La tahzen.. innAllahe meana.. /Üzülme.. Allah bizimle..

Aşıklarımız ve Aşıklarımızdan ilhamlar ve ilahiler.
Kullanıcı avatarı
zahidzenderun
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1026
Kayıt: 04 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen zahidzenderun »

Resim



Ey affetmeyi seven Rabbim, sil göz yaşlarımı..
Sen teselli et beni, serinlik sun şu bağrıma…
Vardır bunda da bir hayır..
Hayırlı kederlerimi sen sevdir bana!..
Tıpkı geceye saçılan yıldızlar gibi,
Ömrüme ışık olsun, sıkıntı anlarımda ettiğim dualar..
Hüzünlerde olgunlaştır beni..
Cahilim çok cahilim..
Sen yolum ol! Sen sonum ol! …



Amin! Amin! Amin!
Derviş na murad olacak.
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.

[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
ibn_ul_vakt
Yeni Üye
Yeni Üye
Mesajlar: 2
Kayıt: 22 Eyl 2008, 02:00

Mesaj gönderen ibn_ul_vakt »

Resim

Lal Olmak



Gözlerin konuştuğu yerde dilin lal oluyorsa
Dilin konuştuğu yerde gözlerin susabilmeli

Duyguların derinlerde bir yerde haykırıyorsa
Ne göz lal olmalı ne dil, yüreğin uçabilmeli




Ünal Kar
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen MINA »

Resim


Na’zar eyleme yar! Lal’im sana…

Çile gâh ömrüme sen’sizliği yerleştiren demlerden geliyorum. Örtümün altında kalmış duygularımı boydan boya sulara bırakıyorum şimdi. Hava soğuk, ellerim buz kesti her sen çarpışında…

Çektim kalemi zülfü yardan…Değdir/me; karalığına bezenmesin gözlerim!

Aşk-ı mecruhum,dayanamam…Arzım hal’e ulaşmaz, şeceresi kalır yokuşlarda…Meftunum sana ey kalbimin iştiyakı!Çilesi ömrüme hediyedir sefil sokakların…Dokunursan düşecek bir nefeslik ömür sermayemden…Melek suretinde görün/me, çığlıklarım sarsar alemi!

Besleme çocuk cılızlığında bir hayat sunardın önce… Bir esame uzantısında kalan şuh vaadinde serildim kapı eşiğine…Dinledim,sustum aşk dehlizinde…Membaı oldum sözlerinin…Sükuta yeltenen her hamlemi boşa çıkardın…

Na’zar eyleme yar! Lal’im sana…

Destursuz girmedim gönlüne…

Siyah perdelerden geçirdi beni hayallerin ama küsmedim…Körüm ben ey!sen aldırmazsan kaleleri yıkılacak kentimin…Zaman korkulu bakışlarını çeksene üzerimden!Bakma bana öyle yar’sız yar’sız… Zaman’da bir dirhem O yoksa ne faydam kalır şu yalanı kendinden dörde katlanmış dünyaya…

Ah yar!n’olur zekatını ödesen bu aşk’ın!Bak günaha giriyorum,daha fazla sevemiyorum seni…Utanıyorum…Haya perdesi kat kat dolanıyor kirpiklerime…Nazar eyleme yar!ağlamaktan a’ma oldu sözlerim…Hangi yana bak/ma/sam yoksun…Ölüm sarar mı beni hey!sen’siz ölümü haram etmişler, kolay mı böyle hiç yoktan ölmek?

Medcezirdir bu aşkın mevsimi!yaşa/ya/masam ne çıkar ki sen’den?ne eksilir,ner düşer ki yok/sul/luğuna?Ben bir adım sen’de,sen bin adım ötemde…Özrü kabahatinden büyük kaçışların varken hangi yalanına inandıracaksın söyle!

Dur yar,dur!Bana na’zar eyleme!Lal’im görmez misin?Tutulur dilim,kesilir nefesim…Çirkin bir siluete bürünürüm, geçmişim yaşlanır, kamburu çıkar duygularımın…Duraklar bana ihanetinin temsili kayıp ilanlarınla hücre olur…Her otobüs gardiyan suretinde geçer içimden,ezer tüm sen’li yanlarımı…

Ah etmem yar ama sen n’olur nazar etme bana!Bakamıyorum ardına…Kalamıyorum uçsuz bucaksız soğukluğunda…Donduruyorsun!

Aşk’ının erdeminde sular kaynarsa durma!Deva’m sen olsan da meyletmem şifana…Bu dava düşsün, kırılsın kalemi bela’mın!doksan dokuz tesbih sabrıdır sana çekilen figanım…Cehdime ihanet etmem canımın üzerine kayalar koyulsa da…Bir Bilal sükutu dolar felcinden oyuklaşan dilime…

Susarım kesik kesik yar!selamın başım üstünden geçsin…Bakılası bir yüz bırakmadın sen bana…

Melalim n’olur közümü körükleme!yakışmaz bana adımlarının vuracağı topraklara kuyular büyütmek…istemem Yusuf kadar cihanda güzelliğinin duyulmasını.yüz görümlüğümü iç cebinden çıkarana kadar Züleyha güzelliğim yok!Sevdana bereket olsun amma sakın hicabına düşürme gözlerimi!

Ey kıblesine aşk düşürdüğüm sevda sözcüğüm!Kerem eyle,demlensin içimde mahzun suretin…Çelik duvarlar büyütme, yok takatim!cüssem bu kalıplara küçük gelir, n’olur zorla sığdırma yok/sul/luğuna!uzansam yetmez kollarım…

Damarlarım çekilir,kısalır kemiklerim…Gölgem bile kalmaz kaldırımlarda…Haziran’da dolanırken hayallerimi eylül’e çevirme yar!hissiyatım bir elif miktarında…Değerse diline gerisi yok!çekersin içine ve yıkılır bütün kapılarım…

Lütfuna duçar olacak dua mahiyetiyle sana bu seslenişim… Aczi yetimden emr’olunduğu gibi dosdoğru varmaktı huzur’a canım.Hizaya gelmeyen bütün taşkınlıklarıma çekildi ah’larım…Tövbeler olsun ki senin adını bir kez olsun göğümden almadım.Ekmek buğusu kokusunda tefekkür eyledi gönlüm Yaradan’a…

Na’zar eyleme yar, lal’im sana!

Yar mısın yoksa yara/layan mısın?Hasretim yetmeyecek ömrüme bilirim…Sen böyle uzaktan baktıkça vuslat da karşılamayacak bu bekleyişi…Zemzem tadı mübarekliğinde düştün avuçlarıma ama doyurmadın say koşuşlarına…Vah benim çile gah bedevi yalnızlığım!Tükendin de bitmedin…

Saatim ertelenmiş yaşanmamışlıkları zihnimden alaşağı ederken, kavrulmuş harflerimin düşeceği satırlara zifiri karanlığını mühürlüyor. Damla damla yaşlar hücum edip talan ediyor gönül vadilerimi.Ah yar!hiçliğimi vurma,kanıyorum…Sırtımdaki izleri doldurmayacak kara topraklar bile; öylesi derin…Usandırma n’olur!Gel, gel de düşür aşkını tahtımdan…

Na’zar eyleme yar!
Lal’im…
Ahvalim mecalsiz…
Külliyen yalan olsun aşk’sız geçtiğim her gün!
Sen Na’zar eyleme de Aşk konsun benim adım!


(Zehra Öner)
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
zahidzenderun
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1026
Kayıt: 04 Tem 2007, 02:00

Geçer...

Mesaj gönderen zahidzenderun »

Resim




Geçer...




Isdırabın sonu yok sanma, bu alem de geçer,
Ömr-i fani gibidir; gün de geçer, dem de geçer,
Ram karar eyliyemez hande-i hurrem de geçer,
Devr-i şadi de geçer, gussa-i matem de geçer,
Gece gündüz yok olur
an-ı dem adem de geçer.


Bu tecelli-i hayat aşk ile büktü belimi,
Çağlıyan göz yaşı mı, yoksa ki hicran seli mi?
İnleyen saz-ı kazanın acaba bam teli mi ?
Çevrilir dest-i kaderle bu şu'unun filimi,
Ney susar, mey dökülür,
gulgule-i Cem de geçer.


İbret aldın okudunsa şu yaman dünyadan,
Nefsini kurtara gör masyad-ı mafihadan,
Niyyet-i hilkatı bu aşk-ı cihan aradan,
Önü yokdan, sonu yokdan bu kuru da'vadadan,
Utanır gayret-i
gufranla cehennem de geçer.


Ne şeriat, ne tariykat, ne hakiykat, ne türe,
Süremez hükmünü bunlar yaşadıkça bu küre,
Cahilin korku kokan defterini Tanrı düre!
Ma'rifet mahkemesinde verilen hükme göre,
Cennet iflas eder,
efsane-i Adem de geçer.


Serseri Neyzen'in aşkınla kulak ver sözüne,
Girmemiştir bu avalim, bu bedyi' gözüne.
Cehlinin kudreti baktırmadı kendi özüne .
Pir olur sakiy-i gül çehre bakılmaz yüzüne,
Hak olur pir-i mungan,
sohbet-i hemdem de geçer




Neyzen Tevfik
Derviş na murad olacak.
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.

