Münir Derman (k.s) Sohbetleri SOHBET - 7

Kilitli
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Münir Derman (k.s) Sohbetleri SOHBET - 7

Mesaj gönderen kulihvani »

ResimMünir DERmÂN
kaddesallahu sırrahu


Resim

MD.TMMSHBTLR-7

Evliyâlar.. Biber…

(EV SOHBETi)


Câhide Anne: ahh! Ahh!.. Efenedim evliyâlar vardır babamdan anamdan işitirdim. Babamın dedesi Ahmed Ziyaeddin Efendi Hazretleri, Evliyâ Kadın diye bilinen Gül Hatun, Trabzon’da Hoca Ömer Efendi Hazretleri, Eleşkirt’te Ömer Efendi Hazretleri, hani buraya gelmişti.. Peygamber Efendimizden sonra bunlar geldiler.. hele bir..

Amma sual sordun sen de haaa kadın.. sana bunun.. Evliyâların zuhuru Resul-i Ekrem Efendimizden sonradır.
Kıyamete kadar da bunlar bâkidirler. Zuhurlarının sebeb-i hikmeti nedir diye soruyorsun.

Şimdi iyi dinle! Hazreti Âdem topraktan yaratıldı.
Nuh Peygamber SU tufanı yaptı.
Musa, mucizesi ateşti, bir kıbtiyi öldürmüştür.
İsa Peygamber, havaya, semaya uruc etmiştir.
Bütün bu Peygamberler Nebîdirler, Resul değildirler.
Resul-i Ekremden sonra Nebîlik, Vilâyet halinde Velîlerde devam eder.
Resul-i Ekrem bir hadisinde buyurmuştur ki: “Ümmetimin âlimleri, yani velîleri demek istiyor diğer nebilerin ayarındadır.” Bu hadisdir.
Bütün velîler, Resul-i Ekremin nuruna nazırdırlar, her zaman.
Oradan da Levh-i Mahfuza bakarlar.
Vilâyet makamıyla her yerde arzu ettikleri zaman hazır ve nazır olurlar.
Diğer Peygamberler, töhmet altında kaldıklarından onları izale için velîler mevcuddur.
Çünkü, Resul-i Ekrem bundan dolayı “helak için beddua etmem” buyurmuştur.
Nuh Peygamber beddua etti tufan oldu.
Musa, bir kıbtiyi öldürdü. Bir nevi Peygamber olduğu için bir töhmet-i İlahi altında aklmıştır.
Rasûlullah Efendimiz “rahmetenlilâlemin” olduğu için kıyamete kadar bu töhmet ortadan kalksın diye velîleri kendi nuruna nazır yapmıştır, oradan Levh-i Mahfuza bakarlar.

O halde Velîlerin vazifesi diğer Peygamberler töhmet altında kaldıklarından onları izale için Velîler mevcuddur.
Nuh Peygamber beddua etti tufan oldu. Âdem, şecer-i memnu ayet okundu cenneten kovuldu.. Musa, bir kıbtiyi öldürdü.
Bunlar Cenâb-ı Allahın emriyle oldu amma, beşerî düşünceyle bir nevi töhmettir.
İşte velîler bu töhmeti dünya yüzünden kaldırmak için mevcuddur.

Şimdi de ben sana süal soracağım!
Biber.. biber.. bizim evde çok biber yenir.. sen deyersin.. ayşin de yer, yaşar da çok yer hepsi yerler..
Bibere Arapça fülfül derler. Yeşil biber vardır fülfül-ü ahdar, fülfül-ü hulva tatlı biber, fülfül-ü emrar acı biber.
Biber küçük ve büyük, kırmızı-yeşil, tatlı-acı, yuvarlak, sivri, uzun, bir çok nevileri vardır.
Dolma yaparlar, kızartırlar, turşu yaparlar, kuruturlar, salça yaparlar, az acı çok acı Biberler vardır. Hepisi kendine mahsus bir lezzet ve kokusu vardır.
Acı Biberi, korkutmak için çocukların diline “acı biber sürerim!”derler.
Acı Biberin umumiyetle kurutulmuş veya fırın edilmiş, öğütülmüş şekli evlerde yemeklerde kullanılır.
Tatlıları da, yemeklere renk vermek için acıyı sevmeyenlerin servisidir.
Biber, dünyanın sıcak memleketlerinde mıntıkalarında ekilerek yetiştirilir. İştiha açan baharattır
Acı biber, dünya yüzünde Meksika, Şili, Bazı Arap Ülkelerinde,
İspanya, Balkan Yarımadası, Anadolu’nun Şark ve Cenub kısmıdır.
Meşhur Biberler; Şili biberi çok acıdır yalnız küçüktür ve yeşil olarak yenir ve turşu yapılır.
İspanyol-Portekiz Biberi küçük ve kırmızıdır turşu yaparlar.
Uzun sivri Balkan Biberi vardır, yuvarlak fındık gibi biber vardır kurutulur yemeklere fasulyeye konur Arnavutluktan gelmedir. Dünyada biberi sevenler sevmeyenlerden çok azdır, nefret edenler daha çoktur.
Biberi sevenler ve acıyı yiyenler hoşlandıklarından yerler.
Acı Biberi hakiki seven ve yiyen insanlar öyle söylerler, hakiki yalan demezler, merd olurlar doğruluk tarafları galibtir çok uzun boylularla kısa insanlar adeta biberden kaçarlar.
Bazıları da midelerine, karaciğerlerine dokunur, basuru vardır kaçarlar, bu kaçmalar kaidelere girmiştir, hekimler tarafından da yasaklanmıştır.
Biber tansiyonu düşürür, iştihayı açar, açlığa tahammül etmeyi kuvvetlendirir, daha söyleyemeyeceğim bir çok kaideleri de vardır.

Hazreti Ömer, Hazreti Ali, Hazreti Hamza radiyallahu anhum çok acı Biber yerlerdi.
Resul-i Ekremin acı Biber hoşuna giderdi.
Geylanî Hazretleri, Ahmeder Rufaî Hazretleri, Hazreti Nakşibend, Ahmedi Yesevî Hazretleri, Hazreti Hacı Bektaşi Velî, Şabanı Velî, Hacı Bayramı Velî Hazretlerinin kendi bahçelerine kendi elleriyle acı Biber diktikleri rivayetleri vardır.
Hocam rahmetullahi aleyh acı Biberi çok severdi bize de tavsiye ederdi.
Bediuzzaman Hazretlerinin de ceplerinde acı Biber taşıdıklarını, yediklerini bizzat ziyaret ettiğim zaman müşahade etmiştim. Çok dağıtmıştır.
O zatları sevenleri hatta bağlı olanları gördüm… “severim amma dokunuyor”diye sıhhî sebeblerden fazla ifrattan kaçanları..
Fıtrî olarak biber yemek başka bir şeydir, bunu söylemek istiyorum. İyi o zaman ben de yiyeyim diyenlerde bambaşka bir şey..
Sana bir şey söyleyim mi Cahide.. biber kendisi adamını arayıp bulur bu kadar!.
Biber muhacirin en sevdiği meşrebdir, biber de zaten muhaciri sever..

*

Hocamızın eşi Câhide Anne: “Münir, kandil gecesi bir şey yazmıştınız onu okur musunuz bana?”

“Ne yapacaksın onu?”
“İstiyorsan!”
“Peki okuyum!”

Birisi mektub yazdı bana da “Kandil Gecesi nedir?” diye soruyordu ona yazdım da sonra onu tamamlamıştım okuyum peki!

