KUL İHVANÎ CUMÂ SOHBETLERİ 29.03.2008

Cevapla
Kullanıcı avatarı
sev-guzel
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 609
Kayıt: 15 Mar 2008, 02:00

KUL İHVANÎ CUMÂ SOHBETLERİ 29.03.2008

Mesaj gönderen sev-guzel »

Resim


KUL İHVANÎ CUMÂ SOHBETLERİ


بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

BİSMİLLAHİRRÂHMANÎRRAHİM

(29.03.2008 TARİHLİ SOHBET)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve selem) Efendimiz, fahri kâinat, kâinatın anası, kaynağı, ilk noktamız, varoluş sebebimiz, Allahın nuruna ulaşan prizimiz Efendimize, yüce peygamberimize sonsuz selat-ı selâm olsun!

Allah –celle celâlühü-, konuşan dillerimizi beden yani, düşünen akıllarımızı, zikreden kalblerimizi ve ruhumuzun çıkış kapısı olan fuadlarımızı, lübbü’l- lübümüzü, özümüzü ta içimizi, ruhumuzu Resûllulah (sallallahu aleyhi ve sellem).
Efendimizin ruhuna sıla ettirsin.
Sıla-yı rahim kıldırsın!
Böylece her şeyi, varından var eden Allah –celle celâlühü- ile BİZ, BİR olalım inşallah.

Ne buyuruyor, siz bir şey yaparken bir iş yaparken önce sizin imtihan aracınızda bir numarayı işgal eden, tevhidin zıttı olan ikilik demek olan şeytan, tevhidin zıttı olan iki şeylik.
Söylemiştim, birçok bazı dillerden, tekil vardır, ikil vardır, çoğul vardır.
Arapçada böyledir. “Şey”: bir şey demektir, tek şey demektir.. Neyse o.
“Şeyun”: çok şey demektir. Bu üçten başlar.
Bir de iki vardır, kalem dersiniz bir kalem, ‘kalemun’ dersiniz üçten fazla kalem, ‘kaleman’ demeniz lazım iki kalem demek için.
Arapça’da iki kaleme “kalemler” denemez, ikil söylemek zorundasınız.
Dişil ve erkek kelimeler var, dişil kelimeler ‘tan’ ile erkek kelimeler ‘an’ ile ekil yapılıyor.
Cennet, cenneh tek cennet.
‘Cennetun’ çok cennet.
Cennetan iki cennet. Çünkü dişil bir kelimedir.
İşte Şey’de dişil bir kelimedir.
‘Şey’: Bir şey,
Şeyun: üçten sonraki çok şey. (üç dâhil).
Şeytan: İki şey demektir.
Tevhid değil yani asla birlik olamaz. İkilikte Kalıştır. Zıtları ayrı görüştür. Tevhid edemeyiştir. İşte bu şeytandan, “bu ikilikten Allahu zü’l celâle sığının”, bu Allahu zü’l celâlin emridir.

O kadar açıktır ki ; “ Ey âdemoğlu biz seninle bir antlaşma yapmadık mı? Şeytana tapma diye.”

“Elem a'hed ileyküm ya beni ademe el la ta'büdüş şeytan innehu leküm adüvvüm mübiyn. Ve eni'büduni haza siratum müstekiym: «Ey Âdem oğulları! Size şeytana tapmayın, çünkü o sizin apaçık bir düşmanınızdır» demedim mi? «Ve bana kulluk ediniz, doğru yol budur» demedim mi?” (Yâ Sîn 36/60-61)

“Bana tap bana. Ve sırat- mustakim! İşte sana emredilen yol budur!”
Yani iki olamaz, bu şeytandan Allaha sığınırız başlarken.
“Euzu billahi mineşeytanirracim”
“Recm” edilen yani insanın yüreğindeki tevhid nurunu ikiliğe dönüştüren mekanizma, oluş, yapan her şey şeytandır.
İki şeyliğe düşüren her şey.
Şeytanlaşmışlardan da Allahu zü’l celâle sığınırız çünkü şeytanın eli ayağı yoktur.
Hep başkalarını kullanır çünkü kendisi öyle izinlidir.

Sonra bana bir salâvat getirin buyurmuştur Resûllullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ Seyyidinâ Muhammedin Abdike ve Nebîyyike, ve Rasülûke ve Nebîyyi’l-Ümmîyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi, vessahbihi ve ümmetihi...”
Ey Rabbımız, bu sistemi yaratan varaden Allah -celle celâlühü- biz sistemin ilk noktası olan nurundan halkettiği nur-u Mim’e Muhammedi Nur’a sıla istiyoruz.
Ulaşım istiyoruz, kavuşmak istiyoruz. Bağlanmak istiyoruz.
Biz “bile” olmak istiyoruz et tırnak gibi.
Bu arzumuzu ve tercihimizi sunuyoruz.
“Allahümme salli” : Allahım sall et, beni sall et.
Allahümme sallena : Allahım bizi “sall’ et, irsal et, sıla et, ulaştır.
Teknik insanlar bilirler ki irsale hatları Keban’dan elektrik getiren ana hatlara irsale hatları denir, ulaşım hatlarıdır.
Su işlerinde falan ana kanallara irsale kanalları, ana kanallar denir.
İrsal, vasl, vuslat aynı kelime türevleridir.
“SALL “esastır, ulaşım…

“Allahümme salli ve sellim barik”
Ve bu bereketli olsun, bu bizim bütün ömrümüzü ve gönlümüzü dolduran bir nur olsun.
Biz bu âlemi cehalet karanlığında değil, kemâlat güneşinde her şeyi olduğu gibi, eşyanın hakikatına ererek, bizzât bilerek, bularak ve yaşarak Muhammedi bir insan olarak yeryüzünden gelip geçmek istiyoruz.
Önümüze gönderdiğimiz, buradan göndereceğimiz her şeyin Resûllullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e uygun olmasını istiyoruz.
Geride kalacak ayak izlerimizin, eserlerimizin de Muhammedi olmasını istiyoruz.
Tercihimizi söylüyoruz zâten.
Kaderi yazan ve yaşatan Allah’tır.
Biz tercihle me’muruz, mecburuz ve mahkûmuz ve muhtacız tercihe.
Olur olmaz, onu Allah bilir, biz sadece samimi olarak, sadık olarak ve sabrederek selâmeti tercih etmek durumunda olanlarız.

“Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ Seyyidinâ Muhammedin Abdike ve Nebîyyike, ve Rasülûke ve Nebîyyi’l-Ümmîyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi, vessahbihi ve ümmetihi...”
Allahım abdin olan yani her insan gibi yeryüzüne insan kılığında gelen ve Muhammed ismini (sallallahu aleyhi ve sellem)alan abdine ulaşmak, Abdullah aleyhisselâma ulaşmak istiyoruz.
Bizim gibi bedeni olan, dövülen, kovulan, övülen ve bütün imtihanın her türlüsünü veren ve hiçbir torpil yapılmadan hatta daha ağır şartlarda çok daha ağır şartlarda.
Uzun yıllar 4 yıl sadece Hatice Annemiz yanında panayırlarda insanları Allah’a çağrı yapıyor fakat kendi amcası Ebu Leheb taşa tutuyor: “Bu delimizdir bizim, cinlenmiştir, bunu dinlemeyin haşa bizim yüz karamızdır!” diye hakaretler yapıyor.
Dört yıl sadece bir kadın ve anne, annelerin sultanı, annelerin şahı Hatice validemiz varlığıyla tüm, servetiyle, canıyla, her şeyiyle:
“Ya Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) sen Allahın Resûlusun bunlar olacak!” diye bir sığınma yuvası olmuştur.
Abdullah Aleyhisselâm için bir eş, bir ana, her şey olmuştur.
Resûllullah sallahi vesselem onun için ONU, ömrü boyunca unutmamıştır. 25 yıl tek evlilik..
Belki Arap ülkesinde bir kadınla evli insan Muhammed Aleyhisselâm’dır.
Ve asla sağken başkasıyla evlenmemiştir.
Aynı şey Fatma Validemizde de olmuştur.
Sağken evlenilmemiştir bu Ehl-i Beyt Sırrıdır, kıyamete kadar da böyle gidecektir.
E Ehl-i Beyt kanı taşıyanlar Allah korusun boşanmaktan vs.den uzaktırlar.
Çünkü Resûllullah sallalahi vessellem efendimizin sünnetinde yoktur!

İşte “Abdike”, Abdullah Aleyhisselâma bizim selâmımızı , kavuşumumuzu ulaştır Ya Rabbi!
Şeriatta, söz âleminde, Kuran’ı Kerim âleminde Muhammed Aleyhisselâm,

Tarikatta nebîyike - nebî – haber getiren demektir, bize bilemediğimiz aynanın arkasından haber getiren ve Allahu zü’l celâle hamd etmemizi sağlayan Mahmud Aleyhisselâma bizi ulaştır, yani Makam-ı Mahmud’a ulaştır ki oraya çıkmayan hamd etmiş olamaz.
Lafını eder, sözünü eder ancak gerçekten hamd etmiş olamaz.
Nasıl ki insan kahve içmediği halde kahve içtim diyorsa, bu bir hayalse o da hayaldir.
Halbuki bu âlemde hayal yoktur. Asla yoktur.
Ellerimiz, gerçekte ellerimizi yaratan mı hayal?
Onun bunun söylediği sözler doğru da sistemi halk edenin sözleri mi hâşâ hayal?
Bunlar sadece yaşayamayan insanların yaşayamadıkları için uydurdukları, nefislerini oyalamak için aldatmak için bunun şakasına düşmüşlerdir.
Yoksa Yunus Baba gibi anlayanlar dağlarda türküsünü çağırmıştır ve güzelliğini yaşamıştır halada yaşıyorlar.
“Abdike, nebîyyike ve rasûlike”

Üçüncü aşamada Marifet Âleminde, Tarikat Âlemi de sohbet âlemidir biliyorsunuz makam-ı Mahmud sohbet âlemidir.
Onu azıcık açmak lazım.
Resûllullah sallallahi vessellem iki şey bırakmıştır.
“Kuran’ı Kerim ve Sohbet.”
Hiç kimseye bir şey yazmamıştır, sadece konuşmuştur.
Yaşayarak göstermiştir.
Sohbet çok önemlidir çünkü sohbete ermemiş söz ham sözdür.
Yanlış sözdür dağlardaki demir cevheri gibidir.
Ya da altın cevheri gibidir toprağın içindeki, mantıksızdır, işe yaramaz yani.
Vardır, çoktur fakat işe yaramaz.
Ne zaman ki Makam-ı Mahmud fabrikasından geçer, arıtılır, durutulur, bir şekle girer, temizlenir işte o zaman sohbet olur.
Üçüncü aşamada “Resûlike”
“Ya Rabbi senin Resûlün olan, bizzât görevlendirdiğin Ahmet Aleyhisselata Vessellam’a selâm ederiz.
İşte Marifet âlemi dediğimiz gerçek tanışım,bilişim noktası olan Ahmet aleyhisselatı vesselâma da selâmımızı ilet.
Nerede bu?
Kalbte.
Çünkü “Abdike” bedendedir.
Nebîike, Mahmud Aleyhisselâm nefistedir.
Makam-ı Mahmud’da hamd edecek olan nefstir.
Marifette zevk vardır. Konuşma vs. yoktur. Yani hissetmek gibidir.
İşte Ahmet Aleyhisselat-ı vesselâma selâmımızı ilet Ya Rabbi. Kavuşmamız var, dilememiz, arzımız var.
Tercihimizi böyle kullanıyoruz.
Bizim seçimimiz bu şekilde olacak.

Ve dördüncüsü, bu bahsettiğimiz bir hadis-i şeriftir, çok önemli bir hadis-i şeriftir.
Acizane ortaya çıkardığımız eserde göreceksinizdir, kaynaklarıyla beraber
“Kim ki bunu Cuma günü 80 kere söylerse 80 yıllık ömrüne kul hakkı hariç kefarettir” biçiminde hadis-i şerifler vardır.
Bundan daha muhteşem bir salâvat , yeryüzüne gelmemiştir.
Peygamber Aleyhisselat-ı vesselâm’ın buyurduğunu söylüyorum yani.
Onun tercihi bizim için çok önemlidir.
Bizim arşı avucumuza koysalar biz Muhammed Aleyhisselâm’ı tercih ederiz.
Bütün cennetleri verse Allahu zü’l Celâl yine Muhammed Aleyhisselâm’ı tercih ederiz.
Bizi cehenneme koysa da yine Muhammedi olarak koyar çünkü bizim tercihimiz budur. Hakkımız var ise tercihimiz budur.
Yani bu da bir tercih meselesidir hayat bir tercihdir.
Tevhid bir tercihtir zâten.
İşte dördüncü aşamada hakikatte, “nebîyyü’l- ümmî” “abdike ve resûluke nebîyül ümmî”
Nebîyül ümmîke değil yani Nebîyül ümmî.
Bizim Âmâ’dan haber getiricimiz.
Senin bilinemezlik, varılamazlık, anlaşılamazlık âlemin olan Ahadiyet karanlığından, uluhuyitinden, zâtına mahsusluktan bize haber getiren tek ana.
Bilinemezlik körlüğünden, âmâsından ümmüliğinden – ümmî: ana demektir – ama demektir.
Birçok saçlı sakallı, sucu bucu adamların dediği gibi hâşâ Resûllullah sallallahi vessellem cahildi, bir şey bilmezdi de onun için ümmî diyorlar dedikleri hep cahillerde bir şey bilmedikleri için ama gibi görülmüş ve onun için ümmî denmiştir.
Böyle dediler diye Peygamber Aleyhisselat-ı Vesselâma kadar bu kelimeyi götürmek sadece bizim Anadolu’ya mahsus bir aymazlıktır.
Bu bir yanlışlıktır. Yoksa Resûllullah (sallallahu aleyhi ve sellem) madde ve mânânın anasıdır.
Allahu zü’l celâlin dışındaki her şey iğnenin ucu gibi o noktadan doğmuştur.
O da Nur-u Mim’dir.
Allah nurundan, Nur-u Mim’i halk etmiştir.
Hareketinden bütün sistem var olmuştur madde , harekesinden mânâ doğmuştur.
Kullanmak ayrı şeydir.
Ateşi, evi yakmakta kullanırsınız!
Ateşi, ısınmakta, yemek pişirmekte kullanırsınız.
Mesele ateş değildir, mesele SİZsiniz.
Aklınızın öğretim ve eğitimi.
İşte biz Nebîyyü’l- Ümmîmiz olan Nebîyyü’l- Ümmîna , bizim haberde anamız olan , bize haber getirişte ilk kaynağımız olan hakikati Muhammedi olan Muhammed aleyhisselat-ı vesselâm’a selat ve selâm ediyoruz.
Selâmetimizi onda buluyoruz.
Sıla-i Rahimimizi onun yüreğinde buluyoruz.
İşte böyle bir selatla bana selâm ediniz.
Bir bağlantı kurunuz.
Şu anda hepimiz birbirimize bağlıyız çeşitli yerlerde çeşitli şartlardayız fakat özlerimizi duyuyoruz bir can gibi, bir bedenin parçaları gibiyiz hamdolsun.
İşte Resûllullah (sallallahu aleyhi ve sellem) öyle olsun ki bizi ne bağlıyorsa şu anda , hava devrelerimi bağlıyor, akımlar mı bağlıyor yada bilemediğimiz şeyler mi bağlıyor her ne ise tümü Nur-u Mim’dendir ve biz böyle bir bağlantı istiyoruz Resûllullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimizle.
Buna neden ne Cennet sevgisi ki Cenneti çok severiz ama Cennet sevgisinden dolayı bunu demiyoruz.
Hiçbir zaman dünyada acı çekmeyi, ahrette acı çekmeyi istemeyiz ama bundan dolayı da demiyoruz.
“Ya Muhammed de ki; eğer Allah’ı seviyorsanız bana tabi olun ki Allah’ta sizi sevsin!”

“(Resûlüm!) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Âl-i İmrân 3/31)

Allah’a ve Resûlu’ne teslim olunuz!
İslam olmak için, Müslüman olmak için!..
Resim
Kullanıcı avatarı
sev-guzel
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 609
Kayıt: 15 Mar 2008, 02:00

Re: KUL İHVANÎ CUMÂ SOHBETLERİ 29.03.2008

Mesaj gönderen sev-guzel »

Âyet : “İnnellahe ve melaiketehu yüsallune alen nebiyy ya eyyühellezine amenu sallu aleyhi ve sellimu teslima : Allah ve melekleri, Peygamber'e çok salevât getirirler. Ey mü’minler! Siz de ona salevât getirin ve tam bir teslimiyetle salâm verin.” (Ahzâb 33/56)

Şimdi, şu anda Allah ve melekleri peygamberine salât-ı salâm ediyorlar.
Ey Allah’a inananlar siz de salât-ı salâm edin, dua edin anlamında çok ötesinde bu.
Siz de direkt bağlantı kurun!
“Ve teslima” hemen teslim olun, kesin teslim olun.
Bir fişle prizin uyuşması gibi olun.
Passız, pissiz, arı duru çırıl çıplak, net bir fişle prize girin.
Yalanla dolanla, öteyle böteyle bir takım bulaşıklarla bu akım geçmez.
Fiş prizi bulsa da geçmez bulmak ayrı bir hikaye, bilmek, bulmak ayrı bir hikaye.
Fakat bulunsa dahi olmak ve yaşamak için bire bir olmak lâzım.
Ne yani ?
Fişle prizin aynı olması lâzım.
Yani yüreklerimiz Muhammed Aleyhissalât-ı vessalâmın yüreğinde olması lâzım. İşin hakikati bu,doğrusu bu.
Oyunsuz, şusuz busuz gerçek bu.
Yalan yanlış olmayan hakikat bu, sırat-ı müstakim bu.
Hak olan bu.
Keşke mezar taşları konuşabilseydi bize bu hakikati çok başka şekillerde söylerlerdi biz çok çabuk anlardık.
Çünkü trilyonlarca insan bu köprüden ve bu imtihandan bizler gibi geçtiler.
Çok şeyler söylediler, çok şeyler yaptılar.
Yaptılar ama Resûllullah sallallahi aleyhi vesselem’i öldü sandılar.
Hayal içinde geldiler geçtiler.
Çünkü öbür tarafta göreceklerini sandılar.
İşte bizim diriden diriye elektrik direkleri gibi birbirimize aktaracağımız taze can nur-u mimdir.
İçimizde bilmeyenlerimiz olabilir.
Elektrik asla depolanamaz.
Yani Keban’da üretilen bir elektriği bir yerde depo edemezsiniz. Kullandınız kullanmadınız, kullanmadığınızı toprağa vereceksiniz.
Başka hiç çaresi yoktur,
işte Nur-u Mim’de böyledir.
Her an yenisi gelir, yoksa gelmez. Stok yoktur.
Onun için değişmeyen bir tarzda, her yerde,her zaman ve her halde ilahi ilmi ve Muhammedi edebi Allahu zü’l celalin ve Resûllullah sallallahi aleyhi vesselemin şerefine yakışır bir şekilde bizde taşımalıyız.
Bunun zıddı-tersi, gizli yada açık şeytanlıktır.
Bende sizler gibiyim emin olun bakın, siz nasıl hergün yeni şeyler öğreniyorsanız ben de her an yeni şeyler öğreniyorum ve hiçbir şeye bakmadan irticalen konuşuyorum.
Ve şuna çalışıyorum sözlerimin doğruluğunu yaşamak istiyorum.
Yani bir çeşmeden akan su gibi, arı duru, dosdoğru Resûllullah Sallallahi aleyhi vessellemin adına, hesabına, şerefine konuşmak istiyorum.
Sizlerde inşallah aynı şekilde Resûllullah sallalallahi aleyhi vessellemin’in adına, hesabına ve şerefine duyar ve uyarsınız.
Hep beraber aynı şeyi yaparız demek istiyorum.
Onun için dikkat etmemiz gerekiyor, hepimizin dikkat etmesi gerekiyor.
İşte böyle bir bağlantı kurulduğunda Allah ve Resûlu’ne teslim oluruz,
İslam oluruz,
Müslüman oluruz.
Bir başka âyet bu : “Allah ve Resûlune iman ediniz”
Dikkatinizi çekerim, Resûllullah Sallallahi aleyhi vesselem’i bulmadan olmadan ve yaşamadan hangi imandan bahsediliyor.
Nasıl oluyor bu iş?
Kimin adına, kimden duyulup da iman ediliyor?
Onun için Allah bizi bağışlasın, onun için sokaklara bakıyoruz, 70 yaşında 7 aylık çocuklar görüyoruz. Onun yaptığını yapmaz o.
Tüm bunlar nerden geliyor?
Temelde problem var.
Ya buzun üstüne ya tuzun üstüne bir şey yapmaya çalışıyor insan aklı.
Onun için biz ne uçmaya ne kaçmaya çalışmayız.
Biz adam gibi Muhammed Aleyhissalât ü vessalâmın arkasında dururuz, duyar ve uyarız. Burada da orda da hiç fark etmez.
Emredilende budur zaten.
“Allah ve Resûlune iman ediniz” i
Hiç değilse şunu söyleriz,
“Şimdi duydum daha ve uyuyorum.”
Bundan sonra yeni duydum ve uyacağım.
Bilerek bilmeyerek duymamıştım şimdi duyuyorum yani.
Duydum ve uyacağım.

