ümmeti başlamış gülmeye: “Ulan bu ne biçim peygamberdir, daha yeni zâten peygamberliği!”
Hz. Musa telsizlerini şey ediyor: “Yâ Rabbi ben senin peygamberinim. Şunlarda ümmetim ve senin kulun. Bak beni alay ediyor. Fena vaziyete düşürdüler. Nasıl yağmur vermezsin Sen!” diyor.
Sırrına vahiy geliyor: “Yâ Musa karşı dağa git demiş. Orda benim bir kulum var ona söyle o dua etsin vereceğim!”
“Peki!” demiş.
“Siz burda durun ben karşı dağa gideceğim!.”
Ve gidiyor bakıyor ki küçücük bir kulübe ve kovuğun içinde zayıf bir adam oturuyor.
Ağustos ayı. Zâten oralar sıcak memleketler, Ağustosu mağustosu yok.
Hava da bulut yok. Ağaç mağaç.
“Selâmün aleyküm!” diyor.
Hemen adam ayağa kalkıyor: “Aleyküme selâm Yâ Rasulallah Yâ Musa buyurun!”
“Sen bırak hele işi bırak!” diyor.
“Selâmı melâmı otur aşağıya!” diyor.
Hz. Musa çok asabî bir peygamberdir. Allah şefaatine nâil eyleye.
Uzun boylu öyle şakası makası olan bir adam değil.
“Şu türlü dua et de demiş ümmet bekliyor bennen alay ediyorlar.
Vahiy aldım sen dua edersen Cenâb-ı Allah yağmur verecekmiş!.”
“Emredersiniz Yâ Rasûlallah!” diyor.
Orada küçücük şöyle bir fincan gibi topraktan yapılmış bir fincan var.
Almış onu eline. O şey, Zayıf adam.
Bakmış göğe doğru.
Allah gökte mi?
Hayır gökte değil Allah.
El münasip yeri orayı görürüz temiz olduğu için kafamızı yukarı kaldırırız. Ondan böyle.
“Yâ İlahi demiş yağmuru yağdır yoksa deviriyorum bunu!” demiş.
Daha bu lakırtıyı söyler söylemez birden ortalık kararı vermiş min tarafillah, şakır şakır yağmurlar yağmaya başlamış.
“Onun içinde ne var?”
Onun içinde ibadet ederken Allah’ın sevgisinden gelen göz yaşlarını toplamış adam onun içine koymuş oraya.
Hadisi şerifte diyor ki: “Benim sevgimden gelen göz yaşını yere düşürmem yeri mahvederim!” diyor.
Şimdi herif yere dökerse kıyamet zamanı gelmedi Allah verdiği sözden dönmez mahvedecek dünyayı: “Aman dur!” demiş.
Yaaa bak ince noktaları var oğlum. Püf noktaları var.
Onun için gözyaşında bir şey var söyleyemem dedim kafamı vursanız.
Çok şeyler var İslamlar da biliyor ama biz farkında değiliz.

Cenâb-ı Peygamber bir hadisinde buyuruyor ki: “len yendi ahaden min küm amale!”
“Sizden hiç birinizi ameliniz kurtaramaz” diyor.
Kıldığınız namazla, tuttuğunuz amel kurtaramazmış.
“İki rekat namaz kılmağa mevzun olan bir kula daha hayırlısı verilmemiştir” diyor Cenâb-ı Peygamber ikinci bir hadiste.
“Dünya da iki rekat namaz kılan bir mümine verilecek işin, iki rekattan iki rekat namazdan daha hayırlı bir iş yoktur” diyor.
Amma Allah ile birleşerek kılacaksın.
“Allahuekber!”
“Ulan imam efendi çabuk kıldırsa da beni bekliyor kahvede gidip iskambil oynasak!”
Yahut: “Efendim treni kaçıracağım!”
Treni kaçıracaksan câmi de ne işin var.
Buraya geldiğin zaman Allah’a bırak kendini.
Acele etme dışarı düşünme. Dışarıyı düşündün mü o namaz olmaz O namaz olmaz.
Eğer sen hakiki namaz kılarsan o göz yaşı gibi olur işte.
O zaman Allah’a onu zornan kabul ettirirsin.
Yaaaa biz bilmiyoruz da onun için kabul olmuyor veya kabul oluyor ve yahutta Allah bilir onu.
Onun için namaz ile namazda insanda Allah ile halvette bulunmaktır.


KELİMELER:

