HALLAC-I MANSUR

Alt Forumda kotegarize edilmeyen diğer Hakk Dostları.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

HALLAC-I MANSUR

Mesaj gönderen nur-ye »

Resim
MÜNİR DERMAN K.S


HALLAC-I MANSUR




Masumlar unutulmaz.
Zâlimler unutulur.



Era kademî:Ayaklarımı görüyorum.
Erake demmî : Kanım akıyor.
Ehane demmî :Yazık oldu kanıma.
Eha netmî :Yazık oldu kendimi anlatamadığıma.


Bu sözler Mansurun sözleridir...

Bu günden 1095 sene evvel hicri 309 da “İlâhi sırları, Ledunnî âlemi...” bilmeyen din ulemasının ve hatta halkın, Evliyâ mertebesine çıkardığı büyük kimselerin büyük bir yobazlık ile verdikleri “Fetva” ile sahneye konan bir vahşetten bahsedeceğim.

Bu sahneyi yaratan ulemanın hırs ve anlayışı; şeriat kanunlarını tahrif ederek cinâyetlerin işlenmesine yol açmıştır.
Lafları şu: “Limahfazâtül- Şeri”

İnsanlık tarihinde:

Ne, Firavunların, ne Nemrudların, ne vahşi yamyamların, ne de Engizisyon mahkemelerinin, harblerde bile tesadüf edilmemişi, hatta vahşi hayvanların bile şikârlarına yapmadığı, yapamadığı vahşet sahnesinden bahsediyoruz.

Vahşi hayvan bile şikârını hemen öldürür.
Sonra onu yer...

Dicle nehri kıyısındaki Bağdat’ta mahkeme kurulmuş.
Ulema toplanmış...
Meşhur “Cüneyd”, Başkan...
Fetva” Verdi.
Mansur” için...
Ne imiş suç?..
Ortalığı sarsan, müthiş bir haykırış: “Enel-HAKK!” demiş...
Vay vayy!..
Nasıl söylermiş?..

Ben ALLAHım” demedi...
Bunu kimse söyleyemez.
Münkir ve Nekir bile ALLAHın kimdir?” diye sormaz, soramaz.
RABBin kimdir?” diye sorulur.
Zira mutlak hakikat ALLAHtır.
Herşey Ondan...
Fakat hiçbir şey O değil.

Bende tecellî eden her kudret, can, herşey haktır!
Doğrudur!
Bunu tasdik ederim!
O hâlde benim varlığım “HAKKdır!
Ben HAKKım!..” dedi.

ALLAH, RABB, HAKK hep başka başkadır.

ALLAH herşeyin HAKKıdır.
Yaratıcısıdır.
Ustası, Sani’idir.
Bu bakımdan herşeyin RABBı dır.

Mansur kendinde;
ALLAH’ın bu verdiği esmâları, kuvvetleri gördü:
Bana akıl verdi.
İrade verdi.
Her şeyi O verdi.
Bunların hepsi doğrudur!” dedi.
Ben HAKKım!” dedi.
Bu mevcut olmam HAKKtır!
En büyük bir tastikdir!”

Hz. Hureyre’ye sahabeler sormuşlar:
Resûlallahın sana verdiği Ledunnî sırlardan bize de söyle!”
Söylersem kâfir oldu diye başımı vurursunuz”.
Cevap kati ve doğru...

Sonra yine bu yobaz ulemâ söylerler:
Sekir hâlinde, cezbe hâlinde söylenen sözlerden kul mesul değildir!”

Cezbe öteden çekilmedir.
Hikâyeler, uydurmalar nasıl suç olmazmış?..
Ledunnî âlemin sırlarını anlamak bile herkesin kârı değildir.
Başta Hz. Hureyre ne demiş düşün!..

Zulmü, zâlimi, işkence yapanı ALLAH sevmez.
Kelâmında bunları kötüler:
İşkence islâm dininde küfürdür.
HAKKa isyandır.

Vahşet sahnesinin icrası için “Fetva” veriliyor.
Halk bile hınç ve tehevvür içinde binlerce insan toplanmış çocuk, kadın, erkek ihtiyar Bağdat meydanına...
Küfür, taşlamalar, lânetler, meydanı sarmış hınç uğultu hâlinde...

Mansur koltuk altlarından asılıyor.
Halk taş atıyor.
Mansur’da hiç bir acı ve ızdırap emaresi yok..
Başka âlemde kendisi.
Evvelâ ayakları bileklerinden kesiliyor, sonra eller bileklerinden...
Mansur mütebessim...
Âdetâ memnun...
Semâya dikili gözlerini oyuyorlar yine ses yok...
Dilini kesiyorlar o anda ruhunu teslim ediyor.
Fakat hınç doymuyor devam ediyor.
Boynunu vuruyorlar, cesedi parçalıyorlar.
Sonra ateşde yakıyorlar külünü savuruyorlar...

İşte asıl bundan sonra olanlar.
Bağdat, halkı ile ulemâsı ile yobazlarıyla lânetleniyor.
O günden bu güne kadar devam ediyor.
Edecektir de...

Kerbelâ Fırat kolunun bir yerinde…

Hülagü, Bağdat’ı tahrip ediyor.
400 bin kişinin kafasını kesiyor.

Haccac orada 70 bin kişinin kafasını uçuruyor.

Hâlâ bu devam ediyor.
Daha devam edecek kıyamete dek....
Yakındır tamamiyle yok olacak...

O zaman Mansur’un hırkası kurtardı Bağdatı Dicle’den...
Şimdi yok o Hırka ve ne de o hırkayı taşıyan sırt...

Bu hadise niçin oldu?...

ALLAH:
“Benim dostlarımla uğraşmak, Zât-ı Ahadiyetimde en büyük hata!” olduğunu anlatmak için....
İnsan oğlunun zulüm, yobazlık, İnsana Hayvana Nebata eziyet edenlere bir misal vermek için bunu murad etti...
Mansur O’nun içini’dama götürülürken kendine bunu reva görenleri, fetva verenleri, seyire gelenleri, taş atanları affetti. HAKK’ın bu muradı için...