İmanım Peygamber aleyhissalâmın imanı gibi olacak.
Çok fazla bir şey değil, aynı seviye deniz seviyesi gibi.
Alçak ve yükseği değil.
Emredileni söylüyorum.
Çok basit bu : “Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Abduhu ve Resûluhu”
Eşhedü en lâ ilahe illallah’ı kim söyledi?
Muhammed Resûllullah söyledi.
Ben de imama uydum, bu kadar basit bir şey.
Bunun fazla öyle teferruatı falan yok.
Söz doğru mu ona bakılır.
Bir kelime ile İslam’a girilir, tersi bir kelime ile bir anda çıkılır.
Bir kelime ile insan öldürülür, bir kelime ile insan kurtulur, can kurtulur.
Söz çok önemli, sadakat sözde olur zaten.
İşte üçüncü grup âyetler: “Allah ve Resûlune tabi olunuz.”
İkinci grupta iman etmekle ne olduk?
Mü’min olduk. Allah ve Resûlune iman edinizle mü’min olduk.
Gerçek mü’min olduk, teslimin ötesinde.
Çünkü teslim duyandır. “Semigna” duyduk diyendir.
“Ve etağna “ uyduk diyendir.
Mü’mindir, amelleri ile hareketleri ile yaşayışıyla teslim oluyor, tatbik ediyor demektir.
Üçüncü grup Allah ve Resûlune tabi olunuz âyetleri.
Açık bu âyetler, aynen söylediğim kelimelerle.
Böyle tefsir falan değil. Ne oldu? Tabi olursak ne olur?
Evliyaullah oluruz. Yani Allah’ın dostu oluruz
Resûllullah Sallallahi aleyhi vesselemin dostu oluruz.
Bu bizim toplumumuzda çok pahalı bir şeydir.
Birisine deseniz ki “evliyullahsın” adam kendisini kabul etmez.
Ama aynı adam akşama kadar şeytanın evliyalığını kabul eder.
Yalan söyler, dedikodu eder, gıybet eder, öte yapar, böte yapar, şeytanın dostluğunu yapar.
Allahu zü’l celalin dostluğuna gelince kendini layık görmez.
Bu bir aymazlıktır, akılsızlıktır, ahmaklıktır.
Mü’min azizdir. Allahu zü’l celalin sevgilisidir.
Allahü zü’l celalin dostudur.
Böyle şeyleri bizim Muhammedi sistemimizde çok iyi bilmemiz lâzım.
Ve buna bizim hakkımızdan ötede emir vardır yani emir, emir.
“Allah ve Resûlune tabi olunuz, Allah ve Resûlunun dostları olunuz!” emirdir yani, tercihe bağlı değildir, emredilmiştir.
Elbette mârifet lâzım, kime lâzım değil ki yani?
Neden çocuklar üniversitelerde böyle kısım kısım ayrılıyor.
İlkokulda aynı okuyan çocuklar üniversitede paramparça oluyor, herkes çeşitli çabalar, gayretler, şunlar bunlar, imtihanlar sonunda görüyoruz ki çeşitli yerlere gitmişler.
Herkes tercihlerini yapmış, gerekeni yapmış yada yapmamış sonuçta ne olmuş?
Aradan yıllar geçiyor bakıyorsunuz ki birisi perişan bir hayat yaşamış birisi her bakımdan mükemmel yaşamış, birisi akılsızlıktan başını duvara vuruyor.
Dördüncü grup: “Allah ve Resûlune itaat ediniz!”
Yani Ehlullal olunuz. Yani Allahın ailesinden olunuz,
Allahiler olunuz,
Allahın ahâkı ile ahâklanınız.
Bunlar bir mertebe değildir.
Bunlar insan olmaktır.
Kul iken sultan olmaktır.
Allahu zü’l celalin gerçekten halifesi olmaktır.
Allahu zü’l celalin şerefini yaşatmaktır.
Yani neden yaratıldığımızı bilmemiz, bulmamız, olmamız ve yaşamamızı gerektirir.
İşte bu dört şey bir araya gelirse, Allahu zü’l celale ve Resûlu sallallahi ve aleyhi vesellem Efendimize teslim olur, iman eder, tabi olur , itaat edersek: “Lâ ilahe illa Allah” tamamlanmıştır.
Bu dört kelime. Kim?
Muhammed Resûllulalahın dediği gibi, bildiği gibi, bulduğu gibi, olduğu gibi, yaşadığı gibi biz de varız bu işte.
“Allahu ekber” dedik arkasına durduk, iman.
Efendim, işte şudur, budur, kadındır, erkektir, biliyor, bilmiyor, suçu vardır, yoktur, bunlar namazda konuşulacak şeyler değildir.
Bunu Allah kendisi konuşacaktır.
Herkesle tek tek konuşacaktır, iki kişiyle değil.
Kimse kimsenin müftüsü müfettişi değildir.
Dışarıya bakan içeriyi unutur.
Bizim dışarıyla bir işimiz yoktur, dışarıyla sadece Muhammedi muhabbeti, merhameti ve hizmeti kullanarak hizmet ederiz.
Hakkın kullarına Hak adına hizmet ederiz.
İşte Yunus Baba’nın buyurduğu gibi “Yaradılanı hoşgör Yaradandan ötürü” deriz.

Nerden geldik buraya?
Euzu besmele ile başlayın, başladık.
“Euzu billahimine şeytanirraciim Bismillahirrahmanirrahim”
Sonra bir Selavat getirin!
“ Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ Seyyidinâ Muhammedin Abdike ve Nebîyyike, ve Rasülûke ve Nebîyyi’l-Ümmiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi, vessahbihi ve ümmetihi...''
Sonra bir hamd edin?
Neye hamd edelim?
İyi anlamamız gerekir ki Allahu zü’l celalin aynası akıldır.
Nur-u Mim’in aslı Aklı küll’dür.
Aklı çektiğiniz anda ne yaratan ne yaratılan kalır.
Hiç bir şey kalmaz.Akılsız olan kul değildir.
Teklif yoktur. İmtihan yoktur.
Sadece tiyatro sahnesindeki aksesuar gibidir.
Ara eleman gibidir.
Etrafta gördüğümüz bütün bitkiler, hayvanlar, her şey imtihanımız için imtihan kağıtlarıdır. Bu nedenle halk edilmiştir.
Burada imtihan olan insan aklıdır.
Hamd etmesi gereken de insan aklıdır.
Şükrü her canlı yapar.
Susuz bir hayvana su verseniz bir anda dirilir, neşelenir, şaha kalkar.
Susuz bir bitkiye su verin yapraklarını açar, tomurlarını açar size çiçekler, meyveler sunar, çok teşekkür eder.
“Hamd” aklın gereği olan bir şeydir.
Hamd, sistemin sahibine saygı sunmaktır.
Korku değil, sevinç değil, kadir ve kıymetini bildiğini bildirmektir.
Anladım demektir.
Çok yüce bir yere, yüce birisi olarak yaratmışsın beni, gerçekten beni Halife olacak şekilde halk ettiğin için sana saygımı sunuyorum demektir.
İşte nerden geldi bu Hamd?
Nerden gelecek, Allahu zü’l celal zatında, uluhuyyitende tek iken, ahad iken, yokluk ve varlık söz konusu değilken ilk halk edilen nur-u mim halk edildiği andaki ismi Ahmed’dir.
Ne demek Ahmed?
Arapça Ahad diye yazarsınız.
Göbekten Mim’lerseniz, bir Mim harfi oturtursanız Ahmed olur.
Kısa kısa Arapça bilgiler vermek zorundayım çünkü anlaşılabilmesi için.
‘Kebir’ büyük demektir. Başına Elifi aldı mı “ekber” en büyük demektir.
Tek büyük demektir, daha büyük yok demektir.
Arapça’da bir kelimenin başına bir elif getirirseniz, o işin “en”ini yapar.
En çoğunu, dahasını, ondan başka olmayanını yapar.
‘Hamid’ Ahmed’in elifini çekerseniz, hamade kalır, “hamd etmektir”
Ahmed, ilk hamd eden, tek hamd eden, hamdin anası demektir.
Onun için bir Mim daha koyarsanız Mahmud olur ki, iki Mim’li olan kendisinden sonra hamd edenlerin hamd etme makamı, Makam-ı Mahmud olur.
Bir Mim daha koyarsanız, üç Mim’li ismi ile Muhammed Aleyhissalât ü vessalâm.
İşte şeriatta, tarikatta, mârifette mükemmel insan yani kemâl sahibi insan.
Mükemmil insan, kemâl sahibi yapan insan mükemmil.
İlahi eğiticiler, öğreticiler Muhammed Aleyhissalât ü vessalâmın sadık ve samimi hizmetçileri.
Onun adına, hesabına ve şerefine iş yapanlar.
Onun dışında kendilerinin adı, hesabı ve şerefi olmayanlar, kabul etmeyenler.
Saf insanlar, temiz, pak, güzel insanlar.
Onun için Münir Derman hocam ne diyor?
“İnsanı insan İNSAN yapar.”
Ama ortadaki İNSAN büyük harflerle yazıyor.
Kim bu insan?
Muhammed Aleyhissalât ü vessalâm ve Muhammedi olan insan
Muhammedi oluş ona üstünlük getirmez.
Ona normal olanı getirir.
Onun altında oluş alçaklıktır zaten.
İşte ‘Hamd’ Resûllullah sallahi aleyhi vessellem Efendimize şeriatta uyuş şerefidir. Muhammed olarak Muhammed Aleyhissalâma uyuş.
Bir kişi kabağı sevmeyebilir ama bir hadis duyduysa ki:
“Ben kabağı seviyorum” Resûllullah aleyhi vesselemden sevmiyorsa da sesini çıkarmayacaktır, itiraz yapmayacaktır.
“Ben gül kokusunu çok severim” buyurmuştur.
“Ben sevmiyorum!” diyemeyiz.
Muhammedi bir insan demez.
Sevmiyorsa bir arızası vardır Resûllulah efendimiz sevdiğine göre.
Uymak işte burada şeriat âleminde ki uyuşu söylüyorum.
Özelliklerini ve güzelliklerini şeriatta yaşarız.
Üç mim’lidir Muhammed Aleyhissalât ü vessalâm.
Tarikatta yaşarız ve mârifette yaşarız.
Bir anda bakın Ahmed’den, Mahmud’dan Muhammed den türev integral gibi hiç durmadan geçeriz.
Bunlar hepsini bilmeden de yaşayabiliriz
Nasıl kalbimizden, pankreasımızdan haberimiz yok yaşıyorsak bilmeden de yaşayabiliriz yani.
Bilerek yaşamak tasavvufta çok önemlidir.
Çünkü hayali kaldırır, şüpheyi kaldırır.
Yanlışları kaldırır, onun için bilenle bilmeyen bir olur mu âyetleri vardır.
Burada kör orda kör vardır.
Burada ölü orda ölü vardır.
“Ölü ölmüş!” diyor, ne güzel söylüyor ölüydü bir daha öldü.
Dirilecekte değil onlar da zaten bir daha...
Resim
Kullanıcı avatarı
sev-guzel
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 609
Kayıt: 15 Mar 2008, 02:00

Re: KUL İHVANÎ CUMÂ SOHBETLERİ 29.03.2008

Mesaj gönderen sev-guzel »

İşte bir hamd ediniz. Elhamdülillahi rabbil âlemin.
Ben bildiğim ya da bilemediğim bütün âlemleri yaratan var eden Rabb, Allah’a değil bakın Rabb’e.
Rabb, bir şey terbiye edendir, yani yaratacak, geçmişini, geleceğini, şu anını yürütecek, terbiye edici öyle bir Rabb olacak ki aynı hücrelerden oldukları halde dişler uzamayacak tırnaklar uzayacak.
Hücrelere böyle bir terbiye verecek yani.
Kirpikler uzamayacak hemen yanında sakal uzayacak her gün traş etmek zorunda kalacağız.
Sistem müthiş kurulmuştur.
Tesadüf hâşâ değildir.
Atomun dönüşü ile bütün sistemin dönüşü aynıdır.
Eğer güneş enerjisini kendi yakıtından kullansın yerle bir olur.
Dünya 1640 km. hızla dönüyor.
Bu hızı eğer bir mazot motoru ile döndürecek olsa kendisi mazot olsa bir hafta kalmaz yada birkaç gün kalmaz.
Atom korkunç hızda dönmekte ve vücudumuzda trilyonlarca atom var.
Bütün bu sistemin devranı kendisinden kuruluşudur.
Daha teknik ve bilim, iki kademe bile yürüyememiştir.
Ben Barborosa’a söyledim, buradakilere söylemiştim Hacettepe’deki doçentlere, profesörlere de;
mc2, mc3 nedir? mc4 nedir ? diye.
Halbuki mc üzeri n’dir. n : Sıfırdan sonsuza kadardır.
Daha biz mc2 enerji diyoruz.
Mc0= M madde ise,
Mc1= Mc kuvvetse,
Mc2= Mc2 enerji ise,
Mc3=? nedir? mc4 nedir?..
Demek istiyorum ki, o kadar daha fakir ki, o kadar taze ki dünya bilgileri Allahu zü’l celâlin ilmi karşısında gerçekten sıfır.
Bu kadar zayıf bu kadar beride demek istiyorum.

İşte biz böylesi bir Allahu zü’l celâle, varlığı var eden ve terbiye eden Allahu zü’l celâle hamd ediyoruz. Yüzümüzün, gönlümüzün gördüğü şeyler azematullahtır.
“Velâ havle velâ kuvvete illâ billahil aleyyül azim”
Gözüken kuvvetler, azametin gösterdiği kuvvetler, dünyaların dönmesi, atomların dönmesi, galaksiler, öteler-beriler bütün bu gördüklerimiz Azametullahtır.
Bir de havl vardır, potansiyel, henüz ortada değil.
Atom bombasının aslı hayal bile edemeyeceğimiz kadar iki atomun, ikisinin arasındaki serüvendir, çarpışmadır.
Dengesinin bozulmasıdır, korkunç kıyametler koparmaktadır.
İşte bu potasiyel güçtür. Havl’dir.
Buna ne diyoruz tasavvufta Kudretullah diyoruz.
Allah’ın kudreti, şuna da benziyor demek istiyorum.
Bir yerde bir dozer bir ev yıkıyor, görüyoruz ama bir deprem oluyor, bir şehir yok oluyor.
Bir anda birkaç saniyede.
Kudretullah bir anda azamete dönüşüveriyor, hayretler içerisinde
kalıyoruz.
Yani çok fevkinde şeyler oluyor, gözükmeyen güçler kuvvetler.
İşte “hamd” kudretullaha saygıdır.

Yani kuvvetli bir sesten bütün hayvanlar ürker insanlarla beraber.
Fakat bir ilânat duysak ki şimdi, ne bileyim, Antalya’ya bir virüs atıldı. Tedbir almazsanız bir saat içinde bütün şehir yok olacak.
Bütün insanlar sokaklara üşüşürler, çare aramaya koşuşurlar.
Kediler, sokak köpekleri hiç aldırmazlar çünkü onların hiç böyle bir imkânı yok, yani akılları yok, yani Kudretullahı anlayamaz onlar, ancak Azametullaha göre hareket ederler.
İşte şükürle hamdın arasındaki farkı da arz etmek için söylüyorum.
Böylesi bir hamd, “Elhamdülillahi rabbil âlemin”
Elhamdü: ‘Hamd’ lillahi Allah içindir, ancak ona yapılır.
Kim bu Allahu zü’l celâl?
Rabbülâlemin!
Şu gördüğünüz âlemleri terbiye eden, tedbir eden, değiştiren, her saniye yok edip yeniden var eden O..
Şe’enullah, nabız atışı gibi: “Yok Ol!-Var Ol”
Sanki sinemadaki 20 tane 30 tane resmin arka arkaya hızla geçişinden hareket gördüğümüz gibi, aslında hareket yoktur, bizim gözümüze hızlı geçtiği için hareketli gözükmektedir.
Biz şu an saniyede sonsuz, “künfeyekün!” Var ol, yok ol, Var ol, yok ol! “Şe’enullah” diyor Kur’ân’ı Kerim.
Anında yok oluş, anında varoluş nabız atışı gibi.
Allah hiçbir şeyi iki kere kullanmaz.
İşte bütün bunlar ham de değer şeylerdir.
Hamdın sahibi Allahu zü’l celâl’dir, Allah’tır.

Şuna şaşarım ki, insanlar Allahu zü’l celâle “Allah vardır” diye kitaplar yazmaktadırlar.
“Allah vardır” diye zikirler vermektedirler.
Bunu anlatmaya çalışmaktadırlar.
Ama gerçekten hamdolsun bizim böyle bir sıkıntımız yok.
Allahu zü’l celâl var mı yok mu böyle bir şey bizim için komiktir yani.
Hava gibi her yerde olanı kuşatıcı..


“Ve lillahi ma fis semavati ve ma fil ard ve kanellahü bi külli şey'im mühiyta: Göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. Allah, her şeyi kuşatıcıdır.” (Nisâ 4/126)

Yemin olsun ki Allah her şeyi yutmuştur, her şeyi muhittir yani hava gibi yutmuştur dışarıdan.
İçerden ise şah damarımızdan da yakındır.


“Ve le kad halaknel insane ve na'lemu ma tuvesvisu bihi nefsuh ve nahnu akrabu ileyhi min hablil verid: Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf 50/16)

Yani sizin içinizin içinizin içindekinden de yakındır.
Hepinizin ehliyeti vardır, çoğunuzun, araba kullanıyorsunuz. 100 km. hızla giderken, 1000 km hızla giderken tekerin göbeğinde bir nokta vardır ve tektir ve asla dönemez, sabit noktadır, her şey onun etrafında döner.
Merkez noktadır. Nur-u Mim’dir.
İşte bu muhteşemlik, bu muazzamlık, mukaddeslik, takdir eden yüce Allah celle cellaluhu.
Bunun için Muhammedi sistemin hedefi, Muhammedi Melâmetin hedefi insanları balon gibi şişirip, sonra gökyüzüne bırakıp ne yaparsa yapsın demek değildir.
Ya da patlatıp mahvetmek değildir.
Katildir bu çünkü katl’dir yani.

Ya bilye gibi yapmak, sağlam, emin, güvenilir.
Onu fabrikanın neresine koyarsanız, bütün fabrikayı çalıştırır, ya da dişlilerin arasına girer durdurur.
Muhammedi bir insan, Muhammedi Melâmi bir insan böyle sağlam, güvenilir ve emindir, pırıl pırıldır.
Ne baş olmak ister, ne ayak olmak ister.
Her noktası bilye gibi baştır, her noktası ayaktır.
Her birisi diğerinin aynısıdır denizin damlaları gibi.
Alçaklık yükseklik onlar için söz konusu değildir.
Şeytan pazarında olur o.
Senlik, benlik olmaz.
Muhammedi Sistemde sadece Muhammedi Seviye vardır, bileşik kaplar gibi..
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e Seviyelenirler..
Dediğim gibi bir denizin damlaları gibidirler.
Kimin kim olduğunu kimse bilemez ancak vardırlar o denizde ama deniz değildirler.
Hepsi Muhammed Aleyhisselatü vesselamda, Muhammedi Mahviyette mahvolmuşlardır.
Ordadırlar ama hangisi deseniz gösteremeyiz, sonsuz damladan birisidirler.
Zaten onların da böyle bir bir şeye ihtiyacı yoktur çünkü onlar denizin kendisidirler zaten.
Her birisi tek başına Akdeniz’dir ama kendilerinin değildir.
Resûllullah Resûllulah’tır yani…
B
İşte bu bir bilinç meselesidir.
Bu bilinç bazı hayalci, dinci-minci Feylosof kırıntısı insanların söylediği gibi B Boyutu!
İşte Bilinç Boyutu, Bilgi Boyutu gibi vs. uydurma şeylerle haşa.
O değil B boyutu.
B boyutu; Bizlik, Bilelik BİRlik Boyutudur.
Muhammedi bir boyuttur.
Resûllullah sallallahi aleyhi vesselemin dışındaki arayışlar şeytanın kucağındaki arayışlardır.
Adına ne derlerse desinler.

