Ahmed Er Rufaî (ks)

Ahmed Er Rufaî (k.s.) hazretlerinin hayatı ve eserleri.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
israfil
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 202
Kayıt: 28 Kas 2009, 02:00

Ahmed Er Rufaî (ks)

Mesaj gönderen israfil »

Es Seyyid Eş Şerif
Ahmed Er Rufaî
Kaddesallahu sırrahu


Resim

Dedesi Seyyid Yahya, Abbasi halifesi tarafından Basra'da bulunan Şiiler ve Sünniler arasındaki kavgalara son vermek üzere görev verilmiş o da bu görevi en iyi şekilde yerine getirerek Basra, Vâsıt ve Batâih bölgelerinde huzuru sağlamayı başarmıştı.
İşte Ahmed er Rufâi'nin babası olan Seyyid Ali bu zatın oğludur.
Ahmed-er Rufâi, Bağdat ile Basra arasında Bataih (bataklık yerler) bölgesinde Ümmüabide köyünde dünyaya teşrif etmiştir.
Hakiki bir fıkıh, hadis, tefsir âlimi ve hakiki bir mutasavvıftı.
Ayrıca çok mükemmel bir hatipti de...
Seyyid Ahmet Rufâi (r.a.); orta boylu, nur yüzlü ve buğday benizli idi.
Saçları siyah, sakalı seyrek, alnı açık ve geniş idi.
Gözlerine sürme çeker, devamlı tebessüm eder halde bulunurdu.
Öyle güzel konuşurdu ki, kalbleri harekete geçirir, sohpetine doyum olmazdı. Hatta bir keresinde cemaate vaaz-ü nasihat ediyordu.
Cemaatte bulunan âlimlerin Ahmet Rufâi Hazretlerine çok fazla soru sorduğunu gören Ebu Zekeriyya (r.a.) onlara müdahale etti.
Bunun üzerine Ahmet Rıfai (r.a.) tebessüm edip:

"Ey Ebu Zekeriyya! Bu dünya fânidir. Bırakınız ben hayatta iken sorsunlar." buyurdular.
"Bu dünya fânidir" buyurduğunda, cemaat fevkalade heycana kapıldı, içlerinden beş kişi orada vefat etti.
Orada hazır bulunanlar içinden, ibadetlerini tam olarak yapamayan binlerce kişi tövbe edip doğru yola geldi.
Ahmed-er Rufâi, Şeyh Aliyyül Vasıtî Kuddise Sirruhu'nun vefatından sonra dayısı Mansur el Batâihî'nin terbiye ve irşad halkasına girdi.
27 yaşına kadar dayısından tasavvuf dersleri alarak çok kısa zamanda seyr-i sülûkunü tamamladı.
Daha sonra dayısı tarafından Ona
"Şeyhu'ş-şuyûh" unvanı ile birlikte halifelik vererek kendisine bağlı bütün tekkelerin şeyhliğini verdi.
Dayısı'nın vefatı üzerine bu yaşta posta oturdu.
Kuddise Sirruhu, bütün tekkelerin şeyhliğine getirilince, Onu çekemeyenler, iftira atanlar eksik olmadı.

Misafirler için verdiği yemek haricinden başka bir şey yemezdi.
Kendisine ait olan misafirhane, devamlı olarak dolup boşanırdı.
Eli ayağı olmayan veya cüzzam gibi ağır hasta olan kimseleri yanına alır, onları bizzat kendi elleriyle yıkar, temizler ve elbiselerindeki yırtıkları yamardı.
Çok mütevazi idi.
Daima az konuşurdu ve:
"Sukutla emrolundum." buyururdu.
Namaz kılarken benzi sararır, kendinden geçerdi.
Bir gün kendisi,
"Namaza kalktığım zaman sanki ALLAH Teâlâ bana Kahhar sıfatıyla tecelli edecek diye korkuyorum." buyurdu.
Ahmet Rıfai Hazretleri hayvanlara karşı çok şevkatliydi.
Kimsenin bakmadığı temiz olmayan ve cüzzamlı bir köpeğe baktı, onu yıkadı ve besledi.
Bir gün paltosunun eteğinde evin kedisi uyuya kaldı.
Namaz vakti geldiğinde kediyi uyandırmaya kıyamadı ve bir müddet onu şevkatle seyretti.
Uyanmayacağını anlayınca kedisinin yattığı yeri kesti. O haliyle namaza gitti.
Geri geldiğinde kedi uyanıp oradan gitmişti.
Kesik parçayı paltosuna tekrar dikti.

Aşırı derecede alçakgönüllü ve takva sahibi idi.
Bir gün:
"İçinizde benim ayıbımı, kusurumu görüpte söylemeyen var mıdır? Varsa lütfen söyleyiniz." buyurdular.
Orada bulunanlardan bir tanesi dedi ki:
"Efendim, ben sizde bir kusur görüyorum."
Bunu işiten Seyyid Hazretleri hiç üzülmedi, söyleyeni kınamadı ve:
"Ey kardeşim, lütfen kusurumu söyleyiniz." buyurdu.
O kimse:
"Bizim gibi, size lâyık olmayan kimseleri huzurunuza kabul buyurmanızdır." deyince,
Başta Ahmet Rıfai (r.a.) olmak üzere oradakiler ağlamaya başladılar.
Bir ara Ahmet Rıfai Hazretleri:
"Hepinizden daha aşağı olduğumu biliyorum ve ben sizlerin hizmetçinizim." buyurdu.
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/dairem.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
israfil
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 202
Kayıt: 28 Kas 2009, 02:00

Re: Ahmed Er Rufaî (ks)

Mesaj gönderen israfil »

İbrâhim Besti isminde birisi, bir gün Ahmet Rıfâi Hazretlerine hakâretlerle dolu bir mektup yolladı.
Bu mektubu alan Ahmet Rıfâi radiyallâhu anhu, yanında bulunan birisine mektubu okuttu.
Her türlü iftirânın içinde bulunduğu bu mektup okununca, Seyyid Hazretleri sükûnetle dinlediler ve:

"Doğru söylemiş. Eğer ALLAH Teâlâ'nın indinde şüpheli bir durumum yoksa, insanların bana ettiği iftirâlara hiç aldırış etmem." buyurdular ve mektuba cevap olarak şunları yazdırdılar:
"Muhterem İbrâhim Besti Hazretleri, ALLAH Teâlâ beni dilediği gibi ve istediği yerde yarattı. Sizin doğruluğunuza güveniyorum. Hayır duâlarınızdan beni mahrum bırakmamanızı ve haklarınızı helâl etmenizi yüksek zâtınızdan istirham ediyorum."

Ahmed er Rufâi Hazretleri, Hicri 555 senesinde Hacc'a gitmiştir.
Hac dönüşü Medîne'de Ravzaı Mutahhara'yı ziyâret etmiştir.
Peygamber Efendimizin kabri önünde şu nidâda bulunmuştur:

"Es-selâmu Aleyke ya Ceddî!"
Peygamber Efendimizin kabrinden: "Aleykum es-Selâm Yâ Veledî" cevâbı duyulmuştur..
O sırada orada bulunan bütün ziyâretçiler bu sesi işitmişlerdir.
Bunun üzerine vecde gelen Seyyid Ahmed-er Rufâi Hazretleri, titreyerek diz çöküp şunları söylemiştir:

"Uzakta iken rûhumu gönderiyordum. Bana, vekâleten toprağını öpüyordu, şimdi ise huzûrundayım şu mübârek elini uzatıver de dudaklarım onunla haz duysun !.."
Peygamber Efendimiz'in kabrinden nûrânî eli dışarıya uzanmış ve bütün ziyâretçilerin gözleri önünde O, bu eli öpmüştür.
Bu hâdise (Burhan) bir tevâtür derecesinde hacılar arasında yayılmış, bütün İslâm ülkelerinde duyulmuştur.
Şâhidler arasında devrin tanınmış sûfileri de vardır.
Abdukadir Geylâni Hazretleri, Seyyid Ahmed-er Rufâi Hz.leri için :

"Sahâbe-i Kiram, müctehidinden ma’ada tabâkat-ı evliyâdan hiç kimse Ahmed er Rufaî Hazretlerinin makâmına vâsıl olamamıştır." demiştir.

Hicrî 560 yılında Abbâsi halîfesi olan el-Müstencid, kendisini Bağdat'a da'vetinde karşılamak üzere oğlunu vazîfelendirmiştir.
Sarayda da'vetliler arasında devrin ileri gelen Şeyhleri- mutasavvıfları da hazır bulundular.
Her biri sırayla sohbet eder, söz sırası Ahmed-er Rufâî hazretlerine gelince bir konuşma yapmış Halife el Müstencid, Ahmed-er Rufâî'nin sohbetini ağlayarak dinlemiştir.
Daha sonra Seyyid Ahmed-er Rufâî babasının Bağdad'taki türbesi civârında zikir meclisi tertip ederek, Halîfenin de bizzat bu mecliste bulunmuştur.
Kaynaklarda Rufâî hazretlerinin, ikinci bir defa daha Hacc'a gittiği , arafatta Hızır (a.s) ile karşılaştığı ve Hızır'ın kendisine tac ve hırka giydirdiği ifâde edilmektedir.
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/dairem.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
israfil
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 202
Kayıt: 28 Kas 2009, 02:00

Re: Ahmed Er Rufaî (ks)

Mesaj gönderen israfil »

İlk eşi Hatice binti Ebi Bekir el Vasıt- en Neccavi'den Fatıma ve Zeynep adlı iki kızı olmuş, eşinin vefatından sonra evlendiği ikinci eşi Rabia'dan sonra Salih isminde bir oğlu olmuş ve küçük yaşta vefat etmiştir.
Nesli iki kızı ile devam etmiştir.
Fatıma'dan İbrahim Azeb (609) ve Ahmed-el Ahdar (645) adlı devrainde meşhur olan iki Sûfî, Zeyneb'den ise ikisi kız, altısı erkek torunları olmuştur.
Bunlardan İzzeddin AHMED Sayyad (574-670) Rufâîye'nin Sayyadiye kolunun kurucusu olup, Rufâî Tarikatının İslâm âlemine yayılmasında tesiri olmuştur.
Ahmed-er Rufâî Hazretleri, Hicrî (578), Miladî (23 Ağustos 1182) tarihinde şiddetli bir ishal hastalığı sonunda vefat etmiştir.

Vefatından önce: "Beni dilenci keşkülü yerine koymayın, tekkemi bugün harem, öldükten sonra mezar etmeyin. Ben Hakk Tealâ'dan tek olarak yaşamayı diledim. O beni toplum içinde yaşattı. Öldükten sonra belki o muradıma erişirim. Toprak üstünde her ne varsa eninde sonunda yine toprak olacaktır."

Bu sözü ile keramet buyurmuşlardır.
Türbe-i Saadetleri yanında kimse yoktur.
Kırın ortasında tenha bir yerde Bağdad'ın güneyinde Vasıt yakınlarında bulunmaktadır.

Ahmed-er Rufâî Hazretleri'nin tasavvuf ve Tarikat anlayışı, kitap ve sünnete tâbi olan bir anlayıştır.
Onun ifadeleri içerisinde İslâm dini, zâhir ve bâtını ile bir bütündür.
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/dairem.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
israfil
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 202
Kayıt: 28 Kas 2009, 02:00

Re: Ahmed Er Rufaî (ks)

Mesaj gönderen israfil »

İNCi SÖZleri:

“Kalb cesedsiz olmaz,
Kalbi olmayan bir cesed ise çürür.
Tasavvuf ilmi, kalbin ıslahından ibarettir.
Tarikat şeriat demektir.
Hakikat, Şeriata muhalefet etmez.
Tasavvuf, söz konusu ettiği Tarikat, şeriatın bizatihi içinde taşıdığı mana ve hikmetlerdir.
Tasavvuf, Yün hırka ve taç giymek değildir.

Tasavvuf; hüzün hırkası, sıdk tacı, tevekkül elbisesinde bürünmektir.
İnsanın kalbi haşyet, bedeni edeb, nefsi........, benliği yokluk ve dili de zikir örtüsü ile örtündüğü takdirde tasavvuf yolunda bulunmuştur.

Mükemmel sofi her halde Hz. Peygamber (a.s)'a tâbi olan ve kulluk derecesini en yüksek derecede olarak benimseyen kimsedir.
Kul ancak ALLAH'dan gayri herşeyin kulluğundan kurtulduğu ve hürriyet makamına ulaştığı vakit, mükemmel bir kul olabilir.
Tasvvuf edebtir.
Bu da Peygamber'in sünnetine tabi olmakla kazanılır.
Derviş olmak için cemiyet hayatından uzaklaşmak gerekmez.
Müridler, dünyevî meşguliyetlerini terk etmeksizin helâl ve harama dikkat ederek gafletten uzak kalmak suretiyle Hakk yolunda ilerleyebilir.
Bütün iş, kalbi temizlemek ve temiz tutmaktır.
Kerametlere rağbet etme. Çünkü veliler bundan kaçınmışlardır.
ALLAH celle celâluhu'nun kapısından ayrılma.
Kalbini Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e yönelt, şeyhin ve mürşidin vasıtalarıyla O'nun yüce kapsından yardım iste..

Karşılıksız, garazsız şeyhine hizmet et.
Ona karşı son derece terbiyeli ve edebli ol.
Gıyabında dahi onun şerefini koru.
Kendini onun hizmetine ver, evinde hizmeti arttır.
Huzurunda az konuş.
Ona tanzim ve vakarla bak.
Ona sakın küçümseyici bakışlarla bakmayasın.
Kardeşlerine öğüt ver, kalblerini kazanmaya çalış. İnsanların arasını bul. İnsanları ALLAH'a yöneltmeye bak.
Sadakat ve ihlasla dervişlerin yolundan gitmelerini sağla.
Kalbini Zikir ile, kalıbını da fikirle tamir edip güzelleştir.
Gayen su üstünde yürümek, havada uçmak olmasın.
Bunları balıklar ve kuşlar da yapıyor.
Himmet kanatlarıyla sonsuzluklara uçabiliyor musun ? Sen ona bak!..”
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/dairem.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
abdullahbaba
Yeni Üye
Yeni Üye
Mesajlar: 7
Kayıt: 22 Tem 2010, 10:30

Re: Ahmed Er Rufaî (ks)

Mesaj gönderen abdullahbaba »

RUFAININ MISLI YOKTUR

Rufainin misli yoktur HAY,
Herdem kerameti çoktur HAY,
Daima sözleri haktir HAY,
Gider hakka Allah Rufailer,Kadiriler.

Ateste kizar saçlari HAY,
Yanmaz onlarin baslari HAY,
Seyyid Ahmed dervisleri,
Gider hakka Allah Rufailer,Dussukiler.

Ateste kizar saçlari HAY,
Yanmaz onlarin dilleri HAY,
Seyyid Ahmed'dir pirleri HAY,
Gider hakka Allah Rufailer, Naksibendiler.

Pirimiz ravzaya vardi HAY,
Dost Muhammed elin verdi HAY,
Merhaba ya Ahmed dedi HAY,
Gider hakka Allah Rufailer,Bektasiler


Çabuk aska geliyorlar HAY,
Nice hikmet görüyorlar,
Hak yoluna ölüyorlar HAY,
Gider hakka Allah Rufailer,Mevleviler



Bu hizmetleriniz vesilesi ile Allah c.c. razı olsun. Allah c.c. Ahmed-i Rufai Hz.lerinin himmetlerini üzerimizden eksik etmesin
Amin.
Allah'ı sevmenin Alameti Emirlerini Tutmak,
Peygamberi Sevmenin Alameti Hüsnü Ahlak!