Yâ ALLAH! Yâ RABB! Yâ HAKK! Yâ RAUFU-DEYYÂN!
Bana açtığın sırları onlara da açsaydın veya onlardan gizlediğin sırları benden de gizleseydin başıma bu gelmezdi!”
Mansur affetti amma, ALLAH affetmedi bunları yapanları...
Bu sözlerde yukarıda anlattığımız muradın kapalı ifadesi gizlidir.

İnsan her şeyi doğru yapamaz.
Görünürde bazen de çâresiz kalır.
İnsan mezarı önemli değildir.
O insanın anılması önemlidir:
İnsanlar yaşarken Onu bekleyen toprak onu bağrına basar.
Topraktan yaratıldığını unutma!..
Topraktan temiz geldin temiz gitmeye çalış!..

Eba Müslümi Horasanı 3000 kişi ile 50.000 kişilik Kerbelâyı yaratanları kılıçtan geçirdi.
Malazgirtte Alp Arslan 50.000 kişi ile 600.000 kişilik Rum ordusunu yerle bir etti.

Her duanın kabulü ind-i ilâhiyyede muayyen bir müddet için geçerlidir.
Hz.Hasanın kayın babası Türkdü.
Kûfe’ye girdiği zaman Hz. Hasan kucağında ölürken:
ALLAHümme Yuzafferekümmül- Etrakî illel- ebedi!”.
Duası Türkleri yaşattı...

Dünyada hiç namaz kılmadan.
Bir defa secde etmeden.
Büyün bile oruç tutmadan.
Başka bir hayır yapmadan.
Doğrudan doğruya cennete giren kimdir?
Ömer İbni Sabit...

Uhud harbinde müşrik ordusundan kaçıyor.
Resûlü Ekremin yanına geliyor:
Ben bizimkilere karşı harb edeceğim! İlk defa harb edip sonra mı muslüman olayım yoksa evvelâ mı muslüman olayım!” diyor.
Resûlü Ekrem:
Evvelâ Müslüman ol!”
dedi.

Şahadet getirdi ve hemen harbe daldı, ağır yaralandı.
Kendi akrabaları kucakladılar, aldılar götürdüler.
Ne oldun!” dediler...
Harb ettim!
Hem de size karşı!
Hem de Müslüman oldum!” dedi ve ruhunu teâlim etti.
Doğrudan doğruya Cennete gittiğini Resûl buyurdu...

7.7.1984 Cumartesi

Fetva : Bir hâdise, bir muâmele hakkındaki hükm-ü şer'îyi ehli olanın haber vermesi ve o hükme dair verilen mâlumat, bilgi.
Tahrif : (Harf. den) Harflerin yerini değiştirmek. Bozmak. Kalem karıştırmak. * Kendi menfaati veya başkasının zararı için bir ibârenin mânasını değiştirmek. * Başka tarafa meylettirmek.

Limahfazâtül- Şer’i : Şeriatı muhafa etmek adına, onun için, o yüzden.
“ALLAHümme Yuzafferekümmül etrakî illel ebedi : ALLAHım! Türkleri ebedi muzaffer kıl!
Şikâr : av.
Cezbe : Tas: Meczubiyet, istiğrak. Allah'ı hatırlayıp Allah sevgisi ile kendinden geçer bir hale gelme.
Sekr : (Sekir) Sarhoşluk.
Sırt : Omurgalı veya omurgasız hayvanlarda boyundan kuyruk sokumuna kadar uzanan üst bölüm.


Resim
Kullanıcı avatarı
habibi
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1059
Kayıt: 26 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen habibi »

Resim

Velîlerin sözlerinden, yumuşak olsun, sert olsun, vücudunu örtme çünkü o sözler, dininin zâhirîdir.
Sıcak da söylese, soğuk da söylese, hoş gör ki sıcaktan, soğuktan ( hayatın hâdiselerinden) ve cehennem azabından kurtulasın.
Onun sıcağı, hayatın ilkbaharıdır. Doğruluğun, yakînin ve kulluğun sermayesidir.
Çünkü can bahçeleri, onun sözleri ile diridir. Gönül denizi, bu cevherlerle doludur.
Eğer gönlün bahçesinden cüzi bir zevk ve hal eksilse aklı başında olan kişinin gönlünü, binlerce gam kapladı.


MESNEVİ
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/hbbi.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Resim



ZEVK 906

Üç gün sabır!” demiş Mansur, dervişler AŞKı sormuşlar
Enel-HAKKın Hesabına, bir Cuma Divan durmuşlar
ZEVKleri ZİNCİRe bağlı, AŞKını AKLa YORmuşlar
Ed Dârrda “dâra çekmişler, Pazarda BAZAR kurmuşlar!..

01.03.1992 22:00


Hallac-ı Mansur Hazretlerini “Enel-HAKK”tan hapse soktuklarında çok yakın dostları olan DERVİşler:
Hallac darmadağın ettin DEVRANı nedir seni böyle yapan AŞK?” dediler.
Hallac: “3 gün sabredin!” dedi.
Ve 3. Gün Divan kuruldu idamına karar verildi yoktan yere..

Koca Âşık: Kanımız AŞKa helâldir! Kan Davası Yoktur AŞKta!
Yâ Rabb bana bildirdiklerini bunlarada bildirseydin kanım hebâ olmazdı!” buyurdu.
İlk DAMLA kAN yere düştüğünde herkesi delirten bir:
ALLAAAAH ! ! ! !” sesi çınladı tüm Zerre ve Kürrelerden.. Kâinat ağladı…
Ruhu şâd olsun…


Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Resim



ZEVK 3484

ŞE'ENinde şaştım kaldım! Zaman bindi “ANıma Dost!
Cevr-i Cihan, Çark-ı Çile! Cisim çöktü “CANıma Dost!

"ENEl- HAKK!" ın YANgınına, HALLAC Atıyor bak MANSÛR!
KEŞKE BİLselerdi AŞKı! Yazık oldu “KANıma Dost!..”