İki ayet vardır Kur’ânı Kerimde:


“Ya eyyühen nasü inne va'dellahi hakkun fe la teğurrannekümül hayatüd dünya ve la yeğurranneküm billahil ğarur: Ey insanlar! Allah'ın vâdi gerçektir, sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve o aldatıcı (şeytan) da Allah hakkında sizi kandırmasın!” (Fatır 35/5)

“Yunadunehum elem nekun me'akum kalu bela ve lakinnekum fetentum enfusekum ve terabbastum vertebtum ve ğarretkumul'emaniyyu hatta cae emrullahi ve ğarrekum billahilğaruru.: Münafıklar onlara: Biz sizinle beraber değil miydik? diye seslenirler. (Müminler de) derler ki: Evet ama, siz kendi başınızı belaya soktunuz; fırsat beklediniz; şüpheye düştünüz ve kuruntular sizi aldattı. O çok aldatan (şeytan) sizi, Allah hakkında bile aldattı. Nihayet Allah'ın emri gelip çattı!” (Hadîd 57/4)



Aynen söylüyorum : “Şeytan sizi Allah diye diye de kandırır: billahilğaruru”
Dikkat edin, o öyle bir kandırıcı halkedilmiştir ki, sizi Allah derken derken kandırıverir.
Yani, yanisi var mı bu işte!
“Var mı benim gibi güzel konuşan!” der, riyaya sokar, şeytan teslim alır.
Başka, Allah adına hanlar hamamlar yaptırır, alnına “falan oğlu falan” diye yazdırır.
Vesaire vesaire, bizim maksadımız kimseye bir şey demek değil, ancak hani var ya dalga boyutudur, hologram dır, bir sürü Amerika çevirileriyle, kilise çevirileriyle anlaşılmaz şeyleri insan aklını çeldirecek şekilde ortaya sokup atom Allah’tır, cehennem Güneştir vs.vs. gibi..
Resimlerin içerisinde RESSAMı var göstermeye çalışan şirkin ve şeytanın uşakları için söylüyorum.
Bu korkunç bir tehlikedir.
Ve bugün bizim gençliğimizin çoğunu yaralamıştır.
Bu yaralılar kudurmazsa benim bildiğim kadarıyla ancak Habibullah Hastanesinde kurtulur!
Başka bir hastane bilmiyorum çünkü.
Çünkü o kadar içerden vurmaktadırlar!.
Akıllarını çelmektedir, akıllarını köleleştirmektedir.
Buna çok dikkat etmemiz lazım.
Çünkü bırakın atomu, dalga boyunu, öteyi-böteyi, cenneti alın, arşı alın, bütün yaratıkları alın tümünün Allahu zü’l celâl karşısında hiçbir varlık değeri yoktur.
Bir ressamın bütün resimlerini bir saniyede yakması gibidir yeniden yapması gibidir.
Hiçbir alakası yoktur resimlerle Ressamın.
Bunları tekrar söylüyorum gibi gelir fakat çok dikkat etmemiz gerekiyor.
Basit gibi gözükür ancak çok önemlidir.
Çünkü biz bunların üzerine diğerlerini oturturuz.
Eğer bunları tam, iyi anlamazsak mutlaka yanlışın üstüne yanlış yapmak zorunda kalırız.
Yani adam buzun üstüne muhteşem bir saray yapmış ya da tuzun üzerine yapmış.
Allah bir rahmet yağdırıyor yerle bir oluyor saray.
Hani, Rahmet bize felaket getiriyor, neden, çünkü temelinde buz varsa eritir, tuz varsa da eritir.
Temel Muhammed Aleyhisselatı Vesselam’ın parmakları üzerine kurulur, eli içerisine kurulur onu demek istiyorum.
Buna çok dikkat etmemiz gerekiyor, bunu söylemek istiyordum bir zamandan beri yoksa birine karşı husumet vs. hâşâ, bizim açık düşmanımız şeytandır.
Şeytan, dediğim gibi bir varlık olmaktan ziyade İkiliktir, tevhidi engelleyen her şeydir.
Bizi korkunç yanlışa düşüren, ikiliğe düşüren, iki şeyliğe düşüren, teklikten, BİZlikten ve bBİRlikten ayıran her şey bizim için sonuçta son nefesi verirken göreceğiz ki eyvah ki ne eyvah!… Allah korusun!

Biz bu noktayı gelmeyi hiç düşünmüyorum.
Kaldı ki bizim için bütün varlık en yüksek üst seviyede ara kesit gibi olan ARŞ dahi olsa Allahu zü’l celâlin yarattığı şeylerdir.
Hiçbir zaman Allahu zü’l celâlin yerine oturacak değildir.
Bir imtihan salonundayız.
İmtihan kağıtlarını getiren Resûllullah Sallallahu vessellem de bizim gibi bir insandır Abdullah Sallallahu vessellemdir.
Resûllullah olarak görevlidir.
Ve işinin başındadır her an da yani.
Ölen Abdullah Aleyhisselam’dır.
Dünya halk edildiği zaman nuru var edilen Resûllullah İLK NOKTAdır. Kıyametin koptuğu günde çekilecek SON NOKTAdır.
Her şey onun nurundan halk edilmiştir.
Firavun? Evet.
Musa? Evet
Ne diyor adam, profosör:
“Hocam böyle şey mi olur!” diyor kahkaha atarak.
Anlamıyor. Şeytan başka şeyden yaratıldı diyor.
Neden? diyorum. ‘Ateş’ diyor.
Ateş neden yaratıldı diyorum.
İlk noktaya gel ilk noktaya.
Allah ilk nokta halk ettiğini söylüyor.
Nur-u Mim diye az mı buyuruyor Resûllullah Sallallahi vesselem.

‘Ve ma erselnake illa rahmetel lil alemin: (Resûlüm!) Biz seni âlemlere ancak rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ 21/107) âyeti var.
Rahmet bulan, var olabilen , bu yer yüzünde gözükebilen her şey senden halk edildi diyor.
Sen rahmetlerin kaynağısın buyuruyor, âlemlerdeki her şey için.
İşte bunu çözemediği zaman, anlayamadığı zaman, nereye takılıyor?
Takıldığı yer: Firavunluk yani ikilik.
Musa, resim ve Ressam var diyor.
Şimdi resimlerden ressam olmaz diyor.
Söylenen “lâ ilahe illallah” bu.
Evet, Musa aleyhisselamın annesi ile Firavun’un annesi aynı özellikte kadındır.
Yani ikisinin de memesinin birisi rahmandır, birisi rahimdir.
İkisi de Allah’ın merhameti ile emzirmişlerdir.
Allahu zü’l celâl âdildir.
Kendi yapıp kendi suçlamaz hâşâ.
Ne zamana kadar ikisi de nurdu bu çocukların, 18 yaşına gelinceye kadar. Yani, beden, nefis, kalp, ruh, akıl rüşte erdi mi? Erdi!
Hani biz deriz ya, rüşte erdi, kız mı erkek mi belli oldu.
İşte rüşte erdi mi erdi, ne diyor?
Firavun: “Ben ressamım” diyor, resim...
Bu imtihan kâğıdını yırtmak gibidir.
Bırak imtihan olmayı. En ağır suçtur.
İşte Firavun oldu.
Öbürü Musa Aleyhisselam ne diyor?
“Olmaz öyle şey kardeşim!” diyor.
Yani ben emri dinlerim diyor sistemi var edenin emrini dinlerim.
Azgınlık yapmam, taşkınlık, şaşkınlık yapmam, sıratı mustakim üzere hareket ederim.
Adl ile hareket ederim, sadakatle hareket ederim.
Bana verilen imkâna teröristlik yapmam diyor.
“Evet, sen de Musa Aleyhisselamsın.”
Bunlar ne zaman? Doğduklarından çok sonra.
Taaa bunu yaratıldığı güne götürüp birini suçlu birini suçsuz gibi, sen ondan, iyiler bizden yaratıldı kötüler şeytandan.
Şeytan kim oluyor?
Şeytanın kendisi bile Nur-u Muhammed’den yaratılmıştır.
Ne zaman? Taaa aradan ne geçmiş bilmiyoruz.
Ne zaman Adem Aleyhisselam ortaya çıkınca diyor ki, haset , imtihan gereği bunlar.
İmtihan sorusu hazırlamaktır yani. Ne diyor?
“Onu diyor ne idüğü belirsiz topraktan yarattın, beni saf nurun anası nardan yarattın!” diyor.
Dikkat ediniz nurun anası nardan yarattın.
Nurdan da üstün olan Nardan yarattın diyor.
Çünkü eşya içerisinde nuru nar çıkarır.

Her kadının korkunç çığlıklarla atarak, beddualar ederek, üzülüp kızarak çocuk doğurur.
Acılar çekerek demek istiyorum yani, çok zor, bir daha olmayacak!
Ama, çocuğu doğurup da kucağına aldığı zaman bütün bunlar yerle bir olur, orada muhabbetin ve merhametin en şahı yaşanır.
Ana sevgisi, çocuk sevgisi çünkü Muhammedi sevgilerdir bunlar.
Onun için kadınlar Nur-u Mim tecellisine mazhardır, anadır yani, ümmîdir.
Onun için göbek bağlarımızla Allah’a bağlanırız.
Onun için analarımız, kadınlarımız gerçek Muhammedi edeble , Fatumatüz Zehrâ olurlar, Haticetül Kubrâ olurlar.
Cennet onların ayaklarının altına iner.
Bunun için ne diyor Münir Derman bilmem okudunuz mu, şu an hazırlamakta olduğum yayınlamadığımız Yazılmamış Sırların İlki Yazılacakların Sonunda diyor ki:
“anama dedim ki; “ana bu hadisi biliyorsun müsaade et de ayağının altını bir öpeyim!” dedim.”
Yani ana tabi onun annesi de, gerçekten ana yani.
Gümüşhânevî’nin torunu.
Çok necib bir aile zâten babası da anası da çok seçkin, iyi korunmuş.
Seçkinliği bu üstün değil, üstün demiyorum dikkat edin.
Şerefini haysiyetini korumuş, neslin kıymetini korumuş, insanlığın güzelliklerini korumuş, kirden, pastan, virüsten öteden-börtüden korunmuş.
İnsanlığını korumuş, geliştirmiş, güzellik ve özellikleri taşımış olarak söylüyorum.
İşte anası da öptürmüş sanırım, öyle anlaşılıyor yazıdan yani.
Böyle bir ananın çocukları, biz hepimiz öyleyiz, bu âlemde kötü yoktur.
Kötü insan yoktur. Kötü görüş vardır. Kötü iş vardır.
Bu âlemde herkes bir imtihan kağıdır birbiri için.
Bu âlemde herkes kalemi eline aldı mı imtihan olur.
Eşlerimiz, çocuklarımız tüm birbirimizin imtihan araçlarıyız.
İşte bu Hamd bu kadar önemli ve yerindedir.
Bundan sonra işiniz neyse yapın ve bitirirken daima bana salâtı selâm getirin.
İşte bütün bu, tabii buradan mesele annenin ayağının altını insanın dudaklarıyla öpmesi değil.
Aziz dost, zaten bu âlemdeki her can bir anadan doğmuştur.
Bu âleme çıkarken ilk öptüğü ana kapısıdır, ana eşiğidir.
Onun için Münir Hoca:
“Hak insanın insan için en ayıp görünen yerinde gizlidir” buyurmuştur.
Muhiddin Arabi, bütün esmalar kadın kapısından tecellî eder buyurmuştur.
Bundan kasıt açıktır.
Göbek bağıyla insan El Hayy’la Allah’a bağlanır da insan onun için. Hayatın sırrı daima göbek bağlarıyla sürer gider.
Sizden çocuklarınıza, çocuklarınızdan çocuklarına kesim yemeyen, makas yemeyen bir akımla bir birlik ve bir dirlik içerisinde akar gider sistem.
Bu bir hoşluktur ve güzelliktir...
Resim
Kullanıcı avatarı
sev-guzel
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 609
Kayıt: 15 Mar 2008, 02:00

Re: KUL İHVANÎ CUMÂ SOHBETLERİ 29.03.2008

Mesaj gönderen sev-guzel »

Bismillâhirrahmânirrahim.

Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ Seyyidinâ Muhammedin Abdike ve Nebîyyike, ve Rasülûke ve Nebîyyi’l-Ümmiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi, vessahbihi ve ümmetihi...

Bu hadis meşhur bir hadistir.
Çok önemli bir hadistir.
Salavattir, hadisi şerif olan bir salavattır. Onu da söylemiş olalım.
Bir dairenin merkezinde dursak, 360 derece etrafımızda vardır.
Bu 360 dereceden bir derecesi Kıbledir.
Tek bir derece Kıbledir.
Geri kalan 359 derece Kıble değildir.
Kulluk sırat-ı mustakimdedir, tek çizgidedir, doğru olan tek çizgidir.
Bunun dışındakiler batıya dönmüş gibidir.
Bütün Kuran’ı 1000 kere hatmetse dahi namaz kılıyor değildir.
Çünkü bir defa kesinlikle çizgi-kıble yanlıştır yani.
Onun için etrafımızda baktığımızda nice Müslüman kılıklı insanlar görürüz her şeyi yerli yerindedir ama haseddir ama yalancıdır ama şudur, ama budur. Yani çizgisi yanlıştır.
Bunun için yaptıkları başkasının adınadır.
Öfkesinin adına, kendi kirlerinin adına, başka insanlar içindir vs. vs. dir ama Allah için-adına değildir.
Burada Kıbleyi bir defa doğru ayarlamamız lazım.
Nasıl ayarlayacağız?
İmama uyacağız, İmam-ı Mutlak’a. Muhammed Aleyhisselatı vesellem’a uyacağız. Duyacağız ve uyacağız.
Ona buna şuna bir sürü etrafta türevden şeyler üretip, bunların arkasında bir şeyler yapıyorum zannedilmemeli
İşin gerçek emredileni, doğru olanı, Kıbleyi tam bildiğimiz halde ya da bulduğumuz halde olup yaşamamız gerekir.
Bizi bundan çeken her neyse yanlıştır.
Onun için Allahu zü’l celal “Dikkat edin şeytan sizi Allah diye diye de kandırır” diye buyurmaktadır.
Sebe Suresinde tek ayet vardır, “Şeytan davasında haklı çıktı, çoğunuzu yoldan çıkardı” diye.
Onun için biz kimseyle yarışmıyoruz biz sadece kendi işimize bakmaya çalışıyoruz.
Açlıktan ölüyoruz yiyecek bir şey aramayalım mı?
Susuzluktan ölüyoruz su aramayalım mı? Mesele bu.
Başkasıyla işimiz yok. Dokunursa hizmetimiz dokunsun.
Ama bunun dışında, o öyle yapıyor, bu böyle yapıyor, çok şey yapıyor.
Biz Resûllullah Sallallahi aleyhi vesselemin ne yaptığına ve ne yapmamız gerektiğine bakmak zorundayız.
Bunu ne zaman yapmalıyız?
Şimdi yapmalıyız.
Yarın?
Yarın Allahu zü’l celal’indir.
Şimdi, şu nefeste bize ait imtihan dakikalarıdır.

Ve iki tane video ile omuzlarımızdan kayda alınmaktadır.
Onun için bakın, kendi vicdanlarımıza bakalım
Kendi içimizdeki arızalara bakalım.
Nedir bizi Kıble’de alıkoyan?
Nedir Resûllullah Sallallahi aleyhi vesellem’ı duymaktan ve uymaktan alıkoyan.?
Kendi içimizdeki hastalıkları mutlaka kendimizin bulması lazım.
Çünkü bizden başkası bunu girip bulamaz.
Bulsa bile zaten bir şey yapamaz.
Sonra kendi evimize bakalım.
Bu hastalıkları olan çocuklarımızı gözlerimiz göre göre sanki kanserli gibi, sanki şu ve bu gibi bir korkunç ölüme terk edemeyiz.
Bunlar için yapacağımız şeyler var ise onları mutlaka yapmalıyız.
Topluma bakmalıyız, toplum moda halinde işler yapmakta.
Onlara ayak uydurmaya kalkıştığımızda bakın Kur’ân-ı Kerim’in yasakladığı her şeyi kanunen serbest bırakan bir sistem, emrettiği her şeyi yasaklayan bir sistem içerisinde, her şey normalmiş gibi, her şey serbestmiş gibi.
Sonuç?
Şunu demek istiyorum, ana değer yargılarını kaybedemeyiz.
Ana değer yargılarını kendi vicdanlarımızda kurmak zorundayız. Ailelerimizde, toplumda kurmak zorundayız.
İşte burada, geçende söylemiştim, bir kişinin vicdanındaki kötülüklerin çekirdeği haseddir. Yalan hasedden doğar.
Şeytan, yalanı hasedden dolayı söylemiştir.
İlk doğurduğu hasedin yalandır, kibirdir, kindir, nefrettir, uyuşmazlıktır, geçimsizliktir yani cehennemin zümerasıdır.
Birkaç saniyede, iki kere dört, dört dört onaltı, onaltı onaltı şu gibi süratle ürer bunlar çünkü. Çok hızlı ürer.
Bütün bunlardan kurtulmanın çaresi, hasedden kurtulmanın çaresi, Resûllullah Sallallahi aleyhi vesselemi duymak ve uymaktır.
Her şeyin çaresi budur çünkü.
Onun için anladım “Allahu ekber!” diyeceğiz, diyeceğiz karar verdikte bir divana duralım yani.
Hazır nazır olan Allahu zü’l celalin huzurunda: “Hazır ve nazır oldum diye yönüm Kıble!” diyelim bir defa.
Kıblemiz de Kâbe diyelim bir defa.
İmamımız da Muhammed Aleyhisselam diyelim bir defa.
Ondan sonra “Allahu ekber!” diyene duyalım da uyalım.
Resûllullah sallallahu aleyhisselam desin “Allahu ekber!” diye biz de diyelim arkasında, onun gibi bir hayat namazı kılalım.
Aksi taktirde hoşgörü, kime hoşgörü?
Şeytana hoşgörü mü olur, merhametsize hoşgörü mü olur?
Mikroba hoşgörü mü olur? Kötülüğe hoşgörü mü olur?
Tahammül olur.
Sabır da olmaz. Sabır iyiliğe olur çünkü.
İyi olmaya sabredilir, kötü olmaya, kötülüğe sabredilmez, tahammül edilir.
İşte bizim toplumumuzu özellikle kadın kesiminde en çok, ne buyuruyor Resûllullah sallallahi aleyhi vesellem :“Ey, siz kadınlar 5 vakit namaz kılın, 30 gün oruç tutun, kocanızı razı edin, geçim ehli olun yani ve ağzınıza sahip olun hangi kapıdan istiyorsanız cennete, ben kefilim gelin girin.”