Hadimul Fukara
Abdullah Baba
Nevşehiri (k.s.
)
Kullanıcı avatarı
israfil
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 202
Kayıt: 28 Kas 2009, 02:00

Re: Ahmed Er Rufaî (ks)

Mesaj gönderen israfil »

Ahmed-er Rufâî hazretleri, kendisinin tevazu, zül, inkisar yoluyla matlubuna vasıl olduğunu, bunları tarikinde bir esas olarak tercih ve tespit ettiğini söylemektedir.
Menkıbeler içinde fevkalede tevazuunu gösteren örnekler vardır.
Bunlardan birinde kendisine iftira, hakaret ve küfür dolu sözler sarf eden bir şeyhe karşı:
"Efendim, sizin hilminiz büyüktür, affınız geniştir.
Ben neyim ki, ne kıymetim var ki bu kadar hiddete kapılıyorsunuz.
Ben, sadece hizmetkarlarınızın en miskiniyim, ayaklarının tozuyum."
Şeklinde yumuşak ve mütevazi bir söz ile mukabele etmesi üzerine, Ahmed-er Rufâî Hazretleri"ni kızdıracak başka bir söz bulamayan Şeyh:
"Görüyorum ki siz nefsinizden sıyrılıp çıkmışsınız.
Şimdi mülk sizindir., nimet sizindir ve sizin neslinize aittir. Beni de bağışlayın!" demiş ve müridleri arsına girmiştir.

Bu nevi menkıbeler ve eserlerindeki ifadeler Onun şahsiyetini ve tarikat pirleri arsındaki hususiyetini gösteren çizgilerdir.
Şu nokta dikkat çekicidir ki birkaç keramet olayı istisna ondan bahseden menkıbeler daima Onun davranış ve ahlâkını, insanlarla münasebette tevazu ve hoşgörüsü ve ağırbaşlılığını anlatmaktadır.
Bu özelliği ile “Tasavvuf Güzel Ahlâktır.” târifinin müşahhas bir örneği olarak görülmektedir.
Ahmed-er Rufâî Hazretleri, dört büyük kutuptan biridir.
Abdülkadir Geylani Hazretlerinden sonra Kutbiyet makamına yükseldiğini kaynaklar belirtmektedir. Gavsiyet ve Kutbiyet âlemi kendisine bundan önce de bir kere daha tevdi edildiği ve onun bu vazifeden af dilediği, bunun üzerine Abdulkadir Geylani'ye verildiği, O'nun ölümü üzerine tekrar kendisine tevdi edilince bu vazifeyi kabul ettiği ve onaltı sene birkaç ay bu makamda bulunduğunu ifade etmektedirler. Kendisine Ebül Alemeyn (iki sancak sahibi) künyesinin bu duruma işret olarak verildiği kaydedilmektedir.
Ahmed-er Rufâî Hazretleri müridlerini şöyle müjdeliyor:

"Rabbim bana lütf'ü ihsanınla gözlerin göremediği, kulakların işitmediği, beşerin akıl ve hayaline gelmediği, bir çok nimetler ihsan etti.
O'nun kerem elçisi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem beni temin edip söz vermiştir ki Müridlerimi, sevenlerimi, zürriyetimi sevenleri, yerinde kaim olanları ellerinden tutup kaldıracak ve kurtaracak.
Bu hal, kıyamete kadar böyle sürecek.
İşte ruhen biat böyle hasıl oldu. "ALLAH celle celâluhu verdiği sözden dönmez."

Şu halde Onun yolunda gidenlerin sahip oldukları büyük nimet ve müjdeyi bütün açıklığı ile ifade eder.

Ahmed-er Rufâî Hazretleri, Mecal bin Yunus ve Abdül Mü'min adında iki müridi ile sahrada geziyorlardı.
Birbirlerine olan sevgi ve muhabbetleri pek ziyade idi.
Onların bu yakınlığı ve duydukları manevi haz, her ikisini de sarhoş etmişti.
Bu durum onları zaman zaman kendilerinden geçiriyordu..
Cezbeye tutuluyorlardı.
Hatta müridlerden biri;
“Sana bu kadar zamandır Ahmed-er Rufâî Hazretleri'nin yakınlığından sana ne erişti?”
Diğeri: “Ne dilersem kabul edilme lutfu.”
“Dile bakâlim ALLAH (c.c) lutfedecek mi?”
“Ya Rabbi ateşten azad olduğuma dair şu aciz kuluna bir ferman göster.” diye niyaz etti.
“ALLAH celle celâluhu sonsuz kerem sahibidir. Fazlına nihayet yoktur”
Ve iki müridin önüne bir yaprak sağa sola yalpa yaparak bir kâğıt düştü.
Kâğıda baktılar, Kâğıt bembeyazdı, üzerinde hiçbir yazı yoktu.
Alıp Seyyide götürdüler. Ve hiçbir şey söylemediler.
Seyyid bu bembeyaz kâğıda baktı ve hemen şükür secdesine kapandı.
Secdeden başını kaldırınca:
"Alemlerin Rabbi olan ALLAH'a hamd olsun ki bağlılarımın cehennemden kurtuluşunu bana dünyada gösteriyor." buyurmuş.
"Bunun üzerinde yazı bulunmayan beyaz kâğıt" diyen oradakilere:
"Evlatlarım kudret eli siyahla yazmaz, bu nurla yazılmıştır." cevabını vermiştir.

Ahmed-er Rufâî Hazretleri, çok farklı özelliklere sahipti.
Peyamber Efendimize çok yakın idi. O'na sallallahu aleyhi ve sellem her şeyi ile tutkundu.
Cenab-ı Hakk, yaradılışında onunla kader birliği içinde yaratmış, bir takım hikmetlerle onun isminin müsemması kılmıştır.
Dünyaya gelmeden annesi ve dayısı Mansur el-Bataîhi'ye rüyalarında isminin Ahmed olması müjdelenmiş ve emredilmiştir.
Küçük yaşta Peygamber Efendimiz gibi yetim kalmıştır.
Nesli kız evlatları ile devam etmiş, erkek evladını küçük yaşta kaybetmiştir.
Hayatında kendisine hakaret edilmiş, eziyet görmüş, O ise PEYGAMBER Efendimiz gibi sabırla, dua ile mukabelede bulunmuş, hasımlarına karşı tevazu göstermiştir.


(alıntı)
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/dairem.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: Ahmed Er Rufaî (ks)

Mesaj gönderen Ahmed »

Seyyid Ahmed Er Rifai' nin El Hikem Er-Rifai' sinden :
Bismihi Teala;
Her türlü hamd'ü sena alemlerin Rabb-ı Allah'a mahsustur.
Allah'ın salat ve selamı, efendimiz Muhammed aleyhisselama, onun ;soyuna ve bütün ashabına olsun.
Yine Allah'ın selameti bizim ve Allah'ın salih kullarının üzerine olsun.
Naçiz kul Ahmedcik'den, kardeşimiz, muhteşem şeyh Abdüssemî Hasimî'ye.
Allah; bizim, onun ve bütün Müslümanların yardımcısı olsun Amin!..
Ey kardeşim!
Sana, Allah'tan korkmayı ve Resülullah sallallahu aleyhi ve sellem'in sünnetine uymayı öğütler,
bu nasîhatıma hırsla ve sımsıkı sarılmanı dilerim.
Zira benim bu öğütlerim, sana ve senin gibilere faydalı olacaktır, înşallah!..
Sakın bu öğütlerimi, onlara ehil olmayanlara vermeğe kalkışma.
Eğer böyle yaparsan, emaneti ehlinin gayrine vermekle haksızlık etmiş olursun.
Ey Abdüssemî!
Derviş, nefsine yardımcı olduğu ve ona dayandığı zaman rahatsız olur, sıkıntıya düşer.
İşi Allah'a bıraktığı takdirde ise O, onu çevresine muhtaç etmeden kendisine yardım eder ve başarıya ulaştırır.
Akıl, faydalar hazînesi ve saadet iksiridir. İlim; dünyada şeref, ahrette yüceliktir.
Ariyet - emanet nesne ile, ancak hakka karşı perdelenmiş olanlar iktifa eder.

(Allah sevgisinin dışında dünya hayatı ile alakalı her şey ariyettir, emanettir, kişinin dinde ödünç olarak bulunmaktadır.
Gün gelecek, her insan, bütün bu ödünç nesnelerden kopacaktır. Geride kisi ile kalabilecek yegane şey ise, Allah sevgisidir,
Allah aşkıdır. Madem ki, Allah aşkından gayri her şey emanettir O halde Hakka karşı perdeli olmayan kişi bu emanetlerle iktifa etmez, tatmîn olmaz.
Bilakis, ödünç- emanet olmayan, geçici olmayan ve kendisiyle beraber ebedî olarak kalabilecek şeye yani Allah sevgisine ve Allah aşkına yönelir.
Emanet nesnelerle ise, ancak Hakka karşı perdeli olanlar iktifa eder tatmin olur ve avunur. (Mütercim))

Kendi çocuğunu kaybetmiş ağıtçı, kiralık ağıtçı gibi değildir
(Kendi öz evladım kaybetmiş olan ana ağlar. Ücret mukabili ağıtçılık yapan (Kiralık ağıtçı) kadın da ağlar.
Fakat kendi öz evladını kaybetmiş ananın ağlamasıyla, kiralık ağıtçının ağlaması bir değildir.
Biri kaybettiği evladının acısını yüreğinin taaa derinliklerinde duyarak ve yüreği parçalanarak ağlar.
Diğeri ise, yüreğinde acı duymadan, zoraki ve yapmacık bir şekilde, sadece ah-vah çeker).


Din büyüklerinin etrafında nice takunya sesleri uçtu ve niceleri dîninden oldu.
(Bazı kişiler, dîni bütün insanların yanında bulundu ki alt sırada çeşitli yollarla dindarlık gösterisi yaparlar.
Çok kerre, bu hareketleri riya île karışık olur. Riya kansan amellerin ise Allah indinde hiçbir değeri yoktur.
Amellerine riya karıştıran kişi, amellerini zayi etmiş demektir).


Ağızdan çıkan iki söz vardır ki, dînde iki gediktir. Bunlardan biri «vahdet» üzre konuşmaktır.
Diğeri de tahdîs-i nimet hududunu aşan sathiyyatdır. Kişinin sicil defteri, arkadaşlarıdır, kendileriyle hemhal olduğu kişilerdir.
İnsanların çektikleri bütün meşakkatler hep baş olma sevdası ve nefsin şiddetli arzuları için.
Bütün hesapları, da, gene baş olma ve nefsin arzularını tatmin etme üzerine. Bütün gayeler bu ikisinde toplanmış...
Şerîata aykırı olan her iddia zındıklıktır.



ALINTIDIR
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: Ahmed Er Rufaî (ks)

Mesaj gönderen Ahmed »

Seyyid Ahmed Er Rifai' nin El Hikem Er-Rifai' sinden (devam)
Allah'ı tanımanın son hududu, keyfiyetsiz ve mekandan münezzeh olarak O'nun varlığına katiyetle inanmaktır.
Hakka karşı perdeli olanlar için, ölüm hastalığının ağırlığının hissedilmesi Allah'ı tanıma basamaklarının ilkidir,
işte bunun içindir ki bize söyle denmiştir:
—Ölmeden önce ölünüz!.. Ölüm hali, perdeleri kaldırır. Nitekim hadîs de şöyle varit olmuştur:
— İnsanlar uykuda (gaflet uykusunda) dırlar. Öldükleri zaman uyanırlar.
AllahO' na layık olmayan sıfatlardan tenzîh etmeden önceki tevhîdînin tamamı şirktir.
Tevhîd, kalbde bulunan batınî öyle bir kuvvettir ki, Allah'a atalet isnadına ve Onun bir şeye benzetilmesine manî olur.
Git; Allah'ın huzuruna layık olmayan duygu ve temayüllerden temizlen de gel.
Allah'ın yoluna muvafık olmayan her hal ve hareketin, bir hayalden, bir vehimden ibarettir.

Ey miskin!
Ucüb; kendini beğenmişlik atından in!
Nice hatalar, nice sürçmeler vardır ki, kişiyi çukura düşürür.
Nice ilimler vardır ki, semeresi cehalettir.
Nice cahillikler de vardır ki, semeresi ilimdir.
İlmin getireceği efendilik sende nasıl bulunsun ki, sen, ilmine zillet kisvesini giydirmişsin!
Saçına - sakalına sürdüğün boyanın, ihtiyarlığını örttüğünü sanma.
O boya, sadece saçının - sakalının rengini değiştirir, ihtiyarlığını örtmez, gidermez.
Eğer kişi, bir dağdan diğer bir dağa bir adımda gidebiliyor olsa
onun, bunu yapmağa kalkışmaması ve yerinde oturması daha fazîletlidir.
Yine, salahiyetli dahi olsa, kişinin, Allah'ın zatı ve sıfatları
hakkında konuşmaktansa sükut etmesi daha faziletli bir davranıştır.
Kim ki halka karşı kibirlenir ve kendisini onlardan üstün görürse, Allah katında alçalır.
Kim ki kendisini kulların üstünde görürse Allah'ın nazarından düşer.
Her halin, baska bir hale dönüşmesi yine Kendi içinden ölür.
''Her zahirin kendisinde,, yine kendisini gizleyen hassa mevcuttur.
Kim ki sabır gömleğini giyerse, acelenin oklarından salim olur.
Sarsılmaz îman sahibi kişi için yüksek bir dağın tepesine bir mızrak dikilerek orası işaretlense
ve kisi oraya bırakılsa, ayrıca sekiz gece rüzgarlarında üzerine esse o kişinin bir kılını bile kıpırdatamazlar.
Yalancı, hep bid'atlarla birlikte olur, bid'atlara arka çıkar.
Akıllı kişinin hedefi ise onlardan uzak durmaktır.
Kim ki kemale ererse, onun nefsi, Rabbından gayri her şeyden uzaklaşır.
Yaratılmışların tamamı ne zarar verebilir, nede fayda getirebilir.
Allah'ın, kulları ile arasına gerdiği nice perdeler vardır.
Kim ki bu perdeleri kaldırabilirse işte o, Allah'a vasıl olur.
Şanı yüce olan Allah'tan gayrisinden emîn olmak, korkunun ta kendisidir.
Allah'tan korkmak ise, Ondan başkasından emîn olmak demektir.
Her hal ve hadisenin altında ilahî bir sebep ve hikmet vardır.
Eğer bunu anlamış olsaydın, onunla durduğunu, onunla harekete geçtiğini
ve ona müsahhar olduğunu yani onun emrinde bulunduğunu bilirdin!.
Çalışınız. Güzel ameller işleyiniz. Miskin olmayınız.
Sebeplere değil, Allah'a güvenip dayanınız.
Her insan, ancak kendisi için takdîr edilene muvaffak olabilir.
Süfî, ahlakî temizliğe eren ve kalbini kötü ahlaktan temizleyen kişidir.
O, başkalarının fevkinde kendisinde bir meziyet görmez.
Allah'tan gayri her şey, kisiyi Allah'tan ayıran perdelerdir.
Kim ki bu perdelerden kurtulursa Allah'a vasıl olur.
Zaman bir kılıçtır. Kendisini keseni keser.
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: Ahmed Er Rufaî (ks)

Mesaj gönderen Ahmed »

Akıllı kişinin alameti şunlardır:
  • — Minnet ve meşakkat anlarında sabırlı olmak,
    — Bolluk ve genişlik demlerinde mütevazî olmak,
    — Daima ihtiyat cihetini tercih etmek,
    — Noksanlıklardan münezzeh ve yüce olan Allah'a talib olmak.
.

