KUL İHVANİ SOHBETLERİ-II

Cevapla
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

KUL İHVANİ SOHBETLERİ-II

Mesaj gönderen aNKa »

Resim

KUL İHVANİ SOHBETLERİ-II


8 MART 2008 SOHBETİ

....BİSMİLLAHİRRAHMÂNİRRAHÎM....



Başlarken,
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizi üç “Mim”li ismiyle de selâmlarız…
Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm olarak…
Bize en yakın olandır…
Bizim gibi beşerdir…
“Allahümme salli ve sellim ve barik alâ seyyidinâ Muhammedîn abdike ve nebîyyike ve Resûlike ve Nebîyyû’l-ümmîyyi ve âlâ alihi ve’s-sahbihi ve Ehl-i Beytihi.” hadis-i şerifindeki salavatında, Kendisinin bizzât buyurduğu bu salavat-ı şerifede “abdike ve nebîyyike ve Resûlike”yi kapsar…

Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizi çift “Mim”li ismiyle de selâmlarız…
Mahmud Aleyhissalâtü vesselâm olarak…
“Allahümme salli ve sellim ve barik alâ seyyidinâ Muhammedîn Nûriz-Zâtî, sirrissâri fi cemiil esmâi vessıfâti bi adedi ilmüken dâimen kesiren mubareken tayyiben fih.”
Bu Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizin “nebîyyike, Resûlike” özelliklerini taşıyan güzelliğidir…

Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizi tek “Mim”li ismiylede selâmlarız…
Ahmed Aleyhissalâtü vesselâm olarak…
“Allahümme salli ve sellim ve barik alâ seyyidinâ Muhammedîn bi adedi kûlli dâin ve devâin ve barik ve sellim aleyhi ve aleyhim kesiran kesira salâten tekünü leke rizâen ve le hakkazâen ya Rabbelâlemin.”
Bu da Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizin “Resûlike” özelliğini taşıyan güzelliğidir…

“Salâten tekünü leke rizâen”
Bu salavatın sebebi Senin rızanı bulmak için…
“Ve li hakihi edâen” Ve Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın üzerimizde olan hakkını edâ etmek içindir yâ Rabbilâlemin...
Bu salavatı söylememizin sebebi budur…

Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizi, iki “Be”nin hak olduğu ismiyle de selâmlarız…
Bu Habib Aleyhissalâtü vesselâm’dır…
Buradaki “Ha” Hakktır..
“Be” BİLEliktir…
Daha doğrusu BİZlik ve BİRliktir…
BİZlik; Nur-u Mim’dir…
BİRlik; Nurullah’tır…
Hakk oluş; Hakk oluştur…
Gerçek oluştur… hayalî olmayıştır…
Ekmek yer gibi, su içer gibi yaşayıştır…
Dosdoğru oluştur…
Sırat-ı Müstakîmin gereğidir…
İşte bu ismiyle de selâmlarız…
Bu “Nebîyyi-ümmî”dir…

Varlık; mekan âleminde değildir… zaman âleminde değildir…
Allah var iken, hiçbir şey yok iken olan Habibiyettir…
Allahü zü’l-Celâl’in Kendi Zâtındaki muhabbet habbesidir, sevgisidir… varlık olarak değil…
Allahü zü’l-Celâl’in sevgisinin doğurduğu bir şeydir…
Merhametinin, muhabbetinin doğurduğudur Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın nuru…
Birisinden öç almak için, birisine bir şey vermek için, satmak için, göstermek için değildir…

Er-Rahmâni’r-Rahiiiiim Allah celle celaluhu!..
Rahmân ve Rahimliğini göstermek için, Uluhiyyet ve Rububiyyetini sergilemek için Malikiyyet Sahibi olarak ortaya çıkıyor… Malikiyyetinin, bütün Mülkünün aslı astarı sadece ve sadece Nur-u Mim’dir…
İlk noktadır…
O ilk nokta Rasûlullah noktasıdır…
Son noktada öyledir…
Mahşerin kopacağı gün, kıyametin koptuğu gün de en kalan noktada Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ındır…
Kim buyuruyor bunu?..
Bunu Muhammed Aleyhi’s-selâm buyuruyor…
Allah diyen ve yaşayan bir kişi kalmadığında kıyamet kopmuştur…
Bu yeryüzünde bir kişi o son çekilecek olanda Nur-u Mim’dir…
Nursuzluk Âlemi doğduğunda, Mahşer Âlemi doğmuş demektir…
Bunun ölümü, onun doğumu gibidir…
Böyle bir Selatü Selâm ile candan, yürekten, Bedenen, Nefsen, Kalben ve Ruhen Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizi selâmlarız inşâallahuRahmân…

Bendeniz sıradan bir Muhammedîyim,
Bazı insanlar salavatı coşkuyla anlatırken: “Salavat, Resûlullah sallahu aleyhi veselleme duadır!” demekteler.
Oysa hak olan şu ki; salavat, BİZdeki Nur-u Muhammedîyyeye ulaşım-SILA yoludur, VUSLAT vasıatasıdır..
İmam-ı Mutlak Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ı DUYmak ve UYmak için İÇ UYarımızdır kendimizden kendimize…
Ki, salavatımız açacak SALAT Kapımızı…
Salat da Şah damarımızdan yakîn olana, Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizin BİZ BİRliğinde Sıla-yı Rahimimizdir..
SALL SIRRI SILAdır..

Allah celle celaluhu bizi affetsin, bağışlasın ve rahmetine gark etsin…
Bu âyettir…
“Va’fü annâ, vağfir lenâ, verhamnâ ente mevlânâ fensurnâ alel kavmi’l- kafirin.”
“Alel kavmi’l- kafirin” savaşlardaki kafirler olduğu kadar hayatın içerisinde de bizi küfre çeken her güç ve her şeydir…
Kafir kıvamında oluşlardır..
İşte bu imtihanda Allahü zü’l-Celâl Kendisi bizim adımıza dua etmektedir…
“Va’fü annâ, vağfir lenâ, verhamnâ”
Bizi affet!...
“Vağfir lenâ”
Bağışla yani hesaba çekersen Adaletle muamele edersen bizim hepimiz duman oluruz…
Merhametle muamele et!..
“Bağışla!..”
“Verhamnâ”
Bize merhamet et!..
Rahmet et!..

İşte bu dört âlemdeki bu dört selâm Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimize karşı bir haktır…
Şeriatta haktır…
Tarikatta haktır…
Mârifette haktır…
Hakikatte haktır…
Tabi bugünkü devirde izler birbirine karışmış, insanların bir dediği bir dediğini tutmuyor, karışıklıkta ne yapıyorlar ne ediyorlar belirsizlik içerisinde…
Biz “Şeriat, Tarikat, Mârifet, Hakikat” kelimelerini kullandığımızda, bizim böyle bir cemaat felan gibi şeylerimiz asla olamaz…
Biz düpedüz, basit, Allahü zü’l-Celâl’in yarattığı gibi sıradan insanlarız…
Şunun için söylüyorum…
Fakat bunları yaşarız…
Bir insan, kalbi bilmese de kalbiyle yaşar…
Beyni bilmese de beyniyle yaşar
Duygularıyla, düşünceleriyle yaşar…
Sokakta rastladığınız hiçbir şeye benzetemediğiniz bir insan size bir söz söyler vurulmuşa dönersiniz…
Çünkü o, o anda Hakikati yaşıyordur ve güzellik içindedir…

Demek istiyorum ki; “Şeriat, Tarikat, Mârifet, Hakikat” gibi kelimeler, insanların kendi inhisarına alıp kendi adına okul açar gibi, özel okullar açar gibi okul açacağı yerler değildir…
Bunlar bir insanın; gözü, kulağı, kalbi, beyni gibi, ruhu gibi kullandığı şeylerdir…
Bilir, bilmez fark etmez ama kullanmaktadır…
Bilerek kullanır, bilmeyerek kullanır…
Meyhânede kullanır, Mekkede kullanır…
Kullanır bir yerlerde…
Ama yanlış ama doğru…
Zâten imtihan oluyor…
Bunda yanlış bir şey yok…
Zâten nerde kullandığından imtihan oluyor…
Denilen yapılmış mı, emirler tutulmuş mu diye…
İşte bütün bunlar…
Bu sohbete girmeden bu girişi niye yaptım?..
Şunun için yaptım…
Bizim bu sistemi kurmamıza bir sebep vardı…
O da şuydu…
Bugün toplumumuzda yıkılan bir şey var…
Tasavvufun ana yolu olan İlahî İlim Öğretimi ve Muhammedî Edeb Eğitimi yolu tıkanmış, yok edilmiş…
Bunun yerine kitaplar, bilgisayarlar şimdi daha hızlı bir şekilde çıktı…
Böyle köksüz şeyler, naylon çiçekler, hiç işe yaramayan kuru bilgiler, hayali öğretilerin sonucu ortada…

Oysa Yunus Babaların, Kuddusü Babaların, Hacı Osman Baba, ne bileyim Derbentli Deli Hasan Babaların, böyle yüzlercelerin geçtiği yollar bu değil…
Bunlar diri idiler…
Sözleri diriydi, özleri diriydi, izleri diriydi…
İzine basan dirilirdi…
Sözünü tutan dirilirdi…
Özünde olan dirilirdi ve ölmezdi yani…
Bu yol kaybolamaz…
Bu yol asla kapanmaz…
Hazreti Münir Derman gider Hazreti Münir Derman’ın elleri ellerinde olan Allah Dostları yollarına devam eder…
Ben, sen, o, BİZ…
BİZ hepimiz Muhammedîyiz…
BİR kişiyiz…
Hasta olur, sağlam olur…
Şaşkın olur, taşkın olur…
Ama düzelir…
Yeter ki uyumasın, uyurgezer olmasın, sarhoş olmasın…
Olursa da bunlara bir çâre aramak var…

Şunu demek istiyorum…
Aynı konularımı işliyoruz?..
Hayır!..
Aynı konuları işlemiyoruz…
Çünküüü…
İki basit örnek vermek istiyorum…

Birisi bir kısım kardeşlerimiz bilirler Hacı Osman Efendi vardı…
Seksen sekiz yaşında Cidde Havaalanında bütün insanların içerisinde havada semağ dönerek, şehadet getirerek geçmiş gitmişti Hakk’a, orda kalmıştı…
Bu meşhurdur…
İşte bu Hacı Osman Efendi bir Antalya seyahatinde ki son zamanlarında çok sık gelirdi…
Neden gelirdi?..
Şunun için gelirdi…
Hizmet etmek için…
Hizmet etmek için…
Hakkı ve hayrı duyurmak için…
Duyduğunu, ben de duyuyorsam uymamı sağlamam içindi gelişi…
Bu önemliydi çünkü…
Ve Hakka gitti, geçti gitti diğer tarafa…
Bizim aldığımız Muhammedî terbiye, Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizin bize emaneti ve mahşerde soracağı hesap onun ümmetine, Allahü zü’l-Celâl’in kullarına ne gibi hizmet ettiğimiz olacaktır…
Neyi kazanıp neyi ettiğimiz değil…
Neyi verdiğimizi, neyi verebildiğimizi soracaktır…
İşte Hacı Osman Efendi bir an, son zamanlarda, vefatının olduğu yılda bir bahar Antalya’ya geldi…
Göz ameliyatı oldu burda bir aya yakın bizim evde kaldı…
Birlikte kaldık…
Çok hoş zaman geçti o zaman içerisinde…
İşte bir gün tevhidden bahsediyordu…
Tevhid!.. tevhid!.. tevhid!..
Durmadan tevhid…
Her nefeste tevhid…
“"Lâ ilâhe illâllah Muhammeder Rasûlullah!" dedik ama o dediğimiz geçti gitti oğul… şimdi yenisi geldi… söyle bakalım şimdiki tevhidi… şimdi dediğimizde gitti de de” derken benim sigorta attı…
Dedim ki: “Baba bu ne biçim tevhiddir ya?.. çek, çek, çek, çek, çek… bu bitmez mi bu?..”
Birden sendeleyerek kalktı…
Böyle gözleri çakmak çakmak oldu…
“Oğul bir atışta on ikiden vur… tek atışta on ikiden vur Aksaray’dan sesini duyarsam Allah için gelirim ayağının altını öperim!…”
Bu sözler onun sözleridir…
“On ikiden vurdum demene gerek yok…
Biz sesini duyarız Aksaray’dan… gelir ayağının altını öperiz… bir daha da tevhid çekme!.. tevhid çok mu geldi sana?.. anladın, bitirdin mi?.. öğrendin mi?.. yani bu kelimeyi dedin sen öylemi?..
"Lâ ilâhe illâllah Muhammeder Rasûlullah" dedin oldu ha?.. yazıverdin de oluverdi mi?..”

İşte bunu hiç unutmadım…
Kulağıma küpe takmadım ama görünmeyen küpenin birisi budur…

İkincisi…
Şimdi Bizim Sufi’nin sitemize sohbetlerinden bazılarını koymaya çalıştığı Siirtli Hoca…
Şu anda doksan yaşında, âtıl halde, hasta, rahatsız, son zamanlarında…
Bu zât yedi yaşında hafız olmuştur… yediyi doldurmadan yani…
Kendisi körken, gözleri kapalıyken ve gözleri kapalı bir insandan bir harf görmeden hafız olmuştur…
Yedi yaşı dolmadan olmuştur…
Sonra, yıllar sonra gözünün birisinde bir ışık doğmuştur bir zuhuratla, bir hikmetle…
Şeyhü’l Hazin Hazretlerinin türbesinde olmuştur…
Açıkçası…
Kendisi anlattı ki:
“Babam beni omzuna aldı: "Oğlum Şeyhü’l Hazin Hazretlerine bir ricâ edelim, Allah bir yardım etsin sana, bir ışık versin!" dedi ve hemen ben bağırdım omzundan:
"Baba baba sol gözümde bir ışık oldu."”
dedi…
Onun için kitap okuturken sadece sol gözü görürdü ve gözü kırk beş derece daha sol tarafa kayık olduğu için gözlük takamazdı…
Hiç gözlük takamazdı…
Onun içinde okurken büyüteç kullanırdı…

Kızkardeşim Hacer de büyüteç göndermişti Almanya’dan…
Büyüteci sol omuzuna yakın tutar, kafasını eyer böyle yan okuyabilirdi ancak…
Çünkü otuz dört yaşından sonra okuma öğrenişti… harfleri…
İşte bu zât…
O sohbetlerinin birisinde…
Onun sohbet odası var…
Elli seneye yakın sürmüş…
Bu sohbet odasında…
Kapısında “buyurun” yazar…
Şehrin ne kadar meczubu, delisi, velisi varsa gelir…
Çay kaynar…
Çok güzel çay yapılır…
Herkes çay içer…
Dinler…
Serbest giren çıkan… her şey serbestti… “buyurun” yazardı zâten…
Üstünde de bir levhada: “İnnâ fetahnâ leke fetham mübinâ”
Birinci âyet yazardı Fetih Sûresi’nin…
Bu zâta bir gün bir genç geliyor…
Çok hızlı bir tarikat ehli…
Çocuk genç…
Diyor ki: “Efendim bizde tarikattayız”
“Çok güzel evladım!..”
Sohbet devam ediyor…
Tekrar diyor ki: “Efendim bizim mübarekler dediler ki: "Çok zikredin"”
“Ne kadar güzel” diyor…
Ama çocuk duramıyor…
Diyor ki: “Efendim elli beş bin "Allah" çektiriyor bize” deyince Siirtli Hocam birden havaya fırlıyor, diyor ki:
“Ulan kasnak mı çeviriyorsunuz?.. Biz -ellerini havaya kaldırıp, ellerin ikisini- on kere "Allah" diyemiyoruz!. siz ne dediğinizi bilmiyorsunuz…
Siz kimden bahsettiğinizi bilmiyorsunuz…
Keşke tarikatsız olsaydınız bundan daha iyiydi”


Şunu arz etmek istiyorum…
Biz aynı şeyleri çevirip durmuyoruz…
Tam tersine lâzım ve lâyık olanı arz etmeye çalışıyoruz kardeşlerimize…
Amacımız?..
İstersek bu sayıyı bine çıkarıveririz…
Ya da istersek başka televizyonlarla anlaşır televizyon yayınlarına katılırız…
Nitekim geçen hafta gittik TRT de katıldık…
Antalya’nın milletvekilleri, ötesi, bötesi, pekçok insan dinledi…
Neye hizmet etti?..
Herkes hayranla izlediler, çok da hoşlarına gitti…
Ondan sonra belki bir saat orda kalmak zorunda kaldık insanlarla…
Neye hizmet etti?..
Hiçbir şeye!..
Bana göre…
Herkes yine bildiği yolda yürüyecek…

Ama bizim kardeşlerimizle olamamızda amacımız açık…
Acaba İlahi İlim, Muhammedî Edebi BİLip, BULup, OLup da YAŞArmıyız Şehâdette!..
Ama…
Ama insan, Rahimi Erkan…
Bu sistemi beni anlattığım için değil Allahü zü’l-Celâl ve Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’i anlattığı için…
Biz aktarmaya çalışıyoruz…
Bu sistem nasıl oturur, nasıl kazanılır, nasıl yaşanır…
Nasıl BİLinecek, nasıl BULunacak, nasıl OLunacak, nasıl YAŞAnacak...
Haaa bunun dışındaki şeyler çok basit…
Şuanda herhangi birimiz girelim bilgisayara bir saatin içinde binlerce kitap bulup, bin kere okuyalım…

Bir başka anımı Allah rızası için anlatacağım…
Ben hiç Kur’ ân öğretmeni görmedim hayatımda…
Hiç!..
Sadece Adana erkek Lisesinde okurken hiç unutmuyorum Suni Kaplan diye bir Hukuk Fakültesinde okuyan imamın, lisemizin yakınındaydı, Elif-Ba aldırdı, bir hafta dersine gittik…
Askere gitti sonra…
Ve o kadar, kapandı iş…
Sonra okudum…
Allah denkleştirdi…
Amaaa…
Bu okuma, Kur’ân okuma bana bir fayda getirmedi…
Çünkü ben Kur’ân’ı ekmek yer gibi, su içmek gibi okumak isterdim hep…
Hep böyle bilirdim yani…
Canciğer dostum, babam, anam, kardeşim gibi ya da Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem gibi olsun, konuşayım, görüşeyim!…
Şehir gibi olsun sokaklarını gezeyim, harflerin içine evler gibi gireyim…
Köşkler gibi gezeyim, bahçeler gibi olsun…
Bir dili olsun, dilim olsun gibi arzum vardı…
İşte bu düşünce içerisinde…

İşte böyle bir ortamdı…
1985-86 civarıydı sanıyorum…
O dönemler benim biraz şey dönemlerdi, böyle garip kargaşa dönemlerimdi manevî açıdan…
Ve çok Allah Dostları gelirlerdi Antalya’ya…
Sinüsî Babalar, ne bileyim bir sürü insanlar o zamanlar çok gelirlerdi…
Başka yerlerden gelirlerdi…
Yani güzel zamanlardı belki…
İşte öyle bir zamanda lojmanda oturuyorduk deniz kenarında…
Ben eski hastahânenin önüne doğru yürüyorum fakat kafamın içi karmakarışık…
Oruç tutuyorum…
Üç aylar…
Oruç tutuyorum…
Vakit var akşama şehre doğru gidiyorum kendi başıma böyle çok düşünceli bir şekilde…
Giderken orda, hastahânenin önünde çok iri yarı bir adam bana sol omzunu sol omzuma vurdu…
Ama beni iki kere döndürdü yalnız…
Çok hızlı vurdu…
Yani düşmedim ama böyle topaç gibi döndürttü…
Çok fazla vurdu çünkü…
Hışımla döndüm geriye…
Benim iki katım bir adam…
Çok güçlü kuvvetli bir adam…
Amaaaaaa!..
Gözlerine bakınca gözleri Ehl-i Beyt gözü gibi yani kaynak ışığı gibi…
Bakamıyorsun…
Rengini göremiyorsun…
O zaman görür görmez benim ona şeyim felan niye vurdun falan kalmadı yani…
Görür görmez zâten bakakaldım…
Çünkü o herhangi bir adam değildi…
Çok sıcak olmasına rağmen bir paltosu eksikti sırtında, asker gibi giyinmiş, böyle şey bir garip bir hali var, giyinişi miyinişi değişik, hiç görmediğimiz bir adam…
Saç sakal karışık, uzun boylu değişik bir insan…
“Ne yapıyorsun?..” dedi sert bir şekilde…
Bende “Kur’ân okuyorum” dedim…
O da gülümsedi, dedi ki: “Kur’ân seni okumadan sen oku! oku! oku! bakalım ne anlayacaksın?”
Ve bunu söylerken geri döndü yola devam ediyor.
Ters yönlere gideceğiz çünkü benim geldiğim yere doğru gidiyor…
Ben dedim ki: “Ne yapmalıyım?..”
O döndüğü halde geri döndü…
“Dua et!..” dedi…
“Ne isteyim?..” dedim…
“Hakkı ve Hayrı iste!..”
“Hımmm!” dedim ama yürümeye devam ediyor, artık bıraktı gidiyor…
Arkadan bağırdım çok yüksek sesle herkes duyuyor tabi:
“Siz ne istiyorsunuz?..” diye…
O bana hiç dönmeden: “Biz bir şey istemeye hayâ ederiz!..” dedi…
“Biz Allah’tan bir şey istemeyiz… Lâzım olan verilir!..”
Anladım ki o gün bir üniversite daha bitirdim…
Neydi o?..
Meğer Kur’ân beni okumalıymış, ben Kur’ân’ı okurum zâten…

İşte bunu neden söylüyorum…
Hâşâ Allah’a sığınırım…
Allahü zü’l-Celâl’e sığınırım…
Bizim bilinecek bilinmeyecek bir tarafımız olamaz…
Çünkü biz Allah’ın izni ve inâyetiyle saf kan Muhammedîyiz…
Gerçekten Muhammedîyiz…
Allahü zü’l-Celâl koymaz ama inşâallah cehenneme koysa da Muhammedî olarak koyar çünkü bu TERCİH bizim hakkımızdır…
Bu seçme hakkımızı kullanmaktayız, onu demek istiyorum…
Bu bir inançtır…
Orda insanların demesinin, dememesinin, övmesinin, yermesinin, vesâiresinin bir mantığı yoktur…
Konuşulamaz, düşünülemez bile bu…
Bu çocuk işi bile değildir…
Onun için biz buradaki kardeşlerimizin, benim söylediklerim şeklinde değil, onların söyledikleri benimkinden çok daha kıymetli ve değerlidir…
İnşâallah bir müddet sonra herkes fikirlerini söyler…
Birbirimizi el ele tutarak elektrik direkleri gibi Keban’a bağlanırız…
Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm Efendimizin nurunu kendisinden bizzât alırız inşâallahurRahmân…
Bu bir yaşanan bir şeydir…
Bu yalan değildir hâşa…
Hayal değildir hâşa…
Ben şu anda sizle elektrikle konuşmaktayım…
Makinem çalışmakta, ışığım var…
Çünkü ben Keban’a bağlıyım…
Çünkü sen Keban’a bağlısın…
Bunu çok iyi anlamak lâzım…
Bu bir üstünlük değildir, alçaklık değildir…
Bu normal hâldir…
Bunun dışında oluşlar, fazlalıklar ve eksiklikler yanlıştır…
İfrat ve Tefrit yanlıştır…
Maksimum – Minimum yanlıştır…
İ’tidal ve Optimum doğrudur…
SIDKla ADL yolu doğrudur…
Sırat-ı müstakim doğrudur…
Bunun dışındaki fazlalıklar ve eksiklikler yanlıştır…


(2. SOHBET DEVAM EDECEK İNŞÂALLAH)
Resim
786

Mesaj gönderen 786 »

ÇOK DEĞERLİ ANKAKUŞU KARDEŞİMİZ, ALLAH CC SİZLERDEN RAZI OLSUN Kİ MUHTEREM LATİF HOCAMIZIN BULUNMADIĞIMIZ BİR SOHBETİNİ YAZIYA DÖKEREK BİZLERE SUNDUĞUNUZ İÇİN.
BİZCE BU SOHBETİ OKUYAN KARDEŞLERİMİZ GENİŞ ZAMANLARINDA VE KAFALARI DAĞINIK DEĞİLKEN EN AZ ÜÇ DEFA OKUMALIDIRLAR VE ANLAMADIKLARI YADA ANLAYAMADIKLARI BAZI YERLER OLABİLİRSE Kİ BUDA ÇOK NORMALDİR, BİZLER İÇİN HER ZAMAN SİTEMİZDE HER YÖNDEN HAZIR OLAN ÇOK DEĞERLİ MUHTEREM HOCAMIZA SORABİLİRLER İNŞAALLAH.
LATİF HOCAM O KADAR ÇOK ÖNEMLİ KONUYA NE KADAR GÜZEL YAKLAŞMIŞSINIZ Kİ ELHAMDÜLİLLAH.
ALLAH CC SİZLERE HUZURLU VE NURLU UZUN ÖMÜRLER VERSİN Kİ BİZLERDE BİRLİKTE ÇOKÇA HAKK YOLDA NASİBLENENLERDEN VE KENDİ HİDAYETİMİZLE BİRLİKTE BAŞKALARINIDA ŞU İÇİNDE YAŞADIĞIMIZ AHİR ZAMANDA İSLAMİ YÖNDEN FAYDALI OLABİLELİM İNŞAALLAH.

EN GÜZEL MUHAMMEDİ DUALARIMIZLA...
786

(DEĞERLİ MUHTEREM LATİF HOCAM, MÜKEMMELİN ÜSTÜNDE MÜKEMMEL BİR MUHAMMEDİ SOHBET OLMUŞ Kİ "LA İLAHE İLLALLAH, MUHAMMEDUR RASULALLAH, ALİ VELİYULLAH.)
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

Çok değerli kardeşimiz,
Güzel övgüleriniz için teşekkür ederim bunlar sizin güzel görüşleriniz.
Ama ana bir gerçek var ki, Muhammedi şuurdan nasib alanlar, Muhammedinurda hizmet ederler ki;

Hizmet ile dest-i kemâl
Himmet ile dest-i cemâl
bulalar ve âhirleri berhüdâr ola..

Siz ve sizin gibi çok kıymetli kardeşlerimiz canlı ve devamlı örnekler Hamd olsun Rabbımıza..

Bildiğiniz gibi çok sınırlı bir sayıda genç kardeşlerimizle haftada bir gece İlahi İlim ve Muhammedi Edebin Öğretim ve Eğitiminde fikir alış verişinde bulunmaktayız.
Teamspeak sistemini sitemize kazandıran sevgili Gökhan ve Ahmet yeğenlerim ile, yoğun işlerine rağmen konuşmalarımı yazarak foruma taşıyan ankakuşu yeğenime teşekkür ve dualar ederim.

BİZ BİRiz ve bu yolda birbirimizin hizmetçileriyiz inşaallah..

Muhammedi Muhabbetlerimle..
Resim
786

Mesaj gönderen 786 »

DEĞERLİ LATİF HOCAM, EMEĞİ GEÇEN SİZ VE SEVDİĞİMİZ DİĞER KARDEŞLERİMİZDEN DE ALLAH CC RAZI OLSUN İNŞAALLAH.

O GÜZEL VE ÖZEL DUALARINIZ İCİNDE ÂMİN


Bismillâhirrahmânirrahim.

Âmin! Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ Seyyidinâ Muhammedin Abdike ve Nebîyyike, ve Rasülûke ve Nebîyyi’l-Ümmiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi, vessahbihi ve ümmetihi... Âmin!
Yâ Latîf!
Yâ Kerîm!
Yâ Rahîm!
Yâ Vedûd! (cc)…
Âmin! Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ Seyyidinâ Muhammedin Abdike ve Nebîyyike, ve Rasülûke ve Nebîyyi’l-Ümmiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi, vessahbihi ve ümmetihi... Âmin!