[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
zahidzenderun
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1026
Kayıt: 04 Tem 2007, 02:00

'Dünyada tükenmez murat var imiş'

Mesaj gönderen zahidzenderun »






'Dünyada tükenmez murat var imiş'


Başlık, Şarkışla’dan dünyaya seslenen bir nidacıdan, Aşık Veysel’den.
Veysel, bu en çok sevdiğim şiirinde şöyle der :


‘Dünyada tükenmez murat var imiş
Ne alanı gördüm ne murat gördüm
Meşakkatin adın murat koymuşlar
Dünyada ne lezzet ne tat gördüm’


Dünyanın hakikatini bize bu dizelerden daha gerçekçi ne anlatabilir?
Bizim geleneksel bilge şairlerimiz, ‘kendi derdin söyler, gayrı hikayet etmezler’di.
Veysel de aynı gelenekten.
Deyişteki hikmetleri yaşadığı hissediliyor, yoksa insan nasıl bu kadar yalın,
samimi, içerden söyleyebilir?
Mutlu olma isteği sınırsızdır, insanın emelleri, istekleri, arzuları sonsuzdur.
Gücü ise sınırlıdır. Mutsuzlukların çoğunun bizatihi nedeni budur, bu çelişkidir.
Tükenmez murat vardır dünyada ama, ne alanı görürsünüz ne de murat.

Veysel şöyle sürdürür :


‘Ölüm var dünyada yok imiş murat
Günbegün artıyor türlü meşakkat
Kalmamış dünyada ehl-i kanaat
İnsanlar içinde çok fesat gördüm’


‘Gördüm’ deyişi, tattım anlamındadır.
Veysel’in yüzündeki göz kapalıdır lakin içgözü açıktır, içgörüleri zengindir.
Dünyaya bakar ve kanaat ehlinin azaldığını, insanlar arasında ise fitne ve
fesat peşinde koşanların arttığını görür.


‘Nusveran-ı Adil nerede tahtı
Süleyman mührünü kimse bıraktı
Resul-i Ekrem’in kanunu haktı
Her ömrün sonunda bir feryat gördüm’


Beni kalbimden vuran dize bu bentte : ‘Her ömrün sonunda bir feryat gördüm’
Gerçekten de böyledir. Çoğu zaman dünyanın bir köprü olduğunu unuturuz.
Oysa köprüye yerleşilmez, gelip geçilir.
Bir yakayı başka bir yakaya bağlayan bir geçittir dünya.
Dünya için, ‘aşağıların en aşağısı’ tabiri kullanılır.
Zira dünyaya gelmek, irtifa kaybetmek, düşmektir.
Bu yüzdendir ki, simetrik bir manevi yetkinlik gezisi gerçekleştirmek gerekir.
Bir bilgenin dediği gibi, ‘marifet bu da değildir,
yani alemleri seyran etmek de iş değildir. Asıl mesele insan olmaktır…
Dünyaya gelmekten murat insan olmaktır.’
Bilge şair Sezai Karakoç,


'bütün çabamız, bir ölüye çıkmak içindir’
der.
Veysel, bunu,
‘her ömrün sonunda bir feryat gördüm’
diye tamamlar.
Peki dünyaya gelip kalan var mıdır?
Veysel’i dinleyelim :


‘Var mıdır dünyaya gelip de kalan
Gülüp baştan başa muradın alan
Muradı maksudu hepsi yalan
Ölümü dünyada hakikat gördüm’


Evet, bu böyledir.
Dünyanın tek gerçeği vardır :
ölüm.
‘Madem ölüm var, o halde yaşam anlamsızdır’ diyen nihilistleri kınamamalı.
Zira onların çoğunun kalbi hakikat için çarpıyor olsa da, Veysel’in aksine iç gözleri kapalıdır.
Hz. Pir gibi, ölümü Sevgili’ye kavuşma gecesi görmek gerekir.
Dünya zindanından ahiret gülistanına geçiş…
O halde bu dünyada muradı da maksudu da yalandır.
Buradaki yalan oluş, asıl yurdumuzun hakikatine, oradaki saadete göredir, yoksa,
alemin Sahibi’ne gerçek anlamda kul olana dünya da gül bahçesidir.
Deyişin sonunda Veysel, binlerce yıllık bir metafora, çark-ı feleke getirir sözü :


‘Dönüyor bir dolap çarkı belirsiz
Çağlayan bir su var arkı belirsiz
Veysel neler satar narhı belirsiz
Ne müşteri gördüm ne hesap gördüm’


Kısacık dünya yaşamı için hileler dolaplar çevirenlere ithaf olunur :
Dilediğiniz kadar dolap çevirin, ne müşteri göreceksiniz ne hesap…


Yazan
SadıK YalsıZuçanlaR
Derviş na murad olacak.
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.

[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
zahidzenderun
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1026
Kayıt: 04 Tem 2007, 02:00

TERKİ TERK ..

Mesaj gönderen zahidzenderun »






Terki Terk




İbrahim B. Edhem Horasan Da Belh Şehrinin Hükümdarı, Gücüyle Mağrur Bir Mümindir…

Hükümdarlığından Ötürü Mağrurdur Ama Yine De Mümindir

Ve Sahibi Bulunduğu Dünya Saltanatına…

O Saltanatın Bütün Çekiciliklerine Rağmen…

Yıllarca Yüreğinin Bir Köşesinde Hep,

“Allaha Dost Olma”

Ukdesini Taşıyan Bir Mümin…

Nihayet Bir Gün Vakit Erer, Vade Dolar…

Devrin Kutbu İbrahim B. Edhem ‘in İşini Ele Alır...

…”Belh Hükümdarı İrşad Edilecek…

Kendisine ALLAH Dostluğuna Giden Yollar Gösterilecektir”...

İbrahim B. Edhem i İrşadla Görevli Derviş Belhe Ulaştığında Vakit Öğledir.


Derviş Derhal Kendine Emredildiği Gibi İbrahim B. Edhem in Sarayının Damına Çıkar

Ve Üzerinde Gezinmeye Başlar.

Hükümdar İbrahim B. Edhem De Tam da O Sırada

Mükellef Bir Öğle Yemeğinin Başından Henüz Kalkmış…

Ve Yemeğin Rehavetini Atmak Üzere Kendisini Kuş Tüyü Bir Yatağa Bırakıvermiştir.


Ve Bu Arada Da Düşünmektedir…


“Acaba Nasıl Allah Dostu Olurum.”?


Bu Düşünceler İçinde Dalmış Seyrederken…

Birden Damdan Gelen Gürültülerle İrkilir Ve Yerinden Fırlar.

“Askerler” !!!

Der

Ve Askerler Az Sonra Damda Yakaladıkları Dervişi Hükümdarın Karşısına Dikerler.


İbrahim B. Edhem Meraklı Ve Endişeli…


Derviş İse Sessiz Ve Sakindir.


İbrahim B. Edhem Hışımla Sorar:


“Ey Derviş Benim Sarayımın Damında Ne Arıyordun”?


“Kaybettiğim Develerimi “


Dervişin Duruşu Ve Konuşması Ciddidir Ama!

Verdiği Cevap Buram Buram Alay Kokmaktadır!


Hükümdar İbrahim B. Edhem İn Hışmı Ve Hiddeti İkiye Katlanır:


“ Be Adam Sen Benimle Alay Mı Ediyorsun!?”

“Hiç Saray Damında Deve Mi, Aranırmış?”

Derviş Az Önce İbrahim B. Edhem İn Üzerinde Yattığı…

Kuştüyü Yatağı Gösterir!

Ve Cevaplar…


Daha Doğrusu Hükümdarın Sözüne Başka Bir Soruyla Cevap Verir.


“Hiç Kuş Tüyü Yatakta Allah Dostluğumu Aranırmış ?”


Ve İşte O An!


İbrahim B. Edhem İçin…


Zaman Durur!...


Mekan Biter!...


Mantık Susar!…


Boş bir Çuval Gibi…


Olduğu Yerde Kalıverir!


Ve Askerlerine Zor Duyulan Fısıltılı Bir Sesle Emir Verir.


“Bu Dervişi Salıverin Beni De Yalnız Bırakın!”


Sonra Gece Olur

Belh’te El Ayak Çekilir…

İnsanlar Uykuya Dalar…

İbrahim B. Edhem İn İse Hali Çok Başkadır Artık…

Süslü, İpekli Hükümdarlık Giysilerini Soyunup,

Sırtına Basit Bir Derviş Elbisesi Geçirmiş,

Geride Bıraktıkları İçinde Bir Mektup Bırakmıştır…

Mektubunda:

“Beni Öldü Sayın…

Peşimi Araştırmayın…

Kendinize De Yeni Bir Hükümdar Bulun”…


Ve Sonra Gecenin Karanlığında Kaybolur…

Sır Olur…


Artık Hükümdarlığa Bedel


Tarihte Ölümsüz Bir İsim Bırakacak,


Allah Dostu İbrahim B. Edhem Olmanın İlk Adımlarını Atmıştır.


Sonra Madden Çileli Manen Nurlu Yeni Bir Hayata Başlar…


Derviş Olur Hak Dostluğuna Soyunur…


Dünyada Unutulur Mele –İ Alada Alkışlanır.

Böylece Tam Kırk Sene Geçer…

Zamanın Kutbu Yeni Bir Sınava Karar Verir:


Bir Görelim Bakalım Der

“Bizim İbrahim B. Edhem Nereye Gelmiş Ne Kadar Pişmiş ?”


Ve Yine Bir Dervişe Yeni Bir Emir Verilir.


“Filanca Şehre Yakın Yol Kenarında Garip Bir Derviş Göreceksin…

İşte O İbrahim B. Edhem Dir.