Arif kişinin alameti de şunlardır:
  • — Halini açığa vurmamak,
    — Doğru sözlü olmak,
    — Boş ve manasız emellerden sıyrılmak.

Dünya hayatı ile ahiret hayatı şu iki kelime arasındadır:
  • — Akıl,
    — Dîn


İlim odur ki:
  • — Seni cehalet mertebesinden yükseltir,
    — Körü körüne efendilik iddiasından vazgeçtirtir,
    — Seni, azim sahibi dîn büyüklerinin yoluna sokar.


Şeyh-mürşid o kimsedir ki:
  • — Sana nasihat ettiği zaman anlamanı sağlar,
    — Öncülük ettiği zaman hedefe götürür,
    — Elinden tuttuğu zaman seni kaldırır, yüceltir.


Şeyh-mürşidin zahirî de şeriattır, batını da şeriattır. Tarikat, şeriatın ta kendisidir.
"Batın zahirin gayridir." diyen yalancılar, bu tarikat hırkasını kirlettiler. Onlar öyle derler.

Arif ise şöyle der:
Batın, zahirin batınıdır ve zahirin halis özü ve cevheridir. Kur'an, bütün hikmetlerin ummanıdır. Fakat dinleyen kulak nerede!...
Necat - kurtuluş sesi, Allah'ın takdîratına rıza gösterme kapısı çalındığı zaman işitilir. Allah'ın takdîratına razı ol. Öylece uyu.
İşte senin için hakîkî emniyet ve selamet o zamandır. Babası, anası, dayısı, amcası, malı-mülkü
ve adamları ile övünen kişi, ma'rifetullah'ın kokusunu tatmamıştır.
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: Ahmed Er Rufaî (ks)

Mesaj gönderen Ahmed »

KİBİR
Yalnız kendisine değer veren kişinin Allah indinde hiçbir değeri yoktur.
Eğer bir abid, bütün insanlarla cinlerin ibadeti kadar ibadet etse, fakat bu arada kendisinde zerre miktarı bir kibir bulunsa, o, Allah'ın da Resulullah(sav)'ın da düşmanlarındandır...
Üç haslet vardır ki, bunlar kimde bulunursa o kimse velî-Allah dostu olamaz. Meğer ki Allah onu o kötü hasletlerden temizlemiş ola.
Bunlar:
  • — Ahmaklık,
    — Ucüb; kendini beğenmişlik,
    — Buhul; cimriliktir.

Allah'a ve halka karşı insanların en yalancısı, kendisini diğer insanlardan daha hayırlı görendir.
Zulüm ve haksızlığın her çeşidi, kendisini diğer insanların üstünde görmektir.
Zülüm ve haksızlık, insanın dünyalık yalancı mertebelere haris olmasından meydana gelir.
Kişinin, hakkı olmadığı halde, bir cümle ile veya bir celse, mümin kardeşinden üstün olmayı istemesi de bu cümledendir.
Diğerleri de buna kıyas edilebilir...
Kim ki insanlardan alacağını kaba kuvvetine dayanarak alırsa, onların kalbinde kendisine karşı kin ve düşmanlık tohumları ekmiş olur...
Kim de alacağını tatlılıkla alırsa, kendisi güçlü birisi de olsa, zayıf da olsa, insanların kalbinde, kendisinin iyiliğini itiraf edecek bir duygu bırakmış olur.
Allah'ın mülkünde Allah korkusu ve takva ne güzel arkadaştır. Yine Allah'ın mülkünde, ihlas ne güzel ferahlık, ne güzel neşedir.
Bir kulda, "Ben" kelimesinin hançerinden bir bakiyye bulunduğu sürece, o, kemal ehlinin mertebesine erişemez.
Şathıyyat ile uğraşan kimse, şer'î hududu aşmadıkça şathıyatıyla baş başa kalır.
Kemal ehli büyükler, onların hizmetine devam ederler .
(Şatahat veya sathıyye Allah'a karşı teklifsiz almak ve hazan ilahî tasarrufa müdahale eder tarzda söz söylemek demektir.
Şathıyyatın ölçüsüz olanları insanı şeriatın zahirine göre küfre bile düşürebilir. (Naşir)).
Kuru ve kör iddiacılık, nefsteki bir ahmaklık kalıntısıdır ki, kalb onu taşımaz.
Onu ancak ahmakın dili konuşur. Allah'ın nimetlerini dile getirmek, Allah'a yakınlığı hatırlamak ve kulluk mertebesini aşmaktan kurtulmak demektir.
Arif ne dünyaya itibar eder, ne de ahirete.

Kemalin tamamı şunlardan ibarettir:
  • 1) Allah'dan gayri hiçbir şeyin sevgisine gönlünde yer vermemek,
    2) Dünyevî meselelerden ve olup bitenlerden ötürü sevinmeyi terketmek,
    3) Ebedî ve ezelî olan Allah'ın huzûrunda, yokluk-fena kisvesini giyip mütevazî olmak.

Sakın şeyh - mürşidinin tekkesini harem, kabrini sanem (put), halini geçim kaynağı yapma.
Hak yoluna sülük etmiş asıl mürid odur ki, o yolda ihlasla ve sadakatle kat ettiği merhaleden dolayı şeyhi onunla iftihar eder. Yoksa, asıl mürîd,şeyhi ile iftihar eden değildir.
Kim ki Allah'ın kelâmından gayrine kulaklarını tıkarsa, "...Bugün mülk kimindir?" (O kavuşma günü onlar kabirlerinden fırlayıp çıkarlar. Onlardan sadır olan hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz. Allah buyurur: Bugün mülk kimindir? Sonra, yine kendisi cevap verir: Bir olan, Kahhar olan Allah'ındır. (Mümin süresi, ayet:16)) nidasını işitir. Neticede yalan, ucüb, enaniyet - benlik, güçlülük ve başına buyrukluk atından iner ve ubudiyet - kulluk makamında yerine oturur.

Tasavvuf ehlinin bazısının ayağını kaydıran vahdet-i vücud konusunda söz söylemekten sakın. Şathiyyata varan ölçüsüz sözlerden de sakın. Çünkü böyle ölçüsüz sözlerle küfre düşüp kafir damgası yemek, günahla perdelenmekten daha beterdir.
Şanı Mübarek ve yüce olan Allah şöyle buyurur:
— Hiç şüphe yok ki, Allah, kendisine şirk koşulup ortak tanınmasını mağfiret etmez.
Ondan başkasını, dileyeceği kimseler için mağfiret eder...
(Nisa Suresi, Ayet: 48).
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: Ahmed Er Rufaî (ks)

Mesaj gönderen Ahmed »

ÖLÇÜ
Eğer birisinin havada uçtuğunu görürsen,onun gerek sözlerini ve gerekse fiillerini şerîat terazîsinde tartıp uygunluğunu görmedikçe kendisine itibar etme!

Sakın ha, Allah yolunun yolcuları tasavvuf erbabının gerek sözlerinde ve gerekse fiillerinde kendilerine karşı çıkma!..

Onların hallerini kendilerine bırak. Ancak, şeriatın tamamen reddettiği bir durum mevzubahis ise, o zaman şeriatla beraber ol.

Masivayı, yani Allah'tan başka şeylerin sevgisini terk etmeden önce hakikatlerden konuşmağa kalkışmak, nefislerin hevaî arzuları cümlesindendir.

Kim ki, nefsindeki hevaî bir arzuya uyarak hakdan ayrılır da batıla yönelirse o, dalalette bir mekan tutmuş olur.

Marifetullah kapılarının ilki, noksanlıklardan münezzeh ve yüce olan Allah ile ünsiyettir. Zühd, Azîz ve Celîl olan Allah'a yönelenlerin attıkları ilk adımdır. Kim ki Allah'ı seven birisi olarak ölürse şehîd olarak ölmüş olur.

İhlaslı olarak yaşayan mes'üd - bahtiyar olarak yaşar. Her iki husus da, şanı yüce olan Allah'ın vereceği muvaffakiyet iledir...

Kim ki nefsi ile birlikte Allah yoluna girerse kahren (zorla) geri çevrilir. Bu tarikat, yâni Allah yolu yolculuğu, babadan ve dededen miras olarak elde edilmez. Bu yol; Bazı cahiller, sırf onun-bunun sözlerini nakletmekle, mal - mülk ile ve sadece bedenî hareketlerden ibaret kalan zahirî amellerle bu tarîkata ulaşılacağını sandılar.

Hayır. Allah'a yeminle söylerim ki öyle değil.

Allah yolu yolculuğuna ancak doğrulukla, nefsin kibir ve gurur duygularını kırmakla, alçak gönüllülükle, Allah'ın kudreti karşısında aczini itirafla, seçkin peygamber Muhammed aleyhisselamın sünnetine uymakla ve Allah'dan gayri her şeyin sevgisini terketmekle nail olunur...

Kim ki izzet ve Celal sahibi Allah ile teşerrüf ederse izzet sahibi olur. Kim de Allah'tan başkası île izzet sahibi olmağa kalkışırsa izzet ve şeref sahibi olamadan kalır. Allah'ın kitabı, toplayıcı öyle bir ayettir ki, onda rabbânî ayetler toplanmıştır.

Allah kime ki kitabının batınî manalarını anlamayı ve şeriatın zahirîne sarılmayı ihsan ederse o kişi iki ganîmete birden konmuş olur.

Kim ki sırf kendi fikri ve kendi görüşü ile hareket ederse dalâlete düşer, sapıtır, batından da zahirden de mahrum kalır.
En son Ahmed tarafından 25 Haz 2011, 10:20 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Re: Ahmed Er Rufaî (ks)

Mesaj gönderen MINA »

Rabbimiz okuduklarımızla amel etmeyi nasib etsin insaAllah
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: Ahmed Er Rufaî (ks)

Mesaj gönderen Ahmed »

ESERLERİ
I. el-Hikemü'r-Rifâiyye. Kendisinin te'lîf ettiği günümüze kadar intikal etmiş tek eseri olup küçük bir risâledir. Mürîdlerinden Abdüssemî' el-Hâşimî'ye ithâfen yazılan bu eseri, Ebü'l-Hüdâ es-Sayyâdî Kalâidü'z-zeberced alâ Hikemi'r-Rifâiyye adıyla şerhetmiş (Beyrût 1885), Muallim Nâci bu eserden aldığı sekiz hikmetli cümlesini şerhederek Hikemi'r-Rifâî adıyla yayımlamıştır (İstanbul 1304). Geylânîzâde Seyyid Muhammed Seyfeddîn, eseri Terceme-i Hikem-i Rifâiyye adıyla Farsça'ya tercüme etmiştir (İstanbul 1302). el-Hikemü'r-Rifâiyye, Türkçe'ye de birkaç defa çevrilmiş, son olarak Hak Yolcusunun Düsturları adı altında aşağıda verilen iki eseriyle birlikte yayımlamıştır. (trc. Yaman Arıkan, İstanbul 1985, 2005, s. 35-86).
II. el-Burhânü'l-müeyyed. Sohbetlerinden derlenmiştir. Birçok konuya temâs etmekle birlikte tevhîd, semâ', irâdî ölüm, şerîat-tarîkat münâsebetleri daha geniş olarak işlenmiştir. Müteşâbih âyetler meselesinde İmâm Şâfiî, Mâlik b. Enes, Ebû Hanîfe, İbn Hanbel ve Ca'fer es-Sâdık'ın sözleri zikredilmiş, kelâmcıların görüşlerine yer verilmemiştir. Muhtelif baskıları olan eserin (İstanbul 1301; Şam, tarihsiz) Türkçe'ye ilk tercümesi Kudsîzâde Kadri tarafından yapılmış (İstanbul 1313), sonra Delilleriyle Ma'rifet Yolu adıyla yayımlanmış (trc. H. Kâmil Yılmaz, İstanbul 1985), son olarak da Kurtarıcı Öğütler adıyla yayımlanmıştır (trc. Sıtkı Gülle, İstanbul 1997).
III. el-Mecâlisü's-seniyye. Menâkıbnâmelerde nakledilen meclislerin sonradan Mustafa Reşîd er-Rifâî tarafından derlenmiş şekli olup yedi meclis ihtivâ eder. Meclisler tasavvufî sohbet ve mev'izalardan ibârettir. Eser Kudsîzâde Kadri tarafından Mecâlis-i Hazret-i îmâm-ı Rifâî adıyla tercüme edilmiştir (İstanbul 1313). Son olarak da Sohbet Meclisleri adıyla yayımlanmıştır (trc. Ali Can Tatlı, İstanbul 2003).
IV. Erbaûne Hadîsen. Kırk hadîsi kendisinden i'tibâren Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e kadar ulaşan bir senedle vermektedir (Şam, tarihsiz). Risâledeki hadîsler Kütüb-i Sitte ve meşhûr hadîs kitâblarında mevcûddur. Türkçe tercümesi Hak Yolcusunun Düstûrları adlı kitâbın içinde yer almaktadır (s 7-35).
V. Hâletü ehli'l-hakîka maallâh. Yukarıda geçen kırk hadisin şerhidir. 549 (1154) yılı Receb ayından i'tibâren her perşembe günü bir hadisin tasavvufi yorumunu yaptığı sohbetlerinde tutulan notların, mürüdlerinden Ebû Şücâ' b. Menhec tarafından derlenmesinden meydana gelmiştir (Mısır 1315, Halep 1965). Tasavvuf ve hadis münâsebeti bakımından dikket çekici olan bu eser, Onların Alemi adıyla Türkçe'ye tercüme edilmiştir (trc. Abdülkadir Akçiçek, İstanbul 1964).
VI. en-Nizâmü'l-Hâs li-ehli'l-ihtisâs. Kaynaklarda adı geçmeyen bu eserin Uslübundan Ahmed er-Rifâi'nin sohbetlerinden derlendiği anlaşılmaktadır. Tasavvufi mev'iza ve nasihatlardan meydana gelen eser el-Hikem ve Erbaûne Hadîsen ile birlikte yayımlanmıştır (Şam, tarihsiz, s. 57-92). Türkçe'ye ilk tercümesi Mehmed Nâzım tarafından yapılan eserin (İstanbul 1328), yeni bir tercümesi Hak Yolcusunun Düstûrları adıyla yayımlanan kitâb içerisindedir (s. 95-172).
VII. el-Eş'âr. Bazı şiirleri Ebü'l-Hüdâ es-Sayyâdi'nin Ahmed er-Rifâi hakkında yazdığı Kılâdetü'l-cevâhir adlı geniş biyografide bir araya getirilmiştir. Bu şiirler Kenan Rifâi'nin Ahmed er-Rifâi (İstanbul 1340) isimli eserinde de bulunmaktadır.
VIII. el-Ahzâb ve'l-evrâd. İrşâdü'l-müslimin'in yazarı Fârûsi, Ahmed er- Rifâi'nin 662 hizbinin mevcûd olduğunu söylüyorsa da, muhtelif eserler içinde (bk. İzzeddin Ahmed es-Sayyâd, el-Maârifü'l-Muhammediyye fi'l-veza'i fi'l-Ahmediyye (s. 91-112; Ebü'l-Hüdâ es-Sayyâdi, Kılâdetü'l-cevâhir s. 246-274; Kenan Rifâi, Ahmed er- Rifâî, ek. S. 1-103) bunların ancak bir kısmı bir araya getirilmiştir.

