''inceden inceye''

Bizi silkeleyip kendimize getirecek nasihat ve sözler.
Kullanıcı avatarı
hamdolsun
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 496
Kayıt: 23 Ara 2009, 02:00

Re: ''inceden inceye''

Mesaj gönderen hamdolsun »

Rabiatül Adeviye , bir gün başı ağrıyınca bir tülbenti başına sarıvermişti . Sarıvermesi ile çıkarıp atması bir olmuş . Kendi kendine " Ey utanmaz nefsim . Rabbim yıllar boyu sağlık , afiyet verdi.
Bir günden bir güne bu sağlığını belirtecek bir tülbenti başına sarmamışken , bir defacık başın ağrıyınca başına bu tülbenti bağlayıp, dünya âleme ilan etmeye hayâ etmiyor musun " diye nefsine öfkelenivermiş.



incelmiişş incelmişşş incelmişttee iğne deliği ona İRİ gelecek neredeyse...
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Re: ''inceden inceye''

Mesaj gönderen MINA »

Sultan Mahmud-u Gaznevi hazretleri bir savaş sonunda çok kıymetli bir elmas yakut taşı ganimet olarak ele geçirir. Sonra taşı eline alarak baş vezirine, (Al bu taşı kır, paramparça et) der.

Baş vezir der ki:
- Aman efendim bu çok kıymetli ben bunu kıramam.

Sonra yanındaki diğer vezire aynı şeyi söyler. O da der ki:

- Bu çok kıymetlidir, kırılmaz bu.

Diğerlerinin hepsi aynı şeyi söylerler.
Sultan, özel hizmetçisi Ayaz'ı çağırıp, (Al bu taşı kır) der. Daha demeye kalmadan Ayaz taşı yere vurup kırar, paramparça eder.

Padişah hiddetli bir şekilde der ki:


- Bre Ayaz sen ne yaptın, vezirler bunun çok kıymetli olduğunu söylediler. Nasıl kırarsın bunu?

Ayaz der ki:

- Efendim, ben taştan ne anlarım, benim için kıymetli olan sizin emrinizdir, sizin kalbinizdir, kalbiniz kırılacağına varsın taş kırılsın.

Sultan vezirlerine dönüp der ki:

- Ayaz'ı niçin sevdiğimi anladınız değil mi? Sizin gibi beni bir taşa değişmedi..
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Re: ''inceden inceye''

Mesaj gönderen MINA »

Tevâzu ne dünyada ne de ahirette hiç kimseyi kendine muhtaç görmemendir.

-Hamdun Kassar - kuddise sirruh
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Re: ''inceden inceye''

Mesaj gönderen MINA »

Hamdun Kassar -kuddise sirruh -


Adı Hamdun b.Ahmed b.Ammar, Ebü Turab en-Nahşebî ve Ali en-Nisaburî.

Horasan şeyhlerinin ulularından. Melamet (1) fikrinin kurucularından. Selem b. Hasan el-Barusî, Ebu Turab en-Nahşebî ve Ali en-Nasrabazî'nin sohbetlerine katıldı. Hadis ilmiyle meşgul oldu.

Ateşîn bir vaiz olmasına rağmen vaaz etmezdi. Fıkıhda Süfyan Sevrî mezhebindeydi. 271/884 yılında Nisabur'da öldü ve oraya defnedildi.

Melamet yolunu tuttuğu için daima nefsiyle uğraşırdı. "Benim nefsim, Fir'avn'in nefsinden beter" derdi. Nefsini Fir'avn'den üstün görenlerin büyüklük tasladığını söylerdi. Nefsin izzeti olmaz, izzet-i nefs dediğimiz şey, dünyadan ve halkın bize bağlanmasını, itibar göstermesini istemekten başka bir şey değildir, derdi.

Fakirin güzelliği tevazuundadır. Tevazusu olmayan fakirin kibirli zenginden ne farkı olabilir ki.

Kendine aid bir şeyin gizli kalmasını isteyen kimseye başkasına aid şeyleri de ifşa etmemeyi öğütlerdi.

Bir sarhoş gördüğün zaman nefsine dön ki, aleyhinde bulunup seni onun gibi günaha sokmasın, derdi.

Arkadaş ve dost arayana tasavvuf ehlini tavsiye ederdi. Çünkü onlar senin bir iyiliğini görünce şımartıp göklere çıkarmazlar, kötülüğünü görünce de yerip yerin dibine sokmazlar. İlim yolunda şaşıran alimlere de hemen Allah dostlarına koşmayı tavsiye ederdi. Ama onlara giderken nefslerini yok bilmeyi, kendilerine varlık vermemeyi, cehaletlerini itiraf etmeyi öğütlerdi.


Sordular:

- Geçmişteki büyüklerin sözleri bizim sözlerimizden daha etkiliydi. Sebebi ne olabilir?

Şu karşılığı verdi:

- Çünkü onlar, din için, Allah için çalışırlardı. Sözleri ve işleri dini ihya etmeğe yönelikti. Hakk Teala'nın muradına uygun söz söyleyen ve Hakk ile konuşan kimselerin sözlerinde ruhlar üzerinde tesir eden sırlar vardır. Biz ise nefsin maksadına uygun söz söylüyoruz.

Nefsin maksadına uygun söz söyleyenin sözünde bir aşağılık ve bayağılık vardır, bu yüzden etkisi olmaz.Talebesi Abdullah b. Münazil kendisinden nasihat isteyince şöyle söyledi "Gücün yettiği sürece dünyevî bir şeye kızmamaya gayret et!"

Hak- hukuk kavramlarına özel bir itina gösterirdi. Vefat anında baş uçunda bulunduğu bir dostu ruhunu teslim edince hemen lambayı söndürmüş ve "Böyle zamanda ışık karartılmaz aydınlatılır" diyenlere:

- Şu ana kadar lamba onundu. Ama şu andan itibaren varislerinindir, onların rızası olmadan yakmak caiz değildir, karşılığını verdi.

Yine bir gün bir evde misafir olmuştu. Hane sahibi evde yoktu. Kendisine kağıt lazım oldu. Çocukları hemen bir kağıt parçası bulup getirdiler. O bunu almadı ve:

- Sahibinin sağ olup olmadığını, bunu vermeğe rızasının bulunup bulunmadığını bilmiyoruz. Nasıl kullanabiliriz ki, dedi.