17.01.09 17:37
Ç ö l d e…


Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Resim

Resim


HALLAC-NâMe!..

HüSEYiNim KaLeM KaŞın OL-urum
ŞaH ŞeHiDim AŞuRE AŞIn OL-urum
GöVde-SîNden AYRı BaŞın OL-urum
KâR-BeL Kesilir, “KâRa yANarım!..

Resim

DöNen DeVR-ÂN, DOSTa DiV-ÂN DURulur
İSRâ-FiiL SeYR-ÂN da, Sûra VURulur
SıRa BeN de Bu GüN, BaNa KURulur
HALLAC En-SESinde “DâRa yANarım!..

Resim

DeM bu DeMdir, DeM bu DeMde “DeMi cAN
cİSİM Tuzak, AVcı - AVa “YeMi cAN
Sırt Sırta CeNNeti – CeheNNeMi cAN
NûRun aNa-SîNa “NâRa yANarım!..

Resim

DeVR-ÂN da SeYR Eden SaYR-ÂNâ mısın?
cAN Evin CeVL-ÂN da HaYR-ÂNâ mısın?
AT-EŞ LÂL-e si mi? PaRV-ÂNâ mısın?
SU” TesTisi BUZ dan, “YâRa yANarım!..

Resim

KuL İhvÂNi SeFil ÜNLE-diğin KiM?
DOSTun KUL-AĞIyla DİNLE-diğin KiM?
İKİ-nin İÇ-inde İNLE-diğin KiM?
ZIDların ZEVKinde “ZâRa yANarım!..


07.02.10 17:07
Ayazağa zvklr..



Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
alpervahit
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 436
Kayıt: 17 Şub 2007, 02:00

Mesaj gönderen alpervahit »

Resim

Şakkal-KaMeR!.. ŞâHiD ŞAKK
Şakır: “Ve kîle men RAKK!-ı
GüL DaLı-na: “Enel-HAKK!-ı
ASar “YûNuS! YûNuSDeyu!..





Enel-HAKK!..”:

Hallac-ı Mansur veya Mansur el-Hallac (858, Tur - 26 Mart 922, Bağdat)
: “Enel-HAKK!: Ben HAKKım!”
Tam adı Ebu el-Muğiz el-Hüseyn ibn Mansur el-Hallac, İranlı sûfî.

En-el Hak (Arapça: أنا الحق), Arapça "Ben Hakkım." anlamına gelir. "Haktan gayrı degilim." demektir. Yaratıcı'nın varlığının yarattıklarını kapsaması, onlarda yüz bulması ilkesi üstüne kurulu bir düşünsel yaklaşımdır. Başka bir biçimde, "Ben Haktan ibaretim" olarak özetlenebilir.

Kalbin masivadan arınarak Hakk'ın esma, sıfat ve zılâl nûrlarına ayna olması sonucu meydana gelen şiddetli sevgi ve aşk sebebiyle salik, akis ve gölgeleri Hakk'ın kendisi zanneder.
Hallac'ın "Ene'l-Hakk" dediği makam burasıdır.

Âcizâne fikrim o ki;
Zât..Sıfat..Esmâ..Eşyâ.. Sistemi çözülmeden.
Tersten giderek: İştirak-İdrak-İrade-İlimle,
Nasıl BiL-inecek, BUL-unacak, OL-unacak ve YAŞA-nacak bu"Ene'l-Hakk" coşkusu!..
Hayal başka hakikat başka, düşmeden gönül AŞKa!..

Fenâfi’n-Nefsi, İlimle İlmen BiL-meden
Fenâfiş- Şeyh ki doğrusu Fenâfi’l-Pîri, Edeble iradeyle BUL-madan.
Fenâfir- Rasûlullah sallallahualeyhi vesellemde İrfanla OL-madan
Fenâfillahı hayalen BUZ BENlikle YAŞA-mak insafa sığar mı bilmem..
Elbette sözünü kanıyla canıyla sağlayan Hallac-ı Mansur (ks) câhil körlüğün kör okuna hedef olmuştur.
Bu ise hep görülendir Çile ÇÖLÜnde..

Neden: "Ene'l-Hakk" diyor da: "Enallah" demiyor Deli Devişimzi Hallac Baba?..

Hallac-ı Mansur: “Enel-Hak!.. Enel-Hak!.. Enel-Hak!..: Ben Hakkım!" diye haykırdıkça;
Bir kısımı Ehl-i Zâhir Kör Yobaz zâhiren hükmetti ki: “Hallac-ı Mansur inkâr etti ve Kâfirdir idam edile-Öldürüle!”
Bir avuç Ârif-Kâmil de: "Hallac-ı Mansur İzafî-Eğreti-Geçici BEN-liğini reddetti ve her ŞEY gibi El Hakk Sıfatıyım!” dediğini savundu.

Hallac-ı Mansur Mahkemeye çıkarıldı, hapse atıldı, kendisine işkence edildi.
Enel-Hak; Ben Hakkım!” deme! “Hüvel-Hak: Hak Odur!” de!” dediler.
Hallac-ı Mansur ise: “Bizim için de Hak O’dur!” dedi.

Dedi demesine amma, Fetvâ Sehpası, Takvâ cANına kıydı…

Hakk Ereneler derler ki: yere Düşen İLK DAMLA KAN: ALLAH!”yazdı yer yüzüne..
Kanatlandı göklere: ALLAH! ALLAH!” kanatlı..
HiMMeti var ve rahmetler OL-sun!..




KUL İHVÂNÎmizden
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: HALLAC-I MANSUR

Mesaj gönderen nur-ye »

YâR YoK-uşun DİZ-lemeyeN
BEN-in SEN-in BİZ-lemeyeN
PaMuK dEĞİL HaVaAT-ar
HALL-AÇ İZ-in İZ-lemeyeN!..