Git… Onu Bul Ve Kırbacını Sırtına Olanca Gücünle İndir.”


Derviş Hemen Emri Alır Ve Yel Olur Uçar…



Tamda Tarif Edilen Yerde Tamda Tarif Edildiği Gibi Garip Kendi Halinde Bir Dervişe Rastlar…

Evet, Bu İbrahim B. Edhem Den Başkası Değildir…

Yanına Doğru Yaklaşır Ve Elindeki Kırbacı Var Gücüyle İbrahim B. Edhem İn Sırtına İndirir…

Kırbaç Olanca Gücüyle Patlamıştır Sırtında…

Kanlar Akar…


Ve Atının Gemini Çeker Eğilir İbrahim B. Edhem İn Yüzüne Doğru Bakar…


İbrahim B. Edhem İn Yüzünde ise…


En Ufak Bir Kızgınlık… Kırgınlık… Hiçbir Değişme Yoktur…


Sadece Bir Tebessüm…


Sırtından Kanlar Sızarken…

Dervişin Merakını Gidermek İçin

Yalnızca Tebessüm Eder…

Ve

Evladım Der…


“Biz Onları Belhte Bıraktık” …

Süvari Hiçbir Şey Söylemez Atının Gemini Geldiği İstikamete Doğru Çevirir

Ve Yel Olur Uçar…

Görevini Yerine Getirmiştir…


Zamanın Kutbu Sorar:


Söyle Bakalım Der


Ne Yaptı Bizim İbrahim Kırbacı Sırtına Yiyince…


Derviş

Efendim Der…

Kendinden Gayet Emin bir şekilde


Sırtından Kanlar Sızıyordu Ama Yinede…

Hiçbir Kızgınlık Öfke Sinirlenme Yoktu Yüzünde…

Sadece Yüzüne Doğru Eğilip Bakınca

“Biz Onları Belh’te Bıraktık Evladım”

Dedi…

Sadece Bu Kadar Der…

Devrin Kutbu Tebessüm Eder

Ve

“Yazık Der Hala Belh’i Unutamamış”!!!



“İşte Allah Dostu Olmak Böyle Bir Şeydir…
Vardım Zannedildiği Yerde .. Daha Koskoca Bir Okyanus Vardır .. İnsanın Önünde...(!)


Ve Bu Yolda En Zor Merhale:


Dünya’yı Terk, Ahireti Terk, Varlık Yokluk Kaygısını Terk Değildir.
Asl Olan
Terk –İ Terktir.
Derviş na murad olacak.
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.

[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
dostemin
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 525
Kayıt: 19 May 2007, 02:00

Mesaj gönderen dostemin »

Değerli Zahid Can,
Allah razı olsun senden ve hepimizden inşaallah..
Hizmet Hakk'adır şekil halk'a dır..
Güzel yazılarla gönüllere kıvılcım çakmakta ilahi zevkleri
yaşatmaktasın. Teşekkürler emeğine , sevabına yazsın Tanrım, amin...
( Yazınızı okuyunca iki dörtlük geldi, yazıyorum..)

Her şey bitti tek SEN kaldın
Ben yok oldu tek SEN kaldın
Olan SEN'sin, hem benim SEN
Yokluk içre tek SEN kaldın

***
Her efalde her sıfatta
Bilinensin kainatta
Ne var ise hepsi SEN'den
Eksik yoktur Yüce ZAT'ta
Resim
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

NE SULTANIM NE KULUM
NE YOLCUYUM NE YOLUM
GÜNDÜZÜN IŞIĞINDAYIM
GECENİN KARASINDAYIM
NE ZAHİRDE NA BATINDA
VARLIKLA YOKLUK ARASINDAYIM
NEFES ALDIM (HAYY)DİRİYİM
NEFES VERDİM(HU)ÖLÜYÜM
İMTİHAN TARLASINDAYIM
BAZEN BENİM BAZEN HİÇİM
'KÜN FEYA KÜN' DUASINDAYIM




SELAM OLSUN HAKK YOLUN DERVİŞLERİNE
SABREDİP DE BU YOLUN ERMİŞLERİNE......
Resim
Kullanıcı avatarı
zahidzenderun
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1026
Kayıt: 04 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen zahidzenderun »

Resim



Terk-i Dünya‏



Tasavvuf yaklaşımında sarayı terk etmesi durumuna “Terk-i Dünya"
denir. Bu terk dünya nimetlerini ve takıntıları, hırsları ve ihtirasları
terk dönemidir. Fakat köy, köy dolaşıp bildiklerini halka anlatmaya
çalışması hala bir benlik iddiasıdır. “Bakın, ben aydınlandım, size
anlatayım da siz de aydınlanın” saplantısıdır. Bu durumu da terk
etmesi gerekmiştir.
İkinci terk durumuna
“Terk-i ukba”denir. Yani, Guru olmak, Şeyh
olmak, Mürşit olmak, Alim olmak da bir ego takıntısıdır.
Maddeye değil de mânaya bağlanmak anlamına gelir
Bu ikinci durumu da terk etmeye
“Terk-i Terk” denir. Budha
saraya dönünce terki terk etmiştir ve uygulamaya geçmiştir.
Terki terk etmek demek eyleme geçmek demektir. Yani, sözlerle
yetinmeyip bilge kişi olmayı yaşantıya sokmak ve uygulamak gerekir.
İşte İnsan-i Kâmil olmak için terki terk etmek gerekir.

Her bir devrenin kendine göre tuzakları vardır. Birinci devrede,
yani beşer boyutunda her şey iyi giderken insan bu huzuru ve refahı
terk etmek istemez. Ani, dünya varlıkları bir tuzaktır. Bu devreyi bir
şok ile aşanları bekleyen ikinci bir tuzak vardır.
O da “ben arif oldum, yükseldim ve bilge oldum” tuzağıdır. Genelde
insanlar bu devrede çok iltifat ve değer gördüklerinden bu tuzaktan
kurtulamazlar.

Eğer insan bu iki tuzaktan kurtulursa üçüncü devreye geçer ama
orda işte benlik boyutundan sıyrılmış olduğu için tuzağa düşse bile
hemen tuzaktan kurtulmasını bilir.


Bu durumu en güzel Yunus Emre anlatmış:

Yunus değil bunu diyen
Kendiliğidir söyleyen
Kâfir olur inanmayan
Evvel, Ahir, Heman benem


Artık egosunu öylesine terk etmiş ki, “Yunus değil bunu diyen,
kendiliğidir söyleyen” diyor. Kendiliği derken, konuşanın kendi
hakikati olduğunu söylemek istiyor.


“Evvel, ahir, heman benem” sözü ile de terki terk ettiğini
hem geçmiş, hem gelecek hem de şimdiki an içinde
olduğu
nu söylüyor.
Derviş na murad olacak.
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.

[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
zahidzenderun
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1026
Kayıt: 04 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen zahidzenderun »

Resim



ÇOK KIYMETLİ DOST EMİN,

CANIM DOST,



Beni izlediğinizi ve severek baktığınızı bilirim..

Yazıyla ilgili düşünüp ikinci kez konuyla ilgili bir şeyler aktarıyım
konu daha güzel anlaşılsın istedim.
Siz de o sırada düşüncelerinizi yazmışsınız.

O güzel satırları okuyunca kalbim titredi.

"Güzel yazılarla gönüllere kıvılcım çakmakta ilahi zevkleri
yaşatmaktasın."
demişsiniz..
Anlaşılır olmak, aktardığının anlaşılması, üzerinde düşünülmesi
ve bunun ifade edilmesi ne güzel bir şeymiş.. Yüzüm ruhum
gülücüklerle doldu..

Allah razı olsun Dost Emin;
Çok sağolun o güzel duanız ve dilekleriniz için
..




İşin aslı nedir bilirmisiniz, siz bunu
çok güzel bir cümle ile anlatmışsınız

" Hizmet Hakk'adır şekil halk'a dır.."
Yaptığımız tek şey budur.. Kalplerde ve tefekkürde bir güzellik
bir incelik yaratmak.Yaradanın yarattığı bu düzende yürürken
az bir nefeslenmek, dostlarla hasbihal etmek...



Selamınızı aldım, kalbime koydum sevindim.
Derin bir nefes aldım, şükrettim.
Var olun efendim..




Resim




Kalp katılığından,

Gafletten,

Aşağılıktan,

Aşağılanmaktan,

Miskinlikten,

Cehaletten ve Faydasız Bilgiden,

Ürpermeyen Gönülden,

Doyma Bilmeyen Nefisten,

Kabul Edilmeyen Duadan,

Nimetlerinin Zeval Bulmasından,

Lütuflarının Değişip Başkalaşmasından,

Ansızın Bastıran Azabından,

Gelip Çatan Gazabından

SANA SIĞINIYORUM YA RAB!
Derviş na murad olacak.
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.

[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
zahidzenderun
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1026
Kayıt: 04 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen zahidzenderun »

Resim




Ayda onun yüzünden bir eser kaldı

O melek huyludan ayda bir iz kaldı

Hayır, hayır nereden nereye, ay kim oluyor?

Can onun kulu oldu ve yalnız o kaldı

Ay dün gece yastığının üstüne düşmüştü

Kıskançlığımdan elimi, ayağımı yere vurarak çırpınmaya başladım

Ay kimdir ki, seninle bir yerde otursun?

Sen cihanı dolanmış, parmakla gösterilen bir güzelsin!