Bu eserlerden başka, Muhammed Sirâceddin er-Rifâi (ö. 885/1480) bazı sözlerini Rahîku'l-kevser nim kelâmi'l-gavs er-Rifâî el-ekber (Beyrut 1887), Ebü'l- Hüdâ es-Sayyâdi ise bazı söz ve meclislerini el-Fecrü'l-münîr (İstanbul 1300) ve Kitâbü Külliyâti'l-Ahmediyye (Kahire 1316) adlı kitâblarda bir araya toplanmışlardır.

Kaynaklarda ismi geçen Tariku s-sâirîn ilallâh adlı eseri günümüze ulaşmamıştır.
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: Ahmed Er Rufaî (ks)

Mesaj gönderen Ahmed »

TASAVVUF VE TARÎKAT ANLAYIŞI
a) Tasavvuf
Ahmed er-Rifâî'nin menkıbe ve eserlerinde görülen tasavvuf anlayışı Kitâb ve Sünnet'e tamâmen uygundur.
Ahmed er-Rifâî'ye göre tasavvufun hepsi edebdir. Bu edeb de sûfîlerin işâret ettiği şerîat edebi terbiyesidir.


"Tasavvuf, kişinin kendi irâdesini terk etmesidir."

Tasavvuf, Allah'dan başkasından yüz çevirmek, düşüncenin Allah'ın zâtıyla meşgul olmaması,
Allah'a tevekkül etmek, bütün hâdiselerin dizginini (onun) havâle kapısına bırakarak kerem kapısının açılmasını beklemek,
Allah'ın fazlına güvenmek, her ân Allah'dan korkmak, bütün hâllerde O'na hüsn ü zanda bulunmaktır.


Tasavvuf güzel ahlâktır. Güzel ahlâk ise, nefse kıymet vermeyip onu kendinden aşağı olan kimselerin hizmetine sevketmektir.
Tasavvuf her hâli kontrol etmek, edebe sarılmaktır.
Tasavvuf, varlıkları yaratıcının gözüyle görebilmektir.
Tasavvuf, hisleri zaptetmek, nefsi de kontrol altında bulundurmakrtır.

Kısacası tasavvuf şu esâslardan ibârettir:

  • • Ahlâkı güzelleştirmak,
    • Yüce ve şerefli bir mizâç sâhibi olmak,
    • Yüce - ulvî himmet sâhibi olmak.


Buna göre kimin ahlâkı güzel, mizâcı şerefli ve himmeti ulvî ise işte o, sûfîdir. Aksi hâlde o kişi sûfî değildir.

Ahmed er-Rifâî'ye göre bu yoldan gidenlere "sûfî" isminin verilmesinde çeşitli görüşler ileri sürülmüştür:

Buna göre Mudar kabilesinden kendilerine "Benu 's-suffe " denen bir cemâat vardı.
Atalarının adı Gus b. Mürre b. Üdd b. Tabîha er-Râbıt idi. Bu adamın anasının çocukları daha önce yaşamadığından,
kadıncağız eğer bir çocuğu yaşarsa başına alâmet için bir tutam yün bağlayıp Kâbe 'nin hizmetçisi yapacağına dâir nezirde bulunmuş.
Yukarıda ismi geçen adam doğup yaşadığından anası ahdine vefâ göstererek oğlunu Kâbe hizmetine vermişti.
İşte bu adamın soyundan gelenlere
"Benu's-suffe" (yün başlının oğulları) dendi.
Bunun nesli îslâm 'ın zuhûruna değin hacılara yol gösterir Kâbe 'ye hizmet ederlerdi.
Allah Teâlâ, İslâm dînini bahşettikten sonra, îslâm'a girmişler, zühd ve takvâ yolunu tutmuşlardı.
Bunlarla arkadaşlık yapanlara da
"sûfî " deniyordu.

Veyâ ibâdetle meşgul olup onlar gibi yün elbise giyenler, kendilerine nisbet edilerek "sûfî " deniyordu.

Mutasavvıflar, vasfın menşeini, sebeblerini îzâhda çeşitli nedenler ileri sürdüler. Bazıları, "Tasavvuf: safâ, temizlik, duruluktur "dediler. Bir başka gurup da,
"Tasavvuf: musâfât, dostluk kurmaktır"
demişlerdir. Ve başka ma'nâlar... "

Seyyid-i Kebîr ma'nâ i'tibârıyla bunların hepsinin doğru olduğunu belirtir.
Çünkü tasavvuf hırkasını giyen bu zümre safâ ve müsâfât yolunu tutmuşlar,
zâhirî edebleri işlemişler ve zâhirin bâtınî edeblere delâlet eden bir alâmet olduğunu söylemişlerdir.

Yine onlar:
"Zâhiri edebin iyi oluşu, iç terbiyenin nişânıdır.
Zâhiri edebi bilmeyenin bâtıni terbiyesine emniyet olunmaz"
demişlerdir.

Ahmed er-Rifâi tasavvufun, safi ile sıkı bir ilişki içinde olduğunu belirtir.
Buna göre safânın hakıkatı, Resûlullâh (sallallâhu aleyhi ve selem)'in ahlâkıyla ahlâklanmaktır.
Sıdk ve vefâ sâhibi olan ashâbının yolunu ta'kib edip Yüce Melik'in sohbetinden ayrılmamaktır.
Safânın hakıkatı, kalbin lütuf yaygısı üzerine atılması ve sırrın zamânın meliki ile beraber istikamet üzere bulunmasıdır.
Ayrıca safânın hakıkatı, allâmü'l-ğuyûb olan Allah için kalblerin tasfiyesidir.
Allah'dan gayrı her şeyin (mâsivânın) kalbden tasfiyesi ve Mevlâ'ya vâsıl olmanın önündeki en büyük engel olan
nefsin kötü huylarının tezkiye edilmesi sûretiyle güzel ahlâk sâhibi olmak,
Ahmed er- Rifâi'ye göre tasavvufun ta kendisidir. Kişinin nefs, dünyâ ve mahlûkatın âfet kirlerinden söz,
fiil ve davranışlarını temizlemesi ise sûfi olduğuna işâret eder. Sûfi iç âlemini varlık kirlerinden temizleyen ve kendini (nefsini)
başkalarından üstün görmeyendir. Sûfi, ahlâkı temizliğe eren ve kalbini kötü ahlâktan temizleyen kişidir.

O, başkalarının fevkinde kendisinde bir meziyet görmez.



Ahmed er-Rifâî, el-Mecâlisü's-seniyye - Sohbet Meclisleri
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: Ahmed Er Rufaî (ks)

Mesaj gönderen Ahmed »

b) Tarîkat

Ahmed er-Rifâi tarikatı şu şekilde anlar:
"Tarîkatım, bid'at karışmamış dindir. Tembellik gösterilmeden yapılan ameldir.
Tarîkatımız beş duyu organını zabt u rabt altına almak ve nefes aldıkça vakte riâyet etmektir.
Bâtını kirlerden temiz tutmak, bütün âzâlar ile zikre devâm etmektir.
Tarîkatım bid'atı olmayan din, riyâsı olmayan kalb, şehvete ittibâ' etmeyen nefis sâhibi olmaktır.
Yolumuz, Kitâbullâh ve Sünnet-i Nebevî'dir.
Tarîkat süt gibi beyâz bir yoldur.
Tarîkatta mevcûd olan zâhirî ve bâtınî her söz ve fiil, şerîatın hudûdları içerisindedir.
Şer'-i şerîfe muhâlif olan her yol zındıkların yoludur.

Tarîkat, "Allah 'a îmân ettim" demektir.
Şer '-i şerîfin hudûdları içerisinde olup ona riâyet etmektir.
Allah Teâlâ'nın nehyettiği her şeyden sakınmaktır.
Bunun dışında bir tarîkat aslâ olmaz.
Çünkü Hak'tan başka herşey ancak, dalâlettir.
Tarîkatta kendi nefsine göre amel edenler reddedilir.

Tarîkat anne ve babadan mîrâs olarak kalmaz.
Sa 'y ve gayret yoludur.
Hudûda varınca durma yoludur.
Bu yol amel, geyret, didinme ve çalışma yoludur.
Çok çalışmalı, Allah 'tan utanıp devamlı edebi muhâfaza etmeli ve göz yaşı dökmelidir.
Bâzı câhiller bu tarîkatın kıl ü kal, dirhem ü mâl ve bir de zâhirî amellerle elde edilebileceğini zannetmişlerdir.
Halbuki tarîkat ne kıl ü kal, ne dirhem ü mâl ve ne de zâhirî amel ile elde edilebilir.
Avcak sıdk ve inkisâr, zillet ve iftikar (her hâlinde Allah 'a muhtâc olduğuna inanmak),
Resûlullâh (sallallâhu. aleyhi ve selem) 'in sünnet-i seniyyesine ittibâ', mâsivâyı terk ve
ağyâra gönül bağlamamakla elde edilebilir.

Seyyid-i Kebîr, tarîkatın bir takım zâhirî giyim-kuşam,
âyin ve ritüellerden ibâret olarak gösterilmesini,
yani şekle ve görünüşe i'tibâr edilmesini hiç hoş karşılamaz:

"Zannettiğiniz gibi iş (dervîşlik, sûfilik) cübbe, yün elbise giyinmek,
sûfî külâhını başa geçirmek, yerlerde sürünmeyen (gösterişsiz) elbise giyinmek değildir!
(Sûfîlik) mahzûnluk abasını giyinmek, doğruluk tâcını başa
kondurmak, tevekkül elbisesine bürünmektir.
"

"Dindarlığı, zühd ve takvâyı giyilen elbisede ve kılık-kıyâfette arayan sûfînin işi müşkildir."

Tarîkata mensûb olan bir kısım insânlar sonradan meydâna gelen âdetler (bid'atler) çıkarmışlardır ki,
bunları, irfân sâhibi olan tarîkat erleri ibâdetlere vesîle olarak kabûl etmiş,
bu âdetlerin, bid'at-i hasene sınıfına girdiğini haber vermişlerdir.

Böylece ibâdete vesîle olan âdetleri yapmaya alışmış bazı kimselerin
ibâdet ve tâate bağlanarak bu işe devâm etmelerini sağlamışlardır.
Ancak bu âdetleri yapmaya alışmış nefsin tertemiz hâle getirilmesi yanında âdetlerden kurtularak şer'î hudûdlara nakledilmesi de sağlanırdı.
Bu hikmet âlemlerin efendisi Resûlullâh (sallallâhu aleyhi ve selem)'in uygulamalarında iktibâs edilmiştir.
O'nu sünnet-i seniyyesinde buna kıyâs edilebilecek bir çok örnek vardır.
Ancak irfân sâhibi olmayan ve kemâle ermeyen kimseler bu tür âdetlere ta 'zîm ederek; yani bu tür âdetleri yücelterek âdetleri ibâdet gibi kabûl etmişlerdir.

İyi bilesin ki onlar ibâdetleri ihmâl edip âdetlerle iştigâl etmişlerdir. Bunlar hakikatte kafileden geri kalıp aç ve susuz olarak yollarda kalanlardır.

Ey sâlik! Sen âdetleri ibâdetlere karıştırmaktan şiddetle kaçın!
Çünkü güzel ve mübâh olan âdetler mahlûk olan insânın aklıyla ortaya çıkarılmıştır.
Halbuki ibâdetler kâinâtın yaratıcısı Yüce Allah 'ın emriyle konmuştur.
Mahlûk olan insânın aklıyla, hâlık olan Allah'ın emri arasında çok büyük fark vardır.

Bu türlü âdetler husûsunda ancak şu kadar diyebilirsin:
"Allah 'a yaklaşmak için nefsimi O'nun gazablanmayacağı âdetlere alıştırıyorum. Allah muttakilerin dostudur. "


Ahmed er-Rifâi, el-Burhânü'l-müeyyed - Kurtarıcı Öğütler
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: Ahmed Er Rufaî (ks)

Mesaj gönderen Ahmed »

c) Şerîat - Tarîkat İlişkisi
Allah'ın kitâbını yüceltmek, O'nun hükümlerine yapışmak, O'nun emirlerine imtisâl, yasaklarından sakınmak ve Kur'ân'ı,
en büyük müfessiri olan Resûlullâh (sallallâhu aleyhi ve selem)'in anlattığı gibi anlamak, kendi kafasından Kur'ân'a görüş katmamak,
ayağın kayacağı sözler ile Kur'ân'a tefsîr getirmemek, yani Kur'ân'ı kendi re'yine göre değil âlimlerin tefsîrine göre anlamak,
her sözünde ve eyleminde şerîat-ı Muhammediyye'ye uymak Ahmed er-Rifâî'nin yolunun esâslasırdır. Bu esâslara riâyet husûsunda vurgu,
Ahmed er-Rifâî'nin kendi eserlerinde ve gerekse onun hakkında yazılan eserlerde dikkat çekici bir şekilde öne çıkmaktadır.

Şerîatın esâslarını gözetmenin tarîkatın ölçüsü olduğunu sık sık vurgulayan Seyyid-i Kebîr'e göre şerîat ile tarîkat, rûh ile beden gibidir.
İkisinden birisi olmazsa sağlıklı bir organizmadan söz edilemeyeceği gibi İslâm'ın da zâhir ve bâtını ile bir bütün olduğunu söyler:

"Bazı tasavvufçuların söylediği gibi "Biz bâtın ehliyiz, onlar zâhir ehli " demeyiniz.
Zâhir ve bâtını bir arada bulunduran bu dînin bâtınî vechesi, zâhirî vechesinin özü; zâhiri de bâtın zarfı, kılıfıdır.
Zâhir olmasaydı bâtın olmazdı. Zâhir olmasaydı bâtın hiçbir zaman sıhhatli olmazdı. Kalb, cesetsiz duramaz.
Ceset olmasaydı dağ ersiz kalırdı. Halbuki kalb, cesedin nûrudur. îşte bu ilme bazıları
"ilm-i bâtın" diye isim vermişlerdir ki
kalbi ıslâh etmekten ibârettir. Kalbi ıslâh etmek husûsunda yapılacak ilk iş îslâm'ın beş esâsını yerine getirmek ve kalb ile inanmaktır."


"Efendiler! Sûfîlik yolunun bitimi fakıhler yolunun da bitimidir. Fakıhler yolunun sonu sûfîler yolunun da sonudur. Maksad peşinde koşarken,
fakıhlerin karşılaştıkları yol vermeyen geçitler, sûfîlerin de girdikleri mâ'nâ yolunda mübtelâ oldukları geçitlerdir. Tarîkat, mahz-ı şerîattır.
Şerîat da sırf tarîkat. Aralarındaki ayrılık sözdedir. Madde ve mâ 'na, netîce birdir. Fakıhin durumunu hoş karşılamayan sûfîyi hîlekâr,
sûfînin hâlini tasvîb etmeyen fakıhi de haktan uzaklaşmış görürüm.. Ancak fakıh şerîat diliyle değil de indî görüşüyle hüküm verirse,
sûfî de şerîat yoluna girmeyip nefsinin peşini ta'kıb ederse, ikisi de belâlarını bulmuştu
r.

"Dervişin zâhirî terbiyesi, mâ'nevî makamını gösteren bir delîldir. Binâenaleyh sûfînin işlerini, hareketlerini ve ahlâkını şerîat terâzisiyle tartınız.
Bu sayede terâzinin ağırlığı ve hafîfliği, gerçek bir sûfî olup olmadığı sizlere malûm olmuş olur
.