Başka? Başka yok.
Ne engelliyor? Bence ağız engelliyor.
Neden?
Neden olacak, öyle değerler kaybedildi ki, kadındaki Es-Settar örtüsü kayboldu, zannedildi ki başörtüsü.
Hayır hayır yüreklerdeki örtü kalktı.
Habibullah hayâsı yerle bir oldu.
Çok yanlış bir yere çıktı kadın.
Çırılçıplak çıktı, anamız, bacımız, kızımız, gelinlerimiz, kız kardeşlerimiz. Bir millet ancak kadınıyla yok edilir.
Din dahil bütün varlıklar kadın üzerine kurulmuştur.
Hatice Validemizi çekerseniz Resûllullah sallallahi aleyhi ve sellem üşür, yapayalnız kalır.
Çok ters bir şey diyorum yani, gerçek bu yani.
Çünkü yardım meselesinin çok ötesindedir.
Resûllullah sallallahi aleyhi ve sellemi doğuran bir annedir.
İşte bütün bu, buradaki hani birisine diyor ki, beynini çıkaracağım senin, beynini çıkarırsan öldürür yani onu.
Böyle çok çok zor bir iş yapılmış demek istiyorum.
İşte o tekvin, el-tekvin, Allahu zü’l celalin yaratıcılık sıfatını taşıyan kadın, bugün şiddetle reddedilen, ağır cezalar getirilen, tehdit edilen, yapmayın denilen yerlerde kullanılmaktadır ve çok acı olmuştur ve olmaktadır.
Nasıl düzelecek?
Nasıl Resûllullah Sallallahi aleyhi ve sellemin dediği ve Kur’ân-ı Kerim’in emrettiği yere getirilecek?
Bu konuşmayan bir kadın, gülmeyen, sokağa çıkmayan, çalışmayan, kasada gizlenen bir kadın değil.
Tam tersine her zaman, her yerde, her halde olan ama ilahi ilim ve Muhammedi Edeb içinde olan bir kadından bahsediyorum.
Kıblemizi bozan etkenlerin başında geliyor.
Hased, kadın erkek herkeste vardır.
Ama dedikodu ve gıybet, ha diyeceksiniz ki, erkeklerde kadından daha beter, çok haklısınız.
Çünkü, işte böyle üzüm üzüme baka baka kimin ne olduğu meçhule girdi.
Ama bu içki içmek gibidir.
Bir büyük rakı açın, çoluk çocuk evde herkes içsin, bir saat sonra herkes sarhoş.
Hepsi hastadır, zehir içmek gibidir.
Hepsi insandır, hepsi aynı organlardandır.
Kötülük çok hızlı yayılan bir şeydir.
İyilik gerçekten zordur.
Hased, sadece yalanı doğurmaz.
Hased, hırsı doğurur, tamahı doğurur, doyumsuzluğu doğurur, geçimsizliği doğurur, benliği doğurur, şeytanlığı doğurur, doğurur da doğurur.
Kibiri doğurur, kini doğurur neticede nefreti doğurur, merhametsizliği doğurur.
Muhabbeti ve merhameti yok eder.
Ateş gibi yakar, kendi yerine oturur onların.
Nedir şeytanın adresi?
Merhametsizliktir.
Nedir Muhammed Aleyhisselam’ın adresi?
Merhamet ve muhabbettir.
Bunlar birbirlerinin zıtlarıdır çünkü.
Hizbullahın adresi Muhammed Aleyhisselam’dır.
Hizbulşeytanın iblistir.
İmtihan bu!..
Tercih edecek, ya İblisi tercih edecek ya Muhammed Aleyhisselam’ı.
Etmedim dese de edecek zaten.
Aklı varsa iki fırkadan birisi mutlaka olacaktır.
Son nefeste olsun yine olacaktır.
İşte bütün bu Allahu zü’l celalin insanları imtihan edişindeki ana unsurların içinde gördüğümüz tüm bunlar bizim Muhammedi ahlâktan yani Kur’ân-ı Kerim ahlâkından yani Kur’ân-ı Kerim tabiriyle Ahlâkullah’tan Allah’ın ından ayrılmamızın yüzünden olmuştur.
İkinci bir sebep, bu güzellikleri o kadar yüceltmişlerdir ki, insan ulaşmayacağını zannediyor yani.
O kadar demin söylediğim gibi yani, birine desen ki evliyaullah kardeşim nasılsın? Adam şaşırıyor. Ya Allah’ın dostusun dedim diye. Ya ne diyelim yani, Allah’ın düşmanımısın diyelim yani.
Böyle bir şey yok yok ama, öyle abartılmış, öyle değiştirilmiş öyle yanlışa götürülmüş ki ulaşılamaz gibi yani.
Bugün aynı şeyleri tarikatlerde vs. de görüyoruz. Bana gel ben seni Resûllullah sallallahi aleyhi ve sellem’e götüreyim, Allah’a götüreyim gibi yanlışlık içindeler.
Bunun bizim söylediğimiz kapımızın önündeki elektrik direği ile bu sözün bir alakası yok. Biz birbirimize Muhammed Aleyhisselatı ve sellamın Nur-u Mimine aktarsak bile, biz onun nuruna sahip çıkacak kadar hain değiliz hamdolsun.
Resûllullah sallallahi vesselemin olsak olsak sadık bir hizmetçisi oluruz.
Bunun bilincinde ve inancındayız.
Ama öyle ayırmak lâzım.
O zaman birbirimize minnet duymayız, o zaman birbirimize böyle köle gibi olmayız.
Hepimiz hür ve özgür olarak Allahu zü’l celalin emrettiği yerlerde kullanılırız.
Ayağımızı kullandığımız gibi, ellerimizi gözlerimizi kullandığımız gibi kullanırız.
Ne var yani? Halim’in eli ile benim elimin ne farkı var?
Ayşe’nin gözü ile benim gözümün ne farkı var?
BİZ BİR’sek, bir değilsek öyle desek ne önemi var?
Demesek ne önemi var? Hiiççç, boş.
İşte bu yazıp durduğumuz büyük harflerle BİZ kelimesi, eriyen buz dağlarının Akdeniz’de buluşması gibi BİZ oluştur.
Benliklerini kaybedip Muhammedi mahviyyet içerisinde, Muhammedi Maveradaki Nur-u Mim’liktir.
Bir oluştur yani TEVHİDdir.
Ne yapacak Allahu zü’l celal?
Allahu zü’l Celal, Resûllullah sallallahi ve sellem’in buyurduğu gibi, ona ne yapacaksa bize de onu yapacak.
Biz tercihimizi kullandık, gerçekten kullandık yani.
Canla başla kullandık, elimizden geldiği kadar Resûllullah sallallahi ve sellemin sözlerini duymaya ve uymaya, işlerini yapmaya, ahlâkıyla ahlâklanmaya, şeytanın pisliklerinden vicdanlarımızı temizlemeye, inançlarımızı temizlemeye, akıllarımızı temizlemeye gayret ediyoruz.
İşte bütün bunlar imtihan sahnesinde insanların Hayrı ve şerri seçmeleriyle ilgilidir.
Siz hangi makineyi kullanıyorsanız, o makine çalışır.
Eğer buzdolabı olacağım diyorsanız, buzdolabı olarak dizaynınız vardır, orayı kullanırsınız, dondurursunuz.
Fırın gibiyim diyorsanız, fırınlığı tercih edersiniz, yandırırsınız.
Daha, siz neyle emredildiyseniz onu yaparsınız.
Her şeyi hududu içinde kullanırsınız demek istiyorum.

Yani bir beden gibi, benim vücud sıcaklığım 40 dereceye çıkmasın kardeşim o zaman ben yanarım, ateşler içinde kalırım.
30 a inmesin, sıtma tutar, benim normal ateşim yani cennetim 37,5 derecedir.
Cennet ateşsizlik değildir.
Adam gibi ateşliliktir yani itidal oluştur, sırat-ı müstakim üzere oluştur.
Ateş vs. bütün bir rumuzdur.
İşte anlatabilmek için bunlar böyledir.
Yoksa bir tiyatro sahnesinde oyunlar oynuyoruz, herkes bir elbise giydi, isim verildi, kimi kral oldu, kimi köle oldu, tiyatroyu oynadık, çektiler sahneden, gidiyor seyrediyoruz.
Nasıl oynamışız diye kendimize gülüyoruz.
Şu andaki halimiz bu.
Çeşitli sıfatlar taşıyoruz ama başımıza mezar taşı dikilince biz de güleceğiz bu işlere, gerçek zannetmiştik diye.
Yani tiyatro sahnesindeki kral rolündeki adam yada filmdeki kral rolündeki adam ben gördüm geçende İstanbul’da Laz Ziya’yı gördüm Kurtlar Vadisindeki Laz Ziya’yı Beşiktaş’ta.
Adamcağız görüşmek konuşmak istedi belki, defalarca baktı falan yaklaştı ama ben konuşmak istemedim.
Fatma Hanım bana git konuş falan dedi ama istemedim konuşmadık yani. Şunu demek istiyorum, hâlbuki filmde Laz Ziya öyle değildi.
Filmdeki Laz Ziya çok başka bir insandı, filmde öyleydi.
Gerçek? Gerçek o değil.
Demek ki, bizim kendi şu anki bulunduğumuz pozisyonları çok iyi dikkat etmemiz lazım.
“Neden şöyle şöyle olmadım?” diye üzülen birisi varsa yani tiyatroda oynadığını lütfen hatırlasın.
Neden böyle böyle çok iyi oldum diyen birisi varsa tiyatroda oynadığını lütfen hatırlasın.
Bir oyun oynamaktayız.
Senaryoyu bir daha okuyun.
Nasıl oynayacağımız çok net belirtilmiştir.
Ve her olayı yaratan Allah’tır.
Biz sadece tercihlerimizi yaparız.
Şöyle şöyle yapayım, tedbirler alırız, elimizden geleni yaparız, doğru olanları hazırlarız olur yada olmaz Allah’ın bileceği iş.
Olsun deriz, olmayıverir, kıyamet mi koparacağız.
Olmasın deriz oluverir kıyamet mi koparacağız.
Bu hak bize mi bağlı olanlar yani.
Allah ne istiyorsa çıkartıyor bize mi soracak.
Böyle bir şey yok.
Dolayısıyla bizi kıbleden alıkoyan, kıbleyi şaşıran, yüreklerimizi yakan, mezarlarımızı yakacak olan bütün eksikler ve noksanlar Muhammedi oluş şuurundan habersiz oluşumuzdandır.
İşte can cereyanının gelmeyişindendir.
Nuru Muhammedi’nin yüreklerimize ulaşmayışındandır.
Bir evin elektriği kesilmişse oturup saymanın gereği yoktur hangi âlet çalışıyor diye hepsi çalışmıyor kardeşim.
Yani bir evde cereyan kesildiyse bu evdeki aletlerden bahsetmenin yararı yoktur.
Yani ana hat kopmuşsa, can cereyanı kesilmişse insanlar burada hayal üzere konuşurlar.
Aslında o evde ana yoktur, baba yoktur, çocuk yoktur, geçmiş gelecek, şu an yoktur. Karanlıktan başka, cehaletten başka bir şey yoktur.
Konuşabilirler boşa konuşurlar.
Bir şeyler yapabilirler bu güneşin aydınlığına bir şey yapış değildir.
Kâbeye götürseniz Kâbeyi bulamazsınız çünkü karanlıktır.
Yoktur yani zifiri karanlıkta eline bir şey değse Kâbe mi desem gülersiniz.
Ne bileyim ben ne olduğunu dersiniz.
Çünkü göremezsiniz.
İşte Resûllullah Sallallahi aleyhi ve sellemin can cereyanının, Nur-u Mim’in olmayışı böyle bir felakettir..

Nur-u Mim’imizi tez BİLelim ve BULalalım da, İçimizdeki Hakikat-ı Muhammediyyemizle tez OLup YAŞAyalım inşâallah…


Âmin!
Yâ Latîf!
Yâ Kerîm!
Yâ Rahîm!
Yâ Vedûd! (cc)…
Âmin! Âmin!
Resim
Kullanıcı avatarı
sev-guzel
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 609
Kayıt: 15 Mar 2008, 02:00

Re: KUL İHVANÎ CUMÂ SOHBETLERİ 29.03.2008

Mesaj gönderen sev-guzel »

Resim


KUL İHVANÎ CUMÂ SOHBETLERİ


بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

BİSMİLLAHİRRÂHMANÎRRAHİM

(29 Mart 2008 tarihli sohbetin devamı)

Bizim ısrarla üzerinde durduğumuz Resûllullah sallallahu ve sellemin ısrarla üzerinde durduğu imandan da önce gelen şey can cereyanıdır.
Nur-u Mim’dir.
Kişide Muhammedi bir muhabbet ve merhamet doğmadan neden yapsın bunları, yapsa ne olur, yapmasa ne olur?
Onun için bizim varsayılan, alışkanlık halinde olan, geçmişten bize kadar gelen, etrafımızda gördüğümüz ne idüğü belirsiz, bilinmez, kötülemek için söylemiyorum, şuursuz, sonucu da meçhul, her şeyi öbür tarafa atan bu tarafa hiçbir şey gerekmiyormuş gibi davranan, eh ne olur ne olmaz diyerek namaz falan da kılan bir düşünceyi biz kabul edemeyiz.
Peygamber Aleyhisselam kabul etmiyor zâten.
Her şey ciddidir.
Ekmek nasıl ciddiyse şehadet te böyle ciddidir.
Namaz da, ekmek yemek, su içmek kadar ciddi bir iştir.
Birisi midemizin, birisi kalbimizin yaşaması için var olan şeylerdir.
Acık ve nettir bu ve doğrudur. İnanç budur.
Böyle bir şey olur mu?
Bakın topluma, namaz yok, olmasın; oruç yok, olmasın; haç zâten yok, olmasın; zekat da yok o da olmasın, ne kaldı Allah aşkına!
Lâ ilâhe illallah Muhammeden Resûllullah!
Onun meçhul olduğu zâten belli.
Gerçekten belli yani Allah korusun!
İşte demek istiyorum ki, halbuki o ilk ana şarttı, onun üzerine ötekiler olurdu yani.
Biri evet önce cereyan bağlanırdı sonra denir ki: “Ne lâzım kardeşim?”
“Hava çok sıcak bir buzdolabı lâzım”.
O zaman bir buzdolabı alıveririz.
“Efendim kış ayı hava çok soğuk, donuyoruz, bir elektrik fırını!”
O zaman bir fırın alıveririz.
“Işık lâzım, akşam oluyor karanlık olacak!”
10 mumluk bir ampul bağlanır, 500 mumluk değil efendim 10 mumluk bağlanır, 20 mumluk bir ihtiyaç giderir demek istiyorum.
Körlük kalkar. Asgari, mecburi ihtiyaçlar giderilir.
E ozaman ne yapalım?
Tasavvuf simsarlığı mı yapalım Allah korusun?
Birbirimizi alalım satalım yani birbirimizin gözünde gözümüz var yani vurmak, kırmak, almak, yıkmak için böyle canavarlar gibi birbirinin peşinde, böyle bir şey yok Muhammedi sistemde.
Muhammedi sistemde bütün Müslümanlar bir beden gibidir. Parmak gibidir.
Ben bu bedenin ayağıyım, Halimcan ne bileyim ben sağ eli, Sufi sol eli. Bir bedeniz biz yani!
Evet bu bedenlerin bir kısmı bazen uyuşabilir ama kangren değildir.
Kesilmiş atılmış değildir, kesilen parmak benim değildir zâten, çöpündür.
İşte bütün bunlar protez yaşayamayız yani parmağımızdaki yüzük gibi İslam’la protez yaşayamayız!
Resûllullah sallallahu ve sellemle protez olamayız yani! Resûllullah sallallahu ve sellemle canımız istediği zaman buluşup parmağımızdaki yüzüğü çıkarır gibi çıkarıp bir kenara koyamayız!
Allahü zü’l celâlle de öyle!
Şah damarımızdan yakın olan Allahu zü’l celâli çıkarıp bir yere atamayız!

O zaman dosdoğru yaşayalım.
Et tırnak gibi yaşayalım.
Her yerde her zaman ve her halde hakikaten Allah ve Resûlune teslim olmuş, gerçekten Allah ve Resûlune iman etmiş, canla başla Allah ve Resûlune tâbi’ olan ve mutlaka Allah ve Resûlune itâat eden insanlar olarak bu âlemdeki varlığımızı imtihan salonundaki süremizi dolduralım.
Tüm bunları yaparken birbirimizin başına dert değil birbirimizin derdine çare, birbirimizin hizmetçisi, öp-öz Resûllullah sallallahu ve sellemin çocukları olmaya gayret edelim inşâallah! Hep beraber bu bilinci, bu şuuru yaşarsak BİZ hakikaten Muhammedi Melâmiler oluruz ve Melâmet ehli oluruz.
Peygamber aleyhisselatü ve selamın yüreğinde yer buluruz.
Bu Allahu zü’l celâlin bize hem emridir, hem vaadidir, hem de vaad ettiği bir güzelliktir ve özelliktir.
Burada: “Ben lâyıkım! Sen lâyıksın!” falan bunlar çoluk çocuk işidir.
Bize göre hâşâ değildir!
Bize göre her kim: “Ben de varım!” diyorsa o da vardır.
Hastaysa, olabilir insandır hepimiz hasta olabiliyoruz, tedavisine bakılır.
Açsa doyurulur, kirliyse kimse kirini sormaz kendisi girer hamamda yıkanır.
Zâten de öyle olacaktır.
“Ben yıkanmam!” diyenler ateş hamamına girecektir. Cehennem budur.
Kendi kirinin ateşinde yıkanacaktır çünkü şehâdet getirdiği için de cennete gidecektir ama o pislik, ancak o pisliği ateşiyle yıkanacaktır cennette yoktur öyle bir yer çünkü.
Pislik Hamamı yoktur cennette çünkü.
İşte bütün bunlar bizim insan olmamızı gerektiren şeylerdir.
İnsan üstü veya insan altı değil.
Hayvan yada hayvan aşağı değil, “bel hum edallun” değil.


“Ve le kad zera'na li cehenneme kesiram minel cinni vel insi lehüm kulubül la yefkahune biha ve lehüm a'yünül la yübsirune biha ve lehüm azanül la yesmeune biha ülaike kel en'ami bel hüm edall ülaike hümül ğafilun: Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.” (A2raf 7/179)

Esmaların tecellileri vardır.
Birisi Dalal esmasının fişini Dalal prizine sokuyorsa kendi öyle arzu etti, tercih ettiyse; adam öldüruyor demektir, zinâ yapıyor demektir.
Kimle? Birisinin anasıyla, bacısıyla, kızıyla, geliniyle, kızkardeşiyle, şunuyla bunuyla yani. Başka kadın mı var İslamda?
Bu adam bütün değer yargılarını sıyırmış birisidir.
İnsan değildir yani!
“Birini öldürüyor. Kim bu?”
Kim olacak bir insan yani. Ne bileyim ben!
Bütün reddedilen, yasaklanan işleri yapıyor çünkü El- Dalal Esmasını kullanıyor onu tecellî ettiriyor.
O makinayı kullanıyor yani.
O makine onu yapar hep çünkü.
Bıçak keser mesela. Bıçağın işi kesmektir yani. Kesme diyemezsiniz, bıçak kesmek içindir.
El- Dalal Esmasını kullandığı taktirde kişi zarar ve sapıklık esmasıdır.
El- Darr vardır mesela. İnletici, zar ettirici esma vardır. Onu kullandığı zaman, Allahu zül celâl imtihanda onu seçene onu kullandırır.
Çünkü aklıyla tercih ediyor insan bunu yani.
Bunlar çok değildir yalnız. Sanıyorum 6 tane 99 esmada.
Bu şiddet esması 99 un içinde 6 tane bildiğim kadarıyla. Vardı kitaplarda ama şu anda bakmadım.
Yani bu esmalar insanda galip oldu mu, egemen oldu mu başı derde girer.
Mesela adam işini gücünü bırakmış şirk peşinde koşuyor.
Din profesörü cübbesi giymiş sırtına bir de.
Zihniyeti nedir bilmiyorum.
Adam kiliseler birliğinin paralı, kiralık bir insanı halinde İslamı içerden vurmaya çalışıyor.
Çok güzel şeyler söylüyor ama içeriye öyle bir dinamit yerleştiriyor ki bütün Türkiye’yi yok edecek kadar.
Neden?
Çünkü El-Delal esmasını kullanıyor.
O esmanın mazharı haline dönüşmüş artık.
Ama bunun tersi diyelim ki 90 tane esma daha var.
Niye Es-Selam’ı kullanmıyor?
Herkese selameti, silm’i ne bileyim ben bir sürü esmalar sayılamayacak çok sayıda esmalar.
Bu esmaların her birisi insana mal edildiği zaman ilaç gibi içildiği zaman harika.
Mesela, El-Vedûd, sevgi esması yani muhabbet esması.
Kim ki El-Vedûd’a mazhar olsa değil dağlar taşlar bütün sistem onun dostu olur.
El-Muheymin kara sevda esması.
Yani aklın fikrin çok ötesindeki güzellik ve özellikleri yaşatan esmalar bunlar.
Ama bu esmalar kendi dozajında kendi ölçü ve edebi içinde alındığı zaman böyledir.
Yoksa kendisinin istedi diye birisi dedi diye öyle oluvermez.