Halka asla vaaz etmekten hoşlanmazdı. Kendisinden ısrarla vaaz etmesini isteyenlere şunları söyledi:

"Benim vaaz etmem caiz değil, çünkü benim kalbim dünya ve makam sevgisiyle dolu. Sözüm tesir etmez. Tesir etmeyecek sözü söylemek ise ilimle alay etmektir, şeriati hafife almaktır. Vaaz, susması din adına vebal olanların yapacağı iştir. Bir sözü başka biri söyleyecek ve bu maksada kafi gelecekse, ilim diye aynı şeyden söz etmek doğru olmaz. "Bu sözü söylemek üzerime farz oldu ve ben buna selahiyetliyim," kanaatine varmayanın söz söylemesi, vaaz etmesi caiz değildir.

Hal ehli olanların halden bahsetmediğini söylerdi. Yalnızken sahip olduğun halin, halk içinde sahip bulunduğun hal ve hareketten daha iyi olmalıdır, derdi.

Cömertlik ve cimriliğin sınırını şöyle çizerdi: "Bir mülkü bulunduğuna kani olan cimridir. Cömertlikten başka güzel huy, cimrilikten kötü bir huy bilmiyorum.

Fakirliğe aldırmaz, zenginliğe değer vermezdi. Hatta ölüm döşeğinde çocukları için vasiyet istendiğinde:

- Çocuklarım hakkında fakirlikten çok, zenginlikten korkuyorum, dedi.

Melametten soranlara şöyle anlattı:

- Bu yol hem zor, hem de halka kapalıdır. Melamet, Mürcie kadar, Allah'tan ümidvar olmak, Mu'tezile kadar Allah'dan kokmaktır. Allah'tan ümid ve korku üzere bulunmak bunların en bariz özelliğidir. Hatta İslam fırkaları arasında bu özelliğiyle tanınlardan daha ileridedirler. Çünkü bunlardan Mu'tezile sadece korkuyu, Mürcie de sadece ümidi esas almıştır. Melametîler ise ikisini de.

Dostların arasını açan dünya sevgisiydi ona göre. Bu yüzden bir fazilet, bir manevî hal görülen kimseleri devamlı ziyaret etmeyi onlardan ayrılmamayı tavsiye ederdi.

İnsanın insandan yardım istemesin! mahkumun mahkumdan meded ummasına benzetirdi. Alimlerle arkadaş olmayı, cahillere sabır ve tahammül göstermeyi tavsiye ederdi.

Gafleti şöyle tanımlardı: "Kulun Rabbının işini bırakıp nefsinin idaresine düşmesidir. Dünya için süslenen, kendisine bir fayda ve zarar ulaştırmaya kaadir olamayan kimselere gösteriş yapandan daha bayağı kimse bulunamaz.

Dünyayı gözünde küçültmezsen ehl-i dünya gözünde küçülmez. Kişi gücü yettiği kadar nefsinin kusurlarım görmeye çalışırsa kendini beğenme belasından kurtulur.


Bir gün sordular:

- Kimlere alim dersiniz? şöyle cevap verdi:

- Amel etmek için ilim peşinde koşan, fikirlerine değer verilen, selef-i salihinin yaşayışını benimseyen, kitap ve sünete bağlı, libasları huşu, süsleri vera' ve takva, sözleri zikr-i ilahî ya da emr-i bil-ma'ruf nehy ani'l-münker, susmaları Halik Tealanın nimetlerini tefekkür olanlardır. Bunlar halka çokça nasihat verirler, halkın ayıplarını yüzlerine vurmazlar, masivadan yüz çevirirler, ahiret işlerine düşkündürler.

Adamın biri kendisine hakaret etmeye kalkışınca:

- Sen ne kadar kötü sıfatlar saysan, ben onların hepsinden daha kötüyüm, binaenaleyh bu sözlerinle bana hakaret etmiş olmuyorsun, cevabım vererek susturmuştu.

Onun anlayışına göre selef-i salihînin güzel ahlakına bakmak, insanın kendi kusurunu anlaması ve manevî makamlardan ne kadar gerilerde bulunduğunu farketmesi bakımından yeterliydi.

Nefehat müellifi diyor ki, Melamet fikrinin sahibi olan bu zat, son derece takva ehliydi. Bugün kendilerine melami diyen bir grup var ki, ne abdest ne namaz. Hatta haramları bile helal sayıyorlar. Bunların gerçek melametle ne ilgileri var ki? Gerçek melamet, kişinin nefsini levmetmesi, kınamasıdır. Kendini kulluğa hazırlamasıdır.

Bir gün fütüvvet ehli bir gence rastladı ve ona "Fütüvvet nedir?" diye sordu. Genç şu karşılığı verdi:

- Benim için fütüvvet, kaftanı çıkarıp yün hırka giyerek sûfiler gibi hareket etmek, sırtımdaki hırka sebebiyle halktan utanarak günah işlemekten sakınmam ve şeriati korumamdır.

Senin açından ise: Halka aldırmaman ve onların değerlendirmelerinin etkisinde kalmaman için hırkayı çıkarman derinden ve gönülden Hakk ile beraber olmanın gereğini korumandır.
-

Kulluk nedir? diye soranlara:

- Kulun Hakk'a tapması, başkalarının da kendisine tapmasını istememesidir, diye cevap verdi.

Onun anlayışına göre tevekkül, Allah Tealaya güvendir, İkibin akçe borcu olan kimsenin elinde avucunda bir şey bulunmasa da bu borcu ödeme konusunda Allah'tan ümidvar olmasıdır.

Onun anlayışına göre, dünya meşgaleleri kendisini ahiretten alıkoyan kimse ya dünyada, ya ahırette mutlaka hor duruma düşerdi. Çünkü dünya insanı abid etmezdi. - Rahmetullahi aleyh-
1)

Melamet: Kınamayı nefsine çevirip en günahkar ve isyankar olarak nefsini görmek, şeklinde ifade edilen tasavvufi Anlayış. Bu fikrin ilk banisi olarak kabul edilen Hamdun el-Kassar'dır. Geniş bilgi için bkz. Ebu Abdurrahman es-Sülemî. Usülü'l-melametiyye (nşr.Abdülfettah Ahmed el-Favı), Kahire 1985, Ebü'l-Ala el-Afîfi, el-Melametiyye, Kahire 1945.

KAYNAKLAR: Sülemî, Tabakatu's-süfiyye, 123-129; Hilyetü'l-evliya. X, 231-232 ; Sıfatü's-Safve, IV, 122-123 Kuşeyrî, er-Risale, l, 114-115 ; Keşfu'l Mahcub, l. 337-338; Ça'ranî, et-Tabakatü'l-Kübra. l, 71; Nefehatü'l-Üns (trc. Lamiî Çelebi), 113-114; Münavî, el-Kevakibü'd-düriyye, l, 220-221; Tezkiretü'l-evliya, 401-404; Siyeru A'lami'n-nübela, XIII, 50-51.
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
habibi
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1059
Kayıt: 26 Eki 2008, 02:00

Re:

Mesaj gönderen habibi »

habibi yazdı:Dinin inceliklerini anlayan bir tek kişi, şeytan için bin tane ibadet ediciden daha çetindir.