SaNN-ma SaNa
SöZ-üm BaNA…
ABD-RaBB, HaKK-tır
GÜL-i ZÂR ANA…


Resim
ZEVK 4160

HALL-AC’ın HâLLin UNuT-ma!. “DaVa”nı DâRR-e ÇEK-ERR-ler!
DERR-i-n YÜZ-ERR-ler, ASS-arlar!..İP-ini HâRR-e ÇEK-ERR-ler!
HaKK’ta HaKK’tan HaKK’a HaKK’la! HalK İÇ-inde NûR, NâR AKL-a!
GÜLZÂR-i AT-EŞ-e VER-ip!.. BüL-BüL-ü ZâRR-e ÇEK-ERR-ler!..


07.09.1014:22
üsküdâr


DE-mem O ki:

HâLL:Durum, vaziyet. Görünüş. Tavır. Suret. Keyfiyet. Cezbe. Dert, keder, elem. Mecâl. Kuvvet..
DâRR:Yâr İLE yurt, diyar…Ağyâr ile İdam sehpası, arağacı..
DER-i:Ten, cilt, DOST-a Kurb-ANpostu..
DERR-in:Dediklerin, sözlern, âşikara vurdukların, sırların..
DERR:İyiiş. İyilik. Mahz-ıhayır. Zat, kimse. Hod. Nefs. Bir kimsenin zâtı. Yüzün tazeliğinin, teravetinin hastalıktan dolayı gitmesinden sonra, iyiolup düzelmesi.
HâRR:f.Diken. Gül goynunda bekçisi, gül gözünün kirpiği,bakışının hançeri..
ZâRR:Külli ŞEY-in ÖZ-ündeki “RABB” BİLE-İLE-liğinin ZEVK-ine ER-İŞ-te “SEBBAHA!”dır..

DeVRi- SeYRi-CeVLi-HaYRı,DUY-UY-uştur..
ZeRRE-KüRRe DÖN-güsü, AN-gısı, YAN-gısı, DiN-gisi, SîN-gisi, YUN-gusu..ÜRuC-RüCu’ MiRAC MeşKi.. AHMED aleyhisselâmda YAŞA-n-AN AHAD cellecelâlihu AŞKı!..


BeN-miyim Kendime PERDE?..
AN-LA-mayacak N-e VAR-mış?..
TOPRAK GÖK-te, HAVA YER-de
AT-EŞ DON-ar, SUY AN-AR-mış!!!…


Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Re: HALLAC-I MANSUR

Mesaj gönderen nur-ye »

Resim


ZEVK 983

Gâh Hallacım gâh Nesimî, gâh ise Hindli Sermestim
Ebed Muhabbet Mahşeri, Ezelde Bezm-i Elestim
Aşk kızıl kor yüreğimde, ANlatsam ANlayAN çok az
Taş atmasın kendin bilen, Hak âşığı Aşkperestim..


02.10.1993 19:06

Sermest : f. Başı dönmüş, kendinden geçmiş.
Bezm-i Elest : Cenab-ı Hak ruhları yarattığında "Ben Rabbiniz değil miyim? meâlinde: diye sorduğunda, ruhlar, "Evet Rabbimizsin" diye cevap vermeleri ânına "Elest meclisi" veya "Bezm-i elest" tabir edilir.
Perest : (C.: Perestân) f. Tapan, tapınan, taparcasına seven.



Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

HALLÂC-I MANSUR

Mesaj gönderen Hakan »

HALLÂC-I MANSÛR

Hallâc-ı Mansûr meşhur cezbelilerdendir. Fârisin Beyzâ şehrindendir. Abbâsi Halîfeleri’nden El-Muktedir Billah zamanında zâhiren şeriata uymayan bazı sözlerinden dolayı H.918-19 tarihinde fetvâ ile Bağdat’da idâm edilmiştir.

Türbesi eski adıyla Kızıl Minare, yeni adıyla Çerdeğin Mahallesi’nde bir arsanın içindedir.

Ulucami’de asılı bulunan Aksaray Velîleri ve erginlerini gösteren manzûmede burasının Hallâc-ı Mansur’un zâviyesi olduğu yazılıyor.

Tasavvuf tarihinin en çok anılan isimlerinden birisidir. İsmi Hüseyin bin Mansûr, künyesi Ebü'l-Mugis'tir. 858 (H.244) yılında İran'ın Beyzâ şehrinde doğduğu rivâyet edilmektedir. 919 (H.306) yılında ise idâm olunarak şehîd edildi.

Hüseyin bin Mansûr'un büyük babası Mahamma adında bir zerdüştîdir. Buna, ana tarafından hazret-i Ebû Eyyûb'un neslinden geldiğini söyleyerek Ensârî de denilmiştir. Tüster'de büyük velîlerden Sehl bin Abdullah-ı Tüsterî hazretlerinin sohbetinde iki sene bulundu. Onun ruhlara hayat veren sohbetleri bereketiyle tasavvufa yöneldi. On sekiz yaşında Basra'ya gelerek, Amr bin Osman-ı Mekkî'ye bağlandı. On sekiz ay da onun sohbetinde ve derslerinde bulundu. Her iki velînin yanında da nefsi ile büyük mücâdele yaptı ve her isteğine sırt çevirdi. Nefsin istemediği, rağbet etmediği işlere sarıldı. Samîmi ve bağrı yanık bir âşık idi. Kendisini çok seven Ebû Yâkûb-ı Aktâ' kızını ona verdi. Bundan sonra bir müddet daha Basra'da kaldı.

Hüseyin bin Mansûr'a Hallâc denilmesine şu olay sebeb olmuştur. Bir gün o, dostu olan bir hallâcın dükkanına girdi. Bir işinin görülebilmesi için onun tavassutunu ricâ etti. Fakat hallâcın gittiği yerden dönüşü biraz uzun sürdü. Geldiğinde; "Yâ Hüseyin! Gördün mü başımıza gelenleri. Senin için bugün kendi işimden oldum." diye söylendi.