Zeheb: Altın.
Gavs: Çağırma. Nida. Medet istemek. Yardım edici. Medet verici. Kurtuluş. (Bak: Aktâb)
Gavs-ı Azam: Abdülkadir-i Geylanî (K.S.) Hazretlerinin nâmı. En büyük Gavs. Evliyâullahın büyüğü. Gavs-i Ekber de denir. (Bak: Geylanî)(Bir zaman Hazret-i Gavs-ı Azam Şeyh Geylâni'nin (K.S.) terbiyesinde, nazdar ve ihtiyâre bir hanımın bir tek evlâdı bulunuyormuş. O muhterem ihtiyare gitmiş oğlunun hücresine, bakıyor ki, oğlu bir parça kuru ve siyah ekmek yiyor. O riyazattan za'fiyetiyle vâlidesinin şefkatini celbetmiş... Ona acımış. Sonra Hazret-i Gavs'ın yanına şekva için gitmiş. Bakmış ki, Hazret-i Gavs kızartılmış bir tavuk yiyor. Nazdarlığından demiş: "Ya Üstad! Benim oğlum açlıktan ölüyor. Sen tavuk yersin!" Hazret-i Gavs tavuğa demiş: "Kum Biiznillâh" O pişmiş tavuğun kemikleri toplanıp, tavuk olarak yemek kabından dışarı atıldığını mutemed ve mevsuk çok zatlardan Hazret-i Gavs gibi kerâmât-ı hârikaya mazhariyeti dünyaca meşhur bir zatın bir kerâmeti olarak mânevi tevatürle nakledilmiş. Hazret-i Gavs demiş: "Ne vakit senin oğlun da bu dereceye gelirse, o zaman, o da tavuk yesin." İşte Hazret-i Gavs'ın bu emrinin mânâsı şudur ki: Ne vakit senin oğlun da, ruhu cesedine, kalbi nefsine, aklı midesine hâkim olsa ve lezzeti şükür için istese, o vakit leziz şeyleri yiyebilir... L.)
Nâmahrem: Evlenmesi helâl olmayan.
Mi’yar: Ölçü. Bir şeyin kıymet ve vasfını gösterir olan.
Tahlil: Müşkül meseleyi halletmek. Bir şeyi kolaylıkla tutmak. Eritmek. Bir şeyi helâl kılmak. Yemine kefaret etmek. Man: Terkibin zıddıdır. Bir kıyas neticesinin mantık şekillerinin hangisinden olduğunu bilmek için delilin tahlili, araştırılması. Fiz: Mürekkep bir cismi tetkik etmek için esas unsurlara ayırma, çözümleme. Kim: Analiz. Tıb: İlâçla şişliği gidermek.
Rezzâk: Bütün mahlukatın rızkını veren ve ihtiyaçları karşılayan. (Allah)
Min tarafillah: Allah celle celâlihu tarafından.
Mevzun: Vezinli. Ölçülü. Tartılı. Düzgün. Yakışıklı. Her bir vasfı ölçülü ve i'tidal üzere bulunup, sırf iyi ve güzel şeylere nâil olan.


HADİS-i ŞERİFLER:

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “El kahkahatü minel şeytan et tebessümü miner rahman : Kahkaha şeytandan tebessüm rahmandandır.”
(Şeyh Esad Erbilî, Kenzü’l-İrfan)

Cerîr bin Abdullah -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:
“Fahr-i Kâinât Efendimiz, müslüman olduğum günden beri beni huzuruna girmekten alıkoymaz ve her gördüğünde gülümserdi.” buyurdu
(Buhârî, Edeb, 68)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “ALLAH korkusu ile gözünden yaş akan mümini Hak teali ateşten koruduğu gibi ateşi de onun nurundan korur.” buyurdu
(İbni Mace)


Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Sağılan süt, tekrar memeye girmediği gibi ALLAH korkusundan ağlayan da ateşe girmez.”
(Tirmizi)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “ALLAH korkusu ile gözden akan bir damla gözyaşından veya ALLAH yolunda akıtılan bir damla kan damlasından daha kıymetli ALLAH indinde bir damla yoktur.”
(Tirmizi)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “ALLAH’u Teâlâ’nın himayesinden başka hiçbir himayenin bulunmadığı kıyamette himayesine aldığı yedi kimseden biri de yalnız iken ALLAH’ı anıp gözünden yaş akan kimsedir.”
(Buhari)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Sizden, ameli kendisini kurtarabilecek hiçbir kimse yoktur!’ buyurmuştu. “Yâ Resûlallah, Seni de mi amelin kurtaramaz?” diye sordular. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Evet, Beni de amelim kurtaramaz! Ancak, Rabb’im Allahü Teâlâ Beni, tarafından bir mağfiret ve rahmetle kuşatır ve korur!” diye cevap verdiler.
(Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned, 2/235
Resim
Kullanıcı avatarı
sev-guzel
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 609
Kayıt: 15 Mar 2008, 02:00

Re: 2010 şubat H.A; EDEB 2 Münir DERMAN ks

Mesaj gönderen sev-guzel »

Re: EDEB-II (Puan: 1)
Gönderen: Gariban ([email protected]) Tarih: 04.02.2010 Saat: 22:13
(Kullanıcı Bilgisi | Mesaj Gönder)

Nur Suresi 35:

اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ

Allahü nurus semavati vel ard meselü nurihi ke mişkatin fiha misbah elmisbahu fi zücaceh ezzücacetü ke enneha kevkebün dürriyyüy yukadü min şeceratim mübaraketin zeytunetil la şerkiyyetiv ve la ğarbiyyetiy yekadü zeytüha yüdiy'ü ve lev lem temseshü nar nurun ala nur yehdillahü li nurihi mey yeşa' ve yadribüllahül emsale lin nas vallahü bi külli şey'in alim :

Allah, Semavât-ü Arzın nûrudur, nûrunun temsili sanki bir mişkât; içinde bir mısbah, mısbah bir sırçada, sırça sanki bir kevkebi dürrî (bir inci yıldız), mübarek bir ağaçtan tutuşturulur: bir zeytundan ki ne şarkîdir ne garbî, yağı hemen hemen ateş dokunmasa bile zıya verir, nûr üzerine nûr, Allah nûruna dilediğini hidayet buyurur ve insanlar için meseller darb eyler ve Allah, her şey'e alîmdir
Resim
Cevapla

“ŞUBAT” sayfasına dön