Elhamdülillahirabbilâlemin...
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

08 MART 2008 SOHBETİNİN DEVAMI...


Bir gün Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Sahabe-i Güzin’in ikiye ayrıldığını görüyor…
Yada üçe ayrıldığını görüyor…
Onların konuşmalarını dinliyor, devam edin diye işaret ediyor, çünkü…
Konu çok önemli değil ama bir kısmı ifratta bir kısmı da tefritte…
Yani birisi “çok fazla!” diyor, birisi de “hiç yok!” diyor…
İşte bu kargaşa içerisinde iken Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem durduruyor…
Kumu düzeltiyor…
Sonra asa ile ortaya bir çizgi çiziyor…
“Benim ve benim ashabımın yolu budur. Başında Allah vardır.”
Sonra sağ tarafa çiziyor…
Birkaç tane böyle paralel çizgiler çiziyor…
“Bunların başlarında şeytan vardır.”
Sol tarafa da çiziyor…
“Bunların başında da şeytan vardır.”

Bu hadis bir başka kaynakta:
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) kumu düzleyip asası ile ortaya bir dikey çizgi çizdi ve: “Bu ALLAH’ın yoludur.” buyurdu. Sonra, o çizginin sağına ve soluna başka çizgiler çizdi ve: “Bunlar yollardır ve her yolun başında oraya çağrıda bulanan bir şeytân vardır!” buyurdu. Sonra da şu âyeti okudu: "Şüphesiz bu Benim dostoğru yolumdur. Bana uyun. (Başka) yollara uymayın. Zirâ o yollar sizi ALLAH’ın yolundan ayırır. İşte sakınmazın için ALLAH size bunları emretti." (En’âm 6/153)
(İbni Kesir, 2/190)


Bu şu demek gibidir:
“Bunlar benden daha çok dini savunurlar kendilerince. Başlarında şeytan vardır.”
Soldakilere de diyor ki:
“Bunlarda benim dinimi hafife alırlar. Başlarında şeytan vardır. Benimki bir tanedir, ortadır. Allah’a gider ve Sırat-ı Müstakimdir.”

Yani burda Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’in buyurduğu şey şu kardeşlerim…
Basit, rahat, herkesin yapabileceği, mutlaka başaracağı orta yolda yürümek…
Ne içinden çıkılmaz bir bilmece bulmaca düzenine sokmak…
Ne de yokmuş gibi böyle olsa da olur, olmasa da olur gibi değil…
Onun için Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizin yolu harikadır…
Mükemmeldir, mubârektir, muhteşemdir, muazzamdır…
İşte bunu, bu girişi şu nedenle yapmak ihtiyacını hissettim…
Yani olur ki kardeşlerimiz derler ki: “Biz hep aynı konuları işliyoruz!”
Aynı konuları işlemiyoruz…
Ana konuları mutlaka çözmemiz lâzım…
Yani dört kelimeyle Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’i bildik mi?.. Bildik efendim…
Bulduk mu?.. Bulduk…
Olduk mu?.. Olduk…
Ohhh!.. Bitti o zaman demek ki yani, iş bitti yani…
Halbuki şöyleydi…
İşin hakikatı Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizi BİLmek, BULmak, gerçekten Muhammedi şuûr içinde OLmak ve YAŞAmak seksen senelik bir ömrün sonunda, ben Şahlardan duymuşum ki ve Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’in kendi hadisinde de görmüşüm ki; “Vallahi, beni size Peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki yarın bana ne yapacak bilmiyorum”
Peygamber Aleyhi’s-selâm’ın buyurduğudur bu…
“Beni size Peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki bana ne yapacak bilmiyorum. Umarım ki Rahmetine gark eder.”

Kaynak mı?
Buharîdeki;

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem); Ümmü A’lâ (radiyallahu anhu)’nun, Osman İbni Maz’un’un ölümünden sonra onu tezkiye için söylediği: “ALLAH (bu imânlı, tâatli kuluna ikrâm etmez de) ya kime ikrâm eder?” demesi üzerine Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “ALLAH’a yemin ederim ki Ben ALLAH’ın bir peygamberi iken, Bana (ve size yarın) ALLAH tarafından ne muamele yapılacağını bilemem!” buyurdu.
(Buhârî, Cenâiz 3, Tâbir 13)

Bu, bu kadar hassas, bu kadar çok önemli bir konudur…
Onun için biz neden ibadet ederiz, inanırız, niye ibadet ederiz, niye bu kadar zahmetlere gireriz, niye yaşarız?..
Bir kelime için…
O nedir?..
“Eşhedü en lâ ilâhe illallah eşhedü enne Muhammeder Rasûlullah” için…
Bütün iman, ibadet, itaat, irfan, ikan, ihsan, ne geliyorsa aklımıza bu kadar nimetler, bu kadar eşyalar, bu kadar varlıklar, bu oyunlar, bu düzenler, cennetler, cehennemler vs.ler bu düzenin kuruluş sebebi tektir…
“Eşhedü en lâ ilâhe illallah”tır…
Kolay o zaman…
Eee kolay değil!…
“Muhammeder Rasûlullah” gibi söylemek üzere böyledir…
Bu sözü söyleyen “Muhammeder Rasûlullah”tır…
Allah’ın Rasûlü olan Muhammed Aleyhi’s-selâm’dır…
“Ee biz de söyleriz!”
Biz de söylersek, O’nu İmam-ı Mutlak bilelim, bulalım da geçelim arkasına “Allahu Ekber!” diyelim.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem de: “Lâ ilâhe illâllah” desin. Biz de: “Muhammeder Rasûlullah” olarak yani şâhidi olalım, buyurun!..
Kendi başına insan patır-çatır, işte böyle patır-çatır olursa dünya alt üst olur ne İslam kalııııır, ne şu kalır, ne bu kalır ve rezalet olur…
Onun için bizim öğretim ve eğitim sistemimizde büyüklerimizin yolu izlenmektedir…
Biz ne büyüğüz, ne küçüğüz…
Ben kendim için söylüyorum açık seçik Kervan Kıtmıriyiz, ıslık çalınan yere gideriz, orda hizmet ederiz…
Şerefle ederiz, hiç de bundan bir derdimiz de olmaz…
Yeter ki yapalım yani, yeter ki insanlara hizmet edelim, Peygamber Aleyhi’s-selâm hoşnut olsun, Allahü zü’l-Celâl razı olsun, Allah da bizi bırakmasın, şeytana yem etmesin!
Bu düşünce içerisinde iş…
Aslı astarı bu…
Bunu böyle bilelim!..

Bir başka istirhamım…
Kimin içerisinde sohbetle ilgili, herhangi bir şeyle ilgili bir soru olursa, bana söylerse çâre bulmaya çalışırım…
Bende kalması istenirse Allah’ın izni ve inayetiyle bende kalır…
Çünkü bu yol böyle bir yoldur…
Sadakat yoludur…
SÂDIK olacak, sadakatinde SAMİMİ olacak…
İhlas sahibi olacak…
Eee bitti mi?..
Hayır!..
Bunlara SABRedecek…
Bunları kaybetmemeye sabredecek…
Sonra ne olacak…
Sonra SELÂMETe erecek…
İşte Şeriat, Tarikat, Marifet, Hakikat budur…
Yoksa bir boş laflar yığını olur…
“Çayda içtik, kahvede içtik, şunu içtik vs…”
Ne çay var, ne kahve var!…
Eser bile yok…
Konuşuyor: “yazdık, içtik” diye…
Boş!..
Boş bardakları ağzına getiriyor-götüryor…
Çay nedir?..
İçtiğinizdir!..
Bütün hücrelerinize girendir…
Sonra vücudunuzda;
Isı olandır…
Her şey olandır…
Ruhu yaşatandır daha doğrusu…
Ruhun var oluşuna sebep olandır…
Ruhun kabını diri tutandır…
Hayy olandır…
Gerisi leştir…
Yaşayan leştir…
Bunun için bu sorularımızı vesairelerimizi çeşitli şekillerde birbirimize iletelim…
Ömrümüz olur Allah’ın izniyle zaman elverir daha inşâallah Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem bize yardımcı olursa…
Olacaktır, “olursa” diye bu sözüm yanlış benim özür dilerim.
İnşâallah demeliydim…
Çünkü olumsuz konuşmakta yasaktır…
Büyüklerimiz bakın: “lambayı söndür!” diye bir kelime kullanılmazdı…
“Lambayı dinlendir!..”
“Yak!” diye ağır bir kelime de kullanılmazdı…
“Canlandır!..”
“Lambayı canlandır…”

Çünkü edebdir bu…
“Allahü zü’l-Celâl izin verirse” yanlış bir kelimedir…
“İnşâallah… Allahın izni ile…”
“Şöyle yaparsa” şart koşar gibi…
Hayır “İnşâallah böyle yapacaktır…”
“Maşallah Allah ile de böyle olacaktır…”
“Allah ile olsun…”
gibi…
Bu güzellikler hep Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’in güzellikleridir…
Sorularımız olursa soralım…
Bir de sohbetler uzun sürdüğü için hem dinlemek açısından, her bakımdan zor olmaktadır…
Kardeşlerimizin katılımları açıkça olmalıdır…
Sorular sormalıyız, konuşabilmeliyiz, fikirlerimizi söyleyebilmeliyiz..
Ben konuyu bu girişten sonra çabukça geçmeye çalışacağım, ondan sonrada karşılıklı sorularımızla falan birbirimizi destekleriz…
Burası bir çet(chat) salonu değildir…
Çet salonu, çetleşme salonu değildir…
Ya da ne bileyim burada böyle insanlar oturmuş konuşuyorlar değildir…
Burası inşâallah Rasûlullah Sallallahu aleyhi vessellem Efendimizin sayesinde, Allah Dostlarının himmetiyle İlahi İlmi, Muhammedi Edebi birbirimize Allah rızası için, kardeşçe, hizmetçi olarak, hepimiz birbirimizin hizmetçileri olarak Rasûlullah Sallallahu aleyhi vessellem Efendimizin elektrik direklerini yetiştirme açısından…

Ee biz gidersek ne olacak, bitecek mi bu iş yani?..
Kalacak mı?..
Hayır!..
Kalmayacak!..
Ne bileyim ben Halim yürütecek, Burak yürütecek, Ferhat yürütecek, Gökhan yürütecek, birileri yürütecek…
Rasûlullah Sallallahu aleyhi vessellem Efendimizin adamları bitecek değil yaaa…
Bir başkası çıkacak…
Allah adına, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vessellem’in hesabına, şerefine yürütecekler olacaktır…
Mutlaka olacaktır…
Burada olmasa da başka bir yerde olacaktır…
Ama inşâallah burada da olacaktır…
Çünkü arzumuz bu…
Bunun da bilinmesini doğrusu isterim…
Ben kendi açımdan…
Çünkü başka türlü düşünmemiz yanlıştır…

Bugün “konu yazalım” dendi…
Hani konu yazmak da düşünmek lâzım yani, hep yüzlerce insan okuduğunda ne olur?..
Biz böylemi yapmalıyız, nasıl yapmalıyız, neyi ne yapmalıyız ya da oraya yazmamızın mahsuru yokta yazmalı mıyız…
Ama ben bir şey yazdım oraya…
Taklidî İman ve Tahkikî İman …
Bu çok önemli bir şey…
Taklidî İman; bir insanın çevresinden duyduğu ve kendisinin okuduğu ana bilgilere dayanan imandır…
Bunun sağlamlığı, güncel hayatta kullanılır, sağlamlığı her zaman şüphelidir…
Birisinden duyduğuna göre, bir şey dediğine göre hareket eder…
Temeli var mıdır, yok mudur?..
Hele bu eskiden, bundan diyelim ki 30-40 sene önce rahmetli Hacı Osman Efendi derdi:
“Ah oğul ah!.. Bizim zamanımızda kitap mı vardı?.. Aksaray’ın zenginlerinde vardı.” diyor.
“Gidip istediğimizde ise: “Sen anlamazsın!” derlerdi..” diyor.
“Vermezlerdi!..”
Bugün öyle bir sorun yok.
Bugün çocuk bile Kur’ân-ı Kerîm mealleri elinde okuyabiliyor.
Bugün İLİM ortadadır…
Eksik olan EDEBdir…
İşte bunu birlikte el ele inşâallah, Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimize ulaşarak, kendimizi irşad ederek değil…
Bir su taşıyarak değil…
Bir suyun kaynağından su getirerek inşâallah çeşme hâlinde akıtarak…
Her gelen içsin diye akıtarak ama…
Ayırmadan, gayırmadan…
Heeeerkes… herkes…
Gelsin, yıkansın, içsin, kullansın, temizlensin, bütün kirini, pasını bıraksın.
BİZim SU ise kirlenmez, kanatlanır gökyüzündeki buluta yine karışır…
Çünkü Muhammedidir…
Başka amacı yoktur, gayesi yoktur, maksadı yoktur, Allahü zü’l-Celâl’in şâhididir…
Böyle ise mesele yok, değilse zaten vah ki ne vah!…
Ona hiçbir şey söylemeye, hiçbir şey söylemeye gerek yok!…
Taklidî İman alışkanlıklara sebep olur…
Bildiklerini doğru kabul eder…
Bu insan kısmen at gözlüğü takmış gibi burnunun doğrultusun gider.
Bugün toplumumuzda binlercesi vardır…
Binlerce görmekteyiz…
Çünkü!..
Zaten hacca gitmez yani düşmemiştir veyahutta, zekat yoktur, namaz kılmamaktadır, efendim oruç işte ya tutuyor ya tutmuyor gibi, Kelime-i Şehadetin ne olduğunu bilmemektedir, ismi cismi müslümandır, söylerseniz sizi dövebilir hatta vesaire vesaire ama binlerce insan görebilirsiniz böyle…
Yaşları 50, 60, 40, 30, 20 binlerce Müslüman gözüken insan taklid içerisinde kendisini basit şeylerle oyalar, bir ömür geçer…
Bunun sonu iyi değildir…
Onun için zaten Taklidî İmandan Tahkikî İmana, hakiki imana geçmek için yollar bulmamız lazım…
Bu alışkanlıklardan kurtulmak da çok zordur…
Çünkü bunlar kemikleşir, ahlâka tesir eder…
Merhametsiz, muhabbetsiz, hasbi hizmetsiz ve hakikatsız insanlar yığını gelir…
Toplumda merhamet kalkar…
Devlette adalet kalkar…
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizin buyurduğu gibi kıyamet kopmuş gibi olur…
İşte o zaman kopmuş demektir…

Bir Perşembe akşamı buraya İstanbul’dan Deli Hüseyin geldi…
Allah Dostlarının içinde öyle anılır onlar…
Derbentli Deli Hasan…
Ne biliyim ben, Nurşili Deli Hüseyin…
Efendim, Aniften Sülisi, Deli Sülisi falan gibi ama öyle değildir…
Öyle konuşmaktalar, kendileri de öyle demektedirler…
Fakaaaaat!..
Cuma akşamı da geri döndü, biz başka yere gitmiştik, Korkuteli’nde idik görüşememiştik.
Ama Perşembe akşamı görüştüğümüzde:
“İstanbul’da ne yapıyorsunuz siz?..Ne iş yaparsınız?.. Şimdi acele gitmenin derdi neymiş?..” dedim…
“Efendim biz orda gece akşam oldumu sabaha kadar ekmekleri topluyoruz çöplerden denizdeki balıklara döküyoruz…”
“İnsanları doyurdunuz da mı balıklara döküyorsunuz?..” dedim…
“Hayır efendim bizim işimiz o değil!..”
“Ne sizin işiniz?..” dedim…
“Bizim işimiz şu ki; insanlar Allah’ın nimetini bir sürü aç, yetim, dul, biçâre insanlar varken keyiflerince yaşadıkları yerlerden çöp sepetlerine dolduruyorlar. Allah, rahmeti kesecek diye, kesmesin rahmetini bebekler var, şunlar var, bunlar var kesmesin rahmeti diye biz de onların bu pisliklerini temizlemek için Allah’ın nimetlerini çöp sepetlerinden topluyoruz, denize döküyoruz balıklar yesin de Allah rahmet yağdırsın. Yoksa bunlar susuzluktan geberecek diye.” dedi..
“Yaaa! dedim bizim Antalya’ya günlerce yağmurlar yağardı kırk ikindi yağmurları yağardı, artık yağmıyor, bizim buraya biraz emekçi gönderseniz ya siz!…” dedim…
“Hiç yağmur yağmıyor Antalya’ya, yağmıyor ne zamandan beri…
Dağlarda bitkiler kurudu…
Dağ hayvanları, çekirgeler vesaireler yok olup gidiyor susuzluktan, bir gram su kalmadı çünkü…
Bizim Antalya ya da ekmekçi gönderseniz şu çöplerdeki, turistik otellerdeki ekmekleri denize dökseler de bizim bura yağmursuz kaldı gidiyor yani yanıyor!..”
dedim…

Bakın Deli’lerin işine bakın siz…
BİZim Deli’lerin işine bakın…
İşte toplum öyle nankör, öyle hayin, öyle zalim bir yola girdi mi kendi belasını kendi başına ateş yağdırır gibi yağdırır…
Allahü zü’l-Celâl işinin başında…
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem işinin başında…
Kanunlar ilk günkü kanunlar…
İlk günkü kanunlar…
Her şey ilk günkü şekliyle durmaktadır…
Hiçbir şey değişmez…
Değişen insanın düşünceleridir, fikirleridir, o da başına ya dert-felaket getirir ya saadet getirir…
İşte alışkanlık hale gelmiş olan inançlar, ahlâklar, huylar bütün Taklidî İmanın eseridir…
Tahkikî İmanda bu eksik ve yanlışlar terk edilir çünkü…
Tahkikî İmanda terk edilir…
“Yalan hainlikmiş!” dedi mi terk eder Tahkikî İmanda …
Taklidî İmanda terk edemez…
Çünkü Taklidî İmanda onlar o kimsenin beden parçası gibidir…
Protezdir yani…
Takma dişi gibidir…
Kendisine kabul etmiştir o onu, kendisinin malı gibi olur…
“Benim huyum böyle” diyor...
Fatmaana da diyor ki: “huyu çıksın!” diyor…
Şimdi yanımda da doğru söylüyor, huyu çıksın tabi…
Bu huy İblisin Huyu, senin nasıl huyun oluyor bu?..
Nasıl huy oluyormuş böyle bu?..
Böyle huy mu olur?..
“Alışkanlık olmuş”
Ne alışkanlığı olmuş?..
İyi şeylerden alışkanlık olur…
Bu pislikleri terk etmen gerekiyor…
Yani bir insan bir verem mikrobunu hasbelkader aldı diye o mikrobu besleyip-büyütüp bütün ciğerlerini peşkeş çekmek zorunda mı yani?…
Hayır!..
Böyle bir şey asla yok!..
Onun için Taklidî İmandan Tahkikî İmana geçmemiz mutlaka şarttır…
Allahü zü’l-Celâl celle celalihu âyetlerinde açıkça buyurur…
“Kim zerre miktarı hayr yapmışsa onu görür.” (Zilzâl 99/7)
“Her kim de zerre kadar bir şer işlerse onu görecektir.” (Zilzâl 99/8)

“(Doğrusu) RABB’iniz tarafından size basîretler (mânâyı idrak kabiliyetleri ve melekeleri) verilmiştir. Artık kim (hakkı ve hayrı) görürse kendi lehine, kim de a’mâlık yaparsa, körlüğü seçerse (o, da) kendi âleyhine (zararına) dır. Ben üzerinize bekçi (muhafız) değilim!...” (En’âm 6/104)

Bu âyetin son kısmıyla ALLAHÜ ZܒL-CELÂL, kulunu aklıyla başbaşa bırakıp “Gerekli âleti, edevâtı, aklı, fikri verdim.
Maddeyi basarınla, mânâyı basîretinle görecek şekilde donattım... Seçeneğini yap; hayrı seçersen lehine, şerri seçersen aleyhine, kararını ver ve uygula!...
Seçtiğin seçeneğini halkedeceğim, sonuç sanadır!...” buyurur gibi anlıyorum....
Basar; deveyi delikten geçiremezken, basîret; değil deveyi, buz dağlarını delikten geçirebiliyor...
Mesele şuûr, şuûr, yine şuûr... ALLAHÜ ZܒL-CELÂL ümmet-i Muhammedî islâh etsin, iflâh etsin, şuûr versin, hakkı ve hayrı kalblerimize ilhâm etsin, uygulamamızda mûinimiz olsun.
Sonunda hüsn-i hatimeyle tevhid ehli, Muhammedîlerinden kılsın! Âmin...

Hakk’ın şerre rızası yoktur, hayra rızası-emri vardır.
Başka Ayet-i Kerimelerde:
“Hayır Bendendir, şer sizdendir, nefsinizdendir.”
Buna sebep?..
Sizin tercihinizdendir…
Çünkü Allahü zü’l-Celâl, şerri insan tercih ettiği zaman yaratır…
Çünkü rızası yoktur…
İmtihanda yanlış olandır…
“Yapma! Yaparsan şöyle olur. Yeminle böyle olur. Hele hele böyle olur” der gibi buyrulmuştur…
Ama insan illa şerri tercih etmişse, imtihanda “ben bunu kullanacağım” demişse Allahü zü’l-Celâl onu yaratır, başınada geçirir…
Ne demek?..
Şu demek!..
Yeni bir çocuğunuz doğdu, ben balkona koyayım, dışarıda eksi yirmi derece var:
“Rahman ve Rahim Allah celle celalihu dondurmasın”…
Bu bizzat duymuşumdur kulaklarımla ben…
Burda ne var?..
Şu var!..
Burda şu var!..
Allahü zü’l-Celâl Rahmân ve Rahîmdir…
Yedi kattan düşen çocuğu korumuştur, korurda...
Fakaaaat!..
Bu çocuğu balkona koyarsan orda dondurtur, merhametsizlikten ebedi cehenneme seni sokar…
Neden?..
Çünkü bu Sünnetullah ilan edilmiştir…
Kanunları, yasaları, maddi-manevi hepsi Allah’ındır…
Hepsi Allah’ındır…
Allah’ın dışında haşa değildir…
Fiziki kanunlarda Allah’ın kanudur, ötekiler de Allah’ın kanunudur, hepsi Allah’ın kanunudur…
İnsanlar da böyledir…
Yani bu, bir Ressam resim yapıyor, resmin içinde ne varsa hep Ressam’a aittir…
Bunun öyle ya da böyle olması bir şey değiştirmez…
İşte burda bizim dikkat edeceğimiz şey alışkanlıkları gözden geçirmemiz lazım…
Gerek imanda, ibadette, itaatta, irfanda olsun…
İnançtaki Taklidî İmanlar daha önceki doğru ya da yanlış bilgilerden oluşmuştur.
Tuzla buzun üzerine bina yapan ilk rahmette felaket bulur…
Tuz madeninin üzerine, buz dağının üzerine bina kuranlar bir gün ilk rahmette yerle bir olur, felaketle başlarında yerler yani…

Ne demek buzla tuz?..
Yalanla haram üzerine bina kuranlar…
Haaaaa!..
O zaman, boğazdan girene ve çıkana dikkat etmek gerekiyor…
Boğazdan haramı sokmamak ve yalanı çıkarmamak gerekiyor…
Boğaz böyle önemli boğaz yani…
Girenle çıkanda Sadakat, Samimiyet, Sabır ve Selamet Şartı aranıyor…
Öyle bir gümrükçü, öyle bir muafız koymak lazım…
İşte insan kafasındaki beş delik…
Meşhur yedi deliğin beşi kafadadır…
Onun için yüze vurulamaz…
Allahü zü’l-Celâl’in Esmalarının belki yüzde doksanı kafada tecelli eder…
Yani yüzde doksanı bilemiyorum da, aramak, bakmak lazım fakat çoğu kafadadır yani…
Onun için yüze vurulmaz, yüze sövülmez, yüze tükürülmez…
Yüz Allahü zü’l-Celâl’in pek çok yüksek Sıfatlarının, Esmalarının tecelli yeridir…
Bunlardan ikisi gözdür…
Basardır…
Sırr BİLEliğidir basar…
Bakmak değildir…
Karşıdakini görmektir, karşıdakini anlamaktır…
Yani Sırrınla BİR olmaktır…
İkisi kulaktır..
Gözden daha önemlisi semi’dir…
Semi’ can özündeki Muhammedi oluş şuuruna sahipliktir…
Onu duyuştur yani…
Tam duyuştur daha doğrusu…
Kalbin duyuşudur…
Bu da çok önemlidir ve iki tanedir…
Madde ve Mânâda duyuşları, görüşleri…
Ne gariptir ki ağız bir deliktir…
Beşinci delik ağızdır…
Bir de burun vardır…
Burunda ağız deliğinin içindedir…
Ağız, dili vardır esas…
Lisan vardır yani…
Lisan Nun Sırrı ile oluştur…
Yani Allah’ın Nurullah Sırrıyla oluşu esas alır dil, çok önemlidir…
En önemlisidir…
Koku da burdadır…
Yani en iğrenç kokuyla çıkan sözler, cennet kokusuyla çıkan sözler aynı dil içindir…
Padişah demiş: “En güzel yemeği kim yaparsa ona şu kadar altın veririm, en berbat yemeği kim yaparsa ona şu kadar altın veririm, ikisini birden yapıp gelene de iki katını veririm.”
Diye bir yarışma açmış…
Bizim Hakk Erenler de demişler:
“Biriniz gidin şu yemeği yapında biraz yetime, fakire, fukaraya nafaka çıksın yani, yapın gelin.”
Görevlendirmişler aşçıları kimse…
O: “Ben hallederim bu işi. Siz bana iki tas bulun kapaklı ben bu parayı alır gelirim.”
Buyur…
Herkes yapmış mantısı, böreğini, ötesini, bötesini mis gibi yemek kokuları içerisinde bir sergi halinde açmışlar, bizimkinin elinde iki tane bardak gibi şey, tas…
Herkes de gülüyor tabi: “Bu ne biçim iş böyle adamcağız elinde bir şey yok!” diye…
“Sen ne yaptın?..”
“Börek yaptım, sarma yaptım, öteyi yaptım, böte yaptım.”
“Baba sen ne yaptın?”
“Efendim biz sözü öze düşürdük getirdik.”
“Nedir?”
“Efendim dünyanın en berbat olan yemeği DİLdir. Bundan daha berbat bir şey olamaz. Dünyanın en güzel yemeği de DİLdir efendim. En acısı, en tatlısı DİLdi efendim, tatlı olanda DİLdir, tatsız olanda DİLdirr, zehir zıkkım olanda DİLdir, bal şeker olanda DİLdir Efendim…”
Haaaa!..
İşte bu DİLdir!..

Artı bunun üstünde bizim gibi Kervan Köpeği olanların maharetlerinden birisidir, burun vardır…
Kur’ân-ı Kerîm de koku yoktur…
Rüyada koku yoktur…
Hiç kimse rüyada ben kokladım diyemez…
Münir Derman Hazretlerini okuyanlar bilirler…
Nerde vardır koku?..
Koku ayrı bir özelliktir…
Ayrı bir özelliktir…
Gerçek Allah Dostu bir kere içine çekse Almanya’dakinin kokusunu burdan hisseder…
Eğer yürek o yürekse, burun o burunsa…
Gerçek bir Allah Dostu beşyüz kilometredekinin sesini duysa senin kokusundan içindekini anlar…
Ses kokar demek istiyorum…
Sesin içindeki mânâ kokar…
İşte burun böyle garip bir şeydir…
Bir şeye yaramıyor gibi gözükür…
Fakat yarar!..
İşte Tahkikî İmana geçildiğinde bürün bunlar düzene girer…
Kargaşadan, bilinmezlikten, olurmu-olmazlıktan, şundan bundan kalkar bunların yerine doğru dürüst sanki bir, ne biliyim ben bu işin çok ustası bir doktora gidilmiş, gerçekten çekap yaptırılmış, problemler ortaya çıkmış, program yapılmış.
“Şöyle yaparsak böyle olacak” yani hiçbir sorun kalmamış…
Neticede hastaysa hastayız, bunu çözüyoruz… bunu bulacağız edeceğiz olmuş…
Hayal, acaba olacak mı falan kalmamış..
Taklidden kurtulmuş, hakikata dönmüş bir iman şekli çok önemlidir…
Bunun üzerine, böyle bir imanın üzerine ibadetler oturulur…
Aksi taktirde toplumumuzda olduğu gibi, yada İslam aleminin çökmesine sebep olduğu gibi herkes çok dindar gözükür, hatta çok camiler yaptırır, kurslar açar, öte böte yapar ama arkasından sömürüye geçer, arkasından yetim hakkı dinlemez, devlet hakkı bilmez, kimin malını yiyor, kimden alıp kimden çalıyor, kimi kırıyor, kimi vuruyor… hiç… hiç umurunda bile olmadan önüne geleni alır indirir…
Çünkü…
Ve bütün bunlara da kapatabilmek için böyle insanları o yönde yok edebilmek için kılıfına uydurur…


(2. SOHBET DEVAM EDECEK İNŞAALLAH)
Resim
786

Mesaj gönderen 786 »

ÖNCELİKLE HAYIRLI CUMALAR İNŞAALLAH.

