BİLGİ ÇAĞI VE BİLGİNİN GELECEĞİ

Cevapla
Kullanıcı avatarı
dedekorkut1
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 208
Kayıt: 18 Ara 2007, 02:00

BİLGİ ÇAĞI VE BİLGİNİN GELECEĞİ

Mesaj gönderen dedekorkut1 »

BİLGİ ÇAĞI VE BİLGİNİN GELECEĞİ
SELİM GÜRBÜZER
Yüce Allah (c.c) balçıktan yarattığı insana ruhundan üfleyip isimlerini öğretmenin yanı sıra kullarını bilgiyle de kodlamıştır. İşte insanın diğer yarattıklarından üstün kılan yönü de bilgi donanımıyla kodlu olmasıdır. Ve insanoğlu bu bilgi donanımlı kodları sayesinde yaratılışından bu yana her asrın idrak seviyesine göre medeniyet olarak damgasını vurabiliyor. Geldiğimiz noktada ise insanoğlu bir bakıyorsun teknolojik sanayi hamleler de bulunmanın ötesinde bilgi çağının tüm enstrümanlarını kullanabilecek bilgi ve donanımına erişmiş durumdadır. Tabii tüm bu kazanımlar kayda değer hamlelerdir elbet, ancak gelinen noktada insan faktörü yok sayılıyor ya da insana eşya gözüyle bakılıyorsa böylesi bir bilgi çağı donanımı hiçbir anlam ifade etmeyecektir. Hatta bilgi çağının geleceğini değersiz kılacaktır. Oysa eşyaya ve bilgi çağını değer katanda insandır, insan olmazsa bunların hiçbir kıymeti harbiyesi olmayacaktır. Zaten Yüce Allah’ın (c.c) yarattığı tüm mahlûkat içerisinde sadece insanı eşref-i mahlûkat olarak ilan etmesinin sırrı da bu noktada gizlidir. Zira insanı esas almayan hangi uygarlık olursa olsun buna bilgi çağı da dâhil, Akif’in ifadesiyle tek dişi kalmış canavar olmaktan öte bir anlam ifade etmeyecektir.

Bakınız “Gelecek Şoku”, “Üçüncü Dalga” ve “Yeni Güçler Yeni Şoklar” adlı eserleriyle meşhur Alvin Toffler; insanlığın geçirdiği evreleri tarım, sanayi ve bilgi olmak üzere üç dalga olarak tasnif etmiştir. Gerçekten de en son dalgada ki bilgi tanımlaması çağımıza siluetini ortaya koyan bir dalgadır. Ancak en son tahlilde yer verdiği bilgi dalgasında ne yazık ki insan faktörü ve manevi değerler unutmuş gözüküyor. Belli ki yeni güç dalgası tıpkı insansız hava araçları gibi ruhsuzlaşmayı öngörüyor. Dedik ya, eşyaya ve bilgi çağını değer katanda insandır, dolayısıyla insan faktörünün göz ardı edildiği yeni güç dalgasının ve ruhsuz bilginin hiçbir ehemmiyeti yoktur. Hem o bilgi neye yarar ki, bunu günümüz insanının aşırı derecede teknolojiyle hemhal olup robot hale gelmesinden anlayabiliyoruz da pekâlâ. Kaldı ki, dış yüzü cilalı boyalı bilgi çağında insani değerlerden yoksun kitlelerin ruhsal bunalımın girdabında habire debelenib durduğu artık bir sır değil, her şey gün gibi aşikâr. Madem her şey apaçık ortada, o halde bize balkondan seyretmek yaraşmaz, bilakis meselenin üzerine gidip bir hal çaresi bulmak yaraşır.

Aslında büsbütün çaresiz de değiliz, hiç kuşkusuz o çare bilgi çağını hem maddi hem de manevi değerlerle donatmaktan geçmekte. Geliniz hep birlikte bilgi çağında bilgi teknolojilerine ruh katalım ki, tüm insanlık bilgi teknolojisinin kölesi olmaktan kurtulup ab-ı hayat bulabilsin. Aksi halde bilgi çağında insanlık ruhunun susuzluğunu giderecek çareyi içi boş ideolojik reçetelerde arayacaktır. İnsanlık çareyi ideolojilerde arasa da sonuçta hiçbir şey fark etmeyecektir, çünkü her bir ideolojik akım taş patlasın insana belki 1-2 yıl merhem olabilir, gerisi gelmeyeceği muhakkak. Hani denilir ya, kel derman bulsa başına sürer diye, aynen öylede çare diye kapısı çalınan her bir ideolojinin de miadı ancak 10–15 yılı bulmakta, miadı dolunca da tedavülden kalkması kaçınılmazdır. Ve Daniel Bell 1960’ta çıkardığı “İdeolojinin Sonu” adlı eseriyle de bu durumu teyit ediyor zaten.

