Kendini Örseleme...

Cevapla
Kullanıcı avatarı
sev-guzel
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 609
Kayıt: 15 Mar 2008, 02:00

Kendini Örseleme...

Mesaj gönderen sev-guzel »


“KENDİNİ ÖRSELEME YAZIKTIR!”

Yurdun aydın kişilerinin çok bulunduğu bir yerinden, bir aydın kimseden mektup aldım...
Doktor, avukat, muharrir, mütefekkir arkadaşlar var.
Onlarla sohbet ederlermiş.
Her ayın bilinen günlerinde...
Büyük haz ve huzur duyarlarmış, bu toplantılardan..
Bir gün toplantılarına bir diğerinin arkadaşı gelmiş..
Tatlı konuşmalarına girmiş.
Bir aralık peygamberlerin mu’cizeleri konuşuluyormuş.
Bu yeni aydın misafir tepeden inme, beklenmedik bir söz sarf etmiş.... “İşte bu saçma, bu olamaz!” demiş..
Diğerleri buna çok üzülmüşler, bilgilerini seferber etmişler, ne söyledi iseler ötekini inadından çevirememişler, onu ikna edememişler..
Sonra kendi kendilerine bir karar vermişler...
Bunun izahı vardır; insanı ikna edecek kelimeler, mütalâalar, isbatlar vardır; İslâm dininin kitaplarında...
“Böyle bir kitap var mı?” diye akıllarına gelmiş, ara sıra İslam Mecmuası'na yazı yazdığımdan, beni okurlarmış.
Biz de mektup yazıp soralım demişler.
Mektubun hülâsası bu, fakat aslı çok uzun...
Münakaşada ileri sürülenleri hep anlatıyorlar, cevap vermemek olmıyacak. Bize kıymet vermişler.
Heybemde bulunan kelimelerden, kulağıma fısıldanan eski sözlerden, hocalarımdan kalan malûmat hatıralarından, elini küçüklüğümde öpmek nasibine kavuştuğum nûrlu insanların esrarlı hazinelerinden - Resûl-i Ekrem'den yardım dileyerek - sarp dağ yamaçlarından, kimsenin görmediği çiçeklerden ve kokulardan bir çoban demeti yaptım...
Mu’cizeye inanmıyanlar koklasınlar, nezleleri varsa açılır.
Kokuyu duyarlar ümidindeyim…
Kalb gözü açık olana, peygamberlerin göstereceği mu’cizeye lüzum yoktur.
İnsanlar, rayiha, sözle teshir edilir.
Kalbleri bunlar fetheder.
Kuvvetle düşman yok edilebilir, fakat dost yapılmaz.
Buna ise, Peygamberin yüzü, sözü kâfidir.

Onun için henüz görülmeyen bir rüyayı, tâbire benzeyecek bu çoban demetim...
Buyrun dinleyin:

Mu'ciz : Acze düşüren, âciz kılan.
İ’caz : Aciz kılmak.
Mu’cize : Yükleme mânâlarına gelir, Arap dilinde..
Mu’cize kelimesi âyet ve hadîslerde geçmemiştir...
Aslı ise: “âyet, burhan, alâmet, delil” kelimeleridir.
Dünyada her şeyin kendisine mahsus bir takım hassaları vardır ki, bunların yeterliliği haricinde bir şey yapamazlar.
Ateş yakar. Nehir akar.. Ağaç büyür.. Taş durur... Güneş parlar.. Çakıllar konuşmaz... Zehir Öldürür... insan ölür, fakat dirilmez...
Gece, gündüz, ilkbahar, kış, çiçeklerin açması, ağaçların yemiş vermesi, yıldızların muayyen zamanlarda hareketleri tabiî kanunlara tabi’dir. Dünyada tabiî kanunlar değişmez.
Kaideler değişmez.
Sebepsiz bir şey vuku’ bulmaz.
Bu doğrudur...
Buna karşı biri kalkar da:
Ateş filânı yakmadı, filân nehrin akışı durdu, filân ağaç yürüdü, filân taş kendiliğinden yuvarlandı.
Yahut; güneş karardı, zehiri içti tesir etmedi...
Veyahut filân adam öldükten sonra dirildi, diyecek olursa bu, tabiî kanunların, kâinatın nizâmı haricindedir.
Eşyanın hâiz olduğu sıfatı altüst edeceğini söyleriz.
Bu gibi hâdiselerin nizamın haricinde olduğunu, tabiî kanunları ihlâl ettiğini söylemek de doğru değildir...
Bu gibi olaylar, mu’cizeler:
Henüz idrakimizin üstünde olan kanun-ı tabiî'lerin eseridir.
Belki bir gün aklımız, mu’cizenin vuku’unu temin eden kanunları keşfe muktedir olacaktır.
Bütün hâdiseler, zâhir, müessir bir sebeple, yahut zâhir olmayan bir sebeple vuku’bulur.
Elektrikte kuvvet, enerji bulunduğunu, zehirin öldürücü bir tesiri hâiz olduğunu, mıknatısın demir parçasını cezbettiğini söylüyorsunuz, fakat bunun niçin böyle olduğunu bilmiyorsunuz.
Gece gündüz kalbimiz vuruyor, ciğerlerimiz soluk alıyorlar, bunları işleten kuvvet nedir?
Dört ayaklı hayvanlar nutfeden, kuşlar yumurtadan, nebatlar tohumdan tevellüd ediyor:
Başka bir sûretle tevellüdlerini imkânsız addediyorsunuz.
Acaba ilk dört ayaklı hayvanlar, ilk kuş ve ilk nebat da nutfeden, yumurtadan, tohumdan mı vücud bulmuş...
Yoksa, böyle bir vasıtaya ihtiyaç göstermeden mi husule gelmiş., ne dersiniz?
Bunların aşikâr bir sebebe mebni vücud bulmadıklarını itiraf edelim...
O hâlde bu itiraf: buna ait ilmî bilgileri ve felsefî düşünceleri imha eder... yok eder..
Aksini iddia ederseniz:
Nutfe, yumurta, tohum hikâyesini inkâr etmiş olursunuz.
Bu muammayı kimse bu tarzda hâlledemez, netice budur...
Yağmur bulutlardan, bulutlar buhardan, buhar sudan güneşin yardımiyle olur.
Bu nihâyetsiz silsile böylece devânı eder mes’ele hâl-lolunmaz.
İnsanın ihsasları, müşahade ve ihsasların tevalisi ile anlaşılır.
Evham ve hurufat mütevali müşahedelerden doğmuştur..
Bir kuş üç defa görülmüş, bir hadise olmuş. O kuş uçarsa, şu hâdise olur demişler...
Katırın bulunmadığı yerde kendi tecrübelerine göre:
Kısrak ile merkebin birleşmesinden katır doğar derlerse inanmazlar.
Fakat katırın bulunduğu yerde ise bu iş aksinedir.
Diğer işler bizim tecrübelerimize dahil olmadığından inkâr ederiz... Mu’cizeler karşısında hissettiğimiz budur..
Evet, işte bu!..
Onların, bizim evvelki, tecrübe ve mülâhezalarımıza uymamalarındandır... Tohum ekeriz, bu tohum bir kaç gün sonra filizlenir, sonra büyür bir nebat olur.
Daha sonra fidan, daha sonra da dallı budaklı büyük bir ağaç olur.
Bir nütfeden bir çocuk hâsıl olduğunu biliyoruz.
Biz bu gibi hadiselere o kadar alışmış bulunuyoruz ki, onların vuku’u bizi hiç hayrete düşürmüyor...
Cansız tohumdan koca ağacın nasıl yetiştiğini, hissiz bir katreden hisli bir insanın nasıl vücud bulduğunu düşünmüyoruz bile...
Fakat bize bir asanın yılan olduğu, bir çocuğun babasız doğduğu söylendiği zaman, mahdut aklımız derhâl şüphe ediyor.
Niçin?
Çünkü bu, bizim tecrübelerimize dahil değildir.
Güneşin şarktan doğup garpten battığını görüyoruz.
Bu hâdiselere alışmışız...
Fakat Kıyamet gününde bize güneşin garpten doğacağını söyledikleri zaman, biz derhâl bunun imkânsız olduğunu söylüyoruz.
Bunların bir kısmı sizin tarafınızdan mütevâliyen görülmüştür.
İkincisi görülmemiştir.
Fakat bir şeyi tecrübe etmemiz veya tecrübe etmememiz, bir şeyin lehinde veya aleyhinde delil olarak serdolunamaz.
Bir anne yavrusuna:
“Yavrum ben senin annenim, gel bana!” dese; çocuk:
“Anne olduğunu isbat et gelirim!” mi der?
Mahâllenizde, çocukluğunuzdan beri gördüğünüz yetmiş yaşında bir dilenci var.
Siz onun eski püskü elbiseler içinde yaşadığını, sefaletten perişan bir hâlde olduğunu biliyorsunuz.
Bir gün bu adamın öldüğünü söyleseler hemen inanırsınız.
Fakat biri gelse, dilencinin servet sahibi olduğunu otomobili, apartmanı bulunduğunu söylese hayret edersiniz.
Hattâ inanmak istemezsiniz...
Başka biri gelse, bu yetmiş yaşındaki dilencinin yirmi yaşında genç olduğunu söylese haberi getirenin çıldırdığına hükmedersiniz...
Mu’cize de böyledir…
Genç ve sıhhatli bir adamın füc'eten ölümü bir mu’cize değildir.
Ölüyü diriltmek bir mu’cizedir.
Ateş için, Hz. ibrahim ile Nemrud arasında fark yoktur...
Musa'nın asasının yılan olması, İsa'nın babasız doğması, Resul'ün mir'acı, Kamer'in ayrılması; bunları idrâk edemeyiz...
Güneşe, arza, kamere, yıldızlara, dünya üzerinde vuku’bulan hâdiselere hâkim olan kanunlar nasıl değişmezse; azâb, sıhhat, risâlet, nübüvvet gibi hâdisat da muayyen kanunlara tabi’dir.
Bu kanunlar da değişmezler.
Peygamberler de muayyen zamanlarda gelmişlerdir.
Günahlar, ihtiraslar arzın ufuklarını kararttığı zaman, semâvî bir nûr doğar, günahların, fenalıkların sonbaharında sarardığı solduğu sıralarda; nübüvvetin baharı onu yeniden canlandırır ve geldikleri zaman muvaffak olurlar.
Ruhumuz, nefsimiz, içimizdeki gizli kuvvet nasıl bizim maddi vücudumuza hâkimse, Peygamberlerin “ruh-i âzam”ı de ALLAH'ın emriyle cihana hâkimdir.
Ruhanî cihanın kanunları, maddî cihanın kanunlarını teshir ettiğinden “ruh-ı âzam” arzdan semâya bir lâhzada yükselir...
Bir darbe ile denizleri ayırır, bir işaretle kameri ikiye böler, büyük cemaatleri bir kaç lokma ile doyurur, parmaklarından sular akıtır...
Bir nefesle hastaları kurtarır, ölüleri diriltir, bir avuç toprakla orduları tarumar eder..
Elhasıl dağlara, taşlara, sulara, karalara, dirilere, ölülere sözünü dinletir.
Muayyen zamanda çiçeklerin niçin açıldığını, ağaçların niçin yemiş verdiğim, bir takım yıldızların niçin fasılalarla göründüğünü, balın niçin tatlı olduğunu, arz ve kamerin hattâ güneşin nişin hareket ettiğini, bir tohumun nasıl bir ağaç olduğunu, aldığımız gıdaların nasıl ete ve kana tahavvül ettiğini bilmezsek; peygamberlerin de niçin muayyen zamanlarda zuhur ettiklerini, niçin harikulade hareketler yaptıklarını bilemeyiz...
Bütün bildiğimiz, peygamberlerin gelip bunları yaptıklarıdır.
Her milletin kendine mahsus mürşidleri, büyükleri vardır.
Onların gördüklerini, duyduklarını, bildiklerini başkaları görmemiş, duymamış, bilmemiştir.
Buda'nın, Musa'nın, İsa'nın tarihte müseccel öyle hareketleri vardır ki: İskenderin fütuhatını, Napolyon'un harekâtını inkâr etmek nasıl mümkün değilse, onlan da inkâr imkân haricindedir.
Onların gelişleri bir mu’cizedir...
Hazret-i Resûl'e inanan ilk insan, Hz. Hatice; inanmak için, kamer'in bölünmesini beklemedi...
Fukaraya yardım, zavallılara, borçlulara muavenet, yurtsuzları, yolda kalanları himaye ettiği için îmân etti...
Ebubekir, Ömer, Osman, Ali hiç biri bir mu’cize istemeden îmân ettiler. Ebubekir, Resûl'e:
“Peygamberlik geldiğini söylüyorsun, şahidin nedir?” dedi.
Resûl'de:
“Senin, 18 yaşında iken gördüğün rüya kâfi gelmez mi?” demişti.
Hazret-i Resûl-i Ekrem, Nuh tufanına uğrayanların, Şap Denizinin derinliklerinde boğulanların, İsa'nın nefesi ile dirilenlerin evlâtlarına, bütün beşerîyete hitap ediyordu..
Nuh Tufanını, denizin yarılmasını, ölülerin dirilmesini inkâr edip tenkit edenlere de hitap ediyordu.
Cihanşümul her canlıyı çağırıyordu..