ANKAKUSU KARDEŞİMİZ ALLAH CC RAZI VE HOŞNUT OLSUN BU GÜZEL EMEKLERİNİZDEN DOLAYI SİZLERDEN. EVET MUHTEREM LATİF HOCAMIZIN SÖYLEDİĞİ GİBİ: YETER Kİ İNSANLARA HİZMET EDELİM, PEYGAMBER ALEYHİ'S-SELAM HOŞNUT OLSUN, ALLAHU ZÜ'L-CELAL RAZI OLSUN, ALLAH CC DA BİZİ BIRAKMASIN, ŞEYTANA YEM ETMESİN İNŞAALLAH.
SİZ SİZE EMANET KARDEŞLERİM.
ALLAH CC YAR VE YARDIMCIMIZ OLSUN AMİN İNŞAALLAH...
786
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

Değerli abiciğim Cenab-ı Hakk hepimizden razı olur inşaallah...
Acizane tek sermayemiz olan
SADAKAT ve SAMİMİYETimiz ile elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz...
Rabbim hizmetlerimizi hasbi ve habibi hizmetlerden eylesin ve kabul buyursun inşaallah.

BİZim için Muhammedinur yolunda hizmetçilik şereftir...
İnşaallah
"Hizmet ile dest-i kemal" buluruz...
Muhammedi muhabbetler.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1113
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur_umim »

Allahuzülcelâl;
Zât-i Âlisinin
Kur'ân-ı Kerimin
Resûlullah (sav) in
Ehl-i Beyt (as) ın
Hakk Erenlerin ve,
İNSAN olarak var edilip nimetler bahşedilen,
hesaba çekilip cennetlere girmesi emredilen,
NEFSimizin,
Kadir ve kıymetini BİLip-BULup-OLup-Yaşamayı,
sağken nasip ve kısmet etsin!
Bu yolda HAK (cc) hatırına Halkına hizmeti seçenlerden razı olsun..
İnşâallah..
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

08 MART 2008 SOHBETİNİN DEVAMI...

Geçenki sohbette benim burada yanımda benim sohbetimi dinleyen bir genç vardı, Ali…
Tesadüfen dinliyordu yani buraya şeyde gelmişti, problemleri vardı…
Çocuk dedi ki sohbet bitince…
Bekledi ve 10’a kadar yani…
Ben şoförüm dedi bir yerde servis şoförüyüm…
“Benim çalıştığım eski patronlarım işçilerin haklarını vermedi, bir tanesi intihar etti” dedi… Çocuk…
“Bunalıma girdi intihar etti.”
“Sonra bu kimseler yirmi beş milyar liralık bağış yaptılar!” dedi…
“Hayır bağışı.”
Ama bu çocuğun sigortasını yaptırmadılar, efendim haklarını vermediler, aylarca paralarını vermediler, sonra hepimizi işten çıkardılar, ödemediler, kanuna güçleri yetti hiçbir şeyde yapamadılar…
Yani şunu demek istiyorum…
Neden geliyor bu?..
Neden geliyor?..
Hâlbuki görüntüye bir bakıyorsunuz muhteşem Müslümanlar…
Hayır, hasenat yapıyorlar, hayret ediyorsunuz, ediyorsunuz ama orda çalışan insanlar, çocukları, evleri barkları, bir sürü bu hukuklar nereye gidiyor…
Demek istiyorum ki İslam bir bütündür…
Allahü zü’l-Celâl işinin başındadır…
Allah’ın melekleri videoya almaktadır…
Omuzlarımızdaki muhafızlar bekleyip durmaktadır, yazıp çizmektedir…
Yani biz, başkaları için tıraş olup, başkaları için yürüyüp, başkaları için iş yapıp, başkaları için yaşarken varlıklar içinde kendimiz için ne yapıp yapmadığımızı kendi vicdanlarımızda açık seçik ortaya çıkarmamız lâzım…
Dostoğru yaşamamız lâzım…
Öleceksek dostoğru ölmemiz lâzım…
Yaşayacaksak da böyle…
Yani bunun, böyle karambolde bir hayat, karambolde bir inanç, karambolde bir şeyin dışına çıkıp, neyse ortaya döküp, taşını ayıklayıp pirinci bir tarafa çıkarıp adam gibi pilav yayıp kaşık sallamak lâzım…

İşte bütün bunun için tahkiki imana inşâallah geçmek lâzım…
Ve bu tahkiki imana geçişte de yine Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizin yolunu izleyeceğiz…
Neydi bu Fırka-yı Nâciyye Yolumuz?..
Geçmiş zamanlarımız için tevbelerimizi Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizin tevbelerine katmamız gerekiyordu, tek âyet vardı Kur’ân-ı Kerîm’de…

“Bil ki, Allah'tan başka ilâh yoktur. (Habibim!) Hem kendinin hem de mümin erkeklerin ve mümin kadınların günahlarının bağışlanmasını dile! Allah, gezip dolaştığınız yeri de duracağınız yeri de bilir.” (Muhammed 47/19)

“Ya Muhammed! Sen tevbe istiğfar et. Allah senin ve mü’minlerin tevbesini kabul edecektir!”
Bir tek âyettir bu…
Tek tevbe birliğine iştiraktir bu…
“Ya Rabbi ben kendi başıma bunu burda ne kadar desem de olmayacak, en iyisi Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizin tevbesinin içerisine bende gireyim. Nasıl tevbe istiğfar ettiyse, şu anda da etmektedir zaten. Ben Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizi duyayım, uyayım, O’nun tevbe namazına katılayım…”
Oraya katılan Allah Dostlarının hiç ayırmadan kayırmadan “Allahu Ekber!” diyenleri omuz omuza olduğu herkesi kardeş kabul edenler…
“Sen kimsin, nesin, iyi misin, kötü müsün, bilir misin, bilmez misin?” falan yok…
“Allahu Ekber!” dedi mi dedi…
“Nerede dedi?...”
Hiç önemli değil…
“Birinci safta mı, son safta mı?”
Kardeşim “Allahu Ekber!” dedi mi?
“Dedi!” o kadar!.
“Sadakatle, samimiyetle, sabırla Peygamber Aleyhi’s-selâm’ın arkasında mı?”
“Arkasında!”
Bitti…
Günahı varsa Allahü zü’l-Celâl Kendisi onu hesaba çekecek.
Peygamber Aleyhi’s-selâm onu açmayacak, Allah açacak, hesabı Allah görecek, Rasûlullah Efendimiz değil çünkü…
Hiç kimse değil!..
Allahü zü’l-Celâl’e Yaratanın işi bu iş, yaratılanların değil!…

Bunu hallettikten sonra gelecek için dualarımızı da,
Kendi başımıza dualarımızı da Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizin dualarına katmamız gerekir…
Duada da BİZ BİR olmalıyız, BİZ BİİİR!..
BİZden kastımız Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın arkasında olmalıyız…
BİZden kastımız Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm bir şey söyler:
O da “ALLAH!..”dır…
Çünkü Allah’ın Rasûlüdür Rasûlullah Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem!…
Başkasının Rasûlullah’ı değildir hâşâ…
Tektir…
Haktır söylediği…
Mübarek ağzından çıkan Kur’ân-ı Kerîm’dir…
Allahü zü’l-Celâl’in âyetini biz Rasûlullah Efendimizin sadece sesinden duyduk…
Kaleminden duymadık…
Onun için zaten Allah’a giden yol Allah Dostlarının yüreklerinden geçmekte…
Kalemlerinden geçmemekte…
Bunlar böyle uyduruk şeyler değildir bunlar…
Onun için Münir Derman Hazretleri şimdi henüz daha yayınlamadık yeni “Yazılmış Sırların İlki, Yazılacakların Sonu” sırlar kitabında öyle buyuruyor…
“Tasavvufun kitabı yazılmaz” diyor…
Bahsi edilir yani…
Tasavvuf yaşanan bir şeydir çünkü…
Tasavvuf bir hâldir…
Hiçbir kadın doğum yapmamış bir kadına doğumu anlatamaz…
Anlatırsa hikâye anlatır…
Ama doğum yapan bir kadın doğumu hiç anlatmasa doğumu doğum olarak bilir…
Bu böyledir…
Çünkü hayat böyledir…
Tasavvuf bir yaşam tarzıdır…
Dini yaşayışa sokuluşudur, işe yarayışıdır…
Hazmedilir hâle geliştir…
Bugünkü piyasadaki gibi bir ticaret meta’ı-malı değildir…
Tevhid Tüccarlığı değildir…
Tasavvuf Simsarlığı da değildir…
Onun için zaten hiçbir işe yaramamaktadır yaptıkları…
Davul sesi güçlü olabilir…
DOSTun sesini bastırır mı?..
BİZce bastıramaz!…
Bastıranlar zaten bastırmıştır…
Kurtulmaları için dua ederiz…
Onun için Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimiz bir tanedir…
Allahü zü’l-Celâl, Allah celle celâlihu’dur.
Rasûlullah’da Rasûlullah’dır…
Dünya yaratıldığı zaman ilk yaratılan Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’in Nurudur…
Kıyametin koptuğu gün bu âlemi terk edecek olan son nokta da Muhammed Aleyhi’s-selâm’ın Nurudur…
Her şey Ondan var olmuştur…
Ve her şey Onunla yok olur göçer bu âlemden o âleme…
Kapanır sistem…
İşte bundan dolayıdır ki, Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimiz’in dualarına iştirak çok önemlidir…

Peki yaşarken?..
Yaşarken işte zorluk burada çünkü oyun burada oynanmakta…
Tiyatro sahnesi burada…
Hesap orda görülmekte…
Eee, burada bu tiyatro oynanırken erkek elbiseleri giydirdiler tiyatroda, kadın elbiseleri giydirdiler, giydik, baba elbiseleri giydik, çeşitli isimler giydik, çeşitli cisimler resimlere büründük, çeşitli şehirlerde yaşandık, çeşitli olaylarda roller aldık ve almaya devam ediyoruz…
Biz gerçekten kral zannettik kendimizi, köle zannettik, tiyatro sahneyi çektiler “çıkarın elbiseleri!..”
“Oyun bitti-paydos!”
“Şimdi rollerinizi seyredin!..”
derken ben diyorum ki:
“Ben kraldım bu oyunda!..”
Diyorlar ki: “Ne kralı!.. sen oyunda kraldın!..”
“Ben Latif Yıldız’dım!..”
“Ne Latif Yıldız'ı kardeşim!.. oyundaydı o!..”
“Vaaaaaahhhh!.. Bende zannettim ki bunlar gerçek!..”
Onun için zaten başın derde girdi…
Ondan dolayı başımız derde girmekte…
Gerçek sanmamızdan, bu oyunu gerçek sanmamızdan…
İmkanla İmtihan oluşumuzu, hesaba çekileceğimizi ciddiye almayıştan şimdi şaşkın kaldık!..
Ellerimi benim sanmamdan…
Gözlerimi benim sanmamdan…
Sözlerimi benim sanmamdan…
Yani bu sistemdeki bu oluşlar, bu güzellikler, bu yaşananlar kiiimmm?..
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimiz’in esma zuhuru onun kendi üzerinde olmaktadır…
Yani rızalarımızı da Peygamber Aleyhissalâtü vesselâm’ın rızalarına uydurmamız lâzım…
Yaşarken…
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem olsaydı bundan razı olur muydu?..
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem olsaydı şimdi ne yapmamızı isterdi?..
Bu olay karşısında nasıl bir şey yapmamı isterdi?..
Ölçü bu olursa rıza Peygamber Aleyhissalâtü vesselâm’ın rızası olur…
Allahü zü’l-Celâl’in rızası açık seçik Muhammed Aleyhi’s-selâm’ın rızasındadır…
Çünkü Allahü zü’l-Celâl insan değildir hâşâ…
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Abdullah Aleyhi’s-selâm olarak insandır…
Beşerdir yani…
Senin benim gibidir…
Acıkmıştır, tuvalete gitmiştir, dövülmüştür, övülmüştür, her şey olmuştur…
Onun rızası bizim rızamıza uygundur…
Allahü zü’l-Celâl’in rızası ile bizim rızamızın ne şeyi var?..
Kendine aittir…
Allahü zü’l-Celâl görücüdür, görür, Basirdir.
Bu benim görmem gibi midir?
Hâşâ…
Kelime bakımından öyle konuşuyoruz…
Duyucudur Allahü zü’l-Celâl, duyar da benim gibi senin gibi mi duyar?..
Hayır efendim!..
Kendisinin Zâtî Duyuculuğu, kelimeyi aynı kullanıyoruz…
Başka nasıl kullanalım ki?..
Kelime bakımından kullanıyoruz yoksa benim kulağım gibi hâşâ kulağı var duyar anlamında değildir…
İşte bu rızalarda böyledir…
Allahü zü’l-Celâl’in rızası Kendisinindir…
Ama bizim rızamızın bize ulaştığı en güzel muhteşemlik kesinlikle Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizdir…

İşte bu geçmiş için TEVBEde, gelecek için DUAda, şuan yaşarken RIZAda Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizle buluşanlar hakikatta nerde buluşmuş olurlar?...
Hakikatta şahadette buluşmuş olurlar…
Çünkü “ben geçmişe pişmanım, bilerek bilmeyerek yaptım, isteyerek istemeyerek yaptım ammaaaaa yanlış olduğunu hakikaten kanaat getirdim, tevbe istiğfar ediyorum, tevbe istifarımıda Allahü zü’l-Celâl’in Rasûlullah’ına katıyorum.” dediği anda Rasûlullah Efendimizin şahadetine iştirak etmiş olur…
Yani buraya niye gelmişti, bu oyun niye başlamıştı?..
Bir kelime içindi:
“Eşhedü en lâ ilâhe illallah”
Yani ben geldim, bakacağım şahidmiyim değil miyim Allahü zü’l-Celâl’in Allah olduğuna…
Bir bakalım, oyunu bir oynayalım, görelim memleketini, gözleyelim, yiyelim içelim, tepinelim, bir memleket nasılmış bakalım, Allah Allah’mıymış şahidliğini yapacak mıyız görelim…
Ben kendi başıma yapmaya uğraştım sonra okudum ki Kur’ân-ı Kerîm’i, duydum ki Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ı öyle değilmiş…
Allah celle celâlihu: “Kur’ânımı oku, Rasûlullah’ımı DUY ve UY” buyurmuş…
Allah’a ve Resûluna teslim olunuz… Müslüman olunuz…
Allah ve Resûluna iman ediniz… Mü’min olunuz…
Allah ve Resûluna tâbi olunuz… Evliyaullah olunuz…
Allah ve Resûluna itaat ediniz… Ehlullah olunuz…
Bunlar hep âyettir…
Dördü de âyettir yani…
Allah’a ve Resûluna teslim olunuz…
Allah ve Resûluna iman ediniz…
Allah ve Resûluna tâbi olunuz…
Allah ve Resûluna itaat ediniz…
Âyettir bunlar…
Allah’ın emridir, Celle Celâlihu’nun…
Açık emirleridir…
Defalarca olan emirleridir…
İşte şurada burada, kendi kafasından ya da böyle uydur kaydırla olacak işler değil…
Açık seçiktir…
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’in işidir bunlar…
“Efendim işte, siz bana uyarsanız bende size oraya götürürüm, getiririm!” falan bunlar boş kelimelerdir…
Yani ne demektir bu…
Namaz kılıyoruz beraber ordan birisi namazın ortasında: “Ey millet siz bana uyun ben sizi götürürüm!” diyor…
Ne demek bu?..
Kendi namazı olmuyor zaten…
Diğerlerini de çıkarmaya çalışıyor yani…
Böyle bir aymazlığın içinde kalır demek istiyorum…
Peygamber Aleyhissalâtü vesselâm’ın namazına duran konuşmaz demek istiyorum…
Duymuştur, uymuştur…
Dahası yoktur artık…
Haaaa!..
“Uyuyanları uyandıralım.”
“Olur!..”
Buyurun meyhaneler bizim, sarhoşlar bizim, sokak dolusu kötüler bizim, eğriler, yanlışlar, beğenilmeyenler bizim buyurun uyandıralım!…
Sarhoşları ayıktıralım…
Hepsini çağırın Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’e, haydi!…
Yürek ister demek istiyorum…
Onları taşlamak, onları zorlamak, onları ayırmak, onları kötü, kötü zaten ne olmuş, uyuyor zaten ister yellenir, ister ilahi okur, ister zaten istediği, kendin uyu da bakalım ne oluyormuş…
Uyandırabiliyor musun?..
Aşk olsun sana…
Uyandıramıyorsan uyuyana değil, uyandıramadığın için sana yuh olsun…
Ben kendime söylüyorum, size değil hâşâ yani…
Melâmet budur…
Melâmet kendilerini insanlardan üstün görmek değildir hâşâ…
Alçak görmekte değildir…
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizin ayakkabıları gibi hizmetçi olmaktır…
Allah’ın kullarına karşı gerçekten Rahmân ve Rahîm merhametini gösterebilmektir…
Muhammedi muhabbeti sevmektir…
Tüm bu güzellikleri ve özellikleri inşâallahurRahmân yüreklerimizde yaşayabilmek için mutlaka imanlarımızı Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın getirdiği Şeriat-ı Garrra üzere yapmamız lâzım…
Çok basit, rahat, hazmedilir, kullanılır, yaşanır bir şekilde…
Öyle ince ince teferruata girmeden…

Bolu da adam, gün geldi oralarda geçmiştik, bir daireden emekli olmuş bir insancağız çok harika sakal bırakmış, coşmuş, taşmış, bir gurubun içine girmiş…
Ben bizzat halaka-i zikirlerine katıldım defalarca, değerli dostlarımda vardı, severim de çünkü, ben karşıda değilim, çünkü ben taraf da değilim, ben sadece Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’dan yana bir hayatım vardır…
Ondan, dışında hiçbir şey umurumda değildir yani, kâinat bir tarafa gitse tercihim değişmez çünkü, tek başıma orda kalırım demek istiyorum…
İnancım böyle…
Kur’ân-ı Kerîm’den anladım böyle demek istiyorum…
Bu zât: “Hocam cennete kim girecek?” dedi bana…
Toplumun içerisinde, belki elli kişi var…
Kasten bu soruldu…
Sebeb?..
Ben onların bulunduğu cemâate neden girip de o kişinin, mesela böyle bende bağlanayım, sende şöyle ol, böyle ol, falan, feşmekân…
Ben hayvan falan değilim, bağlanıp bağlanmayacak falan bir şey yok…
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem yüreğimizde, biz de O’nun yüreğindeyiz, neyinin bağı, bağ nerde?..
Efendim ben de dedim ki: “Cennete Evliyaullah girecek!..”
Adam bir: “Ooooooo!” çekti ki, “hâşâ! hâşâ!” dedi…
“Ne oldu?.. niye "hâşâ! hâşâ!" dedin kardeşim…”
“Biz kim, Evliyaullah kim efendim!” dedi…
Etrafına baktım insanlarda aynı kanaatte, böyle bana gülümsüyorlar…
“Evliyaullah nedir kardeşim?.. Allah’ın Dostu demek… Ulan Allah’ın Dostu girmeyip de cennete Allah’ın düşmanı mı girecek!..
Siz hangi kafadasınız?.. "Hâşâ! hâşâ!" diyorsun Allah’ın Dostluğuna gelince… Ben buraya geleli yarım saat oldu, depremden dolayı yıkılan bir vakfın para pul konusu konuşurken, burda dedikodu ettin, gıybet ettin, kötülük ettin, senin ettiğin adam buraya geldi adamla münakaşa kavgada ettin
-çünkü onlar biraz önce oldu önümüzde- şeytanın dostu olmaktan ar etmedin, hayâ etmedin, Allah’dan korkup Peygamber Aleyhi’s-selâm’dan utanmadın da Evliyaullah olmaya gelince mi "hâşâ" diyorsun!”
Bunu o kardeşimizi yermek için söylemiyorum…
Nasıl yanlış bir yerde olduğunu anlatmak için söylüyorum…
Kim lâyık değil Peygamber Aleyhissalâtü vesselâm’ın dostluğuna Allah için…
Kim?..
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Beyefendidir…
Allahü zü’l-Celâl’in tekidir…
Rahmet kaynağıdır…
Dünyanın en kötü kadını erkeği kapısını çalsın, eğer kadın çalmışsa içerden cevap verir…
En kötü diyorum bakın…
“Haaaaa!.. Sen Fatımatu’z-Zehrâ olmaya geldin…
Buyurun Habibullah Hamamına yıkanın, cenabetseniz yıkanın…
Hastaysanız Habibullah Hastanesinde tedavi olun…
Aşhânemizde karnınızı doyurun…
Sonra gelin de bir şehadet getirelim!..”

Peygamber Aleyhi’s-selâm bu…
Bu rahmet kaynağı, Rahmetenli’l-Âlemin olan Muhammed Aleyhi’s-selâm bu…
En kötü erkeği de gelse aynı…
“Sen Hüseyin mi olmaya geldin, Hasan mı olmaya geldin, oğlum mu olmaya geldin, buyur temizlen, şöyle yap, böyle yap buyur!..”
Ya ne diyecekti?..
Ne diyecekti?..
“Şeytanın kapısına git!” mi diyecekti?..
“İblise git!” mi diyecekti?..
Hâşâ!..
Onun için bu kötü alışkanlıkları, iletkensizlikleri, bu olumsuzlukları, bu negatiflikleri kesinlikle bir defa kabul etmememiz gerekir…
Asla!..
Çünkü kabul edersek kendi kendimize zarar vermiş oluruz…
İki ata binilmez…
İki yönde yürünmez…
Parçalanır…
Burda değilse orda…
Onun için Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizin Fırka-yı Nâciyye Yolu çok basittir…
Ucuzdur, rahattır, hoştur, herkes için açıktır, mutlaka herkes ayağını basacak bir yer bulur ve yolda yürür…
Hizmet Yoludur…
Herkes birbirinin hizmetçisidir…
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’in dışında kimsenin bir yıldızlı rütbesi olamaz…
Cemâatte herkes rütbesizdir…
Bir tek Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm Allah’ın İmamıdır…
İmam-ı Mutlak, Rehber-i Mutlak, Mürşid-i Mutlak Muhammed Aleyhi’s-selâmdır…
Bunun dışındaki herkes, herkes cemâattır ve sesi kesmiştir…
“Efendim o orgeneraldi.”
Kardeşim orgenerali hürgenareli yok…
“O âlimdi, bu bir şey bilmezdi.”
Bunları bırak kardeşim…
Duydu, uydu ve iş bitti…
Cemâatin içine girdi mi bittiiii…
Bu cemâatte kimse ses çıkaramaz…
Önü, arkası, ötesi bötesi olmaz…
Giren girdi…

Onun için kardeşlerimizin Muhammedi edebi doğru anlamaları gerekir…
Çünkü böyle iki kelimeyle “ben bunu bildim, anladım mesele yokmuş, dört kelimenin nesini yapacağız biz, tevbeyi katarız, duayı katarız, rızayı katarız, şehadeti katarız.”
“Kattık mı?”
“Kattık!” güle güle…
Nereye güle güle ki?..
Nereye güle güle?..

(2. SOHBET DEVAM EDECEK İNŞAALLAH)
En son aNKa tarafından 22 Kas 2008, 21:02 tarihinde düzenlendi, toplamda 2 kere düzenlendi.
Resim
786

Mesaj gönderen 786 »

CAN KARDEŞİMİZ, SADAKAT VE SAMİMİYETİNİZLE MAŞAALLAH ÇOK GÜZEL HİZMETLERİNİZDEN BİRİNİ YAPIYORSUNUZ Kİ BİZLERDE ÇOK HOŞNUT OLUYORUZ.
ALLAH CC RAZI OLSUN SİZLERDEN VE EMEKLERİNİZ ZAYİ OLMASIN İNŞAALLAH.
HİZMET İLE DEST-İ KEMAL BULURKEN HİMMET İLE DEST-İ CEMAL'DE BULUNUZ DEGERLİ KARDEŞİM.
BAKIN MUHTEREM KULİHVANİ LATİF HOCAMIZ NE GÜZEL ANLATMIŞ SOHBETİNİN BUGÜN YAYINLADIGINIZ BÖLÜMÜNDE:


...
Allah celle celâlihu: “Kur’ânımı oku, Rasûlullah’ımı DUY ve UY” buyurmuş…
Allah’a ve Resûluna teslim olunuz… Müslüman olunuz…
Allah ve Resûluna iman ediniz… Mü’min olunuz…
Allah ve Resûluna tâbi olunuz… Evliyaullah olunuz…
Allah ve Resûluna itaat ediniz… Ehlullah olunuz…
Bunlar hep âyettir…
Dördü de âyettir yani…
Allah’a ve Resûluna teslim olunuz…
Allah ve Resûluna iman ediniz…
Allah ve Resûluna tâbi olunuz…
Allah ve Resûluna itaat ediniz…
Âyettir bunlar…
Allah’ın emridir, Celle Celâlihu’nun…
Açık emirleridir…
Defalarca olan emirleridir…
...