"Şerîatın benimsemediği her hakikat (iddiâ) zındıklıktır. Allah 'ın yoluna muvâfık olmayan her hâl ve hareket bir hayâlden, bir vehimden ibârettir.
Havada bağdaş kurmuş bir şahsı gördüğünüzde, onun emir ve nehiy edilenler husûsunda davranışına vâkıf oluncaya kadar kendisine iltifât etmeyiniz.

"Sâlik, riyâzâtla cismânî perdeyi izâle edince açılan ilâhî nûr kalbine yerleşir ve sâlik artık o nûr ile görür. Fakat bu cismânî heykelin riyâzâtı şerîata
uygun ve makbûl bir tarzda olmalıdır.


Seyyid-i Kebir, dervişin ehl-i sünnet ve'l-cemâat mezhebleri olan dört mezhebden birine ittibâ' edip, onların sözleriyle hayâtını sürdürüp,
onların mezhebleri arasında teflik yapmadan onların görüşlerine dayanarak, onlardan birisini taklid etmek sûretiyle amel etmesini mecbûr görmektedir.
Çünkü onlar ya Sahâbe-i Kirâm'dan ya da tâbiin'den bu fıkhi bilgileri almışlardır. Dört mezheb imâmı her hâl ve tavırlarında
Resûlullâh (sallallâhu aleyhi ve selem)'i örnek almışlar ve onun sünnetinden ayrılmamışlardır. Dolayısıyla tarikat-ı Rifâiyye'den olduğunu söyleyen bir kimse,
eğer dört mezhebden (ehl-i sünnet ve'l-cemâat i'tikadı) birine ittibâ' etmiyorsa onun tarikat-ı Rifâiyye ile hiçbir ma'nevi bağı olmadığı gibi tarikatı da yoktur.
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: Ahmed Er Rufaî (ks)

Mesaj gönderen Ahmed »

"Her kim sünnet-i seniyyeden uzaklaşır, şerîat-ı Muhammediyye ile amel etmez, Sahâbe-i Kirâm'a dil uzatır ve onların yolundan yürümezse Allah kıyâmet gününde benimle onun arasını doğu ile batıyı ayırdığı gibi ayırsın. Onu benden, beni de ondan uzak eylesin. Ey benim tarîkatıma mensûb olduğunu iddiâ eden kimse! Kendine ve evlâtlarına beni tanıtmadan önce Ebû Hanîfe'yi, Mâlikî'yi, Şâfiî'yi, Ahmed b.Hanbel'i tanıt ki kıyâmet günü sen benden ben senden utanmayalım."

Seyyid-i Kebir' e göre sûfînin ma'nevî yükselişi ancak Resûlullâh (sallallâhu aleyhi ve selem)'e uyması ve ona olan sevgisi ve bağlılığı nisbetinde olur:

"Beyler! Peygamberiniz (sallallâhu aleyhi ve selem) 'in şânını ta'zîm ediniz. O insânlarla Hak arasını ayıran bir dil, bir kıstak. Allah'ın kulu, Allah'ın sevgilisi, Allah'ın elçisi mahlûkatın en kâmili, olgunu, peygamberlerin efendisi, Allah'a giden yolu gösteren, Allah'a da'vet eden, Allah'dan buyruklar alandır. O, Rahmân'ın ni'metlerine açılan genel bir kapı, hiçbir şeye ihtiyâcı olmayan samedânının cennetine girmekte inanan herkes için aracıdır. Ona tutunan Hakk'a tutunur. Ondan kopan da Hak'dan kopmuştur.

Efendiler! Biliniz ki, Peygamberimiz'in peygamberliği hayâtında devâm ettiği gibi, irtihâlinden sonra da Allah Teâlâ 'nın yerlere ve üzerindekilere vâris olacağı kıyâmet gününe değin sürecektir. Bütün insânlar geçmiş şerîatların hükümlerini kaldırmış olan şerîatıyla mükelleftirler. Onun doğru haberlerini reddedip kabûl etmeyen, Allah'ın kelâmını reddetmiş gibidir. "


"Size diyorum ki, sonsuz saâdetin anahtarı, çıkışında, varışında, bütün haraketlerinde, yemesinde içmesinde, oturmasında, kalkmasında, uyumasında konuşmasında Resûlullâh (sallallâhu. aleyhi ve selem) 'e uyunuz. Böyle olur ise sizin için mutlak ittibâ' gerçekleşmiş olur. Bize ulaşan haberlere bakılırsa, büyüklerden biri Resûlullâh (sallallâhu. aleyhi ve selem) 'in karpuzu nasıl yediğini bilmediğinden, hayâtında karpuz yememiş. Yine büyüklerden biri mestini unutarak sol ayağından giymeye başlayınca, bunun kefâreti olarak bir mikdâr buğday tasadduk etmiş.

Sakın ha!.. Bu gibi davranışlar âdetlerle ilgili deyip de bunları ihmâl etmeyesiniz. Bunların ihmâli saâdet kapılarından büyük bir kapı kapatır. İbâdetlere gelince!..

Resûlullâh (sallallâhu aleyhi ve selem)'e uymamak husûsunda herhangi bir ma 'zeret bilmiyorum. Ya gizli bir küfürden ya da açık bir ahmaklıktan hâsıl olur. "

"Bir vâiz, bir hikâyeci ya da bir müderris gördüğünüzde ondan Allah 'ın kelâmını alınız. Resûlü'nün sözlerini dinleyiniz. Adâletle hükmetmiş ve hakkı söylemiş olan din büyüklerinin sözlerini de kabûl adin. Gerisine kulak asmayın. Rastladığınız bu din vazîfelisi Resûlullâh (sallallâhu aleyhi ve sellem) 'in getirmediği, onun sünnetine uygun düşmeyen herhangi bir şeyi anlatırsa, onu yüzüne çarpın. Aman aman! Peygamber Efendimiz'in emrine karşı gelmekten hazer edin!



Ahmed er-Rifâî, el-Burhânü'l-müeyyed - Kurtarıcı Öğütler, s. 54-55
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: Ahmed Er Rufaî (ks)

Mesaj gönderen Ahmed »

d) Akla, İlme ve Âlimlere verdiği değer
Ahmed er-Rifâi'ye göre akıl "gencine-i fevâid ve kimyâ-yı saâdet"tir. Aklın evvel-i mahlûkat olduğunu mübeyyin bulunan
hadis-i meşhûrda lisân-ı izzetten akla hitâben: "Senden aziz bir şeyi halk etmedim. Efâl-i ilâhiyyemden olan i'tânın,
muhâsebenin, muâkabenin, i'zâzın, izlâlin medâr-ı müstakilli sensin!" buyurulduğunun gösterilmesi, diğer bir hadisde dahi
rûz-i kıyâmette a'mâl-i sâlihaya mukabil ihsân buyurulacak ecrin, ashâb-ı hasenâtın mekadir-i ukülüne göre
verileceğinin beyân edilmesi aklın hâiz olduğu şeref-i azimi ümmete ta'lim ve i'lân maksadına mübeyyendir.

Hazret-i Ali'nin (r.anhu):
"Sana devâ yine senden olur, ama görmüyorsun. Sende ki hastalık sendendir (içindedir), fakat bilmiyorsun.
Kendini küçük bir varlık sanıyorsun. Halbu ki âlem-i ekber sende gizlidir."

meâlinde olmak üzere buyurduğu bu şiirdeki "âlem-i ekber"den maksad, Seyyid-i Kebîr'e göre insânda muntavî olan akıldır;
ve bu akıl câlib-i menâfi', dâfi'-i mekârih ve mûsil-i merâtib-i ulviyyedir:

"En büyük âlem, akıldır ve sende dürülmüştür. Zâtında küçümsediğin bu âlem sende tezâhür eder.
Çünkü senin bu cismin bu âlem-i ekberi kuşatan ve ona yaraşan asıl gayeye mazhar olma şerefine ermeseydi.
En büyük âleme mekân olmazdı. Öyle ise sen de bu âlem-i ekberi kuşatan varlığının varabildiği ölçüde ulvî gayretlerde bulun.
îlim, akıl ile tahsîl edilmekte olmasıyla ilmin şerefi dahi ancak akıl ile kaim ve dâim olur. Bir takım ukalâ ilmin akla tercîhine
kail olmuşlarsa da ilim esâsen sıfat-ı hâlık, akıl ise sıfat-ı mahlûk olduğundan bunların maksadı 'sıfat-ı hâlık olan ilim,
sıfat-ı mahlûk olan akıldan âlîdir' demek olduğu anlaşılmaktadır. Yoksa bizim ilmimize, aklımıza nakl-i kelâm edilince
mertebe-i aklın mertebe-i ilimde bâlâ-ter olması lâzım geleceği söz götürür şeylerden değildir. îlm-i beşer,
ilm-i akıldan nasıl âlî tutulabilir ki? Ortada akıl olmadığı takdîrde ilmin tasavvur-i vücûduna dahi mahal kalmıyor.
Hatâya sapan bir âkılın delâlet-i akl ile sırât-ı müstakimi bulması me 'mûldür. Fakat yoldan çıkan bir ahmağın
ne ile rehbâb-ı reşâd olabileceği mechûldür.

Hazret-i imâm-ı Ali: 'Dîni ihâta etmeyen akıl, akıl değildir; aklın ihâta edemediği
dîn de dîn değildir' buyurmuştur ki bu dahi aklın derece-yi eşrefiyyetini isbât için delîl-i kâfîdir. "

"Heykel-i insân bir arazdır. Bu arazın şerefi, cevher-i akl iledir. Akıl ise 'Nefsini nazar-ı dikkate alıp fezâilini istikmâl eyle,
zîrâ hakakatte senin insânlığın cism ile değil nefs ile kaimdir.' (meâlindeki neşîdenin hükmünce) ârif-i nefs olarak tefessühe
hiçbir vecih ile haddini tecâvüz ettirmeyecek sûrette dâimâ hükm-i zâbitânede bulunması lâzım gelen bir kuvve -i celîledir.
Yoksa bu meziyeti hâiz olmayan akla, akıl demek lâyık olmaz. Bu cevherden mahrûm bulunan âdem ise mâ-bihi'ş-şerefi olan
şeyden mehcûriyeti cihetiyle kesîf ve sakıl bir arazdan, yani cisimden ibâret kalacağından merâtib-i âliyyeye suûd
isti'dâdından baîd bulunur. Ama akl-ı kâmile mâlik olan insân -kendisinde hakıkat-i âdemiyyenin vücûduna mebnî- her sûretle
neyl-i meâlîye çespân görülür.
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: Ahmed Er Rufaî (ks)

Mesaj gönderen Ahmed »

Merâtib-i aklın birincisi evhâm kabîlinde olan benlikten merd-i müstakıme hiç yakıştırılamayan lafazanlıktan münhali' bulunmaktır. însân - aklın mertebe-i evvelîsi kendinde tahakkuk ettikten sonra- mübtedâ-yı tıyniyyesi ile müntehâ-yı türâbiyyesinden ve bu iki hadd beyninde ma 'rifeti lâzım olan şeylerden kesb-i âgâhî etmeye çalışmalıdır. "

"Hevâ ve hevese dayanan şey şehvetten ve rahatı sevmekten ileri gelir ki heve ve hevesin hoşlanacağı şeylerden hayır elde etmek mümkün değildir. Aklın ölçüsünün kıymeti, işte burada ortaya çıkar. Hakıkatte akıl beşeriyetten daha kâmil ve amel işlemekten daha şereflidir. Amel ve basîretin akılsız olana hiçbir faydası yoktur. Her hâl ü kârda amellerin şeref ve kıymeti, ahlâk ve davranışların güzelliği, bir de aklın temâs ettiği mikdâr ile ölçülür.


Bütün kaynaklar Ahmed er-Rifâî'yi âlim, muhaddis, Şâfiî fakîhi ve müfessir bir sûfî olarak tanıtmaktadır. Bizzât kendisi ehl-i ilimden olduğu gibi mürîdlerini de, "İlim dünyâda şeref, ahirette yüceliktir" demek sûretiyle ilim ve irfân sâhibi olmaya teşvîk ve terğîb etmekteydi.

Seyyid-i Kebîr'e göre Allah, hiçbir akılsızı ve câhili dost edinmemiştir. Binâenaleyh sûfî, cehâlet ile savaşmalı, ilme ve âlimlere hürmet etmeli, gücünün yettiği ölçüde âlimlerin - bilginlerin derslerine devâm edip ilim öğrenmeli, dînde derin bir anlayış ve kavrayış sâhibi olmalıdır:

"Ey sûfî! Dînde fakıh olmaya çalış. Çünkü Allah kime hayır dilerse onu dînde fakıh kılar."

"Kim Kur'ân-ı Kerîm okumak için, ilim talebinde bulunmak için veye Kur'ân 'ı ezberlemek için meclislerimizden ayrılır meclisimize devâm etmez ise o kimse tarafımızdan izinlidir. Çünkü Kur'ân Allah'a götüren en kestirme yollardan biridir. îlim taleb etmek ise Allah 'ın bize farz kıldığı bir iştir. îlim, Allah 'a yakınlığın anahtarıdır. "

"Efendiler! Velîlerin ve âriflerin değerini bildiğiniz gibi, fakıhlerin ve âriflerin de değerini biliniz. Onlara hürmet gösteriniz. Çünkü yol birdir. Alimler şerîatın zâhirinin vârisleri, halka öğrettikleri şerîat ahkâmının taşıyıcılarıdır. Allah 'a varanlar şerîatla varmışlardır. Zîrâ şerîata aykırı bir yolda çalışıp didinmenin hiçbir yararı yoktur. Hattâ bir âbid şerîata zıt bir yolda, beş yüz sene ibâdet etse bunun şeklî ibâdeti kendine döndüğü gibi günâhı da üzerinde kalır. Allah bu kişinin ibâdetini kıyâmet gününde terâziye bile koymaz. Dînini bilen birinin kılacağı iki rek'at namâz, Allah katında, dînince câhil olanın kıldığı iki bin rek 'attan daha üstündür. Alimlerin haklarına ilgisizlikten sakınınız. Onların hepsi hakkında hüsn- i zann ediniz. Alimlerin takvâ sâhiblerine, Allah 'ın kendilerini gözettiklerimle amel edenlere gelince, işte gerçek velîler onlardır. îçinizde onlara karşı saygı hissi dâimâ bulunsun."

"Allah, câhil dost edinmemiş tir. Şâyet câhili dost edinirse onu kudretiyle bilgi sâhibi yapar. Ona öğretir. Velî, dînini bilmek husûsunda câhil olmaz. O, nasıl namâz kılacağını, nasıl oruç tutacağını, nasıl zekât vereceğini, nasıl hacc edeceğini, nasıl zikir yapacağını bilir. Allah ile olan muâmele ilmine hakkıyla vâkıftır. Böyle bir adam ümmî de olsa âlim sayılır. Ona ancak peşinden gidilecek hakikat ilmini bilmeyen câhil der."