Kandil denilen mübarek gecelerde isterse erişir kul, Arşa kadar. Üçler, Yediler, Kırklar gelir etrafına birden, DeYYÂN ile sessiz-sözsüz sohbet olur!
Şaşırıp kalma eğer böyle bir geceye kavuşursan, sanman bizi kim bizleri divÂNa edip, görüp görerek bunları hep dertlerimde gurbetteydik.. gurbette olan Hızır ile sohbet olur.
İster isen her Gecenin Kandil olmasını, az buyur, yeme çok hırsa kapılma rızk bitmeden ölmez insan korkma sakın..
Kâfir, Fâsık, Münkir Mü’min demeden Hazreti ALLAH verir insanlara ReZZâk ile rızkını her gün, boşluklarını ALLAHu zülcelâl ile doldurur.
Süsleniver Resûlü anarak hergün, misk kokusu yayılır senden etrafına senden her gün, o zaman anlayamazsın ne olduğunu sen.
Amma bunlar ok kadar kolaydır zannetme sakın!
Çileden derde dertten çileye yuvarlanarak şikayetsiz sen bıkma nedir bilmeyeceksin her şeyini bırakmak gerekir sabr ile Hakka.
Beş vakit alnını secdeye aman ihmal etme sakın, güler yüzlü ol dert etme sakın!
Kanaat zırhına bürünmek gerekir bu zamanda hırsa kapılma dünya kalmayacak hiç kimseye.. sanma!
Dâima abdestli bulun! Her ayda 3 gün oruç tut Hakk için!
Gani ol zikretmiş olursun el Gani Esmasını sen kaldırırlar üzerindekin..
Kandilgecesi o zaman göreceksin hakiki Kandil ne imiş!
Doğdum doğalı yalınız yaşadım, kimseye olmadım derdim için yük!
Ne yoksulluklara katlandım senelerce açmadım derdimi kimseye istemem ortak!
Sabrımın sonu yoktur diyemem ben, buna sabır isyan edemem Hakkın emrine bir lokma için.
Ben öleli oldu en aşağı 58 yıl hangi ölümü bekleyeceğim artık korkmam ben, senelerdir tartıya gelmez bir yük altında ezildim, o kadar ağırdır ki bu yük ezdi beni, yeni çıktım şimdi kırkın üstüne ben, kalmadı ezilecek yer artık cesedimde..
Kırklardan idim senelerden beridir, şimdi artık yedilerden oldum ben!
Bir Kandil gecesiydi götürüldüm Gavs’a kadar! Artık söyleyemem bee! Benim Sırrımdır bu kadar!..

Hocamızın eşi Câhide Anne:“peki! Pekii!.”

**

Bir insan bir suçluyu veyahut bir katili affederse onun ecrini Cenâb-ı ALLAH kendi üzerine alır. Bu Hadis-i Kudsîdir. Cenâb-ı ALLAH kendisi için halketti insanı. Zâhir ismiyle insanı yaratmakla tecelli etti: “vel bâtın vez zâhir” dedi insan ortaya çıktı!
İnsanın hayatına riayet eden kimse ALLAH riayet etmiş olur, çünkü sende HaYY Esması var!
O HaYY Esmasını bir yaşlının elini öpen bir adam, bir âlimin elini öpen adam, bir velînin elini öpen adam: “Ondaki HaYY Esması benden daha çok tecelli etmiştir, onun için öpüyorum!”
Yoksa eli öpülen adam da “ahhaa ahaaa!” derse tekmeyi yer kafasınaaa! Velîliği varsa velîliği gider, ilmi varsa söner, hepisi elinden aşağı gider o zaman Cerci Hoca olur nereden nereye!..



Resim

Kıbti: Mısır'ın eski yerli halkı.
Uruc: Yukarı çıkmak. Yükselmek.
Cenub: Güney. Şimalin zıddı olan taraf.
Nazır: (C.: Nüzzâr) Nazar eden, bakan.
Töhmet: Birisine isnad edilen, fakat kat'iyyetle işleyip işlemediği belirsiz olan suç, kabahat. * İtham altında olma.


Resim

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Ümmetimin alimleri Beni israil’in peygamberleri gibidir." Buyurdu.
(Fahreddin Razî, Tefsir, 8/302; Neysaburî, Tefsir: 1/264; Aclunî, Keşfu’l-Hafa: 2/64)

وعن ابْنِ مسعُودٍ رضي اللَّه عَنْهُ قَالَ : قَالَ رَسُولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : « لَيْسَ مِنَّا مَنْ ضَرَبَ الخُدُودَ ، وشَقَّ الجُيُوبَ ، ودَعا بِدَعْوَى الجَاهِليةِ » متفقٌ عليه .
Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Ölenin arkasından yüzünü gözünü tırmalayan, yakasını paçasını yırtan, Câhiliye insanı gibi bağıra - çağıra ağıt yakıp kendisine beddua eden, bizden, bizim yolumuzu izleyenlerden değildir." buyurdu
(İbni Mes'ûd radıyallahu anh'den; Buhârî, Cenâiz 36, 38, 39, Menâkıb 8; Müslim, İmân 165. Ayrıca bk. Tirmizî, Cenâiz 22, 25; Nesâî, Cenâiz 17; İbni Mâce, Cenâiz 52)


Resim
AHMED ZİYÂÜDDÎN-İ GÜMÜŞHÂNEVÎ kaddesallahu sırrahu HAZRETLERİ

Hülya YILMAZ (*)

Beynelmilel şöhrete sahip, nâdirü'l-emsâl, meşhur bir İslam âlimi, gerçek bir âbid ve zâhid, cihâd-ı ekberi ve cihâd-ı küffârı bihakkın eda etmiş örnek bir mücâhid, turuk-ı aliyyemiz silsilelerinde kendi adına özel bir şube teşkil edecek kadar ileri mertebede bir şeyhler şeyhi, aşkın en yüksek tasavvufî makam olduğuna dair bir eser yazmış olmasına rağmen, şöhret ve şatafata kapılmamış, ilm-i zâhiri ve ilm-i bâtını, tasavvufu, tarikatı ve şeriatı beraber götürmüş, ehl- i sahh ve ehl-i temkinden, çok ciddi ve çok vakur bir ârif-i kâmil; yüzden fazla kâmil mürebbî ve halîfe yetiştirmiş bir mürşid-i kâmil ve mükemmil, nice nice hadis, kelam, fıkıh ve tasavvuf eseri yazmış çok velud bir müellif; muhaddis, mütekellim, fakih, kutbül-aktâb, gavsül-vâsılîn Ahmed b. Mustafa b. Abdurrahman el-Gümüşhânevî 1228 (1813) senesinde Gümüşhane'nin Emirler Mahallesi'nde dünyaya gelmiştir.
Ondokuzuncu yüzyıl gibi Osmanlı Devleti'nin çalkantılı, buhranlı bir devrinde yaşamış olan Gümüşhânevî Hazretleri; tarikat anlayışı, tekkesi, irşad hususiyeti, bir milyondan fazla müridi, padişahlar nezdindeki nüfûzu, tasavvuf, fıkıh ve hadise dair eserleri ve dünyanın çeşitli bölgelerine gönderdiği yüz on altı halifesiyle günümüzde de halen canlılığını muhafaza eden bir tesir ve şöhrete sahiptir.


Yetişmesi:
Gümüşhânevî KS'nin çocukluğundan beri ilim tahsiline ayrı bir merak ve kaabiliyeti vardır. Beş yaşında Kur'ân-ı Kerîm'i hatmeder, sekiz yaşına geldiğinde ise Kasâid, Delâil-i Hayrât ve Hizb-i A'zâm adlı eserleri hatmedip icâzet alır.
On yaşlarına geldiğinde ailesiyle birlikte Trabzon'a göç eder. Ağabeyinin askere gitmesiyle yalnız kalan babasına işyerinde yardım etmektedir ama bir taraftan da o yörenin âlimlerinden sarf, nahiv ve fıkıh dersleri almaya başlar. Hem ilim tahsili hem ticari işler altında ezilmesinden endişe eden babası, ağabeyi askerden gelince onu İstanbul'a Dârü'l-Ulûm'a göndermeye söz verir. O da bunun sevinciyle bir taraftan derslerine devam eder; hıfzını tamamlar, bir taraftan da eli ile ördüğü para keselerini satarak ileride ihtiyacı olacak parayı biriktirmeye başlar. Düşündüğü, hayal ettiği ve en çok arzuladığı şey ise mâsivâdan soyutladığı bedenini yalnızca ilim tahsiline hasretmektir.