Yani ne demek istiyorum.
Yazıdaki esmalar değil satırdaki esmalar çekildiği zaman söylendiği zaman işe yarar.
Boş tabletler, üzerinde yazıyor aspirin diyor gripin diyor ama tabletin içinde yok o, madde yok yani. İstediği kadar içsin bunu yani. Ambalaj içmiş olur o.
Onun için de bizim kıblemizi şaşırtan şeylerde ana reçetemiz daima: “Şimdi şu anda Resûllullah Sallallahu vesellem olsaydı ne buyururdu?”
Bir iş var başımızda, içimizdeki spiker diyor ki, hakkın ve hayrın spikeri “şimdi Resûllullah sallallahu vesellem olsaydı ne yapmamızı emrederdi?”
Bu ölçü çok önemli bir ölçüdür. Mesela kesinlikle: “Hased etme!” derdi.
Bilirdi ki, iblislik tek kelimeye indir dese iblisliği, bir kelime söyle desen: “Hased!” diyecek.
En son söyleyeceği kelime.
Bir daha söyle dese: “Yalancıyım!” diyecek.
Bir daha söyle: “Kibirliyim!” diyecek.
Bir daha söyle: “Kinciyim!” diyecek, “İnatçıyım!” diyecek, “Zalimim!” diyecek, diyecek te diyecek artık.
Neyi kullanıyor?
El-Dalal esmasını kullanıyor.
El-Darr’ı kullanıyor…
Resim
Kullanıcı avatarı
sev-guzel
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 609
Kayıt: 15 Mar 2008, 02:00

Re: KUL İHVANÎ CUMÂ SOHBETLERİ 29.03.2008

Mesaj gönderen sev-guzel »

Resim


KUL İHVANÎ CUMÂ SOHBETLERİ


بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

BİSMİLLAHİRRÂHMANÎRRAHİM

(29 Mart 2008 tarihli sohbetin devamı)

Şeytan, zararlı esmaları kullanmak üzere halk edilmiş, lâzım mı?
Ee lâzım tabii ya. İmtihan neyle olunacakmış!
İblisi çekerseniz sahneden; Firavun’u öldürürseniz Musa Aleyhisselâm ne yapacak? Musa Aleyhisselâm olamaz ki!
Ebu Cehil’i kaldırın, Resûllullah sallallahu aleyhi ve sellem,
Nemrud’u kaldırın İbrahim Aleyhisselâm nerde olacak?
Ateşi kaldırırsanız, aşı kim pişirecek?
Hep zıtların zevki, nar-nur, inkar-ikrar at başı gider.
Son nefese kadar hem de.
Her nefeste hakkı ve hayrı seçmek üzere halk edilmişiz.
Şerri ve bâtılı reddetmek üzere halk edilmişiz.
Ee demin dediğin, demin dediğin di şimdikini söyle!
Bu böyledir hayat.
Ee demin nefes aldım şimdi alma yani, Her an, her anlıktır.
Geçer, geçer, “şimdi” derim, o gider.
Bir daha “şimdi” o da gider.
Şimdinin şimdisi gelir.
Demek istiyorum ki, her an böyle bir hayat içindeyiz.
Bu bir tekrar değildir.
“Ölmeden önce ölünüz!” budur zâten.
Her nefeste ölünüp dirildiğini anlayabilmektir.
Allahu zü’l-celâl, lütfu kereminden, izzeti şerefinden etsin inşallah.
Hepimizi affetsin, bağışlasın!
Ve ebedi rahmetine gark etsin inşallah!
Çünkü biz, kendimiz, çabalarımızla, gayretlerimizle bir şey falan yapamayız.
Bizi bırak, Resûllullah Sallallahu aleyhi ve selem dua ediyor:
“Allahım bize adaletinle muamele etme! Rahmetinle muamele et!”
Adaletin girerse işin içine, biz kaybederiz.
Bir saat bile sıhhat içinde yaşayışımızın karşılığını ödeyemeyiz.
Bir saatlik hayatımızın bir bölümünün bedelini ödeyemeyiz.
Ama kıymetini bilmeyebiliriz.
İşte, inşallah bu esmalarında zevki biraz değişik olduğu için hep bu konular üzerinde duruyoruz.
Ama bu 99 esma çok değişiktir.
Çünkü Allahu zü’l celâl külli şey-i yaratmadan önce zâtında Allahu zü’l celâldir.
İlk yarattığı şey sıfattır.
Bu ne demek?
Güneş güneştir.
Bize göre ne çıkıyor?
Işık çıkıyor güneşten, ısı çıkıyor.
Bunlar sıfat şeylerdir.
Efendim, ışık gözümüzün görmesini sağlıyor, ısı bizi ısıtıyor.
Bunlar algılanan şeylerdir.
Güneş, denizin kenarında bende çok yapardı, bütün derilerimizi soyuyor, bunlar eşyadır.
Yani oluşumdur bunlar hep. Belli bir süre içindeki oluşumlardır.
Bizim dikkat etmemiz gereken şey; aklımızın korunmasıdır.
Bir devlet üzerinde insanların hakları vardır.
İnsanlar üzerinde de hakları vardır.
Nedir?
İnsalar ya da devlet, o insanın kanını-canını koruyacak, evin olacak malını koruyacak. Varlığı olacak, muhtaçlık ve mahçupluğu olmayacak. Irzını koruyacak yani neslin devamını kendi arzu ve tercihi üzerine yürütecek.
Nesli devam edecek.
Böyle vahşi hayvanlar gibi üremeyecek.
Karman çorman ne idüğü belirsiz bir sistem içerisinde işte bu haller doğar.
Şimdiki haller doğar.
Para putunun kölesi oldu mu, asalet-masalet kalkar yerini başka şeyler alır.
Böyle curcuna içinde kalırız, çaresiz kalırız.
İşte ana baba profesör, servetin haddi hesabı yok, ne yapıyor kız çocuğu, anasını doğruyor.
Satanistmiş de onun için yapmış.
Satanistte olsa da yapar, öyle olmasa da falan tarikatın adamıyım dese de, onlarda yapmışlardır fark etmez yani.
Netice olarak bunu niye yapıyor bu? Çünkü o şekilde yetiştirildi.
O iki profesörün tek kızı belki binlerce hastanın ahının üzerine kuruldu.
Muhabbetsiz, merhametsiz, Muhammetsiz bir geliş noktası bu.
Bu facia bugün olmadı.
Annesine deniyor ki, bu çocuğu doğurursan ölebilirsin. %70 risk altındasın, kabul ediyorum diyor, %30 başarıyor, ölmüyor ama öldürülüyor.
Neden?
İşte nedeni bu!
Hani toplum ve devlet hani koruyacaktı nesillerimizi.
Kıyamete kadar salih nesiller içinde olacaktık.
İşte aynanın arkasında kim var, iplerin arkasında kim var bilmediğimiz bir toplumda böyle bir çıkmazın içerisine oturdu toplum.
Görünürde akıllı gibi fakat neticeye geldiğin zaman boğazındaki bıçak çocuğunun bileğinde.
Bu çok acı bir ibret levhasıdır.
Aklımızı korumamız lâzım.
Eğer aklımız sarhoş edilirse her şey yaptırılır bize artık.
Hele aklımız uyutulursa bizim aletlerimiz her yerde kullanılır.
Uyurgezer gibi, bütün insanlar öldürtülebilir bize.
Her şeyi yapabiliriz çünkü uyurgezer halde ne yaptığımızı bilmediğimiz için.
Ayıkmamız da mümkün değildir, uyuşturucu veriliyor gibi.
İşte bütün bunlara bizim çıkış noktamız, kurtuluş noktamız sadece ve sadece ancak Resûllullah sallallahu aleyhi ve sellem Muhammedi Emin gemisinde olmakladır.
Bu tercih bizim elimizdedir.
Kimseye muhtaç değiliz.
Allahu zü’l celâl kimseye bizi muhtaç etmemiştir.
Ve Resûllullah Sallallahu aleyhi ve sellem , kim “lailahe illallah Muhammeden Resûllullah” der ise onun babasıdır, onun her şeyidir.
Bu Allahu zü’l celâlin emridir, vaadidir.
Suç ayrı şeydir. Hata ayrı şeydir.
Günah ayrı şeydir.
Bunlar Allah’la hesaplaşılacak konulardır.
Bunlar bu gemiye binip binmeme ile ilgili değildir.
Onun için Resûllullah Efendimiz buyuruyor: “Benim şefaatimin en büyüğü en büyük günah işleyenleredir”
Neden?
Çünkü onlar en muhtaç da onun için.
Ne yapaydı yani?
Muhabbetin ve merhametin Muhammedi sallallahu aleyhi ve sellem şeytana mı teslim edeydi bunları.
Kendi görevini mi yapmayaydı.
Şeytana mı demeliydi, iyi sen gel, Allahsız olarak, iblis olarak, ikilik olarak. Bu ne demek?
Böyle bir şey mümkün değil.
Şeriattaki taşlamalar falan hep başka şeylerdir.
Biz onları şeriat emirlerini yapmayalım bak demiyoruz, hepsini emretmiştir Allah başımız gözümüz üstüne, biz yaparız.
Aman kimseyi de suçlarından dolayı, günahlarından dolayı, yanlışlarından dolayı mahkum etmek, onu dışlamak, horlamak vs. şey yapmak bizim Muhammed Sallallahu aleyhi ve sellem inanç sisteminde hâşâ yoktur. Mümkün değildir zâten.
Onun için BİZ yani.
Eğer Akdenizdeki balıkların bir kısmına melek balığı, bir kısmına köpek balığı diyorlarsa bunu diyenler uyduruyor.
Böyle bir şey yok. Akdeniz’deki her şey balıktır kardeşim.
İsimler insanlara anlayabilmesi için söylenen kelimelerdir.
Esmalardır yani.
Sıfatta ve zâtta böyle şeyler yoktur.
İnsanız işte o kadar, adımızı sanımız Ayşe demişlerse Ayşe olmuş.
Ayşe demeseler de Fatma deselerdi şimdi Ayşenin adı Fatma idi yani.
Bu çok önemli bir şey değildir.
Önemli olan yine aynı kişiydi yalnız.
Ayşe nerdesin ona bakmak lâzım. Ne zaman nerede, ne haldesin?
İnsan mısın, insan olduğunu kendin takdir ettin mi, bir değer, kıymet verdin mi.
Bedenine kıymetin ne yani? Sen kendine ne diyorsun? Sence nasıl senin halin? Kendi vicdanındaki ölçü?
Onun için Allahu zü’l celâl diyor ki, bildiğim kadarıyla âyette
“Onlar Allahu zü’l celâlin kadir ve kıymetini taktir edemediler!” âyetleri vardır.
Onlar Allahu zü’l celâlin kadir ve kıymetini takdir edemediler.
Uluhuyyiteni, Rububiyyetini tanımadılar onun için şehâdet yapamıyorlar.
“Eşhedü!” diyemiyorlar.
Dedikleri ise boş bir kelime.
Yani, uydur kaydır yakıştırma, tokuşturma, sokuşturma ile falan iş olmaz.
Yaşama ile iş olur.
Onun için birbirimize vereceğimiz tek şey var; kardeşlik eli.
Resûllullah sallallahu aleyhi ve sellem ’min eli, Resûllullah sallallahu aleyhi ve sellem in ahlâkı, onun özellik ve güzelliklerini hiç sahip çıkmadan, elektrik direklerinin üzerinden geçen elektrik hattı gibi, doğrudan doğruya, olduğu gibi, candan yürekten güzelliklerimizi birbirimize aktarmamız lâzım.
Bu kıbledir.
Tasavvuf kıblesidir.
Çünkü tasavvufta Allaha giden yol, Allah dostlarının kalbinden geçer.
Diridir ve hayattadır.
Biri giderse biri gelir.
O birilerinde kendilerine mahsus bir benlik olamaz, olursa o şeytanın direğidir.
Zâten hâşâ bu hatta olmaz o.
Başka yere kurmuşlardır onu yani.
Bu hatta direkler rastgele olmaz çünkü.
Bu hattın direkleri Allahın kaderi ile konur.
Allahın izni ve inâyeti ile inşâallah.
Önemsizdir, halkın içinde meşhur değildir.
Zâten olamaz da demek istiyorum.
Böyle bir sevda olamaz. Böyle bir düşünce olamaz. Böyle bir inanç olamaz, olursa zâten burada olmaz o.
Ama böyle bir hat vardır kıyamete kadar da olacaktır.
73 fırkaya da bölünse bir fırkası daima Resûllullah Sallallahu aleyhi ve sellem bastığı her noktasına basacak kadar candan yürekten sadakat, samimi, sabır ve selâmet üzere olacaktır.
Fırka-yı Nâciye…
Biz de inşallah can ü gönülden bunu tercih ederiz.
Dua ederiz, yalvarırız ki böyle olalım çünkü biz bunun için yaşıyoruz yani.
Yaşamamıza sebep, yani Halimcan’a ben diyorum ki: “İzmir’i sana verdim ne bileyim geri diyelim ki İstanbulu da sana verdik!”
Bunlar akıllı insanlar, kahkaha ile gülerler: “Hocam biz ne yapacağız burada, ölsek iki metrekare toprak olsa ya da olmasa!” derler.
Hakikat bu çünkü...


***

Melamet sorulmuştu..
Melameti Melamiler çokça kullanmıştır.
Türlü türlü kolla çıkmıştır ortaya..
Ancak Kontrol edilmemiş Melamiler de çok uçuk insanlardır.
Nerde uçuk insan varsa oraya kümelenir ve herkes bir anda hikmet ehli olduğunu kabul eder haliyle de ilk çiğneyecekleri şey de ŞERİATTIR.
Bu da çok yanlış bir şeydir. Gerçekten yanlıştır.
Bir grupla beraber olduğumuz bir zamanda; çok muazzam, yüksek seviyeli bir sohbeti dinleyen aşağı yukarı bir 60-70 kadar çoğunluğu hanım olan bir sohbette saatlerce süren bir sohbette, Kâbenin insan-ı kamil olduğu anlatıldı. Çok yaşlı bir teyzede yine Aksaraylı olan bir banka şefi arkadaşımın evindeydi , sohbet bitince onlar hemşehrilikten dolayı bizi de orda tuttular, illâ kalın ki sebeb-i hikmeti bilemiyoruz tabi.
Kaldık, o teyzede kaldı.
Dedi ki: “Bir sorum var?”
70-80 yaşında bir teyzeydi,
“Ben bundan sonra o taş yığınına gitmeyeceğim”
“Hayrola ne oldu?” falan dedim ben de.
Çünkü İsim vermeyim o Melami Şeyhini gösterdi dediki:
“Çünkü ben insan-ı kâmili buldum, ne diye Kâbe’ye gidecekmişim?” dedi.
Ben de dedim ki Şeyhe: “Bak gördün mü ne yaptın? Bu teyze küfretti. İslam dışına çıktı. Sen bir şeyler anlatmak istedin ama bu başka şey anladı ve uygulayacağını söylüyor, konuş bakalım!”
“Allah ve Resûllullah sallallahu aleyhi ve sellem beni affetsin!” dedi.
“İyi de bu teyze burada, anlatırız şimdi ama geri kalan 69 kişi ne olacak?
Bunları bir daha mı toplayacağız?” dedim.
Şunu demek istiyorum, hiç kimse şeriatın saçının teline dokunamaz.
Dokunursa mahvolur her şey.
Orada, o son toplantıydı benim için o dedim, birbirimizi çok severiz hala çok severiz ayrılık olmaz hâşâ yanlış şuydu dedim:
“Siz yumurtanın kabuğu iyi değildir; bu , tavuğun dışkısını çıkardığı yerden çıkar, vs. dir, önemi yoktur dediniz aklınızca” dedim.
“Bu kadıncağız da iğnenin ucu ile delerim!” dedi
“Dedi ama kıyamete kadar gelecek civcivleri öldürdü!
Neden?
Şeriatı deldi.
Yumurtanın akı gibi olan tarikatı öldürdü.
Sarısı gibi olan marifeti öldürdü sarının içindeki dölü öldürdü dölü. Hayy’yı öldürdü.
Duman etti yani! O işe yaramaz gibi gözüken kabuktaki iğne deliği böyle korkunç bir katliam yaptı. Trilyonlarca civcivi öldürdü kıyamete kadar gelecekleri, mahvetti!!..”
Onun için dostlar, canlar;
Hayalperest bir Muhammedi Melâmet olamaz.
Muhammedi oluş, Resûllullah Sallallahu aleyhi ve sellem ’in izine basıştır.
Ne fazla ne eksik. Resûllullah Sallallahu aleyhi ve sellem’ le aynı SEVİYEde bir inançtır.
Ne alçak ne yüksek!
Arkasında adam gibi duruştur.
İnsan gibi duruştur, duyuştur, uyuştur ve yaşayıştır.
Yani bizim her birimizin böyle okumalarımız, yazmalarımız, çizmelerimiz yeni bir şey yaratmak için, yeni bir şey koymak için değildir.
Olanları ortaya koymakta değildir.
Nedir?
İnsanların Resûllullah Sallallahu aleyhi ve sellem’ i gerçekten kendi gönül kulakları ile duysunlar, gönül gözleriyle görsünler diye hizmetçiliktir.
Neden?
Çünkü özlerinden bir kere duyarlarsa yüzlerinden bin kere uyarlar artık.
Bunun binlerce örneklerini yaşayıp durmaktayız.
Biz bıkmadan usanmadan hep aynı şeyi söylüyoruz.
Hakta ve hayırda sadakatle ve adaletle Resûllullah Sallallahu aleyhi ve sellem Muhammedi gayreti ile, muhabbeti ile, merhameti ile hasbi hizmetinde olalım.
Hakikati Muhammedi olduğu gibi, olduğu gibi, eksiltmeden fazlalaştırmadan dosdoğru sırat-ı müstakim üzere duyalım ve duyuralım. Yaşayalım ve yaşatalım.
Ve bu nedenle de zâten bir gün, beklemediğimiz bir anda bu kanlı kafesten can kuşu çıkarsa , hesaba çekileceği mahşerde birbirimizin Muhammedi şahitleri oluruz inşallah.
Bu çok önemli. Sadece Allah için, Allah rızası için, Allahu zü’l celâlin emri için, muradı için, insanlığın gereği olarak birbirimizle kuracağımız dostluk köprüleri Allah’a giden yoldur.
Hiç değişmez, Hakka giden yol Hak dostlarının yüreğinden geçer.
Başka hat arayanlar hayalperestlerdir.
Onlar ölü bir dini yaşarlar.
Hayal içinde satılık ve kiralık bir din ararlar hâşâ.
Onun için zâten durmadan resimlerin içinde ilâh arıyorlar.
O değilse budur, bu değilse o dur.
Bir sürü anlamsız şeylerle uğraşıyorlar.
Bizim böyle bir şeyle işimiz yok.
Bizi biliriz ki RESSAM başka resimler başka, hiç onlarla işimiz yok bizim, şükür…
Resim
Kullanıcı avatarı
sev-guzel
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 609
Kayıt: 15 Mar 2008, 02:00

Re: KUL İHVANÎ CUMÂ SOHBETLERİ 29.03.2008

Mesaj gönderen sev-guzel »

Resim


KUL İHVANÎ CUMÂ SOHBETLERİ


بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

BİSMİLLAHİRRÂHMANÎRRAHİM

(29 Mart 2008 tarihli sohbetin devamı)

İşte böyle tereddütsüz, şüphesiz dosdoğru hak olan bir inanç içinde olursak, sorun değil birimiz hastalanırsa hepimiz birleşiriz elimizden gelen ilaçları yaparız, takdir ne ise o olur.
Ne bileyim bir sorun varsa, herkes vicdanından elinden ne geliyorsa dua ederiz.
Birliğimizi, BİZ’liğimizi yaşarız demek istiyorum ama emin olarak başka hiçbir şeysiz .
İşte Melâmet harika bir şeydir.
Melâmet, hele Muhammedî Melâmeti iyi anlamak çok yüksek bir seviyedir.
Neden?
Çünkü Muhammedî Melâmet, Muhammedî Şeriatı içinde tutar, Muhammedî Tarikatı içinde tutar, Muhammedî Marifeti ve Muhammedî Hakikati de, dördünü bir arada tutan bir sistemdir Muhammedî Melâmet.
Piyasadaki Melamîlikle falan bir alâkası yoktur.
Bunlar, siz şu’cuysanız, biz de bu’cuyuzdurların düşüncesidir.
Bizim böyle bir şeyimiz yoktur.
Muhammedîcilik diye de bir olay da yoktur hâşâ.
Zaten herkes Nur-u Muhammedî’den yaratıldığı için zaten herkes Muhammedîdir.
Farkında olup olmama sorunu var şu anda.
Bilip bilmeme sorunu var yani.
Mesela, adama diyorsun ki, sen de bilmem kaç tane hücre var, birisine böyle söylesen kahkayla güler sana. Bilmediği için de haklıdır yani.
Muhammedî şuur her şeyi bilmek değildir.
Her şeyi yaratanı bilmektir.
Bunun için de önce kendisini bilmektir.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu” buyurmuştur. (Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II/343 (2532))
İşte bu.
Yani, bizim başkalarından bir farkımız var, eğer farksa, o da şu; her şeyi, her zaman, her yerde ve her halde sadece Resûllullah Sallallahu aleyhi ve sellem’in adına hesabına ve şerefine yaparız.
Ki Resûllullah Sallallahu aleyhi ve sellem, Allahu zü’l Celâl’in hâşâ ortağı değildir, görevlisidir, halifesidir, yaratığıdır.
Bu işte özeldir.
“Allah ve Resûlüne teslim olunuz!” buyururken Allahu zü’l celâl tâyin etmiştir Resûlullah’ını.
İlk noktayı.
“İlk” desek de olur, isim koymasak da olur yani.
İlk olan ne ise O dur.
Dolayısıyla böyle ilahî ilim ve Muhammedî edeb terk edildiği anda muhteşem bilgiler çok zarar görür.
Kim olabilir İblisten daha bilgili? Bir düşünün bakalım!
Cennetlerde yaşamıştır, bütün meleklere hocalık yapmıştır, Allahu zü’l celâl’le konuşmuştur.
Rest çekmiştir, resti görülmüştür, izin verilmiştir.
Bırakın Allahu zü’l celâl’le konuşmayı, rüyasında bir şey gördüm diye kırk takla atmaktalar.
Yani bir sihirbaza rast gelsin istediğini yaptırır yani keramet diye.
Neden?
Çünkü nefsi o şekilde şartlanmış.
Bir ruhî duygu, ruhî yaşayış, Muhammedî oluş, edep vs. bildiği yok.
Olabilir de, olabilir de bir şeye yarıyorsa olur, onu da Allah yaparsa yani. Senle yapar, benle yapar, onla yapar.
Biz birçok şeyler gördük yaşadık.