şemsi tebriz


-makalat-
3.bölüm
Derviş na murad olacak.
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.

[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
zahidzenderun
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1026
Kayıt: 04 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen zahidzenderun »

Resim


Kadir Mevlâ'm Bir Dileğim Var Sana



Kadir Mevlâ'm bir dileğim var sana
Dost ile yiyecek mal ver sen bana
Ağır menciliste hâkim uğrunda

Hizmet ile buyruk dil ver sen bana


Mevlâ'm izin versen Hicaz'a gitsem
Ağır murat ile devlete yetsem
Pança pança sarı altın dağıtsam

Mevlâ'm bir tutulmaz kol ver sen bana

Padişahın üç tuğunu götürsem
Emreylese düşmanını batırsam
Şu koca Halep'i verse otursam

Yüz bin asker ile kul ver sen bana


Gündeşi'oğlu der ki başım belada
Çifte toplar ata idim kulede
Yarın mahşer günü cennet'âlâda

Mevlâ'm bir tutacak dal ver sen bana




Gündeşlioğlu
Derviş na murad olacak.
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.

[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

Değerli Zahid Can paylaşım için teşekkürler
Allahü zü'l Celalimiz razı olsun inşaallah...
Konu İmam-ı Gazali hazretlerinin İhya'sında da şu şekilde geçer:



Şâh-ı Nakşîbend (k.s) Hazretleri:

"Terk-i dünyâ, terk-i ukbâ, terk-i hesti, terk-i terk."

"Terk-i dünyâ": Zâhid bütün dünyâ nîmetlerini, malı-mülkü âhiret için terk eder.

"Terk-i ukbâ": Ârif cenneti ve nîmetlerini, ilâhi Cemâli temâşâ için terk eyler.

"Terk-i hesti": Sâlik kendi varlığını da terk ederek, Hakk'da fânî olur.

"Terk-i terk": Kâmil ârif terki de terk eder, aklında fikrinde terk diye bir kavram kalmaz. Bâzıları terk-i dünyâ eder ama, ikide bir dünyâyı terk ettiklerini söyler veya bunu düşünürler. Gerçek terk, dünyâyı terk etmeyi terkle olur. Burada terkle, terk etmeme birdir.

Muhammedi muhabbetlerimle..
Resim
Kullanıcı avatarı
alemgir1888
Üye
Üye
Mesajlar: 40
Kayıt: 26 Nis 2009, 02:00

Mesaj gönderen alemgir1888 »

Bir insan ölümden neden korkar hoyratsız geçirdiği ömründeki günahları aklına gelir aslında Allah'ın huzuruna çıkacağından utanır.

Bakarsak çevremizdeki iyi insanlara ölürken gülerek gider.Aslında ölecek kişinin içine doğarmış öleceği zaman ona göre hareket edermiş.

ömrümüzü zayi etmeden zamanı geliş amacımıza göre yaşasak ölüme gülerek gitmez miyiz.
Rabbimiz ölüm anında huşu içinde sevinerek ölen kullarından eylesin.

Amin.Amin.Amin.
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Mesaj gönderen Gul »

Resim

Aşkınla gönüllerde çakar bir şimşek
Mihrapta senin’çin yakarışlar sürecek
Bin bir gamı tek tek sana açmak için
Sonsuz geceler ve tatlı mehtap gerek!


Boş arzuların peşinde devran niçin?
Gözden akarak kalbe dolan kan niçin?
Baştan başa Hak’sın ey habersiz olan,
Hal böyleyken dışta aranman niçin?


Yok mey ile kasemiz inan mutluyuz,
Olsak iyi kötü her zaman mutluyuz.
“Yoktur sizin sonunuz”diyorlar amma,
Sonsuz olabildikse her an mutluyuz


MEVLANA ile ŞEMS
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen MINA »

Şems, gibi yar olmayınca Bu alemde durulur mu?

*


Şems'i BUL manın, Şems'le OLmanın, VE ŞEMS'LE YENİDEN DOĞMANIN BEDELİ NEDİR!.........
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
zahidzenderun
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1026
Kayıt: 04 Tem 2007, 02:00

__MANEVİ YOLCULUK__

Mesaj gönderen zahidzenderun »

Resim



"İnsan, Allah'ın Sonsuzluğundan Gelir"



İnsan deyince, kamil, yetkin insan mı kastediliyor, insan-ı kamil veya adem-i hakiki deyince ne anlamak gerekiyor?

Efendim insan ünsiyet kelimesinden gelir. Üns-insan. Bu kök, insanın başkasıyla iyi geçinebildiği zaman beşerlikten kurtulabildiğini bize öğretir. Yani insanlara iyi davranan, ondaki Allah’ın vasıflarını görebilen kişidir ki, beşer dediğimiz zaaflarının esiri olan, nefsinin ve egosunun esiri olan kişiden ayrılır. Bu durumda gerçek insan, ancak herkeste ve her şeyde sevdiği Allah’ının bir tecellisini gören kişidir. Ama biz görüyoruz ki bu bile Allah için yeterli olmuyor. Çünkü Hz. Peygamber’e ‘Ya-sin!’, ‘ey insan!’ hitabı, nefsini, aklını, vücudunu, her şeyi terk ederek geldiği sidre-i münteha dediğimiz bir insanın çıkabileceği en yüksek noktadan sonra, muhabbetiyle Allah’a ulaştığı yerde teşrif etmiştir. Yani bu hitap, peygambere ancak o zaman gelmiştir. Bu durumda insanlığın başlangıcı, herkesi sevmek; sonu, her şeyini bırakarak Allah’a ulaşmaktır. O halde insan olmak kolay bir iş değildir. Ama dünyaya gelmekten maksat insan olmaksa o zaman bunu yapmakla mükellefiz demektir.

Kamil insana gelince…O’nda, kemal vasfı içinde ayrı bir özellik bulunur. Allah, Sa’d suresinin 75.ayetinde, ‘İki elimle yarattığım insana secdeden seni alıkoyan nedir?’ diyerek Şeytan’a seslenirken -Allah’ın elleri haşa olmayacağına göre- bu iki elden kasıt, bir çok mutasavvıfa göre, Celal ve Cemal sıfatlarıdır. Allah’ın insanda tecelli eden kudret ve kuvveti ki, negatif olarak da tecelli de edebilir ve sonsuz güzelliği demektir. Negatif ve pozitif enerji insanda bir araya gelebilir. Ancak ikisini birleştirdiği zaman, yani Allah’ın kudretini, sonsuz güzelliğe, yumuşaklığa ve iyiliğe çevirdiği zaman insan, cemali ve celaliyle kemal sahibi insan makamına ulaşır. Zaten Allah kelimesinin harfleri de bize bunları anlatmaktadır : Allah’ta, elif harfi ehadiyeti, Allah’ın sonsuz güzelliğini anlatır. Elif harfi aynı zamanda çok enteresan bir harftir. Hiçbir harf elifsiz okunmaz. O halde bu, şu demektir ki, her insan, diğer harfler olan her varlık, ancak elif olan Allah’ın manasıyla birleştiği zaman okunur, görünür hale geçer. Demek ki insanın Allah’ın sonsuz güzelliğine ihtiyacı var.Bizi var eden, bizi dışarıya gösteren, canlı kılan, insan makamına yükselten bizdeki Allah tecellisidir. İşte insan bunu ortaya çıkaran varlık demektir. Allah onlardan olmayı bize nasip etsin. Demek ki insanın sonunda hakiki insan haline yükselmesi, her şeyini, aklını, vücudunu, nefsini sidre-i münteha denilen insanın çıkabileceği en yüksek seviyede bırakıp Allah’ına ulaşmasıyla mümkün olur. İşte burada gerçek insanlık makamına erişilir. Belki bu nokta, Peygamber efendimizin hakikatini anlamak için de tek noktadır. Öyleyse bu aleme, önce iyi geçinmeyi öğrenmek, sonra da Allah’la bütünleşmek, orada yok olmak için geldik. Ama kamil olmak bambaşka bir özellik ister ki, kemal kelimesi içinde Celal ve Cemali birleme anlamını taşır. Demek ki insanda her iki güç te vardır. Kulluk, cemali, Rablık kudret ve kuvveti temsil eder. Ancak Peygamber efendimiz gibi kulluğumuzda tecelli eden İlahi Hakikat’i görürsek o zaman Celal ve Cemali birleştirip, kemal makamına yükseltiliriz. Bunu yapabilmemiz için de harf olabilmemiz lazım. Harf gibi okunur olabilmemiz lazım. Biliyorsunuz, Arapça’da bütün harfler elif takısıyla okunur. Ne enteresandır ki, harf okunurken elif adı anılmaz. Ama harfi okunur hale geçiren elifin takısıdır. Elif, Allah’ın ehadiyeti, sonsuzluğu, bizdeki zatıdır. O halde her birimiz Allah’tan bir isim ve sıfat taşırız. Ancak Allah’ın isim ve sıfatları bizi okunur hale getirir. O halde insan olmanın yolu, içimizdeki Allah’a ait güzelliği ortaya çıkartmak, nefsimizi aradan çıkarmaktır. İşte kamil olmanın yolu budur.




Peki seyr-i süluk nedir, manevi yolculuktan ne anlamamız gerekir?