İlim Tahsili:
Onsekiz yaşlarına geldiğinde ticari alış-veriş için amcasıyla İstanbul'a gelir. Babasının verilmiş bir sözü vardır, ağabeyi de askerden dönmüştür. Bunları göz önünde bulunduran genç Ahmed, gerekli malzemeleri satın alıp amcasına teslim ettikten sonra Trabzon'a onunla dönmeyeceğin i , ilim tahsili için artık İstanbul'da kalmaya karar verdiğini uygun bir dille anlatır. İhtiyaçları için biriktirdiği bir miktar parayı da kendisine hiç pay ayırmadan babasına gönderir.
"Yardımcı ve dost olarak Allah bana yeter" diyerek İstanbul'da hiç bir tanıdığı, yanında da tek kuruş parası olmadığı halde Rabbine tam bir teslimiyet ve tevekkül duygusu içinde Bayezid Medresesi'nde yapayalnız kalır. Burada bir velînin mânevî murakabesinde Hikmet, Ahbâr, Tasavvuf ve Fen gibi aklî-naklî ilimleri tahsil eder. Bu zâtın vefatının ardından Mahmutpaşa Medresesi'nde bir hücreye yerleşerek kendisini ilme verir.
Çocukluğundan beri hep Şeyh Salim, Şeyh Ömer el-Bağdâdî, Şeyh Ali el-Vefâî ve Şeyh Ali gibi şeyhlerin dizi dibinde olan Gümüşhânevî KS, mânevî bir olgunluk içerisindedir. Bir gece Süleymaniye Camii ile ilgili dehşetli ama bazı mânevî müjdelere de işaret eden bir rüya görür. Bu rüya Süleymaniye menşeli Mevlânâ Hâlid-i Bağdadî KS'nin yine Süleymaniye menşeli Ahmed b. Süleyman el-Ervâdî'yi onun irşâdı ile görevlendirmesi ve nihayet kendi türbesinin de Süleymaniye Camii Şerîfi avlusunda bulunmasıyla geniş tabirini bulmaktadır. Mahmud Paşa Medresesi'nde Abdülaziz, Abdülmecid ve II. Abdülhamid'in hocası Abdullah el-Mekkî el-Erzincanî'nin halifesi ve d a ha sonra kendisine intisap eden Şehri Hafız Muhammed Emir el-İstanbulî ile Erzincan'lı Nakşî Şeyhi Kürd Hoca namıyla bilinen Abdurrahman el-Harpûtî'den ders okumuştur. Bu hocaların rahle-i tedrisinde ikmâl-i nüsah ederek İstanbul'daki onüç yıllık tahsil h a yatı sonunda 1844'de icâzet almıştır.
Şer'î ve zâhirî ilimleri, padişah ve saray hocalarının rahle-i tedrîsinde tamamlayan, icâzet almadan önce ardadaşlarına ders verebilecek kadar başarılı olan Gümüşhânevî KS, icâzet aldıktan sonra Bayezid ve Mahmud Paşa Medreselerinde müderrisliğe başlar. Bir yandan geceli gündüzlü otuz yıl sürecek olan ilmî eserler tertip ve te'lîfine çalışırken bir yandan da gittikçe ders halkasını genişletir.


Tasavvufa İntisabı:
Gümüşhânevî KS, şer'î ilimlerde zirvede iken, bâtınını teslim edip, gönül bağlayabileceği, kâmil bir mürşid arayışı içine girmiştir. Bu sıralarda 1845'de İstanbul'a gelip yerleşen ve Üsküdar Alaca Minare Tekkesi'nde tarîkat neşrine çalışan Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî KS'nin İstanbul halifelerinden Abdülfettah el-Ukarî (1281/1864) ile bir sohbet meclisinde tanışır. Kendisine intisap etmek isteyen Gümüşhânevî KS'nin bu arzusunu ileride gelecek olan bir zâtın buna izinli olduğunu söyleyerek kabul etmez.
Nihayet bir gün Abdülfettah Efendi'nin bulunduğu tekkede, kendisi için önceden tayin edilmiş ve yalnızca kendisinin mânevî irşadıyla görevli olarak İstanbul'a gönderilmiş bulunan Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî KS'nin bir başka halifesi Trablus-Şam Müftüsü diye anılan Ahmed b. Süleyman el-Ervâdî ile karşılaşır ve ona intisab eder. Onun mânevî murakabesi altında seyr u sülûkunu tamamlar.
İki yıl aralıkla iki defa halvete giren Gümüşhânevî, ikinci halveti müteakip 1848'de şeyhi Ervâdî'den Nakşıbendiyye, Kàdiriyye, Kübreviyye, Çeştiyye, Sühreverdiyye, Şâzeliyye, Desûkiyye, Halvetiyye, Müceddidiyye, Mazhariyye, Rifâiyye, Hâlidiyye tarikatlarından hilâfet-i tâmme ile icâzet alır. Bu ledün ilmi alış verişi onaltı yıl sürer. Kendileri artık mânevî ilimlerin de bir kutbu olmuştur.
Pek çok meşayıhın mânevî bir işaretle varlığını öğrendikleri mürşidlerini arayıp bulmak için diyar diyar gezdikleri ve uzun yolculuklar yaptıkları bilinir. Gümüşhânevî Hazretlerinde ise tamamen farklı bir durum söz konusudur. Şems-i Tebrîzî'nin Mevlânâ'yı arayıp bulmasında olduğu gibi Ervâdî KS'nin de Şam'dan İstanbul'a kadar gelerek Gümüşhânevî'yi irşâd etmesi onun ileride Hàlidiyye Tarîkatı içindeki yerinin büyüklüğüne işaret etmektedir.
Ervâdî Hazretleri, 1858 senesinde Şam'da vefat eder. Şeyhinin tavsiyesi üzerine Gümüşhânevî, onun vefatından sonra Abdülfettah Efendi'yi sohbet şeyhi ittihaz eder. Bu bağlılığını kendisi Cağaloğlu'nda, Ukarî KS de Üsküdar'da olduğu halde haftada bir defa karşılıklı ziyeretlerle devam ettirir. Gümüşhânevî, Hâlidî âdâbına riayet ederek, bu z â tın vefatına kadar müstakil hareket etmekten sakınmış ve böylece Mevlânâ Hâlid KS'in İstanbul halifelerinde bulunmasını istediği en kıdemli halifeye uygun hareket etme esasına riayet etmiştir.
1864'de Abdülfettah Efendi'nin vefatına kadar tarîkat neşrinden daha çok ilmî çalışmalarda bulunmuş, bütün te'lifâtını bu tarihe kadar tamamlamıştır.
1864'de başladığı haftalık sohbetlerde Râmûzü'l-Ehâdîs'in şerhedilmesi ve yorumlandırılması ile Levâmiu'l-Ukûl adlı eserini meydana getirmiştir. On altı yıl müridlerine Nakşbendiyye ve Hâlidiyye usûlü zikir tâlim etmiş ve Hatme-i Hace zikri icra eylemiştir.
Bu dönemden sonra artık irşad faaliyetlerine de hız vermiş, pek çok talebe yetiştirmiştir. İsimleri bir icâzetnâme hacmine sığmayacak kadar çok olan eserin kendisi tedkik ve mütâlaa ettiği gibi bazı talebelerine de bu eserlerin tamamından icâzet vermiştir.
Onun bu ilmî seviyeye gelmesinde etkili olan hocalarından Şehri Hafız Muhammed Emin el-İstanbulî ilk önce Abdullah-ı Mekkî KS'den hilâfet aldığı halde daha sonradan Ervâdî KS'den Hâlidî Tarîkatı üzere irşad icâzeti alan talebesi Gümüşhânevî KS'ye intisab etmiştir. Hocalarından bir diğeri de belirtildiği gibi Kürd Hoca diye meşhur olan Abdurrahman el-Harpûtî'dir.