İşte Ali burada, işte Hakan burada.
Bu bilgisayar makinasında biz neler yaşadık neler.
Neler gördük neler, teknik bir işte neler gördük.
Gördükte ne oldu? Bu nedir? O zaman görülen şeyler birinin işine yaramıştır.
Mesela Ali’nin işine yaramıştır. Bu anlamdadır.
İşte Muhammedî edepten yoksun olan bir ilim İblisin ilmidir.
Çok yüksekte olsa İblisin ilmidir, en yüksek bizimkidir zaten.
Edebsiz ilim odur.
Ama Muhammedî edeple oldu mu var ya, işte o zaman can düşmanı Vahşi’yi getirir bir edep, Peygamber Aleyhisselatü Vesselâm’ın sahabesi yapar.
Bir edepsizlik ise, Ebu Cehil’in önceki ismi Ebu’l- Hikem’dir. “Hikmetlerin babası” dır.
Gerçekten çok muazzam bir şairdir.
Şiirler söyleyen, nutuklar atan çok değerli, halkı içinde şöyle çok şey gözüken, herkese karşı çok iyi olan bir insandır.
Ebu’l Hikem’dir ismi ve ismi Ömer’dir.
Resûllullah Sallallahu aleyhi ve sellem dua ediyor: “Allah’ım şu iki Ömer’den birisini İslam’la şereflendir!” diye.
Diğeri de Hazreti Ömer Radiyallahuanhu’dır.
Tam tersinedir, gaddardır, herkes onun derdinden kaçar, kendi öz kızını diri diri toprağa gömmüştür.
Sahihî Buhari’de kendisinin hadisi vardır, son toprağı atarken, kızının onun yüzüne bakışını anlatır.
Cehâlet dönemidir, karanlığı anlatmaktadır.
Ve Resûllullah Sallallahu aleyhi ve sellem dua etmektedir: “Ömer’den birisi” diye.
tHz.Ömer Radyallahuanhu dolduruşa tez gelen, çok cesur bir insan.
“Ben gider kellesini kılıca takar gelirim!” diyor.
“Yapamazsın!”,
“Yaparım!”
“Hadi yap da görelim!”
Arkasında şakşaklar bir sürü insan, onlar için önemli değil, bu insanlar için. Kaypak insanlar onlar.
Kim?
Gönderenler.
Ömer öldürse ne olacak, ölse ne olacak?
Getirse ne güzel olur, getirmese Ömer ölsün, önemli değil.
Ömer babacan insan, külhanbeyi.
Böyle bir hışımla giderken kardeşine uğramıştır.
Kardeşi nereye gidiyorsun diyor, kız kardeşinin ağzını burnunu dağıtıyor, eniştesine vuruyor kırıyor, dönüşte sizi de halledeceğim diyor ve Resûllullah Salallallahi vesselem’e yürüyor.
Resûllullah sallallahu aleyhi ve sellem’in etrafındaki sahabe Ömer Radiyallahuanh’ın geldiğini görünce:
“Belanın büyüğü geliyor” diyorlar.
“Çıkalım çarşıdan ya Resûllullah!”
“Hayır hayır gerekmez”
Ama yedi adım yaklaşınca diyorlar ki: “bakınız, Ömer bıçak-kılıç atıcıdır yani tek atmada bir tanedir, bu mesafeden atarsa istediği noktayı vurur, onun için biz önüne perde olalım!”
“Hayır!”
Ne zaman ki yedi metreye geliyor.
Resûllullah Sallallahu aleyhi ve sellem bir tek kelime söylüyor :
“Ya Ömer!”,
Cevap ne biliyor musunuz: “Lebbeyk Yâ Resûllullah – Emret Yâ Resûllullah’tır”. Tek kelime.
“Gel konuşalım, anlaşalım, bak şöyle olacak, böyle olacak, felsefe söyleyeyim, tasavvuf söyleyeyim, daha sana söyleyeceklerim var!” değil yani.
“Lebbeyk Yâ Resûllullah!”
Ne oldu?
Cereyan bağlandı kardeşim. Cereyan geldi cereyan. Bir saniyede geldi.
Her yere geldi.
Bütün âletler çalıştı. Göz, kulak, kafa, beyin, kalb, her şey çalıştı.
Dirildi her şey, cehâlette öldü, kemalâtta dirildi.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Mûtü kable en temûtü!: ölmeden önce ölünüz!” (Keşfü’l-Ha’fâ II, 291, hadis 2669) oldu. Başka bir Ömer doğdu, cehâletteki Ömer yok oldu, öbür Ömer geldi şimdi.

Bu, akşamdan beri anlatmayı arzu ettiğim, her şeyin başı CAN CERAYANI – NUR-u MİM’dir.
Bir kişiye cereyan bağlanmadıktan sonra imanı tam iman değildir.
Kendine göre imandır yani.
“Bir evde elektrik yoksa bir sürü âlet koysanız ne koymasanız neye yarar?” deyip durduğum bu.
İşte ceryansız kalan Ebu Cehil, o muhteşemliği ile herkesin sevgisini, saygısını kazanmışlığıyla yerle bir, şeytana kepaze, rezil oluyor.
Abdullah İbni Mesud nerdeyse kafası gövdesi kadar olan bir insandır.
Çok cılız koca kafalı bir insandır.
Deve çobanıdır, köledir ve Ebu Cehil’in kafasını kesen Bedir’de İbi Mesud’dur.
Ebu Cehil’in sözü şudur: “Hiç bir şeye gam etmem, dert etmem başımın böyle bir çoban tarafından kesilmesi ölümden beter oldu!” diyor.
Kartal karıncaya yem oluyor bu yolda.

Bunun için edepsiz ilim sadece başa bir derttir.
Öyle bir çok zavallı kardeşlerimizin, insanlarımızın;
“Biz artık Melamî olduk, yeteri kadar hikmet ehliyiz, olgunlaştık şeriat hamlara lâzım, namazımız kılındı, orucumuz tutuldu” falan feşmekân gibi kendi dinlerini akıllarınca şeytana doğrultup ona kulluk yapmaları çok hazin, çok acı ve çok yanlış.
Ben böyle demiyorum çok yanlış, hiç yanlış anlaşılmasın!
Benim gördüğüm kadarıyla Melamî topluluklarının birçoklarını biliyorum, tanıyorum, görüşüyoruz, görüştükte, hâlâ daha görüşürüz.
Sorun şudur, konuşan zat kendi yerinden konuşmaktadır, aşağıdaki nasıl algılar anlayamamaktadır.
Onun için biz bunları Allah’ın izni ve inayeti ile bildiğimiz için ben acizâne Peygamber Aleyhisselatı Vesselâm’dan çok çekinen bir insanım saygı bakımından.
Kendimi doğrusu ayakkabılarının üstünde bir yerde ayakkabısı dışında bir şeye tevazuen değil samimi olarak, candan yürekten lâyık görmem, istemem yani.
Çünkü güvenemem kendime demek istiyorum.
Böyle bir yanlışa düşmemeye canla başla Allah’tan dua ederim ve ısrar ederim ki insan nefsi kaygandır.
Kur’ân-ı Kerim’de Yusuf Aleyhisselâm Allahu zü’l celâlin peygamberidir, masumdur.
Ne diyor?
“(Bununla beraber) nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefs aşırı şekilde kötülüğü emreder, RABB’im acıyıp korumuş başka, şüphesiz RABB’im çok bağışlayan, pek esirgeyendir.” (Yûsuf 12/53)
Yani yapısı imtihan için yaratıldığı için kime güveneceğiz?
Ben Resûllullah Sallallahu aleyhi ve sellem’e güvenirim.
Onu söylemek istiyorum.
Böyle emredildiği için ona güveniyorum.
Bütün dünyayı cennet yapsalar bana verseler, ben Resûllullah efendimizi tercih ederim. Cehenneme de koysalar onu tercih ederim demek istiyorum.
Benim inanç sistemim böyle çünkü. Kur’ân’ı ben böyle anlıyorum, buna inanıyorum ve bunu böyle anlıyorum.
Bir şey için değil, kendime nasıl inanıyorsam ben olduğuma, elime, ayağıma, gözüme bana ait olduğuna. Bu şekilde bir inancım var, bunu demek istiyorum.
Dolayısıyla bu Melâmet insanın başına dert açacak bir şey haline gelmemeli, tam tersine hizmet aracı olarak kullanılmalı.
Peygamber Aleyhisselatı vesselâm gibi beyefendi, nazik, kibar, hoş, rahat, sevecen bir insan olmalı, halim selim olmalı yani.
Herkes onun merhametine, muhabbetine güvenmeli, çeşme gibi herkes içebilmeli, kurt, kuş, güneş gibi olmalı.
Herkes söylemeden, sormadan, teşekkür bile etmeden kullanabilmeli.
Hava gibi ciğerlerine girebilmeli.
Su gibi içilebilmeli, aziz olmalı.
Muhammedî Melâmet, Resûllullah Aleyhis vesselâmın hâşâ sırtından bir şey yapmak değildir.
Aklı başında insanlar ise Peygamber Aleyhisselatı vesselâm’ın hizmetinde olur.
Mustafa Keskin hoca sık sık o zamanlar Antalya’ya gelirdi, birlikte olurduk, bizim evimizde kalırdı, başka yerlere giderdik. O Antalya’da olduğu sürece gece gündüz birlikte çok muhteşem sohbetler olurdu. Ve her türlü insanlar katılırdı. Onunla da çok güzelliklerimiz yaşandı.
Hele bir akşam ezanı okunuyordu o zaman biz deniz kenarındaki Su İşleri lojmanında kalıyorduk, akşam yemeğine bizim eve gidiliyordu, onun önünde çift yol geçer iki taraflı, çokta trafik yoğundu o zaman.
Biz tam yolu geçerken, yolun ortasında ezan okunmaya başladı. Bir anda Mustafa Hoca galeyana geldi “Gel dedi geri gidelim şu müezzine soralım, doğru söylüyorsa ayaklarının altını öpelim eğer yanlış söylüyorsa ağzını burnunu kıralım”
Arabalar bize çarpacak yalnız. Ben hocam falan baktım ki hoca kendinde değil yani. Ben ne desem boş yani. Başka bir şey konuşuyor yani demek istiyorum.
Hiç kendinde değil.
İşte bu ne idi? Ne diyordu?
Hoca diyordu ki: Eşhedü en lâ ilahe illallah”.
Bir anda sanki zil düğmesine basılmış gibi ötmeye başladı hoca. Bir düğmeye nasıl basıyorsunuz da zil ötüyor o şekilde yani. Bu diyor eğer “Eşhedü en lâ ilahe illallah” doğru söylüyorsa ayağının altını öpelim gel. Ama yalan söylüyorsa ağzını burnunu kıralım şu herifin. Bunlar hep Melâmettir. Sınır, uç şeylerdir ve doğrudur da ayrıca.” Eşhedü en lâ ilahe illallah” bin kere söylüyorum niye olmuyor, problem var tabi ki, Muhammed Resûllullah söyleyecekti de ben de onun söylediğini duyup da uyacaktım…
Resim
Kullanıcı avatarı
sev-guzel
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 609
Kayıt: 15 Mar 2008, 02:00

Re: KUL İHVANÎ CUMÂ SOHBETLERİ 29.03.2008

Mesaj gönderen sev-guzel »

Resim


KUL İHVANÎ CUMÂ SOHBETLERİ


بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

BİSMİLLAHİRRÂHMANÎRRAHİM

(29 Mart 2008 tarihli sohbetin devamı)



Kelime, Muhammedi lütfûn İlahi ikramıdır…
Kelime, Muhammedi lütfûn Nur-u Mim lütfûnun ikramıdır…
İlahi lütfûn Muhammedi nurdan yansıması kelimedir…
Bu madde de cisimdir, maddedir, somuttur…
Manada ise anlamdır, soyuttur…
Hani diyoruz ya, ilk nokta…
Allahü zü’l-Celâl’in varlığı dışında vücuttan halkettiği mevcut, ilk nokta hareketinden madde, harekesinden mana dediğimiz noktada kelime ikiye ayrılıyor…
Fakat ikisinin birleştiği yerlerde vardır…
Peygamberler gibi…
Onun içinde Kur’ân-ı Kerîmde ki bir ayette Allahü zü’l-Celâl, İsa Aleyhi’s-selâm için “Allah’ın kelkimesini ispat etti, Yahya Aleyhi’s-selâm Allah’ın kelimesine şahit oldu.” buyurmaktadır İsa Aleyhi’s-selâm’ı kastederek…
Çünkü peygamberlerde madde ve mana vahiy olduğu için cem olmuştur…
İnsanı Kâmilde ise Nübüvvet yansıması, Risâlet değil, Resûlluk değil Nübüvvet yansıması Velâyet yansıması şeklinde tezahür eder…
Onun için İnsan-ı Kâmilde Velâyet olarak; asâlet olarak değil, kefâlet olarak değil, başka bir şey olarak değil Velâyet olarak Nübüvvet yansıması yapar…
Onun için de İnsan-ı Kâmil, gerçek İnsan-ı Kâmil bütün sisteme sahibtir yani sistemin bütün özelliklerini üzerinde taşır, algılar, yansıtır, yayar…
Böyle etken gücü vardır…
Bu daha doğru bir çözüme doğru gitmek için Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın iki özelliği vardır…
Birisi kendisinden sonra devam eden Nübüvvet yansıması Velâyette ya imamlık olarak, imamet olarak devam etmiştir yada hilafet olarak devam etmiştir…
Elan da etmektedir…
Hilafet olarak Hazreti Hasan Aleyhi’s-selâm la gelmiş, 6 ay sürmüş, 30 yıl dolduğu için hilâfet görünmeze bürünmüştür…
Halk içinden çekilmiştir, krallığa terk etmiştir yerini…
İmamette öyledir…
Onun içinde Şiiler, vesaireler gayb olan bir imamdan bahsederler…

***

“Eşhedü enlâ ilâhe illallah” bin kere söylüyorum niye olmuyor?
Problem var tabi ki, Muhammed Resûllullah sallallahu aleyhi vesellem söyleyecekti de ben de onun söylediğini DUYup da UYacaktım.
360 derece daire, merkezine durmuşum “Allahuekber!”
İyi de 360 derecede bir tane kıble var, 359 tane kıble değildir.
Sırat-ı mustakim bir tanedir o da Muhammed Aleyhisselatı vesselam’ındır.
Bu ne biçim bir iştir ki 259 derecelik bir uçurum var, bir derecede yürüyüş var.
İşte sorun bu ya!
Bizler Tel Canbazı gibiyiz insanlar onun için bütün kâinât emrine verilmiştir, hizmetçidir.
Allahu zülcelâl’de insanın hizmetçisidir.
En büyük hizmetçidir.
Böyle bir imtihanda her şey emrine verilmiştir insanın.
Bütün kâinât, hayvanlar, bitkiler, sanki bir tiyatrodaki malzemeler gibi, al kullan!
Hepsi sana hizmette olsun yalnız Eşhedü’nü doğru söyleyeceksin! Eşhedü’n sağlam olacak sonuçta yalnız!
“Efendim, iman ettim işte, oruç tuttum, namaz kıldım, hacca gittim!” Geldik, geldik son nefese geldik mi geldik, söyle ne diyorsun?
Var mı Eşhedü?”
Yani Muhammed Resûllullah sallallahu aleyhi vesellem’in söylediği: “Eşhedü en lâ ilâhe illallah” var mı kardeşim?
Yoksa boşa kılmışın, gitmişin her şeyi yapmışın ama boşa yapmışın kime yaptığın belirsiz olmuş yani.
Varsa, Muhammed Resûllullah sallallahu aleyhi vesellem buyurduğu gibi “Eşhedü en lâ ilâhe illallah” varsa işte o zaman şahtır bu şah.
Buna İNSAN denir. Büyük harflerle yazılır bu.
Buna hepimizin hakkı vardır, insan olmaya hepimizin hakkı vardır.
İnşallahurrahmân, celle celâluhu Allah bizi bağışlasın!
İşte böyle bir anımız da olmuştu hocamla, sevgili hocamla.
Çok değerli bir insandı, çok duygulu, çok çoşkulu, harika.
Ne acı ki canlar, ben 40 senedir bu işin içindeyim bir sebepten yazmıştım dün mü evvelsi gün mü bir şey oldu da bir yazının birisinde Çolak Rasim diye yazdıydım bizim köyde.
Çolağın resmi vardı. Benim çocukluğumda sığırtmaçtı.
Muhteşem bir insandı ben Şems-i Tebrizî’yi defalarca gördüm tıpkı onun gibiydi aynen.
Yüzde yüz öyleydi yani. Sadece Çolak Rasim amca biraz daha bakımsızdı, böyle derbeder görünümlüydü o kadar.
Gözünün içindeki ışık, Resûllullah sallallahu aleyhi vesellem’in gözünün içindeki ışığın aynısıydı.
Bir kaynak makinası gibiydi.
İçine bakamıyordun, rengini göremiyorsun gözünün.
Çolak Rasim Amca, ben ilkokuldaydım benim dostumdu.
Herkes kaçardı çocuklar onun deli gibi oluşundan, kolu çolaktı ağzına gitmezdi sol eli.
Beni neden ilgilendirmişti?
Çünkü o Rasim Amca, sabah namazdan sonra güneş doğacağı sıralarda, doğmadan önce camiinin üstüne çıkar, yaylıma gidecek sığır, inekleri-öküzleri çağırma sesi olan “hoo!” diye bağırırdı.
Bütün köye ilânat yapıyor ki, uyuyanlar uyanın, ineğinizi, öküzünüzü, dananızı çıkarın dağa götürüp otlatacağım çünkü sığırtmaçtı o.
Bunda bir şey yok fakat mutlaka şöyle bitirirdi: “Mizan vaar! Terazi vaarr! ölüm vaarr! uyumayın, uyanınnn!..”
Hep böyle bitirirdi.
Ben çocuktum işte dediğim gibi ilkokul üçte mi dörtte mi bilemiyorum. Hakan’ın babası beraber büyüdük zâten o da çok iyi bilir.
O zamanlar Perşembe akşamları köyde rahmetli Hoca Amcam, Ali’nin dedesinin babası, çok değerli bir insandı Hoca Baba.
Halaka-yı Zikirler olurdu Hoca Efendi gelirdi.
Gine Köyünden inerlerdi, çarpana çalardı, kudüm çalınırdı, yatsı namazından biraz daha sonra başlar, gece yarılarına, sabaha kadar sürerdi belki.
Köy ayağa kalkardı sesten. Zikir muhteşem olurdu.
Biz ne yapar yapar Hacı Mahmut’la içeri girerdik.
Çocukları sokmazlardı ama zikir biraz kızışınca biz muhakkak girerdik.
Benim giriş sebebim çok basitti.
Ben Rasim Amca’yı izlemeye girerdim.
Çünkü Çolak Rasim halakaya giremezdi kolunun biri çalışmadığı için. Sağdakinin elini tutar ama soldaki onun elini tutamadığı için, o tek kalırdı ama zikire başladığı zaman sanki başı vücudundan ayrı gibi gökte yarım daireler çizer, hele pervane dönmeye başladı mı, belki yarım saat dönerdi.
Deli gibi onu seyrederdim yani.
O dönüş hayalimde hep bir anafor gibi, taa kii “Hay! Hayy! Hayyy!..”
Diye diye vücud iflas eder çöker bir kenara hıçkıra hıçkıra ağlardı.