Hüseyin bin Mansûr onun endişeli hâline bakarak tatlı tatlı gülümsedi ve; "Üzülme senin işini de biz hallederiz." dedikten sonra parmaklarını pamuk yığınlarına doğru uzatıverdi. O anda henüz atılmamış pamuk yığınları harekete geçti. Kaşla göz arasında, tel tel saf pamuk bir tarafa, kirli ve süprüntü kısmı ise diğer tarafa ayrıldı. Hallâcın gözleri fal taşı gibi açılmış şaşkınlıktan sanki ayakta donmuş kalmıştı. Olay kısa zamanda halk arasında yayıldı. Bu târihten sonra da Hüseyin, Hallâc-ı Mansûr diye anıldı.

Hallâc-ı Mansûr daha sonra Basra'dan ayrılarak Bağdât'a Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerinin yanına geldi, Cüneyd-i Bağdâdî ona susmayı ve insanlarla görüşmemeyi emretti. Daha sonra Hicaz'a giderek, bir sene Ravda-i mutahherada kaldı. Zikr ve ibâdetle meşgûl oldu. Sonra tekrar Bağdât'a geldi. Burada yine Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri ile görüştü ve bâzı suâller sordu. Cüneyd-i Bağdâdî suâllerine cevap vermedi ve; "Gâliba bir ağaç parçasının ucunu kırmızıya boyaman yakındır!" dedi. Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri bu sözü ile ilerde onun şehîd edileceğine işâret ediyordu. Mansûr, sorduğu meselelerin cevâbını alamayınca, izin alarak Tüster'e gitti. Bir sene orada kaldı. Burada büyük kabûl ve ilgi gördü. Sonra buradan ayrılıp, beş yıl ortadan kayboldu. Horasan ve Mâverâünnehr gibi beldelerde bulundu ve Ahvaz'a geldi. Burada da nasihatlarda bulunup, Ahvaz halkı içinde büyük kabûl ve ikrâm gördü. Ahvaz'da ilâhî esrârdan çok bahsettiğinden, kendisine Hallâc-ı Esrâr denildi. Tekrâr hacca gitti. Dönüşte Basra'ya geldi. Oradan tekrar Ahvaz'a gitti. Bir müddet daha burada kaldı. Sonra; "Halkı Hakk'a dâvet için şirk beldelerine gidiyorum." diyerek Hindistan'ın yolunu tuttu. Buradan Mâverâünnehr'e geldi. Çin'i Maçin'i dolaştı. Gittiği her yerde halkı Hakk'a dâvet etti. Hint, Çin ve Türk kavimlerinden pekçok kimsenin İslâmiyetle şereflenmesine vesîle oldu. Onların İslâmiyeti tanımaları için pekçok eserler telif etti. Dönüşünde dünyânın dört bir yanından ona mektuplar yazılmaktaydı. Hindliler, ona; Ebû Mugis, diye mektup yazarlardı. Çinliler Ebû Muîn, Türkler; Ebû Mihr, Farslılar; Ebû Abdullah Zâhid, Huzistanlılar; Hallâc-ı Esrâr diye hitab ediyorlardı.

Hallac-ı Mansurun Türbesi:


Hallâc-ı Mansûr'un İslâm'ı yaymak için yıllarca dolaştığı, şehir şehir gezdiği bu seyâhatleri sırasında pekçok kerâmetleri, hârikulâde halleri görüldü. Kerâmetlerinden daha mühimi de onun mârifet, hikmet ve ince mânâlar dolu sözleridir. Bunlar, onun ilim ve mârifette ulaştığı kıymetli dereceleri gösteren birer delildir. Kerâmetlerinden ve hikmet dolu sözlerinden bazıları şu şekildedir:

Semerkantlı Reşid-i Hurd, Kâbe'ye gitmek üzere yola çıkmıştı. Yolda konak yerlerinde meclisler teşkil edip sohbette bulunuyordu. Yine bir konak yerinde şunu anlattı: Hallâc-ı Mansûr dört yüz sûfî ile birlikte çöle açılmıştı. Birkaç gün geçti. Gıdâ nâmına hiçbir şey bulamadılar. Açlıktan perişan bir hâle geldikleri sırada Hallâc-ı Mansûr'a gelerek şimdi kelle kebâbı olsa da yesek dediler. Hallâc, hemen elini arkaya uzatıp, kebâb olmuş bir kelle ile iki pide alıp, birine verdi. Dört yüz kişiydiler. Her defâsında elini arkaya uzatıp, bir kelle iki pide aldı. Neticede 400 kelle, 800 pide almış ve her birine bir kelle iki pide vermiş oldu. O topluluk bunları yedikten sonra, tâze hurma olsa da yesek dediler. Kalktı ve beni silkeleyin buyurdu. Hurmalar döküldü. Doyuncaya kadar yediler. Bundan sonra yolda ne zaman sırtını bir dikenli ağaca dayasaydı, tâze hurma verirdi.

Bir defâsında Mekke'ye gitmişti. Kâbe'nin karşısında bir sene oturdu. Uzuvlarının yağı buradaki taş üzerine aktı. Derisinin rengi değişti. Fakat yerinden kıpırdamadı. Her gün ona bir somun ile bir testi su getirirlerdi. Somundan kopardığı birkaç lokma ekmek parçasıyla iftar edip geriye kalan kısmını testinin üstüne koyardı. O sene hacılarla birlikte Arafat'a çıktı. Herkes geri döndüklerinde bir âh çekti ve dedi ki: "Ey âlemlerin Rabbi! Ey azîz olanAllah'ım! Bütün tesbîh edenlerin tesbîhinden, bütün tehlîl söyleyenlerin tehlîlinden ve her tefekkür sâhibinin tefekküründen seni tenzîh ederim. Ya İlâhî! Biliyorsun ki, sana şükretmekten âcizim. Benim şükrüm ancak budur."

