Fethi Gemuhluoğlu ?

Cevapla
Kullanıcı avatarı
kamuran
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 183
Kayıt: 17 Eki 2008, 02:00

Fethi Gemuhluoğlu ?

Mesaj gönderen kamuran »

Resim

Fethi Gemuhluoğlu ?

Fethi Gemuhluoğlu, Malatya’nın Arapkir ilçesinin Gemuh köyünden İstanbul’a göçen bir ailenin mensubudur. Göztepe’de Merdivenköy muhitinde 1922 yılında doğmuştur. Ailesi İstanbul’da yaşamasına rağmen Anadolu kimliğini, Türkmen törelerini ve özellikle halk kültürü ile örülü mahalli şivesini kaybetmemiştir. Sonraki yıllarda Gemuhluoğlu’nun kelime dünyasında, annesinden öğrendiği atasözü benzeri deyişler önemli bir yer tutacaktır. Ergun Göze, bu aileyi yakından tanır. Gemuhluoğlu, annesinden bir hatıra anlatır Ergun Göze’ye “Baktım, kadın anam Kur’an-ı Kerim’i açmış elinde bir çöp bir şeyler yapıyor. Ana ne yapıyorsun” diye sordum. “Çağam” dermiş oğluna mahalli şiveyle. “Çağam ben cahilam, Kur’an okuyamıyorum. Bu çöple üzerinden gidiyorum. Belki Allah bana da bundan ötürü bir sevap verir.” Annesi böyle bir ruh halindeyken babası, sükuneti ile bir heykel edasıyla, insanı çarpan Türk insanının en güzel numunelerinden biri olarak görülür.
Muharrem Ergin, Fethi Gemuhluoğlu’nun yetiştiği çevreyi gözlemleyenlerdendir: “Fethi’yi Fethi yapan nokta, Fethi’nin ailesi ve yetiştiği çevredir... Göztepe’deki ev Fethi’yi Fethi yapan unsurlardan biridir. Öyle ki duvarı yola, doğrudan doğruya yola bitişiktir. Arada en küçük bir mesafe yoktur. Duvarın bir tarafında bir kalabalık, gürültü fakat öte tarafında inanılmaz bir sükun var idi. Bu Fethi’nin hayat aynasıdır, mekan olarak Fethi’de rolü olan bir unsurdur.”


13 yaşında tek başına ‘Bir Adam Yaratmak’ı oynar

Fethi Gemuhluoğlu’nun çocukluğu, Göztepe’de Merdivenköy muhitinde ehl-i hal kişilerle eski İstanbul efendilerinin son kalıntıları arasında geçer. Böyle bir aile ve çevre içinde yetişen Gemuhluoğlu, 13 yaşında Necip Fazıl’ın ‘Bir Adam Yaratmak’ adlı piyesini bir çatı katında tek başına oynamağa kalkar. Ailesi çok şaşırmıştır. O bu olayı tebessümle anlatarak, “beni çıldırıyor sanmışlardı” der.


Sorgulayıcı kişilik

Haydarpaşa Lisesi’ni bitiren Fethi Gemuhluoğlu, Hukuk Fakültesi’ne başlar. Tek Parti diktası bütün gücüyle baskısını sürdürmektedir. Gençliğin faaliyetlerini düzenleyen müesseseler oluşmamıştır. Ancak bir kısım Anadolu genci resmi organizelerin başında gelen Halkevleri dışında faaliyetlere girişir. Öğrenci yurtlarında bir araya gelebilen gençler teşkilatlanmaya gidemeseler de birlikte olmanın verdiği güçle bazı toplantılar, anma günleri tertip etmektedir. Gençler diğer yandan Halkevleri toplantılarına katılarak, konuşmacıları soru yağmuruna tutmaktadır. Eminönü Halkevi’nde Kopenhag’da düzenlenen Dünya Devleti Fikri Konferansı hakkında görüşlerini anlatan Ahmet Emin Yalman ve Hamdullah Suphi Tanrıöver beklemedikleri bir tepkiyle karşılaşırlar. Fethi Gemuhluoğlu heyecanla ve ellerini savurarak, “Siz bir hafta önce milliyetçiliği şu şekilde tarif ediyordunuz. Din diyordunuz, dil diyordunuz, tarih diyordunuz, ülkü diyordunuz, vatan diyordunuz” diyerek, Kopenhag Konferansı sonrası Dünya Devleti Fikri’ni anlatan Hamdullah Suphi’yi terslemiştir.


Gençlik bir araya geliyor

Anadolu gençlerinin bir araya geldiği yurt ve kahvehaneler, çok geçmeden fikir üretilen birer mektep havasına bürünür. Gençlerin zaman zaman bir araya geldiği yerlerin başında Beyazıt’taki Küllük Kahvehanesi vardır. İkinci Dünya Savaşı’nın bitimiyle Tek Parti diktası da sallanmaktadır. İçtimai muhalefet de belirmeğe başlamıştır. Böyle bir hava gençlerin teşkilatlanmasına imkan vermiştir. 1946 yılında bir dernek kurulur, Türk Kültür Ocağı... Gemuhluoğlu, derneğin kuruluş aşamasına yetişememiştir. Çünkü Hukuk Fakültesi’ni bırakarak, askere gitmiştir. Askerlik sonrası ocak faaliyetlerinde aktif görevler alır. Daha sonra Türk Kültür Ocağı ile üç derneğin birleşmesiyle Milliyetçiler Derneği kurulur. Milliyetçiler Derneği’nin faaliyetleri etkili olmaktadır. Gemuhluoğlu’nun organizatör kişiliği öne çıkmakta, insanları ve müesseseleri kaynaştırmaktadır. Dönemin bütün gençlik faaliyetlerinde mitinglerde başı çekmektedir. Moskova Radyosu onu hedef göstermektedir. Ölümüne yakın bir zamana kadar Moskova Radyosu ve Bizim Radyo’nun sataşmaları sürecektir.


Mareşal’in cenazesi

10 Nisan 1950’de Mareşal Fevzi Çakmak vefat etmiştir. Tek Parti zihniyeti, devrin en önemli yayın organı olan radyoda, neşeli şarkılar ve oyun havaları ile sevincini dile getirmektedir. Halk, idareye karşı öfke dolu ama tepkisizdir. Ancak milletin değerlerine bağlı gençliğin tepkisiz kalması düşünülemez. İşte böyle bir günde milliyetçi gençliğin önünde 28 yaşında bir genç yürüyor, heyecanlı nutuklar veriyor, radyoyu ve yönetimi protesto ediyor. Harbiye’de Ordu Komutanlığı’na giderek, oradaki bayrağı yarıya indiriyordu. Beyazıt Camii’nde Mareşal’in tabutunu resmi makamlara teslim etmeyerek, omuzlarda Eyüp Sultan’a kadar yürüten gençlerin öncülerinden biri yine Gemuhluoğlu’dur. O gençler arasında Turgut Özal da vardır.