En son 786 tarafından 01 Kas 2008, 20:11 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Re: KUL İHVANİ SOHBETLERİ-II

Mesaj gönderen MINA »

Rabbii Rahim ilminizi..muhabbetinizi artırsın dileriz...


sonsuz sevgiyle........
En son MINA tarafından 01 Kas 2008, 22:45 tarihinde düzenlendi, toplamda 3 kere düzenlendi.
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

08 MART 2008 SOHBETİNİN DEVAMI...


Aziz kardeşlerim
Bizim köyde hacca gitmiş İbrahim Emmi, ilk hacca gidenlerdenmiş de dönmüş, hanımına sormuşlar:
“Nasıldı?”
“Ah anaaaam ah!” demiş.
“Adam ustura gitti de jilet geldi.”
Beter geldi yani…
Niye?..
Çünkü hac insanın Muhammedi olmayan özelliklerini arıtacağı bir yerdi…
Gözükmeyen çeşitli huylarını terk edeceği bir yerdi…
Onları orda bırakıp gelmeliydi…
Onun için hadisler vardır: “Anasından doğmuş gibi olur, kul hakkı hariç.” diye…
Bütün bu anlatmaya çalıştığım şeyler, dikkatimizi çekmek istediğimiz şeyler şu ki…
İnanç sistemimizi tekrar gözden geçirmemiz lâzım…
Taklidi değil, gerçekten Kur’ân-ı Kerîm’e ve açık seçik Hadislere dayalı bir inanç sistemi içerisinde olmamız gerekiyor…

Bedeni, nefsi, kalbi ve ruhu olan insanlardır…
Dört özelliği sadece insanlar taşırlar…
Bedeni olmayan; nefsi, kalbi ve ruhu olan cinlerdir…
Bedensiz varlıklardır bize göre…
Ama nefisleri vardır bizim gibi aynen… kalbleri ve ruhları vardır…
Nefsi de çekerseniz; kalbi ve ruhu olan varlıklar meleklerdi…
Kalbide çekersen; ruh tek başına kalır, Ruh Emr âlemindendir…
Allah katındandır…
Allah’tandır açıkça…
Emr âlemindendir…
Bu, bu kadar basittir…
Rahman nefhasıdır…
Allah’ın, yarattığının içerisine üfürdüğüdür…
Neyse odur, onu O biliyor…
Yani Kendisi biliyor..
Orda bizim fazla bir şey diyecek hakkımız yok…
İşte Allahü zü’l-Celâl celle celâlihu çeşitliiii akıl seviyesindeki insanlara Kur’ân-ı Kerîminde buyururken melekleri, dört büyük melekler, diğer melekler, Arşı taşıyanlar mesela çeşitli şekillerde çeşitliiii sunumları vardır…
Kur’ân-ı Kerîm her aklı olan için gelmiştir, kıyamete kadar aklı olanlar için de gelmiştir, bakıldığında çeşitliiii anlayışlar olacaktır…
Ve herkes aklıyla anlaması için olmuştur, gelmiştir…
Birileri okusun da birilerine anlatsın diye de gelmemiştir Kur’ân-ı Kerîm…
Bakabilen, görebilen, anlayabilecek şekildedir kendisi…
Kendine lâzım olanları görebilir, bulabilir, alabilir…
Bakarsa eğer fırsat bulursa…
Olmazsa eğer başkalarından duyar…
İşte Allahü zü’l-Celâl; Sünnetullahını eda ederken, kâinatı yaratırken, insanları halk ederken, sonra yaşatırken, Peygamberlerine emirlerini bildirirken ve şu anda da sistemi yürütürken, yağmurların yağması, atom dâhil bütüüüün kâinattaki tüm zerrelerin müthiş bir hızla dönüşleri…
Ki dünyanın hızı 1640 kilometredir saatte, çok yüksektir, yani 200 kilometre (km/sa) hızda bir arabayla giderseniz insan korkar. Hâlbuki dünyanın hızı şuanda 1640 kilometredir (km/sa)…
Türkiye’nin bir ucundan bir ucu 1 saat farkı vardır…
Dünya bir saatta Erzurum’dan, Edirne’ye gelir…
Bu kadar hızlı bir dönüşü vardır…
Sonra dönmüyormuş gibi döner…
Tıpkı atomlarda öyledir…
Sonsuz hızla dönerler…
Dönmüyormuş gibi dönerler…
Trilyonlarcası üzerimizde şu anda dönmekteler ama dönmüyormuş gibi durmaktadırlar…
Öyle terbiye edilmişlerdir…
Öyle emir almışlardır ve de ilginç bir sistemdir, aynı kanuna göredir…
Bunlar tüm Allahü zü’l-Celâl’in meleklerinin hünerleridir…
Bu sistemi bu şekilde yürütmesi meleklerdir…
Ha bizde şuralarını biliriz; Mikail Aleyhi’s-selâm yağmur yağdırır gibi ana hatlarıyla bildiklerimiz vardır fakat genelde de ulaşımlar, çözülemeyen daha tekniğin çözemediği birçok şeyler, enerjinin ötesindeki mcn ler…
Yani teknik olanlar bilirler mc0 deseniz maddedir…
Mc kuvvettir…
Mc2 (em ce kare) enerjidir…
Peki mc3 (em ce küp) nedir?..
Mc4 (em ce üzeri dört) nedir?..
Teknik daha uzay çağına gelmemize rağmen orada tıkanıp kalmıştır…
İşte melekler gerek hayatımızda, gerek manevî hayatımızda önemli roller oynayan varlıklardır…
İnanılması farzdır…
İnanılmaması küfürdür…
İslamın dışına çıkarır…
Allahü zü’l-Celâl insanlara Kendi kanunlarını, Kendi nizamlarını Peygamberler kanalıyla göndermiştir yine Kendilerinden…

Enam Sûresinin 130. âyetinde:

“Ya ma'şeral cinni vel insi e lem ye'tiküm rusülüm minküm yekussune aleyküm ayati ve yünziruneküm likae yevmiküm haza kalu şehidna ala enfüsina ve ğarrathümül hayatüd dünya ve şehidu ala enfüsihim ennehüm kanu kafirin:
Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size âyetlerimi anlatan ve bu günle karşılaşacağınıza dair sizi uyaran peygamberler gelmedi mi? Derler ki: «Kendi aleyhimize şahitlik ederiz.» Dünya hayatı onları aldattı ve kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ettiler.”
(En’am 6/130)

“Ya mahşerel cinni vel insi elem ye’tikum ve rasulum minkum”
“Ey cinler ve insanlar topluluğu!”

Yani?..
“Nefisleri olan varlıklar!”
Bedeni, nefsi, kalbi ve ruhu olan insan…
Birde; bize göre bedeni olmayan, nefsi, kalbi ve ruhu olan cinler…
Ve burda ilginçtir, cinler başa gelmiştir insanlardan önce halk edildiği için…
“Ey cinler ve insanlar topluluğu! Size sizden Rasûller gelmedi mi?”
Allahü zü’l-Celâl gönderdiği Peygamberlerini günahlardan masum halk etmiştir…
Günah işlemekten masum halk etmiştir…
İmtihan olmuşlardır, günahkâr olmaktan Allah korumuştur…
Bu da inancımızın bir gereğidir…
Ve İslamda o kadar muhteşemlik vardır ki, yani:
“Ben Ya Rabbi şöyle şunu görsem, şöyle yapsam bak ne kadar iyi ilmim irfanım artacak” demek vesaire, bunlarda bakıyoruz:

“Ve iz kale ibrahimü rabbi erini keyfe tuhyil mevta, kale e ve lem tü'min, kale bela ve lakil li yatmeinne kalbi, kale fe huz erbeatem minet tayri fe surhünne ileyke sümmec'al ala külli cebelim minhünne cüz'en sümmed'uhünne ye'tineke sa'ya, va'lem ennellahe azizün hakim:
İbrahim Rabbine: Ey Rabbim! Ölüyü nasıl dirilttiğini bana göster, demişti. Rabbi ona: Yoksa inanmadın mı? dedi. İbrahim: Hayır! İnandım, fakat kalbimin mutmain olması için (görmek istedim), dedi. Bunun üzerine Allah: Öyleyse dört tane kuş yakala, onları yanına al, sonra (kesip parçala), her dağın başına onlardan bir parça koy. Sonra da onları kendine çağır; koşarak sana gelirler. Bil ki Allah azîzdir, hakîmdir, buyurdu.”
(Bakara 2/260)

İbrahim Aleyhi’s-selâm da:
“Velâkin li yetmainne kalbi = lâkin kalbim mutmain olsun diye Senden istiyorum.”
“Ben nasıl öldürüyorsun, nasıl diriltiyorsun diye”

Allahü zü’l-Celâl sorduğunda: “Sen inanmıyor musun?”
“İnanmaya inanıyorum da kalbim tatmin olsun diye böyle yapıyorum, yani nasıl öldürüp dirilttiğini kalbim tatmin olsun yani, inanıyorum çünkü başka yol yok, inanmasam ne ki.” diyor…
“Mecbur inanacağım ama tatmin olsun yani, bir görüyüm” diye işte meşhur biliyorsunuz inşallah bir gün işleriz…
İşte “dört dağdan dört kuş al”…
O dört dağ nedir?..
Beden, nefis, kalb ve ruhtur...
Yani; “ – ilâhe – ill⠖ Allah”tır…
“Allahume – Salli – al⠖ Muhammed”dir…
Yani dörtlü sistemdeki o dört şeyi topla gel…
Bunları bir harman et…
Dür…
Sonra başlarını ayrı koy kuşların…
Her dağa bir topak at…
Sonra: “gelin buraya!” de…
Herkesin vücuduna kavuşup geri geldiğini göreceksin…
Yani “Muti kable en temuti = Ölmeden önce ölünüz!”
Ölmeden önce ölünüz…
İşte dirildi yani onu demek istiyorum…
“Lâ ilâhe illallah” diril “lâ ilâhe illallah”…
Gerçekten “lâ ilâhe illallah”…
Vallahi öyle, billahi, tallahi öyle: “Lâ ilâhe illallah”…
Bunun dahası yok, çünkü artık o kadar mutmain ki kalb bizzat yaşadığı için yani…

İnsan özünden dirilir, kalkar uykudan duygular
Her an her damlası ayrı, aynı yerden geçen sular
Farklı olan testilerdir, Şe’eni seyret İhvani!
Kafatasına tokmaktır, kalbden kalıba sorular.


Çok güzel evet…
91 deki Lara Sahilleri, bizim meşhur…
Sekizinci ay…

İnsan bedeni sanki buz gibi, içindeki ruhu da sanki su gibi…
İkisi de Allah’ın, ikiside Allah’dan Allah’a…
Hakk’tan Hakk’a…
Allah demeyelim de…
Hakk’ta Hakk’tan Hakk’a Hakk’la giden yolcular…
Görüntü, imtihanın soruları, imtihanın araçları hepsi…
Ruhda öyle, kalbde, bedende, nefiste…
Bu imtihan, bu tiyatro oyunundaki gerekli malzemeler…
Hepsi!..
“Lâ ilâhe illâllah Muhammeder Rasûlullah” ın ispatı için verilmiş oyunun temeli bu, özü bu, özeti bu…
Ana soru bu…
Ana cevapta bu…


Peygamber Aleyhissalâtü vesselâmlar 28 tanedir Kur’ân-ı Kerîm’de…
Yedi nefis kademesi vardır…
Bunlar:
Nefs-i Emmâre…
Nefs-i Levvâme…
Nefs-i Muhlime…
Nefs-i Mutmaînne…
Nefs-i Râzîyye…
Nefs-i Merzîyye…
Nefs-i Sâfîyye
yada Nefs-i Kâmile dediğimiz, yedinci…
Birde Nefs-i Akdes vardır, Akdes!..
En mukaddes nefis…
Nefs-i Akdes…
Ona nefis de demek doğru değil ama neyse Akdes diyelim…
Akdes; Allahü zü’l-Celâl’in kara deliği yani…
Oraya düşen kurtulamaz artık…
Kudsalın kudsalıdır Akdes, en kudsaldır o çünkü…
O nefis artık Peygamber Aleyhissalâtü vesselâm’ın nefsinin ötesine taşan bir nefis, hâldir yani…
Onun düştüğü kuyudur yani o…
İşte bu yedi nefis…
Ee biz biliyoruz beden, nefis, kalb, ruh diye dörtlü var, dört yedi yirmisekizdir (4x7= 28) dir yani…
Benim acizane anladığım ya da gördüğüm kadarıyla, bildiğim kadarıyla bir insan 28 Peygamberin kademelerinden geçer…
Muhyiddin Arabî hazretleri de bunu açıklamış, başına taşlar yağmıştır…
Neden Peygamberleri konuşturuyor felan diye…
Anlayamamışlardır çünkü…


Burada Münir Derman hazretleri buyuruyor ki:
“İnsanı İNSAN İnsan eder”…
O zaman bizim ana sayfada da Burak’ın yazdığı bir şey vardı, altta başkaları bir şeyler yazmışlardı…
“O kim, nerede, nasıl bulunur, ne olur, bulsak ne olur, bulmazsak ne olur?..” gibi insanlar böyle bir garip arayış içine düşüyorlar…
Hâlbuki öyle bir şey yok…
Öyle bir şey yok!..
O imkân Allahü zü’l-Celâl’in bir takdiridir, güneşin doğması - batması gibi…
Hayatın yürümesi gibi bir takdiridir…
Sizin özel ve güzel niyetleriniz, çekiciliğiniz, sizdeki o kaderin tecelli edişi sizi onlarla bir araya getirir zaten…
Mutlaka getirir…
Öbürü de getirir…
Meyhâneyi istiyorsak, meyhâneyi muhakkak meyhâneyi buluruz…
İllâ ve illâ buluruz…
Bir yer buluruz…
Öbürünü de buluruz…
İşte bu, bizim büyük harflerle yazılan “İNSAN” dediğimiz “İNSAN” ın târifini çok iyi yapmak lâzım…
Bunlar Allahü zü’l-Celâl’in emri ve muradı doğrultusunda, Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın adına, hesabına ve şerefine yaşayan İnsanlardır…
Bunun kadir ve kıymetini bilirler…
Kur’ân-ı Kerîm’in kadir ve kıymetini bilirler…
Allahü zü’l-Celâl’in kadir ve kıymetini bilirler…
Allah’tan korkarlar, Kur’ân-ı Kerîm’i severler ve Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’den utanırlar…
Bu özellikleri taşıyanlar Allah Dostlarıdır…
Hakk Dostlarıdır…
Ve bunlar çok üstün insanlar mıdır?...
Hayır!.. Normal insanlardır…
Bunun altında oluş alçaklıktır zaten…
Problemdir veyahutta…
Hastadır, yorgundur, uyuyordur, problemlidir…
Çıkarılması gereken seviye insanların bu seviyedir…
“Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem BİZim İmamımız olarak namaz kılmaktayız.” diyoruz…
İman seviyelerimiz aynı seviyededir…
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem BİZimle aynı seviyededir…
Göklerde değildir…
Hâşâ yerin dibinde de değildir…
BİZimle aynı seviyededir…
Bunu çok iyi anlamak lâzım…
Çünkü gerçekten Mü’min şereflidir…
Allahü zü’l-Celâl’in katında şereflidir…
Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın katında şereflidir…
Kıymetlidir, değerlidir, azizdir yani…
Bunu kimse aşağıya indiremez…
Tevazu’ göstermek, İblise karşı aşağı tevazu’ gösterilemez…
Tevazu’ seviyemiz, Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem seviyesidir…
Yukarı da yok, aşağı da yok…
Doğrudürüst durmak lâzım…
Bunu çok iyi anlamak lâzım…
İşte böyle olanlar, bunlar Evliyâ ismiyle anılmışlardır…
Ancak bizim toplumumuzda Evliyâ kişilere yüklenmiştir sürekli olarak…
Hâlbuki Allah’ın Dostu, her Mü’min Allah’ın Dostudur…
Yani kıymetlidir demek istiyorum…
Teslimiyeti, Müslümanlığı, İman edişi, Mü’minliği, bunların üstüne birde Tâbi oluşu ekstradan eklenince Evliyâ denilmiştir…
İtaatı da tam olduğu zaman, dördünü de birleştirdiğinde Allah Ailesinden olur, Ehlullah-Hizbullah olur çünkü…

Nasıl ki Peygamber Aleyhissalâtü vesselâmlar kendi zamanlarında, kendi mucizelerini göstererek insanları aciz bırakıp Allahü zü’l-Celâl’in Vahdaniyetine çekmişlerse.
Bu Allah Dostları da zaman zaman hayatlarında yaşarken çeşitli zamanlarda uyarı hizmetinde kendilerinin istekleri dışında Allah onlardan bazı şeyler zuhur ettirebilir…
Bizzat yaşanabilir, olmaz denilen şeyler olabilir, ya da olmayabilir ama bunların hiçbiri onların açısından bir önemi yoktur…
Yani kendileri açısından bir önemi yoktur…
Ve o çok tehlikelidir ayrıca da…
Onun için mesela Abdulkadir Geylâni Efendimiz: “Bir Hakk Dostu kendi başına kerâmete kalkışırsa erkeğin hayz hâli.” demiştir…
Her şeyi kaybeder…
Bu sihirbazlık değil yani, öyle uydur kaydır yapamaz…
Ama ondan bir şey zuhur edecekse Allah ettirir…
Onu sözlü olarak kullanır…
Nasıl ki ampulden ışık yayıyorsa ondanda ışık yayar…
Bir şey yapabilir, yapabilir ama bunu asla kendi adına kullanamaz…
Işık ampülün değil ki gösterdi diye…
Eğer kullanırsa problem olur…
İşte bunların kerâmetleri haktır…

Mesela Münir Derman hocam çok külhanbeyidir…
Yani kendisini kızdırıp şey yapmışlardır, suçlamışlardır felan…
O zamanlarda ağır yazılar yazmıştır, söylemiştir de…
Yeminler etmiştir, göstermiştir, ispat etmiştir aynı zamanlarda farklı şehirlerde olduğunu göstermiştir…
“Lâ mekân” ve “lâ zaman” olduğunu…
İnsanlar “lâ mekân”ı çok iyi bilirler “tayy-i mekân”dan dolayı…
Ama “tayy-i zaman”ı bilemezler…
Onun için hep sorarlar: “Efendim siz şimdi Münir Derman Hazretleriyle görüşür müsünüz?”
Valla ben görüşüp görüşmemem önemli değil amma Münir Derman “tayy-i zaman”dır…
“Tayy-i zaman”dır…
Zaman sorunu olmayanlardandır…
Bu, herkes: “Benim şeyhim senin şeyhini döver” için, kullanmak için bunu söylüyor…
Münir Derman Hazretlerinin hâşâ hiç böyle bir davası olmamıştır…
Hayatının her noktasında Rasûlullah Efendimize hizmetçilik yapmıştır ve hâlâ yapmaktadır çok şükürler olsun…
Demek istiyorum ki onlar özel görevli insanlardı…
Kendileri, neyse işleri şu anda onları yapmaktadırlar…
Ölen testisidir kırılmıştır, SU ise dipdiridir…
Tayy-i zamansa bugün de gelir görüşür, yarın da gelir konuşur, ne yapacaksa yapıyordur …
Ve bunlar halkın anladığı şekilde onların kullanacağı malzemeleri olup ellerine verilseydi…
Haaa nasıl ki, bazen söylüyorum: “Kur’ân Bankası kuracak bu edepsizler!..” diye…
“Kur’ân Bankası!..”
Bankanın kapısına “Kur’ân Bankası” yazacak…
Neden?..
Dini değerleri istediği amaçla kullanabiliyor çünkü…
Güç yetmiyor…
İhlâs diyor ticari adına zavallı dindârları dolandırıyor..
Herkes ihlâsa küfrediyor…
İhlâs; Allahü zü’l-Celâl’in ennn muhteşem kelimesidir…
Bunu şuanda bir yerde banka müdürü olan arkadaş anlattı.
İstanbul’da aynen bu şekilde yaşanmış.
“Yanımda adam ihlasa küfretti bu lafa kalkıverdim: "Ulan nedir bu küfür?.." dedim.
"Eee ben batan ihlâsa söylüyorum ona söylemiyorum!" dedi” diyor…
Çünkü neden?..
Kelimelerin en kudsalını seçiyor adam tuzak olarak…
Kötülük bakımından söylemiyorum…
Yanlış yaptıklarını belirtiyorum sadece...

Onun için Münir Derman Hazretlerinin “tayy-i mekân” oluşu, “tayy-i zaman” oluşu onun çok büyük oluşundan değil, çok büyük hizmetçi oluşundandır…
Kendisi de böyle yapmıştır zaten…
Bu; yüce Allah aşkıyla, Yüce Allah celle celâlihu’nun Yüce Peygamberini ve O’nun Dostlarını takliddir…
Münir Derman Hazretlerinden önce “tayy-i mekân, tayy-i zaman”lar geçmiştir.
Ondan sonrada vardır ve olacaktır…
Hatta Münir Derman Hazretleri kitaplarının birçoğunda -ben tam girmedim, gireceğiz, bir bakacağız kitaplarına, gireceğiz- yer yer böyle oralara yerleştirdiği şeyler vardır, sözler vardır, kelimeler vardır, şifreli, açık şeyler vardır…
Alâkası hiç yoktur o konuyla, bir paragraf bakarsınız size bir şey söylüyor…
“Bu ne diyor?..” diye düşünürsünüz ama bakarsınız ki haaaa açık bir şey söylediğini görürüz, görmekteyiz…

Gönüller Peygamber Aleyhissalâtü vesselâm’a tâbi milyonlarca insan, bunun hepsini bir potadan çıkarıpta söylediğimiz şekilde mükemmel İNSAN yapmak mümkün değil.
Ama Allahü zü’l-Celâl’in bu işlerini, Peygamber Aleyhissalâtü vesselâm’ın bu işlerini yürütenleri vardır…
Onlar netice olarak Allahü zü’l-Celâl’e bağlanırlar…
Bu bağlanma şekillerinde Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizin etrafındaki Sahabeleri, Aşere-i Mübeşşirin…
Cennetle sağlığında müjdelenenler…
Bunlar biliyorsunuz;
Ebu Bekir radiyallahu anh, Ömer radiyallahu anh, Osman radiyallahu anh, Hazreti Ali keremullahi veche, Talha, Zübeyir, Saad, Said ebu Übeyd bin el Cerrah ve Abdurrahman avf’ radiyallahu anhum dırlar…
On kişidir bunlar…
Bunlar cennetle müjdelenenlerdir…
Bunun dışında açıkça müjdelenenler Ehl-i Beyt’tir…
Ve ayrıca müjdelenenler yani…
Fatma radiyallahu anh Annemiz, Hazreti Hasan, Hazreti Hüseyin Aleyhissalâtü vesselâm Efendilerimiz, bunlar hep açıkça Sahih-i Buhari hadisleriyle, bütün İmamların hadisleriyle Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendilerimizin cennetle müjdelediği açıkça, kişilerdir…
İşte bu bağlantılar netice olarak oraya varır onu demek istiyorum…
Velî dediğimiz kişi, kişiler şu anda Peygamber Aleyhissalâtü vesselâm’ın iki özelliğini hayatta yaşamak zorundadır…
İmamlığını ve Halîfeliğini…
Peygamber Aleyhissalâtü vesselâm’ın halîfeleri, halîfesi otuz yıldır…
Hilâfet dönemi…
Dört halîfe yirmi dokuz bucuk senedir, geri kalan altı ayda Hazreti Hasan Efendimiz tamamlamıştır…
Altı ay dolduğu günde vazgeçmiştir… bırakmıştır…
“Hilafet, otuz yıldır, gerisi krallıktır.” diye Sahih Hadisler vardır Peygamber Aleyhi’s-selâm’ın…
“Bundan sonra yoktur artık.” buyurmuştur…
Gerisi ne?..
Krallıktır!..
Abbasi krallıktır…
Emevi zaten zalim krallıktır…
Ve diğerleri krallıktır…
Halîfelik mi?..
Ne halîfeliği!..
Hangi halîfelik yani…
Bunlar Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’in halîfeliği değil…
Hadisler öyle söylüyor…
İmamlık, İrandaki imamlık değil…
Onlar kendilerinin imamlığını yapıyor…
İmâmiyet ayrı bir iştir…
Hilâfet ayrı bir iştir…
Allahü zü’l-Celâl’in zâhirde bâtında Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın üzerinden Rahmân ve Rahîm Esmalarının yansıtılması şüphesiz ki şu anda, hayali veya ölmüş bir kişi üzerinde değildir…

Ben geçen pazartesi akşamı gittiğim konferansta insanlara ters, çapraz soru sordum…
Orda İmam hatip lisesi müdürü, ne bileyim ben İlahiyat profesörü, çeşitli insanlar, Milletvekilleri, bir sürüüüü insanlar vardı, çoğunu tanıyoruz…
Ben dedim ki: “Şimdi Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem ne zaman öldü? desem bu basit soruyu herkes bilir.”
“Tâbi” dediler…
“Var mı hocam ne zamandı?”
“Efendim milâdi şuydu, hicrî buydu.”
Ben: “Allahü zü’l-Celâl’in ölmüş bir Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’e teslim olun, iman edin, bunu nasıl anlıyorsunuz siz, yani öyle mi diyor?..”
Herkes şok oldu yani…
Öyle değil…
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem dünyanın kurulduğu günde Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’di, kıyametin koptuğu günde!..
Hayy’dır, diridir!..
Şuanda Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın Hâlifesi ve İmamı da Hayy ve diridir…
Kimdir? Nedir? Bilmiyorum…
Çünkü bana sormuyorlar…
Benimle de, kimseyle de bir ilgisi yok…
Neredelerse, nasıllarsa işlerini görüyorlardır…
Güneşin gördüğü gibi…
Suyun suluğu yaptığı gibi, havanın havalık yaptığı gibi…
Her şeyin her şeylik yaptığı gibi…
Affedersiniz köpeğin köpeklik yaptığı gibi…
Koyunun koyunluk yaptığı gibi…
Her şeyin her şeylik yaptığı gibi, insan hariç…
Onlarda kendi görevlerini gören Allah’ın özel görevlileridir…
Kanıyla canıyla insandır…
Görevlerini görmektedir…
Bunu dışındakiler de görmektedir…
Efendim üçler, yediler, kırklar, üç yüzler oooo bir sürüüüü Allah’ın görevlendirdiği kişiler…
Ebrârlar, Ebdâllar, Ahrârlar, Ahyârlar…
Dünya kadar deliler, velîler herkes işinin başında…
Nerdeler?..
Şirketlerde değiller!..
Holdinglerde değiller!..
Ötede bötede değiller!..
Şucu, bucu değiller!..
Onlar Allahü zü’l-Celâl’le, Kur’ân-ı Kerîm’le, Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’la işlerinin başındalar…
Ne yaptıklarını biliyorlar Allah’a şükür, neyse öyle olmakta, devam etmektedir…
Yani bunların ellerinin bağlı olduğu eller neticede Ehl-i Beyt Aleyhi’s-selâm’a çıkar, Sahabe-i Güzin’e çıkar ve Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’e ulaşır…

İşte bütün bu arz etmeye çalıştığım özellikler ve güzellikler:
1- Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’a teslim olmaya gelir…
2- İman etmeye gelir…
3- Tâbi olmaya…
4- İtaat etmeye gelir…
O zaman bu işi yapalım…
İyi yapalım…

1- Abdest alalımda, abdest alacağız ama elimizi ayağımızı yıkamadan önce bir abdest alalım…
Neydi birinci abdest?..
SADAKAT sahibi olacaktık!..
SADAKAT sahibi olacaktık!..

2- Sadakatımız da SAMİMİ olacaktır…
Bu da bizim için çok önemliydi…
3- Bu bize şeytan, şeytanlaşmış insanlar, efendim kendi içimizde bizim ürettiklerimiz, dışarıdan bize gelip yerleşenler vesaire vesaire, bunlara karşıda hak ve hayrı korumada SABIRlı olacaktık…
Başka?..
4- SELÂMET hedefinden şaşmayacaktık…

Bu albenili gelin gibi dünya, bitmez tükenmez arzular, emeller, bu korkunç oyun, bu “al beni!”ler, bu çekicilikler, bu sevdiriciler, kaydırıcılar, yok ediciler etrafımızda, içimizde, dışımızda korkunç bir şekilde insanı, son nefesini vermekte olan bir insanı bile çıldırtacak, çekecek şeylerle insanları imtihanı kaybettirmektedir…
İşte bütün bunların çaresi Kâbe’yi selâmet noktası görüp, Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizin yüreğini hedef noktası tayin edip burdan şaşmamak,
BİZden ayağını çekmemek, Muhammed Aleyhi’s-selâm’ın BİZinden ayağını çekmemek…
BİZ dediğimiz Allah’ın izni ve inayetiyle şahsımızla ilgisi sadece denizde bir damla oluşumuzla ilgilidir…
BİZ daima Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’dır…
Ben dediğim benim, sen dediğin sensin…


(2. SOHBET DEVAM EDECEK İNŞAALLAH)
Resim
786

Mesaj gönderen 786 »

ÖNCELİKLE ANKAKUŞU KARDEŞİMİZ ALİ'MİZE CANDAN TEŞEKKÜRLER BÖYLESİNE ZAHMETLİ VE EMEKLİ BİR HİZMETLERİ İÇİN VE HOCAM KULİHVANİ LATİF HOCAM NE GÜZEL BİR SOHBET Kİ BEDEN, RUH, NEFİS, VE KALB DÖRTLÜ'SÜNDEN SONRA DR. MUNİR DERMAN HZLERİ'NİN SADECE TAYY'İ MEKAN DEĞİL TAYY'İ ZAMAN'INDANDA BAHSETMİŞSİNİZ AMA CENNETLE MÜJDELENEN ON MÜBAREK DIŞINDA EHL-İ BEYT VE HALİFELİĞİN ANCAK OTUZ YIL SÜRDÜĞÜNÜ SONRASININ SALTANAT OLDUĞUNU ÇOK GÜZEL ANLATMIŞSINIZ ELHAMDULİLLAH. EĞER NASİB OLURSA HOCAM AŞAĞIDAKİ BAHSETTİĞİNİZ KONUYU ÖNCEDEN İŞLEMEMİŞ İSENİZ AZDA OLSA BU HAFTADAKİ SOHBETİNİZDE SİZLERDEN DİNLEMEK İSTERİZ HEPİMİZ ACİZANE. EN GÜZEL MUHAMMEDİ DUALARIMIZLA SİZ SİZE EMANET İNŞAALLAH... 786

İbrahim Aleyhi’s-selâm da:
“Velâkin li yetmainne kalbi = lâkin kalbim mutmain olsun diye Senden istiyorum.”
“Ben nasıl öldürüyorsun, nasıl diriltiyorsun diye”
Allahü zü’l-Celâl sorduğunda: “Sen inanmıyor musun?”
“İnanmaya inanıyorum da kalbim tatmin olsun diye böyle yapıyorum, yani nasıl öldürüp dirilttiğini kalbim tatmin olsun yani, inanıyorum çünkü başka yol yok, inanmasam ne ki.” diyor…
“Mecbur inanacağım ama tatmin olsun yani, bir görüyüm” diye işte meşhur biliyorsunuz inşallah bir gün işleriz…
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

08 MART 2008 SOHBETİNİN DEVAMI...


Burada bir güzellik var…

BismillahirRâhmanirRahîm

لَا أُقْسِمُ بِهَذَا الْبَلَدِ
وَأَنتَ حِلٌّ بِهَذَا الْبَلَدِ
وَوَالِدٍ وَمَا وَلَدَ
لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي كَبَدٍ
“La uksimü bilhazelbeledi. Ve ente hillün bihazelbeledi. Ve validin ve ma velede. Lekad halaknel'insane fiy kebedin.: Bu beldeye -ki sen bu beldedesin-, babaya ve ondan meydana gelen çocuğa yemin ederim ki biz, insanı (yüzyüze geleceği nice) zorluklar içinde yarattık.” (Beled 90/1-4)


“La uksimü bihazel beledi.”
“Bu beldeye yemin olsun.”
Beled Sûresinde Allahü zü’l-Celâl açıkça..
Bu belde?..
Beden beldesi?.. Olur!..
Mekke?.. Olur!..
Yani, “beled”dir…
Nereyi düşünseniz olur…
Meâl değil, tefsir değil ki düşünmek..