Hz. Muhammed (s.a.v.)



Resim


Hizmette Gönül Farkı



Bahâeddin Nakşibend Hazretleri bir gün, iki mürîdini odun toplamaya gönderir ve yanlarına da bu odunları taşımaları için iki merkep verir. Hattâ bunlardan biri Nakşibend Hazretleriʼnin kendi merkebidir. Müridler aldıkları emir üzerine odunları merkeplere yükleyerek dergâha yönelirler. Bir müddet sonra, Nakşibend Hazretleriʼnin merkebindeki odunlar bir vesîle ile yere düşer. Müridlerden biri, henüz kalben yeterince olgunlaşmamış olduğundan dolayı, bu durum karşısında hayli hiddetlenir. Ve öfkesine hâkim olamayıp âniden ağzından, kim olduğunu bilmediği merkebin sahibine uygunsuz söz söyler. Sonra derhal toparlanır, bir anlık gafleti neticesinde düştüğü büyük hatâyı anlar, üzülür, gönlüne çeki düzen vererek tövbe eder.

Nakşibend Hazretleri ise yolda bu müridlerini beklemektedir. Onları karşılar ve:

"Evlâdım! Öfkeyle ve uygunsuz söz söyleyerek getirilen odunları yakmak doğru değildir!" diyerek getirdikleri odunların atılmasını emir buyurur. Böylece bir hizmetin, hizmet eden kimsenin edebiyle değer kazandığını ve gönül feyzinden mahrum olarak îfâ edildiğinde ise, hiçbir değer taşımadığını ifâde eder.



Dalından, yakılmak için kesilmiş olan odun parçalarını taşırken, karşılaştığı bir müşkül karşısında öfkeye kapılarak yaptığı hayrın sevâbını tüketen gönlün hizmeti de hizmettir; Taptuk Emre dergâhına senelerce kalem gibi dümdüz odunlar taşıyan ve kendisine:

"-Bunca yıldır dağda hiç eğri oduna rastlamadın mı Yûnus?.." diye soran üstâdına hitâben, büyük bir edep içerisinde:

"-Sultânım! Bilirim ki, sizin kapınızdan içeri hiçbir eğrilik girmez; odun bile olsa!.." sözleriyle mukâbele eden, aşk ve muhabbet menbaı gönlün hizmeti de hizmettir. Lâkin iki hizmet arasında, doğu ile batı arasındaki uzaklık kadar büyük bir gönül farkı vardır.

Şu hakîkat hiç unutulmamalıdır ki; bu gönül farkı dolayısıyla zâhiren aynı görünen bazı hizmetler, neticesi bakımından cüce bir gönlün içinde yok kadar küçülürken, yüce bir gönlün bereketli iklîminde ecri göklere ve yere sığmayan ulvî bir kazanç ve ebedî bir kâra vesîle olur.

Bu bakımdan bir mü'min, yaptığı her hizmette dâimâ aşk ve muhabbet libâsına bürünmeli, tevâzûyu aslâ elden bırakmamalı ve hiçliğinin idrâki içerisinde Cenâb-ı Hakk'ın rızâsını kazanmaya çalışmalıdır. Zira mü'minin hizmetteki bütün gâye ve hedefi, Mevlânâ Hazretleriʼnin de buyurduğu gibi:


"Âşıkların hizmetleri de, hizmetlerinin mukâbili olarak aldıkları da Hak Teâlâ'dır, yani O'nun rızâsı, lûtfu ve ihsânıdır..."

Bunun yanında gönül feyzinden mahrum, aşksız ve muhabbetsiz yapılan bir hizmet, tıpkı, hoşlanmadan çalıştığı bir işe giriş ve çıkış saatinde kart basmak mecbûriyetinde olan bir fabrika işçisinin veya memurun hâline benzer. Böyle bir hizmetten de hayırlı ve bereketli bir neticenin hâsıl olmayacağı muhakkaktır. Yine böyle bir hizmet için Mevlânâ Hazretleri şöyle buyurmuştur:

"Dünya işlerine dalanların bütün gayret ve uğraşlarını araştırsan, görürsün ki, onların dünyalık için didinmeleri soğan gibi kat kat olup, pis pis kok maktadır. Bu çeşit gayretlerin, çalışmaların her biri, öbüründen daha içsiz, daha boştur."


Nitekim sırf dünyalık bir menfaat uğruna gafletle yapılan hizmetler, kalbi hantallaştırarak gönle yorgunluk verir.

Bu hakîkati bilen Allah dostları, gönül âlemlerini gafletle yapılan böylesi hizmetlerden dâimâ korumuşlardır. Tarihte bunun pek çok misâli vardır. Onlardan birkaçı şöyledir:

Hızır u, Hak dostlarından Abdülhâlık Gucdüvânî Hazretleri'ni ziyâretleri esnâsında kendisine ikrâm edilen yemeği yemez ve sofradan kendisini geriye çeker. Hazret, hayret içinde:



"−Bunlar helâl lokmalardır. Niçin yemiyorsunuz?" dediğinde ise Hızır u şu ibretli mukâbelede bulunur:

"−Evet, helâl lokmalardır; lâkin pişiren, öfke ve gafletle pişirmiştir."


Rivâyet edilir ki, bir zamanlar Şâh-ı Nakşibend Hazretleri "Gazyut" denilen bir yere gitmişti. Orada bulunan talebelerinden biri, onlara yemek getirdi. Şâh-ı Nakşibend Hazretleri buyurdu ki:

"Bu hamuru yoğuran ve yemekleri pişiren kimse, işin başlangıcından nihâyetine kadar gadap hâlinde idi. Bundan dolayı biz ondan hiçbir şey yiyemeyiz. Zira böyle yapılan yemeklerde hiçbir hayır ve bereket yoktur. Belki de şeytan, yemek yaparken hep onunla bulunmuştur. Bizler böyle bir yemeği nasıl yiyebiliriz?"