İnsanın insan olma yolunda kat ettiği bütün merhaleler, Paul Coelho’nun dediği gibi ‘bütün duraklar’ toplam seyr-i süluk adını alır. Başlangıcı Allah, sonu Allah olan bir yol üzerinde geldiğimiz yere ulaşmak için Allah’a doğru yönelir ve oraya doğru yükseliriz. Önce indiğimiz bu alemden oraya doğru bir yükseliş kavsi çizeriz. İşte bu hadisenin adı seyr-i süluktur. Başlangıç noktası tövbedir. Malumunuz, insan tövbe etmeye ‘levvame’ sıfatında başlar. Bu aleme geldiğimizde biz emmareyizdir. Emmare, nefsin en aşağı tabakası, egoizm halidir. Bu durumda insan emreder. Başkalarını küçük görür, kibirlidir, aşağılar, küçümser. Hz. Mevlana, bu haldeki insanı tarif ederken, ‘at idrarını yapmış, üzerine bir saman çöpü konmuş, üzerine de bir sinek oturmuş. Var mı benim gibi kaptan-ı derya?’ diye geziyor der. Bu hal, henüz insanlık makamı değildir. Seyr-i sülukun başlangıcı da değildir. Bundan tövbe etmeye başladığımız ‘levvame’ makamına ulaştığımızda, yani ben hiç bir şey değilmişim, ben hatalıymışım, eksik noktalarım varmış dediğimizde, seyr-i süluk başlar. Hayatın da başlangıç noktası budur. Daha sonra ‘mülhime’ye yükseliriz. Mülhime öyle bir haldir ki, maalesef bu noktada şeyhler bile vardır. Bu noktada insan ibadetini yapar, gücün Allah’ta olduğunu idrak eder, hatta idrak demeyelim akleder. Cüzi aklıyla akıl eder. Onun için kendini korumaya alır, ibadetini de bunun için yapar. Ama kendini görmekten de vazgeçmez. Ama insanın seyr-i süluktaki en önemli makamı, mutmainneye erdiği, Allah’ından emin olduğu makamdır. Ki, bu Peygamberin bir adıdır. Anacığının bir vasfından aldığı özelliktir. Hz. Amine’nin emin sıfatı, Peygamberimiz’de doğuşunda tecelli etmiştir. Bu makama gelen insan, asla geri dönmez. Asla ve asla hayvanlık makamına inmez. Burada Allah’ından emindir. Ara sıra hata da yapsa, basen vesvese de gelse, ‘ben ne yapıyorum!’ der hemen. Bunun için de ‘raziye’ makamı vardır ki, Allah’ından razı olduğu makamdır. Sıkıntıya katlanır, belayı hoş görür. Sevgilisinin bir ikramı gibi olur.
Müsaade ederseniz bununla ilgili bir hikaye anlatmak istiyorum. Mecnun Leyla’ya çok aşık. Asıl adı Kays biliyorsunuz. Ve Leyla’nın babasının yanında çalışıyor. Leyla da nazlı nazlı Mecnun’un olduğu yerde yemek dağıtıyor. Herkese bol bol yemek dağıtır. Kays’ın çanağına sadece ‘tın’ diye nazlı ve işveli bir şekilde vurur. Kays çıldırır sevincinden. Oynatır aklını. Herkes der ki, ‘sen hakikaten delisin. Senin adın Mecnun olsun. Sevseydi sana da bol yemek koyardı.’ Kays’ın cevabı olağanüstüdür : ‘Bana da sizin gibi mi davransaydı?’
İşte Allah’ı seven insan, acılara uğradığı zaman aynen böyle karşılar :
"Yüce Allah’ım bana herkes gibi davranmamış. Farklı olduğumu anlamış. Biraz daha fazla acı lütfetmiş’ der. Bu güzelliğin içerisinde insan, daha da üst makama yükselir. Bu yücelmede hakikatte kendisinin rolü yoktur. Burada Allah’ın ona tenezzülü vardır. ‘Marziye’ dediğimiz bu makam, Allah’ın kuluna tenezzül ettiği, ondan memnun olduğu makamdır. Bunun üstünde tek bir makam vardır ki, o, nefsin en yüce makamıdır ve Hz. Peygamber’in safiyeti ve Allah’ın zatında yok oluşu bu makamı anlatır.





_DEVAM EDECEK_
En son zahidzenderun tarafından 10 Ağu 2009, 17:33 tarihinde düzenlendi, toplamda 2 kere düzenlendi.
Derviş na murad olacak.
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.

[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
zahidzenderun
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1026
Kayıt: 04 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen zahidzenderun »

Resim




Bu anlamda zikir, bu gezide nasıl bir işlev görüyor?

Hocam Kenan Rıfai, zikri o inanılmaz üslubuyla şöyle tarif etmiş : ‘Zikir, şeytani vesveselerden kalbi muhafaza etmek, yani boşaltmak, dünya ile ilgisini kesmek demektir. Bu kadarla da kalmaz. Çoklukta birliği görür insan, davadan uzaklaşır, sulh içinde olur ve kalbe ilham olan manaları daima Allah’tan bilip düşünür, tefekkür eder, Allah’ından hiç gafil bir an geçirmez. Bu durumda zikir, sadece, Allah’ın adını anmak demek değildir. Her an Allah’la bir ve beraber olup nefsani arzu ve isteklerden vazgeçmek demektir.
Zikrin üç şekli vardır. Kalbi zikir, gönlü zikir, fiili zikir. Evet lisani zikirde insan Allah’ı anar. Ama Allah’ı anmaktan gaye, sadece şu iki dudak arasında Allah’ı anmak demek değildir. O anışın bütün vücuda yayılmasıdır. Öyle ya Süleyman Çelebi o yüce Mevlitte, ‘bir kez Allah dese aşk ile lisan/dökülür cümle günah misli hazan’ demiyor mu? Halbuki bizim Allah deyişimiz günahlarımızı dökecek kuvvette değil. O halde Allah deyiş veya Allah’ın ismini anış, bir sevgilinin ismini anış gibidir. Burada Attar’ın o muazzam şiiri geliyor aklıma. Züleyha’nın Yusuf’u anışı. Gökyüzünde ay var dediler. Yusuf mu ortaya çıktı, dedim. Başım ağrıyor dedim. Yusuf’un acısı mı içine sindi, dedim. Bugün hava ne güzel dediler. Yusuf’u mu gördünüz, dedim. Mis gibi kokuyor etraf dediler. Yusuf’un kokusu mu hissediliyor, dedim. İşte Züleyha, gördüğünüz gibi, her gördüğünde, her duyduğunda Allah demektedir. O halde insan Allah’ı sadece lisanıyla anarsa hiç fayda etmez. O lisanın bütün vücuda işlemesi lazım. Demek ki lisanın ikinci hali gönlün yani kalp denen bu et parçası üzerine vuran nurun, Allah’ın nurunun ışığıyla aydınlanan vücudun Allah’ı anmasıdır. Vücudun her nefes, ‘sevgilim, sevgilim!’ diye Allah’ı anmasıdır. Ama fiilin zikri ise bu hale kavuşan insanın her hizmetinin Allah için olmasıdır. İşte bu hal, hakiki zekattır. Bu hal, kötü huylarımızı vermek için bir fırsattır.