“Ve ente hillün bihazelbeledi ya Muhammed (sallallahu aleyhi vessellem).”
“Senin içinde bulunduğun bu beldeye yemin olsun.”
“Sen bu beldedeyken, bu beldeye yemin olsun.”

“Ve validin ve ma velede.”
“Babaya ve ondan meydana gelen çocuğa yemin olsun.”
“Ve veledin = Velede yemin olsun.”
Ve validin…
Valide: anne Arapçada…
Valid: baba…
Veled: çocuk…
“Ve validin : Babaya yemin olsun.”
Kim baba?..
Tohumu taşıyan!..
Diriliği taşıyan!..
Hayy esmasını aktaran!..
Esas!..
Nurullah’ı taşıyan erkektir, Nur-u Mim’i taşıyan kadındır…
Onun için Nurullah ve Nur-u Mim’im birleşiminden doğan İNSANdır…
Ve imtihan vermektedir…
“Ve validin ve ma veled.”
“Babaya ve onun, tohumu taşıyana ve tohuma yemin olsun.”

Dördüncü âyeti:
Bir yere gelmek için okuyorum…
“Lekad halaknel insani fi kebed.”
“Andolsun, yemin olsun ki insanı Biz bir kebedde yarattık.”
Yani: “Nice zorluklar içerisinde yarattık. Yüz yüze gelebileceği pek çok zorluklar içinde yarattık. Sıkıntılar, göğüs gerecek, bütün bu zorluklara göğüs gelecek şartlarda yarattık.”
Bu kependleri, bizim köylerde mesela bizim çocuklar bilirler. Hasan Dağına çıkarken dağ kademeleri vardı, kaya.
Eskiden hayvanlarla çıkardık atlarla falan, eşeklerle çıkarsın. Oralara vardı mı hayvan ön ayaklarını kaldırır o şeylere koyar üstteki basamağa koyar, araları yüksektir, seksen santim bir metredir belki.
Arkadaki ayaklarıyla birden havaya fırlayarak ileri hamle yapar ve kependi atlardı…
Kepend derdik biz…
Burda kebed de aynı şeydir…
Arapçadan geçme zaten…
“İşte böyle engelleri, böyle şeyleri geçecek şekilde yarattık.”
“Lekad = Andolsun ki”
“Halakna = Biz yarattık”
“El insani = İnsanoğlunu, insanı yarattık”
“Fi kebedin = Bu kebedleri geçecek şekilde yarattık.”
“Zorluklar içinde yarattık. Ama batacak şekilde de değil yani.”

أَيَحْسَبُ أَن لَّن يَقْدِرَ عَلَيْهِ أَحَدٌ
" Eyahsebü en len yakdire 'aleyhi ehadün.: İnsan, hiç kimsenin kendisine güç yetiremeyeceğini mi sanıyor?” (Beled 90/5)

“Eyahsebü en len yakdire 'aleyhi ehadün”
Yani; “İnsan hiç kimsenin kendisine güç yetiremeyeceğini mi hesab ediyor?”
Öylemi?..
“Eyahsebu = yani şunu mu hesab ediyor?”
“El len yakdira = Kimsenin kudreti yetmez.”
“Aleyhi ahedin = Hiçbir kimsenin kendisine gücü kuvveti yetmez, böyle sağlam, böyle muhteşem, böyle muazzam bir şey mi sanıyor kendisini?”

يَقُولُ أَهْلَكْتُ مَالًا لُّبَدًا
" Yekulü ehlektü malen lübeden.: «Pek çok mal harcadım» diyor.” (Beled 90/6)

“Yekulu ahlektü malel lübadi.”
“Birde o…”
Bu aynı zamanda bu âyette ordaki bir kişi, o zamanki bir kişi içinde söyleniyor, şimdi de söylenebilir…
“Ben çok mal harcadım” diyor bide.”
“Ben neler yaptım bir bilsen, oooo işte hanlar hamamlar, camiler yaptırdım, yani pek çok yoğun, bir sürü mal “ehlektu = helak ettim” yani”…
“Telef ettim, birçok mal benimken verdim, dağıttım, attım, telef ettim, helak oldu malım yani.”

أَيَحْسَبُ أَن لَّمْ يَرَهُ أَحَدٌ
"Eyahsebü en lem yerehu ehadün.: Kimse onu görmedi mi sanıyor?” (Beled 90/6)

“Ehsebü el lem yerehu ehad.”
Yani; “Kimse onu görmedi mi hesab ediyor?”
Yani; “Onu hiç gören olmamış mı?”
“Öylemi zannediyor?”
“Öylemi hesab ediyor?”

أَلَمْ نَجْعَل لَّهُ عَيْنَيْنِ
وَلِسَانًا وَشَفَتَيْنِ
وَهَدَيْنَاهُ النَّجْدَيْنِ
“Elem nec'al lehu 'ayneyni. Ve lisanen ve şefeteyni. Ve hedeynahünnecdeyni.: Biz ona iki göz, bir dil ve iki dudak vermedik mi? Ona iki yolu (doğru ve eğriyi) göstermedik mi?” (Beled 90/8-10)

“Elem nec'al lehu ayniyni.”
Buna çok dikkat etmemiz lâzım bakın…
“Elem nec’al = Biz kılmadık mı?”
“Lehu = Onun için.”
“Ayneyn = İki göz vermedik mi Biz buna, iki göz?”
“Biz bu insana, yarattığımıza.”

“Ve lisanen ve şefeteyn.”
“Bir dil ve iki dudak vermedik mi Biz bu insana?”

“Ve hedeynahu ennecdeyn.”
“Biz ona iki yol göstermedik mi?”
“Ve hedeynahu = Hidâyet etmedik mi?”
“Necdeyn = İki yolu, iki tepe yolu.”
Yani; “tepesi olan iki yolu.”
Yani; “yokuşu olan iki yolu da göstermedik mi?”
“Ona iki yolu gösterdik.” bu şekilde de tercüme edilmiştir…
“Doğru eğriyi göstermedik mi?”
“Hakkı – Bâtılı, Hayrı ve Şerri, zıtları göstermedik mi?”
Yani; “bilgisiz mi bıraktık?”

فَلَا اقْتَحَمَ الْعَقَبَةَ
وَمَا أَدْرَاكَ مَا الْعَقَبَةُ
فَكُّ رَقَبَةٍ
أَوْ إِطْعَامٌ فِي يَوْمٍ ذِي مَسْغَبَةٍ
يَتِيمًا ذَا مَقْرَبَةٍ
أَوْ مِسْكِينًا ذَا مَتْرَبَةٍ
“Felaktehamel'akabete.. Ve ma edrake mel'akabetü. Fekkü rekabetin. Ev it'amün fiy yevmin ziy mesğabetin. Yetiymen za makrebetin. Ev miskiynen za metrebetin.: Fakat o, sarp yokuşu aşamadı. O sarp yokuş nedir bilir misin? Köle azat etmek veya açlık gününde yakını olan bir yetimi, yahut aç-açık bir yoksulu doyurmaktır.” (Beled 90/11-16)

“Felaktehamel akabeh.”
“Fakaaaat o sarp yokuşa göğüs veremedi.”
Akabe: Sarp yokuş demektir…
Yani; çıkılması, zirveye tırmanılması oldukça zor olan bir yerdir…
“Fakat o, sarp yokuşa göğüs veremedi.”
Bu neden, yani bu nasıl bir yokuştu ki veremedi?..

“Ve ma edrake mel akabe.”
“Ve ma edrake = Sen idrak edebildin mi?”
“Mel akabe = Akabe neymiş? Sen bilebildin mi? İdrak edebildin mi?”
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’e soruyor Allahü zü’l-Celâl…
“Bildin mi nedir o sarp yokuş? İnsanların göğüs veremediği, atlayıp da geçiveremedikleri, bir çare buluveremedikleri bu yokuş nedir?”

“Fakkun vekabeh.”
“Bu esir bir boyun kurtarmak.”
“Bir köle azad etmek” diye tercüme edilmiştir…
Esir bir boyun…
Birinci boyun zaten benim kendi boynum…
Kendi boynum esir olan…
Kendi nefsim esir olan…
Kurtarmam gereken birinci köle kendim burda…
Hatta kimin kölesi olduğum belli değil Allah korusun!..
Neyin kölesi olduğum belli değil…
Bırakın Allahü zü’l-Celâl’e kulluğu, daha ipin kimin elinde olduğunu bilemiyorsam mesela demek istiyorum…
İşte geçemediğim yokuş, atlayamadığım…

Beled sûresini zevk ediyoruz, biz meâl değil…
Meâl açın, meâl Kur’ân-ı Kerîm’de, meâller hepimizin önünde var, ordan meâli okuyun…
Biz ne anladığımızı anlamaya çalışıyoruz…
Meâl olarak da şey yapmıyoruz…

“Fekkun vakabeh = Bir kölenin boğazından ipi çıkarmaktır, kurtarmaktır o bağdan.”
Neden?..
Eğer kurtarmazsak ne derse desin oraya bağlıdır o…
Boynundaki bu ipi çözmediğimiz sürece, hatta sırtına kırbaç atalım, fır döndürelim hızını arttırmış oluruz, fakat biz, bir kısır dolap beygiri gibi döner dururuz aynı yerde…
Hızlı döneriz sadece…
Mümkün değil yol almaz…
Tasavvufta da böyledir…
Bir kişi yanlış noktalara zincirlenmiş, bağlanmışsa ister ağlasın, ister gülsün, ister oynasın boşadır, çünkü bağlıdır, hareket edemez…
Asla Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’e gidemez…
Çünkü bir yere bağlıdır…
Bir yerden kasdım; Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’de bağ yoktur çünkü…
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem zaten hareket hâlindedir…
Teslimiyet ve İstikameti bildirme uygulama görevi sahibidir…
Allah’ın emrettiği şekilde hareketi vardır…
İnsanları kendisine bağlayıp da “gelin bana hâş tapın!” diyecek felan bir hâl yoktur…
Bağlayıcı değil Peygamber Aleyhi’s-selâm, götürücüdür…
SALL ettiricidir.
Köprüdür…
Yoldur…
Kendisi Rahmetenlilâlemindir…
Allah’a gidiş yoludur Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem…
İşte bizim geçemediğimiz bu en sarp yokuş, geçit vermeyen önümüzü kapatan şey meğer bir esirin boynunu kurtarmakmış…
Başka?..

“Ev it'amün fiy yevmin ziy mesğabetin.”
“Birde o en kıtlık gününde, en açlık gününde yemek yedirmektir.”
“Ev it'amün = Taam ettirmektir.”
“Fiy yevmin = Bir gündeki.”
“Ziy mesgabeh = Korkunç bir kıtlık içinde, açlık gününde, herkesin her şeyi yiyebileceği günde.”
Yani?..
Domuz haram mı?..
Haram!..
Ne zaman helal?..
Öleceğini anlarsa!..
İki arkadaş yola gidiyorlardı birisi öldü açlıktan, öbürü sağ, arkadaşının leşini yiyebilir mi?..
Evet!..
Doymamak üzere yaşayabilecek kadar yer…
Helal mi?..
Helal!..
Ne zaman?..
O zaman helal!..
İslam bu!..
İslam şeriatı…
Bütün haramları helal eder…
Ne zaman?..
Azgınlık yapmamak üzere zamanı gelince…
İşte burada da o açlık gününde yemek yedirmek…

“Yetiymen za makrebetin .”
“Bir yetim ki birde sen onun akrabasıysan o yetime yemek yedirmek varya”
Evet, itam etmek, taam etmek…
Onu bu tarafa çeviriverdiğimizde bizim Allahü zü’l-Celâl’le bağını kesmiş ya da bağını bulamamış, babasını kaybetmişte bulamamış birisi gibi, anasını kaybetmişte bulamamış bir öksüz gibi kalan bir nefis, kendi nefsimiz böyle bir hâldeyken buna Allahü zü’l-Celâl’in ilim, Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın edeb taamlarını yedirmek…
Bu şekilde de zevk etmek gerçekten mümkün…

“Ev miskiynen za metrebetin.”
“Yada bir miskin ki sakin kalmış.”
Yani; hiçbir hareket edemiyor…
Gâvurdur, Müslümandır, ötedir, bötedir ama gelmiş Antalya’nın bir köşesine…
Ve ben bunu bizzat yaşadım…
Yani, evet…
Adamcağızın karnı parçalanmış…
Benim geldiğim senelerdi…
Karnı parçalanmış, bağırsakları dışarı düşmüş, dökülmüş eliyle koyuyor…
Ben bunu gördüm gözlerimle yani…
Yanında şarap şişesini de gördüm…
Ama sabah namazlarından dönerken ekmek bırakıyorduk yanına ve de ekmeği bekliyordu zaten…
Yani bunu bu hâlde gören Allahü zü’l-Celâl’di, yani görüyordu demek istiyorum, Kendi kuluydu, Kendi şeyiydi…
İnsanların merhameti imtihan ediliyordu…
Bunlar bütün, böyle bir miskin, elden ayaktan düşmüş, ekmeğe muhtaç hâle düşmüş bir miskin olursa “za metrabeh”…
“Metrabeh” sanki toprak yani, üstüne bas geç…
Toprak olmuş gibi böyle…
Bu kadar zavallı hâle düşmüş gibi…
“Za metrabeh” sanki toprak sahibi gibi, toprak olmuşta yere döşenmiş bir toprak olmuş…
Öyle bir garabet sahibi yani…
Yerlere serilmiş bir zavallı hâline gelmiş…
Bu kim?..
Buda biz…

ثُمَّ كَانَ مِنَ الَّذِينَ آمَنُوا وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ وَتَوَاصَوْا بِالْمَرْحَمَةِ
أُوْلَئِكَ أَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ
"Sümme kane minelleziyne amenu ve tevasav bissabri ve tevasav bilmerhameti. Ulaike eshabul meymeneti: Sonra iman edenlerden, birbirlerine sabrı tavsiye edenlerden ve birbirlerine acımayı öğütleyenlerden olmaktır. İşte bunlar sağdakilerdir.” (Beled 90/17-18)

“Sümme kane minelleziyne amenu ve tevasav bissabri ve tevasav bilmerhameti.”
“Sonra iman edenlerden, birbirine sabrı tavsiye edenlerden.”
“Minellezine amenu = İman edenlerden.”
“Ve tevasav bissabr = Sabırda vasiyetleşenlerden.”
“Ve tevasav bilmerhameh = Birbirine merhameti tavsiye edenler.”
İmanda buluşalım…
Sabırda buluşalım…
Merhamette buluşalım…
Bunlar ne?..
Muhammed Aleyhi’s-selâm’ın ana özellikleri…
Sadakatta, Sabırda, Merhamette, Muhabbette buluşmalar bütün Rasûlullah Efendimizin bütün özelliklerini yakalamaklar…
Şurası için ben burayı okudum…
Biraz sonra geleceğiz…

“Ülaike ashabülmeymene.”
“İşte bunlar meymenetli insanlardır.”
“Uğurlu insanlardır.”
“Bunlar hakka-hayra götürücü insanlardır.”
“Meymenet sahipleridir.”
“Meymene = Yemin sabibleridir.”
Yani?..
Kitabları sağ taraftan verileceklerdir…
Hak ve hayr sahibi olanlardır…
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’in taraftarlarıdırlar…

وَالَّذِينَ كَفَرُوا بِآيَاتِنَا هُمْ أَصْحَابُ الْمَشْأَمَةِ
عَلَيْهِمْ نَارٌ مُّؤْصَدَةٌ
" Velleziyne keferu biayatina hüm ashabülmeş'emeti. Aleyhim narün mü'sadetün.: Âyetlerimizi inkâr edenler ise işte onlar soldakilerdir. Cezaları, kapıları üzerlerine sımsıkı kapatılmış bir ateştir.” (Beled 90/19-20)

“Vellezine keferu biayatina hüm ashabül meş'emeh.”
Fakaaaat!..
“Vellezine keferu = O kafirler yok mu.”
“Biayatina = Âyetlerimize küfredenler yok mu, inkâr edenler yok mu âyetlerimizi, hem onlar var ya.”
“Ashabül meş'emeh = Onlar şum ashablardır.”
“Şom ağızlı” diyoruz ya, uğursuz insanlardır, yaramaz insanlardır, şemahat ehlidirler…
Hiç hakka ve hayra yanaşmazlar…
Her yerde noksan ararlar…
Daima kötülük ararlar…
Hiç iyilik görmezler, insanları iyiye çekmezler…
Yani yıkıcı, yakıcı, negatif insanlardır…
Şom yani…
Bizim Türkçede “şom ağızlı” diyorlar…
İşte bu şum : uğursuz…
Meymenetsiz…
Hiçbir işe yaramaz, kötülük yapar…
Olumsuz yani…
Kim bunlar?..

“Aleyhim narun mü'sadeh.”
“İşte bunların üzerlerine ateş var.”
Nasıl bir ateş var?..
Mü'sadeh: kapıları bastırıp payandalanmış yani, tersten, asla açamazlar içerden dışarıdan payandalı çünkü…
Kapanmış, ebedî…
İşte kim bunlar?..
Kendi nefislerine zulmedenler…
Her şeyin ötesinde kendi nefislerine…
Neden kötü adam?..
Neden kötü olacak, nefsini şeytana sattı da onun için kötü…
Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın yanında, canında olan nasıl kötü olacakmış…
O özellikleri taşıyamaz ki…
Yukardaki özellikleri taşıyamaz ki…
Bir miskine bakmamazlık yapamaz…
Efendim bir yetime bakmamazlık yapamaz…
Bir acı doyurmamazlık yapamaz…
Kendine bencillik yapamaz…
Sabrı, merhameti, hakkı tavsiyesizlik yapamaz…
Muhammedî bir şuuru olan asla!…
Kim yapar?..
Kim yapacak, şeytan…
O kim?..
O kim olacak cehennemin zümerasına girip kapıyı dışarıdan kapattırandır…
Yani?..
Şeytan ve şeytanlaşmışlara teslim olduğu için başına bu şeyle gelmiştir…
Nerde?..
Bu dünyada!..
Öbür dünyada ne var?..
Buradaki tabikatın imtihanı var…
Burdaki kazancı, elindeki çekin-sonucun karşılığını görecek…
Burda gördüğü işlerin karşılığını orada kitabını soldan aldığı için, yani soldan kasdım şomlular, şumlar tarafından, şemahet, meymenetsizler tarafından aldığı için bunlar başlarına gelecektir…

Bu Beled Sûresini, yirmi âyetti, şöyle bir göz gezdirdik…
Ben, Beled’i bir başka şey için açmıştım ama Beledde değilmiş o…
O neydi benim dediğim?..
“Onlar Allahü zü’l-Celâl’den iyilik gördüler mi: “Bunları biz kendimiz kazanıyoruz alnımızın teriyle” derler. Ama bir işleri ters gidip sıkıntıya düştüler mi: “Rabbımız bize ihanet etti” –bu kelimeyle yalnız- “Rabbımız bize ihanet etti” derler.”
“Ama kendilerinin işleri iyi gitti mi; “biz kazanıyor zaten, çalıştık çabaladıkta yaptık, ee kazandıkta harcıyoruz.”
Hiç sanki Allahü zü’l-Celâl’lik bir şey yokmuş…
Fakat işler ters gitti mi de derler ki: “ee Allah böyle yaptı”
Yani, “Rabbimiz bize ihanet etti.” Orda kelime oydu yani inşallah bulmaya çalışacağım…
Fecr de belkide…
Belki de Fecr de olabilir…

فَأَمَّا الْإِنسَانُ إِذَا مَا ابْتَلَاهُ رَبُّهُ فَأَكْرَمَهُ وَنَعَّمَهُ فَيَقُولُ رَبِّي أَكْرَمَنِ
وَأَمَّا إِذَا مَا ابْتَلَاهُ فَقَدَرَ عَلَيْهِ رِزْقَهُ فَيَقُولُ رَبِّي أَهَانَنِ
"Femmel'insanü iza mebtelahü rabbühu feekremehu ve na'amehu feyekulü rabbiy ekremeni. Fakat her ne zaman da sınayıp rızkım daraltırsa: «Rabbim bana ihanet etti.» der.: İnsan var ya, Rabbi kendisini imtihan edip de ikramda bulunduğunda ve bol nimet verdiğinde «Rabbim bana ikram etti» der. Fakat her ne zaman da sınayıp rızkım daraltırsa: «Rabbim bana ihanet etti.» der.” (Fecr 89/15-16)

Bu kelimeyle “ihanet” kelimesiyle yani hâşâ…
“Kader böyleymiş.”
Neyin kaderi böyleymiş?..
Arzuyla, isteyerek, kasıtla adamı alnının çatından vuruyorsun da bide bunu hâşâ Allahü zü’l-Celâl’emi yüklemeye mi çalışıyorsun?..
Niye şeytana yüklemiyorsun?..
Çünkü işin şeytanın işi olduğunu biliyorsun, bilmeyen kimse yok!…

Onun için kardeşlerim!
BİZim, hepimizin yapacağı şey…
Bilememezlikten gelmiyor…
Hepimiz çok şey biliyoruz…
Yapmamazlıktan geliyor…
Sebep?..
Peygamber Aleyhissalâtü vesselâm’ı hak ettiğince, lâyıkınca DUYmamaktan geliyor, UYmamaktan geliyor…
Bu çok önemli bir şey, DUYup UYmak…
Önemli ama keşke duysak, inşâallah duysak!…
Ve inşâallah uysak!…
Allahü zü’l-Celâl emin, sadık, sözünde doğru…
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem doğru…
Ee doğruysa o zaman problem bende…
İşte kalb telefonu, cep telefonu diyorlar ya, bu cep telefonları dört tane numarayı basıyorsun karşıdaki “alo” diyor:
Ama kalb telefonuyla dört kere basıyoruz ses çıkmıyor…
Karşıdaki “alo” diyor deseeek o alıcı cep telefonu, kalb telefonu kullanmıyor zaten MERKEZ…
Ben diyorum ki bizim bu kalblerde, telefonda bir problem var…
Bizim numaralar mı basmıyor, bizim hat mı kapalı, bizde bir iş var!..
O zaman işimizde bu zaten, imtihan da bu ayıp değil, günah değil…
O zaman biz bu işi buradayken öbür tarafa geçmeden çözmemiz gerekiyor…
Ve bunu çözerken de kardeşlerimiz, özellikle bizim bu konuşma içerisindeki kardeşlerimiz bu konuda Allah’ın izni ve inâyetiyle inşâallah birbirlerinin hizmetçisidirler…
Bir annenin yeni doğmuş çocuğu gibidirler kardeşleri birbirlerine karşı…
Bir anne nasıl bir çocuğunun kıçını temizlerse, bu aynı şartlar başlarına geldiği zamanda birbirlerine karşı aynı muhabbetle, merhametle hizmetten kaçmamaları gerekir…
Bundan kasdım; dünya işide olur, kendi işlerinde olur, yeter ki Muhammedî edebin, İlahi ilmin alışverişinde olur, daima birbirinin hizmetçisi olmayı kabul etmek zorundadır…
Muhammedî oluşun şartı budur çünkü…
En büyük hizmetçi Allah Teâlâdır…
Ondan sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’dir…
Ondan sonra Hakk Dostlarıdır…
Ondan sonra yer bulabilirsek biziz…
Sırayladır…
Halka bakma…
Hele hele bu kaba sofulara, ham sofulara, bu uçarcılara – kaçarcılara, cennetçilere – cehennemcilere baktığın zaman iyice kafa karışır çünkü onların her şeyi hayaldir…
Onlara göre Allahü zü’l-Celâl bilinemez, bulunamaz, ulaşılamaz, ulaşılsa katiyen varılamaz; O’na varmak için bütüüün kudsal insanlar, mübarek insanlar bulmamız gerekir vesaire vesaire…
Hâlbuki öyle bir şey yoktur…
Allahü zü’l-Celâl’in, bilinmesi bulunması apayrıdır.
Ben bir şey demiyorum çünkü hadisler var da ben oraya girmek istemiyorum…
Ama Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem güneş gibi ortadadır, hava gibi her yerdedir, herkesin emrindedir, hizmetindedir. Çünkü Rasûlullah’tır, Rahmetenlilâlemindir, herkes içindir, ayıramaz gayıramaz çünkü mümkün değildir…
Ebu Cehil’i ayırmamıştır, bir kelime yoktur aleyhinde, bulamazsınız.
Ebu Cehil nefsine-kendine zulmetmiştir o kadar…

Bütün bunlardan şunu demek istiyorum, biz birbirimizin can ü yürekten, bir defa çooook çook Muhammedî şuur içerisinde kardeş olduğumuzu, Rasûlullah Efendimizin çocukları olduğumuzu bir defa yüreklerimizde yaşamazsak yazık olur, her şeye yazık olur…
Ve birbirimize karşı olan bağlarımız eğer perçinleşirse o zaman gerçekten her birimizin tövbesi hepimiz için geçerlidir…
Bu kadar kişi Allah’ın izni ve inâyetiyle, Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın şuuruna, nuruna, süruruna ve onuruna, şerefine pay bulursa, o deniz de damla olursa, içimizden birisi gerçekten Rasûlullah Efendimizin hoşnutluğunu kazanan, Allahü zü’l-Celâl’in rızasını kazanan bir tevbe – istiğfar etse cümlemizin tevbe – istiğfarı yerine oturur…
Dua etse, dualarımız “BİZ” dediği için hepimiz orda oluruz…
Ayıramazlar BİZi çünkü, ayırmaz…
Yani ben dua edeceğim, diyeceğim ki ne bileyim ben; “Sufi olmasın, Nuriye olmasın, Hâlim olmasın” böyle şey dünyada olamaz…
Eğer bu sadakatsa sözümüz sözse, samimiyetimizde doğruysa, doğruysa dediğim yani bu doğru olduğu için ayrılamaz demek istiyorum…
Bu öyle üç günlük dünyadaki kardeşliğe filan benzemez…
Alışverişe, öteye, böteye filan benzemez…
Bu sonsuuuuuz, zamansızlık içerisindeki BİRliktir…
Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın yüreğinde buluşmadır…
Bilişmedir, oluşmadır ve yaşamadır…
İnşâallahurrâhman…


(2. SOHBET DEVAM EDECEK İNŞAALLAH)
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