Tekkesi:
Resim

Tarikat neşrine başladığında önceleri tekkeye fazla rağbet etmeyen Gümüşhânevî, Mahmud Paşa Medresesi'ndeki hücresi ile iktifa etmiştir. Burası sayıları zamanla artan müridlerinin ihtiyaçlarına cevap veremez hale gelince ibadete kapalı ve metruk bulunan Fatma Sultan Câmii tekk e ittihaz edilmiştir. Halîfelerinden Kastamonulu Hasan Hilmi Efendi'nin gayretleriyle beş vakit ibadete açık hale getirilen bu caminin bitişiğine Gümüşhânevî KS tarafından onaltı odalı bir ev ile bir de tekke yaptırılıp vakfedilmiştir. Ev ve tekke yapımından sonra Şeyh Hazretleri buraya taşınmış, bu cami ve müştemilatı zamanla ìGümüşhâneli Dergâh-ı Şerîfiî diye şöhret bulmuştur.
Gümüşhânevî'nin tarîkat ve tasavvuf anlayışında ferdî planda kâmil insanlar yetiştirme hedefi gözetilirken, ictimâî hayatın da asla ihmal edilmediğini görüyoruz. Esasen O'nun tarikat faaliyeti ve tasavvufî eğitimle ulaşmak istediği asıl hedef fikriyle, îmanıyla, ahlâkıyla kemâle ermiş, şuurlu müslümanların oluşturduğu ideal bir toplum ortaya çıkarmaktır. O'nun Bâb-ı Alî'nin ta m karşısında yer alan, metruk bir camiyi ihyâ ederek, idare merkezine böyle yakın bir yeri tekke olarak seçmesi bu anlayışın bir tezâhürüdür. Toplumun istikametini tayin etmek, büyük ölçüde idarenin insiyatifini ele geçirmeye bağlıdır. Gümüşhânevî hazretle r i de ehemmiyetli bir mevkiyi tekke olarak seçmiş, devlet idaresine yön verici bir irşad siyaseti ile hareket etmiştir.
Kendi zamanında hem bir tekke, hem de bir ìdârü'l-hadîsî hüviyeti kazanan dergahına Sultan Abdülmecid, Sultan Abdülaziz, Sultan II. Abdülhamid ve daha bir çok devlet adamının zaman zaman gelerek sohbet ve derslerine iştirak etmeleri, müridleri arasında Arap Mehmed Ağa, Erkân-ı Harb livalarından Münib Bey, saray doktorlarından Emin Paşa, Reîsü'l-Ulemâ Tikveş'li Yusuf Ziyâeddin Efendi gibi zatların yer alması, O'nun ne derece etkili ve hürmet edilip sözü dinlenen bir şahsiyet olduğunu göstermektedir.
II. Abdülhamid ile hususî bir yakınlıklarının bulunduğu özel istişare ve toplantılarının olduğu da bilinmektedir.
Toplumun her türlü ihtiya cına cevap verme gayreti içinde olan Ziyâüddin Hazretleri, o devirde yeni kurulmaya başlanan ve faizle çalışan bankalara bir alternatif olarak, müntesiplerinin ellerinde bulunan menkul kıymetleri bir araya getirerek bir yardım ve borç sandığı kurdurmuştur . Atıl vaziyette bulunan bu birikimler toplanarak ortak yardımlaşma ve yatırım amacıyla kullanılacak bir sermaye olmuştur. Kapısında:


Nakşbendî Dergâhıdır bu makâm-ı dil-küşâ,
İşte meydân-ı muhabbet gel azîzim merhaba!


yazılı olanìGümüşhâneli Dergâh-ı Şerîfiî diye şöhret bulan tekkesi, tekke ve zaviyelerin kapatılmasından sonra 1942'ye kadar mabed olarak korundu. Anıtlar Yüksek Kurulu'nun, korunması gerekli eski eser kararına rağmen, 1857 senesinde yol yapımı gerekçesiyle yıktırıldı. Bugün sadece minares i nden tuğla enkazı ile; "Gümüşhâneli Ahmed Ziyâüddîn Sokağı" hatıra kaldı. Arsası üzerinde ise, İstanbul Defterdarlığı bulunmaktadır.

Cihadı:
Kalemi ve kelâmıyla mücâdele veren Gümüşhânevî, yeri gelince kılıca ve silaha sarılmayı da bilmiş 93 Harbi diye bilinen Osmanlı-Rus savaşlarına iştirak ederek cephede bizzat çarpışmış, gönüllü gittiği bu savaşın kesintiye uğradığı bir ara Of'a gelerek tarikat neşrinde ve irşad hizmetinde bulunmuş, savaş başlar-başlamaz muharebe meydanına tekrar dönmüştür.
Gümüşhâne vî'nin toplum hayatına, insanlara hizmet etmeye, sosyal faaliyetlere bu derece önem vermesi, biraz da müntesibi bulunduğu tarikatın hususiyetinden kaynaklanmaktadır. Nakşbendî Tarikatı, irşad faaliyetinde halkın içine karışmayı ve insanlara hizmeti ön pla n da tutan bir anlayışa sahiptir.
Bu tarikatın en önemli prensiplerinden biri de ìhalvet der encümenîdir. Bu prensip, toplum içerisinde meşru olan her türlü faaliyete iştirak ederek insanlara hizmet etmeyi, bütün bunları yaparken de kalben daima Allah CC ile beraber olmayı, yani halvet şuurunu muhafaza etmeyi ifade eder.


İlmî Şahsiyeti:
Gümüşhânevî Hazretleri, talebelerinden birine verdiği icâzette şunları söylüyor:
"Bu aciz kula Cenâb-ı Hak ikramlarda bulunmuş, onu itaatlerin en üstünü ile meşgul etmiş ve ibadetlerin en büyüğünde çalıştırmıştır ki o da şerefli ilmi taleb etme işidir. Zira insan Allah Tealâ'nın rızasını istemekte, ihlas sahibi olduğu, çirkin olan gösteriş ve desinlerden uzak bulunduğu zaman, ilâhî emirle mükellef olanlar arasında temâyüz eder ve şeref kazanır. Aksi halde ilim, sahibine vebal olur.
Kulluk ve yaradılış gayesinin Cenâb-ı Hakk'ın vahdâniyetine ermek olduğunu ifade eden Gümüşhânevî, kişiyi bu gayeye götüren sebeplerin başında ilmi görmektedir. Gerek meşrebi, gerekse tasavvuf ve tarikat anlayışı bakımından ilme ve ilim tahsiline ağırlık verilmesini isteyen Gümüşhânevî'nin eserleri, sohbetleri ve talebelerinin hususiyeti de bunu yansıtmaktadır.
Bütün eserlerini Arapça yazmış olması, Mısır'daki derslerini Arapça takrîri onun yazacak ve okutacak derecede Arapça'ya vukûfiyetinin dolayısıyla ilmî kudretinin delilidir.
Vasiyetlerinde, "Amelleriniz, tahsiliniz ve ahlâkınızla âlim olup, insanlara seviyelerine göre hitap ediniz. Alimlerin zâlim ve inatçılarından olmayınız. Daima müzâkere, hak ve hakikati izhar için ilminizi ve araştırmalarınızı artırınız!" diyen Gümüşhânevî KS, bu konudaki hassasiyetini göstermektedir. Kendisi de ilme ve ilmî araştırmalara büyük önem vermiş, ömrünün yirmi sekiz senesini telif hayatına vakfe t miş nice geceleri uykusuz geçirip, durup dinlenmeden çalışmıştır.
Halifelerinden Kastamonulu Hasan Hilmi Efendi KS bir defasında altı ay boyunca geceleri hiç uyumadığını anlatarak şöyle demektedir: "Çok uzun süren bu dönem içerisinde, öğleye az bir zaman kala kıbleye karşı döner, başına bir havlu örterek uyumaya çalışırdı. Böyle yaparken de her defasında çevresindekilere, 'Öğle ezanına az bir zaman kala beni uyandırın!' diye tenbih ettiği halde, her defasında kendiliğinden uyandığı için, onu uyandırmak hiç kimseye nasip olmamıştır."
Gümüşhânevî KS, tekkesinde kurduğu yardımlaşma ve yatırım sandığında biriken sermaye ile büyükçe bir matbaa satın alarak, ilmî eserlerin ilim erbabına bedelsiz ve hediye usûlü dağıtılarak, ilmin daha verimli ve yaygın hale getirilmesine gayret göstermişti. Aynı sermayeden tahsis edilen beşyüzer altınlık vakıflarla İstanbul, Bayburt, Rize ve Of'ta onsekizbin ciltlik dört ayrı kütüphane tesis edilerek ilmin Anadolu'da da yayılması temin edilmeye çalışılmıştır.
Tekkeler zamanın şartları ve imkanları dahilinde ictimâî hayata yön veren çeşitli faaliyetleri tarihin her döneminde gerçekleştirmişlerdir. Ancak Gümüşhâneli Dergâhı'nın toplumun ihtiyaçlarına ve zamanın şartlarına hitap eden böyle verimli bir metodla, ilmî, iktisâd î ve ictimâî gayeleri hedef alan bir usul ile ortaya çıkması takdire şayandır.
İlme ve Sünnet-i Seniyye'ye uymaya ayrı bir önem verdiği görülen Gümüşhânevî'nin ikinci büyük hususiyeti, tekkesinde hadis ilmine ağırlık vermesi ve hadis ilmi ile meşguliyeti tarikatının bir rüknü haline getirmiş olmasıdır.
Alfabetik sıraya göre yazmış olduğu Râmûzü'l-Ehâdîs adlı Hadis kitabından, haftanın iki günü, çoğu defa sorulu-cevaplı ders takrir eden Gümüşhânevî ömrü boyunca yetmiş defa bu usulle Râmûz 'u hatmettirmiş tir. Kendisinden okuyup icâzet alanlar da aynı usule riayet etmişlerdir. Bu silsilenin en son halifelerinden Mehmed Zâhid Kotku (Rh.a) İskender Paşa Camii imamı iken burada Râmûz okutarak, bu geleneği günümüze kadar devam ettirip getirmiştir. Ondan sonra da, Mahmud Es'ad Coşan Hoca Efendi pazar günleri ikindi namazını müteakip İskender Paşa Camii'nde Râmûz sohbetlerini devam ettirmiştir.
Hadis ilmine yaptığı hizmetlerden dolayı "Muhaddisîn-i Rûm", "Hâtimetül-Muhaddisîn" gibi ünvanlarla da anılan Gümüşhânevî'nin bu gayretleri meyvesini vermiş ve Gümüşhâneli Dergâhı bir Dârü'l-Hadîs hüviyetine bürünmüştür. Bu çalışmalar, Gümüşhâneli Dergâhı'nda icâzet almış, yüzlerce hadis âliminin yetişmesine, bir çoğunun ìHuzur Dersleriî mukarrir ve muhataplığına, bazılarının da Safranbolu'lu İsmail Necâti Efendi ve Dağıstanlı Ömer Ziyâeddin Efendi Hazretleri gibi Dârül-Hilâfetil-Aliyye Medresesi hadis ve hilâfiyyat dersleri müderrisliğine kadar yükselmelerine sebep olmuştur.