Bir yücelme yani…

Evet, zikir de bir yükseliş, bir miraçtır. Zikir bu seviyede olunsa insanı miraca yükseltir. Miraç, insanın Allah ile buluşma anıdır. Allah’ını hissetme, his gözüyle görme anıdır. Peygamber efendimizin miracı, ulvi bir miraçtır. Eğer müsaade ederseniz ben onun evrelerinde yapmamız gerekenleri öğrenmeye çalışalım, derim. Peygamber efendimiz sabırla miraca çıktı. Onun Burak’ı sabırdı. O taşlandı, aşağılandı, başına pislikli işkembe geçirildi, herkes yerden yerde vurdu, alay etti. O dönmedi, asla dönmedi, Allah’ından vazgeçmedi. İşte o zaman onun sabrı Burak adını aldı. Ve mübarek vücudunu sadece Kudüs’e götürdü. Kudüs’te o mübarek taşa bastı. Bunun sebebi o taşın adının ‘teslimiyet taşı’ olmasıdır.
Peygamber bize şunu öğretmeye çalıştı. Mekke’den de miraca çıkabilirdi O yüce sultan. Ama niye Kudüs’e geldi? Çünkü teslim olmadan Allah’ın huzuruna çıkılmaz. Sabır insanı mutlaka, tam manasıyla teslimiyete götürmelidir. Peygamberin teslimiyeti İbrahimi bir teslimiyetti. O taş, sanki Hz. İbrahim’in oğlunu koyup kesmek üzere hatırladığı taştı, daha sonra da üzerinde Allah’ın gönderdiği koçun başını kestiği taştı. Peygamber’e öyle bir teslimiyet içindeydi ki, Allah’ına o güzellikle yükseldi.
Onu melekler yükseltti. Yükselirken dünyanın her bir makamında ona yalvardılar. Madde dedi ki, ‘biz Allah’ı göremeyiz. Bizde onun manası eser halinde. Ya Muhammed bizim de selamımızı götür.’ Peygamber kendi maddesinin her bir zerresinin aşkı ve selamıyla çıktı. Makam makam yükseldi, cenneti ve cehennemi gördü. Cehennem ve cennet onun manasından birer parçaydı, tıpkı bizim de cennet ve cehennemi kendi içimizde yaratışımız gibi. Cehennemde sevgililerini gördü ve onlar için dua etti. Cennette kendi cemalini gördü ve cennetin makamlarında Peygamber’in yalvarışlarını hissetti. Hz. Adem ona ilk makamda ‘Ya Muhammet! Benim de selamımı ilet’ dedi. Adem, Peygamber’in zatıydı. Daha sonra makam makam ilerledi. Yusuf’un, Yakup’un, İbrahim’in, Musa’nın, İsa’nın hepsinin selamlarını aldı. Kendi içindeki bütün makamlarıyla Allah’a doğru yüceldi. Musa’da aklıyla, İsa’da ruhuyla Allah’a yükseldi ve en sonunda bütün olarak her şeyini teslim ederek yükseldi. Cebrail onun o yüce manasını taşıyan, onun hakikatini, diriliğini taşıyan, aklını, akl-ı küllü anlatan Cebrail, ancak Sidre-i Münteha’ya kadar ona yol gösterdi.
Orada dedi ki, ‘ya Muhammet! Burada insani bütün vasıflarını bırak. Sende beşerlik yok ama insaniyetini bile terk et, insan olduğunu bile unut. Burada hiç olarak yüksel. Ben çıkamam, çünkü ben diriyim. Sen ise ölü olarak çıkacaksın oraya.’ Peygamber öyle bir öldü ki, öyle bir yok oldu ki, Allah onu kendine çekti. Allah cezbesiyle onu çekti. Sevdiğini, ölüyü diriye çekti. Öyle ya Allah Musa’ya seslenmemiş miydi? ‘Ya Musa, beni görmek mi istiyorsun? Sen de benim diyorsun, ben de benim diyorum. Sen benim için yok olamazsın. Keşke olsan. Ben senin için hiç yok olamam. Çünkü ben ebedi hayyım. Onun için ancak yok olan bana ulaşır.’ O Hz. Muhammed makamıydı, yükseldi, büyük bir imtihana tabi tutuldu. Bak ya Muhammed her şey senin. Yarattığım, yaratacağım her şey senin. Peygamber dönüp bakmadı bile. O ölüydü. Onun maddede, manada hiçbir şeyde gözü yoktu. Ne nurani bir isteği, ne maddi bir makam isteği kalmıştı. Yükseldi, yükseldi ve Allah, ‘gel ya Muhammed’ dedi. Muhyiddin Arabi o kavuşma anını şöyle anlatıyor. ‘Ben neredeyim Allah’ım diyor, Hz. Muhammed, benimlesin, sağ ayağını sol ayağının üzerine koy, göreceksin ki bendesin ya Muhammed. İşte o anda Peygamber, 'ümmetim, ümmetim’ dedi. Allah ta onun ümmet aşkında bizleri kabul etti.




O halde insanın miraca ulaşması için kendinden geçmesi lazım…

Sabrının ve teslimiyetinin yok edilmesi içindeki bütün makamların peygamberlerdeki gibi kuvvet ve zuhur etmesi gerekir. Sonra her şeyi bırakması, her şeyi kalben terk etmesi lazımdır. Evliyalık, maddi-manevi rütbe, mevki, öğretmenlik, Allah’ın lütfettiği ne varsa hepsini terk etmesi gerek ki, Allah cezbesiyle onu yanına çeksin. Miraç öyle bir hadisedir ki, namazdaki teslimiyet gibidir ve secde halidir.



Bu hale aşkla mı erişilir? Daha doğrusu bu hal aşk mıdır?

Aşk kelimesi, Allah’a ulaşmada ve miraçta en büyük etkendir. Aşk, çok önemli bir mefhumdur. Aşk sarmaşığın kök kelimesidir. Nasıl ki sarmaşık sardığı yeri yok eder ve ona ait hiçbir şey göstermezse, aşk bir vücuda girdiği zaman o vücutta daha önce padişahlık yapmaya kalkmış kinler, nefretler, kibirler, gururlar bu padişahların hepsinin başını keser ve tek olarak o vücut içine yerleşir. Yerleştiği zaman aşık, aşkından başka hiçbir şey düşünmez hale gelir. Aşkın bu sonsuz güzelliği, sarıcılığı, yok ediciliği insan için en büyük lütuftur. Zaten aşktan yaratılmadık mı? ‘İstedim ki bilineyim.’ Hadis-i Kutsi’de Allah, Peygamber’ine, ‘istedim, arzu ettim, aşk ettim Ya Muhammed’ diye seslenmiyor mu? Allah bizi aşkıyla yarattı. Kendi güzelliğini aşkıyla ortaya çıkardı. Bir şeyin görünür olma sebebi aşktır. Aşk, nur gibi çok yüksek bir enerjidir. Aşkın Allah’taki yaratış halindeki tecellisi rahmet sıfatıdır. Rahmetin içinde merhamet vardır. Aşkın merhamete dönüşü hiç boş değildir. Çünkü aşık, sevdiğine ait olan her şeye merhamet eder. İnsan bir insanı sevdiği zaman dahi ona aşık olduğunu düşünmek hatasına kapıldığı zaman bile ona ait her şeye merhamet duyar. Ama aşık, asıl aşkının Allah olduğunu idrak ettiğinde ‘kamu alem birdir bize’ sırrına erer. Asıl aşık olunan sonsuz olandır. Gerçi, Muhyiddin Arabi hazretleri, sonsuz kelimesini Allah için kullanmamızın çok büyük bir edepsizlik olduğunu söyler. Hazret’e göre, sonsuz bile sınırlı bir kelimedir. ‘Allah kelimeyle ifade edilmez’ buyuruyorlar. O halde o aklın almayacağı, hiçbir idrakın anlayamayacağı Yüceler Yücesi Sultana aşık olduğu zaman yaratılmış her şeye merhamet etmekten başka bir şey hissedebilir mi? Peygamber’deki rahmet tecellisi, Allah aşkının merhametinin tecellisidir. Ana da bu rahmetiyle evladını büyütür. Bunu için analık, dünyada, cennetin ayakları altında olması demektir. O halde aşk, insanı insan yapan en büyük enerjidir. Muhabbet (kökü hubb) Kuran’da aşk olarak geçer. Muhabbet, Allah ile kulun birleşmesi ve bu birleşmeyle cezbeye çekiliş demektir. Daha doğrusu bu cezbeyle herkese ve her şeye Allah’ımdandır diye çekiliş demektir. ‘Yaradan’ı severim yaratılmıştan ötürü’ demiyor mu koca Yunus? Yaratılmıştaki tecellisini gördüğüm için Yaradan’ı seviyorum. Yaratılmışı da, yaranı onlarda gördüğüm için seviyorum demiyor mu? Öyleyse dünya aşk, muhabbet ve merhametten ibarettir.




_DEVAM EDECEK_
Derviş na murad olacak.
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.

[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
anlamak
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 546
Kayıt: 12 May 2008, 02:00

Mesaj gönderen anlamak »

Mecnun Leyla’ya çok aşık. Asıl adı Kays biliyorsunuz. Ve Leyla’nın babasının yanında çalışıyor. Leyla da nazlı nazlı Mecnun’un olduğu yerde yemek dağıtıyor. Herkese bol bol yemek dağıtır. Kays’ın çanağına sadece ‘tın’ diye nazlı ve işveli bir şekilde vurur. Kays çıldırır sevincinden. Oynatır aklını. Herkes der ki, ‘sen hakikaten delisin. Senin adın Mecnun olsun. Sevseydi sana da bol yemek koyardı.’ Kays’ın cevabı olağanüstüdür : ‘Bana da sizin gibi mi davransaydı?’
İşte Allah’ı seven insan, acılara uğradığı zaman aynen böyle karşılar :
"Yüce Allah’ım bana herkes gibi davranmamış. Farklı olduğumu anlamış. Biraz daha fazla acı lütfetmiş’ der. Bu güzelliğin içerisinde insan, daha da üst makama yükselir. Bu yücelmede hakikatte kendisinin rolü yoktur. Burada Allah’ın ona tenezzülü vardır. ‘Marziye’ dediğimiz bu makam, Allah’ın kuluna tenezzül ettiği, ondan memnun olduğu makamdır. Bunun üstünde tek bir makam vardır ki, o, nefsin en yüce makamıdır ve Hz. Peygamber’in safiyeti ve Allah’ın zatında yok oluşu bu makamı anlatır.