O bir insan sarrafı

Fethi Gemuhluoğlu’nun mesleği insan yetiştirmek olmuştur. Öyleki, öğrencilik yıllarında başlayan bu meslek, bir ömür boyu sürecektir. İstanbul’un çeşitli liselerinde öğretmenlik ve İstanbul Spor ve Sergi Sarayı Müdürlüğü görevlerinde bulunurken, kozasını örmek, insan yetiştirmek imkanı bulacaktır. Küllük’te, Türk Kültür Ocağı’nda, Karadeniz Kırathanesi’nde, Milliyetçiler Derneği’nde, işyerinde veya evinde başlayan dostluk, gençlerin hayatına şekil verecek, onları canevinden yakalayacaktır.


Sen hiç aşık oldun mu ?

Fethi Gemuhluoğlu, kendisiyle tanışmak için gelen gençlere sorduğu belirli, güzel soruları vardır. Bu sorular gençleri allak bullak eden ama kendi kimliğini açıklayan ve muhatabından da kimliğini isteyen hoş sorulardır. Namaz kılan bir insana “sen hiç namaz kıldın mı ?” diye sorar. “Ben beş vakit namaz kılarım” deyince, “evet sen beş vakit namaz kılıyorsun da, ama sen hiç namaz kıldın mı?” diye sorarak onun benliğini saran, bir pedagojik darbeden geçirir. Bu hoş sorulardan biri de “İslam Devleti’ne inanıyor musun ?” sorusudur. Soruların klasiği ise aşk üzerinedir. “Hiç aşık oldun mu?” cümlesi, hemen hepsi Anadolu’dan gelen bu gençlerin değişik tepkiler göstermesine sebep olmuştur. Kimisi kızarır bozarır, kimisi “ne demek aşk, asla” der, kimisi de mahçup mahçup “evet” der. Asla diyen hatta bunun için kızgınlık gösteren adamı mutlaka tersler. “Ben hayatta sevmemiş, gönül adamı olmamış insanı ne yapayım ? Bu adam aşka düşman.” Bu kızgınlık kalıcı değildir, tepkisi de pedagojik sorunun devamı mahiyetindedir.


“Büyük rüya görmek lazım !”

Onun sohbeti, gençlere çalışma, disiplinli olma gibi alışılan gereklerin ikazından ziyade, sorumluluğunu emreden ve insana yeryüzünün halifeliğini hatırlatan sözlerden oluşur. Bir kadro yetiştirmek, yönlendirmek her ferdin derdini dert edinmeyi, onun düşünce ve günlük hayatına çözümler sunmak demektir. Gençlere iş bulmak, evlendirmek veya üniversitede akademik kariyere başlatmayı vazife bilmiştir. Kürsü sahibi profesöre gidip, “bunları asistan olarak almamak vebalinizdir, almak vazifenizdir” diyebilen bir insandır. Çünkü her mevki, bir mevzidir, bir sıçrama taşıdır. Çünkü insanın görevi yücedir, o eşref-i mahlukattır, halifedir yeryüzüne. “Bir Rodop’lu genç geldi, yiğit, yani İslam Cumhuriyetini o kuracak.” O buna can-ı gönülden inanmaktadır. Çünkü “büyük rüya görmek lazım”dır.


Onları bilmek gerek !

Fethi Gemuhluoğlu, Türk milletinin tarihi iç düşmanını iyi bilmektedir. Bu düşman milletin kanını asırlardır emen ‘bürokratik zümre’dir. Batı’nın acentası bu zümre yönetimden gitmelidir ve gidecektir. Çözüm kadrodur. Kadroysa hepsi birer alem olan insanlardan oluşur. Bu genç insanlara şu sözleriyle yaklaşır: “Eğer siz Türkiye’nin orman meselesini bilmiyorsanız, orman meselesi üzerinde doktora yapmayacaksınız, siz bir Orman Fakültesi mensubu olarak Türk Milliyetçisi olamazsınız.” Türkiye’nin meselelerini, 150-200 yıllık ihanetlerin hepsini bilmektedir. Anadolu’nun her köşesinden insanlar tanır, onları soylarına kadar anlatabilir. Bu özellik, ona ‘Türkiye’nin Muhtarı’ denilmesine yol açmıştır.


Sohbet adamı

Gemuhluoğlu, hemen her konuda karşısındakilerle saatlerce konuşabilecek malumata sahiptir. Bu bilgiyi cazip kılan onun dilidir, üslubudur, gönül adamlığıdır. Burada onun bir başka yönüyle karşılaşırız. O da güzel konuşma ve hitabet kudretidir. Osmanlı Türkçesini ve Anadolu Türkçesini çok iyi bilir. Her hangi bir meseleyi, bir gönül adamı üslubuyla, karşısındakini yormadan saatlerce anlatabilir. Yetiştiği çevrenin seçkin insanlarının etkisini, bunlardan Derviş Nafiz Efendi’nin Türkçesine hayran olduğunu nakletmiştir.
O, iyiden, doğrudan, güzelden yana bir insandır. Tabii olarak çirkinliklerin karşısındadır. Türkiye’nin Muhtarı, yüreği yanık bir insandır. Ama bu acısını sabrın emrine vermiş, bütün gayretiyle sevdasını sürdürmüştür. Gemehluoğlu, İslam’ı siyasete ve ticarete alet etmeden, şamatasız, derinden ama güçlü bir şekilde temsil edilmesini istemektedir. “Ben Lailahe illallah Muhammedün Resulullah diyenlerle beraberim. Başka bir şey aramadım.” İşte Gemuhluoğlu’nun en büyük tarafı, bu yönü yani ehl-i tevhid oluşudur. Ancak onun tevhid anlayışında kimseyi dışlamak yoktur. Kendisiyle diyalog kuran bir çok solcu dostu da vardır, bunlar Gemuhluoğlu’nun cenazesine de gelirler. O, toplumu bütün kesimleriyle kavramayı başarmış bir insandır.