Hallâc-ı Mansûr yanına gelenlere yazın kış meyveleri, kışın yaz meyveleri çıkarır ikrâm ederdi. Elini havaya uzatınca, avucu, üzerinde "Kul hüvallahü ehad" yazılı gümüş paralarla dolardı. Bunlara "kudret paraları" ismini verirdi. İnsanlara, evlerinde ne yediklerini, ne yaptıklarını, ne konuştuklarını ve kalplerinden geçenleri Allahü teâlânın bildirmesi ile haber verirdi.

"Kul, ubûdiyetin, kulluğun bütün şartlarını kendinde toplarsa, Allah'tan başkasına kul olmanın yorgunluğundan kurtularak hürriyete kavuşur, külfetsiz ve sıkıntısız bir şekilde Allah'a kul olmanın zîneti ile süslenir. Peygamberlerin ve sıddîkların makâmı budur. Bu durumdaki kula ibâdet ve tâat zor gelse bile, Allahü teâlânın yardımı ile onu zevk ve gönül rahatlığı ile îfâ eder. İslâmiyet yönünden bu nevî ibâdetlerle süslü bulunduğu halde ibâdetlerinde kalbine en küçük bir meşakkat, sıkıntı ârız olmaz."

kaynak: Baktabul Msn messenger ifadeleri, Avatar, gif, smiley, Resimli Siirler, izle, indir, Komik Resimler, programlar, Resimleri, Haberler http://www.baktabulum.com/biyografi/679 ... kinda.html

"Kim hürriyeti murâd edinirse ubûdiyyete, kulluğa sıkı bir şekilde devâm etsin. Hakîkî hürriyet Allah'tan başkasına kulluk yapmamaktır."

"Azîz ve celîl olan Allah'tan başka bir şeyden korkan veya bir şeyi ümid eden kimsenin yüzüne, Allahü teâlâ bütün kapıları kapatır, ona âdî bir korkuyu (Allah korkusunun dışında kalan korkuları) musallat eder. Kendisi de onun arasına yetmiş perde çeker, bu perdelerin en incesi şüphe, vesvese olur."

Bir gün kendisine; "Sabır nedir?" diye sorduklarında; "Sabır odur ki; iki elini ayağını keserler, onu köprünün üzerine asarlar ve hattâ bundan daha acâib muâmeleler yaparlar da bir kere âh etmez." buyurdu. Kendisinin ölümü ve idâmı böyle cereyân etmiştir.

Nitekim Hallâc-ı Mansûr Allahü teâlânın aşkı ile kendinden geçtiği bir sırada; "Enel-Hak= (Ben Hakkım)" sözünü söyledi. Bu sözünü, zâhir âlimleri dalâlete ve ilhâda hükmedip katline fetvâ verdiler.

Hallâc-ı Mansûr, Enel-Hak sözünü söyleyince tasavvuf ilmine vâkıf olmayan zâhir ulemâ bu söze şiddetle karşı çıktı. Sözünü Halîfe Mu'tasım'ın yanına götürerek fesâd çıkardılar. O sırada vezir olan Ali bin Îsâ'yı ona karşı kışkırtarak aleyhine çevirdiler. Halîfe, Hallâc'ın bir sene zindana atılmasını emretti. Fakat halk yine ona gidip bâzı meseleler soruyordu. Daha sonra, insanların onu ziyâreti de yasaklandı. İbn-i Atâ'nın ve Ebû Abdullah bin Hafîf'in yaptıkları ziyâretler müstesnâ beş ay müddetle kimse onu ziyâret edemedi.

Nakledilir ki; bir gece Mansûr hazretlerini zindanda bulamadılar. İkinci gece ne zindan vardı ne de Mansûr... Üçüncü gece, zindan da Mansûr da yerindeydi. Kendisine bunun hikmeti suâl edildiğinde; "İlk gece O'nunlaydım, beni bulamadınız. İkinci gece, Obenimleydi, ne beni ne de zindanı görebildiniz. Üçüncü gece, her şey yerli yerindeydi. Tâ ki mukaddes dînimizin emrini yerine getiresiniz. Beni idâm edesiniz diye." buyurdu.

Şeyh Ebû Abdullah-i Hafîf şöyle nakletti: "Bir çok hîle ile zindana girerek Hallâc-ı Mansûr'u görmeye gittim. Yumuşak halılar ve döşeklerle döşenmiş, iyi tertib edilmiş güzel bir oda gördüm. Odanın duvarına bir ip bağlanmış, üzerinde bir havlu asılmıştı. Orada yüzü güzel bir köle gördüm. "Şeyh nerededir?" diye sordum. "Abdesthânededir. Abdest hazırlığı görüyor." dedi. Ben: "Ne zamandan beri şeyhin hizmetindesin?" dedim. "On sekiz aydan beri." dedi. "Bu zindanda şeyh ne yapıyor?" dedim. "On üç batman ağırlığında bir demir bağ ile, her gün bin rekat namaz kılıyor." dedi. Sonra devâm ederek: "Bu gördüğün zindanın kapılarının herbirinin arkasında eşkıyâ ve hırsız kimseler vardır. Onlara nasîhat eder. Bıyıklarını ve saçlarını keser." dedi. "Ne yer?" diye sordum. "Her gün önüne çeşitli yemeklerle donatılmış bir sofra getiririz. Bir müddet onlara bakar. Sonra parmağının ucu ile o yemeklerin üzerine basar ve içli bir sesle çeşitli şiirler söyler. Aslâ onları yemez. Sonra önünden alır, götürürüz." Biz bu şekilde konuşurken o abdesthâneden çıktı. Güzel görünüşlü olup, câzibeli bir boyu vardı. Beyaz sof giymiş, işlemeli bir peştemalı başına sarmıştı. Sofa tarafına çıkıp oturdu. Bana: "Ey delikanlı! Neredensin?" dedi. "Fars'tanım (İranlıyım)" dedim. "Hangi şehirdensin?" diye sordu. "Şiraz'danım" dedim. Benden meşâyıh haberlerini sordu. Ebü'l-Abbâs ibni Atâ'ya gelince, sözümü keserek: "Onu görürsen, o kâğıtları (mektupları) yakmasını söyle." dedi. Sonra yine: "Buraya nasıl gelebildin?" dedi. "Bâzı İran askerlerinin yardımıyla." dedim. Tam bunu söylediğim zaman zindancıbaşı içeri girdi. Yer öpüp oturdu. Şeyh ona: "Sana ne oldu?" dedi. Zindancıbaşı: "Düşmanlarım beni halîfeye gammazlamışlar. Güyâ ben, ululardan birini buradan bin dinar alarak salmışım. Yerine de halktan birini hapsetmişim. İşte şimdi beni alıp götürecek, katledecekler." dedi. Şeyh: "Var selâmetle git." dedi. O gittikten sonra, şeyh hücrenin ortasında dizleri üzerine gelerek, ellerini havaya kaldırdı. Başını önüne eğdi. Şehâdet parmağı ile işâret ederek, ansızın ağladı. Öyle ağladı ki, gözyaşından ıslanmadık bir yeri kalmadı. Kendinden geçerek yüzünü yere koydu. O sırada zindancıbaşı içeri girdi. Tekrar şeyhin önüne oturdu. Şeyh: "Ne oldu?" diye sordu. Zindancıbaşı: "Kurtuldum." dedi. "Hangi sebeple kurtuldun?" diye sordu. O, "Beni halîfenin yanına götürdükleri zaman halîfe; "Şimdiye kadar seni katletmeyi tasarlıyordum. Şimdi sana gönlüm hoş geldi. Seni beğendim. Tekrar affettim." dedi. Bundan sonra şeyh, yüzünü o havlu ile temizlemek istedi. Havlunun asılı olduğu ipin yüksekliği şeyhden yirmi arşın yukarıdaydı. Şeyh elini uzatarak havluyu aldı. Şeyhin eli mi uzandı yoksa o havlu mu şeyhe yaklaştı anlayamadım." Sonra ben çıkıp gittim ve İbn-i Atâ'ya vardım. O haberi verdim. Dedi ki: "Eğer tekrar onunla buluşursan; beni, kendi başıma bırakırlarsa, ona mektupları saklayacağımı söyle." dedi.