Başka bir zaman da Bahâeddin Nakşibend Hazretleri, bu hususla ilgili olarak talebelerini şu sözlerle irşâd etmiştir:


"Yenilecek bir gıdâ, her ne olursa olsun gaflet içinde, gazapla veya nefretle hazırlansa, onda hayır ve bereket yoktur. Zira ona nefs ve şeytan karışmıştır. Böyle bir yiyeceği yiyen kimsenin kalbinde ilâhî sır ve hikmetlere karşı duygusuzluk ve hantallık meydana gelir.
[/size]

Gaflete dalmadan hazırlanan ve Allah Teâlâ'yı düşünerek yenen helâl yiyeceklerden hayır meydana gelir. İnsanların hâlis ve sâlih ameller işlemeye muvaffak olamayışları; yemede ve içmede bu husûsa dikkat etmediklerindendir.

Her ne hâl olursa olsun, bilhassa namazda huşû ve hudû hâlinde bulunup zevkle ve gözyaşı dökerek namaz kılabilmek; helâl lokmayı, Allah Teâlâ'yı hatırlayarak hazırlayıp yine Oʼnun huzûrundaymış gibi yemeye bağlıdır. Vücûduna haram lokma karışmış bir kimse, namazdan tat duymaz."

Bilhassa günümüzdeki çarpık pazarlama anlayışlarından birinin neticesi olarak, çarşı ve dükkânlarda herkesin görebileceği camekânlar önünde hazırlanıp vitrine edilen ve bu sebeple de kaç mahrumun göz hakkının bulunduğu dahî bilinemeyen yiyecekleri tüketmenin, kişinin mânevî yapısına ne derece zarar verebileceğini de bir düşünmek gerekir.

Velhâsıl Cenâb-ı Hak, yaptığımız hizmetlerin güzel olmasını arzu eylediği kadar, onları nasıl bir kalbî keyfiyet içinde ve ne derece takvâ ölçülerine riâyet ederek icrâ ettiğimize de bakar. Bu sebeple bir mü'minin gönül dünyasını, aldığı gıdâ ile mânen inkişâf ettirmeye ihtiyacı vardır. Bunun yegâne vasıtası da Allah ve Rasûlü'ne duyulan muhabbettir. Zira hizmette muhabbet, terakkînin başlangıcıdır. Ve kalp, Allah ve Rasûlü'nün muhabbeti ile dolu olduğu nisbette, hayatın her safhası Cenâb-ı Hakk'ın râzı olduğu güzelliklerle müzeyyen hâle gelir.

Yâ Rabbi! Bizleri îman ve amellerimizde bir nebze bile ihlâs ve takvâdan ayırma! En küçük amelleri bile büyük bir ihlâs ve takvâ şuuru içerisinde yapabilmeyi ihsân eyle!

Âmîn...


(alıntı) kusurumuz olduysa affola....
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/hbbi.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
hamdolsun
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 496
Kayıt: 23 Ara 2009, 02:00

Re: ''inceden inceye''

Mesaj gönderen hamdolsun »

âşık der inci tenden,
İncinme incitenden!
kemâlde noksan imiş
incinen incitenden!
Kullanıcı avatarı
vildann
Yeni Üye
Yeni Üye
Mesajlar: 4
Kayıt: 30 Ara 2010, 18:20

Re: ''inceden inceye''

Mesaj gönderen vildann »

su içemez ehl-i beytim gelince akla insanoglu,
bardakta kalır içilemez sular dolu,
bu dünya nedense hep kahır yolu,
bi yudum suyu ehl-i beytim'e çok görenlerle dolu......



teşekkürler..


Sevgide güneş gibi ol,

dostluk ve kardeşlikte
akarsu gibi ol,

hataları örtmede gece gibi ol,
tevazuda toprak gibi ol,

öfkede ölü gibi ol,
her ne olursan ol,
ya olduğun gibi görün,

ya göründügün gibi ol.

Mevlana
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ''inceden inceye''

Mesaj gönderen kulihvani »

Esmâu’l-Hüsnâ'mızın;
7 rengi, raksı ve diliyle,
Ehl-i Beyt aleyhumu's-selâm esenliğinde,
gönül gül bağımıza hoş esinti getirdiniz Vildann can..



ZEVK 4291

Her MuHaReM AŞÛRE-dir, AŞK AŞ-ımız KâRBeLâ-ya
ŞeHiD-i ŞaH-ın TOZ-udur, Ben BAŞ-ımız KâRBeLâ-ya
Bir DAMLAdan Yaratıldık!.. Bir DAMLA SU, SU-ya HaSRet
AKtı – AKar – AKacaktır!.. gÖZ YAŞ-ımız KâRBeLâ-ya!..


30.12.10 21:09
nrm.alâim-i semâ…



وَاللَّهُ خَلَقَ كُلَّ دَابَّةٍ مِن مَّاء فَمِنْهُم مَّن يَمْشِي عَلَى بَطْنِهِ وَمِنْهُم مَّن يَمْشِي عَلَى رِجْلَيْنِ وَمِنْهُم مَّن يَمْشِي عَلَى أَرْبَعٍ يَخْلُقُ اللَّهُ مَا يَشَاء إِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ

“Vallâhu halaka kulle dâbbetin min mâin, fe minhum men yemşî alâ batnih(batnihi) ve minhum men yemşî alâ ricleyn(ricleyni) ve minhum men yemşî alâ erba’(erbain), yahlukullâhu mâ yeşâu, innellâhe alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun): ALLAH, her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üzerinde yürümekte, kimi iki ayağı üzerinde yürümekte, kimi de dört (ayağı) üzerinde yürümektedir. ALLAH, dilediğini yaratır. Hiç şüphesiz ALLAH, her şeye güç yetirendir.”
(Nûr 24/45)
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Re: ''inceden inceye''

Mesaj gönderen aNKa »

Muhammedî ve Ehl-i Beytî Muhabbet, Merhamet ve Hasbi Hizmet Tekkemize hoş sefa geldiniz Vildan Kardeşimiz..
Değerli katkı ve paylaşımlarınızla zevkleniriz inşaAllah...

Muhammedi Muhabbetlerimizle.
Resim
Kullanıcı avatarı
vildann
Yeni Üye
Yeni Üye
Mesajlar: 4
Kayıt: 30 Ara 2010, 18:20

Re: ''inceden inceye''

Mesaj gönderen vildann »

kulihvani yazdı:Esmâu’l-Hüsnâ'mızın;
7 rengi, raksı ve diliyle,
Ehl-i Beyt aleyhumu's-selâm esenliğinde,
gönül gül bağımıza hoş esinti getirdiniz Vildann can..



ZEVK 4291

Her MuHaReM AŞÛRE-dir, AŞK AŞ-ımız KâRBeLâ-ya
ŞeHiD-i ŞaH-ın TOZ-udur, Ben BAŞ-ımız KâRBeLâ-ya
Bir DAMLAdan Yaratıldık!.. Bir DAMLA SU, SU-ya HaSRet
AKtı – AKar – AKacaktır!.. gÖZ YAŞ-ımız KâRBeLâ-ya!..