ALLAH'IM NE GÜZEL. RABBİM GÜZELLİĞİNİ MERHAMETİNİ GÖRMEMİZİ NASİP EYLE, GÖNLÜMÜZÜ GÖZÜMÜ AÇ ALLAH'IMIZ.
ÇOK GÜZEL BİR PAYLAŞIM.ÇOK ÇOK TEŞEKKÜR EDERİZ.DEVAMINI HEYECANLA BEKLİYORUZ
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/anlamak.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
anlamak
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 546
Kayıt: 12 May 2008, 02:00

Mesaj gönderen anlamak »

Sevgili Zahid, paylaşımınızı arkadaşlarıma mail ile ilettim.hepsi çok beğendi ve hepsinde bir ışık yandığını söylediler.inşallah bu yazıların devamı gelir.Biz de arkadaşlarımıza iletiriz. Muhammedinur ile nurlanırız inşallah.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/anlamak.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
ibn_ul_vakt
Yeni Üye
Yeni Üye
Mesajlar: 2
Kayıt: 22 Eyl 2008, 02:00

Mesaj gönderen ibn_ul_vakt »

Allah bizi aşkıyla yarattı. Kendi güzelliğini aşkıyla ortaya çıkardı. Bir şeyin görünür olma sebebi aşktır. Aşk, nur gibi çok yüksek bir enerjidir. Aşkın Allah’taki yaratış halindeki tecellisi rahmet sıfatıdır.Rahmetin içinde merhamet vardır. Aşkın merhamete dönüşü hiç boş değildir. Çünkü aşık, sevdiğine ait olan her şeye merhamet eder. İnsan bir insanı sevdiği zaman dahi ona aşık olduğunu düşünmek hatasına kapıldığı zaman bile ona ait her şeye merhamet duyar. Ama aşık, asıl aşkının Allah olduğunu idrak ettiğinde ‘kamu alem birdir bize’ sırrına erer. Asıl aşık olunan sonsuz olandır

..................................................................
..................................................................


aşk, insanı insan yapan en büyük enerjidir. Muhabbet (kökü hubb) Kuran’da aşk olarak geçer. Muhabbet, Allah ile kulun birleşmesi ve bu birleşmeyle cezbeye çekiliş demektir. Daha doğrusu bu cezbeyle herkese ve her şeye Allah’ımdandır diye çekiliş demektir. ‘Yaradan’ı severim yaratılmıştan ötürü’ demiyor mu koca Yunus? Yaratılmıştaki tecellisini gördüğüm için Yaradan’ı seviyorum. Yaratılmışı da, yaratanı onlarda gördüğüm için seviyorum demiyor mu? Öyleyse dünya aşk, muhabbet ve merhametten ibarettir.
Kullanıcı avatarı
zahidzenderun
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1026
Kayıt: 04 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen zahidzenderun »

Resim






Peki bu bizde nasıl hangi düzeyde, nasıl beliriyor?

Merhamet ve aşk, bizde o kabiliyette olmadığımız için sevgi adında zuhur eder. Sevgi aşkın bir derecesidir. Biz her şeyi severiz. Kediyi, köpeği, otu, böceği, insanı, eşimizi, kardeşimizi, arkadaşımızı, dostumuzu severiz, ama bunu sadece Allah aşkının bir tezahürü olarak yaparız. Sevginin sonucu gerçekten şefkattir. Ondan sonra insan aşkta üst bir seviyeye çıkarsa onda hilim zuhur eder. Hilim yumuşaklıktır. Allah diyor ki, ‘Şeytan en çok hilim sahibi alimden korkar.’ Yumuşaklık, dilin dişler arasında durmasını ve rahat konuşmasını sağlar. İnsan alimse yani Allah ilmiyle doluysa yumuşaktır. Hz. Mevlana onu şöyle tarif eder : ‘Olgun başak eğilir’ der. İşte bu yumuşak haldir ki insanı insana sevdirir. Bu hoşgörü, bu tevazudur ki insanı mutlu eder.
Demek ki hilmin son noktası tevazudur. Tevazu nedir? Bir kardeşimle ikimiz derviş meşrepli bir ailede yetiştik. Ve iki büklüm olarak yetiştik. Çünkü anamız bizi herkese hizmet etmek için doğurduğunu söylerdi. İki kardeş bu gayeyle herkesin önünde iki büklüm olduk. Ama sonunda öğrendik ki bu mütevazilik değilmiş. Sadece insanı kambur ediyormuş. Gerçek mütevazilik başkasının hakaretine, verdiği sıkıntıya tahammül edebilme gücüdür. Her şeyde ve herkeste Allah’ı görüp ona hürmet etme güç ve kuvvetidir. Dolayısıyla görüyoruz ki, aşkın zerresi dahi insanı nasıl adam ediyor.
Daha sonra aşk insanda cezbe yaratır. Bu cezbe aslında Allah’ait bir kuvvettir ve çekim gücüdür. Allah, rahmet sıfatıyla tecelli ettiği zaman, bu cezbeyi her varlıkta aralıksız zuhur ettirir. Mesela atomda elektronun protona çekilişi de bu cezbeye aittir. O halde her şeyin her şeye çekilişi vardır. Zıt, zıddına doğru mutlaka çekilir. Ama esas olan, zıddıyla bütünleşip birliğe gidebilmektir. O halde cezbe karşılığında mutlaka incizabı, yani o cezbeye doğru çekilmeyi getirmelidir. Artının eksiye çekilişi gibi. İşte kemal, artı ve eksinin bütünlüğüdür. Ve bunun sonucu da Hz.Mevlana’ya göre semadır.




Sema da aşktır o halde?

Pek tabii… Esasen semanın başlangıcı çok ezelidir. Ama Hz. Mevlana’nın semaı çok başkadır. Onun semaı, bu çekilişi anlatmaktadır. Semada insan, henüz beşerken kendinden üstününü bulunca hayretle ona doğru yönelir. Nietzsche, ‘keşke kendimden üstününü bu dünyada tanıyıp ona çekilseydim’ diyor. Herkes bu çekilme ihtiyacıyla doğar. Üstününü bulana ne mutlu, onu kabul edene, onun önünde nefsini verene ne mutlu. İşte Hz. Mevlana postun üzerine yerleştirdiği Peygamber’in manasıyla beşerin onun büyüklüğüne ve güzelliğine çekilişini anlatır. Ve beşer o kadar etkilenir ki onun sonsuz güzelliğinden, etrafında dönmeye başlar. Bu dönüş de boş değildir. Sanki kalbi etrafında tur atar ve ‘Bismillahirrahmanirrahim’ çizer. İşte bu bakış açısından, beşer, sevdiğinin gücü etrafında sonsuz bir cezbe halinde dönerken farkında olmadan güzelleşir. Yok olur, sidre-i müntehadaki Peygamber gibi yok olur. Allah onu Kendisiyle var eder, Kendi varlığıyla şahsiyet sahibi kılar. O zaman sevdiğinin etrafındaki insan farkında olmadan kendi etrafında da döndüğünü hisseder. Sonra bakar ki atomdan güneşe kadar bütün sistemler sadece bu manayı anlatmak üzere vardırlar. Ortada Peygamber’in manası, Peygamber’de tecelli eden Allah’ın zatı ve etrafta bütün yıldızlar, bütün tanecikler o cezbeyle, ona çekilişle dönüp durmaktan ve o yörünge üzerinde iki yerde de eğilerek ‘hu’ yapmakta. İşte bu sonsuz ve muazzam mana, semanın ve aşkın güzelliğini anlatır. Belki de aşk ve güzellik ya da tasavvuf sanatsız bu yüzden olmaz. Allah’ın sonsuz sanatı, yaradılıştaki muazzam çeşitliliği, muazzam zenginliği değil midir sanatı besleyen? Bakın atomla güneş aynı mıdır? Mikroyla makro nerede birdir? Ama hepsinin ana ilkesi aynıdır. Allah öyle bir sanatçıdır ki, her yarattığına Kendi damgasını vurmuştur, her varolanda bir mührü vardır.

İşte dünya bu kaynaşma, bu cezbe ve bu cezbeye incizap üzerine yaratılmıştır. Onun için hiçbir zaman Allah’ın manası musıkisiz, semasız, ilimsiz ve edebiyatsız anlatılamaz. Öyle olsaydı ne Kuran gelirdi, ne Mesnevi yazılırdı, ne yüce sultanlar bu aşkla yazarlardı. Dolayısıyla insan oğlunda Allah’ın tecellisinin en güzel örneği edebiyatta, musıkide, ilimde, irfanda görünür. Ama ilim hepsinden yücedir. Çünkü ilim, öğrendiklerimizle Allah arasında ilişki kurmak demektir. Allah’ın sanatının en güzel açıklaması, ‘ledun’ ilmindedir. Onu gören, onu anlayan kişi bu aleme dönemez. Belki Musa gibi ilim sahibi bir yüce sultanın, Hızır gibi bir yüce sultanın önünde diz çöküşü de bu sebepledir.




Tevhit nedir?