Naklederler ki, Hallâc-ı Mansûr hapishânedeyken üç yüz kişiydiler. Bir gece diğerlerine; "Ey mahpuslar! Gelin sizi kurtarayım." dedi."Peki sen kendini niçin kurtarmıyorsun. Gücün olsa kendini kurtarırsın." dediklerinde; "Biz himâye ve selâmet içindeyiz. Eğer dilersek bir işâretle bütün kelepçeleri açarız!" dedi. Sonra parmağıyla işâret edince, bütün kelepçeler yere döküldü. Bunun üzerine; "İyi ama hapishânenin kapısı kilitli, şimdi biz nereye gidelim?" dediler. Bunun üzerine bir daha işâret etti. Duvarlarda bir takım gedikler ortaya çıktı. Bu hali gören mahpuslar, hemen Hallâc'ın ayaklarına kapanarak kendileriyle gelmesi için yalvarmaya başladılar. Fakat o reddetti. Neden diye sorduklarında; "Bizim O'nunla öyle bir sırrımız vardır ve sır sâhibinden başkasına söylenmez." buyurdu.

Bu haberler halîfeye ulaşınca; "Fitne çıkarmak istiyor, onu katlediniz veya Enel-Hak sözünden dönene kadar sopalayınız." emrini verdi. Bunun üzerine Hallâc-ı Mansûr hazretlerini Bağdât'ta Tâkkapısına götürdüler. Evvelâ yüz kırbaç vurdular. Kendisinden en küçük bir ses çıkmadı. Ölmediğini görünce, ellerini ve ayaklarını kestiler.

Hallâc-ı Mansûr'un rahmetullahi aleyh elleri ve ayakları kesildiğinde; "Sakın korkudan sarardığımı zannetmeyin. Kan kaybetmekten sararıyorum." buyurdu.

Darağacına çıkan Mansûr hazretlerine şu suâl soruldu; "Tasavvuf nedir?" "Tasavvufun en aşağı derecesi, işte bende gördüğünüz bu haldir." "Ya ileri derecesi?" "Onu görmeye tahammülünüz olmaz."

İdâm edilmeden önce halk taş atmaya başladı. Atılan taşlara hiç ses çıkarmıyor, hattâ tebessüm ediyordu. Bir dostu, taş yerine gül attı. O zaman Mansûr hazretleri inledi. Sebebi sorulduğunda; "Taş atanlar beni yakînen tanımayanlardır. Tabiîdir ki halden anlamazlar. Halden anlayanların bir gülü bile beni incitti." cevâbını verdi.

Bu arada kendisinden nasîhat istemek için gelen hizmetçisine; "Nefsi, yapması gereken bir şeyle, ibâdetle meşgul et! Yoksa o seni yapılmaması gereken bir şeyle, haramlarla meşgul eder." dedi.

Ellerinden, bacaklarından sonra dilini de kesmek istediler. İzin isteyip; "Allah'ım, bana senin için bu işkenceyi revâ görenlere rahmet et! Senin rızân için beni elimden, ayağımdan, gözlerimden, başımdan, canımdan ayıran bu kullarını affet!" diye yalvardı.

Daha sonra dili ve başı da kesildi, cesedi yakıldı, külleri Dicle'ye atıldı.Atılan küller dökülür dökülmez, nehir hemen kabarmaya başladı. Kabaran Dicle'nin suları Bağdât'ı basmak üzereydi. O zaman bir dostu hırkasını Dicle'ye attı ve Dicle bir müddet sonra eski normal hâlini aldı. Hallâc-ı Mansûr hazretleri bu kimseye, şehid edilmeden önce: "Benim kollarımı, bacaklarımı, başımı kestikten sonra, cesedimi yakıp, külünü Dicle'ye atacaklar. Korkarım ki, nehir taşıp Bağdât'ı basacak. O zaman hırkamı nehrin kenarına götürüp, sulara at." buyurmuştu.

kaynak: Baktabul Msn messenger ifadeleri, Avatar, gif, smiley, Resimli Siirler, izle, indir, Komik Resimler, programlar, Resimleri, Haberler
http://www.baktabulum.com/showthread.php?t=67916


Abdülmelik Evkâf anlatır: "Bir gün üstâdım olan Hallâc-ıMansûr'a; "Ey hocam! Ârif kimdir?" diye sordum. Buyurdu ki: "Ârif o kimsedir ki, Zilkâde ayından altı gün kala, Salı günü, 919 (H.306) senesinde Bağdât'ta eli ayağı kesilerek, gözleri çıkarılarak, baş aşağı astırılıp, gövdesi yakılarak, külünü savururlar."Onun dediği zamânı gözledim. Meğer o söylediği kendiymiş, o ne söyledi ise aynını yaptılar."