Eserleri:
Hadis öğretimine önem veren, hadîse dair eserler kaleme alan Gümüşhânevî, tasavvuf tarihi içinde köklü bir geleneğin sürdürücülerinden biri olmuştur. Onun bu yönü en azından hadis sahasında verdiği eserlerin hacmi bakımından, seleflerinin çoğundan daha belirgindir.
Hadise dair eserlerinden ilki ve en önemlisi adı geçen Râmûzül-Ehàdîs'tir Kendi ifadesiyle az sözle çok mana veren veciz ve alimlerce muteber bir kısım hadisleri bir araya getirip yazdığı bir eserdir.
Levâmiul-Ukûl adlı eseri ise Râmûz 'un şerhidir. Bunlar dışında hadisle alakalı Acâibün-Nübüvve, Letâifül-Hikem, Hadîs-i Erbaîn adlı üç eseri daha vardır.
Gümüşhanevi'nin tasavvufî yorumlarını ihtiva eden hadisle ilgili eserleri ile tasavvuf ve kelâma dâir te'lifâtı, dünyanın dört bir yanına dağılarak yakın-uzak bütün bölge ilim adamlarının el kitabı olma hüviyeti kazanabilmiştir.
Tasavvuf konusundaki eserlerinden ikisi, daha önce adı geçen Câmiül-Usûl, Mecmûatül-Ahzâb dışında Rûhul-Arifîn gibi tasavvufun inceliklerini ihtiva eden eserleri de mevcuttur.
Ahlak konusunda Necâtül-Gâfilîn, Devâül-Müslimîn, Netâicül-İhlâs adlı eserlerinden başka Gümüşhânevî Hazretleri Fıkıh ve Kelam ilmine dair eserler de vermiştir.



Tasavvufî Şahsiyeti:
Gümüşhânevî Hazretleri, az yemek, az uyumak ve az konuşmak gibi prensipleri içeren zühd ve takva dolu bir hayatı benimsemişti. Misafirsiz sofraya oturmazdı. Bütün nafile oruçları tutardı. Haftada iki defa müridleriyle topluca Hatme-i Hâce zikri icrâ ederdi. Salı geceleri zikirden sonra yetmiş bin kelime-i tevhid zikri yaptırmayı adet hal i ne getirmişti.
Yazlarını Beykoz'daki Yûşâ tepesinde çadır kurarak geçirirdi. Yine bir yaz günü Yûşâ tepesi'nde yakınlarıyla çadır kurmuş olan Ahmed Ziyâüddin Gümüşhânevî KS, elinde eski bir kemanla geçmekte olan bir çalgıcıyı çağırdır. Adam, sizin hocanızla benim ne işim var, gidin işinize, siz keman çaldırıp para vermezsiniz, ben de sizin sözlerinize kulak asıp dediğinizi yapmam, derse de ısrar eder ve huzura getirirler.
Gümüşhânevî Hazretleri, çalgıcının kulağına gizlice bir şey söyler. Adam bu sözler özerine öyle bir cezbeye tutulup bağırır ki, etraftakiler şaşırıp kalırlar. Çalgıcı, tövbekâr olur. Ahmed Ziyâüddîn Gümüşhânevî Hazretleri'nin kendisinin kulağına neler söylediğini merak edip soranlara, uzun süre bir şey söylemez. Nihayet bir gün anlatır:
"Ben gençliğimde bir Bektâşî şeyhine intisab etmiştim, kendisi ehl-i sünnet vel-cemaatten idi. Vefat edeceği zaman ìseni büyüklerden birine emanet ettim, sakın reddedip perişan olma, âhir ömründe iyi bir insan olursun inşaallahî demişti. Gümüşhaneli Efendimiz de bana ìşeyhin seni bana emanet etmiştiî demesi ile kendime sahip olamadım, bağırdım ve ellerine kapandımî demiştir.
Nakşıbendiyye ve Hâlidiyye usulü gereği halvete çok önem verir, Zilhicce ve Recep aylarında senede iki defa halvete girerdi. Müridlerinden girmek isteyenlere de bu aylarda halvet yaptırırdı.
Yatarken ayak uzatarak uyumayı edebe aykırı saydığı için hiç bir zaman ayak uzatarak uyumamıştır. Bir defasında, hasta yatağında baygın bir şekilde dört büklüm yatan Gümüşhânevî KS'nin tedavisi için gelen doktor tarafından, ayakları uzatıldığında, kulaklarının ucuna kadar utancından kıpkırmızı kesilmiş, gözlerini hafifçe açarak, ìbir de beni Rabbım'ın huzurunda ayak uzatma suçu ile başbaşa bırakmayınî diyerek ayaklarının toplanmasını istemiştir.
Kerâ metleri zâhir olan, Gümüşhânevî Hazretleri, ihvânına nasihatlerinde her zaman şunu tekrar ederlermiş:
"--Kimsenin sakalına, bıyığına, tarikine, sigarasına karışmayın!"
Müridlerinden iki kişi bir gün yakınlarındaki bir mevlevi tekkesinde ayin seyretmeye karar verirler. Akıllarına Gümüşhane'li hezretlerinin tenbihi gelir ama, nasıl olsa biz kimsenin işine karışmayız, diyerek giderler. Bir ara birisinin gözüne mevlevi şeyhinin gür bıyıkları takılır, gittikçe zıddına gitmeye başlar ve nihayet dayanamaz arkad a şının kulağına eğilerek hafif bir sesle ìbu adam kızılbaş mıdır nedir?î der. O anda mevlevî şeyhi sunlara gözlerini öyle bir diker ki az daha sıkıntıdan göğüsleri patlayacak olur. Derhal kendilerini dışarı atar dergahın yolunu tutarlar. Karşılarına çıkan G ümüşhane'li Hazretleri: ìAdam öyle bir gözlerini dikti ki... diker ya... Ben size demedim mi ki kimsenin âyinine, bıyığına karışmayın diye tekdîr eder ve ruhî inkıbazı da onlardan giderek merhamet buyururlar.
Gümüşhânevî Hazretlerinin vefatından hayli seneler sonra, son demlerini yaşayan ilim ve irfan sahibi bir zat, --Derhal kadınlar yanımdan çıksın veya başlarını örtsünler şeyhim Hazret-i Ahmed Ziyâ geliyor demiş ve biraz sonra da:
"--Elhamdülillâh şeyhim bana dedi ki: Cenâb-ı Hak günahlarını bağışladı, bize geliyorsun müjdeler olsun!" diyerek ağlamış ve kelime-i şehâdet getirerek emr-i ilâhîye icâbet eylemiştir.
Ne zaman kendi halifelerinden Oflu Hacı Yusuf Efendi Trabzon'dan İstanbul'a doğru gelen vapura binse, dergâhta bulunan Gümüşhânevî Hazretleri etrafındakilere:
"--Yusufumun kokusu geliyor!" buyururlarmış.
Mahmud Es'ad Coşan Hoca Efendi anlatıyor:
"Gümüşhânevî Ahmed Ziyâüddin Hocamız hayatta iken, Medîne-i Münevvere ahalisinden Muhammed isminde bir şahsı rüyasında, 'İstanbul'a gel!' diye çağırmış. Medîneli, kendisi Arap... Seyyid, Peygamber Efendimiz'in sülalesinden... O da atlamış vapura, kalkmış İstanbul'a gelmiş. Bir rüya üzerine, Medîne-i Münevvere'den deniz yoluyla İstanbul'a gelmiş. Ama, adres yok. İşte rüyada ìİstanbul'a gelî dedi bir sakallı şahıs, ondan geldi. Çıkmış vapurdan... Yürürken bir şahıs yanına yanaşmış:
"--Sen Medine'li Muhammed filanca mısın?"
"--Evet..." demiş.
"--Düş peşime!.." demiş.
O önden, bu arkadan bir yere gelmişler. Bir hoca efendinin yanına girmişler. El öpmüş... Bir de bakmış ki rüyada kendisini İstanbul'a çağıran, gel diyen şahıs. O şahıs demiş ki:
"--Yahu burası neresi, bu zât-ı muhterem kim?"
O şahıs demiş ki:
"--Burası Gümüşhaneli Tekkesi... Bu zât-ı muhterem de, Ahmed Ziyâüddîn-i Gümüşhânevî Hazretleri'dir."
Bayram ve kandil gecelerini, müridleriyle birlikte sabahlara kadar zikir, fikir, tekbir, tehlil ve tahmidle geçiren Gümüşhânevî KS, ömrünün son onsekiz yılını bayram günleri hariç oruçlu geçirmiştir.
Lüzumsuz sözlerden hiç hoşlanmaz, boş vakitlerini ve çoğu gecelerini, ilim ile meşgul olarak geçirirdi. Sabah namazından sonra işrak vaktine kadar ve yatsı namazından sonra mecbur kalmadıkça dünya kelamı konuşmazdı. Kendisine yakın olanlarca rivayet edildiğine göre, yatağa gireceği zaman, mutlaka ìYâ-Sînî suresini okumayı a det edinmişti. Kendisi okuyamayacak kadar bitkin olduğu zaman birisine okutup dinlerdi.