Tevhit, insanın varması gereken son noktadır. Allah’ın manasında yok olmak ve bu yok oluşla, bütün insanlığa o hali yaymak demektir. Galiba cennetin nehirleri arasında en tatlı nehir, tevhit nehridir. Malumdur, cennette dört nehir akar :
Su ırmağı, tevazu, hiçlik ve yokluk demektir.
Süt nehri, ilimdir, ledün ilmidir, Allah’ın ilmiyle amel etmeyi öğretir bize.
Şarap nehri, aşk ve muhabbeti öğretir. Fakat bütün bunlar bir araya gelmelidir ki insanda tevhit yani her şeyde Allah’ı görmek derecesini gerektirsin. Tevhidi biz Türkler çok güzel anlatıyoruz. Çünkü tevhit, güzellik demektir. Biz güzeli şöyle tarif ederiz. Bütün parmaklar bir araya gelir ve yukarıda ve aşağıda güzeli anlatır.
Bu, şu demektir. Beş parmağın hiçbiri bir değildir. İnsan ancak farklılıklardaki güzelliği görüp onlarda Yaratıcısını hissedip, onları bir olarak görme derecesine ulaştığında, sıkıntı halinde dahi huzurlu olur…Bu hale, tevhit makamı denir. Tevhit, Kuran’da Allah’ın sonsuzdaki birliği olarak anlatılır.
Tasavvufta tevhit, üç makamda anlatılır. İnsanın tevhide ulaşması hiç kolay değildir.
İlk makam tevhid-i ef’aldir. Yani fiiller tevhididir. Ki bu makamdaki en üst derece, şaşıracaksınız ama şeytana aittir. Şeytan bile bizlerden üstün olduğunu böyle göstermiştir. Çünkü fiil, tevhidi yapanın ve yaptıranın Allah olduğu idrak etmek demektir. Öyle ya şeytan öyle demedi mi? “Ben niçin Adem’e secde edeyim. Eğer isteseydin sen bana secde ettirirdin. İşte bu makamda kalmak, şeytani bir eksiklik olur.”
Her şeyi yapan ve yaptıran Allah’tır. Ama aynı Allah gayret etmeyi bize emretmiştir. Fiil tevhidinden sonra tevhid-i sıfat gelir. Bu makamda insan, kendine ait gibi görünen bütün özelliklerin Allah’tan olduğunu idrak ettiği halde cüzün hatasını külle teşmil etmez. Yani, ‘ben bir cüzüm Allah’ım, sıfatın bende zuhuru cüz’i bir belirmedir. sende ise bütünsel bir zuhurdur. Ben küçücük parçayı nasıl bir bütünün hatası gibi gösteririm” der. Sıfat tevhidi, insana olayların iç yüzünü öğretir. Mesela bir hekim, ameliyat ederken hata yaptığında doktor yaptı demez. Bu bana, Allah’tandır, doktor aracı olmuş vah vah, der. İnsan-ı Kamil bu yolda mücadeleyi mecburi olarak şöyle yapar. Allah emretmiştir, hata yapanı cezalandıracaksınız. O kalbiyle her şeyin Allah’tan olduğunu bildiği halde vücuduyla Allah emrettiği için cezalandırır. Dolayısıyla bu makam, insanın huzura gittiği bir makamdır. Ama bu makam bile eksiktir. Bu makamdan sonra sonsuz güzel bir makam gelir. İnsanın Allah’ın Zatında yok olduğu makam. Tevhid-i Zat. Bu makamda tamamen fena hali zuhur eder. ‘Yokum’ hali zuhur eder. ‘Yokum ben’ der. ‘Ben bir hiçim.’ Fakat ben hiçim olduğu anda tıpkı Kâbe’deki gibi insan Allah’ın manasını giyinir. Yani benliğinden, varlığından soyununca Allah iki parçalı kıyafeti onun üstüne giydirir. Üstüne kibriyasını, büyüklüğünü, gücünü; altına varlığını, kudretini giydirir.
Bu şekilde artık ondaki güç ve kuvvet kendine ait değildir. Ondan zuhur eden, nefsani istek ve arzu değildir. Ondan ney gibi Allah’ın sesi gelmeye başlar. İşte tevhidin en yüce makamı bu makamdır. Bununla birlikte insan, insanlıktan daha üstün bir makama, ‘çıkar.
Yasin’ makamına

Kuran, Furkan ve Kuran adını alması dolayısıyla yani farka ve birliğe hitap etmesi sebebiyle tevhidin her makamının yüceliğini bize öğretir. Yani Kuran, şer’i açıdan bakarsak, bu yetkinlik düzeylerinin nasıl aşıldığını, nasıl geçildiğini bize tek tek öğretir. İrfani gelenek, yani Kuran’ı Kuran olarak görmek, tek olarak görmek, yalnız zati tevhidin hakiki tevhid olduğunu bize öğretir. Kuran’a göre tevhit, fiili tevhiddir. Aynı zamanda sıfat-i tevhiddir. İrfanı gelenekte yani tasavvufun üst manasında Allah’ın manasını idrakte hakiki tevhit, sadece zati tevhittir. Dolayısıyla Kuran’ın Furkan oluşu bize makam makam adam olma kısmını öğretirken Kuran’ın aynı zamanda teklik, cem makamı, cemü’l-cem oluşu, birliği, Allah’ta yok olmayı, sonra bekaya dönmeyi ve bu tevhit halimizi herkese yaymayı mecbur kılar.
Öyleyse biz makam makam tevhidi yaşarken asıl gayemizin Allah’ta yok olmak olduğunu unutmamalıyız. Ama birden bu halin zuhur etmeyeceğini de idrak ettiğimiz için bir tevhit ehlinin elinde eğitim görmek çok önemi olmaktadır. Böylece insan tevhide kendi çapında biraz olsun ulaşabilir diye düşünüyorum acizane.





_DEVAM EDECEK_
Derviş na murad olacak.
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.

[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
anlamak
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 546
Kayıt: 12 May 2008, 02:00

Mesaj gönderen anlamak »

Merhamet ve aşk, bizde o kabiliyette olmadığımız için sevgi adında zuhur eder. Sevgi aşkın bir derecesidir. Biz her şeyi severiz. Kediyi, köpeği, otu, böceği, insanı, eşimizi, kardeşimizi, arkadaşımızı, dostumuzu severiz, ama bunu sadece Allah aşkının bir tezahürü olarak yaparız. Sevginin sonucu gerçekten şefkattir. Ondan sonra insan aşkta üst bir seviyeye çıkarsa onda hilim zuhur eder. Hilim yumuşaklıktır. Allah diyor ki, ‘Şeytan en çok hilim sahibi alimden korkar.’ Yumuşaklık, dilin dişler arasında durmasını ve rahat konuşmasını sağlar. İnsan alimse yani Allah ilmiyle doluysa yumuşaktır. Hz. Mevlana onu şöyle tarif eder : ‘Olgun başak eğilir’ der. İşte bu yumuşak haldir ki insanı insana sevdirir. Bu hoşgörü, bu tevazudur ki insanı mutlu eder.
Demek ki hilmin son noktası tevazudur. Tevazu nedir? Bir kardeşimle ikimiz derviş meşrepli bir ailede yetiştik. Ve iki büklüm olarak yetiştik. Çünkü anamız bizi herkese hizmet etmek için doğurduğunu söylerdi. İki kardeş bu gayeyle herkesin önünde iki büklüm olduk. Ama sonunda öğrendik ki bu mütevazilik değilmiş. Sadece insanı kambur ediyormuş. Gerçek mütevazilik başkasının hakaretine, verdiği sıkıntıya tahammül edebilme gücüdür. Her şeyde ve herkeste Allah’ı görüp ona hürmet etme güç ve kuvvetidir. Dolayısıyla görüyoruz ki, aşkın zerresi dahi insanı nasıl adam ediyor.
Daha sonra aşk insanda cezbe yaratır. Bu cezbe aslında Allah’ait bir kuvvettir ve çekim gücüdür. Allah, rahmet sıfatıyla tecelli ettiği zaman, bu cezbeyi her varlıkta aralıksız zuhur ettirir. Mesela atomda elektronun protona çekilişi de bu cezbeye aittir. O halde her şeyin her şeye çekilişi vardır. Zıt, zıddına doğru mutlaka çekilir. Ama esas olan, zıddıyla bütünleşip birliğe gidebilmektir. O halde cezbe karşılığında mutlaka incizabı, yani o cezbeye doğru çekilmeyi getirmelidir. Artının eksiye çekilişi gibi. İşte kemal, artı ve eksinin bütünlüğüdür. Ve bunun sonucu da Hz.Mevlana’ya göre semadır.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/anlamak.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
zahidzenderun
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1026
Kayıt: 04 Tem 2007, 02:00

Bülbül

Mesaj gönderen zahidzenderun »

Resim





Olur mu? Böyle bülbül, hani ahdine vefa
Ne olurdu bağımdan geçip gitsen bir defa
Şakısaydın bir gülün dallarında yeniden

Sakınırdım seni ben, güllerin dikeninden…


Şimdi viran bir bağın yasını tutuyorum.
Seni kim küstürmüştü bazen unutuyorum.
Bir veda nağmesini çok gördün kızıl güle

Seninde kısmetin bu, çile bülbülüm, çile.


Hangi rüzgâr taşır ki, o hırçın figanını,
Hangi gül kabul etti, son bulmaz hicranını.
Söyle hangi gül ile kavil edip söyleştin,

Bilmezsin belki ama bu yarayı sen deştin…


Senden başka kim bilir gülün intizarını
Sanadır ıslaklığı, kibirin ve güzelin…
Bir figan et de dindir, gülün ıstırabını,

Varsın kanlara batsın, buğday rengi tüylerin…


Bağımdan bir kerecik geçip gitseydin eğer,
Bir lahza hafiflerdi, kanayan goncalarım.
Bir diken vur kalbine, bir güle rengini ver

Öl ki; sultanı sen ol, sevda topraklarımın.


Kızıl gülün dalında bulununca izlerin,
Seni bir suçlu gibi kafeslere koydular.
Sen böyle feryat figan yas tutmaya devam et

Şairi şiirinden, gülü senden aldılar...





Yusuf MESCİOĞLU
Derviş na murad olacak.
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.

[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
zahidzenderun
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1026
Kayıt: 04 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen zahidzenderun »

Resim







Bülbülüm altın kafeste

Öter aheste aheste

Ötme bülbül yârim hasta

Ah neyleyim şu gönlüme

Hasret kaldım sevdiğime




Ben sana dayanamam yârim ben sana aldanamam
Ben sana aldanamam yârim ben sana dayanamam




Bülbülleri hâr ağlatır

Âşıkları yâr ağlatır

Ben feleğe neylemişim

Beni her bahar ağlatır




Ben sana dayanamam yârim ben sana aldanamam
Ben sana aldanamam yârim ben sana dayanamam







Beste : Anonim
Güfte : Anonim
Solist : Melihat GÜLSES




http://alkislarlayasiyorum.com/icerik/5998/
Derviş na murad olacak.
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.

[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
Cevapla

“►Aşıklar◄” sayfasına dön