Evet, ideolojilerin ömrünün bir insan ömrü kadar uzun olmadığı tarihin bizatihi kendisi şahittir. Örnek mi? İşte Faşizm, İşte Nazizm, İşte Komünizm gibi tüm ideolojiler bunun en çarpıcı örneklerini teşkil eder. Mesela Karl Marx’ın komünizm ideolojisine bir bakıyorsun Rusya’da ancak 70 yıl tutunabildi. Ve akabinde tarihin çöplüklerine gömülmüştür. Öyle ki, bizim içimizde ki şu meşhur eski sol tüfeklerimizde o yıllarda bir sabahleyin uyandıklarında Rusya’da komünizmin çökmesiyle birlikte hem demir perde ülkelerinin hem de kardeş Türk cumhuriyetlerinin dağıldığını gördüklerinde şaşkın leyleğe dönmüşlerdir. Nasıl şaşkın leylek olmasınlar ki, Karl Marx’ın dillendirdiği kapitalizmin çökeceğine dair tezinin tam aksine çöken kominizim oluyordu. Dahası bu ideolojiye gönül bağlayanların ikide bir dillendirdikleri insanlığın tarihsel gelişiminde sırasıyla; ilkel komünal toplum, köleci toplum, feodal toplum ve kapitalist toplum aşamalarını geçirdikten sonra en son varacağı noktanın komünist toplum olacağı tezlerinin fiyaskoyla sonuçlandığını görmek onları ölümden beter bir şok yaşamalarına ziyadesiyle yetmiştir. Nasıl şok yaşamasınlar ki, baksanıza ne umdular ne buldular misali kehanetlerinde umdukları pembe tablo yerine:

-Serbest piyasa ekonomik modelinin işlerlik kazanıyor olması,

-Sivil toplum olgusunun yerleşmesi ve katılımcı demokratik anlayışların kitlelerce kabul görür gibi tabloyla karşılaşıyor olmaları gelecekle ilgili tüm hesap ve planlarının bir anda alt üst olmasına ve heveslerini kursaklarında bırakmaya yetmiştir. Derken en nihayetinde Karl Marx’ın hararetle öne sürdüğü; kapitalizmin son aşamasının komünizmi doğuracağı kehaneti bilgi teknolojisinin egemen olduğu dalganın egemen güç olmasıyla birlikte son bulmuştur. Hiç kuşkusuz aynı akıbet kapitalizm içinde kaçınılmaz bir alınyazısıdır, eninde sonunda komünizmin başına gelen kapitalizminde kalbinden vuracaktır. Yukarıda dedik ya, hiç bir ideoloji uzun ömürlü olamıyor. Zira bütün izm’ler, Cemil Meriç’in ifadelerinden yerini bulan; idrakimize giydirilmiş deli gömlekler olması hasebiyle her bir ideoloji ekonomik buhranlı dönemlerin ve konjonktürel şartların tetiklediği ürünler olarak ortaya çıkmakta, bu yüzden er geç çökmeye mahkûmdurlar. Bu kez Francis Fukuyama’nın tarihin sonu tezi bizim açımızdan daha henüz erken, çünkü sosyalizmin çökmesiyle tarih sonlanmadı belli ki tarihin ibresi bu kez kapitalizmin çöküşü için dönmekte. Hatta tâ ki, Yüce Allah’ın Kur’an’da beyan buyurduğu “Nurumu tamamlayacağım” vaadi vuku bulana dek tarih saatinin ibresi kıyametin en nihai vaktine dek devam edecekte. Anlaşılan o ki; İnsanlığa gelecekte soluk aldıracak olan ‘izm’ler değil, vahy’in soluğu aldıracaktır. Bir başka ifadeyle Yüce Allah’ın El-Âlim isminin tecellisi olarak vahyin nuruyla taçlanmış objektif ve sübjektif bilgiler geleceğe damgasını vuracaktır. Buna Müslümanlar olarak inancımız tamdır.