"İlim; bedîi, beyân, şâirlerin kasdettiği şiir bilgisi, mugâlata ve münâzara değildir. Öz bilgi, Allah'ın yapılmasını emrettiği ve sakındırdığı husûsları bilmektir. Gerçekleri bünyesinde toplayan en mükemmel ilim dalı, Tefsîr, Hadîs ve Fıkıh 'tır. "

"Alimler ve ârifler ile oturup kalkın. Çünkü bu oturuşlar, oturanları hâlde hâle dönüştüren sırlara sâhiptir. "

Bu konuda özet olarak Seyyid-i Kebir şöyle der:

"Dünya hayâtı ile âhiret hayâtı şu iki kelime arasındadır: Akıl ve Dîn. "
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: Ahmed Er Rufaî (ks)

Mesaj gönderen Ahmed »

e) Tevhîd'e Dâir Görüşleri
Seyyid-i Kebir'e göre evliyâullâhın tamâmına hürmet, şeriat ve tarikat önderlerine ta'zim göstermek ve şeriat-ı Muhammediyye'ye muhâlif gibi görünen ve şathiyât kokan bazı sözleri, hulûl, ittihâd ve emsâli da'vâ irtikâb eden kavilleri terk etmek dervişlerin boynuna bir vecibedir. Çünkü bu sözlerin birçoğu kendilerine isnâd edilen zâtların ağzından zuhûr etmemiştir.
[1] Seyyid-i Kebir bu konuda şöyle der:
"Bazı kişiler vardır ki, tasavvuf ve tarîkat büyüklerinin sözlerini te 'vîl edip gâyesinden saptırmayı âdet ve gelenek hâline getirmişlerdir. Bunlar tasavvuf ve tarîkat büyükleri hakkında uydurulan, onlara isnâd edilen düzme bir takım hikâyeleri dilerine dolarlar. Orada burada anlatırlar. Maksatları o büyük insanları küçük düşürmak ve kötülemektir. Hâlbuki anlattıkları bu hikâyelerin çoğu yalandır, uydurmadır. Sen bu tip insanlarla arkadaşlık etme! Onların sohbetlerinde bulunmaktan hazer et, şiddetle sakın! Böyle kimseler tasavvuf ve tarîkat büyüklerinin sözlerinin arasına kendilerinin söylemedikleri sözleri sokuştururlar. İşin farkında olmayan bazı kimseler de bu bid'at ve dalâlet
ehline kapılır. Böylece amelleri bakımından hüsrâna uğrayan kişiler arasına girerler. "
Seyyid-i Kebir bazı muğlak sözlerin ise ehli için söylenmiş olduğunu ve dolayısıyla onları alâkadar eden husûslar olduğunu belirtir. Dervişler süt emen çocuk hükmünde oldukları için annelerinin sütü hükmünde olan mürşidlerinin yolunu ta'kıb etmelidirler.
[2]
İnsânların kafasını karıştıracak, akıllarını ve zihinlerini kurcalayacak sözlerden uzak durmanın çok büyük bir ni'met olduğunu, o sözlerin sâhiblerine bırakılmasının gerektiğini, onlar hakkında İslâm âlimlerinin beyân ettikleri görüşleri kabûl etmekle beraber onların veliliklerine inanıp sözlerinden ise uzak durulmasını söylemiştir:
"Efendiler! Hâris buyurdu ki..., Ebû. Yezîd buyurdu ki.., Hllâc dedi ki..., gibi lakırdılar ediyorsunuz. Bu ne hâldir?! Sizler bu sözlerden önce Şâfiî dedi, Ahmed dedi, Nu'mân dedi ki... gibi sözler söyleyin! Önce kesin ve sarîh olan kulluk muâmelelerinizi sıhhate kavuşturn! Sonra da zâid sözlerle faydalanmaya çalışın! Hâris dedi ki..., Ebû. Yezîd dedi ki... gibi laflar ne noksanlık getirir ne de fazlalık. Şafiî buyurdu..., Mâlik buyurdu... gibi (onların fetvâlarını aktarmaya başlangıç olan bu misilli cümleler) yolların en kolayı, mesleklerin en yaklaştırıcı olanıdır. Şerîatın sütunlarını ilim ve amel ile güçlendirin! Sonra da ilmî hükümlerin ve amellerdeki hikmetlerin derinliklerine himmetlerinizi yöneltin! İlim meclisi bir adamın bilgisizce farz ibâdetlerden ayrı olarak yaptığı yetmiş senelik nâfile ibâdetinden daha üstündür. "
[3]
"Ağızdan çıkan iki söz vardır ki, dînde iki gediktir. Bunlardan biri "vahdet" üzere konuşmaktır. Diğeri de tahdîs-i ni'net hudûdunu aşan şathiyâttır. "
[4]

"Eğer kişi, bir dağdan bir dağa bir adımda gidebiliyor olsa da onun, bunu yapmaya kalkışmaması ve yerinde oturması daha fazîletlidir. Yine
salâhiyetli dahi olsa kişinin, Allah'ın zâtı ve sıfatları hakkında konuşmaktansa sükût etmesi daha fazîletli bir davranıştır. "
[5]
Seyyid-i Kebîr, vecd hâlinde şuurun kaybolduğunu, aklın devre dışı kalması sonucu kişinin ağzından bu tür sözlerin çıktığını ifâde etmektedir:
"Vecd hâli şuurun kaybolmasından ileri gelir. Eğer şuursuzluk hâli devâm ederse, o zaman teklîf söz konusu olmadığı için ma 'zeret geçerli olur. Muâheze edilmese bile kendisine tâbi' de olunmaz. Ne zaman şuursuzluk kalkar, akıl ve şuur o kişiye yeniden avdet ederse edeb şartlarını yerine getirmeli içinde bulunduğu durumun hakıkatını ortaya koymalı ve bu ibtilâdan dolayı kendini levm edip azarlamalıdır; yani kendisini sorgulayıp hesâba çekmelidir. Bu işin hakîrliğini ve basitliğini, sarhoşluk nedeniyle emre muhâlefet ettiğini insânlara bildirmelidir.
Bu hâl bazen de husûsî durumlarda ortaya çıkar. Bâzı âyetlerin sırları kendisine gösterilen kişi, kâşif-i hakıkiye terakkî edemeyerek yanılgıya düşer. Bu durumda akıl ne yapacağını bilemez şaşırır kalır. Bu durum nefsin de hoşuna gittiği için ağızdan ölçülü ve tartılı sözler yerine uygun olmayan sözler çıkar. Buna mübtelâ olan zavallı da müşâhede ettiği şeylerin mevcûdiyetini kendisinden zanneder. (işte bu onun yanılgısıdır.) "
[6]

"Şathiyyât ile uğraşan kimse, şer'î hudûdu aşmadıkça şathiyâtıyla baş başa kalır. Kemâl ehli büyükler, onların hizmetine devâm ederler.
"Arifin, dinleyenin aklının alamayacağı şeyleri söylememesi gerekir. Çünkü bu bir fitne meydâna getirebilir. însânların çoğu câhil olduklarından, ilm-i zevâhir ile meşgûl olup ilm-i bâtını terk ederler. Arifin kelâmının ince ma 'nâlara delâlet ettiğine ihtimâl vermezler. Çünkü âriflerin kelimeleri lâhûtî, işâretleri kudsî, ibâreleri ezelîdir. "
[7]

Seyyid-i Kebir, tevhide dâir fitneye düşürecek söz söyleyenleri hoş karşılamadığı gibi, Allah'ın zâtı ve sıfâtları husûsunda sözün derinliklerine dalanları da kınamıştır. Nitekim Şeyh Abdülkerim bin Muhammed er-Râfii'nin "Sevâdü'l-ayneyn fî menâkıbi 'l-gavs ebi 'l-alemeyn" adlı eserindeki şu rivâyet bunu destekler mâhiyettedir:
Şeyh Müferrec b. Nebhân Şeybânî bana şöyle haber verdi:
"Şeyh Seyyid Abdülkâdir Geylânî'nin (r.a) meclisindeydim. Şeyh Ali Heytî (r.a), Şeyh Ali b. İdrîs Ba 'kubî (r.a) da oradaydı. Birden Betâihli bir kişi içeriye girdi ve Şeyh Seyyid Abdülkâdir Geylânî'ye selâm verdi ve oturdu. sonra Şeyh Seyyid Abdülkâdir Geylânî, Seyyid Ahmed er-Rifâî'den (r.a) suâl etti. (Betâihli kişi) bildiklerini anlattı. Şeyh Seyyid Abdülkâdir Geylânî, onun bazı hâllerinden ve menkıbelerinden anlatmasını istedi. Birçok şey anlattı. Betâihli kişi güzel konuşan ve bilgi sâhibi biriydi. Sonra bir ara söz Hallâc'a geldi. (Şeyh Seyyid Abdülkâdir Geylânî) Seyyid Ahmed'in Hallâc hakkındaki görüşlerini sordu. Betâihli, Şeyh Seyyid Abdülkâdir Geylânî'yi kasdederek "Seyidim ne buyururlar?" diye sorunca şöyle dedi: "Ben derim ki o bir ârifti. Akıl kuşu beden ağacındaki yuvasından semâya uçtu ve meleklerin saflarını yardı geçti. "Rabbimi gördüm" nûrundan gelen tecellîlere dayanamadı ve yukarıdan aşağıya indi ve hayret üzerine hayret etti. Yeryüzüne inişi tamâm olunca (devâm eden) o sarhoşluğuyla o sözü söyledi. Bu hâle yabancı olanların yanında garipsendi ve hak ile dışarı vurduğu, Hakk 'a yönelik kabûl edildi. "
Betâihli zât şöyle dedi: "İki şeyh ihtilâf etmiş oldular. Çünkü şeyhimiz Seyyid Ahmed er-Rifâî, onu hakkında şöyle diyor:
Ben onu ârif bir kişi olarak görmüyorum. Onu (vuslât şerbedinden) içmiş olarak görmüyorum; huzûra ulaşmış olarak da görmüyorum. Sadece bir haykırış veya kulak çınlaması duymuştur. Bunun sonucu olarak da vehmi onu hâlden hâle sokmuştur. (Allah'a) yakınlaşanın korkusu da artmaz ise o aldanmıştır. Onun 'Ene'l-Hak' dediği belirtiliyor. Kendi vehmiyle hatâya düşmüştür. Eğer hakikat üzere olsaydı 'Ene'l-Hak' demezdi. "
Betâihli bu ifâdeleri tamâmlayınca îbnü'l-Verrâk ona doğru kalkarak: "Nasıl olur da Seyyid Ahmed er-Rifâî böyle söyler! Hâlbuki Şeyh Seyyid Abdülkâdir Geylânî senin de işittiğin gibi böyle söylemekte! "
Bu söz üzerine Şeyh Seyyid Abdülkâdir Geylânî öfkelendi ve ona: "Otur ey ibnü'l-Verrâk! Seyyid Ahmed bügün Allah'ın velîler üzerindeki hüccetidir ve bu husûsî makâmın da sâhibidir. Sınırını aşma ey miskîn! "
[8]

Betâihli kişinin söyledikleri Burhânü'l-müeyyec de de şu şekilde yer almaktadır:
"Hallâc el-Mansûrun 'Ene'l-Hak' dediğini naklediyorlar. O vehmi ile hatâya düşmüştür. Hak üzere olsaydı 'Ene'l-Hak' demezdi. Vahdet-i Vücûd'u îmâ eden şiirleri bulunduğu söyleniyor. Bunlar ve benzerleri bâtıldırlar. Hakıkatla alâkaları yoktur. Onun ebedî vuslata mazhar olduğunu, vuslat şerbetini içtiğini, huzûra kabûl edildiğini zannetmiyorum. Tahmînim o anlaşılmayan bir ses ve vızıltı duyunca vehmi kendisini hâlden hâle sokmuştur (o kadar)! "
Sâdât-ı Rifâiyye, Hallâc ve daha başka sûfîlerin söyledikleri bir sözün üzerine binlerce sözün iftirâ olarak eklendiğini, bununla beraber şerîatın onun boynuna indirdiği kılıçla beraber olduklarını ifâde etmişlerdir. Bu konuda Seyyid-i Kebîr şöyle der:
"Evliyâdan bazılarının sözlerini te 'vîl et! Böyle hareket etmekle, az çok süphe vârid olan husûslarda şer'î haddi bertaraf etmiş olursun. Meselâ Hallâc-ı Mansûr hâdisesini ele alalım. Eğer sen onun zamânında bulunmuş olsaydın, kendisinden nakledilen haberin doğruluğu hâlinde, onun katline fetvâ verenlerle birlikte bir taraftan sen de fetvâ verirdin. Diğer taraftan ise ondan şer'î haddi kaldıran te'vîl yoluna gider, kendisinin sadece tevbe istiğfâr etmesiyle yetinirdin."
Yine sâdât-ı Rifâiyye, Muhyiddin İbn-i Arabi (k.s) (1165-1240)'nin velâyetinin ve irfânının tartışılmaz olduğunu belirtmişler, Vahdet-i Vücûd nazariyesi ile de ilgilenmemiyi uygun görmüşlerdir. "İhtisâs sâhiplerinin sözlerini ancak ihtisas sâhibleri anlar" diyerek bu kabilden sözlerin o ayardaki veliler için söylendiğini söylemişlerdir.



[1] Ahmed er-Rifâi, el-Hikemü 'r-Rifâiyye - Hak Yolcusunun Düstûrları, s. 73-74.
[2] Ebu'l-Hüdâ es-Sayyâdi, Rifâî Yolunun Esâsları, s. 78.
[3] Ahmed er-Rifâi, el-Burhânü'l-müeyyed - Kurtarıcı Öğütler, s. 124.
[4] Ahmed er-Rifâi, el-Hikemü'r-Rifâiyye - Hak Yolcusunun Düstûrları, s. 39.
[5] Ahmed er-Rifâî, el-Hikemü 'r-Rifâiyye - Hak Yolcusunun Düstûrları, s. 40.
[6] Ahmed er-Rifâî, el-Mecâlisü's-seniyye - Sohbet Meclisleri, s. 42-43.
[7] Ahmed er-Rifâî, el-Mecâlisü's-seniyye - Sohbet Meclisleri, s. 122.
[8] Şeyh Abdülkerim bin Muhammed er-Râfi, a.g.e., s. 11-12.
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: Ahmed Er Rufaî (ks)

Mesaj gönderen Ahmed »

ALLAH'a (CC) Yaklaşma
"Nefsimi (hakıkata varma yoluna) bezlettim. Hiçbir yolu bırakmadım hepsine girdim. Yolların sıhhatini, doğru niyet ve büyük bir uğraş ile anladım da kendisine uyulan sünnet ile amel etmekten daha sevimli, daha açık, daha yaklaştırıcı bir yol bulamadım. (Yine) tevâzu ehlinin, boynu bükük, (mutlak hakikat karşısında) hayrete düşmüşlerle, acziyetini i'tirâf eden kişilerin huylarıyla ahlâklanmaktan başka çıkar yol bulamadım. Sıddîk-i Ekber dâimâ şöyle derdi:
"Huzûruna varmak için, acziyetten başka yol yaratmayan Allah 'a hamdolsun!"

Rivâyete göre Allah Teâlâ Mûsâ'ya (aleyhisselâm) şöyle buyurmuş: "Ey Mûsâ! Benim hazînemde olmayanlarla bana yaklaş! " Hazret-i Mûsâ: "Aman yâ Rab! Sen âlemlerin rabbisin. Hangi şey senin hazînelerinden noksan olabilir? " bunun üzerine Cenâb-ı Hak: "Yâ Mûsâ! Bilmiş ol ki benim hazînelerim, büyüklük, kahr ü galebe, celâl ve ceberût ile doludur. Öyle ise sen bana bunların zıddı olan alçak gönüllülük, kalb kırıklığı ve miskînlik sıfâtlarıyla yaklaş! Ben, benden korktukları için kalbleri kırık, mahzûn olanların yanındayımdır. Yâ Mûsâ! Bana yakınlık peydahlamış olanlar şu vasıflardan daha yüce vasıflarla yaklaşamamışlardır."