Seyahatleri ve Evliliği:
Ahmed Ziyâüddîn-i Gümüşhânevî Hazretleri, ömründe iki defa hacca gitti. Birinci yolculuğunda İskenderiye ve Mısır'a uğradı. Buradaki enbiyâ ve evliyâ kabirlerini ziyaret etti. Bir buçuk ay süren bu ziyaretinde Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî'nin sohbetiyle şereflenenlerden Küçük Aşık Efendi ile sohbette bulunmuşlardır. İlk haccından sonra altmış üç yaşında iken Şeyhü'l-Harem-i Nebevî Mehmed Emin Paşa ' nın kızı Havva Seher Hanım'la evlenmiştir. Hanımı kendisinden onsekiz sene sonra vefat etmiştir.
İkinci hacc yolculuğuna ailesiyle beraber çıkmış, Mekke ve Medine'de pek çok kişi ile görüşmüştür. Bunlardan bazılarına hadis okutmuş, bazılarına da tarikat telkininde bulunmuştur. Hacc dönüşünde Mısır'a uğramış ve burada üç yıldan fazla kalmıştır. Bu süre zarfında Tanta, Kahire, Nâsıriyye, Câmiu'l-Ezher ve Seyyidinâ Hüseyin câmilerinde Râmûz okutmuş, beş kişiye de tarîkat hilâfeti vermiştir.


Şemâili:
Son zamanlarında, yaşı çok ilerlediği için vücudunda zayıflık hasıl olmuştu. Bir şeye dayanmadan oturamıyor, asasız yürüyemiyordu. Konuşmasını ise ancak sohbetlerine müdavim olanlarla, konuşma tarzına alışık olanlar anlayabiliyordu.
Bütün mecalsizliğine rağmen, gözünden fışkıran feyz nuru, yüzünde parlayan müşâhede-i cemâl tecellîsi müridleri üzerinde aynı şekilde aşk, vecd, ızdırap ve hararet meydana getiriyordu. Ömrünün sonlarına doğru görenlerden nakledildiğine göre şemâili şu şekildeydi:
Dengeli ve uzuna yakın orta boylu, yanakları kırmızı, beyaz yüzlü, orta kısmı hafifçe yüksek çekme burunlu, çatık kaş ve açık alınlı, sağ ve sol gözünün altında birer siyah ben bulunan yuvarlak yüzlü, siyah ve iri gözlü, başı devamlı traşlı ve beyaz sakallı bir zat idi. Başla r ına nakşi tacı ve beyaz imame sarar, cübbe, hırka ve uzun entari giyerlerdi. Ayağında devamlı ayakkabı bulunur, siyah renge hiç rağbet etmezdi. Yazları beyaz, kışları da yeşil renkli elbise giymeyi tercih ederlerdi.


Vefatı:
Gümüşhânevî Hazretleri 7 Zilkàde 1311 (13 Mayıs 1893) senesinde sabahleyin saat on sularında, ansızın gözünü açıp, "Hepsini isterim yâ Kibriyâ!" diyerek dâr-ı bekàya irtihal eylemiştir. Kabri, Süleymaniye Camii avlusunda Kanûnî Sultan Süleyman Türbesi'nin kıble tarafındadır. Yanlarındaki kabirde, zevceleri Havva Seher Hanım yatmaktadır.