30.12.10 21:09
nrm.alâim-i semâ…



وَاللَّهُ خَلَقَ كُلَّ دَابَّةٍ مِن مَّاء فَمِنْهُم مَّن يَمْشِي عَلَى بَطْنِهِ وَمِنْهُم مَّن يَمْشِي عَلَى رِجْلَيْنِ وَمِنْهُم مَّن يَمْشِي عَلَى أَرْبَعٍ يَخْلُقُ اللَّهُ مَا يَشَاء إِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ

“Vallâhu halaka kulle dâbbetin min mâin, fe minhum men yemşî alâ batnih(batnihi) ve minhum men yemşî alâ ricleyn(ricleyni) ve minhum men yemşî alâ erba’(erbain), yahlukullâhu mâ yeşâu, innellâhe alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun): ALLAH, her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üzerinde yürümekte, kimi iki ayağı üzerinde yürümekte, kimi de dört (ayağı) üzerinde yürümektedir. ALLAH, dilediğini yaratır. Hiç şüphesiz ALLAH, her şeye güç yetirendir.”
(Nûr 24/45)


çok teşekkürler canlar..ancak sizleri ehl-i beyti sevenler anlar, yaralıdılır bu gönül karalar bağlar, mahi muharremde bu can kan ağlar.....


Sevgide güneş gibi ol,

dostluk ve kardeşlikte
akarsu gibi ol,

hataları örtmede gece gibi ol,
tevazuda toprak gibi ol,

öfkede ölü gibi ol,
her ne olursan ol,
ya olduğun gibi görün,

ya göründügün gibi ol.

Mevlana
Kullanıcı avatarı
vildann
Yeni Üye
Yeni Üye
Mesajlar: 4
Kayıt: 30 Ara 2010, 18:20

Re: ''inceden inceye''

Mesaj gönderen vildann »

aNKa yazdı:Muhammedî ve Ehl-i Beytî Muhabbet, Merhamet ve Hasbi Hizmet Tekkemize hoş sefa geldiniz Vildan Kardeşimiz..
Değerli katkı ve paylaşımlarınızla zevkleniriz inşaAllah...

Muhammedi Muhabbetlerimizle.
muhabbetten muhammed doğar, bu insanoğlu daim sorar, kendisini boş işlerle yorar, ancak muhabbet-i muhammediyyeden doyar....teşekkürler....


Sevgide güneş gibi ol,

dostluk ve kardeşlikte
akarsu gibi ol,

hataları örtmede gece gibi ol,
tevazuda toprak gibi ol,

öfkede ölü gibi ol,
her ne olursan ol,
ya olduğun gibi görün,

ya göründügün gibi ol.

Mevlana
Kullanıcı avatarı
hamdolsun
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 496
Kayıt: 23 Ara 2009, 02:00

Re: ''inceden inceye''

Mesaj gönderen hamdolsun »

Mana insanları ve hayatı hatta âlemleri ihata eden varlığa derler. Nesneye derler. Allahu teala maddi âlemi mana üzere inşa etmiş. Her zaman madde manaya muhtaç şekilde manasız olmayacak şekilde halk edilmiş. Maddi safha muhakkak ki bir mananın sürecinden geçtikten sonra olmuştur. Hiçbir madde yoktur ki manasız olmasın. Bu mananın içersinde belkide en son halk edilen evre insanın yaratılışıdır. Dolayısıyla insan hem maddi âlemi ihata altına alır. Hem de en son manaya muhatap olan varlık olarak yaratılmıştır.
Dolayısıyla yolda bulunan bir taşın bile elinizle tutup kenara kaldırınız ayağınızla itmeyiniz muhakkak o bir sebebe binaen ortaya çıkmıştır. Ona karşı saygısızlık göstermeyin diyen resululllah (s.a.v) efendimiz bir taşı bile bu kadar hürmet gösterirken Hz. İnsanın manasız olduğunu düşünmekten daha gafil bir şey olabilir mi? İnsan manasız olmaz. Manasız olamadığı içinde muhakkak surette bu manayı tahsil edemediğinde muhakkak tahribatlar olur.

Ya kendi nefsine ya başkasına. O manasız yaşayamaz manasız yaşayamayacağı içinde hem kendisini helak eder, hem başkasına rahatsız eder. İnsanın verdiği huzuru kimse veremez, insanın yaptığı tahribatı da kimse yapamaz.

İnsan bu terbiyeye bu manaya muhatap olarak onunla irtibatlı olarak yaşarsa en mükemmel varlık olarak yaşamalı.........

nakleden m.fatih çıtlak


söz ehli beyte gelmişken yine fatih çıtlak hocamdan öğrendiğim bir şeyi söylemek isterim hzALİefendimizn ikinci eşi varmış buna kulak dolgunluğum vardı tam anlamıyla bilmiyordum ve öğrediğimde insanda aylarca susma etkisi yaratacak bir şey ikinci eşinden olan oğlullarının adı

Ebubekir
Ömer
Osman

...
evet ben bunları bilmiyordum dinim için bilmediğim şeyler okadar çokki yine İmam Gazalinin dediği gibi bilmediklerimi ayaklarımın altına alsaydım başım ğöğe ererdi heralde benim başım dünyayı deldi geçti..

inşAllah muhammedi yolda efendimiz memnun eder onu tebebsüm ettirmiş bahtiyarlardan oluruz cem oluruz muhammedi cAnlara ihvani hocama cANdan duamla
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: ''inceden inceye''

Mesaj gönderen meryemnur »



HAYATI PAYLAŞMAK…

Bu gök kubben altında, hayatı bir başka biçimde yaşayan insanlar tanıdım. Bu tanış olduklarımızla yıllardır söyleşiriz, dertleşiriz ve paylaşırız. Bazen acıları, bazen sevgiyi, bazen de yüreğimizi…

Bunlar, özürlüler, yoksullar, hastalar ve kimsesiz olanlardı. Yani mazlumlar… Mağdurlar… düşkünler…

İyi ki tanıştım onlarla. İyi ki hayatın bu acıyan yanıyla tanıştırdılar beni. Çünkü onlar, sahip olduklarıma şükretmem gerektiğini, paylaşmanın da ne kadar anlamlı olduğunu öğrettiler bana.

Ne kadar verirsen o kadar insansın diyen peygamberi sözle tanıştırdılar beni.
Yani; mazluma, nasılsın demek, düşküne el uzatmak, özürlüye rehber, kimsesize mevla olmak…Ne büyük bir mutlulukmuş onlar öğretti bana.