Malumunuz vahyin nuruyla taçlanmış bilginin maddi yönünü teknoloji, sübjektif yönünü mukaddes değerlerimiz oluşturur. Artık günümüzde materyalist öğretilerin bayatlayıp sırasıyla objektif bilgi, sübjektif bilgi ve en nihayetinde ilahi olan mutlak bilgiye doğru ibrenin eviriliyor olması, bilgi çağının gelecekte ki en dikkat çeken hadisesi olacaktır. Zaten işin birinci aşamasında objektif bilgiye yönelik akademik çalışmaların büyük ölçüde tamamlanıyor olması bunu teyit ediyor. Tüm bu gelişmelere ilaveten birde bunun ikinci aşaması sübjektif bilgilerde dâhil olduğunda hiç kuşkusuz üçüncü aşama olarak mutlak bilginin tecellisi de beraberinde gelecektir. Hiç kuşkusuz maneviyattan yoksun ideolojik öğretilere dayalı bilgilerde fosilleşmiş kayıtlar olarak tarihin çöplüğüne karışacaktır. Nitekim bunun ilk sinyallerini daha şimdiden Bilgi çağında bilgi üretimine hız verilmesiyle birlikte suni tabanlı militarist eğilimlerin havasının sönüp ortamın giderek yumuşamaya evirildiğinden görebiliyoruz. Malumunuz, Bilgi çağında artık sırf tarım toplumunun düşünce kalıplarıyla bir arpa boyu yol alınamayacağı muhakkak. İlla ki bilgi çağının düşünce kalıplarıyla hareket etmek durumundayız. Ama bu demek değildir ki köklerimizle bağımızı koparıp ruhsuz sırf kuru bilgi donanımıyla çağa damgamızı vurmuş olalım. Bilakis:

-Bundan muradımız o dur ki, hem bilgi donanımızla hem de geleneksel değerlerimizi yaşayarak ve yaşatarak çağa damga vurmuş olalım,

-Bundan dahası muradımız o dur ki, çağlar üzerine sıçramada sırf bilgi donanımıyla değil, işin içine köklü geleneksel değerlerimizi de katarak çağa damgamızı vurmuş olalım,

-Bundan daha ötesi muradımız o dur ki, bilgi çağında Yüce Allah’ın El-Âlim isminin tecellisine (Mutlak Bilginin tecellisine) mazhar olmak iştiyakıyla yanıp tutuşan, aynı zamanda düşünen ve düşündüğünü uygulayabilen bir elde Kur’an ve bir elde bilgisayarıyla çağa damgasını vuracak alperen tipi insan yetiştirmiş olalım.

-En nihayetinde muradımız odur ki, bilimin kaynağı Mutlak bilginin tecellisiyle yoğrulmuş balçıkla ruhun bileşkeni bilge aşkın vuslatla nihayet bulmuş olmasıdır.

İşte bu sıraladığımız tüm bu muradlarımızın aksine bilgi çağında genç beyinlerimizi maneviyattan yoksun bıraktığımızda biliniz ki kendi ellerimizle onları kimlik bunalımının eşiğine sürüklemiş oluruz. Öyle ya, şayet romantizmini yitirmiş batı insanının düştüğü girdaba düşmemek istiyorsak, mutlaka “Bir elde bilgisayar, diğer elde Kur’an’ımız”la çağlara ferman buyurmakta fayda var elbet. Zira balçıkla ruhun karışımı ‘Bilge Âdem’ olmak tüm insanlığa soluk olmayı gerektirir. Örnek mi? İşte Vahyin soluğu Osmanlıda üç kıtada medeniyet olarak mührünü vurmasına ziyadesiyle yetmiş olması bunun en bariz örneğidir. Malum, Osmanlı örneğinin tam aksine Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın mana ve ruhundan yoksun toplumların hali ise bilginin objektif ve sübjektif karışımına değil, dış kabına ve cilasına meftunlardır. Oysa bilgi çağında insan bilginin kendisine değil de kompütür aygıtına kapılmakla kendi kendini robotlaşmaya mahkûm etmekte. Baksanıza yapılan araştırmalarda teknolojiye aşırı derecede odaklanılmış ülkelerde maneviyatsızlıktan dolayı ruhi bunalımın had safhalarda olduğu gözlemlenmiştir. Öyle ki böylesi toplumların yaşadığı anla alakaları yoktur dersek yeridir, adeta kalabalıklar içerisinde yalnızdırlar. Tabii hal vaziyet böyle olunca, yalnızlaşan bireyler ya çareyi intihar etmekte bulmakta ya da terör örgütlerinin canlı kalkanı ve bombası olmaktalar. İşte böylesi durumlara meydan vermemek için bilgi çağında bilgi teknolojisinin içerisine mutlaka maneviyatta katmalı ki; kalabalıklar içerisinde insanlar yalnızlaşmasınlar. Aksi halde bilgi çağında ‘Hayır hah topluluklar’ oluşturma düşünce hedefimiz hayalden öte bir anlam ifade etmez.

