KUL İHVÂNİ 10. SALÂVÂT-I ŞERÎFE ŞERHi

Cevapla
Kullanıcı avatarı
tamersah tarik
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 778
Kayıt: 19 Eyl 2008, 02:00

KUL İHVÂNİ 10. SALÂVÂT-I ŞERÎFE ŞERHi

Mesaj gönderen tamersah tarik »

10. SALÂVÂT-I ŞERÎFE

Feyzi ve bereketi bol bir salâvâttır.

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Resim
TÜRKÇESİ: Allâhümme salli vesellim alâ seydinâ ve Mevlânâ Muhammedin ellezi mele’te kalbehu min celâlike ve aynehu min cemâlike Feasbaha Ferihan mesruran müeyyeden mansura ve alâ âlihi ve sahbihi ve sellim teslimen kesira velhamdulillahi alâ zâlik.

MÂNÂSI: Ey Rabbim, kalbine celâlini, gözlerine cemâlini doldurduğun, böylece mutlu, mesrûr, müeyyed (te'yid edilmiş,.doğrulanmış,.kuvvetlendirilmiş). ve nusretli (Cenab-ı Hakkın yardımıyla zafere ulaşmış) hâle gelen Seyyidimiz, Efendimiz Muhammed (salallahu aleyhi ve sellem)'e, onun âline, ashâbına Sen çokça salât ve selâm ediver! İşte bunda hamd yalnızca Yüce Allah'a mahsustur!.


Bir salâvat.

Allâhümme salli vesellim alâ seydinâ ve Mevlânâ Muhammedîn ellezi mele’te kalbehu min celâlike
Ve aynehu min cemâlike
Feasbaha Ferihan mesruran müeyyeden mansura
Ve alâ âlihi ve sahbihi ve sellim teslimen kesira
Velhamdulillahi alâ zâlik.


10 numaralı salâvat.
Yine Siirtli Hocamın derlediği Hadislere dayalı salâvatlardan birisi.
Kısacık bir şey ama güzel bir salâvat.
Feyizli bereketi bol bir salâvat yazmışız üzerine biz de.

Allâhümme, Allahım. Salli, SALL et, bağla, ulaştır. İrsal et. Bizi bile et, bir et biz et!
Vesellim, bu teslimiyetimizi perçinle yani gevşek yapma!.
Kontak yapar. Başka iş çıkarır. Yangın çıkarır. Her şey yapar.
Sadakatsiz ve Samimiyetsiz bir TESLİMİYET tehlikeli bir teslimiyettir. Dürüstçe değildir. Ve burda Sabır ver yani.
Sellim kıl, selim kıl. Elif, Lâm, Mim. Sellim de öyledir.
Sadece Elifin yerine senin sahipliğin geçer.
Elif, Allahu zü’l- Celâl’in sahipliğidir.
Lâm Mim, Muhammedî lütfiyete sahip Allahtır.

Ama melâmette Mim Lâm Mimdir.
Sen, ben kimse Melâmi olan odur.
Selâm da böyledir.
Kişi kendi Muhammedîyetine, lütfiyetine sahip olduğu zaman silmdir o akıl. Melâmette bir akıldır. Dosdoğrudur. İşe yarayan bir akıldır.
Alâ seydinâ, hani o dinimizin sahibi, nurun daimiyetinin sahibi vardı, Yâ El Emîn olan onun üzerine.
Ve Mevlânâ, bize velîliği öğreten, velî olmanın yolunu gösteren.
Hani velâyet vardı ya kalbten kalbe Allahu zü’l- Celâl’e gidiyordu ya yollar.
Hakka giden yollar Hakk Dostlarının yüreğinden geçiyor, tesbih gibi diziliyorlardı ya, işte o.
Ellerinin üzerinde Allahu zü’l- Celâl’in eli vardı ya.
İşte öyle Mevlânâ yolu açanlar.
Muhammedîn, o üç Mimli Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ a SALL et bizi!
Ellezi, o ki, o öyle bir Zât-ı Muhterem, öyle bir Zât-ı Muhteşem, Zât-ı Mukaddestir ki:
Mele’te kalbehu min celâlike; Mele’te, sen dopdolu doldurdun.
Kalbehu, onun kalbini. min celâlike, Senin celâlinle kalbini doldurdun.
Öyle bir Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm.
O'nun kalbinden senin celâlinden başka bir şey yok.
Zülcelâli Velikram sensin. Celâlinden ikram edersin.
Gübreden gülü çıkarırsın.
Cehennemden cenneti çıkarırsın. Nardan nuru çıkarırsın.
Ahmak bilmez, nerden bilsin. Nerden bilsin. Firavun bilinmeden Musa (as)’ın bilinmeyeceğini?
Firavun’u öldürsen Musa Aleyhisselâm'ı öldüreceğini nerden bilsin.
Lâ İlâhe'yi kaldırır çünkü İllallah'eyi öldüreceğini bilmez.
O cennet avcısıdır. Cehennem kaçağıdır.
Celâlden cemâlden ona ne.