"Ey efendiler! Şânı yüce olan Allah 'a giden yollar, mahlûka tın nefesleri sayısınca çoktur. Fakat ben şu iki yoldan daha yakın, daha vâzıh, daha kolay daha düzgün ve daha ümitlisini görmedim. O iki şiâr şunlardır:

  • a) Züll ve inkisâr; mahziyyet ve gmlü kırıklık,
    b) Huzû' ve iftikar; tevâzû' ve (Allah 'a) muhtâçlığını i 'tirâf.


"Efendiler! Yöneldiğim hiçbir güç yol ve nâzik meslek bırakmadım. Hepsinin peçesini açtım. Himmet askerlerinin yardımlarıyla, sarkıtılmış perdelerini kaldırdım. Her kapıdan Allah 'ın huzûruna girdim. Yolların tümünde büyük kalabalıklar gördüm. Zillet ve inkisâr kapısını tenhâ bulunca, huzûra buradan sokuldum. Vardığım yere vardım ve istediğimi elde ettim. (Döndüğümde) diğer istekler hâlâ kapının önünde bekliyorlardı. "


Kaynak: Ahmed er-Rifâî, en-Nizâmü'l-hâs - Hak Yolcusunun Düstûrları, s. 152-153.
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: Ahmed Er Rufaî (ks)

Mesaj gönderen Ahmed »

"Tarîkımız; istememek, reddetmemek, iddihâr etmemek (biriktirmemek)tir. "

"Size ticâret ve zanâat gibi, ihtiyâçlarınızı sağlayan sebeplerden ilginizi kesin demiyorum. Sizlere her şeyde gaflet ve haramdan alâkanızı kesin diyorum. Size çoluğunuzu-çocuğunuzu ihmâl edin, güzel elbise giymeyin de demiyorum. Size diyorum ki âile efrâdınız sizi Allah 'da uzaklaştırmasın. Allah 'ın yarattığı fakîrlere karşı elbise ile böbürlenmekten kaçının! Diyorum ki fakîrlerin kalblerini burkutacak biçimde elbiseler üzerinde ziynet izhâr etmeyin! Ucub ve gafletin kalblerinize karışacağından endişe ederim. Diyorum ki elbiselerinizi (maddî ve ma 'nevî kirlerden) paklayın! Yoksa Allah 'ın verdiği ziynetleri, helâl süsleri ben nasıl yasaklayabilirim? "

"Gerçek tevekkül sâhibi, kendi geçimini te 'mîn etmek sûretiyle başkalarına yük olmaz, kendinde ihsânda bulunana kul-köle olmayıp, kendisine gelebilecek herhengi bir ni'meti engelleyeni de kötülemez. Çünkü o gerçekte ni 'meti verenin de alanın da Allah olduğunu bilir. "

"Evlâdım! San'at ile uğraş! Helâl para kazanmaya bak! İğne dahi satsan, testi bile yapıp satsan başkasının sırtından geçinmenden çok çok daha iyidir. Nice başlarına taç giyip sarık saran, üzerlerine dervîş hırkası giyen ve bununla dervîşlik iddiâ edip insanlardan dilenenler vardır ki onlar Allah'tan, Resûlullâh'tan, şerîattan, tarîkattan, hakikatten çok çok uzaktırlar. Onların inlemeleri dünyâ içindir. Onların yalvarmaları cepleri içindir.

Hakikat ehli olanlar bilirler ki Hak ehli Hak için çalışır. Allah erleri emeklerini sarfettikten sonra rızıklarını Allah'tan beklerler. Tembel tembel oturup 'biz rızkımızı Allah 'tan bekliyoruz' demezler. Vallâhi böyle yapanlar Allah 'a iftirâ edenlerin ta kendileridir. Kişinin kendisini alan kişi olarak görmesi himmet değildir. Bilakis veren kişi olarak görmesi himmettir. Sakın ha sakın! Tembellerle bereber olma! Çalışmayan sûfî, halâl kazanç elde etmek istemeyen sûfî ne kadar çirkin bir insandır. Onların varacağı yer hayvanların barınma yeridir. Keşke bir dervîş dileneceğine elini kesse. Keşke bir dervîş dileneceğine dilini kesse.

'et-Tahiyyâtü'daki 'et-Tayyibât' kelimesini okumuyor musun? Bunun ma 'nâsı helâl kazanç ile Allah 'a yaklaşmaktır.

Behemehâl, geçimini sağlayacak imkânların ölçüsünde yürütebileceğin bir san'at sâhibi ol! Geçimini sağlayacak en ufak bir san'at sâhibi olmak, himmet ehlinin ulaştığı sıfatların en şereflisidir. Geçimini sağlayacak bir san 'at sâhibi olmak demek ötekinin-berikinin vereceği nevâlenin yükünden kurtulup izzet ve kerem sâhibi Allah'a yönelmek demektir.

Ey Allah'ın yolcuları! Acemlerin dokumacılığını, Rûmların san'atını, Arabların işlemeciliğini alın,bu bez ve kumaşların en güzellerini dokuyun, bunlarla para kazanın ve bu paraları Allah yolunda harcayın! Başka milletlerin sâhib bulundukları san'atların daha üstününe sâhib olun! Onların sanâyini kendi ülkenize getirin, daha üstününü siz kurun! Muhtâc durumdaki kardeşlerinize helâl kazançlarınızdan veriniz, sofralarınıza onları da iştirâk ettirin!. Çoluğunuza-çocuğunuza helâl yedirin! Allh 'ın helâl kıldığı rızıklardan siz de yiyin!
"


Alıntı:Ahmed er-Rifâi, en-Nizâmü'l-hâs - Hak Yolcusunun Düstûrları, s. 139-140; Ebu'l-Hüdâ es-Sayyâdi, Rifâî Yolunun Esâsları, s. 70-73.
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: Ahmed Er Rufaî (ks)

Mesaj gönderen Ahmed »

FÜTÜVVET:
Fütüvvet, mahlûkâtı ma 'zür, kendini kusûrlu görmek, onları mükemmel kendini noksân kabûl etmek, ister iyi, ister kötü olsun; ister itaatkâr, ister isyânkâr olsun mahlûkâtın hepsine şefkatle davranmaktır. Bilmiş ol ki şayet bir köpeğe kötü muâmele eder, onu azarlarsan fütüvvet ehlinden sayılmazsın.
Fütüvvet bütünüyle şu iki hasletten ibâretti:
  • a) Mü 'min kardeşlerinin günâh ve kusûrlarını görmemek, onları af ile karşılamak,
    b) Kendisini başkalarından üstün görmemek.


MA'RİFET:
Ma'rifet, kalbin ünsiyet ve ülfet arâzisinde kudret ve celâl örtüsü içinde cevelân ederek uçmasıdır. Bu hâl kulakların bâtıl şeyler dinlememesi, gözlerin şehvânî şeylere bakmaması ve dilin bâtıl sözleri söylememesi ile elde edilir. Ma'rifet üç dalı olan ağaca benzer. Bunlar tevhîd, tecrîd ve tefrîd dallarıdır. Tevhîd, ikrâr ma 'nâsına; tecrîd, ihlâs ma 'nâsına; tefrîd ise her hâl ü kârda tam olarak Allah 'a bağlanıp her şeyden (kalben) alâkanın kesilmesi ma'nâsına kullanılmıştır. Ma'rifet derecelerinin birincisi tevhîddir. O da ortakların (şerîklerin) yok edilmesi demektir. Tecrîd esbâbın kat' edilmesidir. Tefrîd ise O'nsuz (Allah'sız) olmamak, zâtıyla aynîleşmek ve O'nunla benzerlik kurmamak şartıyla bütünleşmektir. Buna göre ma 'rifet, bir melikin bahçesine ektiği toprağı verimli, meyvesi tatlı ve bol, yaprakları güzel, dalları yüksek, gövdesi hâlis, suyu tatlı, kokusu güzel, kıymeti sebebiyle sâhibinin kendisine şefkat gösterdiği, çiçeğinin güzelliğiyle mesrûr olup ona gelebilecek bütün âfet ve belâları def' ettiği ağaca benzer. Allahü Teâlâ'nın mü'min kulunun kalb bahçesine ektiği ma'rifet ağacı da tıpkı bunun gibidir.

Sakın ha! Aç durmayı, bazı maddî - dünyevî ni'metlerde kendini mahrûm bırakmayı, sert kumaşlardan yapılmış eski püskü ve kirli elbiseler giymeyi, darlık ve yokluk içinde yaşamayı ve kendini salıvermeyi Allah yolunun yolculuğu sanma! Zira hiç şüphe yok ki Allah ile ünsiyetsiz ve edeb-i Muhammedî'den nasîbsiz bir açlık, köpeklerin vasfıdır. Öyleyse edeb-i Muhammedî ile edeblenerek kadrini yücelt.

KEŞF:
Keşf, ma'nevî bir güçdür ki terkîbindeki özellikle kalb gözünün nûrunu (basîret nûrunu) görünmeyen kazâ âlemine doğru çeker götürür. Bu basîret nûru aynan ışık karşısına konmuş temiz bir camın ışıkla birleşmesi gibi, gayb âlemiyle birleşir (oraya nüfûz eder). Sonra gayb âlemine akseden bu nûrunu parlaklığı parıltısyla gönlün en temiz merkezine geri dönerek çarpar. Daha sonra yayılarak akıl âlemine doğru yükselir. Akıl âlemiyle aralarında bir bağ husûle gelir. Tahakkuk eden bu bağ sonucunda akıl nûrunu kalbin bütün sâhasına dağılacak biçimde te'siri vücûd bulur da kalb, güzellikler âlemini insana aydınlatır. Gözlerden gizli kalan şeyleri o kişi görür, idrâklerin tasavvur edemeyeceği incelikleri anlar, başkalarından saklanmış hakikatleri müşâhede eder.

Tabiattaki ilâhi kanunlar hükmünü icrâ ederken i'tirâz etmemek ve sızlanmamak, kâinâtta her şeyin en mükemmel şekilde vücûda geldiğini düşünmek, tevekkülün nihâî mertebesi: (Farazâ), halk-ı âlem ikiye ayrılsa, bir gurubu başımda buhurlar dolandırıp bana anberler, en güzel kokular sürseler; diğer bir gurubu da etlerimi ateşten makaslarla doğrasalar, ne bunlar benden bir şey eksiltebilirler ne de ötekilerin bir katkısı olabilir. Zira biliyorum ki bunların hepsi kaderin tabîi mecrâsında cereyân etmektedir. Allahü Teâlâ 'ya teslîm bıçağı ile hâdiselere karşı koyma bağını keserseniz onu gerçekten zikretmiş olursunuz.


ŞÜKÜR:
Şükür, ni'meti vereni görmektir, ni'meti değil! Şükür ni'meti vereni arayıp, dünyâyı ve içindekileri terk etmektir. Ni 'met bahş edeni aramak ise zühd ile mümkün olur.
Ni'metin şükrü, kadrini bilmektir. Kim ni'metin devâmını arzu ederse, onun kıymetini bilsin. Ni'metin kadrini bilmek isteyen de, ni'mete karşı şükr etsin.

VELAYET:
Velâyetten haberi olmayan bir takım insanlar velînin kimsenin bilmediği şeyleri söyleyen, yapmadığı şeyleri yapan, kimsenin engellemediği şeyleri engelleyen ve hiçbir şahsın ulaşamadığı şeylere ulaşan insan üstü bir varlık olduğunu zannederler. Diğer bir gurup ise velîyi irâdesi elinden alınmış meczûb bir kişi olarak telakkî eder. Üçüncü bir gurup da toplumda hor ve hakîr görülen kişiyi velî zanneder. Halbuki velî Allah'ın kitâbı ve Resûlullah 'ın (sallallahü aleyhi ve selem) sünneti ile amel eden kemâl, hikmet ve kemâl sâhibi akıllı bir kişidir. Şerîata aykırı her şey aslâ hakikat yolunda değildir şerîattan başka bir yol yoktur. Ben bu söylediklerimi toplumun mahviyet sâhibi ve meczûb kişilere olan hüsn-i zannını yıkmak kasdıyla söylemiyorum. Evet, gerçekten evliyâullahın bir kısmı mahviyet sâhibi, meczûb ve adı-sanı unutulan kişilerdir. Fakat velâyetin en üstün mertebesi Resûlullah 'ın (sallallahü aleyhi ve selem) yaptıklarını yapmak, söylediklerini nakletmek ve onun hâlleriyle hâllenmektir. îşte bu ölçülerden birini noksan yapan velînin mertebesi de o nisbette düşük olur.

Velîlik iddiâsında bulunan, kerâmetini ortaya koyar. Asıl velî ise kerâmetini ortaya koymayıp kerâmeti kendiliğinden sâdır olandır. "

"Velîler, kadının hayız kanını gizleyip sakındığı gibi, kerâmet göstermekten sakınırlar. Kâmil zat (velî), kerâmeti kendine izâfe etmez. Allah 'ın kuluna bir ikrâmı olduğunu bilir.

"Eğer kişi, bir dağdan bir dağa bir adımda gidebiliyor olsa da onun, bunu yapmaya kalkışmaması ve yerinde oturması daha fazîletlidir."

Şüphesiz yakınlık makamına ermiş kimseye yakın olmak da yakınlıktır. Sevgilinin dostları yanında sevgili olan da sevgilidir. Onlar için sevimli olana, kendilerini sevenler için de sevimlidir. (Öyle ise Allah 'ın velî kullarını seven) Allah Teâlâ nezdinde de mahbûbdur. O kişinin sevgisinin bereketi kendisini mahbûbiyyet makamına ulaştırır.

Evet, Allah dostlarının sevgisini, Allah 'a ulaşmaya vesîle yapabilirsin. Zira hiç şüphe yok ki şânı yüce Allah'ın kendi kullarına muhabbet ve sevgisi, ulûhiyet sırlarından bir sırdir. Bu sır, bir sıfat olarak yine Hakk'a avdet eder. Allah 'ın ulûdiyetinin sırrı ile rubûbiyyetinin sıfatı ise Allah 'a giden yolda ne güzel vesîledir

ZÜHD:
"Zühd, Allahü Teâlâya yönelmek isteyenlerin atacakları adımların ilkidir. Zühdün temeli takvâdır. Takvâ da bütün hikmetlerin başı Allah korkusudur. "

"Arifler demişlerdir ki: Zühd, (dünyevî) istekleri azaltmaktır. Kepekli ekmek yemek, sert elbise giymek değildir. Allahü Teâlâ dünyâda zühd yolunu
tutanın kalbine hikmet ağacını dikecek bir meleği vazîfelendirir. Zâhid dünyâyı terk eden, ona sâhib çıkanlara aldırış etmeyendir."