Fikir sakası Gemuhluoğlu

Fethi Gemuhluoğlu, sadece kadro işini ele almıştır. “Bizim yapacağımız kadroyu yetiştirmek” diyor ve kimde bir kıvılcım görse, ona koşup onu canlandırmıştır. Elini hafifçe vurarak tokalaştığı bu gençliği kucaklar, büyük bir sevgiyle omuz başlarından öper. Çünkü bu genç insanlar geleceğin yöneticileri, bakanları, milletvekilleridir. Onu en yi ifade eden sözler, her halde üstad Necip Fazıl’a aittir. Babıali adlı eserinde şöyle der onun için: “Kendisine hiçbir tecelli zemini aramayan bir tevekkül zarfına bürülü, sessiz ve sedasız, ortada görünenlere su taşıyıcı, fikir sakası Fethi Gemuhluoğlu.”


Kendine vakit bulamamak

Gemuhluoğlu ve nesli dava adamları ya geç evlenmiş ya da evlenmeye vakit bulamamışlardır. Bunun sebebi şüphesiz Türkiye’nin şartlarından kaynaklanıyordu. Bu nesil çocukluk çağlarında memleket meselelerinde gözünü açmış, kendilerini düşünecek vakit bulamamışlardır. Cemiyet meselelerine dalan gençler kendilerini unutmuştur çoğu zaman. Gemuhluoğlu’nun evliliği de bu yüzden geç olmuştur. Fakat Gemuhluoğlu’nun eşi, ona mücadelesinde daima destek olmuştur.


Resmi görevleri

Fethi Gemuhluoğlu Spor ve Sergi Sarayı Müdürlüğü, Milli Eğitim Bakanlığı Özel Kalem Müdürlüğü, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Basın Müşavirliği görevlerinde bulunmuştur. 1969 yılından itibaren Türk Petrol Vakfı Genel Sekreterliği’nde bulunmuştur. O asıl işi olan insan yetiştirme görevini, gençlerle doğrudan temaslar kurarak Vakıf’daki görevi sırasında bulmuştur. Engin bir İslam kültürü yanında iyi derecede Almanca biliyordu. Aydınlar Ocağı ile Türk Edebiyat Cemiyeti’nin İstişare Kurulu ve Anadolu Bankası Yönetim Kurulu Üyeliği yanında çok sayıda hayır kurumunun da yöneticiliğini yapmıştır.


Milliyetçi Cephe’nin mimarı

Gemuhluoğlu, son zamanlarında memleketin siyasi hayatına inanılmaz bir şekilde ağırlığını koymuştur. Dışarıdan görülmeyen bu gerçek, 1973 seçimlerinde ve en son Birinci Milliyetçi Cephe Hükümeti’nin kurulması sırasında ortaya çıkmıştır. O günlerde İstanbul’la Ankara arasında uçakla mekik dokuyarak bu rolünü en güzel şekilde ifa etmiştir. Milliyetçi Cephe döneminde hükümetin hakiki akıl hocalarından biri olmuştur.


“Ölüm mutluluk benim için”

Sağlıklı bir bünyeye sahip değildir Gemuhluoğlu. Küçüklüğünden beri bir takım hastalıklara yakalanmıştır. Ama son zamanlarda kalbi iyice yorulmuştur. Ölümüne yakın günlerinin sayılı olduğunu dostlarına söylemiş, vefat ettiği gece iki oğlu ve hanımını karşısına alarak tatlı tatlı vedalaşmıştır. 5 Ekim 1977 Çarşamba günü vefat etmiştir. Ertesi gün Fatih Camii avlusunda bakan, milletvekili, vali, komutan, profesör, şair, yazar, gazeteci, din görevlisi ve tabii yetiştirdiği genç kadrolar kendisini yolcu etmiştir. 6 Ekim 1977 Perşembe günü Sahrayıcedit Mezarlığı’ndaki kabrine gömülür. O ölümü şu sözlerle karşılar: “Ölüm ne mutluluk benim için. Çünkü çocukluğumda yüz paraya alıp uçurduğum kuşlarım, cennetin kapısında beni bekliyorlar. Onların yanına gitmek, ne güzel şey.”
Kullanıcı avatarı
kamuran
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 183
Kayıt: 17 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen kamuran »

Sözle sema yapan adam Fethi Gemuhluoğlu
Vefat edeceği gün, adeta dostlarını hazırlarcasına 'İşte geldik gidiyoruz, şen olasın Halep şehri' diyerek, ardına kadar açık bıraktığı kapıdan çıkan Gemuhluoğlu, Akif İnan'ın tabiriyle 'vakt erişip, davet gelince, varıp huzura erdi. İşbu misafirhanede bir er kişi olarak dolanırdı.' Kabristanı Göztepe'de Sahra-i Cedid mezarlığındadır..


Kalbimi oymuşlar,
Oymuşlar da şimallim,
Hayalini resmini değil
Seni koymuşlar içine,
O'nun içindir adınla atışı.
F.Gemuhluoğlu

Fethi Gemuhluoğlu 1922 yılında Göztepe'de bir kutlu merhaba ile selamladı, sağır diye tabir ettiği dünyayı. Kendisi İstanbul'da doğmuş, babası İstanbul' da yetişmişti belki ama O her zaman "dağ başında kendi haline terkedilmiş" olan, Türkiye'nin eli böğründe nazlı gelini Arapgirli idi. Kendisi gibi oğullarının da Arapgirli olduğunu söylerdi. Ardında bıraktıklarının çözmeye çalıştığı "söz" ve daha sonra "yazı" orucunu, Arapgir Postası için bozsa da arada kelimelere haksızlık etmekten korktuğunu söyleyerek susmayı tercih etti.

Kur'an okumayı bilmediği için çöple yazıların üzerinden giderek sevap murad eyleyen bir ananın ve Osmanlı-Türk insanının son nümunelerinden olan bir babanın oğluydu. "Merhume anam kadının her türküsü, her deyişi 'Sebep Ey!' idi. Senden sana sığınırım gibi bir şey. Şekva desen değil, tövbe desen değil. Yaşama sevincinin tükenmesi de değil. 'Sebep Ey!' işte."

Gençlerin henüz teşkilatlanamadığı tek partili dönem, daha sonra Bahattin Karakoç'a yazdığı bir mektupta "düzeni bozuk sazın düzeni asıl düzendir" diye feryat eden bu coşkulu genci dizginleyememişti. O ve O'nun gibi gençler bir araya geldikleri kahvehaneleri, yatakhaneleri hatta sokakları kendilerine dershane edindiler; edebiyattan, hürriyetten, siyasetten konuştular, sorguladılar.1950-1955 yılları arasında çeşitli okullarda Edebiyat öğretmenliği yaptıktan sonra 1963' e kadar İstanbul' un kültür hayatını renklendiren Spor ve Sergi Sarayı'nda yöneticilik yaptı. Genç yaşından itibaren memleket meseleleri ile meşgul olan Fethi Gemuhluoğlu her ne kadar "Urum ile Urus sulh yapınca anam beni everecek!" sözünü diline dolasa da 1959' da, doktor olan Suzan Hanım ile evlendi. Oğullarından Mehmet Ali şu an Ankara'da, Veli Selman ise İstanbul'da yaşıyorlar.