Neye sahipsen paylaş diyen, Mevlana’nın yüreğini anladığımda, Paylaşılmayanın anlamının olmadığını, daha yüksek sesle haykırdım… Çünkü Paylaşmaktı hayat…

Onların yüreğine dokunduğunuzda, yüzlerinde bayram tebessümünü yakalarsınız. Bu, öyle bir sevinç ki! sahip olduğunuz hiçbir maddi değerle ölçülemez. Ve siz insan olduğunuzu hatırlarsınız…

İyi Kral, altın kalpli kraliçe

Küçüklüğümüzde, Kral ve kraliçe üzerine kurulu epey hikaye dinlemiştim. Kral ve Kraliçe halkını mutlu etmek için uğraşırken, haklıda Kral ve ailesinin mutluluğu için gayret ederdi. Onlar gülüyorsa, gülerlerdi, ağlıyorsa kederlenirdi.Hatta uyuyorlarsa,onlarda uyurlardı, bazen yüz yıl bile!..

Başka hiç kimse önemli değildir de onlar önemlidir… Onların mutluluğu için savaşlar çıkarılır, canlar feda edilirdi…

Ölenler bilir ki! Mutluluk, ya çok güzel bir kapının ardında, saraydadır. Yada kafdağının ardında...

Onlar,sonsuza kadar mutlu yaşasın diye, feda edilir her şey göz kırpılmadan..

Hala bu saçmalıklar devam ediyor mu bilmiyorum. Ama bu hikayeden yola çıkarak diyorum ki; yanımızda götüreceğimiz, sevgimiz ve güler yüzümüzle birlikte, eski bir kapıyı aralasak bir gün!

Saçları taranmamış, görme engelli kızımız, güzel prensesimiz olsun. Ortopedik engelli oğlumuzda prensimiz. Hatada, tacını da biz takalım…

Kral ve kraliçelerimize, ne kadar değerli olduklarını ve bizim için önemli olduklarını hissettirsek… İstedikleri ama alamadıkları çikolatalardan ve pastalardan götürsek onlara... O gün, doğum günü olmasa da, mumları üflerken dilek dileseler...

Neyimiz varsa paylaşsak Kral ve Kraliçemizle…Ne bileyim bir tas çorbamızı mesela… ya da bir dilim ekmeğimizi... ve sonsuza kadar mutlu yaşasalar, paylaştıklarımızla'...

Yarın,dokunsak yüreklerine…

Denemekten ne çıkar ki; ne kaybederiz sizce?


Selam ve dua ile


Mustafa ÖZTÜRK

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
habibi
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1059
Kayıt: 26 Eki 2008, 02:00

Re: ''inceden inceye''

Mesaj gönderen habibi »

Resim

Gitmek, gövdeye değil, gönüledir.
Gittiğiniz yerde gönülsüz bir gövde bulacaksanız, varışınız da boşunadır.
O zaman, gittiğiniz yere ulaşamazsınız, sadece varmış olursunuz.
Varmış olmak, vuslata ermiş olmak değildir.


Vuslat, gönüle varmaktır. Sevgi dolu bir gönüle ulaşmaktır. Vuslat gönül işi olduğu için,
varmak da gövdeyle olmaz, gönülle başarılır.


'Dizimin dibindeki, Yemen'de; Yemen'deki de dizimin dibindedir'' der Mevlânâ...'
Göremediğin gönülden ırak olursun. Gönül görmek diye bir çaba var mı hayatımızda?
Giremediğin gönüle eremezsin. Hiç olmazsa, yanı başınızdakilerin gönüllerinde misiniz?
Yanı başınızdakiler gönlünüzde mi?


Vehbi Vakkasoğlu


Beyhude gamlanma divane gönül
Cümle alemin rızkını veren vardır
Yaptığın hatayı görmüyor sanma
Kalpte gizli en derin sırları bilen vardır

Mal-ı emlakım var deyu güvenme
Arkam var deyu dayanma
Sırt üstü insanı yere varan vardır

Beyhude gamlanma divane gönül
Cümle alemin rızkını veren vardır
Derdime vakıf değil canan
Beni handan bilir
Hakkı vardır şad olanlar
Herkesi şadan bilir
Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil
Çektiğim alamı bir ben bir de Allah’ım bilir

FUZULÎ
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/hbbi.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
hamdolsun
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 496
Kayıt: 23 Ara 2009, 02:00

Re: ''inceden inceye''

Mesaj gönderen hamdolsun »



Çiçeklerle hoş geçin, balı incitme gönül..
Bir küçük meyve için, dalı incitme gönül..

Başın olsada yüksek, gözün enginde gerek,
Kibirle yürüyerek,yolu incitme gönül...

Mevla verince azma, geri alınca kızma,
Tüten ocağı bozma, külü incitme gönül..

Dokunur gayretine, karışma hikmetine
Sahibi hürmetine, kulu incitme gönül..

Sevmekten geri kalma, yapan ol,yıkan olma
Sevene diken olma, gülü incitme gönül..

Konuşmak bize mahsus,olsada bir güzel süs,
Ya hayır de, ya da sus, dili incitme gönül....
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Re: ''inceden inceye''

Mesaj gönderen MINA »

Resim



Ahmed-er Rufâî Hazretleri müritlerini şöyle müjdeliyor:

"Rabbim bana lütf'ü ihsanınla gözlerin göremediği, kulakların işitmediği, beşerin akıl ve hayaline gelmediği, bir çok nimetler ihsan etti. O'nun kerem elçisi Rasulullah, (s.a.v.) beni temin edip söz vermiştir ki Müridlerimi, sevenlerimi, zürriyetimi sevenleri, yerinde kaim olanları ellerinden tutup kaldıracak ve kurtaracak. Bu hal, kıyamete kadar böyle sürecek. İşte ruhen biat böyle hasıl oldu. "Allah (c.c) verdiği sözden dönmez." Şu halde Onun yolunda gidenlerin sahip oldukları büyük nimet ve müjdeyi bütün açıklığı ile ifade eder.

Ahmed-er Rufâî Hazretleri, Mecal bin Yunus ve Abdül Mü'min adında iki müridi ile sahrada geziyorlardı. Birbirlerine olan sevgi ve muhabbetleri pek ziyade idi. Onların bu yakınlığı ve duydukları manevi haz, her ikisini de sarhoş etmişti. Bu durum onları zaman zaman kendilerinden geçiriyordu.. Cezbeye tutuluyorlardı. Hatta müridlerden biri;

-Sana bu kadar zamandır Ahmed-er Rufâî Hazretleri'nin yakınlığından sana ne erişti?