Evet, Bilgi çağında insan makinenin diline vakıf olduğu kadar ruhunun sesine de kulak vermesi gerekir ki hayatta robotik bir mahlûk olarak değil eşrefi mahlûkat olarak var olduğunun farkına varabilsin. Bakınız Nobel Fizik ödülü kazanmış Pakistanlı Abdus Salam bir konferansta şöyle der; “Umarım sizi bugünün şartlarında birinci sınıf bir bilim olmadan teknoloji olmayacağına inandırabildim. Bazılarımız sanırım teknolojinin tarafsız olduğuna, bilimin ise değer yüklü olduğuna inanırız. Çağdaş bilimin akılcılığa götürdüğüne, hatta dini inkâra götürdüğüne (...) inananlarımız da vardır.” (Abdus Salam, Bilim Aktarımı ve Teknoloji Aktarımı, Fizik Mühendisliği, Cilt.3. Sayı 28 Mart 1984). İşte Pakistanlı Abdus Salam’ın sözlerinden anlaşıldığı üzere bilgi üretecek bilim adamı yetiştirmeden teknolojinin olamayacağını, icabında bu da yetmez üretilen bilimin değer yüklü olması gerektiğine işaret edip, son noktayı şöyle bağlar:

“Çağdaş fiziğin hiçbir buluşu Kur’an’a ters düşmemektedir.” (Bkz. Abdus Salam, idealler ve Gerçekler, Sayfa 40,1992).

Zaten bilgi çağında manevi değerlerimizi de yaşattığımızda biliniz ki bilge insanlarımız karşımıza birer mekanik robot ve ruhsuz akıl hocası olarak çıkmayacaktır. Şayet aksi bir manzarayla karşılaşmak istemiyorsak bilgi çağında mutlaka mekanikleşmeksizin, insan ruhunun susuzluğunu giderecek geleneksel köklü değerlerimizi de işin içine katmamız icap eder. Gerçektende Bilgi çağında son derece iyi yetişmiş bilim ordusu oluşturmakla ancak bilgi çağının en üst seviyelerine çıkmak mümkün olabiliyor, bunun dışında işin sadece edebiyatını yapmış oluruz. Düşünsenize yakın tarihte Demir Perde ülkeleri NATO karşısında bir güç olarak adından söz ettirmişse bunu büyük ölçüde ta Çarlık Rusya döneminde Deli Petro’nun kurduğu bilim akademileri ve teknokrat bilim adamlarından oluşmuş yapıya borçludur. Bu alt yapının etkisi 1957 yılında Sovyetlerin Sputnik’i uzaya attığı tarihe kadar devam edebilmiştir. Hele bilhassa sanayi çağında, yani ikinci dünya savaşı sonrası Sovyetlerin hal vaziyet durumuna baktığımızda ise bu alanda eskisi kadar pek etkili olduğunu göremiyoruz, hiç kuşkusuz bunda komünizmin çok büyük olumsuz dahli vardır.

Şurası muhakkak bilgi çağına ulaşmada bilim akademilerimizin sayısının artırılmasının yanı sıra bilim kadrolarının (bilim ordusu) yetişmesi de çok önem arz eden bir husustur. Maalesef Türkiye olarak bu noktada diğer ülkelere kıyasla üniversite sıralamasında çok gerilerdeyiz. Keza bilim kadrosu bakımdan da öyleyiz. Hatta Pasifik kuşağı ülkelere nispeten durumumuza baktığımızda ise içler acısı tabloyla karşılaşırız. Mesela gelinen noktada Güney Kore’ye bir bakıyorsun 256 üniversite ve 21 araştırma enstitüsüyle dikkatleri üzerine çekmekte. Bu demektir ki dünya ölçeğinde bizim bilgi donanım kapasitemiz 36. sırada bir yerdir. Dahası böylesi bir tablo için gaflet ve dalaletimizin hazin bir göstergesinden başka bir şey değildir dersek yeridir. Neyse ki 27 Mayıs, 12 Eylül ve 28 Şubatın gaflet ve dalaletinin üzerimizdeki açtığı derin yaraların etkisinden kurtuldukta şimdi hemen her ilde üniversite açabilecek kapasiteye erişebilmişiz. Böyle de olması gerekirdi zaten. Çünkü bir zamanlar tüm cihana medeniyet bilinci aşılayan ceddin torunlarıyız biz. Kaldı ki bilim sadece bizim coğrafyamızda bize has ürettiğimiz bir değer değil elbet, bir bakıyorsun Süryani çeviricilerin Yunan kaynaklarını Arapçaya tercüme edip Grek kültürünü bizim topraklara kazandırdıklarını görüyoruz. Böylece tarihin sayfaları bilimin doğu batı buluşmasına şahitlik etmiş olur. Zaten Müberra Dinimiz “İlim Çin’de de olsa alınız” beyan buyurmakta, böylesi bir buluşma gayet tabiidir. Zira Sabit İbn Kurra ve Rabbi Ben Ezra gibi çeviricilerin iklimimize taşıdığı bilgi ve kültür kaynaklarını Arapçadan Avrupa dillerine aktarılmasıyla birlikte, batı kendi Rönesans’ın temellerini atmıştır. Bir başka ifadeyle doğu, batı âlemine Rönesans’ını gerçekleştirmede rehberlik etmiştir. Şayet batı bilim ve kültür hazinelerini kendi dillerine aktarmasalardı bugün batı medeniyetinden söz edemeyecektik. George Sarton haklı olarak; “İslâm olmasaydı Rönesans gerçekleşmezdi” deyip bir gerçeği dile getirmiştir.