Fethi Gemuhluoğlu 1963'ten sonra Galip Erdeme yazdığı bir mektupta "Sana Sure-i Rahman'ın tilavet edilmediği, türküsüz bozlaksız, turnasız, mayasız bir Frenk diyarından yürek dolusu kutlu, mutlu bir merhaba" diyerek dostlarını selamladığı Almanya'ya göçtü. Buradaki iki yılını Nürnberg ve Passau'da serbest gazeteci olarak geçirirken, Goethe Enstitüsü'nde Almanca öğrendi. 1965 yılında "Hakiki gurbet, Halık'ın, Sahib' in gurbetinde olmaktır" diyerek yola çıktığı Almanya'dan azığında gurbetin öğrettiği türkülerle Türkiye' ye geri döndü. 1962' ye kadar Milli Eğitim Bakanlığı' nda Özel Kalem Müdürlüğü, 1966- 1970 yılları arasında Ankara ve İstanbul Odalar ve Borsalar Birliği Basın Müşavirliği görevlerinde bulundu. Daha sonra kuruculuğunu da kendisinin yaptığı Türk Petrol Vakfı' nda 8 yıl yöneticilik yaptı.

22 Kasım 1975' te "dostluk" üzerine yaptığı muhteşem konuşmayı şu sözler ile adeta vasiyet olarak bıraktı: "... Ne yazarım ne çizerim. Zaten okur-yazar takımından da değilim. Ama bu sözleri size sanki bir veda gibi, sanki son sözlerim gibi ... ' Hal saridir' buyurulmuştur. Maraz da saridir. Dilerim ve umarım ki benim marazım sari olmasın ve burada şevk sari olsun, cezbe sari olsun ve aşk sari olsun".

Vefat edeceği gün, adeta dostlarını hazırlarcasına "İşte geldik gidiyoruz, şen olasın Halep şehri" diyerek, ardına kadar açık bıraktığı kapıdan çıkan Gemuhluoğlu, Akif İnan'ın tabiriyle "vakt erişip, davet gelince, varıp huzura erdi. İşbu misafirhanede bir er kişi olarak dolanırdı." Kabristanı Göztepe'de Sahra-i Cedid mezarlığındadır.. Cahit Zarifoğlu'nca onun gidişi bir medeniyetin gidişiydi; "Fethi Ağabey' le birlikte, zamanımızda ve yaşadığımız düzen içerisinde, zaten havuzuna giremediğimiz dervişliğin, sohbete, birilerinin önünde diz çökmeye bağlı büyük medeniyetin fırsatlarından biri daha gitti."

Mesleği insan yetiştirmekti

Dünyaya adeta "ekmek bıçaklarının hürriyet yolunda bilenirse ne menem kestiğini" göstermek için gelen Fethi Gemuhluoğlu'nun mesleği en başta insan yetiştirmekti.

"Bizi inzivaya çekilmiş say / Mescit ile medreseyi / Terk eyledik zahitlere... Hakk'a ibadet etmeye / Yeter bize viraneler..."

"Selamet Derkenar est" diyerek kenara çekilen ve aktif politikanın içinde bulunmayan Fethi Gemuhluoğlu'nun yetişmesine ön ayak olduğu gençler bürokratik kademelerde etkili mevkilere getirilmişti. Bugün ise Türkiye' nin siyaset ve düşünce dünyasında sözü geçen birçok kişinin yolu O'nun dergahından geçmiştir:

Bahatin Karakoç, Cahit Zarifoğlu, Rasim Özdenören, Alaeddin Özdenören, Agah Oktay, Avni Akyol, Tahir Kutsi Makal, Faruk Timurtaş, Ergün Göze, Muharrem Ergin, Akif İnan, Ahmet Kabaklı, Altan Deliorman, Mustafa Miyasoğlu... O'nun coşkusundan nasiblenen, gençken parıltılarını keşfedip yüreklendirdiği, teşvik ettiklerinden sadece birkaçı... Mustafa Seçkin, O'nun gençler konusunda ki özverili tavrını şu cümleleriyle dile getirirler: "Gördüğü her şaire O'nun en güzel mısralarını okuyarak söze başlardı. Nerede olursa olsun, herkesteki güzelliği bilirdi ve oradan girerdi. Birinde şöyle pırıltıya benzer bir şey görsün ona kancayı takmıştır. Her an adam arardı, kimi avlayayım, kimi rahmete götüreyim diye. O Türkiye'nin muhtarı idi. Her şeyden haberdar idi, o nasıl takip, şaşarsın!." Fethi Gemuhluoğlu'nun kendisini ziyarete gelen gençlere yönelttiği ilginç soruları olurdu. O' nun en klasik sorularından biri: "Sen hiç aşık oldun mu?" idi. Bu sorusuna hayır diyen gençlere ise kızar: "Ben hayatta sevmemiş, gönül adamı olmamış insanı ne yapayım? Bu adam aşka düşman" derdi. Bu sorular Fethi Gemuhluoğlu öğretisinin ilk basamağıydı adeta.

Önce Derviş idi

"Mistik insanlar özgürdür Ali, yalnız onlar özgürdür!"

1940' lı yılların ilk yarısında Ahmet Tahir Memiş, el-Halvetiyyü'ş-Şabani Efendi'ye bağlanan Fethi Gemuhluoğlu'nun tasavvufi derinliği daha çok yakın dostları tarafından bilinirdi.

"Fethi Abim ağlardı, hüzün adamıydı. Fikri zikri Allah idi, başka derdi yoktu. O ağzına laf bulaşmayan, şiir gibi konuşan Fethi, Efendisinin huzuruna varınca dili dolaşırdı. Lal olurdu adeta. Huzurda bir duruşu vardı, 'yok' gibi! Kimsenin derviş olmaya talip olmadığı herkesin şeyh olduğu bu garip dünyada gariban bir dervişti Fethi Abim. Herkese evliya imiş gibi muamele ederdi, 'öyle değilse bile öyle olur belki' derdi. Fethi Abim aşk adamıydı."

Fethi Gemuhluoğlunun "sohbet arkadaşı" olarak bilinen Necip Fazıl kendisini şöyle ifade eder; "Kendine hiçbir tecelli zemini aramayan bir tevekkül zarfına bürülü, sessiz ve sedasız , ortada görünenlere su taşıyıcı fikir sakasıdır Fethi Gemuhluoğlu."