08 MART 2008 SOHBETİNİN DEVAMI...


Bir kardeşimiz: “Allahü zü’l-Celâl… Efendi Babanın Fatiha ile ilgili olarak Allahü zü’l-Celâl’in; “Ben onu kulumla Kendi aramda ikiye böldüm.” buyurduğu bir hadis-i şerif vardır” diyor.
Bu meşhur hadis-i şeriftir.
Fatiha Sûresi, Kur’ân-ı Kerîm’i cem’ eden bir sûredir.
Neden cem’ eder Kur’ân-ı Kerîm’i?
Çünkü Kur’ân-ı Kerîm, Allahü zü’l-Celâl’in;
Allahlık, Ulûhiyet vasıflarını anlatır.
Rubûbiyet vasıfları… Rabblık vasıfları sıfat vasıflarıdır…
Bir yaratık yaratır, o yaratık ile ilgili hükümler koyar… Bu Rabblıktır.
Allahlık tümüne şâmildir.
Allah târifsizdir çünkü… Ulûhiyet!..
Ama Ulûhiyet özelliğinin yansıyabilmesi için Rubûbiyeti gerekir. Yaratan olabilmesi için dört vasıf lâzımdır.
Bunlarda:
Ulûhiyet…
Rubûbiyet…
Merhametiyet…
Ve Malikiyettir.
Bir ilâhın Allah olabilmesi için bu vasıfları taşıması lâzım…
Yani târifsiz Allah olması lâzım.
Ulûhiyet olması lâzım… Her târifi yutması lâzım.
Rubûbiyeti olması lâzım… Yani yaratabilmeli, terbiye edebilmeli, döndürebilmeli, yaşatabilmeli, hesaba çekebilmeli…
Terbiye deyip geçmemek lâzım… Rububiyette…
Atom korkunç hızda dönerken, bütün atomlar aynı kanunla döner, biri dahi sapamaz saparsa zâten kıyamet kopar.
Kâinatta da böyledir…
Dünya da aynı şekilde döner…
Her şey, bu korkunç döngüleri ve hiçbir şey hiçbir şeye asla dayanamaz…
Mesned sıfırdır kâinatta…
Bir atom bir atoma dayanamaz… tek başına döner…
Bir küre bir küreyle yan yana, çarpışır.
Yani katiyen dokunamaz, boşlukta yüzer dururlar…
“Yesbehuuuu” işte…
Sebbaha : Yüzmektir arabçada…
“Yüsebbuhu lehuma fissamavati vel ard.”
“Yüsebbihu” şuanda semada, gökte, yerde her şey yüzüp durmakta zâten…
Tesbih budur…
Durmadan yüzmek zorundalar hem de, hiç durmadan sonsuz şeyle…
Eğer bu enerjilerini kendi içlerinden alsalardı atomlar birkaç günün içinde biterdi yani…
Bu kadar enerjiyi…
Dünya şu dönüş hızını, korkunç kütleyi böööyle döndürmek için bir enerjiyi kendisinden yeseydi, yok olurdu yani bitirirdi…
Yakıtı biterdi yani…
Ama saatte 1600 km hızla dönüyor da dönmüyormuş gibi dönüyor…
Korkunç bir şey bu…
İşte bütün bunlar terbiye sistemidir.
Efendim tırnaklar her gün uzar ama dişler asala uzayamaz, uzarsa korkunç problem olur…
Efendim kirpikler uzayamaz da saçlar hergün, sakallar hergün yanıbaşından çıkar ve uzarlar…
Öyle terbiye edilmişti ki her hücre…
Terbiyesizleştiği zaman ne olur?..
Kanser olur…Kanser olur…
Başa belâ olur yani… O da bir ayrı bir iştir.
İşte bütün bu Rubûbiyyet dediğimiz özellikleri taşıması lâzım…
Ve bütün bunları Merhametiyeti için yapması lâzım…
Maddiyatta Rahmâniyyet olması lâzım…
Rahmâniyyat geneldir... Kâfir Müslüman ayırmaz… İnanı inanmıyanı ayırmaz… İmtihanı kazanan kaybeden ayırmaz…
Hak eden hak ettiğini alır.
Rahmâniyette… dünya böyledir çünkü…
Niye onlar aya çıkıyor da biz burada kaldık!.
Eee onlar onu yaparsa onu alır, sen de burda bunu yaparsan bunu alırsın…
Çünkü sünnetullah böyledir…
Hiç şaşmaz…
Ama Rahîmiyet öyle değildir…
Rahîmiyet imtihandan geçen, bu kapıdan geçenler içindir o…
İkisi beraber Merhametiyettir.
Yani biz bu dünyada o zaman aya çıkmayalım mı, hayır sende çık kardeşim niye çıkmıyorsun gâvur çıkıyor da sen niye çıkmıyorsun?.
Çıkmazsan böyle rezil kepaze olursun…
Çık, Rahmâniyette senindi, Rahîmiyyette senindi…
Ama işte bu denge kurulamadığı için bu hâldeyiz…
Merhametiyeti olması lâzım Allahü zü’l-Celâl’in…
Yani ilâhın Merhametiyeti varsa Allahü zü’l-Celâl’dir.
Dördüncüsü mülkün Mâliki olması lâzım…
Tek Mâliki olması lâzım.
İşte bu dört özelliği taşır Fâtiha Sûresi..
Bir insan namaza girdiğinde…
İnşâallah bir başka zaman namazı işleyelim…
O salât kitabında iki rekât sabah namazı vardır…
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’in namaz kıldırışı, ezan okunuşu ve namaz kıldırışıdır o… çok harika bir şeydir…
Onu yaparız inşâallah bir gün…
O iki rekâtlık namaz hakikattır.
İşte bu dört…

Bismillahirrahmânirrahim.
“Elhamdülillahi rabbil âlemin.”
Hamd, hamede yani Ahmed’in hamedesi var ya…
Hamd, Ahmed; ilk, tek, en hamd eden demektir…
İlk, tek ve en hamd eden demektir…
Ahmed, hamdin tümünü yapandır…
Varlık adına hamd edendir…
Tek “Mim”lidir onun için dediğim başlangıçta dediğim…
Çok muhteşemdir Ahmed ismi Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’in…
Muhteşemler muhteşemi…
Ahada gider çünkü…
Ahadin Mimlenmişidir…
Ahadin tezahürüdür, yani zurudur…
“Elhamdülillahi rabbil âlemin.”
İşte bu hamd, kim yapar bunu?..
Akıl yapar!..
Aklı olmayana hamd yok!
Ne olacak ki...
Ne hamdı yani…
Akıl yapar bunu…
Aklı olan için İslam vardır ve hamd vardır…
Olmayan hainlikle zâten, “azaben muhina”
“Akılda verdik hainlik yaptın, hamd etmedin” imtihan budur zâten…
Bunun için “Elhamdülillahi”…
Hamd Ulûhiyetindir…
“Rabbil âlemin”
Âlemlerin Rubûbiyetine ait bir hamdden bahsediyoruz…
“Errahmânirrahim”
O ki, o Allah ve Rabb ki “Er Rahmân: Er Rahmân”dır, herkese hak ettiğini verir dünyada…Herkese…
Zalim, âlim, kâfir, müslim her neyse, herkes ne yaptıysa bulur, alır yani…
Yani İsrailli kadın pilotlar Filistin de yağmur gibi bomba yağdırırken aşağıdaki, çöldeki kadınları mağaraların içinde vahşet içerisinde, cehalet içersinde hapsdedip ellerini açtırıp sadece dua ettirmek nedir?..
Allah’ın Rahmâniyetine karşı nedir?..
Cahilliktir!..Cahilliktir!..
Ne olmalıydı?..
O jetlerde Müslüman kadını olabilmeliydi… Olabilmeliydi…
Beline sardığı bombaları tepelerine indirebilmeliydi…
İndirmeliydi ama öyle olmadı ki…
Niye olmadı?..
Bir milyar Arap, oyuncak oldu bir avuç yahudinin elinde…
Bütün paraları Amerikada, batıda, Yahudi bankalarında! Çekemiyorlar, çekseler onları bir terörist ilan edip el koyacaklar…
Amerika’dan bir kuruş çekemiyorlar zenginleri…
Çekmeye kalkıştıkları anda: “sen de şu teröristtensin el koydum!” diyecek diye, çünkü hepsi Yahudi…

Demek istiyorum ki Rahmâniyet böyle açıkken, kim istiyorsa onun hakkıdır derken, İslam âlemindeki bu çöküntü, bu Rahmâniyetten uzaklaşış, bu safsatalıklar, bu saçmalıklar bizim İslam milletini çökertmiş, köle haline getirmiştir.
Neden?..
Hep ahrete yüklenmiştir..
Hâlbuki ahret bir şey değildi, ahret neydi?..
Buradaki işlerin hesabının görüldüğü bir yerdi…
Her şey burda oluyordu, cennet buradaydı, cehennem burada kazanılıyordu…
Ama öyle olmadı…
Bir yanlış yamalak işin peşinde kaldı insanlar…
İlimden, irfandan, edebden uzaklaşarak yanlışların peşine düştü…
Şucu oldu, bucu oldu…
Kimisi İrancı oldu, kimisi şucu oldu, ama bir sürü çoluk çocuk, kadın masum orda kanları dökülmekte…
Bir hayvan sürüsüne bile böyle yapılamaz, yani bir koyun sürüsünün içerisine bir dozerle dalsanız…
Bu kadar insan merhametsiz, vicdansız, ahlâksız ve Allahsız olamaz, inançsız olamaz fakat şu anda bütün İslam Dünyasının gözünün önünde her gün bunları yapıyorlar…
Bu arada da siz de izlemişsinizdir o adi Kral, alçak Kral, Amerikan beşinci haçlı komutanıyla Bush denen adamla kudsal topraklarda, saraylarda kılıçla, bizzat kendim izledim gördüm tesadüfen, Arap dansıymış da, ellerinde kılıçla salonun içerisinde kahkaha ile havada kılıç savurarak dans ediyorlarmış…
Bu ihanet, bu “azaben mubina”, bu ihanet, bunun karşılığı Allah katında ihanet azabıdır.
Ama biz İslam milleti olarak, İslam toplumu olarak böyle acılar içerisine gark olduk, çünkü Rahmâniyet ve Rahîmiyet tezahürlerini, zuhurlarını anlayamamış olmamızdan dolayı…
Sabaha kadar dua yanında sabaha kadar çalışarak Rahmâniyeti tecelli ettirir, sabaha kadar dua ederek Rahîmiyeti tecelli ederek buluşturmamız gerekirdi.
İşte bunu anladığımız takdirde “Mülkün sahibi Allah’tır” dediğimizde elimiz ayağımızda dâhil bütün sistemin varlığını Allahü zü’l-Celâl’in tıpkı bir ressamın tablosunda yaptığı resimler kadar onun olduğunu istediği anda tümünü yakıp yıkıp yeniden yapabileceğini, Allahü zü’l-Celâl’in Ulûhiyetini, Rubûbiyetini, Mâlikiyetini, Rahmâniyet içerisinde böyle durduğunu anlamış olurduk…
Buraya kadar Allahü zü’l-Celâl…
İşte o hadisi bulmamız lâzım, çünkü kafamdan demek istemiyorum…
“Fatiha sûresini ikiye böldük, yarısı kulumun yarısı Benimle ilgilidir. İşte kulum şunu dediğinde Allahü zü’l-Celâl: “kuluma verilecektir”. Bunu dediğinde “kuluma verilecektir”
“İyyake nağbudü ve iyyake nestain.”
İyyake nağbudü : Biz Sana ibadet ederiz, ancak Sana ibadet ederiz…
Siz kimsiniz?..
Ben tek başına namaz kılıyorum, siz kimsiniz?..
BİZ Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ı duyan ve uyanlarız…
BİZ buyuz!..
İyyake nestain : Senden isteriz…
Niye iki tane bu âyet…
Niye olacak biz Rahmâniyette Sana ibadet ederiz, Rahîmiyette Senden isteriz…
Burdaki ibadet beden ibadetidir…
Bir kişinin çocuklarının nafakası için çalışması da ibadettir…
Hatta hadisler vardır: “Eşinin ağzına verdiği lokma sadakadır” diye…İbadettir diye…Çok!..
Yani dini inanç ibadeti, namaz vesaire ibadettir, daha doğrusu bir doğrudürüst inanan bir insanın her şeyi ibadettir…
Uykusu da ibadettir…
Açık seçik hadisler vardır: “Bir ârifin bir saatlik uykusu, anlamayan bir zahidin, işini anlamayan bir zahidin altmış yıllık nâfile ibadetir” diye…
Ben nâfile de ekliyorum yani…
Normal ibadet değildir, Nâfile…
İşte bütün bunlar neyi gösteriyor?..
İlim, edeb, irfan ve erkân işinde geçişi gösteriyor…
Fatiha’nın sonuna doğru geldiğimizde “iyyake nağbudu ve iyyake nestain. İhtinas sıratal müstakim : Bizi Sen ya Rabbi, el müstakim olan yola hidâyet et, götür!”
Bizim tercihimizi söylüyoruz biz…
Biz bunu tercih ettik, biz karışık yollar istemiyoruz…
Biz Muhammed Aleyhi’s-selâm’ı duyduk, uyduk: “İyyake nağbudu ve iyyake nestain” dedik, bizi buraya götür…
“Sıratellezine enamte : Ya Rabbi hani Sen nimet verdiklerin var ya, enamte etiklerin var ya, nimeti yağdırdıkların var ya, işte o yolu istiyoruz!”
Belli bizim istediğimiz yol…
“Gayrul mağdubi aleyhim veleddallin.”
O gazabına uğrayanların yolunu değil, yani onlardan değil, gazabına uğrayanlardan gayrıyı istiyoruz, onlarınkini istemiyoruz!.
“Veleddallin”
Bir de sapan ve saptıranların, dallin olanların yani lütuftan lânete geçenlerin, ordaki “L”, çiftle Lam’dır…
Celâlde de öyledir mesela…
Lütuf ve lânet at başı gider…
Tercihe bağlıdır.
Bu çok ilginçtir yani…
Şehâdet gibidir.
Bir kelime can kurtarır, bir kelime can yakar…
Bir saniye de!..
Celâl böyledir…
Cemâl da öyle değildir…
Cemâl da Muhammedi bir lütuf vardır…
Peygamber Aleyhi’s-selâm’a ne işler yapıyorlar…
“Ya Rabbi onlar bilmediği için böyle yapıyor, onları affet.” diyor…
Çünkü mecbur öyle demeye…
Başka çaresi yok çünkü…
Orda Muhammedi lütuf vardır çünkü…
Cem’ olmuştur…
Allahü zü’l-Celâl öyle değil…
Allahü zü’l-Celâl ne yapacağını söyler, yemin eder ve de yapar.
İşte bütün bu güzelliklerde inşâallahurrahmân, Allah’ın izni ve inâyetiyle…

Bir kardeşimiz:
“Allahü zü’l-Celâl’le kul arasında yetmiş bin hicap vardır...” demekte.
Böyle hadisler var, evet…
“Yetmiş bin perde vardır, yetmiş bin hicapta zulmettendir, nurdandır, zulmettendir…”
Orda kemâlatı yani bir kişi öyle normal imtihandaki bir kişi… Özel kişileri demiyorum ben, İsmail Aleyhi’s-selâm gibi doğmuş veya doğacakları demiyorum…
Normal bir insan olarak Celâlde de Cemâlde de imtihandan geçecek…
Yani okuyacak çocuk…
Okumadan öyle yazı-tura ile bulmayacak yani bu yolun esası bu…
Yetmiş bin hicap nurdan, Yetmiş bin hicap zulmettendir…
Nur Sıfat-ı Celâldendir…
Zulmet ise Sıfat-ı Cemâldendir…
Cemâl üns ve huzur verir…
Celâl ise yakıcıdır, heybettir…
Bu hocamın söylediği şeyler aktarmadır…
Çünkü bu kitapları ben yazdım, hocamın bu kitaplarını, şeyden teyp kasetlerinden ben yazmıştım…
Bu, burdaki Celâl ve Cemâl, gerek târif bakımından gerekse şey bakımından eski insanların birbirine aktara aktara geldikleri şeylerdir…
Yetmiş bin perde olduğu doğrudur…
Peygamber Aleyhissalâtü vesselâm…
Ama nur sıfat-ı Celâldendir derken Celâl yani nar, nuru doğurur doğrudur…
Nur daima nardan doğar bu doğrudur…
Gül daima gübreden çıkar, bu da doğrudur…Bu doğrudur…
Fakat Cemâlin zuhuru insan için nurdur… Cemâlin zuhuru.
Celâlin zuhuru insanda nardır.
Şimdi bunu, hocamın dediği doğru ama öbür tarafta doğru, bu taraftan anladığımız için ben söylüyorum…
Biraz zor demek istiyorum.
Ama şunu bilmemiz gerekir ki Allah zü’l-Celâl ve’l ikramdır…
Allah Celâlinden ikram eder…
Allah gübreden gülü çıkarır…
Allah inkârdan ikrar ister…
“La ilâhe” dedirtir… Allah da dâhil ilâh yok dedirtir küfre sokar…
“İllallah” dedirtir… Allah kendi celle celâlilunu çıkarttırır, ikrar ettirir.
Ve bunu hep yaptırır…
“Ya bu mâdem bu kadar tehlikeli ise biz "illallah" diyelim!” Yoooooo öyle değil…
“La ilâhe ilallah.”
Hadi bi daha yine “La ilâhe ilallah.”
İnkâr ve ikrar böyle son nefese kadar atbaşı gidecekler…
Hiç ayrılmadan.
Onun için Celâl… Bu perdeler…
İşte bilirsiniz meşhur Adeviyetül Evyaullah olan annelerimizden Adeviyetü’l- validemiz…
Kadın pazarlarında satılmıştır köle olarak…
Çok güzel olduğu için paylaşılamamıştır…
En iğrenç şekilde hayatı kullanılmıştır…
Ama sadakatı, samimiyet, sabrı selameti buldurmuştur…
Bu hikâye değildir…
Aynen vaki’ olaydır yani…Hakikattır!..
Ve Allahü zü’l-Celâl’in yüce mertebelere çıkardığı bir annedir…
Harika bir insandır. Kendisi himmet sahibidir…
Şimdi bile kadınlar eğer yapsalardı, yani ondan meded isteseler, yakınlık kursalar kendilerine bir yardım yapar…
İşte Adeviye validemiz hacca gideceğim diyor…
“Herkesin atı var, abrası var, şunu var, bunu var… Ben nasıl giderim!” diyor.
Allahü zü’l-Celâl de tecellî ettiriyor…
İhsan ediyor, lütf-u ihsan ediyor…
O sırada meşhur İbrahim Edhem Hazretleri de İmam-ı Şiblî yanında yetişmiş.
Meşhur Hazreti Şiblî de yetiştirmiş onu, bayağı uğraştırmış, yedi sene kalmış bir daha yedi sene kalmış, efendim yedi senenin sonunda demişki: “Ya yedi senedir ben buradayım, herhalde ben bir şey olmuşumdur!” diyor…
Şibli ekrandan izliyor: “İbrahim’i çağırın!” diyor…
“Bakıyım bir gelsin.”
“İbrahim sen ne diyorsun? Ya içinden böyle bir şeyler geçiyor senin!”
diyor.
“Yok efendim” felan…
“Şöyle bir yürü de diyor boyunu görelim.”
Arkasından imtihan çizmesi denen bir çizme giyen birisine diyor ki: “Sen, ben dur deyinceye kadar arkadan yürü, bunun baldırı dahil bas ve indir aşağıya!”…
Tamam… Emir, emir…
Arkadan yürüyor, bastıkça arka ökçesi kan içerisinde kalıyor, her defasında indiriyor…
İbrahim Hazretleri: “Siz bende benlik arıyorsunuz amma onu ben Horasan’da bıraktım” deyince…
Şibli Hazretleri diyor ki: “İbrahim dön gel, sen daha Horasan’ı bile unutmamışsın! Bırak benliği, senin daha Horasan da aklın yavrum, sen daha nere “BEN”i bırakmak!” diyor…
“Horasan bile duruyor sende” diye bir yedi sene daha…
İşte yediyıl dahadan sonra çağırmış demiş ki: “Sen galiba hacca gideceksin, olacağını oldun!”
Çıkmış yola…
“Her iki adımda iki rekât namaz kıldım!” diyor kendisi…
Böyle böyle böyle böyle varmış ki… Aradan yıllar geçmiş belki… Varmış ki Kâbe yok!…
Müslümanlara sormuş: “Kâbe nerde?” falan diye…
Herkeste… Deli sanıyorlar onu…
“Yok Kâbe!” diyor, Kâbe’yi bir türlü bulamıyor yani…
Koşup dururken bir bakmış ki, Kâbe bir kadını karşılıyor…
“Be kadın her tarafı velveleye verdin! Biz on dört buçuk senedir yoldayız, iki adımda iki rekât namaz kıldık, bu ne iştir ki Kâbe’yi böyle ayağa kaldırdın? Nasıl işmiş senin ki?”
Cevap veriyor Adeviye Anne: “Ben gözümü açtım kapattım burdaydım ve Kâbe geliyordu, böyle yıllar mıllar, her iki rekâtta namaz neymiş, gözümü açıp kapadım buradaydım!”
İbrahim Edhem diyor ki: “Yetmiş bin perde geçtik!”
Adeviye Vâlidemiz gökyüzüne ellerini kaldırıp diyor ki: “Ya Rabbi neydi bu perdeleri bunun?”
Cevap: “İlk perde sendin” buyurulunca o an da hayz-aybaşı oluyor…
“Eyvaaaaaah ilk perde kendimmişim meğer!.”
“Kâbe yasaklandı!” diyor…
Bu iş böyle bir iştir…

Bu perdeler merdeler böyle bir iştir, ama bizim şimdiki işimiz; önce bir beden terbiyesi, nefis tezkiyesi yapıp, kalb tasfiyesi - arıtması, ruh tecliyesi denilen o şeyleri, herkesin alıştığı şekilde böyle kelime dizmeler şeklinde değil, fiilen yapa yapa, yapa yapa çocuk büyütür gibi, doğru dürüst okul okutur gibi, adam gibi yapa yapa, bu işleri yürüte yürüte inşâallah, Allah’ın izni ve inâyetiyle götüreceğimiz inancındayız…
İnşâallah…

Evet, Hadis-i Şerifte…
Gariban kardeş koymuş buraya…
Ebu Hureyre radiyallahu anh, biz imamın arkasında duruyoruz denildiğinde o; “içinden oku” dedi çünkü ben Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’in ben şöyle dediğini duydum:
“Allah azze ve celle buyurmuş ki:
“Namazı Benim kulum arasında ikiye ayırdım.
Kulumun istediği kendinindir.
O: “Elhamdülillahi rabbil âlemin.” deyince,
Allah: “kulum Bana hamd etti” der.
“Errahmânirrahim” deyince,
“Kulum Bana sena etti” buyurur.
“Maliki yevmiddin” deyince,
“Kulum Beni övdü” buyurur.
“İyyake nağbudü ve iyyake nestain” deyince,
“Bu Benim ile kulum arasındadır ve kulumun istediği kendisinindir” buyurur.
Ve bundan sonraki âyetinde yine:
“Kulumun istediği verilecektir, kulum içindir, kulumun istediği verilecektir” buyurur.


Bu hadis burda kısa…
Ama bunun çok geniş olanını ben salât kitabında yazmıştım… İnşâallah bir namaz işlerken onu bir daha işleriz…
Allah’ın izni ve inâyetiyle…


(2. SOHBET DEVAM EDECEK İNŞAALLAH)
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

08 MART 2008 SOHBETİNİN DEVAMI...

Aziz soruyor:
Bismillahirrahmanirrahim.
“Lâ nuferru gubeyne ahedim mir rusulih…” (Bakara 286) âyet-i kerimesi…
“Ben ve Biz lafızlarında gizli Hakk’ın murad ve arzusundaki hikmetin ifadesidir” diyor Münir Derman Hocamız…
Bu cümleyi izah edebilirmisiniz?..
Buradaki murad nedir?..


“La nuferruku beyne ahedim min rasulih…”
“La nuferruku : Biz asla fark ettirmeyiz.”
“Beyne : Arasında.”
“Ahadin : Hiçbirinin arasında.”
“Min Rusulih : Resûllerin arasında Biz hiçbir fark görmeyiz, fark yapmayız, fark ayırmayız.”
Ve burada “Ben” nerde bilemiyorum…
biliyorsunuz Münir Hocamın işleri çetin işlerdir…
Onu iyi okumak lâzım şeyini…
Ama burda ben göremiyorum…

Bu Allahü zü’l-Celâl açısından düşündüğümüz zaman, “Ben” dediği zaman Ülûhiyyet kasdedilir…
Âyetlerde “Ena Allah” vardır…
“Ben” dediği anda Ülûhiyyet’e gider…
“Biz” dediği anda Rübûbiyyettir…
Bütün sıfatlarını toplar o işinde…
Allahü zü’l-Celâl “Biz” diye hitab ettiğinde Zâtını değil sıfatlarını devreye sokar, onu demek istiyorum…
“Biz” dediğinde başkalarıyla biz anlamında değildir…
Rübûbiyyet olarak “Biz”dir …
Ama mesela “Enallah ya Musa!” âyetinde Ülûhiyetini ilan eder…
Ama “Biz Allahız” demez onu demek istiyorum…
Ama “Biz şöyle yaparız, biz böyle yaparız!” Rübûbiyyet işlerinde, Rübûbiyyetle ilgili, Rabb’lıkla ilgili konularda “Biz” der…
Ama Ülûhiyetle ilgili konularda asla demez…
Allahü zü’l-Celâl Zâtını daima “Ben” olarak, sıfatlarında da “Biz” olarak kullanabilir…
Ben bu anlamda görüyorum ama sizin dediğiniz şekilde buradaki biz…
Ama “İyyake nağbudu ve iyyake nestain” deki “Biz” Allahü zü’l-Celâl’in “Biz”i değildir…
Muhammed Aleyhi’s-selâm’ın “BİZ”idir…
Nur-u Mim “BİZ”idir , Nurullah “Biz”i değildir o…
Mesela; “ey Rabbimiz unutur ve yanılırsak bizi sorumlu tutma.” Burdaki “Biz” kullar içindir …

“Biz peygamber arasında hiçbir fark ettirmeyiz.” diyen kim?..
Muhammed Aleyhi’s-selâm…
Aynen bütüüün kendisine uyan ve duyanların adına “Biz” …
Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ı uyan ve duyanların adına “Biz” denmektedir burada…
Yoksa biz kendimiz bir “Biz” tayini yapamayız demek istiyorum…
Oldu mu?..


Aziz :
“Allah razı olsun hocam. Zâten başka yerde izah ediyor bu şekilde. Sizin anlattığınız gibi. Yani Allah “Ben dediği zaman Kendi Ahadiyyetini, “Biz” dediği zaman Vahdaniyyetini, Rububiyetini anlatmış oluyor.”

Çok doğru!.. Çok doğru!..

Aziz:
“Âyetle ilişkisini merak ettiğim için ben bu soruyu sordum hocam. Allah razı olsun…”

Onu işleriz bir gün o kadar çok ki mesela, VAHİDİYYET tamamen AZAMET gösterir…
Azamet dediğimiz herkes gözüyle görür…
Ama AHADİYYET KUDRET gösterir, potansiyeldir, bilinemez…
Arkadadır, Allah ne yapacak ne bileyim yaptığını görüyorum ama ne yaptığını bilemezsin…
Onun için Ahadiyyette Zâtullah gizlidir, bilinemezlik gizlidir hiç arkada kimse, Peygamber Aleyhissalâtü vesselâm bildiği Allah’ın bildirdiğidir Allah Allah’tır orda hiç ortağı yoktur…
Ama Rububiyette, Bey dağını kim yarattı?..
Allah yarattı!..
Akdeniz’i kim yarattı?..
Çocuk dahi biliyor Allah yaratığını …
Burada artık ortadadır demek istiyorum hiç..
Cevabı doğru biliyorsa adam doğrudur, Vahidiyyeti gösterir, evet doğru söylüyorsunuz…


Halim soruyor:
“Fâtiha daki “Yalnız Sana kulluk eder yalnız Senden isteriz..” âyeti varya o bizim adımıza söyleniyor. Ama öyle olduğunda Kurânda “De ki…” diye başlıyor genelde. Orda niye “De ki..” diye değil?..”