Özür dilerim bu gün başka yerlere gidiyor kafam. Kalbim yani.
“Mele’te kalbehu min celâlike” ;
Sen onun kalbini celâlinle doldurdun.
Azametullahla, Allah korkusuyla, takva ve birr le doldurdun.
O senin kadir ve kıymetini daima takdir eder.
Bütün esmaların kendisine yüklü çünkü her insanda yüklü olduğu gibi.
“Ve aynehu min cemâlike” ;
Onun kalb gözünün gördüğü celâlin amma, "aynehu" aynını, gözünü cemâlinle doldurdun.
Bakın bakın Allahu zü’l- Celâl’in cemâlini cennette hasseten yahutta ancak orada göreceğini sananlar Ez Zâhir olan, şu an zâhir olan Allahu zü’l- Celâl'in şu kâinâtında cemâliyetini göremiyorlarsa demek ki kafa gözleri de kör...
“Ve aynehu min cemâlike” ;
Gözlerine cemâlini doldurduğun.
“Feasbaha Ferihan mesruran müeyyeden mansura” ;
Ve sen böyle yapmakla ne yaptın Yâ Rabbi, O'nun içini celâlinde, dışını cemâlinde böyle, hani şah damarından yakın celâliyetini verdin.


وَللّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَانَ اللّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُّحِيطًا

" Ve lillahi ma fis semavati ve ma fil ard ve kanellahü bi külli şey'im mühiyta : Göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allahu zü’l- Celâl’indir. Allah, her şeyi kuşatıcıdır” (Nisa 4/126)

“Vekânellahu bi külli şeyin muhit”
Allah külli şeyi yutmuştur"... âyetin gibi cemâlinle kuşattın ya o Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ ı.
Feasbaha, bir sabah oldu. Bir subbuh oldu.


يُسَبِّحُ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ

"Yesebbihu lillahi ma fiyssemavati ve ma fiyl'ardil elmelikilkuddusil'aziyzilhakiymi : Göklerde ve yerde olanların hepsi padişah, mukaddes, azîz ve hakîm olan Allahu zü’l- Celâl’i tesbih etmektedir.” (Cuma 62/1)

“Yusebbihu lillahi ma fiyssemavati ve ma fiyl'ardil.”
Bu öyle bir raksa düşürdü ki kâinâtı, atom dönmesi gibi feasbaha öyle bir şey oldu ki.
Ferihan öyle bir rahatladı ki, öyle bir rahat ki, öyle bir ferah içinde ki.
Öyle mutlu ki, Muhammedî Mutlu ki.
Başka mesruren, ondaki surur.
Nedir surur?
İki rızaya sahip olma Muhammedîyeti’dir mesrurluk zâhir ve bâtın rızalarına raziyeten merdiyeten sahipliğidir.
Sırrıdır daha doğrusu. Mesrur olmak diyoruz ya.


Muhammedî Şuuru BİLmek lâzım.
Muhammedî Nur’u BULmak lâzım.
Muhammedî Sururda OLmak lâzım diyoruz.
Muhammedî ONURu YAŞAmak lâzım diyoruz.