İşte benim bildiğim zikrullah denince, bir değirmen taşı gibi ses çıkaran, içimde hiç dinmeyen o ses, Rasim Amca’nın sesi!
Yıllar sonra bir kere gördüm rüyamda, Kâbe’de gördüm.
Sanki öz babamla senelerce hasret kalmış gibi, kolu düzelmişti.
Dedim ki: “Sen öleli çok oldu, ben hep seni aradım bulamadım!” dedim.
“Kavuştuk ya Latif Bey!” dedi.
Boynuma sarıldı şöyle, kokusu bir insan teri kokusu gibi ama sanki gül kavurmuşsun yanık bir gül kokusu yani.
Müthiş bir şeydi, yeni abdest alınmıştı.
“Resûllullah sallallahu aleyhi vesellem bir namaz kıldıracak!” dedi.
Müezzin oydu, tüm insanları çağırdı “Aşk Namazı kılınacak!..” diye.
Ben yedi kişi saydım.
Yani oradaki insanların tümü duydu fakat Aşk Namazına uyan yedi kişi saydım.
İşte Çolak Rasim böyle bir Rasim’di yani.
Hayy bir insandı, diri bir insandı.
Öldüğünde sadece bedeni, sadece testi kırılmıştı su da hala aynı suydu.
Belki şu anda da sizi bizi dinliyor.
Fakat testisi olmadığı için konuşamıyor.
Yani ortada olduğu halde konuşamıyor çünkü âleti yok.
Ruhu şâd olsun onun da, Allah Dostlarının cümlesinin de.
Allah bize onlardan inşirah ve şifâ versin.
Onlar Yunus Baba gibi öyle tenha kalmış, kral sofrasına oturmamış, dünyanın balından baklavasından benim gibi şahsen çok fazla yememiş, fakat çilenin içerisinde göbeğinde Hakk’a hamd etmiş!
Rabbisini daima aziz tutmuş, Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in saygısını hiç unutmamış, sığırtmaç da olsa, köle de olsa, Allahu zü’l celâlin katında her zaman Sultan yaşamış harika insanlardı.
Böyle biri denk geldiği için size de anlatmış bulundum.
Bu anlatımlarda beni bağışlayacağınızı umarım.
Çünkü bizim hep düşmanımız vardır, bize en yakın olan şeydir.
Kendimize bir şey çıkardığımız anda biz mahvoluruz.
Bu şu demektir.
Bir damla denizden havaya fırlasa, denizden değildir artık.
Dalga savursa dahi düşünceye kadar denizden değildir.
Resûllullah sallallahu aleyhi vesellem’den ayrılış çok ağırdır, Allah korusun.
Kendimize bir şey mal edemeyiz.
Resûllullah sallallahu aleyhi vesellem’in malını yiyip içebiliriz.
Bütün nurunu dağıtabiliriz.
Akdeniz’i herkese dağıtabiliriz, onun adına hesabına olduktan sonra.
Ama kendi adımıza bir damlasına dokunamayız.
Bu damla benim diyemeyiz.
Çünkü “Ben!” diyen şeytandır.
“BİZ” diyen Muhammed sallallahu aleyhi vesellem’dendir.
Bunu hiç akılımızdan çıkarmamamız lazım.
Bu anlattıklarımızı daha neler yaşadık çok şükür.
Rüyada da değil, bizzat yaşadık, yaşamışızdır, sizde yaşarsınız, sorun değil ama ölçüyü unutmamamız lazım.
Biz Resûllullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin ayak altını tercih ederiz.
Bunu aklımızdan çıkarmamamız lazım.
O zaman hiç Muhammedi Edepten çıkmadığımız için boynumuza şeytanın çemberi geçmez, geçemez zaten.
Gecenin adı nedir?
Gecenin adı basit, güneşsizliktir.
Yoksa, aynı yerdir aynı İzmir.
Gece İzmir başka, gündüz İzmir başka değildir.
İzmir bir tanedir, güneş varsa gündüz olur, yoksa gece olur.
İnsan da öyledir Nur-u Mim varsa insandır, yoksa hayvandan da aşağıdadır.
Çünkü hayvanın aklı olmadığı için kendi işini yapıyor, köpek köpekliğini yapar, koyunluğa kalkışmaz.
Yapamaz zaten, yapmaz da yapamaz da ayrıca.
Ama insan aklı olduğu için canavarlığı yapar, hatta canavarı da çıldırtır yani.
Onun için Kur’ân-ı Kerim de “azaben muhina” vardır.
İhanet azabı.
Kime ihanet etti bunlar?
Akıllarına ihanet ettiler,
Allah’ın en büyük nimeti olan, Allah’ın aynası olan AKLı kırdılar, onun için binbir parça arasında kendilerini görüyorlar.
Allah’ın CAN Camını aynaya çevirdiler, kirlettiler, kendilerini görüyorlar.
Kâinâtı göremezler, ola ki arkalarından birisi gelip camlarına tükürüverse bile kâinâtı görürler ayıkırlar.
Bizim insanlarımız gerçekten hoş insanlar, gönül insanları .
Yani ben anlatıyorum ben bazen, ama benim hoşuma gidiyor.
Çünkü benim eğitim ve öğretim sistemimde, benim kendi adıma yürütmeye çalıştığım eğitim sistemimde Resûllullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin izinde derken ben şöyle düşünüyorum.
Biz bir göç yapan kafileyiz.
Çünkü biz çok göç yaptık.
Eskiden hele hayvanlarla giderdik.
Tavukların gittiğini biliyorum, ayakları bağlanmış tavuk götürülürdü oraya.
Çocuk gider, hayvan gider, köpek gider, inekler gider, danalar gider yani bunlar hep beraber giderler yalnız.
Yani şunlar şunlar gitmesin denemez demek istiyorum.
Hep beraber gidiliyorsa gidilir.
“Biz” deyiş budur zaten.
Yani içimizde bir grup falan olamaz yani, hepimiz biriz.
Hepimiz ayrı ayrı güzellikler ve özellikleriz.
Onun için zaten biz, yoksa bir taneden türemiş değiliz yani.
Hepimizin ayrı hoşlukları var, canlıkları var, harika şeyler.
Halim Bey’in duyuşu çok harikadır, gerçekten güzel şeyler.
Barboros’un kendi yapısı gereği, meşrebi gereği, iç âleminin yansıması gereği çok güzel şeyler yapmaktadır ve inşallah yapacaktır.
Çünkü hepimiz son nefese kadar gelişmeye muhtacız.
Kemalata muhtacız.
Ben , sen, o, biz, biz hepimiz Muhammediyiz inşâallah!
BİRiz ve BİZiz Allah’ta.
Yani bunu herkes söylüyor biz de söylüyoruz değil.
Biz söylemiyoruz, yaşıyoruz hamdolsun, yaşamalıyız!
Bunu birbirimize minnet borcuyla, birbirimize şununla bununla değil, Resûllullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin yaptığı gibi küçüklerimize yürek sevgisi, büyüklerimize yürek saygısı sunarak.
Kadir ve kıymetlerini bilerek küçüğümüzün de büyümüzün de.
Hep bunlar çok değişik şeylerdir.
Halkın alıştığı, bize öğretilenlerin dışındadır.
Resûllullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin çizgileri çok candandır.
Yüzde yüz doğrudur.
İşte bu noktalara gelişimizde bizi engelleyen hastalıklarımız varsa, çarelerine bakmalıyız, yıkanmalıyız, temizlenmeliyiz.
Kendimizi asla şeytana teslim etmemeliyiz.
Şeytanlaşmışlara teslim etmemeliyiz.
Yanlış alışkanlıklarımıza teslim etmemeliyiz.
Kötülükleri huy edinemeyiz.
“Can çıkar huy çıkmaz!” o bizde değil o şeytandadır.
Biz de kötü olan her şey çıkar çünkü kötüyle cennete de girilmez, cemaata da girilmez.
Kötü nedir?
Kötü dağdaki buzdur.
Ne işi var Akdeniz’de.
Kayalar gibidir, erimez onlar yani.
Onun için kalbleri mühürlü denmektedir.
Onun için: “Cehennemde taşlar var, insanlardır cehennemin yakıtı” âyet var.
Hangi taş? Hayatı boyunca kötülük üretenler.
Hased, fesad, geçimsizlik, huzursuzluk, ateşçilik.
Hiç durmadan nereye gitse orayı cehenneme çeviren, hiç durmadan itiraz eden, rızadan mahrum, kendini yasaklıyor.
Çünkü benim rızamı alan kellemi alır.
Bir itirazın varsa saçımın telini alamazsın.
Bütün bu anlatmaya çalıştığım şeyler hepsi inşâallahu Rahmân, bizim birbirimize bir şey öğretmek, bir şey vermek haddimize değildir.
Sünnetullah’ta da yoktur zaten.
Muhammed sallallahu aleyhi vesellem’ in Şeriat-ı Garrasında, Allahu zü’l celâl Şeriat-ı Garrasında kimse kimseye bir şey veremez.
Ya ne olur?
Buradakilerin açığa çıkması için hizmet edilir.
Onda olanların açığa çıkmasına hizmet edilir...
Resim
Kullanıcı avatarı
sev-guzel
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 609
Kayıt: 15 Mar 2008, 02:00

Re: KUL İHVANÎ CUMÂ SOHBETLERİ 29.03.2008

Mesaj gönderen sev-guzel »

Resim


KUL İHVANÎ CUMÂ SOHBETLERİ


بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

BİSMİLLAHİRRÂHMANÎRRAHİM

(29 Mart 2008 tarihli sohbetin devamı)


Muhammedî ÖZ Tasavvufta, kimseye dışarıdan bir şey verilemez, onda olanlar açığa çıkarılır.
Tasavvufun felsefeden farkı budur.
Yani, felsefede; akıllı bir insan-çok akıllı bir insan, az akıllı birisini mutlaka kandırır.
Mühürler koyar, izah eder, anlatır ve mutlaka onun aklına mühür koyar.
Tasavvuf ise böyle bir şey değildir.
Tasavvufta, kimseye bir şey verilip bir şey alınmaz.
Ondaki akıl ile naklen Allah’a inanç sağlanır.
Kandırmaya değil, inandırmaya hizmet edilir.
Bizim anladığımız bu...
Onun için tasavvuf âlemindeki kırk yıldır beraber olduğumuz insanlarla açıkça çatışmaktayız. Neden?
Yanlış yapıyorlar da onun için.
“Ben kudsalım, ben mübareğim, ben şuyum, ben buyum!” sözlerini ben şahsen Resûllullah Efendimize karşı saygısızlık olarak görüyorum.
Eğer öyle bir şey varsa, bu, Peygamber Aleyhisselam’dandır.
Yani, bizde bir şey görüyorsan ben Halimcan’da bir şey görüyorsam, Aziz’de bir şey görüyorsam, bir kardeşimde bir şey görüyorsam, bir ışık görsem, bir nur görsem söyleyeceğim söz şudur:
“Bu Keban’a aittir,Merkeze aittir, Muhammed Aleyhisselam’a aittir.”
Onda gözükmesi ise harika bir şeydir, alnından öperim.
Yani, güzellikler görmüşsek birbirimizde Resûllullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizden olduğunu anlamamız lazım.
O zaman en mukaddes Muhammed Aleyhisselam’dır, en mübarek Muhammed Aleyhisselam’dır.
“Böyle benim şeyhim senin şeyhini döver!” gibi böyle şeyler çocukça, zalimce ve cahilcedir ve mantıksızdır, şuursuzdur.
Biz her bakımdan Resûllullah sallallahu aleyhi vesellem’i izlemek durumundayız, duymak ve uymak durumundayız.
Allah’ın emri budur.
Kimseyi tenkid etmiyorum.
Yapabilirler, istediklerini yapsınlar, zaten yapıyorlar.
Ama bizim yolumuz Resûllullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin yoludur.
Katiyen:”Ben bu işi biliyorum, ben şöyleyim, bana uyun ben de sizi götüreyim!” gibi böyle şeyleri biz bilmeyiz. Ve yasaktır, haramdır bize.
Onun için Resûllullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz Fatma Vâlidemize:
“Ya Fatıma, Baban Muhammed’e güvenme iki rekat sabah namazını kılmadıysan!” buyurmaktadır.
Bunu Ehl-i Beyt’in Anasına söylemektedir.
Tüm bağlarını, Muhammed Aleyhisselamın, bedensel bağlarını götüren Anan Kişiye söylemektedir.
Bu yol böyle açıktır.
Çok nettir yani, böyle şaibeli: “Ben derim, sen anlarsın!” gibi şeyler olamaz.
İşte hepimiz kardeşlerim, canlarım, hepimiz doğru, dosdoğru BİLmeliyiz, dosdoğru BULmalıyız, dosdoğru OLmalıyız ve dosdoğru YAŞAmalıyız.
Ama demin dediğim gibi bu kervanda elbette çocuklarımızda olacak, kızlarımız da olacak, oğlanlarımız da olacak, yaşlılarımız, gençlerimiz, hastalarımız olabilir insan halidir, ayağı kayanımız olur, şaşanımız olur, düşenimiz olur, olabilir!…
Olabilir ama göç de devam eder yalnız.
Öyle olanları kurşuna mı dizeceğiz, terk mi edeceğiz.
Demek istiyorum ki, bu bir bütündür yani.
Hepimiz bir bütün olduğumuzu iyi anlarsak BİZ-BİR Olarak, BİZ bunu niye yapıyoruz?
Bakın bu gece, aşağı yukarı 68 den beri tanıdığımız buradaki konservatuarın müdürü olan arkadaşımızın konseri vardı, jübilesi daha doğrusu.
Ben gitmedim, kendisinden özür diledim.
Dedim: “Böyle bir şeyimiz var, sohbetimiz var yani ben düzeni bozmak istemiyorum. Sen bana CD getir oradan!” dedim.
Neden?
Konuşmayı çok arzu ettiğimden değil.
Şunun için, bizim burası, bunu kurmamızın sebebi benim kan bağı olan ve üzerimde onların Allah katında hesapları olan, arzu edeceğim, ben kendi oğullarıma bile gel desem anında gelirler, gelen geliyor, gelmeyen gelmiyor.
Çünkü: “Davet yok, kovma yok!” tur bu yolda.
Israrla davette yoktur, kovmada yoktur.
Peygamber Aleyhisselam’ın kapısı daima dışarıdan kapatılır, içerden kimse kapatmaz.
Çıkan kapatır demek istiyorum.
Kendi kapatır yoksa Eren Kapısı kapatılmaz.
İşte “İlahi Öğretimde, Muhammedî Edebi Eğitim” amacını taşımaktayız.
Ben 60 yaşındayım, kaç sene daha yaşarım, normal şartları söylüyorum, Allah bilir.
Ama 60 yıl daha yaşayamam şunu demek istiyorum Resûllullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz 63 yaşında geçmiştir.
Eee biz gittik diye kalacak mı burası, kalmaz!
Kalmaz da nasıl olur?
Nasıl olacak, bu bir emek işidir.
Bir İlahi İlim ve Muhammedî Edeb BİLinerek yapılır, BULunarak yapılır, OLunarak yapılır. Hayalen olmaz.
Diriden diriye aktarılır.
Yani ben, sen, o tümümüz Muhammedîler olarak Allah’a hamdüsenalar olsun, elektrik direkleri gibi her yere, Mekkeye’de Meyhaneyede elektrik taşırız.
Nurullahı taşırız, Nur-u Mim’i taşırız, ve de taşımalıyız.
Biz gidersek çocuklarımız kalmalı kıyamete kadar.
Sâlih nedir?
Sâlih: Sâlih, Nur-u Mim taşıyan sulh ehli demektir.
Onun için durmadan:
“Hayyalel selah, hayyalel selah” “İslah olmaya gelin, islah olmaya gelin!”
“Hayyalel felah hayyalel felah” “İşte şimdi felah bulursunuz, işte şimdi kurtulursunuz!”
İslah olmadan iflah olunur mu?
Teslim olmadan istikamet bulunur mu?
Resûllullah sallallahu aleyhi vesellem duyulmadan nasıl uyuluyormuş?
İşte lafla duyanlar, lafla uydukları için böyle oluyor bu işler.
Bütün bu arz etmeye çalıştığım şeyler zamanla anlaşılacaktır
Her zaman ve hep olduğu gibi yani.
Benim kitaplarım biliyorsunuz 16 cilt şiirim vardır, 6000 sayfanın üzerinde.
Bunların hepsi yaşayarak yazılmıştır.
Hepsinin altında saniyeleri vardır nerdeyse.
Bütün bunlar neden?
Yıllarca yasaklanmıştır manevî olarak.
Bir satırını yazmamışımdır.
Birkaç tane özel dergilerin dışında, onu da birkaç tanesini, kitap haliyle yayınlanmamıştır.
Ne zaman kitap halinde yayınlamaya kalkışmışsak: “Gerek yok, aç herkese!” denmiştir, açmışızdır.
Çünkü benim değildir, gerçekten benim değildir.
Ha bir gün, bir şeye ihtiyacı olan, onu orda bulacaktır.
Benim defterimde demiyorum, Resûllullah sallallahu aleyhi vesellem yolunda bulacaktır.
Bir bakraç su gibi, yarım ekmek gibi, ihtiyaç hissettiği yerde bir şey bulacaktır.
Bu hizmet Resûllullah sallallahu aleyhi vesellem adına yapılmaktadır. Gerçekten öyle yapılmaktadır.
Onun için de öyle ilkel bir balon gibi şişip, böyle piyasa işi falan yapmayı Allah korusun hiç düşünmeyiz, zaten gerekte yok demek istiyorum…
Resim
Kullanıcı avatarı
sev-guzel
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 609
Kayıt: 15 Mar 2008, 02:00

Re: KUL İHVANÎ CUMÂ SOHBETLERİ 29.03.2008

Mesaj gönderen sev-guzel »

Resim


KUL İHVANÎ CUMÂ SOHBETLERİ


بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

BİSMİLLAHİRRÂHMANÎRRAHİM

(29 Mart 2008 tarihli sohbetin sonu)

Ben de soruyorum;
“Kaynağınız kim kardeşim?”
“Muhammed Aleyhisselatü vesselâm”
Hepinizin alnından öperim, bu kadar, gerisi ne yani?
İşte mesele bu, BİZ’lik şuuru bu.
BİZ oluş bir isim değildir, bir gerçektir.
Elbette bunun yolu vardır.
Bir yere varamayış yolu bilemeyiştendir.
EDEBSİZLİK ADABSIZLIKTANDIR.
Vusulsüzlük usulsüzlüktendir.
Bunlar ana kurallardır.
BİLemeyişten BULamayış vardır.
BULamadığı için OLamamaktadır.
OLamadığı için YAŞAyamamaktadır.
Bunlar hep terse döndüğünüzde de vardır…
İşte bugün de bu konular işlendi, halbuki biz düşünüyorduk ki konular hep böyle sıkıcı olmasın diye.
Hani Allahu zü’l celâl zât idi, kendine mahsus vacibü’l- vücuddu, ressam gibi yani.
Sonra sıfatları vardı sonra esmâ zuhur etti.
Sonra eşya geldi, ortaya çıktı yani.
Sanki, Bulut – Buhar – Su – Buz gibi. İntegral - Türev gibi aşağıya yoğunlaştı yoğunlaştı eşyalaştı esmâlar, şeyler.
“Allahü nuru’s- semavati ve’l- ard…: Allah, göklerin ve yerin nurudur…” (Nur 24/35)
Olay-molay Eşyadan sonra bir şey tek başına bir şey değildir iki ŞEY olup iki şeyin münasebetinden OLAY doğar.
İki olayın münasebetinden ZAMAN doğar.
İki zamanın birbirine ilişkisinden de ZANN doğar falan o bu tarafa giden bir şeydir.
Önemli değil o.
Ama EŞYAnın, ESMÂ, SIFAT ve ZÂTla geliştiğini iyi bilmemiz lazım.
İşte esmâlar, eşyaya en yakın oluşlardır.
Bütün eşya bir esmâ zuhurudur.
Şu anda da devam etmektedir.
Şe’enullah..