“De ki…” Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizin bizzât kendisine emirdir…
Ama “Biz” derken Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’in Allahü zü’l-Celâl ağzıdır…
“İyyake nağbudu ve iyyake nestain.”
“Ben Sana kulluk ederim.” dediği yerde vardır Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’in…
Fakat Fâtiha Ümmül Kurân’dır…
Kur’ân-ı Kerîm’in anasıdır, özüdür, özetidir…
Bu bakımda ve Fâtiha’sız namaz mümkün değildir…
Bizim mezhebimize göre mümkün değildir Kur’ân okumakla yetmez Fâtiha okunması şarttır…
Ve birçok mezhebde de böyledir doğrusu da budur…
“Fâtihasız namaz yoktur.” diye hadis de vardır Sahihi Buhari de…
Dolayısıyla orada hitab Peygamber Aleyhissalâtü vesselâm’dan Allahü zü’l-Celâl’e giderken hepimizin adına “Biz” diye gidiyor…
Ama Allahü zü’l-Celâl’den “size söylüyorum ki” değil, “De ki…” Peygamber Aleyhissalâtü vesselâm’a yine direk olarak “Sen deki”…
Kime?..
“BİZ” diyenlere, sana tabi olanlara “De ki”…
Öyle değil mi efendim…


***

Kur’ân-ı Kerîm’de mesela şeytanın sözleri vardır, başkalarının sözleri vardır, Firavun’un sözleri vardır, herkesin sözü vardır, hepside âyettir fakat söyleyenler de bellidir…
Allahü zü’l-Celâl Kendisini ifade buyururken ya “Ben” demiştir ya “Biz” demiştir…
Bunlar âyeti okurken beraber bellidir…
Allahü zü’l-Celâl’in Kendi “Biz”liğini ve “Ben”liğini söylediği bellidir…
Burdaki “Biz” biz olarak, Müslümanlar, Mü’minler, Peygamber sallallahu aleyhi vessellem adamları olarak…
Mesela başka şeyde vardır…
Kâfirler vardır, “biz şunu yapacağız, biz bunu yapacağız”, onlarda “biz” der…
Fakat tamamen kime konuşulduğu bellidir …
Allahü zü’l-Celâl ya bir kıssa anlatıyordur, ya birinin adına böyle diyecekler diyordur, böyle denmesini istiyordur…
Burada mesela açıkça böyle deyiniz…
“Ve kalu semigna ve ategna. : Derler ki biz duyduk ve uyduk.”
Yine burda Allahü zü’l-Celâl “Biz” diye bizim adımıza “Biz” demektedir …
Mesela; “Ve kalu iyyake nağbudu ve iyyake nestain.” aynı anlamdadır demek istiyorum…
Orda “Kalu” var gibi anlam taşır…


***

Biliyorsunuz Allahü zü’l-Celâl’de Muradullah ve Emrullah diye iki bölüm vardır…
Kudretullah ve Azametullah gibidir…
Muradullah Allahü zü’l-Celâl’in Kendisine aittir…
Onu ancak O bilir…
Ama Emrullah fiilen işlenmek üzere vardır …
İşte burada Allahü zü’l-Celâl Muradullah’ı bazen açıklamıştır, bu “işte Allah’ın muradı böyledir” diye…
Bazen emretmiştir, Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimiz de açıklamıştır…
Bazen hiç açıklanmamıştır…
Bazen de “aklınız kadar anlayın” denmiştir…
“Ruh emr âlemindendir” âyetinde “burda murad nedir?” denildiğinde Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimize; “Aklınız kadar anlayacaksınız!.” demiş…
Yani çocuk çocukca anlayacak, biraz büyük büyükçe anlayacak, herkes kabı kadar…
Ne kadarsa kabımız!..
Çok doğru bir cevap!..
Yani herkesin kendi anlayış kapasitesince anlaması yeterlidir…
Çünkü ruh emr âlemindendir de birisi diyor ki:
“Allah’ın uzanımımıdır?”, birisi diyor ki:
“Yaşadığımız Hayy diri ise Allah’ın El Hayy esmasını şuanda kullanıyoruz yakıt gibi, benzin gibi! ”…
Buna cevab “evet” desen bir türlü anlayacak, “hayır” desen bir türlü anlayacak…
En iyisi ne buyuruyor?..
“Aklı kadar!..”


***

Halim soruyor: Taklidi-tahkiki imandan bahsedildiğini ve mesela bazılarının taklid yaptığını düşünüyorum, bunu düşünmenin negatif tarafının olup olmadığı hususunda ne dersiniz?

2-3 sene önceydi galiba…
3 sene oldu geçti mi bilmiyorum…
Gölbaşı’ndayken meşhur Muhammed’in Hür Askeri vardır…
Hasan Hüseyin Körpe…
Yaşayan bir insandır…
Bu birçok büyüklerden birisidir ama meczub gibidir …
Muhammed’in Hür Askeri denmesine sebep; Erzurum da askerlik yaparken dağdaki tatbikatta, kış tatbikatında ölmüş, orda bir çadırın kenarına atmışlar, kim götürecek bunu diye…
“Donmuş zâten geri giderken götürürüz zâten bunun için ta aşağıya inmek çok zor!” demişler.
Kar kış oralar dolu, oraya da gömemiyorlar…
Demişler ki giderken götürürüz bunu…
Orda 3 gün filan kalınmış, dönüşte getirmişler morga atmışlar Hasan Hüseyin Körpe’yi…
Tekrar çıkarmaya gittiklerinde kakmış tabi, açınca adamlar kaçışmışlar, adam dirilmiş filan diye…
İşte kendisi de anlattı bana…
İşte diyor: “Çıkmışım ağabey” diyor, “demişim ki onlara” diyor; “Yaa beni niye çıplak koydunuz soğukta, böyle niye yapıyorsunuz bu işi!” filan diye…
Hastaneye yatırmışlar bir şey olmuş mu diye…
Tabi bir şey olmamış ama orda yatarken Erzurum’daki kolordu komutanı gelmiş bunu duyunca, acayip bir şey çünkü bu diye…
“Dedi ki” diyor; “askerim ne istersin benden sen?”
“Bende o an demişim ki” diyor; “kirazla et isterim!”
“Nerden aklına gelmiş kiraz!” diyor…
“Şimdi karda kışta kirazı nerden bulacağız”…
Böyle kafasıyla bilmiyorum işareti yapmış…
“14 gün sonra bana” diyor, “İstanbul’dan kiraz getirtti paşa” diyor…
““Benimle konuştuğumda elini havaya kaldırdı diyor, çak bakalım bende hür asker oldum, generallikten vazgeçtim!” dedi” diyor…
Buna sebep şuydu …
O Hür Askere “anlat, ne oldu?” dedim ben…
Anlattı:
“Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem göğsümü yardı, nur doldurdu ve kalkıverdim” diyor…
Hür Askerlik bu!..
Bu bir hikâye - masal değil!…
İşte bu zât Gölbaşı’ndayken her Cuma buluşuyorduk…
Geliyordu bizim Gölbaşı merkez câmisine, neredeyse Ankara’nın neresindeyse…
Bir gün bir Cuma üste çıktım ben, yukarı kat, iki kattı orası böyle, üstte kıldım, bir de baktım sol tarafıma gelmiş yoktu çünkü…
Ama böyle ter kokuyor, ter içinde gelmiş filan…
İki rekat Cuma namazı bitince aşağıya bağırdı dedi ki: “Ulan hayvanlar altı kişi kıldık cumayı!..”
Ve bütün câmi namaza devam ediyoruz çünkü câmi inledi sesle …
Ben: “Hiç doğru değil bu, yapma!.. neden yaptın?..” filan dedim…
Dedi ki: “Abi bu hayvanlar BİZi duymaz!..” dedi…
Yani şunu demek istiyorum…

Bugün bir taklidi iman hepimizde …
Ne kadar çok şey yaptı ki, bizi böyle etkiledi ki artık neyin taklid neyin tahkik bilemez duruma düştük …
Bir de korkuyoruz tabi, Allah’ı seviyoruz Celle Celâlihu’yu…
Geleceğimizden endişeleniyoruz…
Sonra can-ü gönülden istiyoruz bunlar hep doğru…
Ama daha birkaç gün önce bir arkadaşımızda saftaki uzak duran adamı yanına çağırdığı için adam dövecekti, elini kaldırdı …
Bir metre nerdeyse ara var…
Hâlbuki Peygamber Aleyhi’s-selâm saflar sıklaşmadan namaza durmamışdır…
Farz gibidir …
Namaza başlamamışdır…
Bugün Malikilerin arasına gidin imam başlamaz namaza, ara varsa, boşluk varsa…
Namaza başlayamaz zâten…
Ama bugün burda desen adam dövecek “sana ne?” diyor…
Sana ne olur mu kardeşim, beraber namaz kılıyoruz…
Şimdi dediğiniz gibi sizin yaptığınız da insanlara kötülük düşünmek, onları alçaltmak yada onları kötülemek anlamından ziyade üzüntü eseri değimli?..


Halim: öyle hocam üzülüyor insan ister istemez!..

Doğru onların cahilce davranışları, kasıtlı davranışları, terbiyesiz edebsiz oluşları siz söyleseniz de uyarsanız da “Hayır böyle!” diye ısrar edişleri maalesef…
Ama elektrik yok!..
Vallahi ben bir-iki kere sarı kart gördüm bu yüzden…
Yani haklı olarak girdim haksız olarak çıktım demek istiyorum…
Haklı olarak girdiğim yerden haksız olarak çıktığım söylendi …
“Bu ne iş?..” dediler…
“Sen haklı olarak giriyorsun haksız çıkıyorsun”
Yani insanları eleştirirken filan da belki şunu söylemek lâzım…
“Allah onları ıslah etsin, iflah etsin!” gibi…
“Allah yardım etsin, Allah kurtarsın!” gibi filan söylemek lâzım…
Ya da bizim onları o şaşkınlığa düşüren şeyi bizi de düşürebilir gibi…
Onlar uyuyorlar uykuda bizde uyusak başımız derde girer gibi filan düşünmek belki daha doğru olur…
Bende bazen çok kızıyorum onu söyleyim ama sarı kart görüyorum…


***

Hadisler vardır:
“Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.”
“Bir yanlışlık gördüğünüzde elinizle düzeltin, dilinizle düzeltin, hiç değilse kalben buğz edin. Bu sonuncusu en zayıf imandır.” gibi açıkça hadisler var…
Fakat benim belirtmek istediğim şey; bir defa insanı üzmemeli…
Haksız da olsa karşı taraf, üzücü bir tavırı terk etmemiz lâzım…
Üzücü!...
Yani karşı yanlış dahi olsa onu üzmeden bir yol bulmak lâzım…
Üzücülük çok kötü bir şey onu demek istiyorum…
Yani zarar veriyor çünkü…
Haklı olabilirsiniz, o da haksız olabilir fakat karşıyı kırdığınız zaman bir daha tamir, tamamen öldürüyorsunuz …
Ben böyle birkaç kere hata yaptım, çok haklı şeyi çok belki biraz sertçe söyledim, sonra çok üzüldüm ve aynı kişilere başka şekilde anlattığımda çok daha rahat anlattım…
Keşke o zaman da öyle anlatsaymışım …
Adam câmide el kaldırdı arkadaşa, orda kavga çıkacaktı…
Sonra onlar tekrar sonra bir zaman sonra onları câminin orda görüştürdük …
Dedi ki; “Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem böyle böyle yaptı, işte câmide namazı kıldırmadı geldi asasıyla omzuna vurdu:
“Aranızda şeytanların siyah oğlak gibi dolaştığını görüyorum” buyurdu, “Kalblerinizi bir araya getiremezsiniz eğer omuzlarınızı getirmezseniz namazda” dedi”…
“Yooooo biz hiç duymadık bunları!..” dedi adam…
Yani: “ben hiç duymadım!.. İmamlar niye söylemiyor bunu?..” dedi…
Birazda cahillikten de olabiliyor demek istiyorum…


Halim: Bir hadis varya: “Bir kalb kırdınsa kıldığın namaz namaz değildir” diye. Ordaki kalb mü’min kalbi midir yoksa herhangi bir insan kırdığınsa kıldığın namaz namaz değildir anlamında mıdır?

Ordaki esas şey yapmak içindir, vazgeçirmek içindir …
Öyle bir hakikat değilde o, “böyle işler yapmayın bunu sakın ha, çok tehlikeli işler yapıyorsunuz!” anlamındadır…
Yani yoksa oradaki kalbin tayini “bu adam şudur, bu adam budur” şeklinden ziyade orada ikaz etmek için öyle şey yapıyor…
Burada şu, onun kimin kalbi olduğu önemli değil…
Mesela reis-i cumhur bir adam öldürse hemen katil olur…
Reis-i cumhur sıfıra iner…
Bir mesela Allah korusun bir Allah Dostu bir yanlış işe bir kere bassın, bastığı anda iniverir, sıfırlayıverir …
Başka hadisler vardır…
Efendim: “Mü’min zina etmez, ederse ettiği zaman Mü’min değildir, Müslim değildir” gibi…



Halim: Onu şunun için sordum Muhammedin Hür Askeri’nin câmide “hayvanlar” diye bağırmasıyla insanların kırılmış oluyor gibi düşünmekteyim.

İşin garip tarafı herkes bakıyordu ve hiç kimseden tepki gelmiyordu…
Hiçbir Allah’ın kulundan tepki gelmedi …
Kimse konuşuyor mu diye şey yapmadı…
Bu dediğim kişiler bunlar şey böyle Münir Hoca gibi..
Hocam yazar çizer filan da, bunlar ayrı insanlar böyle özel şey insanlar, özelliği olan insanlar ama çeşitli işleri varsa da, görevleri varsa da halk içinde ne iş yapıyorlar felan bilmiyoruz…
Böyle herkesin bir şeyi var, hali var…
Fakat bazen toplum içine girdiklerinde, mesela farz namazları kılıyor, insanlara zarar da veriyor…
Ne zaman veriyor mesela..
Câminin önünde halk kalabalık, bir tanesi onunla dalga geçiyor…
Kelli felli bir adam böyle kıyafeti miyafeti düzgün…
“Ne haber len Hür Asker?” filan…
O da boynunu şey yapıyor adamcağıza “iyidir” gibi bir işaret yapıyor…
Fakat o durmuyor, öbürü…
Muhammedin Hür Askeri hışımla geriye döndü: “Ya Habiballaaaah!..” diye eliyle böyle işaret etti, adam kendini böyle taşlara çarpmaya başladı, avluda herkesin içinde…
Herkes koştular, şunu söylüyorlardı: “Sara tuttu adamı!” diyorlardı insanlar …
Bende Hür Asker’e kızdım: “Neden yapıyorsun, böyle yapma!..” filan diye…
Diyor ki: “Ağabey bu var ya, bu” diyor, afedersin “bu hergele geliyor bizim kılıca çarpıyor.” diyor. “Biz kimseye vurmayız.” diyor…
“Ama kılıç açıkta” diyor “geliyor kendi kılıca çarpıyor.”…
“Biz vurmuyoruz!” diyor…
“O geliyor çarpıyor kendisini!” diyor …
Yani normal gibi zarar vermiyor, fakat o öyle geldi de böyle illâ size gelip de şey yaptığı zaman…


Halim: Şiddetullah gereği birazda öyle oluyor o zaman!

Onlar bizim dışımızda biraz…
Çünkü kuralları, kendi kurallarını çalıştırıyorlar…
Mesela “yemek yer misin, yedireyim sana yemek yer misin?” dedim…
“Ben bir haftadır yemek yememişim belki de!” dedi …
“Nasıl yaşamışsın?..”
“Bilmiyorum nasıl yaşamışım!” dedi…
“Ne yiyeceksin?” diye sordum ben…
Bana göre mesela bir Adana Kebab yer, bir şey yer değil mi?.
Dedi ki: “kuru fasulye yerim ben!..”
“Yaz günü kuru fasulyeyi nerden bulayım ben sana?..” dedim…
“Ben kuru fasulye seviyorum!” dedi…
“Sana köfte yedireyim birkaç tane?..” dedim…
“Böyle şey, kebap yedireyim” filan…
“Yok ağabey ben kuru fasulye istiyorum!..” dedi…
Bizde gittik şimdi…
O soruyoruz: “Kuru fasulye var mıdır?..”
Adam gülerek cevap veriyor diyor ki: “Hocam ne kuru fasulyesi yav…”
Böyle soruyoruz, birkaç yere sorduk…
Buna kızmaya başladım ben dedim ki: “Sen neden böyle yapıyorsun ki karnın açsa neden yemek…”
“Yok ağabey ben kuru fasulye severim!” dedi…
“Nerde bulacağız?..” dedim…
“Şu köşede buluruz!” dedi…
Oraya gittik hakketen adama sordum: “Var mı?” diye…
“Var abi!” dedi…
Neyse iki tabak pilav iki tabak şey getirdi kuru fasulye…
Ama ben kuru fasulyeden bir kaşık aldım, kuru fasulye hiç yenecek gibi değildi…
Ben tabi ona göre kibar bir adamım yiyemedim ben…
Bir lokma yedim ama çok zor, geçmedi boğazdan!….
O ise;
Kaşıkla bir pilav atıyor, bir de kuru atıyor biraz da su içiyor…
Dişleri zâten dökülmüş biraz, belki birkaç tane kalmış bilmiyorum çok az kalmış…
Neyse alıp alıp atıyor…
Dedi ki: “Ağabey sen yiyemiyorsan ben yerim!”
“Valla iyi olur ya, ben tok gibiyim aslında!” dedim...
Benimkini de bir birbirine katıp yedikten sonra dedi ki:
“Hür Asker bir haftalık daha yedi!..” dedi …
“Bir haftalık yemek yedi şimdi!..” dedi…
Anlaşılıyor ki yemek şeyi yok…
Ve nerde kaldığını sorduğumda Demirkent diye bir dağın başında bir yer gösterdi, gözüküyordu uzaktan, 5-6 kilometre belki daha da uzak…
“Ama ben burada 10 senedir filan kalıyorum” dedi…
“Orda kulübe yaptım!” diyor…
“Onun yanına bir tane kulübe yaptım” diyor…
İnsanlardan bir şey almıyor hiç…
“2-3 tane keçi aldım, keçileri besledim, kurbanda satıyorum, kurban zamanı satıyorum, sonra böyle lâzım oldukça kullanıyorum az az!” diyordu…
Bir gün geldi dedi ki: “Beni taşladılar!..”
“Niye taşladılar?..”
Pazar gün taşlamışlar…
Çünkü insanlar bundan önce oraya gitmişler, bu da arkadan çıkmış gelmiş ki:
“Ne yapıyorsunuz benim kulübemde?” deyince taşa tutmuşlar…
“Benim keçi ağılına çaput bağlamışlar, bez bağlamışlar: “Evliya yatıyor burda!” diye” diyor, “kalkın ben orda keçi besliyorum!” deyince ta mahalleye kadar taşla kovalamışlar bunu…
“Burada çok büyük bir Evliyaullah yatıyor diye, sen nasıl böyle diyorsun, keçi ağılı diyorsun buraya!” çocuklar, kadınlar, insanlar taşlamışlar …
“Abi benim ağılı türbe yapmışlar” diyor, “orda tüpüm var, küçük tüpüm var, yatağım var. Beni oraya sokmadılar akşama kadar!” diyor…
İnsanlar böyle çok câhil …
Ve hakiketen söyledikleri insan bu!..
Bu amma adamın ahırını türbe sanıyor adamlar, öyle câhil insanlar…
Ve kendisi: “Akşama yatacak yerim yok!” diyor…
“Onları bekledim gitsinler ki ben de gidem yatam!”
Yani bu onların ölçüleri biraz farklı demek istiyorum…
O meczub gibi gözükenlerin…

Mesela Deli Hüseyin dediğim, ismi Deli Hüseyin, öyle anılıyor çünkü…
O Derbentli Deli Hasan’ı, nebiliyim ben Sunisî Baba’yı, birçok insanları bizim de kısmen tanıdığımız “Allah’ın Adamı” nı hepsini tanıyor bu Deli Hüseyin!..
Yani soruyorum: “Oooo ben onu Kozan da gördüm! Şurda gördüm!” anlatıyor şeylerini …
“Allah’ın Adamı’nı, Kızılcahamam’dan öte karpuz arabasıyla gidiyorduk, yolda köpekle gidiyordu durduk.
Millet bağırdı çağırdı. Bir karpuza verdik…” filan..
“Allah’ın Adamı” dediği doğru…
Yani onların kuralları bizim dışımızda şahsen bilmiyorum çünkü…
Ama kendilerine mahsus işleri ve hayatları var…
O Allah’ın Adamı dediğimiz adam Ankara-Adana asfaltının ortasında mübalağasız sabahtan akşam ezanı okununcaya kadar kıpırdamadan aynı noktada aynı şekilde duruyor…
Etrafından çok hızlı arabalar geçiyor…
Kimse gidip: “Arkadaş ne geziyon burada?” polis molis kimse bir şey demiyor…
Araba çarpmıyor, öylece de duruyor, o harekette yapmıyor sanki heykel gibi duruyor saatlerce …
Bunu binlerce insan görüyor bu dediğim şeyi…
Mesela bizim evimizin önünde saatlerce durdu mesela böyle üç saat, beş saat olduğu şekilde duruyor …
Esasen ben bunlara karışmam çünkü bunların problemi olur diye!..
Ama o zâta bir gün şunun cebine para sokuyum lâzım olabilir bu Allah’ın Adamı denilen kişiye…
Ona Allah’ın Adamı diye kim diyor?..
Hür Asker diyor…
Ben Hür Asker’e: “Git buna yardım et!” deyince ağlamaya başlıyordu: “Ben ona gidemem, o Allah’ın Adamı, Allah bakar ona, sen kendin git!” filan gibi şey yapıyor.
Ona hiç yaklaşamıyor demek istiyorum…
Bu dururken yolun ortasında ben gittim bir kağıt para sokayım cebine diye!
Bütün cepleri dikiliydi, cepler dikiliydi , hiç cep yoktu, palto vardı sırtında sağ cebinde bir boşluk vardı içinde elma gibi bir sertlik üzerinde bir mendil bastırmıştı ve ben yaklaşırken bir İstanbul şivesiyle, arakadan yaklaşıyordum:
“Bekleyiniz Rabb’ımla konuşuyorum!..” dedi Allah şahiddir sözüme!…
“Bekleyiniz Rabb’ımla konuşuyorum!..”
Ve ben bekledim 5 dakika orda…
Ben tekrar vardığımda hiç alâkası yoktu, hiç…
Çünkü cep aradım felan hiç bana müdahale de etmedi, bir harekette yapmadı, sadece dudakları hafif kıpırdama halindeydi…
Neyse küçük bir yer buldum, oraya 3-5 kuruş parayı soktum, yine öyle kaldı o…
Ben gittim işime…
Tekrar geldim aynı yerde duruyordu…
Sonra Fatmaanaya dedim bak o orda yine duruyor, çıktık beraber çıktık ekmek aldık çıktık tekrar döndük yine orda duruyordu…
Yani 3-5 adım durmuş yine duruyordu…

Bunlar bizim normal ölçülerimizin dışındadır…
Ve bunlar Ebrârdır, Ebdâldır,Ahrârdır, Ahyârdır vesairedir, bir toplum içinde vardır…
Çeşitli şeyleri vardır işte mesela şeyin dediği gibi Deli Hüsayin’in dediği gibi:
“Eğer İstanbul’da sabahlara kadar bu çöp bidonlarına, pisliklerin içine atılan ekmekleri toplayıp balıklara dökmesek Allah bu şehre rahmet yağdırmayacak!” diyor…
Ve doğru söylüyor, böyle Hadis ve Âyetler var…
Yine Deli Hüseyin söylüyor bunları..
Ben: “Niye gidiyorsun 3 gün geldin Antalya gibi yerden hemen gidilir mi?” felan diye ben onu sıkıştırınca:
“Gideyim ağabey, gideyim ben!” diyor…
“Adama selâm verdim, bembeyaz sakallı adama da bana dedi ki “sen beni nerden tanıyorsun da selâm verdin?” diyor.
“Eee adamı dövecektim abi adamı dövemedim!.” diyor…
“Dedim ki: “ben ne bileyim Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’den tanıyorum sandım hergele!..” dedim.” Diyor…
Yani burda bu hâle düşmüş İslam Âlemi bak!…
Saçlı sakallı, görüntüsü selâma müsait, selâm veriyor, o da diyor ki: “sen beni nerden tanıyorsun da selâm veriyorsun?”…
Yani tanıyan mı veriyordu selâmı!..
İşte onlar bize ayak uyduramıyor…
Biz normal yolda giderken selâm vermiş umurumuzda değil, vermemiş umurumuzda değil…
Ama o mutlaka selâm veriyor…
Almazsa canı sıkılıyor, hır çıkarıyor, problem oluyor…
O zamanda işte öbürlerinin içine gireceğini söylüyor…

Allah celle celâlihu cümlemize inşâallah hak ve hayr versin…
Bizi Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’le tüm etsin, BİR etsin, BİZi etsin…
Kendimize bırakmasın inşâallah…
Kendi başlarımıza bir şey bilmeye, bir şey bulmaya, bir şey olmaya, bir şey yaşamaya çalışmadan Peygamber Aleyhissalâtü vesselâm’ın yüreğinde, kucağında, O’nu (s.a.v.) sevenlerin yanında inşâallah…
Birbirimizin eksiklerini kapata kapata, noksanlarını aramadan mükemmel tarafını seyrede seyrede, buldura bildire, hizmet ede ede…
Neticede Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizin hepimizin alnından öpeceğini iyice aklımıza koyarak, vicdanımıza koyarak ve hakikatta böyle olacağına inanarak…
Allahü zü’l-Celâl’in bundan rıza göstereceğini…
“Ya Muhammed! De ki, eğer Allah’ı seviyorsanız bana tâbi olu ki Allah da sizi sevsin!”…
Ey Allah’ı sevenler, Allah’tan korkanlar Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizde mutlaka ve mutlaka buluşmaları lâzım…
Bundan sonrakiler birbirimize karşı muhabbet derecelerimiz olabilir, insanız çeşitli hâller olabilir, çeşitli şartlar olur, onlar bugün öyle olur yarın böyle olur
Ama bir defa, öz de bir defa, özde insan bir yola çıkarken yolcu arkadaşlar bir araya gelmişse burda artık değil insanlara herhangi bir başka bir kedi bile olsa insan yolun ortasında onu bırakıp gidemez çölde …
Madem bizimle gelmiş biz hep beraberiz!…
Bu nasıl ayrılabilir, nasıl parçalanabilir, bunlar hiçbir zaman Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizde olmaz…
Asla olmaz!..
Çünkü dediğim gibi cemaat namazı gibidir, kim dururda: “Allahu Ekber!” dediyse Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın denizinde aynı hakta bir damladır…
Hiç bir şey bilmese bile ...
Bir kâfir bile bir “Lâ ilâhe illâllah Muhammeder Rasûlullah. Allahu Ekber!” desin hepimizden daha temizdir çünkü günahları af olmuştur…
Yani onun için inşâallah birlik, dirlik içerisinde oluruz Allah’ın izni ve inâyetiyle…



(2. SOHBET DEVAM EDECEK İNŞAALLAH)
Resim
Kullanıcı avatarı
safa-merve
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 16 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen safa-merve »

Kıymetli kul ihvani hocam Allah c.c. razı olsun inşallah. Bunlar çok değerli bilgiler. İdrak etmeyi nasib eylesin RABBİM.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/safa_merve.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

08 MART 2008 SOHBETİNİN DEVAMI...

Bakın ben samimi bir şey söyleyim…
60 yaşındayım, aşağı yukarı kesinlikle 40 sene filan tarikatla uğraştım, içinde oldum yani…
Ömrümce bu işin içindeydim…
Çok sayısız Allah Dostlarının hizmetinden geçmiş birisiyim…
Özel olarak hizmetinden geçmiş birisiyim…
Yani işte Derbentli Deli Hasan derdi ki: “Bir tek senin için taa Diyaribekirden, Tersustan buraya geliyorum. Burda 3-5 ay kalıyorum!” derdi…
Evi barkı yoktu…
Kimsenin evine gitmez, bir kuruş almaz…
Getirir paltosunu Câminin önündeki dut ağacına asar: “İşte damım-evim bu!” derdi…
Fakat ondan çok şey öğrendik…
Bize çok hızlı, çok şeyleri fiilen, tatbikat olarak gösterdi…
Mesela keramete inanmazdım: “Olmaz böyle şey!” derdim.
Onun sayesinde öğrendim, bizzât yaşatarak, fiilen yaşatarak yani…
Yüzlerce köpeği böyle koyun sürüsü gibi şehri dolaştırarak olduğunu ve fiilen olacağını gösterdi, yaşattı…
Çok çeşitli şeyler gördüm!…
Mesela namaza bir saat önce kalkardım, sabah ezanının okunmasına 1 saat var…
Ulu Câminin önüne gittim onu arıyorum, bulacağım mı diye…
Karanlıkların içinde otururdu çünkü…
Yok!..
Sonra baktım ki Câminin kapısında bir karaltı var, hemen kapıda…
Böyle eğildim baktım, o!..
Kollarını öne uzatmış, başını da yere yüzün koyuna, bana yerden diyor ki: “Çoban! Böyle ne yatar biliyorsun değil mi?.”
Biliyorum elbette afedersiniz köpek yatar öyle…
Ben bildiğim halde: “Bilmiyorum!” dedim…
“Biliyorsun, biliyorsun!” dedi…
Ben dedim ki, bilmiyorum da diyemiyorum şimdi, diye kekeleme filan yaptım…
Sonra dedi ki: “Sen yatabilir misin böyle?” dedi…
Bana yani: “Sen köpek gibi böyle yatabilir misin?” diyor…
Ben cevap vermedim…
“Bize köpek gibi yatmayı öğrettiler böyle!” dedi…
Ve: “Acımızdan ölsek dahi elimizin birini açıp da, bize ekmek dilenmek haramdır!” dedi…
Ekmek, ekmek!..
İşte bunlar mesela, bunlar yaşayan Allah Dostları, fiilen yaşayanlar!..