Diyoruz da adam diyor ki: “İşte zâten şair diyor. Öyle denkleştiriyor!” diyor sanıyorum.
Hayır hayır!
Biz Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in hiçbir şeyine sahip çıkmayız, sadece keşke imkan bulsak da aktarabilsek.
Çünkü biz her birimiz onun çeşmeleriyiz.
Kimimiz altından gümüşten, kimimiz topraktan ne fark eder.
Bu dağın suyunu akıtmıyor muyuz.
Bizim dağımız Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm değil mi.
Bu çağda bu çeşme akıyor.
Başka bir gün başka çeşme akar ama su aynı sudur.
Feasbeha ferihan, sen onun kalbini celâliyetinle, zâhirini enfusunu yani içini ve dışını afakını, muhitini yani gözünü kafa gözünü gördüğü, cemâlinle doldurunca.
Feasbaha ferihan çok çok ferih olan, ferah olan, mutlu olan.
Mesruren, çok surur içinde olan.
Müeyyeden, teyid edilmiş.
Yani müeyyed kılınmış, doğrulanmış, kuvvetlendirilmiş, öyle kuvvetlendirilmiş ki,
Allah’la peygamberinin arasını ayırmaya çalışırlar âyeti inmiştir.


إِنَّ الَّذِينَ يَكْفُرُونَ بِاللّهِ وَرُسُلِهِ وَيُرِيدُونَ أَن يُفَرِّقُوا بَيْنَ اللّهِ وَرُسُلِهِ وَيقُولُونَ نُؤْمِنُ بِبَعْضٍ وَنَكْفُرُ بِبَعْضٍ وَيُرِيدُونَ أَن يَتَّخِذُوا بَيْنَ ذَلِكَ سَبِيلاً

"İnnellezine yekfürune billah ive rusülihi ve yüridune ey yüferriku beynellahi ve rusülihi ve yekulune nü'minü bi ba'div ve nekfürü bi ba'div ve yüridune ey yettehizu beyne zalike sebila : Allah'ı ve peygamberlerini inkâr edenler ve (inanma hususunda) Allah ile peygamberlerini birbirinden ayırmak isteyip «Bir kısmına iman ederiz ama bir kısmına inanmayız» diyenler ve bunlar (iman ile küfür) arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu;” (Nisâ 4/150)

Oysa İnşirah Sûresine bakarsak;

أَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَ

“Elem neşrah leke sadrek:
Biz senin göğsünü açıp genişletmedik mi?” (İnşirah 94/1)


وَوَضَعْنَا عَنكَ وِزْرَكَ

“Ve vada'na 'anke vizreke
Yükünü senden alıp atmadık mı?” (İnşirah 94/1)



الَّذِي أَنقَضَ ظَهْرَكَ

“Elleziy enkada zahreke
O senin belini büken yükü .” (İnşirah 94/1)


وَرَفَعْنَا لَكَ ذِكْرَكَ

“Ve refa'na leke zikreke
Senin şânını ve ününü yüceltmedik mi?” (İnşirah 94/1)