Hilmi Yavuz'un 'sözle sema yapan adam' diye tarif ettiği Fethi Ağabey'i anlamak belki Ahmet Kot'un şu sözleriyle daha kolay olacak: "Anadolu'da gönül ışığını yakmak üzere atlarına binip gelen velilerin çağından bugüne kopup gelmiş bir eren olarak göründü bana hep... Gözleri Yunus' un gözleriydi, gönlü Hacı Bayram'ın, dili Mevlana'nın. Bilinmeyen bir yerlerden atlarına binip gelenlerdendi. Sözünü kendi söyleminde söyledi. Anlayan kendi gönül muktesabatı kadar anladı. Anlamamış olan için hiçbir sözüm yoktur."

Mustafa Seçkin' in "Allah Fethiyi sevenleri, Fethi nin haberini duyanları O' na benzetsin" duasına bizler de amin diyoruz...

SEYHAN YILMAZ / ÖĞRENCİ
Binlerce yıllık gizem: Kişilik türleri
Dört karakter kuramı, modern tıp tarafından geliştirilmiş olup, bugün hâlâ geçerliliğini koruyor.

Antik Çağın Yunan Filozoflarından Hipokrat ile başlayıp, günümüze kadar gelen süreçte psikoloji ve psikiyatri ile uğraşan bilimadamları, insanların davranışlarını ve karekterlerini incelemişlerdir. Hipokrat'ın dört karekter kuramı, modern tıp tarafından da geliştirilmiş olup, bugün hâlâ geçerliliğini taşıyorlar. Her birimiz kendimize özgü olarak bu dört karakter tipinin çeşitli özelliklerini kişiliğimizde bütünleştiriyoruz.

Geçmişte olduğu gibi günümüzde de uzmanlar bu yöntemi kullanarak bir insanın hangi gruba girdiğini gözlemledikten sonra, bu kişinin diğer yönlerden yaşama tepkilerini doğru olarak belirleyebiliyorlar. Aslında çok basit bir yöntem ve bu dört grubun özelliklerini insanlara uygulayabilirsiniz. Kişiliğimizi tanımak bizim kendimizi nasıl incelememiz gerektiğini, güçlü yönlerimizi daha parlak hale getirmeyi ve zayıflıklarımızdan daha kolay kurtulmayı öğrenmemizi sağlar. Çevremizdeki insanları tanımak da bizim daha başarılı bir iletişimci olmamızı sağlayacağı için önemlidir.

Benim bu yazıya kaynak olarak aldığım Florance Littauer'in Kişiliğinizi Tanıyın ve Kişilik Bulmacası adlı kitaplarında bu dört karakter tipi Güçlü Klorik, Mükemmeliyetçi Melankolik, Barışçıl Soğukkanlı ve Popüler optimist olarak isimlendiriliyor. Şimdi kısaca bu karakter tiplerinin genel özelliklerine bir göz atalım;

Güçlü Klorikler, doğuştan lider karakterli insanlardır. Rahatlıkla sorumluluk alabiler, çabuk ve doğru yargıda bulunabilme yeteneğine sahiptirler. Olumsuz taraftarı çok zorba ve tahakkümcü davranabilirler. Kendileri kısa zamanda çok iş başarabildiklerinden başkalarından da aynı şeyi beklerler. Diğer insanların duygularına karşı duyarsız ve sabırsızdırlar. Hem Popüler Optimistler hem de Güçlü Klorikler dışa dönük, konuşkan ve sosyal aktivitileri fazla olan kişilerdir. Aralarındaki en önemli fark Popüler Optimistler insanlara birlikte olmayı sevdikleri için, Güçlü Klorikler ise çevrelerini kontrol altına almayı istedikleri için insanlarla ilişki kurarlar.

Mükemmeliyetçi Melankoliklere göre her iş önemlidir ve eğer yapılıyorsa mutlaka düzgün yapılması gerekir. Onlar ince detaylara önem veren titiz insanlardır. İçe dönek ve oldukça duygusaldırlar, duygularını ifade etmeye zorlanırlar. Grafikleri ve tabloları çok severler, planlama konusunda yeteneklidirler. Olumsuz tarafları karamsarlıkları ve kolayca bunalıma girebilmeleridir. Mükemmeliyetçi Melankolikler detaylara çok fazla girdikleri için bazen işin içinden çıkamayabilirler. Lider olarak iyi organizasyon yaparlar, başkalarının duygularına karşı duyarlıdırlar. Barışçıl Soğukkanlılar, biraz tembel ve fazla rahat insanlardır. Sorunlarala yüzleşmekten kaçarlar, çözümü zamana bırakırlar. Çevrelerinde sürekli huzuru korumak isteyen uyumlu insanlardır. Bu davranışlarıyla herkesin güvenini ve saygısını kazanırlar. Olumsuz yönleri sorumluluk almaktan hiç hoşlanmamaları ve kararsız olmalarıdır. Yaptıklarından dolayı değil daha çok yapamadıklarından dolayı sevilirler. Popüler Optimistler hayatı çok fazla ciddiye almayan iyimser insanlardır. Eğlenceye düşkün, coşkulu bir kişiliğe, espri duygusuna, öykü anlatma yeteneğine sahip insanlardır. İnsanlarla bir arada olmaktan ve dikkatleri üzerlerine çekmekten hoşlanırlar. Olumsuz yanları dağınık ve düzensiz olmaları, olayları abartmaları, hiçbir konuda yeteri kadar ciddi olmayışlarıdır. işlerin yapılmasında başkalarına güvenirler, kolay aldanırlar ve saftırlar. Her zaman çocuk kalan bir yönleri vardır. Lider olarak başkalarını heyecanlandırır, esin kaynağı olur, cezbeder ve eğlendirirler.


AHSEN OLCAY / ENFORMASYON UZMANI (yenişafak gazetesinden alıntı)
Kullanıcı avatarı
kamuran
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 183
Kayıt: 17 Eki 2008, 02:00

Adı dostluk olan, aşk olan bir destan: Fethi Gemuhluoğlu

Mesaj gönderen kamuran »

Adı dostluk olan, aşk olan bir destan: Fethi Gemuhluoğlu

Bayram ikindisinde Üsküdar kıyılarından karşıya, gerilerden efsunkâr bakışlarıyla bakan Eyüp'e, manevî yoğunluğu başında halelenmiş Fatih'e, ihtişamlı Süleymaniye'ye, bir tarihi tek başına imleyebilecek yeterlilikteki Topkapı Sarayı'na, muhtedi Ayasofya'ya, zarafet timsali Sultanahmet'e bakıyorum.