Böyle, şey söylüyordu, Burak söylüyordu, halaka-yı zikir esas Kadiri tarikatındadır…
Ve muhteşemdir, yeri göğü birbirine katar…
Çok kalabalık kişilerle olmuştur Aksaray’da…
Böyle binlerce kişinin katıldığı…
Sıkıyönetim tarihlerinde dahi olmuştur…
Kimse Perşembe zikirlerini tarih boyunca durduramamıştır Aksaray’da…
Halaka-yı Zikirleri!..
Çünkü kıyamet kopar eğer olursa…
Fakat özünü kaybetti…
Neden kaybetti?...

İşte!..
Dünya!..
Derbentli Deli Hasan Babanın ettikleri..
Anlatan Amarat Kasabası’nda en güçlülerinden birisi, bu zât hala yaşıyor şuanda, benim bahsettiğim Mehmet Amca hala yaşıyor, ihvanımızdır yani, 90 yaşında filan…
Bir gün inşâallah resmini gösteririm sizlere…
“Ağlayan İnsan!” denilen bir adam…
Diyor ki: “Bir Perşembe gecesi nasıl zikrediyoruz Câmide, bir de baktık ki Derbentli geldi!” diyor…
“Dışarısı karlı ve soğuk!” diyor…
“Zikre katıldı.” diyor…
“Sonra dedi ki!” diyor…
“Yahu burda sizin çölde falan tepe var mı Hüyük?”
“Var!”
“Şunun yanında şu var mı?”
“Var!”
“İşte orada hazine var” dedi.” diyor…
“Gelin ben sizi götürüyüm. Toplanın! Çıkaralım mı şu hazineyi?..”
“Hepimiz traktörlere koştuk, hem de insanlardan gizli gizli yani, bindik, o da bindi yanımıza.” diyor…
Orası Tuz Gölü’nün kenarları genelde ırmaklar, çaylar nedeniyle bataklıklar halindedir..
Bunlar yolu biliyor…
“Biliyoruz ama” diyor, “traktörün ikisi geçti üçüncüsü bataklığa çöktü, çöktükçe çöktü, arkadaki tekne kayboldu!” diyor…
“Biz önde gidenler vardık Hüyüğe”
“Nerede?.”.
“İşte şurada!..”
“Ne kadar?..”
“5 metre kazarsanız burada!..” dedi.” diyor…
“Biz uğraşa gördük, ne çamurdan çıktık ne hazine bulduk, aradık ki Derbentli de yok olmuş!..” diyor.
“Nerede, burada?..”
“Yok!..”
“Hiçbir yerde yok” diyor…
Kanter içinde çamurlara bulanmış halde,
Köye gelmişler, köydekiler gülüyorlarmış…
“Niye gülüyorsunuz?..”
“Yahu” demişler, “Sizden 5-10 dakika sonra, siz çıktınız oraya nereye gittiyseniz, Derbentli geldi, bizi topladı, dedi ki: “Onlar zikretmedi! Hazine arıyorlardı bende yerini gösterdim geldim!..”
“Biz” diyor, “kuşluk vakti yani, gece geçti, sabah oldu, öğleye doğru çıktık. Traktörler orda kaldı, çıkaramadık.” diyor…
“Geldik ki perişan, köy bize gülüyor!” diyor…
“Hazineyi buldunuz mu?..” diye…
İşte bakın burda Derbentli’nin bir köye verdiği, bir kasabaya verdiği ders ne?..
O halaka-yı zikirden dolayı onlara kızdığı için: “Hazine var!” gösteriyor, gidiyor ama orda hepsini batağa sokup 5 dakika sonrada kendisi nasıl geldiyse gelmiş demiş ki: “Onlar hazine arıyorlardı zikretmiyorlardı, bende hazinenin yerini gösterdim geldim!” demiş…

Burada, Allah Dostlarının terbiye sistemi çok değişikti yani…
Bir şeyi bir kere öğretir…
Daha önce söylemiştim…
“Her yerde olan Allah ne zamandan beri aranıyor!..” dediğini..
Sizi bağlar sözüyle-sohbetiyle…
Bu konuyu bir daha düşündürmez, yormaz, kafanız aramaz…
Mesela şimdi bize deseler ki: “Allah var mı?” Benim öyle bir sıkıntım hiçbir zaman olmamıştır…
Çünkü Derbentli Deli Hasan Babanın SADRından öğrendik işin Aslını, SATIRlardan değil!..

“Allahü zü’l-Celâl’den korkar mısın?..”
Korkarım yani…
“Günah işler misin?..”
İşlerim ama Allah’tan korkarım!..
Yani demek istiyorum ki, bunlar otomatik bizde…
Çünkü neden?..
İyi olduğumuzdan değil…
Bunun İlim ve Edebini alış bakımından doğru aldıysak o bizde her zaman elektrik gibidir, her zaman vardır, kullanıp kullanmamak sana kalmıştır…
Ama vardır!..
İşte bu varları temin edebilme bakımından doğru olan Kur’ân’a ve Sahih Hadise bağlı olanları tesbit edebilme, yakalayabilme ve her zaman kendi kullanabileceği noktada tutabilmek bakımından çok önemlidir…
Yoksa bilmek, herkes bilebilir, İblis de biliyor, Şeytan da biliyor…
Biliyor da başı dertten mi kurtuluyor, edebsiz olunca!…
İşte bu bakımlardan da biz onlardan çok büyük faydalar görüyorduk…

Burda yapmak istediğimiz onları taklidden ziyade doğru yolun ne yol olduğu istikametinde birbirimizi elimizden geldiği kadar, bilenimiz bilmeyenimiz, öyle olanımız böyle olanımız, neticede göç gibi, yörük göçü gibi..
O göçte çocuk da vardır, kadın da vardır, hasta da vardır, bilen de vardır, bilmeyen de vardır ama o göç “BİZ-BİR” likte hareket eder…
Hep beraber giderler, biri birini bırakıp gitmez…
Herkes bir bütün halinde yürür…
Çocuk çocukça yürür, herkes herkesçe, ama herkes aynı yolu alır yalnız…
Biri üstte biri altta filan değildir…
Herkes, sofraya beraber oturulur beraber kalkılır, beraber yürünür..
İşte onun içinde yaylalara gitmek lâzım, yazın filan…
Yani bu dediğim şeyleri yaşamak için en azından Hasan Dağına gitmek lazım…
Evet…
Tabi gelebilenler davetlidir…

O benim hayalimde yani arzum olan bir şeydir…
Yani hep öyle demişimdir Hacı Mahmut’a…
Hakan’ın babası vardır, amcam oğlumdur, beraber büyüdük, benim en yakın canım ciğerimdir yani çok değerli bir derviştir Hacı Mahmut…
İşte yani orda, böyle bir gün gelecek ki burada inşâallah ne bileyim ben 10-15 tane çadırın kurulduğunu görürüz, insanların böyle hiç değilse 15-20 gün imkânları nispetinde 1 haftalığına, 3 günlüğüne, 5 günlüğüne gelip de bu dağlarda gezip sohbet edip, bu geceleri akvaryum gibi dağın tepesinden bütüüüün yüzlerce köyün pırıl pırıl (ışıklarının) yandığını o muhteşemliği duymak…
Mesela sabah kalkınca keklik sesleriyle sabah ezanını, kuş sesleriyle kılabilmek, koyun sesleri, insanlar, tabii bir hayat yani bu şehrin; vahşiliği, hırçınlığı, ruhu inciticiliği, hiç doğal olmayışı her şey bambaşka bir ortamda olmakta o bakımdan da ben çok sevmekteyim yaylaları…
Çocukluğumdan beri severim..
Ve isterim ki keşke insanlar orda böyle hiç değilse birkaç gün kalabilseler…

İnşâallah 1 Haziranda gidiyoruz, 1 Temmuz gibi dönüyoruz…
1 Haziran - 1 Temmuz arasında beni bulabilenler, o civarda olabilenler, yolu düşenler her zaman gelip şeref misafirimiz olurlar…
Bütün imkanlar, yakın zâten yarım saatte asfalt olduğu için çıkılabiliyor oraya kadar..
Yani Allah takdir ettiği güzellikler yaşanabilir…
İmkânı olanlar gelebilir…
“BİZ-BİR” likte olmak kadar dünyada güzel bir şey yoktur…
BİZ dâima onu istiyoruz…

Burda önemli olan, ne konuşandır ne konuşulandır…
Önemli olan ne konuşulduğudur…
Ne konuşulduğudur!..
Konuşan benim, konuşulan sensin ya da konuşan sensin konuşulan benim önemli değil ki…
Önemli olan ise, Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın konuşulup konuşulmadığıdır…
BİZi bağlayacak olan BAĞ budur çünkü…
En güzel bir şey…


***

İşte bütün mesele “Ben”leri “BİZ”e alıştırabilmekte şeydir yani çünkü insanlar: “Ben” olmakta çok özel halk edilmişlerdir…
Hatta “BİZ”in içinde “BEN” liklerini korurlar…
“BİZ”liğin içinde Benliklerini korurlar…
Öyle ancak demin dediğimiz meczub olmuşlar filan hariç…
Onlar “Ben”ini kaybetmiştir…
Bizlerde filan zor, ben şahsen kendim için diyorum, yani öyle benlik kolay kaybedilecek bir iş değil!…
Ama hiç değilse zararsız hale gelsin bari, toplum içine “BİZ” içine girsin de, o da önemli yani…
Onu sağlamamız lâzım inşâallah…
Yoksa “Ben” diye diye öbür tarafa göçer Allah korusun, orda da gerçek “BEN”i görür…
Çünkü bu Âlemde: “Ben” diyen Şeytandır, yaratık olarak…
“BİZ” diyen ise Muhammed Aleyhi’s-selâm’dır…
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem: “Ümmeti! Ümmeti! Ümmeti! Ümmeti!..” buyurmakta…
Hiç!..
“Cennete de girmem ben.” diyor…
“En son ben girerim!”
Yani “Benim adamlarım girsin, ben girerim.”
“Çünkü Bana bel bağladılar, Bana güvendiler!..”
Yani Rasûlullah Efendimiz bu!..
Onun için Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimiz başkalarının söylediği gibi böyle bilinmeyen bilmece değil, göklerde uzaklarda değil ki..
BİZim Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimiz bu!..
“Ya Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem!..” desen
“Buyurun!..” der…
Allahü zü’l-Celâl, Hadis-i şerif…

“Bi Râhmetike ya erhame’r- Rahîmin.
Bi Râhmetike ya erhame’r- Rahîmin.
Bi Râhmetike ya erhame’r- Rahîmin.”

Üç kere söyleyene Allah buyurur ki :
“Lebbeyk!.. : Ne istiyorsun?. Emret!..”
Bu sahih Hadistir bu…
Allahü zü’l-Celâl bile: “Emret!..” derken, Rasûlullah Efendimiz insanlara merhametle, muhabbetle nasıl muamele etmez hâşâ!…
Onun için böyle dışarıda bir şey var, bir şey estiriyorlar, kendi yaşadıkları hayat gibi yani hiç!..
Öyle bir din doğuruyorlar ki insan ürkütüyor, korkutuyor yani kaçırıyor…
Hâlbuki hiç öyle değil Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem…
Hiç ama hiç!..
Merhametli muhabbetli!..
Hiç hiç!..
Adam saçma sapan, işte birisi geldi geçenlerde neymiş Amerikadaki kardeşlerin boynu açıkmış da, boynu açıkta ne açık kısır adam yani…
Şurasına burasına küpe takmamış tek kadın mı kalmış memlekette…
Yani işi gücü bırakıp da neyindesin sen bunun, derdin ne yani?...
Hiç!..
Ne mi?..
Geri zekalılık!..
Yoksa öyle bir inancı, öyle bir şeyi filanda yok…
Yani kendi hayatında, kendi yaşantısında, kendi şeyine baksan bağlar gazeli yani…
Onun için halkla uğraşmak ancak hizmetçilikle mümkündür hayrda..
Onun için dışarıdan yapabildiğin kadar dua et, elinden gelirse yol göster fakat kendi güzelliğini özelliğini yaşatmak lâzım…

Haa Ferhat bir şey yazmış…
Diyor ki: “Amca, bu Hasan Baba ile Aksaray’daki Kelikçi Babanın bir hikâyesi vardı.” diyor…
O şu :
Tabi Hasan Dağı ismini Hasan Baba’dan alır…
İnşâallah Allah’ın izniyle gittiğimizde göreceğiz…
Hasan Baba, Horasan ellerinden gelmiş sonra tepede kalınca Müslümanlar tarafından Hasan Babanın mezarı tam zirveye yapılmıştır.
Ben kendim 1962 yada 63 idi sanıyorum Hasan Dağına çıktığımızda orta 2 – orta 3 de idim, çıktığımızda mezarı vardı…
7 mezardı yan yana, sonra taşlarını filan atmış çoluk çocuk çobanlar filan…
Hakan ve ankakuşunun da katıldığı Zirveye çıkışımızda taş yığını kalmış gördük..
Ama vardı yine…
Dolayısıyla orda kalmış…
Nasıl yaşamış orda?..
Geyik Sütü diye sanıyorum bir maden, mağara gibi bir yer var, oraya giriyorsunuz orda toprak, sıkıyorsunuz toprağı süt gibi böyle bir maden olsa gerek bence ama ne anlayamadım…
Dilinize dokunduğuz da bir bitki usaresi gibi…
Böyle bir orda, bence maden gibi geldi çünkü, fakat öyle yalnız…
Çok lezzetli bir şey gibi, sütmüş gibi sanki bir şey…
Bir bitki özü gibi kokusunda…
Onu yiyip yaşadığı felan söylenir…
Ama Allah Dostu olduğu kesin…
Yani Erenlerden birisi…
Aksaray’da da bir arkadaşı var…
Orda bir Ermeni Mahallesi var Gavurlar Mahhalesi denilen yer…
Kelikçilik yapıyor…
O da Hakk Erenlerden..
Hasan Babaya diyor ki oturduğu yerden: “Ulan Hasan dağın başında karın içindesin, biz burada yandık ağustos sıcağında!.” diyor.
“Bir mendil kar tak boynuna, al gelsen ya!” deyince Hasan Babada bir büyük mendile kar dolduruyor, bastonun ucuna geçirip omzuna vuruyor, bizim köylerin içinden ekinlerin arasından geçip gidiyor…
Aksaray’a varmış, Kelikçi Babanın dükkanına girmiş…
Ona şaka olsun diye, bir damla kar erimemiş çünkü, Kelikçi Babanın başının üstündeki kazığa, işte taşların arasına çakılmış kazığa mendili takıp yerleştiriyor ki, tepesine damlamadığını göre…
Diyor ki: “Bak senin başına bir damla su düşmüyor yaa, gördün mü, bu iş böyle, Erenlik böyle!” diyor, yani bir hava atıyor...
Kelikçi Baba da: “Hasan maşallahın var, karı eritmeden getirmişin, ne kadar güzel etmişin.” Derken içeriye bir, o Gavurlar Mahallesidir zâten orası Aksaray’da, şimdi yine Gavurlar Mahallesi denir, içeriye bir Rum ya da Ermeni bir kadın girmiş…
Kadıncağız ayağındaki keliği çıkarmamış…
Demiş ki: “Kelikçi Baba bak bu ayakkabının bağı koptu! Sen yapabilir misin?” deyince kadıncağızın baldırı gözükmüş…
Hasan Baba da şöyle gözünün ucuyla bakıvermiş…
Bakıvermiş ama şakırdamaya-eriyip akmaya başlamış yukardaki kar da!…
Şapır şupur üstüne dökülmeye!…
Kelikçi Baba: “Ula Hasan!” demiş, “Orada Dağda evliyalık kolay, ama burada zor İŞ işte!..”demiştir.
İşte bu, hikâye bu…
“Dağda kolaaay ama burada zoooor!..”
Onun için her yerde, her zaman ve her hâlde yapabilmek, halkın içinde Hakk’la olabilmek gerçekten zor iş!.
ZOR YOL bu yol zâten!..
Çünküüüü!..
Çünkü bunlar daha birinci perdenin imtihanlarıdır…
İlk perdenin, BEDENin imtihanlarıdır…
NEFSin, KALBin, RUHun imtihanları değildir yani…
BEDENin!..
Açlık gibi, idrar sıkışıklığı gibi, şu gibi, bu gibi…
En yüzeysel imtihanlardır, basit imtihanlar ama ilk imtihanlardır yalnız…
Herkeste olabilir, her an olabilir, her anda problem çıkarabilir…
Olduğu anda da yaşanırlar…
Olduğu anda da indirir aşağıya yani hiç bakmaz…
Hiç yalan söylemeyen adamı bir tek yalan, yani bir tek yalan indirir…
Bir tek günah çok ağır bedel ödetebilir…
60 yıl çok iyi yaşamış bir insan bir kişi öldürüverse, katil olur ve artık bir daha yeryüzü göremez hapiste kalır…
Bütün değerlerini yitirebilir…
Onun için de zâten benim anlayabildiğim kadarıyla âcizane bir Allah Dostu kervanında oluşumuz bize bir artı fazlalık getirip bizi üstün filan kılmaz hâşâ…
Bizi emniyetli kılar, yani beni şahsen…
Emniyetli kılar emniyetli!..
Bu kervana böyle kurttur, murttur, çakaldır, şudur, budur öyle saldıramaz yani!…
Şeytanmış, şeytanlaşmış insanlarmış!..
Allah korusun, dertmiş yani kendi bir düzeni vardır, emniyeti vardır, tedbiri vardır, onun içinde gidiştir…
Yoksa herkesin dediği gibi uçacak, kaçacak bir yer yok!..
Allahü zü’l-Celâl her yerde vardır,
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizde her yerde vardır…

Peki efendim!
Allah celle celâlihu, Es Selâm Esmâsını Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizin Muhammed ismine, Mahmud ismine, Ahmed ismine, Habib ismine dört âlemde can u gönülden salât ü selâmlarımızı ulaştırsın…

Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedîn abdike ve nebîyyike ve Resûlike ve Nebîyyû’l-ümmîyyi ve alâ âlihi ve’s-sahbihi ve Ehl-i Beytihi...
Allahü zü’l-Celâl bizi, ana-babalarımızı, bizi, çocuklarımızı, kardeşlerimizi, akrabalarımızı, komşularımızı, arkadaşlarımızı ve ümmet-i Muhammedîn cümlesini islâh etsin, iflah etsin, şuûr versin, tevfikatıyla refik olsun, bize hak ve hayr yaşatsın!…
İnşâallah Allahü zü’l-Celâl, Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizin TEVBEsinde, RIZAsında, DUAsında ve ŞEHÂDETinde “BİZ” lik ve “BİR” lik nasib etsin!..
Bizi affetsin, bağışlasın, rahmetine gark etsin!..
Bize inâyet eylesin, hidâyet eylesin!..
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizin şefâatını şifâmız kılsın!..
Allahü zü’l-Celâl, yaşayan Allah Dostlarının hayır dualarını himmet etsin bize…
Bize hakta ve hayrda uyanış için bir;
Muhammedî Gayret versin…
Muhammedî Muhabbet versin,
Muhammedî Merhamet versin,
Muhammedî Hasbî hizmet versin ve
Muhammedî Hakikat versin!..

Rabbimizden razı olmayı kalblerimize ilham etsin…
Ve Allahü zü’l-Celâl de bizde razı olsun…
Raziyeten-Merziyeten Sırrına yaşarken erelim…
Ve hayatımızın kalan kısmını Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizin güzellikleri içerisinde doya doya yaşayalım…
Dertten, kederden, sıkıntılardan uzak yaşayalım…
Şeytan ve şeytan şerlerinden, şeytanlaşmışların şerrinden, bütün şerlerden, kötülüklerden Allah korusun…

Velâ havle velâ kuvvete illâ billahi’l- aliyyü’l- azîm…
Bütün iyilikleri yapmayı da nasib etsin…
Güzellikleri paylaşmayı, buluşmayı, oluşmayı, hakta ve hayrda yarışmayı nasib etsin…

Velâ havle velâ kuvvete illâ billahi’l- aliyyü’l- azîm…

Allah celle celâlihu YARDIMCImız olsun!..
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimiz YÂRimiz olsun!..
Allah cümlenizden razı olsun inşâallah!..
Esselâmu aleyküm canlar!..


(SON!)
Resim
Kullanıcı avatarı
sdemir
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 487
Kayıt: 24 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen sdemir »

Ellerinize dillerinize bereket. Tek kelimeyle harikaydı. Allah c.c razı olsun inşallah.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/sdemirimza.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1113
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur_umim »

azizcan ankakuşu kıymetli çalışmalarınızı Allah kabul etsin.
hasbi hizmetinizin karşılığını görün inşaallah.
ellerinize sağlık gönlünüze selamet olsun..

Muhammedi Muhabbetle...
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

Allahü zü'l Celal cümlemizden razı olsun inşâallah...
Kul İhvanimizin yüreğine sağlık selametler dileriz en başta...
Keşke zaman imkanlarım daha elverişli olsa, elimden daha fazla gelse ve her anımı daha verimli geçirebilsem de gittikçe biriken sohbetleri daha hızlı yazıya dökebilesem diye düşünmekteyim.
Çünkü değerli Kul İhvanimizin BİZ-BİRlikteliği içerisinde yapmakta olduğu bu özel ve güzel sohbetlerin Muhammedinur kervenına katılan her kardeşimizle beraber, İlahi ilim öğretimi ve Muhammedi edeb eğitimi açısından çok önemli olduğunu bilmemiz gerekir...
Sohbetleri dinleyerek yazıya geçirirken bazı ses problemi olan ve anlamakta zorlandığım bazı yerleri çok defa tekrar tekrar dinleyerek itinalı davranmam baya zaman almakta. Birde klavyeyi on parmak kullanamamak var. Hayırlısı inşaallah..
Elden gönülden geldiğince zerre miktar hizmetim dokunursa Rasulullah s.a.v. Efendimizin adına ve hesabına olsun.. En büyük hizmetçi SAV Efendimizin şerefine olsun ki BİZde O'nun (s.a.v.) yolunda olduğumuzdan bu hizmetçilikten şeref duyarız...
Her anı değerli bildiğim vakitlerimi çevremdeki bir çok insan gibi TV başında, kahvehanelerde vs geçirmediğim için ve benim acizane vaktimin çoğunu bilgisayar başında geçirmemden dolayı "çok garib bir insan!" demelerinden dolayı kendi adıma şükretmekteyim ancak çevremdeki arkadaş vs tanıdıklarıma da hak ve hayr bulmaları adına dua etmekteyim.
Zamanımızın değerini çok iyi anlamalı ve bir daha gelmeyecek olan her anın kıymetini bilmeliyiz.
Allahü zü'l Celalimizin bizlere bahşettiği günde 24 altının nerelerde ve nasıl kullanıldığı hesabı elbet verilecektir ki dünya ve ahirette kaybedenlerden olmayız inşaallah...
Rabbimiz hak ve hayr versin cümlemize...
İnşaallah...
Muhammedi muhabbetler.

Kul İhvani yazdı:Allah celle celâlihu, Es Selâm Esmâsını Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizin Muhammed ismine, Mahmud ismine, Ahmed ismine, Habib ismine dört âlemde can u gönülden salât ü selâmlarımızı ulaştırsın…
Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedîn abdike ve nebîyyike ve Resûlike ve Nebîyyû’l-ümmîyyi ve alâ âlihi ve’s-sahbihi ve Ehl-i Beytihi...
Allahü zü’l-Celâl bizi, ana-babalarımızı, bizi, çocuklarımızı, kardeşlerimizi, akrabalarımızı, komşularımızı, arkadaşlarımızı ve ümmet-i Muhammedîn cümlesini islâh etsin, iflah etsin, şuûr versin, tevfikatıyla refik olsun, bize hak ve hayr yaşatsın!…
İnşâallah Allahü zü’l-Celâl, Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizin TEVBEsinde, RIZAsında, DUAsında ve ŞEHÂDETinde “BİZ” lik ve “BİR” lik nasib etsin!..
Bizi affetsin, bağışlasın, rahmetine gark etsin!..
Bize inâyet eylesin, hidâyet eylesin!..
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizin şefâatını şifâmız kılsın!..
Allahü zü’l-Celâl, yaşayan Allah Dostlarının hayır dualarını himmet etsin bize…
Bize hakta ve hayrda uyanış için bir;
Muhammedî Gayret versin…
Muhammedî Muhabbet versin,
Muhammedî Merhamet versin,
Muhammedî Hasbî hizmet versin ve
Muhammedî Hakikat versin!..

Rabbimizden razı olmayı kalblerimize ilham etsin…
Ve Allahü zü’l-Celâl de bizde razı olsun…
Raziyeten-Merziyeten Sırrına yaşarken erelim…
Ve hayatımızın kalan kısmını Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimizin güzellikleri içerisinde doya doya yaşayalım…
Dertten, kederden, sıkıntılardan uzak yaşayalım…
Şeytan ve şeytan şerlerinden, şeytanlaşmışların şerrinden, bütün şerlerden, kötülüklerden Allah korusun…
Velâ havle velâ kuvvete illâ billahi’l- aliyyü’l- azîm…
Bütün iyilikleri yapmayı da nasib etsin…
Güzellikleri paylaşmayı, buluşmayı, oluşmayı, hakta ve hayrda yarışmayı nasib etsin…
Velâ havle velâ kuvvete illâ billahi’l- aliyyü’l- azîm…

Allah celle celâlihu YARDIMCImız olsun!..
Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimiz YÂRimiz olsun!..
Allah cümlenizden razı olsun inşâallah!..


Âmin Yâ Latîf!
Âmin Yâ Kerîm!
Âmin Yâ Rahîm!
Âmin Yâ Rahmân!
Âmin Yâ Hannân!
Âmin Yâ Mennân!
Âmin Yâ Deyyân!
Âmin Yâ Furkân!
Âmin Yâ Sultân!
Âmin Yâ ALLAH! (celle celâlhu)
Resim
Kullanıcı avatarı
safa-merve
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 649
Kayıt: 16 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen safa-merve »

ankakuşu kardeşim zor bir görevi başarıyla sürdürüyorsunuz. zorlukları, kolaylıklarla değiştirmesi için rabbımıza duacıyız.
Sizin gibi hizmet eden kardeşlerimize canı gönülden teşekür ederim.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/safa_merve.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
sev-guzel
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 609
Kayıt: 15 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen sev-guzel »

nur_umim yazdı:azizcan ankakuşu kıymetli çalışmalarınızı Allah kabul etsin.
hasbi hizmetinizin karşılığını görün inşaallah.
ellerinize sağlık gönlünüze selamet olsun..

Muhammedi Muhabbetle...
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen Hakan »

Âmin Yâ Latîf!
Âmin Yâ Kerîm!
Âmin Yâ Rahîm!
Âmin Yâ Rahmân!
Âmin Yâ Hannân!
Âmin Yâ Mennân!
Âmin Yâ Deyyân!
Âmin Yâ Furkân!
Âmin Yâ Sultân!
Âmin Yâ ALLAH! (celle celâlhu)
Resim
Cevapla

“►Sohbetleri◄” sayfasına dön