Bu hâdiseler, bilmediğin maddî kanunların elinde bulunanlara izah edilemez.
Maddî kanunlar ruhanî âlemde carî olmadığından onlarla izah edilemez. Eldeki maddî âlem kanunlanyle ruhanî âlemin hakikatlerini bulmak imkânsızdır.
Cenab-ı ALLAH inanmış gönüllerden fışkıracak feyiz ve nûrları îmânın rükûnlarında gizlemiştir.
Bu bakımdan farz olan ibadetlerin her biri, ilâhî feyiz hazinelerinin anahtarıdır, insan usulü dairesinde ibadet ve tâate devâm ettikçe kalbi, ruhu, fikri, başka sûretle anlaşılması malûm olan bir takım hâllere yaklaşır. Birtakım tecellîlere mazhar olur.
Bir gün evvel siyah gördüğünü bir gün sonra beyaz görür.
Her ibadetin bir dışı, bir de içyüzü vardır...
“Bir sal üzerinde oturuyordu, dalgındı. Eteğine dokundum.. Beni bırak oğlum! HAKK gayyurdur. Seni başkasıyla görürse gözden düşersin...” dedi.
Gözden düşen, mu’cizeyi anlayamaz.
“Hiç kimse, bu dünyevî hikmetle bu muammayı ne hâlletti, ne de hâlledebilecek.”
Kalb penceresine Resûl'ün kanalından nûr huzmesi gelmeyene mu’cizeyi anlatmak, idrâk ettirmek; görülmeyen bir rüyayı tâbire kalkmak gibidir…