Bu zenginliğin albenisi içimi titretirken oturduğum yerdeki insanların bayram neşesi, her yaştan insanın coşkulu birlikteliği ve rengârenk görünümleri de içimdeki kabarmayı artırıyor. Hüzünlü ama aynı zamanda sevinçli, kimi durumlardan dolayı umutsuz ama aynı zamanda "İnsan varsa umut da vardır." diyerek umutlu bir hal ile geçmiş ve şimdi harman oluyor içimde. Cıvıl cıvıl yüzlerdeki gülücükler, güneşin kapalı havalardan sonra gelmesine karşılık veriyor gibiler. Sanki güneş de katılıyor bayram şenliğine. Sımsıcak bir insan sevgisi buğusu yükselirken birden aklıma "insancığım" deyişiyle Nuri Pakdil geliyor ve hemeninde onunla bir Fethi Gemuhluoğlu tulu' ediyor.

İnsanı savunan, insanı umutla onaran bu iki isimden ikincisi, aynı zamanda birincisinin ruh mimarlarındandır. Birincinin kapısından girmiştim ilk gençliğimde ikincinin sarayına. "Girmiştim" demek bir iddia ama deyiverdim işte. Bu iddia manasına gelebilecek sözü dua olarak kabul etsin Sahib. Fethi Gemuhluoğlu'nun dostlarından birisinin isabetle söyledikleri gibi: "La ilahe illallah demek, iddia değil duadır, senden başka tanrım olmasın demektir." Bu da böyle ama geçelim biz bunları da bir şehre varalım.

"Çalabım bir şar yaratmış iki cihan aresinde/ Bakıcak didar görünür ol şarın kenaresinde" diyor Hacı Bayram Veli. Bu cihan arasında yaratılan insandır der irfan ehli. İnsan ise kemale erdiğinde ilahi hilafete müstahak ve layık olur. Peygamberler seçilmişlikleri ile bu menzilin sahibidir. Peygamberlerin Peygamberi ise hepsinin kökü ve kaynağıdır. Ve salt anlamda 'rahmet olsun' diye gönderilmiştir. O peygamberlerin imamının rahmetinin yansıması olarak da tarihin her döneminde veliler gelmiş ve insanı "adam" etme ameliyesi içinde bulunmuşlardır. Vâris-i sırr-ı nebi olanlar, rahmeti insanlığın tüm katmanlarına ulaştırmışlar ve insanlık yeryüzünde hayatını sürdürebileceği fizikî ve ruhsal sermayeye, güce ve ilahi desteğe sahip olmuştur. Bu insan-ı kamillerin, olgun kişiliklerin çevresinde yetişen, onlarla aynı ruh iklimini olabildiğince soluyup onların salt insanlara değil bitkiye, hayvana, nesneye sevgiyle bakışlarının talimini yaşayanlar merkezden çevreye yayılan mutluluk ağacı dalları gibi dal budak salmışlardır. Yeryüzünün varoluş, varediliş amacı olan insanın hakikatinin bilincinde olarak "Hakk'ın ayali olan halka hizmet"le sıfatlanmışlar, katı ve küt köşeleriyle insanı yaralayan ve "bizatihi" zor olan hayatın akışını yumuşatmışlardır. Yeryüzünün her tarafında böylesi insan örnekleri vardır. Her kültür dip kodları ile böylesi insanları içerisinden çıkarma istidadına sahiptir, çünkü kökeni 'mutlak bir hakikatine' dayanmaktadır. Mistik insanlardır bunlar, ruh penceresini açma ya da aralama çabasındadırlar. Bunların Muhammedî olanları ise mistik olanı daha da ileri taşıyarak, hayatın somut yönlerine de nüfuz ederek kamil olmanın kemalini göstermiş ve yaşamışlardır. Diğerlerindeki nâkısa ise dayandıklarını söyledikleri kaynakların dayandığı kaynağı görememelerinden kaynaklanmaktadır ki uzun ve ayrı bir konu. Evet, Yaratıcı, insanlara yeryüzünde gerekli olan hayatî gereksinimlerini lûtfederken en hayati olguyu, yani doğru yaşama biçim ve üslubunu da peygamberler ve onların varisleri yoluyla lûtfetmiştir. Bu karanlıkta yol gösterici ışık olan insanlar çölleşmeye yüz tutmuş insanlığımızı vahalarla süslemişler, hayata saf sevgiden, "Yaratandan ötürü" bu sevginin hacmini sonsuz, sınırsız kılan bir sevme iradesinden bakarak "yaşanılası" kılma çabalarını sürdüregelmişlerdir.

İşte Fethi Gemuhluoğlu da böylesi bir ruh ikliminin, kaba inancın da inkarın da kavrayamayacağı bir bilgelik çağlayanının içinde yetişmiş ve çağımızda (ve bize ne mutlu ki ülkemizde) kendisinin elinden tutabileceğimiz bir düşünce ve duyarlık imgesi olmuştur. Bu topraklara duyduğu som sevda ve her şeyi ve her hali kuşatan insan sevgisiyle bir başına bir mektep olarak "iki cihan aresinde" yine Hacı Bayram Veli'nin nutuklarıyla "Kasdım budur şehre varam / Feryad ü figan koparam." ifadesine hakkıyla uygun olarak feryad koparmıştır. Bu feryad, gittikçe yalnızlaşan, kuruyan, nesneleşen, "sıksanız bir damla gözyaşı bile çıkmaz" hale gelen insana kendi özünü gösteren bir işaret fişeği olmuştur. Göçeli otuz bir yıl bitmiş olmasına rağmen Yunus Emre'nin "Her dem yeniden doğarız / Bizden kim usanası" diye tanımladığı bir tazeliği sürdürmüştür. Ne bilim adamı, ne sanatkâr, ne mütefekkir, ne siyasi bir kişilik olmamasına rağmen hepsinin maverasında ve hepsi olarak hakikati icmali olarak beyan etmiş ve günümüze de ilham kaynağı olmayı sürdürmektedir. "Dostluk Üzerine" başlıklı konuşması bu çağa, çağın insanına ve bu ülkeye özlü bir yol haritası olmayı sürdürmektedir. Ne ki, bu açıldıkça açılan ve idrak düzeyinin artmasına başat olarak idrak ettireceği şeyler artan ana metin ve hatta manifesto yeteri denli anlaşılamamıştır.