Diğeri:

-Ne dilersem kabul edilme lutfu.
-Dile bakalım Allah (c.c) lutfedecek mi ?
-Ya Rabbi ateşten azad olduğuma dair şu aciz kuluna bir ferman göster.

Diye niyaz etti.

-Allah (c.c)sonsuz kerem sahibidir. Fazlına nihayet yoktur. Ve iki müridin önüne bir yaprak sağa sola yalpa yaparak bir kâğıt düştü. Kâğıda baktılar, Kâğıt bembeyazdı. üzerinde hiçbir yazı yoktu. Alıp Seyyide götürdüler. Ve hiçbir şey söylemediler. Seyyid bu bembeyaz kâğıda baktı ve hemen şükür secdesine kapandı. Secdeden başını kaldırınca:

- "Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun ki bağlılarımın cehennemden kurtuluşunu bana dünyada gösteriyor." Buyurmuş. "Bunun üzerinde yazı bulunmayan beyaz kâğıt" diyen oradakilere:

- "Evlatlarım kudret eli siyahla yazmaz, bu nurla yazılmıştır." Cevabını vermiştir.
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
nafile
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 169
Kayıt: 02 Kas 2008, 02:00

Re: ''inceden inceye''

Mesaj gönderen nafile »

Âlemi sen kendinin kölesi kulu sanma
Sen Hakk için âlemin kölesi ol kulu ol

Nefsin hevâsı ile mağrûr olup aldanma
Yüzüne bassın kadem her ayağın yolu ol


Garazsız hem ivazsız hizmet et her cânlıya
Kimsesizin düşkünün ayağı ol eli ol


Allâh için herkese hürmet et de sev sevil
Her göze diken olma sünbülü ol gülü ol


İncitme sen kimseyi kimseye incinme hem
Güler yüzlü tatlı dil her ağızın balı ol


Nefsine yan çıkıp da Ka'be'yi yıksan dahi
İncitme gönül yıkma ger uslu ger deli ol


Güneş gibi şefkatli yer gibi tevâzu'lu
Su gibi sehâvetli merhametle dolu ol


Gökçek gerek dervişin sanı yoksula baya
Suçluların suçundan geçip hoş görülü ol


Varlığından boşal kim yokluğa erişesin
Sözünü söyle gerçek Hulûsî’nin dili ol


Es Seyyid Osman Hulusi Efendi
HAYYatta hiçbir şey nafile değildir.
Her şey ama her şey NÂFİdir,
BİR HİKMET'e tâbidir...
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: ''inceden inceye''

Mesaj gönderen meryemnur »



Geçen gün ahsen-i mevcudat, aleyhi ekmeluttahiyyat Efendimizin şemaili şeriflerinden bahseden Hilye-i Hakanî geçti elimize… O’nu tarif eden satırlarda: “Bir tarafa baktığında, vücuduyla da o tarafa dönerdi” buyruluyor

Yukardan aşağı heybetle iniş
Yürüyüşünde var hep bu görünüş
Adetin baktığın tarafa dönüş
Bize nasip olsun hayırlı bir düş
Kerem et ne olur yüzünü göster
Kim böyle bir düşten uyanmak ister




Ne anladık Habibi Kibriya Efendimizin bu vasf-ı şahanesinden?

Demekki biz de Hak Dost’un güzelliğiyle güzelleşmek adına bir kimseyle konuşurken, ona baktığımıza muhatabımızın yüzüne bakacağız, sadece başımızı çevirerek değil bütün vücudumuzla ona yöneleceğiz…

Elbette ilk akla gelen budur. Vaktiyele “Nefy-i havâtır” bahsinde Efendi Hazretlerinden dinlemiştik:

“Sâlike hayır olsun şer olsun bütün havâtırı kovmasını tavsiye ederiz. Çünkü kalbine ilâhî feyz taleb edenin kalbini ağyârdan ve her türlü düşünceden boşaltması ve gerçek amacına tamamen yoğunlaşması (teveccüh-i küllî) lazımdır. Nitekim Yuşâ b. Nûn gâzâ etmeyi murâd ettiğinde evlenecek olanlar, ev yapıp bitirmemiş olanlar ve hayvanları
olup doğumlarını bekleyenler gibi geriye çekinceleri olan kimseleri götürmezdi. Yine Hz. Peygamber (s.a.v.) de geriye dönmek istediğinde tüm vücuduyla dönüp bakardı. İşte bunlar teveccüh-i küllî (amaca yoğunlaşma)nin gerekliliğini göstermektedir.”


Nereden, nereye… bu kadarını da bilemezdik, bu manaya eremezdik tabi…

Kolayından bir yolu var; Gidelim denizin kenarında bir ev tutalım.

Sizin gene tatiliniz gelmiş dedem, sıkıldınız mı?

Yok be erenlerim. Gidelim deniz kenarında bir ev tutalım çünkü deniz cömert huyludur. İnsanlara yüz yıllardan beri inciler dağıtır durur. Birisi ile sohbet etmek canı onun rengine boyar. Yani insan konuştuğu, arkadaş edindigi kisinin huyunu benimser. Yıldızlar, gökyüzü ile konuşup görüştükleri için güzelleştiler; pek nurlu, pek güzel bir yüze sahip oldular… Bedende canla düşüp kalktığı, konuşup görüştüğü için güzel yüzlü, hoş huylu değil mi? Zavalı beden, candan ayrı düşünce ne hale gelir; konuşamaz, yiyemez içemez olur, fena halde kokmaya başlar… El de bedende bulundukça hünerlidir. Bedenden ayrılınca sade bir et parçasıdır, hiçbir şey yapamaz olur. Ey el, hünerlerin nerede? Sen hünerli işler yapan, yazan, çizen, tutan kaldıran el değil misin? El senin soruna cevap verir de der ki: “Hayır, bu zaman ayrılık zamanı, ayrılık zamanında ben bir hiçim, ama buluşma zamanında her şeyim.”

Sen, ayrılık nedir, görmedin. Allah sana ayrılığı göstermesin.

Bu bir duaydı ama, bundan daha iyi dua da olamaz.


Hey Kerim Allahım, darda kalanlara, belalara uğrayanlara acıyanların en çok acıyanısın. Bu sebepledir ki, ayrılık belasına uğramış, bedenden kopmuş elin bir damarı oynuyorsa, o, tekrar kavuşma ve buluşma ümidiyle oynar. Çün, netice binlerce kesik el, tekrar kavuşma ve buluşma saadetine ermişlerdir.