"Ve refa'na leke zikreke" ; Biz senin ismini yüceltmedik mi?
Kendi ismimizin yanında yok musun? âyet.
"Lâ İlâhe İllallah" yeter, "Muhammedur Rasûlullah"a gerek yok diyen kâfirler için söylüyorum.
Muhammeder Rasûlullah tan habersizler için.
Er Rahîm diyemezsiniz diyenler için.
Bir sürü. Ya ahmak ya satılmış.
Messûren, mueyyiden, mansûren ve nusretti.
Mensur, nasar, ensar, nusret. Kendisi zaffer ehli ve zafer, kim ulaşırsa muzaffer ediyor onu.
Mansûren öyle bir Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem'e sall et.
Ve alâ âlihi, ve onun âline de, canı kanı her şeyi ondan olanlara da.
Yani Ehl-i Beyt Aleyhisselâm.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in her şeyini taşıyanlar canını, kanını, dinini her şeyini taşıyanlar.
Onun şerefiyle, haysiyetiyle ona yakışan en muhteşemlikle taşıyanlar.
Alıp satanlar değil. Piyasa yapanlar değil, hâşâ yerlere çarpanlar değil.
Bayrak yapanlar değil.
Bütün edebsizliklerine rağmen, çirkinliklerine ve iğrençliklerine rağmen oraya yağmur gibi taş yağdıranlar değil tam tersine bastığı yerden Allah fışkıranlar.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in iftihar ettiği, şeref duyduğu âline selâm olsun.
ve "ve sahbihi" ; sahabelerine de, sohbet ehline de.
Kim bu sahabi?
Ne diyor adam?
O zaman Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem'i görmüş sohbetine katılmış.
Şimdi, şimdi sahip çıkan yok mu Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem'e.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in sahip çıktığı yok mu.
Bu nasıl iş bu iş?
Onun için Muhammedî Melâmet Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem'i buraya getiriştir.
Buraya buraya. Keban’ı buraya getiriştir. Keban’la görüştür.
Şu anda beni Keban’la duymaktasınız.
Kesilsin elektrik de konuşalım bakalım.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem değil şah damarımızdan yakın olan burda hazır ve nazırdır zâten.
Bunlarınki zır delilik, ahmaklık.
"Ve ala alihi ve sahbihi ve sellim" ; ve ben bunları selim olarak istiyorum. Sellim olarak yani.
Lütuf üstünü lütuf olarak oldaki şedde.
Lütfun ala lütuf yani lüfut ala lütuf.
Nurun ala nur gibi yani. Perçinli istiyorum yani.
"Teslimen kesira" ; tekrar diyor bakın.
Bunu küsürat olarak istiyorum. Sayısız istiyorum.
"Velhamdulillahi alâ zâlike" ; gerçekten hamd Allah içindir.
Alâ zâlike, işte bu hal üzere, şu yukarıda anlatılan hal üzere.
Zâlike, işte böylece yani.
Gerçekten ben buna hamd ederim.
Böyle bir buluşmaya,bilişmeye, buluşmaya, oluşmaya ve yaşamaya hamd etmez de neye hamd ederim. Evet.
Biliyorum ki bunca yıldır kullandığım gözlerimi soyunmak zorunda kalacağım.
Çünkü Bunları geçici olarak almıştım.
Bir rol gereği almıştım.
Giydiğim elbiselerin üzerinde türlü türlü isimler yazıyordu tiyatro oyununda.
Doğduğum gün bakıyorlar diyorlar ki bu erkek, erkeklik elbisesi giydiriyorlar.
İsim veriyorlar diyorlar ki Latif Ekrem olsun. Tamam.
Sonra koca olsun. Olsun. Baba olsun. Olsun.
Şu olsun, bu olsun. Olsun olsun. Hep olsun.
Sonra tekrar geri çözelim.
Bu olmasın bu olmasın bu olmasın.
Nereye kadar bedeni de olmasın.
Ne kalmış?
Tiyatro oyunundaki rolu yapıp yapmadığı kalmış.
Kendisine de seyrettiriliyor nasıl beğendin mi? Güzel mi?
Hülasayı kelâm. Biz sall'larımızı, sılalarımızı, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem'imizde bilişip, buluşup, oluşup yaşamalarımızı hayaldan hakikate çekmeliyiz.
Bu Allahu Zülcelâl'in makarrı; karar yeri olan.
Makarrı Muhammediyesi olan şah damarımızdan yakın olan Rabb'ımızı üzmemeliyiz. Üzmemeliyiz.
Sadakat ve samimiyet göstermeliyiz, üzülmemeliyiz.
Mutlaka sevmeliyiz ve sevilmeyi beklemeliyiz.
Bu besmeledir.
Onun için ben hep kişi kendi vicdanında, aile hayatında, toplumda ve kâinâtta diye düşünürüm.
Zemzem ise, her yerde zemzemdir.
Zehir ise, her yerde zehirdir. Çâre yok.
Demek ki Muhammedî Melâmet gerçekten hepimizin muhtaç olduğu bir şey hava gibi, su gibi, ısı gibi, ışık gibi, bütün gıdalar gibi ana ihtiyaç.
Biz muhtacız buna.
Başka çâremiz de yok mecburuz aynı zamanda yani.
Bunun en iyisini, en güzelini, en doğrusunu bilip bulup, temin etmeye de me’muruz.
Emredilmişiz. Hakk’ı duy Hayr’a uy diye.
Batılı duyma Şerre uyma diye.
Ve mahkumuz. Neden?
Çünkü sonuçlarını peşin peşin görürüz.
Kafamızı duvara vursak bir kere vurmuş oluruz.
Bin kere vursak bin kere vurmuş oluruz. Nedir bu?
Akılsızlıktır.
O zaman akıllarımızı Muhammedî, yani Ehl-i Beytihi ve Muhammedî bir Edeb ve İrfanla terbiye edelim.
Ve Allahu Zülcelâlin muhteşem ilmiyle, ilahî ilmiyle öğretelim eğitelim inşâallah.
Resim
Cevapla

“►Salavat Şerhleri◄” sayfasına dön