Uluslararası arenada hem bilgi almakta hem de bilgi aktarmaktan bulunmaktan durduk yere endişeye kapılmaya hiçte gerek yoktur, tam aksine bize bilim neredeyse orada olmak yaraşır. Kaldı ki küresel çapta bilgi alışverişinde bulunmak ülkemizin yararına sayısız fayda sağlayacaktır. Bakınız Tayvan bilgi toplumu olmak uğruna ABD’ye öğrenci göndermekle aslında değim yerindeyse oralarda 30 bin civarında bilim üssü oluşturduğunu görüyoruz. Hakeza G. Kore’de aynı amaç doğrultusunda 250 bini aşkın yetişmiş bilim adamını ve mühendisini ABD’de bilimsel araştırmalar için seferber ettiğini görüyoruz. Böylece gönderdikleri insanlar ülkelerine döndüklerinde edindikleri bilgileri ülkelerine kazandırmış oluyorlar.

Peki ya, bizde durum vaziyet nasıldır? Nasıl olacak, hele bilhassa 2002 öncesi zihniyet kalıplarımıza baktığımızda o yıllarda yurt dışına öğrenci göndermek sanki suçmuşçasına gidenlerin arkalarından dedikodu kazanı kaynatmışız hep. Yetmemiş birde üstüne üstük gidenleri Batıcılıkla itham etmişiz. Oysa dedikodusunu yapmak yerine genç beyinlerimizi bu işe teşvik ederekten oralara göndermiş olsaydık Türkiye’ye döndüklerinde bilgi teknolojisinin gelişmesine çok büyük katkıları olacaktı. İnşallah bundan böyle umulur ki, tüm bunlardan ders çıkartırız da bir daha o eski zihniyet alışkanlıklarımıza dönmeyiz. Her ne kadar Milli Şef dönemi ve 27 Mayıs, 12 Eylül, 28 Şubat ve 15 Temmuz dönemlerinin ağır travmaları artık çok gerilerde kalsa da, bugün de gelinen noktada bilgi çağıyla entegrasyonu sağlayacak yurt dışında öğrenci sayımız pekte arzulanan seviyelere gelmiş sayılmaz. Hiç kuşkusuz bunda YÖK’ün bir zamanlar 28 Şubat zihniyeti kalıplarından palazlanaraktan bilgi çağında bilgi toplumu olma yolunda engelleyici tutum içerisine girmelerinin çok büyük payı vardı elbet. İşte o gün bugündür o yaşadığımız ağır travmalarının yaralarını sarmakla meşgulüz hala. Şayet tam manasıyla yaralarımızı tam manasıyla sardığımızda dirilişe geçeceğimiz muhakkak. Öyle ya, ne de olsa statükocu zihniyet tarumar olmuş durumda, şimdi tamda dirilişe geçme vaktidir. Hem nasıl ki Hezarfen Ahmed Çelebi uçuş bilgisine ulaşmak için Galata kulesinden kanatlanmışsa aynen öyle de bizimde tez elden bilgi uğruna kanatlanıp bilgi çağının en üst seviyelerine ulaşmamız gerekir.

Velhasıl-ı kelam; gün bilgi toplumu yolunda seferber olmak günüdür, gün yeni ufuklara kanatlanmak günüdür.

Vesselam.
https://www.enpolitik.com/bilgi-cagi-ve ... ,4556.html
Resim
Cevapla

“İlim” sayfasına dön