Bireyi "Ağlamayan gözün baktığından hayır gelmez." diye iç aygıtlarını bakıma çağıran, toplumu "evliya tarlası" dediği Anadolu toprağına dikkat kesilip "yetmiş bin evliyanın dölü" diye niteleyerek köklerine yöneltme çabası içinde olan, "tarihe dost değiliz" diye de uyarıp tarihimizdeki mevcudun geleceğimizin mevcudiyeti için önemini belirten ve anlamını berkiten Fethi Gemuhluoğlu; çağın ideolojik açmazlarının kökenini irdelerken de "Toprakta malikiyet olmaz." diyerek mülkiyet meselesine dair esas ittihaz edilebilecek bir vurgu yapmış, yine emperyal niyetlere ve saldırganlığa karşı da Asya'da, Afrika'da gerçekleşen özgürlük çabalarını gönlü ve kalemiyle desteklemiştir. Karşılaştığı Nuri Pakdil'e "Bugün Ortadoğu nasıl?" diye sorması da bu kalemdendir. Mazlum milletlerin acılarını içselleştirirken hiç şaşmayan ve hiçbir şeyi kaçırmayan dikkati yerel olanı da kapsama alanı içinde tutmuştur. Kıbrıs meselesi onun için bir sevdadır. Aynı zamanda ülkedeki "eyyamperestler" de nazarlarından dışarıda değildir. "Toprak kısırlaştı, küstü mü dersiniz? Mübarek toprak çürüdü ve ufalandı da onu yeniden pişirmek mi lazım dersiniz? Kan ve alınteri mi ister? Kurban mı ister dersiniz? Yoksa sahipsiz mi kaldık? Kabirler boşaldı mı? Hakk'ın ve halkın dostları bir uzak sefere mi çıktılar? Aklı erenleri, aklı yetenleri, tecrübeli aksakallıları da alarak bizi bıraktılar mı dersiniz?" Böylesi bir umut ve hal sorgulaması yaparken akabinde "Gelecek bir mübarek vakte hazır olunuz." diyerek umudun bayrağını yükseltir, bu bayrağın direği ise hiç kuşku yok ki emektir ve "Hiç kimse elinin emeğinden daha hayırlısını yememiştir." yüce ilkesi ortadadır.

Bir yandan toplumsal konularda medeniyetimizin kök doğrularından hareketle doğruları dile getirirken, diğer yandan iyinin ve güzelin yol alması için en etkin eylem alanlarına daha doğrusu edebiyata ve sanata dikkat çeker. "Bu millet sanatla edebiyatla düşürüldü, yeniden onunla kalkacak ayağa" der. Buna inancından dolayı da ulaşabildiği sanatçıları yüreklendirir, onlara yol açar. Sanatçıdan zuhur edenin özgünlüğü yeni bir tecelli olarak algıladığı için heyecanlandırır onu. Bir bakıma yazılanları bir dua gibi görür. Sanat en yalın haliyle insanla hakikat arasında bir köprü oluşturmaktadır. Bu yönüyle de hakikate dayalı medeniyetimizin dirilişinde hayati öneme haizdir. Sanatsal üretimlerde de umudu baş köşeye oturtur ve zaten sıkboğaz edilmiş ve darda kalmış insanın önünün açılabilmesi için "güneşin batışını değil doğuşunu yazın" diye önerilerde bulunur sanatçı dostlarına. Bu öneriler ya da doğrusu yönlendirip eğitmeler yetkin bir sanat irdeleyicisi kişiliğini ortaya çıkarır. Klasik metinler dilinde dolaşırken modern anlayış ve akımlara da yabancı değildir. Bahattin Karakoç'a gönderdiği bir mektupta şairler için baş köşede ilke olarak tutulması gereken şu sözleri yazar: "Şiirinizi çok emziriniz. Bizim oralarda erkek çocukları, çağaları çok emzirir cins, soylu ve iyi döllü analar."

Dinî düşünce ve algılayış için de özgün alanlar açar. "Her şey söylenmiştir. Kur'an-ı Mecid'de söylenmiştir, Kelam-ı Kadim'de söylenmiştir. Peygamber-i Ekber, hadis-i şeriflerde söylemişlerdir; tefhim edilmiştir, teklimi Peygamber-i Ekber'dendir: Tefhimi ilahidir, teklimi de ilahidir; tefhimi Rabb'dandır, teklimi Peygamber-i Ekber'dendir, Levlake sırrının mazharındandır." Bu mesele uzmanlarına düşer, ama ortada din anlayışının esasa taalluk eden yalın gerçeğine dair net bir saptayımdır. Ve sorunu "fikre dost olmamak" olarak ortaya koyar, eğer fikre dost olunsa ve tenkid ile vakit geçirileceğine tebliğe yönelinse o zaman işin doğasına uygun ya da özüne sadık kalınmış olacaktır. Anadolu insanının mayasını oluşturan "Muhammedî muhabbet"i kendisinde bir alâmet-i farika olarak taşıdığı gibi doğal olarak da dinî anlayışta esas olarak kabul eder. Ve ana konusu insan olan Fethi Gemuhluoğlu'nun mümin tanımı da çağdaş insanın kafa ve gönül karışıklığına ışık tutarak yol açar: "Mümin kişi sevinmenin ve yerinmenin ötesindedir. Mümin kişi sevinmez ve yerinmez, çünkü gerçekçidir. Sarih Kur'an-ı Kerim, Kur'an-ı Mecid, Kelam-ı Hakiki. Mümin kişi zan üzere değildir." Böyle söyler o unutulmaz konuşmasında. İnsanın iç düzenini kurmasının aşikâr şifrelerini koyar ortaya.

Kendisine hasımlık ve düşmanlık besleyenlere dua etmekten geri kalmayan bu yüce gönüllü, bu kimilerinin Türkiye'nin muhtarı, kimilerinin çağdaş bir alperen, kimilerinin kendini gizleyen bir veli dediği kişi kendini vakfettiği topluma hizmette Hakk'a ibadet neşvesi duyar tüm ömrünce. İstisnasız, tanıyan herkese mutlaka bir şeyler veren ve "Çeşme ahlakı ile ahlaklanınız." diyen "vakıf çeşme" kişiliğin bir de manevî yönü var ki o da ehlince anlaşılabilecek bir yön. Dostluk üzerine konuşmasında tasavvufun en girift meselelerini öylesine bir nizam içinde hem söyleyip hem de verdiği "es"lerle söylemeyerek izah eder ki, bu sahanın araştırmacıları için dinamik ve yetkin bir metin olma vasfını haizdir.