Resim

Halifeleri:
Hâlidiyye'nin Ziyâiyye Kolu'nun pîri ve müessisi olan Gümüşhânevî KS, pek çok eser kaleme alan bir müellif-mutasavvıf olduğu kadar, yüzden fazla kişiye de hilâfet tâcı giydiren bir mürşiddir .
İstanbul başta olmak üzere Anadolu'nun çeşitli yerlerinde, Kazan'dan Komor Adaları'na, Mısır'dan Medine'ye Çin'den Afrika'ya kadar olan geniş bir saha içerisinde ismini, ilmini, tarikatını ve tasavvufî düşüncelerini halîfeleri devam ettirmiştir.
Bir milyondan fazla müridi bulunan Gümüşhânevî'nin tesir sahası yalnızca İstanbul'la sınırlı değildi elbette. O, dünyanın çeşitli bölgelerine de halifelerini göndererek etkinliğini artırmış, müslümanların uyanmasına ve İslam'ın ihyasına büyük gayret sarf etmiş ti.
Gümüşhânevî'nin büyük değer verdiği halifelerinden Lüleburgaz'lı Muhammed Eşref Efendi Pekin'e gönderilmiştir. Oradan dönerken Pekin'li müslümanlar II. Abdülhamid adına bir üniversite yaptırmaya başlamışlardır. Bu Hoca Efendi'ye bundan sonra Çin'li Hoc a denmiştir.
Komor Adalarında da faal bir Gümüşhânevî Dergâhı'nın bulunduğu 1976'da İstanbul'da tertip edilen İslam Ülkeleri dışişleri bakanları toplantısına katılan Komor Adaları dışişleri bakanı tarafından Mehmed Zâhid Kotku (Rh.A) Hazretleri'ne bildirilmiştir.
Gümüşhânevî KS II. Hac yolculuğu dönüşünde Mısır'a uğramış orada üç yıl kalmıştır. Bu müddet zarfında yetiştirdiği kişilerden; Mısır Müftüsü Muhammed b. Salim Tamum el-Menûfî, eş-Şeyh Cevdet, Seyyid Muhammed b. Abdürrahim et-Tantâvî, eş-Şeyh Mustafa b. Yusuf es-Sa'dî, Şeyh Rahmetullah el-Hindî olmak üzere beş kişiye de tarikat hilâfeti vermiştir. Tanta'da halen faal bir Gümüşhaneli Dergâhı bulunmaktadır. Bugün bu vazifeyi ise Ezher Üniversitesi Tefsir Profesörü ve Usulü'd-Dîn Fakültesi Deka n ı olan Cûde Ebu'l-Yezîd el-Mehdî adında bir zat devam ettirmektedir.
Gümüşhânevî'nin halifelerinden Ahmed Ziyâüddîn Efendi , imamlıkta iken yaş haddinden emekli olmuş, Medine'de kırk sene mücavir kalmış, hizmetlerde bulunmuştur.
Zeynullah el-Kazânî, Gümüşhânevî'nin Kazan ve Kafkasya'da tarikat neşrine memur ettiği halifelerindendir.
Muhammed Zâhid el-Kevserî'nin babası Hasan Hilmi b. Ali el-Kevserî KS Düzce'de yıllarca Râmûz ve Garâib okutmuştur. Düzce'nin ileri gelenleri tarafından yaptırılan Yeni Cami bitişiğindeki medresede müderris olarak ders okutmakta iken Gümüşhânevî'nin emri üzerine bu medresenin yanına 1892'de bir tekke yaptırdı. 1926'da vefatına kadar otuzbeş sene burada hizmet etti.
Halifelerinden Ünye'li Yusuf Bahri Efendi 1869'da Gümü şhânevî'den icâzet almıştır. Ünye Sadullah Bey Medresesi'nde müderrislik yapmış, 1872'de Ünye Müftülüğü'ne tayin olmuş, hem ilim hem tarikat neşrine çalışmıştır.
Nallıhan'lı Hasan Ziyâüddin Efendi, 1886'da seyr-u sülûkunu tamamlayarak hilâfet icâzeti alm ıştır. Memleketi Nallıhan'a giderek Hacı Mehmed Ağa Medresesi Müderrisliği'ne tayin olmuş, burada bir taraftan ders okuturken bir taraftan tarikat neşrine çalışmıştır.
Ankara'lı Ahmed Hilmi Efendi , Gümüşhânevî'den hilafet aldıktan sonra, İzmit'te Fevziye, Taşçılar Başı ve Yeni Cuma camillerinde ifa ettiği imameti sırasında, haftada iki gün salı ve cuma günleri yatsı namazından sonra Hatme-i Hâce yaptırmıştır. Tarikatı yaymak hususunda büyük gayreti görülmüştür.
Yarım asırdan fazla Tarsus muhitinde ilim, ahlak ve edep dağıttığı söylenen Hamza Efendi de Gümüşhânevî'nin halifelerindendir. 1955'de vefat etmiştir.
Gümüşhânevî Hazretlerinin halifelerinden biri de eski Bayramiç Müftüsü Çırpılar'lı Ali Efendi'dir. 1863 yılında doğmuş, Gümüşhâneli Dergâhı'nda yetişmiş, hilâfet almıştır. Köyüne dönerek orada bir cami ile 24 odalı bir medrese inşa ederek tâlim-terbiye, tebliğe ve irşad hizmetlerinde bulunmuştur. 1910'larda açtığı medresesindeki irşad faaliyeti 1924'de medreseler kapatılıncaya kadar sürmüştür.
Gümü şhâneli Dergâhı son şeyhi Mahmud Es'ad Coşan Hoca Efendi'nin babası Halil Necati Efendi'yi 17 yaşlarında iken dedesi Molla Abdullah Efendi Çırpılar'lı Ali Efendi'nin bu medresesine getirip yerleştirmiştir.
Mahmud Es'ad Coşan Hoca Efendi'nin Büyük Dedesi Molla Abdullah Efendi, Halil Necati Efendi'nin babasını da diğer iki kardeşiyle beraber İstanbul'a getirmiş, Fatih Medreseleri'ne yerleştirmiş ve kendisi de Gümüşhânevî'ye intisab eylemiştir. Gümüşhânevî Hazretleri Molla Abdullah Efendi'yi çok severlermiş Hatta bir kere ìsen benim oğlum olî diye teklif ve iltifat eylemiştir.
Molla Abdullah Efendi, Çırpılarlı Ali Efendi ile karşılaşınca elini öpmeye davranır o da mukabele ederek onun elini öpmeye çalışırmış. Molla Abdullah Efendi'nin küçük kardeşi Molla Hüseyin Efendi de Çırpılarlı Ali Efendi'ye intisap eylemiştir.
Çırpılar'lı Ali Efendi, İstiklal Savaşı sırasında Bayramiç yöresinin Kuvâ-yı Milliye temsilcisi olarak görev yapar. Bir ara Bayramiç Müftülüğü görevinde de bulunan Ali Efendi 1947 yılında 82 yaşlarında iken vefat eder.
Gümüşhânevî'nin halifelerinden biri de Karadeniz Bölgesi'nin irşadı ile görevlendirilen ìŞeyh Efendiî diye ma'ruf Osman Niyâzî Efendi'dir (1828/1909).
Nakşî halifesi olarak Varda'ya (bugünkü adı Rize İkizdere'nin Nahiyesi olan Güneyce) dönen Şeyh Efendi, Varda büyük Camii Medresesi Müderrisliği ve caminin imamlığını üstlenir. Burada bir müddet kalır. Ardından Varda'nın Kolekli (Kurtuluş) Mahallesi'ne geçer. Burada bir cami-tekke inşa edilir. 1909 tarihinde vefatına kadar 14 y ıl burada hizmet eder. Gümüşhânevî'nin vakıf kütüphanelerinin mütevelliliğini de yapmış olan Şeyh Osman Niyâzi Efendi, Rize Güneyce'deki bu tekkede, sağlığında kendisinin de kullandığı bir vakıf kütüphane tesis etmiştir.
Bunlardan başka Ziyâiyye'yi kendi beldelerinde neşreden bazı halifelerini de yalnızca isimleriyle anabiliriz. Şam'da Yusuf en-Naşuki (1318/1900), Kırım'da İsmail el-Kırımî, Erzincan'da Hasan el-Erzincanî, Mahmud el-Bosnevî, Adapazarı'nda Mustafa el-Kürdî el-Harputî (1328/1910), Düzce'de H asan Hulusi Efendi, Of'ta Huccetü's-Sâlikîn müellifi Yusuf Şevki el-Ofî başta gelmektedir.
Hayatı, eserleri, fikirleri, tarikat anlayışı, irşad hizmetleri ve halifeleriyle dünden bugüne etkin bir şahsiyet olan Gümüşhânevî, derin izler bırakmıştır. Halen ülkemiz içinde ve dışında milyonlarca müntesibi bulunmaktadır.
Gümüşhânevî Hazretlerini anlatabilmek, okyanusu avuçlayabilmek gibi zor, imkansız. Her yönü ayrı bir makale konusu. Halifelerinin herbiri ayrı bir derya, eserlerinin her biri birer hazine. Der yaya dalabilene, hazineye sahip olabilene ve bu dergaha mensup olabilene ne mutlu!
Ahmed Ziyâüddin Gümüşhânevî Hazretlerinin Süleymaniye Camii Şerifi avlusunda, Kanûnî Sultan Süleyman Türbesi'nin, kıble duvarına bitişik, demir parmaklıklarla çevrili makberinin, mezar taşı kitabesi aynen şöyledir:
Nazar kıl çeşm-i ibretle, makâm-ı ilticâdır bu! Erenler dergâhı, bâb-ı füyûzât-ı Hüdâ'dır bu! Ziyâüddîn-i Ahmed, mevlidi anın Gümüşhâne, Şehir-i şark-u garbın, mürşid-i râh-ı Hudâdır bu!.. Muhakkak ehl-i Hakk ölmez, ebed haydır bil ey zâir! Saray-ı kalbini pâk eyle, bâb-ı evliyâdır bu! Şu'a-ı dürr-i vahdet, menba'-ı ilm-i ledünnîdir. Mükemmel vâris-i şer'-ı Mahmmed Mustafâ'dır bu. Hilâfet müddetinden, ìİrciiî vaktine dek Hakk'a, Tarîk-i Hâlidî'yi neşr eden, Hakk-reh-nümâdır bu. Cilâ-yı ruhdur zikri, mürîdana gıdâdır bu!î
Sene 1311, 7 Zilka'de (13 Mayıs 1893, Pazartesi saat: 10.00)


Bir Mektubu:
Ahmed Ziyâüddîn Gümüşhânevî Hazretleri Mısır'da ikamet ettikleri sırada halifesi Hasan Hilmi Efendi KS'nin şahsında bütün müridlerine hitap eden mektubunda şeriat, tarikat, hakikat ve ma'rifetin on makamını, ìusûl-i ‘aşereî prensibi içerisinde izah etmektedir.
Tarikattan olan on makam:
1. Tevbe ve inâbe ile bir şeyh-i kâmilden el almak, teslimiyet ve inkiyad,
2. Müridlik ve şeyhliğin şartlarını bilip, itirazı terkederek, sohbet ve hizmete devam etmek,
3. Havf ve reca arasında doğruluk, ihlas ve tevekkül duygusu ile muahedeye riayet etmek, irade ve maksadda müstakim olmak,
4. Kişiyi bosuna övünmeye sevkeden sü s ve debdebeyi terketmek ve temizliğe dikkat göstermek.
5. Sıhhat ve tefekkür ile vukûf-ı kalbî, zikr-i dâimî ve rabıtaya devam etmek. 6. Nefs ve şehveti kırarak, ahlakı güzelleştirmek, çok ibadet ve taatle Allah'a yaklaşmaya çalışmak.
7. Rahat ve huzur v eren şeylerden uzak bulunarak, seyr-ü sülûk ve uzleti ihtiyar etmek.
8. Nefs, şeytan, heva ve havatırı yok etmeğe gayret göstermek.
9. Tevazu, şükür ve kanaata sahip olmak.
10. Murâkabe, muhâsebe, muâyene, tefekkür ve basîreti elde etmek.