DR. MÜNİR DERMAN (K.S.)
Allah Dosdu Derki 1


------------------------------------------------------------------------------------
Tevellüd ediyor : doğuyor.
İhsas : Hissetmek. Hissettirmek. Açık anlatmadan kapalıca bahsetmek. * Bulmak. Görmek. Bilmek. Zannetmek. İdrak etmek. Duyurmak.
Evham : Olmayan bir şeyi olur zannı ile meraklanma. Üzüntü. Vehimler. Kuruntular. Zarar ihtimâli çok az olan bir şeyden meraklanma ve üzülme.
Hurufat : (Harf. C.) Harfler. Matbaada kullanılan dökme harfler.
Mütevali : (Velâ. dan) Aralık vermeden devam eden, tevâli eden. Birbiri ardınca sıra ile olan.
Müşahade : (Müşahede. C.) Gözle görülen şeyler. * Görüşler. * Keşifle seyredilenler. * Man: Mücerret his ile kat'iyyetle hüküm ve tasdik olunan kaziyeler
Füc'eten : Apansızın. Birdenbire. Ansızın. Hiç beklenmedik anda.
Nemrud : Zâlim ve gaddar olarak tanınmış ve Allaha karşı kibir ve isyan ile büyüklük taslamış bir kralın ismidir. Milâddan evvel 2640 yılında yaşadığı sanılmaktadır. Peygamber İbrahim Aleyhisselâm zamanında yaşamış ve onu ateşe atarak yakmak istemiş, mu'cize ile İbrahim Aleyhisselâm ateşten kurtulmuştur. Bâbil'in müessisi ve hükümdarı olup, en evvel hükümranlık ve tecebbür eden bu olduğu mervidir. (Bak: Enaniyet)
Elhasıl : Hasılı, sözün özü, kelâmın lübbü, neticesi, kısası, kısacası. Hülasa-i kelâm, netice-i kelâm, filcümle.
Müseccel : (Secl. den) Kayda geçmiş, sicilli. * Mahkeme defterine geçirilmiş. * Kimseden men'olunmayan mübah nesne.
Muamma : (Amâ. dan) Anlaşılmaz iş. Karışık şey. Bilinmeyen hâl.
------------------------------------------------------------------------------------
Resim
Cevapla

“Münir Derman (k.s) Eserleri” sayfasına dön