Nuri Pakdil "Bağlanma" adlı eserini ona adamış, onu yazmıştır. Büyük ruh mimarlarınca yetiştirilerek insanlığa armağan olarak "feryad ü figan" göreviyle görevlendirilen Gemuhluoğlu, bu "Bağlanma"nın içinde alıntılanan cümleleriyle bir umut sütunu dikmektedir. Pakdil'in tanımlamasıyla bu "Fizikötesi Bilinci Sunucusu" insanı irdeliyor, her bir şeyde insan sıcaklığı arıyordu. Basit kategorilendirmelerden uzak, küçük ayrılıklara itibar etmeden, "İri olalım, diri olalım, bir olalım" ilkesinden hareketle birliğin beraberliğin türküsünü söylüyordu. Bu birliği ve diriliği ise "İnsan sevgisi, Peygamber sevgisiyle başlar." diyerek ana ve asal bir kaideyle oturtuyordu. "Peygamber-i Ekber'e bağlanmadan yürünmez, aşılmaz hiçbir engel." deyişi, varoluş dizgesinin temelini ve belki de sırrını açıklıyordu. Sahip bulunduğu ilk ismi de olan "İrfan", yani hakikat aşinalığı söyletiyordu bunu ona. Çünkü Peygamber bu dizgede tümüyle varlığın sebebi ve mayası idi. Bu hakikate bağlanma, tıpkı Mevlânâ'nın söylediği gibi "Kul oldum, kul oldum, kul oldum. Sana kul oldum özgürlüğe kavuştum." bağlanması veya özgürleşmesiydi.

"Konu aşka geldi mi kalem kırıldı gitti." diyor Mevlânâ. Bir aşk adamına gelince de öyle oluyor ve yazı başını alıp gidiyor. Fethi Gemuhluoğlu'nun menkıbevî kişiliği var bir de, ki bu bahiste de o kadar çok söylenecek söz var. Biz de söyleyelim o zaman: Yer bitti.

"İçimi gam bastı, takvime bakın hele yoksa Muharrem ayı mı gelmiş?" dermiş bir yakın zaman velisi. Benzer bir duyguyla, ekim ayı başlarında bu hali yaşarım. 5 Ekim 1977 tarihinde Hakk'a yürümüştür tam tabiriyle. Yıl içindeki sohbetlerimizin üzerine gri bulutlar ağar. Bir bayram günü insan cıvıltıları içinde ve İstanbul'un sıcacık sonbahar güneşinin huzmeleri ortasında bulur beni işte böyle o hüznün "üveysi" bulutları. "Önden giden ahbaba selam olsun erenler", "Ölüm müminin tuhfe-i canıdır" ve o canını hediye edip gitmiştir. "Gerçek olan aşktır" der ve aşk ezelden ebede derin ve sarsıcı müziğini icraya devam eder.


Mürsel SÖNMEZ

Kaynak: Zaman
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

Mesaj gönderen gullale »

Değerli kardeşimiz Kâmuran, Fethi GEMUHLUOĞLU'nu benim gibi tanımayanlara tanıştırdığınız, bu güzel insanı tanıtan yazıları gönderdiğiniz için, teşekkür ederim.

"sebep Ey !" ne güzel bir ifade tarzı... can derinden acıdığında söylenecek ahhhhhhhhh! narasının yerine kullanılabilecek bir söz... Sanırım biz "olan !" diyoruz ya, onun gibi birşey anladım bu sözden. Ne derin içli bir aile... Evde sükût hakim, anne çöple Kur'an ayetlerini takipetmekte sevap bekleyerek ki kulağına kim fısıldamıştır bu güzelliği... Aile yaşantısının kişilik gelişiminde, sağlam temellere oturmasında ve insanlığa hayıra dönüşmesinde ne denli önemli olduğunu da görmüş bulunuyoruz.

Derviş kimliği ve kendisi hakkında söylenenler ne mutlu kendisine ALLAH celle celaluhu ne güzel ikramda bulunmuş... Küçükken kuşları azad etmesinin kendisini cennette karşılayacağı amellerinden olduğunu bilmesi, bunu küçük yaşlarda yapmış olması onun hakkındaki "muradın" da güzelliğini gösteriyor bana.

Çocuklarımıza güzel bir örnek. Bizlere de böyle hayırlı evlat yetiştirme ikrâmını MEVLÂMDAN niyaz eder, size bu hizmetiniz nedeni ile hayırlar diler kendisine de Fatihayı Şerife hediye ederiz inşallah...
Resim
Kullanıcı avatarı
uyku
Üye
Üye
Mesajlar: 32
Kayıt: 15 May 2008, 02:00

Mesaj gönderen uyku »

''Fikir ve çile birliği kökünde yekpâreleştiğimiz büyük ve sevgili dostum Fethi Gemuhluoğlu'' ( Necip Fazıl Kısakürek)

''İnsanın elinden tutuyor, adetâ çağa çıkartarak yürüyüşe alıştırıyordu. İnsan; arttığını, çoğaldığını duyumsuyordu O'nun yanında…''
( Nuri Pakdil)


''Tek başına adetâ bir okuldu.''
( Cahit Zarifoğlu)


''Bize kendi kuşağı içinde en sağlam çizgiyi aktarabilenlerden biriydi.''
( İsmet Özel)


''Görünen hizmetlerin değil, görünmeyen himmetlerin adamı idi.''
( Ahmet Kabaklı)


''Fethi Gemuhluoğlu; aynı çağrılar içindeyiz.''
( Özdemir Asaf)


''Kelamın en zarifini, edebin en kâmilini, siyasetin en ferasetlisini, edebiyatın en muhtevalısının onun aziz varlığında erimiş bulurduk. O, bir uygarlığın temsilcisiydi.''
( Akif İnan)


''Sürgünde kurulmuş bir Osmanlı divânı gibiydi.'
( Nabi Avcı)


''Söz'le semâ yapıyordu.''
( Hilmi Yavuz )


''Onun sohbetlerinde, hem fikirlerle donanır, hem ermiş bir adam halini yaşar, hem dava bilincinizin keskinleştiğini hissederdiniz.''
( Rasim Özdenören)


''O, insan mühendisi idi.''
(Ergun Göze)


''Bir nesle ağabey olan Fethi Gemuhluoğlu, en bunalımlı anlarda yanı başımızda.''
( Erdem Bayazıt)


''Onun kitabında sağ-sol, inkılâp-irtica diye kavramlar yoktu. O, bu kutuplaşmanın üzerinde insanlara bakmasını bilirdi.''
( Cahit Tanyol)
Önce yap, sonra açıklarsın!
Cevapla

“İz Bırakanlar” sayfasına dön