Vasiyetleri:
* En az on kişi bir araya gelindi mi, akşam ve sabah Hatme-i Hâce icra edilmeli! Mümkünse Kur'ân'ın tamamı, üç de biri okunmalı, cüz yok ise hatimsiz toplu zikir yapılmalıdır. Daima râbıta ve huzûr maallah'a riayet ederek, tazarru ve niyazı elden bırakmamalıdır.
* Yiyecek ve içecekleri helalinden, huzur, râbıta ve sünnetlerine göre yemeye dikkat etmelidir.
* Belde ahalisine, ana-babaya, sair dostlara hased ve nizâ edilmemelidir. Çünkü tasavvufun ilk başlangıcı, mahlukâtı incitmekten sakınmaktır.
* Günlük vird ve zikirleri, aynen yerine getirerek, bilhassa mübarek gün ve geceleri ihyâya gayret etmelidir.
* Tarikat ehli olan kimse, def'i kabz için evliyâ kabirlerini ziyaret etmeli, üstadının sohbet ve ziyaretine devam etmelidir. Çok zikir ve muhabbet üzere râbıtaya devam etmeli tasavvuf kitaplarını okumalıdır.
* Uyku ve fetreti uzaklaştırmak için, önce zikir mahallini değiştirmeli, râbıta kurup, üstâdına mektup yazmak suretiyle istiâze ederek, zikirde fütûrun giderilmesine çalışılmalıdır.
* Musâfaha, cemaat, sabır, şükür ve kanaate devamla, vakitlerin, şehirlerin ve mahlûkatın ihyasına çalışılmalı, ibadetlerde sabr-u sebât gösterilmelidir.

Sözlerinden Bazıları:
* Muhabbetin dört çeşidi vardır: Allah'ı sevmek, Allah'ın sevdiklerini sevmek, Allah için sevmek, Allah'la beraber seveb ilmek.
* Aşk, bütün his, irâde ve düşüncelerden sıyrılarak yalnız Allah'a büyük bir iştiyakla yönelmek, mal, evlât, dünya ve her türlü alâkadan koparak, Hâlık'a hasret duymaktır.
* Günahlardan kurtuluşun en sür'atli yolu, muhabbetullah ve cemalullah'a aşk ve şevk ile bağlanmalıdır. Bu ise çok ibadet etmek, istiğfar etmek, ölümü ve cehennem ateşini çok düşünmek, gecelerini ibadetle ihyâ etmek, mahlukâta şefkat göstermek, hüsn-i zan beslemek, şehvet, kin ve kötü fikirlere karşı sabretmekle elde edilir.
* Sağa-sola bakmak nasıl kalbin gücünü parçalayıp zayıflatıyorsa, gözleri kapamak da, aksine kuvvet ve ferahlık verir.
* Kim ki gözünü haramdan sakınır, nefsini şehvetten korur, bâtınını murâkabe ile ma'mûr hale getirir ve helal rızıkla beslenirse, ferasetinde yanılmaz. Fakat feraset, bedende nefsin hakimiyeti ile değil, Cenâb-ı Hakk'ın nuru ile bakabilme hassasını kazanmakla elde edilen bir haslettir.
*Tarikatların muhtelif prensipleri, usulleri vardır. Ama bütün tarikatlarda müşterek olan husus, temel esas hizmettir. İnsan hizmet ettikçe himmete mazhar olur, izzet bulur ve saâdet-i dâreyne erer.

KAYNAKLAR:

Hüseyin Vassaf, Sefînetül-Evliyâ, c.2, s.185, Süleymaniye Ktp., Yazma Bağışlar 2306
Ahmed Ziyâüddîn Gümüşhânevî, Râmûzül-Ehâdîs, Müt. Abdülaziz Bekkîne, c.1, s.7-8, ts.
Feridüddin Attar, Tezkiretül-Evliyâ , Haz. M.Z.K., İstanbul 1983
Gündüz, İrfan, Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi, İstanbul 1984
Kara, İsmail, Gümüşhanevî Halifelerinden Şeyh Osman Niyazi Efendi,
Büyük İslam ve Tasavvuf Önderleri Ansiklopedisi, s.315-325, İstanbul 1993 Büyük İslam ve Tasavvuf Önderleri Ansiklopedisi, Vefa Yayıncılık, s.297-302, İstanbul 1993,
Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi Sempozyum Bildirileri, Haz. Necdet Yılmaz, İstanbul 1992,
(*) Dünden Bugüne Gümüşhànevî Mektebi isimli eserden alınmıştır.


Eserleri listesi:
• Râmûzü’l-Ehâdîs
• Levâmiu’l-Ukûl (Râmûz’un şerhi)
• Acâibü’n-Nübüvve
• Letâifü’l-Hikem
• Hadîs-i Erbaîn
• Câmiü’l-Usûl
• Mecmûatü’l-Ahzâb
• Rûhu’l-Arifîn
• ''Necâtü’l-Gâfilîn
• Devâü’l-Müslimîn
• Netâicü’l-İhlâs


Resim

ZEVK 4334

A L L A H D o S T u Huzurunda -> SıRR-ı SıFıRını SOY maK
Kalbden Kalbe ALLAH YoLu -> NuR SAÇan RuHunu DuY mak
ÖMRÜNÜN ÖZET SÖZÜNDE E R E N -l e r -> GÖZ-ü ÖZ-ünde
MuHaMMeDî NûR NEŞ’E-si -> MüNiR HOCA-m SaNa UY-mak…


27.01.11 16:05
nrm.kbr.bnd..


Aziz kardeşlerim,

MuhaBbet Menbağı Münir Hocam, dünyaca meşhur el Ezher Üniversitesini okumuş, âyet ve hadis ilmiyle dolu, irticalen ve heyacanla hitab eden nâdir ALLAH DOSTlarındandır.

Notlarını eskimez yazı da denilen Osmanlı dönemi harfleriyle tutar, sohbetlerinde kitap vs. döküman kullanmaz, coştukça coşar bir
İÇ YAPIsına sahibdir.

Kullandığı kelimeler, yerleri şimdiki kısır dil lakırtılarıyla dolduralamayan İslamî kelimelerdir ve bu günkü gençliğin anlama zorluğu açıktır.

Kendisinin kendi âleminde bana buyurduğu: “anlaşılır hale getir!” emri gereği sohbetleri altına kelime açıklamaları ekledim.

Konuyla ilgili, duyulmamış dahi olsa gerken Hadis-i Şerifleri ya da bir kısmını Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemle mesnedler ki, tüm hadisleri kaynağıyla dip not olarak ekledim.

Vaaz ve sohbetlerde kullandığı âyetlerin tamını da; Arapça, Lâtince ve meâl olarak dip not olarak ekledim.

MuhaMMedî meLÂMetin; her insanı kandırmadan,
"kendindekiyle İNANdırmak" ilkesinin gür SESi rahmetli DERMAN Hocamı okuyan gençlerimizin, sohbetleri okurken kelime, hadis, âyet dipnotlarını da okuyup anlayarak, hazmederek okumalarını ve hayatlarında uygulamalarını temmeni ve dua ederim..

MuhaMMedî MuhaBBetlerimle

kul ihvÂNi
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: Münir Derman (k.s) Sohbetleri SOHBET - 7

Mesaj gönderen nur-ye »

BuLut SaçLı Azîz MüNiR HocaMMM!
KaddesaLLahu sırrahu..

Resim

SeNi AN-Lamak, AN-maktır
Üç MîM AŞKına KAN-maktır
AD-ı GüZeL MuHaMMeD-in
KeVSer kÖZünde YANmaktır…
..sallallahu aleyhi ve sellem...

RUHun rAHMETe Gark OLsun
SEVgiLi SaHiBimize Es SeLâm OLsun!..

Resim


ZEVK
4278

“GüL HaTuN”un GüL DeRMaN’ı.. GÜL KOKardı Temiz TER-in
YeR ALtında DeğiL HİKMET!. >Y e D i K a T GÖK-te SÖZLerin
SeNi SEV-mek AN-Lamaktır.. ->BİZ BİR-İZ “İZ” in İZ-Lemek
MuHaMMeDî MîM ÂŞıĞı.. ->GöNüL-Lerde ->“MÎM” dir YER-in!..


06.12.10 19:08
alâim-i semâda…

Resim
Resim
Kilitli

“SOHBET - 7” sayfasına dön