En güzel vuslatı tattırmak için cennette
Bize gündüz, gece zehir ettiği hicrana şükür


Birbirinden ayrı düşmüş parçaları hoş bir şekilde birleştirmek, o padişahlar padişahı için zor değildir. Bu nasıl olur deme, bu işe şaşma! Çünkü, baksana parça parça dumanlar onun eli ile birleşmiş nasıl da gökyüzü haline gelmiş!

Ey aşk padişahına yenilen, ona mat olup kalan! Bu hale üzülme! Ona karşılık verme! Yokluk bağına gel de, kendi ölümsüz canında cennetleri seyret! Eğer sen kendi varlığından, benliğinden birazcık olsun ileri gidersen bunların ötesinde bu mana göklerini seyredersin. Ayrılığa fazla dayanamadığı için dağlardan köpürerek, ağlayarak, feryat ederek, başını taştan taşa çarparak aslına doğru koşan sel, denize kavuşunca ne olur? Heyhat artık onun varlığı kalır mı?
[Hz. Pir Mevlana]

Ya Rabbi lisânımda ezkârımı aşk eyle
Gencîne-i sinemde efkârımı aşk eyle


Niyazlarımızın ulu dergâha kolayca ulaşması için bizlere açılan bu kolay yolu, AŞK YOLUNU biz niçin kullanmayalım… Umarız ki, sözlerin en güzeliyle dua ede ede gönüllerimiz güzeli tanıyıp öğrenir; güzel şeyler karşısında duygulanmayı ve böylece Güzeller Güzeli’ne kanat çırpıp uçmayı başarır.

Mevlam şu dâr-ı dünyâda Hak Dostlarının gölgesine sığınarak cennet hayatı yaşamayı ve feyizli aşk silsilesinin devamını nasîb eylesin!


Bi ismi zâtike, Ya Allah huu





Nev-Niyaz ve Dedesi

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: ''inceden inceye''

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim

“Senin bir saman çöpü kadar değer vermediğin yıkık gönül, arştan da üstündür, kürsüden de, levhden de, kalemden de. Hor bile olsa gönlü hor tutma, o horluğu ile gene de pek üstündür. Yıkık gönül ALLAH’ın baktığı varlıktır. Onu yapan can ne kutludur. Kırılmış, iki yüz parça olmuş gönlü yapmak ALLAH katında hacdan da, umreden de değerlidir”


Hz. Mevlâna Celaleddin-i Rumî (k.s.)
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: ''inceden inceye''

Mesaj gönderen meryemnur »

kulihvani yazdı:
Rasûli Ekrem de şu hadisi ile bunu ümmetinden kaldırdı ne dedi:
“Afdalu'l-cihâdu kelimetu adlun inde sultânin câir” buyurmuştur.
Yâni “bir biçimsizlik gördüğünüz zaman hiç kimseden çekinmeden en büyük zâlim insanın karşısında bile söyleyeceksiniz.” Çünkü ALLAHın kelâmını söylüyorsunuz. ALLAH onu şey etti.
Aman Efendim bana bir şey olursa?” derse şirke girer maazallah!

Dr. Münir Derman (k.s.)

SOHBET MD-79

http://www.muhammedinur.com/forum/viewt ... 3&start=50
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
kull
Üye
Üye
Mesajlar: 47
Kayıt: 28 Haz 2011, 01:10

Re: ''inceden inceye''

Mesaj gönderen kull »

İstediğin yerde namazını kıl
Şöyle bir güzel hikâye anlatırlar:
-Bir kimse mescidin çevresinde geziniyordu. Onu bir irfan sahibi gördü:
-Ne arıyorsun? -Tenha bir yer arıyorum; namaz kılacağım, deyince, irfan sahibi onu şöyle bir süzdü, ona şöyle dedi:
Kalbinde, Allah-ü Taâlâ'nın zatından başka ne varsa at ve İstediğin yerde namazını kıl. S. 305
Maharet güzeli görebilmektir,
Sevmenin sırrına erebilmektir,
Cihan,alem herkes bilsin ki şunu;
En büyük ibadet sevebilmektir.
YUNUS EMRE
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Re: ''inceden inceye''

Mesaj gönderen MINA »

Hazreti Aişe ve Ümmü Seleme (r.anhüm) validelerimiz , fakirlere bir şey gönderdiğinde, götürene fakirin duasını ezberlemesini tembihler; kendileri de aynı duayı ona yapardı, duaları iyiliklerinin karşılığı olmasın diye.
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Re: ''inceden inceye''

Mesaj gönderen MINA »


“Ben ölünce bir elimi tabutumun dışına atın. İnsanlar görsünler ki padişah olan Kanuni bile bu dünyadan eli boş gitmiştir.”(I. Süleyman/ Kanuni)
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
habibi
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1059
Kayıt: 26 Eki 2008, 02:00

Re: ''inceden inceye''

Mesaj gönderen habibi »




Bir âlim, çarşıdan geçerken,çocuğun birinin bir ihtiyarın yüzüne tokat vurduğunu görür.Fakat ihtiyar, hiç ses çıkarmaz. Âlim, hayret edip sebebini sorar. İhtiyar der ki:
- Ben buna, hatta daha fazlasına layığım.
- Niçin?
- Çocuktan sor!
Âlim çocuğa sorar:
- Evladım ihtiyara niçin tokat attın!
- Amca bu ihtiyar, bizi sevdiğini söylüyor. Fakat iki gündür,bizi görmeye gelmedi. Ya seviyorum iddiasında bulunmasın!
Yahut sevginin icabını yapsın!

Âlim, ağlayarak der ki: (Bir mahlûku sevdiğini söyleyip de, sevgisinin gereğini yapmayan tokat yerse,
ya Halıkı sevdiğini söyleyip sevginin hakkını vermeyenin hali nice olur?Elbette Rabbinden uzaklaşmak elemine maruz kalır.)
Hadis-i şerifte buyuruldu ki;

(Ya Rabbi, kendi sevgini, sevdiklerinin sevgisini,sevgine kavuşturacak işlerin sevgisini nasip et ve sevgini [susuzluktan yananın arzuladığı] soğuk sudan benim için daha kıymetli kıl!) [İ.Gazali]

[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/hbbi.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Re: ''inceden inceye''

Mesaj gönderen MINA »

Allahü Teâlâ’nın yarattığı bir melek her gün “Sünne-tinden ayrılana Resûlüllah’ın şefaati ulaşmaz” diye nidâ eder. (İhya C.1 S. 205)
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Cevapla

“►Nasihat ve Güzel Sözler◄” sayfasına dön