“Yes'eluhu men fiyssemavati vel'ardi kulle yevmin huve fiy şe'nin.: Göklerde ve yerde bulunanlar, O'ndan isterler. O, her gün yeni bir iştedir.” (Rahman 55/29)

Esmâlar çoktur ama 99 tanesi bizim sitemizdeki Esmâullah Kitabını hazırlamıştım bir zamanlar acizane.
Orada Tirmizî hadisinde belirtilen 99 esmâ var bir de İbni Mace’de belirtilen 99 esmâ var bir de Kur’ân-ı Kerim’deki İbni Hacer tesbit ettiği esmâlar. Kur’ân’ı Kerim’de de 99 esmâ geçmektedir. Bunların listelerini orda görürsünüz.
Bazı tekrarlar vardır bunlarda çıkarırsanız bu üçünün tek olanları 140 esmâ kalır.
Bu 140 esmâ, çok esmâ var ama kesin olarak Kur’ân’ı Kerim’in âyetleri gibi tesbit edilendir..
Sahih hadis kitaplarındaki esmâlardır.
Bu esmâların anlamlarını bilmek, içindeki mânâlarına girmek, bulmak, öyle olmak ve onları yaşamak çok önemlidir.
Yani inşallah bir başka sohbetimizde bu esmâları anlatacağız.
Allahu zü’l celâl Bakara Suresinde:


“Ve alleme ademel esmae külleha sümme aradahüm alel melaiketi fe kale embiuni bi esmai haülai in küntüm sadikiyn : Allah Âdem'e bütün isimleri, öğretti. Sonra onları önce meleklere arzedip: Eğer siz sözünüzde sadık iseniz, şunların isimlerini bana bildirin, dedi.” (bakara 2/31) buyuruyor.
“Allah Adem’e bütün esmâları öğretti”
Alleme buyuruyor bakın dikkat edin.
AKLa öğretilir bu akla.
Mesela elime öğretilemez, gözüme, kulağıma öğretilemez AKLa öğretilir.
Ana kart, AKIL.
Onun için akıl algılıyor dışarıdakine taş, kuş diyor vesaire diyor.
Aklı olmadığı için taşı, kuşu bilemiyor öbürü.
İşte işin püf noktası bu.
Bu esmâlar içinde bir tanesi vardır ki, harf-i târif yoktur başında .
Bütün esmâların başında Mesela Latif dersiniz herhangi bir Latiftir.
Ama El-Latîf dediğiniz anda Allah’dır.
Başına -El- adlı mı ismi özelleştirir çünkü onu tekleştirir.
Er Rahmân, Er Rahîm cc...
Rahîm, bu sohbete katılanlar bizim kızlarımızdır.
Annelerimiz, kızlarımız, bacılarımız, kardeşlerimizdir.
Kadının üreme organının ismidir aynı zamanda.
Er-Rahîm ise Allahu zü’l celâlin kendi ismidir.
Buradaki bir harf-i târifin neyi ne kadar değiştirdiğini anlatmak için söylüyorum.
Ve Allahu zü’l celâlin esmâ tecellisinde mesela Er Rahîm’e girdiğimizde, Er-Rahîm, Er-Rahîm, Er-Rahîm, anladım kardeşim 1000 tane çektin, 10.000 tane çektin, teyp gibi 1 milyon tane çektin,
Nedir Er-Rahîm?
Fransızca gibi, Almanca gibi, İtalyanca gibi konuşuyor.
Bunun ne mânâsı var, hiçbir şey yok.
Onun için hiç birşey olmadığı için hiç birşey olmuyor zâten.
Bu değil bizim söylediğimiz.
Er-Rahîm’i bir bardak su gibi içmelisin kardeşim.
Er-Rahîm, hücrelerinde Er-Rahîm rüzgârı estirmeli. Gözünde Er-Rahîm ışığı, kulağında ses olmalı. Vücudundaki ısı Er-Rahîm ısısı olmalı. Er-Rahîm’leşmelisin.
Böyle bir esmâ zevki vardır.
İşte bunlardan bir tanesi vardır ki Allah Cellecelâluhu tek harf-i târif sizdir.
Kendi de târifsizdir.
Ne idiği belli değildir, ettiği ile bellidir.
Yani tümünün bohçasıdır.
Tek Zâtullahtır.
İçinde çift L (lâm) taşır.
Lânet ve lütuf Uluhuyitte ustur’ânın ağzı gibidir yani.
Bir yüzü lânet, bir yüzü lütuf gibi şiddetlidir, yakıcı, yıkıcıdır.
Ya da her şeyi vericidir.
Uluhiyetin tam özelliğidir, Celâl gibidir yani.
Allahu zü’l celâlin Zât-ı İlahiyyesini niteleyen kavram, kelimeler, sıfatlar, isimler tümü Lafzullah dediğimiz Allah lafzında cem’ olmuştur.
İşte Kur’ân’ı Kerim’de dört yerde Esmâ-i Hüsna, Allah’ın en güzel olan isimleri bahsedilir:
Araf Sûresi 180. âyette, İsra Sûresi 110. âyette, Taha Sûresi 8. âyette, Haşr Sûresi 24. âyette Allahu zü’l celâl bunlardan bahseder.
Allahu zü’l celâlin zâtına mahsus olan tek isim vardır: ALLAH celle celâlihudur.
Diğer isimler nitelerler, ululaştırırlar, yüceltirler, hürmet ifade ederler, saygı ifade eden kelimelerden oluşur.
Tümüyle dua edilebilir Allah’ın emri gereği.
Ve Kur’ân’ı Kerim’de 300 civarında böyle, bu anlama gelebilecek kavramlar tespit edilmiştir.
Daha nice isimlerinin de olduğunu Resûllullah Sallallahi ve sellem İmam-ı Ahmed’in Müsnedinde bildirmiştir, bilemediğimiz daha çoklarının olduğunu da.
Lafzullah’ı Kur’ân’ı Kerim’de 2739 yerde saymıştım.
Tek tek saydım çünkü bunları. 2739 yerde Allah ismi olarak harfi târif almadan, tüm harfi târif isim ve sıfatlarının mânâlarını kedisine cem’ eden bir şekilde câmi ismi olarak gördüm.
Onun için El-hayy, El-Vedûd, El-Hakim, El-Âlim her neyse say say tümü Lafzullahın içindedir. Çünkü esmâlarda dört türlüdür.
Yani Zâtî olan esmâlar vardır,
Sıfatî olan esmâlar vardır,
Esmâî olan esmâlar vardır,
Eşyayî olan esmâlar vardır.
El diyoruz, ayak diyoruz vs. bunlar da eşyanın isimleridir dörtlü sistemde.
Esmâlarda oluş ya da olmayışlarına göre olabilir, fayda veren zarar veren gibi birbirinin zıtları da olabilir.
Fakat eşi, zıttı, benzeri vesaire olmayan bir esmâ vardır, Allah ism-i celâli tektir ve asıldır.
Bunu çok iyi anlamamız için söylüyorum.
Bu şu demektir, elektriğin adı elektriktir, başka yerlere geçti mi başka isim alır.
İşte fırını yandırıyor, buzdolabını donduruyor vs. şöyle oluyor böyle oluyor çeşitli diğer isimler doğar.
Ama tümünün kaynağı vardır, O ALLAH celle celâlihudur.
Muhammed Aleyhisselatü vesselâm’da da Muhammed’tir, dikkat etmek lazım.
Onun için Münir Derman Hocamız; “Mîm’li isimleri abdestsiz söyleme!” diyor. “Resûllullah sallallahi ve sellem de, Muhammed ismini çok kullanıp durma yani.
Neden?
Orada 3 tane M (mîm) vardır, onun saygısını becerebilecek misin?” gibi şeyler söylüyor.
Doğru buyuruyor tabii, çünkü o başka görüyor, doğru görüyor.
Ve bütün bunlar habbe olan, çekirdeğin aslı olan ALLAH celle celâlahu yada Nur-u Mîm, bize yansımasıyla Nur-u Mim temelinde tohumdur.
İşte zom uykuda uyumayanlar, uyurgezer olmayanlar, sarhoş olmayanlar, uyananlar ve ayıklar mutlaka tohumdan nasibini alır.
Öyle olanlar varsa onları uyandırmak ve ayıktırmak ta boynumuzun borcudur.
Taşa tutmak bizim Muhammedi Melâmette haramdır, yasaktır, ayıptır, günahtır, insanlığa yakışmaz, bize yakışmaz.
Kötü de olsa iyi de olsa iyiliğine çalışmamız lazımdır ve hizmetinde bulunmamız lazımdır.
Uyanmadığı için ona yuh olmasın, uyandıramadığımız için bize yuh olsun.
Çünkü başka bir yol yoktur.

Şimdi Allah Celle celâluhu ismi pek çok tarikatta zikr olarak kullandırılır.
Ne acıdır ki, kaç voltaj, hangi makinada nasıl kullanılır, nerde kullanılır, ne neticeler verir vs. düşünülmeden, biliyor ya onun çok tesirli olduğunu, vur vur vur, işte ne bileyim ben falan tarikattan dönerken cinnet geçirir, çocuklarını falan 5 kişiyi kurşuna dizdi, şöyle oldu böyle oldu.
Saçmalıklara artık akıl fikir ermez, neden?
Çünkü bu yanlış bir uygulamadır.
Esmâlarda ters bir özellikle Lafzullah çok ters bir örnek vermeye çalışacağım. Uygunluğu açısından söylemiyorum etkisi açısından söylüyorum içki gibidir.
Kediye içirseniz kediyi sarhoş eder. Her şeyi sarhoş eder.
Demek ki mârifet bunu içmek değil.
Nerede, nasıl ve hangi halde içileceğini bilmektir.
Ne diyor Siirtli Hocam bir sohbetinde?
Beraberdik, muhteşem insan. İsmini vermeyeceğim meşhur bir tarikatın ateşli bir samimi bir genci de katıldı, çünkü herkes katılabiliyordu çünkü kapısında “Buyurun” yazıyordu.
Antalya Şehrinde yaşayan sarhoşlar dahil herkes yani.
Mavi harflerle: “Buyurun” yazardı kapısında.
Sohbet herkese açık, çay herkese verilirdi.
“Efendim zikir ediyoruz diyor, biz de tarikattayız!”
“İyi oğlum çok güzel!”
Ama çocuk duramıyor, genç: “Efendim diyor, bizim mübârekler de çok zikrettiriyorlar, biz de ediyoruz!”
“İyi oğlum, edin!”
Neticede genç: “Ben günde 55 bin tane “ALLAH!” diyorum” deyince Hocam bir fırladı yerinden: “Kasnak mı çeviriyorsun be birâder!” dedi, “Biz on kere ALLAH diyemiyoruz, sizin ne dediğinizi kulağınız duymuyor. Siz hangi ALLAH’tan bahsediyorsunuz?”
55 bin tane çeviriyormuş, ne demek bu?
Senin ne dediğini kulağın duyuyor mu, keşke duysaydı.
“Allahu ekber!” derken “Allahu ekber” olurdu!
ALLAH Celle celâluhu zâten ekberdir.
Desen de öyle, demesen de öyle sen kendin için öyle deyip durdun, kendin.
“Allah yok!” dediklerinde Allah yok mu yani?
Birisi çıkıp: “Güneş yok!” dese güneş yok mu yani.
Ne alakası var? O kişi için yok!
İşte Allahu zü’l celâl El-Basîr’dir.
Görücüdür, ben de görücüyüm sen de görücüsün, kedi de görücü .
Kelime olarak kullanmak zorundayız bunu.
Kelime olarak başka ne kullanalım yani.
Allahu zü’l celâl görücüdür tabii ama El-Basîr, başka şeydir işte onu söylüyorum.
Benim kafa basarım başka kalp baîretim başka, senin başka!
Allahu zü’l celâlin görücülüğü isim olarak El-Basîr olarak gözüküyor.
Bu da Allah cellecelâluhu tamamen kendine mahsus bir esmâdır.
İnşallah bundan sonraki bir sohbetimizde isim ve isimlerini konuşuruz.
İsim ALLAH’tır celle celâluhu.
İsimler, diğer Esmâü’l- Hüsnâdır.
Bunların ne gibi işler yaptığını mesela El-Halim esmâsını çeksek, El-Halim esmâsını zikreden kul kendi imtihanı olan hayatta halim selim mi yoksa yedi başlı bir canavar mı?
Bu hepimizin vicdanlarındaki koca soru işaretleridir.
Yani bir kişi El-Halim’i doğru bir şekilde içerse, ne demek istiyorum, mesela suyu kulağından içmiyor adam, suyu kulağına dökmüyor, boğazından içiyor yani.
İşte El-Halim’i çektiğimiz zaman demek istiyorum gerçekten dininde, dünyasında ve hayatında el-halim bir hayat başlayacaktır, mutlaka başlayacaktır.
İşte tarikat sadece zikirden ibaret değildir.
Zikir Şeriatta da vardır, Tarikatta da vardır, Mârifette de vardır, Hakikatte de vardır.
İşin kolayına geçiyor insanlar.

Ben bunu şuna benzetiyorum.
Bir bardak bira içeni kurşuna dizelim, yetim hakkı yiyeni Allah lânet etmiştir, ne yapalım?
Faiz yiyen Allah ve peygamberine savaş açmıştır, din adına banka kuranlar gelin bakalım. Fetva verenler gelin bir!..
Şunu demek istiyorum, bizim dışarı ile bir işimiz yok.
Ama ALLAH celle celâlihu için el ele tutuşmuş, gönül gönüle girmiş insanlar şu basit dünyanın çabuk geçeceğinden ve ebedi hayatlarında Su’k-i Muhabbet: Muhabbet Meclisi, cennetin bir köşesi olan Sohbet Köşelerinde: “Hani biz bir zamanlar yapardık ya gelin yine sohbetimize devam edelim!” diyecekler.
Bunlar hadis-i şerif ve âyetler de var.
Böylesini tercih edenler, bu dünyada böyle yürekli bir kardeşlik isteyenler, birlik isteyenler, bizlik isteyenler Resûllullah Efendimizin yüreğinde. Allahu zü’l celâlin yüreğinde demiyorum, kendisinde zâtında birlik dileyenler, emrettiği gibi rabbına rücu edecek olanlar inşallahurahman Peygamber efendimizin sofrasında canlarının istediğini yerler, istediğini içerler, istediğini yaşarlar.
Bütün bunlar ilahi bir ilim ve Muhammedi bir edep içerisinde olur inşallah.
Beni dinlediğiniz için çok teşekkür ederim.
Aslında ben her zaman söylüyorum daha katılımlı bir sohbete dönüşür inşallah. Çok isterim. Çünkü hepimiz konuşabilmeliyiz, görüşebilmeliyiz.
Hepimiz bir olabilelim ki hepimizin yürekleri hepimizin geçmişi için tövbe birliğinde buluşsun.
Kur’ân’ı Kerim’deki bir âyet, tek âyet;
“Yâ Muhammed, sen tövbe istiğfar et, Allah senin ve müminlerin tövbesini kabul edecektir, tevbe istiğfarını.” Anlamındadır:


“Fa'lem ennehu la ilahe illellahü vestağfir li zembike ve lil mü'minine vel mü'minat vallahü ya'lemü mütekallebeküm ve mesvaküm: Bil ki, Allah'tan başka ilâh yoktur. (Habibim!) Hem kendinin hem de mümin erkeklerin ve mümin kadınların günahlarının bağışlanmasını dile! Allah, gezip dolaştığınız yeri de duracağınız yeri de bilir.” (Muhammed 47/19)

BİZim de tövbe BİRliğimiz olsun ki ne bileyim ben Halim Bey ne yapmış?
Ya da o ne bilsin, benim nerde neyim var?
Ama diyor ki: “Y Rabbim BİZi affet, bağışla!”
İşte bu geçmişimiz için TÖVBE BİRliğimizdir BİZim!
Geleceğimiz için DUA birliğimiz ve bizliğimiz vardır Muhammed Aleyhisselâm’da. Burada buluşuruz, yaşadığımız sürece rızalarımızı Peygamber Aleyhisselatı ve selâmmın rızalarına indeksleriz. RIZA BİRliğimizdir BİZim!
Yani tüm bu anlatmaya çalıştığım;
geçmiş için TÖVBE BİRliğimiz,
Gelecek için DUA BİRliğimiz,
Şu AN için RIZA BİRliğimizin sonucu son nefeste Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem ’in sesiyle, sözüyle, özüyle inşallah, şehâdetiyle:
“Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Resûllullah!”
Daima Muhammed Aleyhisselâm’ın söylediği doğrudur,
Bu SON SÖZümüz ise ŞEHÂDET BİRliğimizdir BİZim!..
Allah tektir kelimesi şerefini daha yaşarken yaşayarak inşallah o şerefle Peygamber Aleyhisselatü vesselâmın iftihar ettiği, alnından öptüğü: “İşte benim oğullarım bunlar, kızlarım bunlar!” dediği,
Livâü’l- Hamd Sancağı buyrulan Ahmediyyet Sancağı altında Allahu zü’l celâl hepimiz haşr ü neşr etsin!
Hepimiz Resûllullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin yüreğinde cennetlerine soksun inşâallah!..
Bu muhabbet meselesidir, Muhammed Aleyhisselatü vesselâm saf muhabbettir, saf merhamettir.
Kendisidir zâten, aslı o dur, esası o dur.
Yaradılışı o dur. Rahmetenlilâlemin dir,
Allah’ın rahmet kaynağıdır.


“Ve ma erselnake illa rahmetel lil alemin: (Resûlüm!) Biz seni âlemlere ancak rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ 21/107)

Er-Rahîm ve Er-Rahman Allahu zü’l celâlden tecelli eder.
Onun için demin dediğim Nebiyyi ümmî, anamızdır yani aynı zamanda.
Doğur’ân o dur. İşte bu özellik ve güzellikleri inşallah hepimiz aynen yaşayacağız.
Zâten yazılarda izliyoruz farkındaysanız, hepimiz birbirimizin benzerleri güzelliklere ve özelliklere sahip getiriyoruz, götürüyoruz.
Zâten kimse için başka şey düşünülemez.
Bu Resûllullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin malıdır, hepimizin malıdır yani.
Kimse bana şunu söyleyemez: “Kul ihvanî şu kadar şiir yazmıştır!.”
Şiiri kim yazmıştır?
Kim okuyor da anlıyorsa o yazmıştır ve onun için yazılmıştır demek istiyorum hizmette…
Ben sadece bir çeşmeden akan bir su gibi o çeşmeden akmıştır yani.
Çeşmeden akan muslukla ne ilgisi var suyun.
Akıttığı için teşekkür ederiz.
Başka ne yapmış yani. Başkası yok, başkası sudandır, Resûllullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizdendir yani.
Kötüleri bize aittir, eksikler bize aittir, yanlışlar bize aittir.
Doğru, iyi, güzel olan daima Rahmetellilalemin sallallahu aleyhi vesellem’den gelmiştir.
Bundan sonra da öyle gelecektir.
“Evet Muhammed’den muhabbet oldu hasıl
Muhammedsiz muhabbetten ne hasıl?”
Ne hasıl olacak?
Muhabbetsizlikten, merhametsizlikten hasıl olan İblis olmuştur zâten Allah korusun! Şeytanlık olmuştur, iki şeylikte kalmıştır.
Şöyle oldu, böyle oldu sonra ne oldu , işte ne olacak?
Kötü oldu, Allah korusun!
Bu nedenle BİZ BİR-İZ ve daima Muhammedî Şuur içinde Hasbî Hizmetteyiz inşâllah!..


Allahümme salli ve sellim ve barik alâ seyyidinâ Muhammedîn abdike ve nebîyike ve Resûlike ve Nebîyyi’l- ümmiyyi ve alâ alihi ve’s- sahbihi ve ehli beytihi!
Âmin!..
Resim
Cevapla

“►Sohbetleri◄” sayfasına dön