"Zühd, kaba kumaşlardan yapılmış elbiseler giyerek dağda bir mağaraya çekilmek ve dağ meyveleri yiyerek orada yaşamak demek değildir. Bilakis zühd, dünyanın bütün ni 'metlerine sâhib bulunmuş olsan bile, elini kirli - haram, şüpheli ve gayr-i meşrû' taraflarına bulaştırmamak ve kalbinde onun sevgisine yer vermemek demektir. "

"Zâhid, Allahü Teâlâ 'dan kişiyi alıkoyan her şeyi terk edendir. "



Kaynaklar:
Ahmed er-Rifâî, el-Burhânü'l-müeyyed - Kurtarıcı Öğütler, s. 45;
Ahmed er-Rifâî, el-Hikemü'r-Rifâiyye - Hak Yolcusunun Düstûrları, s. 49.
Ahmed er-Rifâi, en-Nizâmü'l-hâs - Hak Yolcusunun Düstûrları, s. 144.
Ahmed er-Rifâi, el-Burhânü'l-müeyyed - Kurtarıcı Öğütler, s. 83.
Ahmed er-Rifâi, el-Burhânü'l-müeyyed - Kurtarıcı Öğütler, s. 99..
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: Ahmed Er Rufaî (ks)

Mesaj gönderen Ahmed »

Şifâu'l- Eskam fî Sîret-i Gavsi'l- İmâm'da Ahmet Er-Rufai Nasihatleri:

Ve Hazret-i Seyyid buyurur: "Kalb sâlih oldukda mahall-i esrâr ve mehbet-i envâr-ı ilâhi olur; ve mugayyibâta ıttılâ'ı olur. Ammâ kalb gâfil oldukda mahall-i şeyâtin olup bâtıl işleri ilka ederler; ve sebeb-i şekavet olur."


Resim

Eskam: (Sakam. C.) İlletler, hastalıklar, dertler.
Sîret: Bir kimsenin içi, hâli, hareketi, ahlâkı. * İnsanın tutmuş olduğu mânevi yol.
Gavs: Suya dalmak. Dalgıçlık. * Mc: Bir mes'elenin derinliğine ve hakikatine muttali' olup bilmek. * İyi anlamak. * Maslahata gayret ile girmek.
Mahal: Yer. Mekân. Cây.
Esrâr: (Sır. C.) Sırlar. Gizli hikmetler ve mânalar. Bilinmeyen şeyler.
Envâr: (Nur. C.) Nurlar, ışıklar, aydınlıklar. Maddi veya mânevi karanlıktan kurtarmaya vâsıta olanlar.
Mugayyibât: Gizli şey. Görünmeyen ve saklı olan nesneler.
Ittılâ': (Tulu. dan) Haberli olmak. Öğrenmek. Haberi, malumatı bulunma. * Yukarıdan aşağı bakmak.
Şeyâtin: Şeytanlar.
İlka: Koymak, bırakmak. Terk etmek. Öne atmak.
Şekâvet: Her çeşit kötülük içinde olmak. Belâ ve zillete düşmek. Sıkıntıda kalmak. * Haydutluk, eşkiyalık.


Ve buyurur ki:
"Dervişlik bir nice haslete mebnidir. Evvelki, tecdid-i tevhidde ola, Vâcib Teâlâ Hazretleri'ni bile; ve isâr ede.
Îsâr odur ki eylediği hayrât ve gerek hizmetlerini hatırına getirmeye; ve terk-i ihtiyâr ede; ve cehd eyleye ki vecd zamanında tizrek vecde gele; ve havâtırâtı terk ede; ve kalb kapısında mu'tekif ola; ve bâb-ı keşf açık ola; ve ekser evkatta sükûta mukayyed ola; ve bir şeyi iddihâr eylemeye ve iddihârı haram bile; ve dervişlik ondan ma'lûm olur ki sıdka mukarin ola; ve halkın mâlâyâ'ni kelâmlarını istimâ' eylemeye, sağır makamında ola; ve elinde olmayan şeyi taleb ve temennâsında olmaya; ve eline geçen nesneyi fukarâya bezl ede; ve terk-i tedbir eyleye, müdebbir Hak Teâlâdır; ve cemi'-i umûrda Hak'tan gayrıya ilticâ eylemeye; ve derviş olan kimse halkın melbûsât ve mefrûşâtına göz dikmeye; ve hulk-i muhtelit olan dervişin ayıbı zâhir olur; ve derviş âyineye misâldir. Her ne görse kendi vücûdunda görür; ve ne kadar âyinesini mücellâ ederse ol kadar mugayyibâtı müşâhede eder; ve derviş 'ahvâlim niye müncerr olur' diye fikr eylemeye; ve derviş nefesini kibrit-i ahmerden aziz bile. Bir saatini fevt eylemeye!


Resim

Haslet: Huy. Ahlâk. Yaradılıştan olan tabiat.
Mebni: Yapılmış. Kurulmuş. * Bir şeye dayanan. Nazar ve itibâr ve isnad olunarak. * ... den dolayı... e binâen. * Gr: Son harfi harekesi değişmeyen kelime. Tasrife tâbi olmayan (fiil çekimine uğramıyan) kelime.
Tecdid: Yenileme. Yenilenme. Tazelenme.
Tecdid-i Tevhid: Her AN yeniden Yaratılış “KÛN!” TEVHİDine İŞTİRAK fiilen İnşâeALLAH..
Vâcib: (Vücub. dan) (C.: Vâcibât) Lüzumlu, mecburi olan. * Fık: Yerine getirilmesi her müslüman için gerekli ve borç olup, yapılmadığı takdirde büyük günah olan ALLAH'ın emirleri. Yapılması zannî delil ile belli olan. Terki câiz olmayan. Yapılması şer'an kat'i derecede bir delil ile sâbit olmamakla beraber, her halde pek kuvvetli bir delil ile sâbit bulunan şeydir. (Vitir ve Bayram namazları gibi.) * İlm-i Kelâm'da: Varlığı zaruri olup, olmaması imkânsız bulunan.
Vâcib Teâlâ : Gerçek VAR olan ALLAH celle celâluhu.
İsâr: Kendisi muhtaç olduğu halde başkasına nimet vermek, cömertlik, ikrâm. * İhtiyar etmek. * Yumuşatmak. * Dökmek, serpmek. Saçmak.
Hayrât: (Hayr. C.) Sevap için ALLAH rızâsı yolunda yapılan iyilikler. Haseneler.Hayır iki çeşittir. Birincisi: Mutlak hayırdır; her halde, herkes için rağbet edilir ve sevilir, herkes için iyidir. İkincisi: Mukayyed olan hayırdır; birisinin yanında hayır olan, başkası için şer olabilir. İsraf ve sefâhette kullanılan çok mal gibi.İlmî, imanî, dinî, manevî ve maddî çok hayır ve menfaat verenlere de ehl-i hayır denir.
İhtiyâr: Yaşlanmış kimse. Yaşlı. * Ist: İstek, arzu. Razı olmak. Katlanmak. Seçmek. Tensib etmek. Seçilmek. (Bak: İrade).
Terk-i ihtiyâr: ALLAH celle celâluhu dan başkasını tercih edip seçmeyi bırakıp terk etmek.
Cehd: Fazla çalışma. Güç ve kuvvetini sarfetme. İnsanın nefsine hâkim olması. * Azim, gayret, fedakârlık.* Takat.
Tizrek: Arka arkaya tezce yenilenen, sürekli olan.
Vecd: Aşk, muhabbet. Kendinden geçecek, unutacak kadar İlâhî bir aşk hali. * Yüksek heyecan. İştiyakın galebesi.
Havâtır: Hâtıralar. Fikirler. Düşünceler.
Mu'tekif: İtikâfa çekilmiş olan. İtikâf için bir camiye veya bir odaya kapanıp ibâdete çalışan. Devamlı olan.
Keşf: Açmak. * Olacak bir şeyi evvelden anlamak. Gizli kalmış bir şeyin Cenab-ı Hak tarafından birisine ilham olunması ile o gizli şeyin meydana çıkarılması.
Kâb-ı keşf: Keşif Kapısı.
Ekser: Pek fazla. Daha çok. Kesrette olan. En çok.
Evkat: (Vakit. C.) Vakitler.
Sükût: Susma. Konuşmama.
Mukayyed: Kayıtlı. Serbest olmayan. Sınırlı. Bağlı. * Deftere geçmiş, kaydedilmiş olan. Bağlanmış. El veya ayağında zincir, kelepçe bulunan. Mevkuf olan. * Bir işe ehemmiyet veren. İşine önem verip bakan.
İddihâr: Biriktirmek, toplamak, yığmak. * Kıtlık zamanında yüksek fiatla satmak üzere zahire toplayıp saklama.
İddihâr-ı haram: Haram mal toplamak, biriktirmek.
Ma'lûm: Bilinen, belli olan.
Sıdk: Doğru söz. Hakikata muvâfık olan. Bir şeyin her hususu tam ve kâmil olması. * Ahdinde sâbit olmak.
Mukarin: Yakın olan. Bitişen. Ulaşan. Ulaşmış olan.
Mâlâyâ'ni: (Mâlâyâni) Mânasız, faydasız, boş söz.
İstimâ': (Sem'. den) Dinlemek. Kulak vermek. Dinleyip kabul etmek. İşitmek..
Temennâ: Eli alnına götürerek selâmlama işareti yapma. * Minnettar olma.
Bezl: Bol. Bol bol verme. Esirgemeden vermek
Tedbir: Bir şeyi te'min edecek veya def' edecek yol. * Cenab-ı Hakk'ın Hakîm ismine uygun hareket, riayet. * Bir şeyde muvaffakiyet için lâzım gelen hazırlık.
Terk-i tedbir: HAKKa güvenip kendi başına tedbir almamak.
Müdebbir: Evvelden düşünüp işleri ona göre ayarlayan. Her şeyin evvelden tedbirini yapan, gören. * İlmi ile her şeyin akibetini ihâta edip ona göre hikmetle iş yapan ALLAH (C.C.).
Umûr: İşler, ÖMÜR.. hayat. (Emir. C.) Emirler. İşler. Hususlar. Maddeler.
Cemi'-i umûrda: Tüm işlerde.. ömürde.
İlticâ: Sığınmak. Melce' ve penaha varmak. Birinden himâye istemek.
Melbûsât: Giyilecek şeyler. Elbiseler.
Mefrûşât: (Ferş. ten) Ev döşemeğe yarayan şeyler. Kilim, halı v.s.
Hulk: Huy. Ahlâk. Tabiat. Yaratılıştan olan haslet. Seciyye. Cibilliyet. * İnsanın doğuştan veya sonradan kazandığı ruhî ve zihnî hâller.
Muhtelit: Karışmış. Karışık. Karma.
Âyine: Ayna.
Mücellâ: Parlak, Cilâlı. Cilâlanmış.



Ve dervişe vâcibdir ki dilini söylemden kat' ede; ve Hak'dan gayrı söze mukayyed olmaya ve söz söyledikte bilip söylemektir; ve bir şeyi suâl etseler, ta'cil edip cevâb vermeye ve bi-fikr kelâm etmeye; ve kendinden ârif bir zât görse sözünü istimâ' edip ondan istifâde eyleye; ve kelâmında hatâdan hazer edip galat va zelelden ictinâb ve bilmediği nesneden tekellüm eylemeye; ve kable'l-mevt vakayi'ına mütefekkir ola ki zelel ve hatardan masûn ve hasenâta vâsıl olur.

Resim

Kat': Kesme, ayırma. * Geçme. Yol almak. Yüzerek geçmek. * Delil ve bürhan ile ilzam etmek.
Mukayyed: Kayıtlı. Serbest olmayan. Sınırlı. Bağlı. * Deftere geçmiş, kaydedilmiş olan. Bağlanmış. El veya ayağında zincir, kelepçe bulunan. Mevkuf olan. * Bir işe ehemmiyet veren. İşine önem verip bakan.
Suâl: İsteme. İstek. * Soru. Sorulan şey. * Dilencilik.
Ta'cil:Acele ettirme, hızlandırma.
Bi-fikr: Fikirsiz.
İstimâ': (Sem'. den) Dinlemek. Kulak vermek. Dinleyip kabul etmek. İşitmek.
Galat: Hata. Yanlış. * Kaideye uymaz söz.
Zelel: Eksiklik.
İctinâb: Çekinmek. Sakınmak. Uzak olmak.
Tekellüm: (C.: Tekellümât) Konuşmak. Söylemek.
Kable'l-mevt vakayi: Ölmeden evvel ölmek… tefekkürü.
Mütefekkir: Düşünen, derin mes'eleleri düşünen. Tefekkür ve teemmül edici olan. * Kuvve-i bâtınayı sarfeden. Âlim. Çok bilgili. (Bak: Tefekkür)
Hatar: Tehlike. Uçurum, Emniyetsizlik. Korku.
Masûn: Korunan, mahfuz, emin, muhafaza olunan. * Sâlim, sağlam.
Hasenât: Güzellikler. İyi ameller. İyilikler.
Vâsıl: Ulaşan, erişen, kavuşan. Hakka vâsıl olan.



Ve şeyh olan zât müridine dört mevzi'de erişe: evvel [ki], nez'inde; ikincisi, Münker'in süâlinde; üçüncüsü, a'mâli vezn olunur iken ve dördüncüsü, sırattan ubûr ederken."

Ve buyururlar: "Nefs üç kısımdır: emmâre, levvâme, mütmainne. Emmâre, cühelâ ve âsilerde olur. Levvâme, mü'minlerde olur. Zirâ bir fi'l-i memdûha südûr eyledikte ondan ferâh kesb ederler. Fi'l-i mezmûm sâdır olsa ondan gamkîn olur, teessüf ederler; ve nefs-i mütmainne, âriflerindir; ve ehl-i yakınindir."

Ve buyururlar ki: "Benim meclisim gamkînler meclisidir. Dervîş dâimâ geçen ömrüne gam çeker ki 'eyyâm-ı gaflette mürûr eyledi, bir sâlih amel etmedim' diye teessüf eder."



Resim

Nez’: Can çekişmek. Çekip koparmak, ayırmak.* Çekip almak. Kuyudan kovayı çekip çıkarmak. * Saymak. * Kaldırmak, yok etmek.
Münker: ALLAH'ın (C.C.) râzı olmadığı şey. * İnkâr edilmiş olan. * Şeriatın kabâhat ve haram diye bildirdiği şey. Makbul ve müstehab olmayıp, günah ve kabahat olan. * Mezardaki suâl meleklerinden birisinin ismi. Diğerinin ise "Nekir" dir.
Sırat Köprüsü: Cennet'e gidebilmek için herkesin üzerinden geçmeğe mecbur olduğu ve Cehennem üzerine kurulmuş olan köprü.
Ubûr: Geçmek. Atlamak. * Zorlamak. * Suyun öte kıyısına geçmek.
Cühelâ: (Câhil. C.) Cehele, cühhâl. Cahiller. Bilgisizler.
Memdûh: Beğenilmiş. Medholunmuş. Övülmüş. * Fık: Peygamberimizin (A.S.M.) sevmiş olduğu hareket, iş.
Fi'l-i memdûha: Övülen işler.
Sudûr: Olma, meydana gelme. Sâdır olma. * (Sadr. C.) Göğüsler, sadırlar.
Ferâh: Şen, sıkıntıda olmayan. İç açıcı. Şenlendiren. * İnşirah. Sevinç.
Kesb: Kazanç. Çalışmak. Sa'y ve amel ile kazanmak. Elde etmek. Edinmek. Kazanç yolu. * Fık: Bir insanın kendi kudret ve iktidarını bir işe sarfetmesi.
Mezmûm: Zemmolunmuş. Makbul olmıyarak ayıplanmış. Kötü.
Gamkîn: Keder, tasa, dert, elem, kaygılı..
Teessüf: Eseflenmek. Kederlenmek. * Beğenmemek ve râzı olmadığını ifade etmek.
Eyyâm: (Yevm. C.) Devirler. Günler. * Güç, iktidar, nüfuz.
Mürûr: Geçmek, gitmek. Bir taraftan girip öteden çıkmak. * Sona erme, nihâyet bulma.
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Cevapla

“►Ahmed Er Rufaî◄” sayfasına dön