Naklederler ki: Onu darağacında astıkları vakit iblis yanına geldi ve; "Bir Ene (ben) sen dedin, bir Ene de ben. (Sen Ene'l-Hak dedin, ben: "Ene hayrun minhü= Ben ondan hayırlıyım." dedim) Nasıl oluyor da bu yüzden senin üzerine rahmet, benim üzerime lânet yağdırıyor?" diye sordu. Hallâc-ı Mansûr şu cevâbı verdi: "Sebep şudur. Sen "Ene" dedin, kendini ortaya koydun, ben Ene dedim, kendimi ortadan kovdum. Benliği ortaya getirmenin iyi olmadığını, benliği ortadan kaldırmanın ise gâyet iyi olduğunu bilesin, diye bana rahmet, sana lânet etti."

Ar.Gör ETEM CEBECİOĞLU'nun Hallâc-ı Mansur Araştırması
Zülfikar GÜNGÖR hallac-ı mansur
Bektaşilikte Hallac-ı Mansur Etkisi Yrd.Doc.Dr Hüseyin ÖZCAN
Mustafa TATÇI, Niyâzî-i Kadîm, Hallâc-ı Mansûr Menâkıbnâmesi, H Yayınları, Istanbul 2008 Yrd.Doc.DR Muammet KUZUBAŞ


HALLAÇ LAKABI:

Kendisine Hallâç (pamuk atıcı) denmesinin sebebi şudur: Bir gün, bir hallâcın dükkânında otururken dostu bir iş için dışarı gitti. O da; “Senin işini ben görürüm!” dedi. Parmağı ile işâret edince pamuklar çekirdek ve tozlarından ayrıldı. Bu kerâmeti yayılarak “Hallâc” ismiyle meşhur oldu.

BEN HAKK’IM (ENE’l- HAK ) VE ŞEHADETİ:

Gençliğinden îtibâren tasavvufa meylederek, iki sene Tüster’de büyük velîlerden Sehl bin Abdullah-ı Tüsterî’nin (kuddise sirruh), sohbetinde bulundu. On sekiz yaşında Basra’ya gelerek, Amr bin Osman-ı Mekkî’nin talebesi oldu. On sekiz ay sohbetinde kaldı. Her iki velînin yanında da çetin riyâzetler, mücâhedeler yaparak, nefsini ıslâh etti. Ebû Yâkûb-i Aktâ’nın kızı ile evlendi. Sonra Bağdat’a geldi. Cüneyd-i Bağdâdî’nin sohbetinde bulundu. Daha sonra Hicâz’a giderek, bir sene Ravda-i mütahherada kalıp tekrar Bağdat’a geldi. Burada yine Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri ile görüştü ve bâzı suâller sordu. Cüneyd-i Bağdâdî, rahmetullahi aleyh, suâllerine cevâb vermedi. Sorduğu meselelerin cevâbını alamayınca, izin alarak Tüster’e gitti. Bir sene orada kaldı. Burada büyük kabul ve ilgi gördü. Daha sonra beş yıl ortadan kayboldu. Horasan ve Mâverâünnehr gibi beldelerde dolaştı ve Ahvaz’a geldi. Burada nasîhatlerde bulunup, Ahvaz halkı içinde büyük kabul ve ikrâm gördü. Ahvaz’da ilâhî esrârdan çok bahsettiğinden, kendisine Hallâc-ı Esrâr denildi. Tekrar hacca gitti. Dönüşte Basra’ya, oradan da Ahvaz’a geldi. “Halkı Hakk’a dâvet için şirk beldelerine gidiyorum.” diyerek, o zamanlar henüz Müslüman olmayan bâzı Türk kavimlerinin Müslümanlığı kabul etmeleri için, Hoten ile Turfan’a ve Hindistan’a gitti. Tasavvufta sekr hâli denilen kendinden geçme halinde iken Enel-Hak (Ben Hakk’ım) sözünü söyledi. Bu sözünü, zâhir âlimleri dalâlete ve ilhâda hükmedip katline fetvâ verdiler. 918 (H.306) yılı Zilkâde ayının 24. Salı günü, Bağdat’ta asılarak şehid edildi.

Hallâc-ı Mansûr hazretlerinin îdâmına sebeb olan “Enel-Hak” sözü, onun tasavvuf yolunda sâhib olduğu kendi hâl ve derecesine uygun ve kendi aşk sarhoşluğu içinde söylediği bir sözdür. Zâhiren kelime mânâsı “Ben Hakk’ım” demek olan bu sözün hakîkî mânâsı, “Ben yokum, Hak teâlâ vardır” demektir. Tasavvufta çok ince bir bilgi ve hâl olan Vahdet-i vücûd mertebesinde söylenmiştir. Bu büyüklerin böyle sözleri, görüp müşâhade ettikleri şeyleri ifâde edecek başka söz, başka kelime bulamadıkları içindir. Onun bu sözü, İslâmiyetin zâhirine uymadığı için, zâhir âlimlerince ve câhil halk tarafından anlaşılamadığı ve “tevhid” ehli olan ve olmayanın bir daha böyle sözler söylememesi için şehid edildi. Bâzıları da “Ene’l-bâtıl” mı demeli idi diye müdâfaa ettiler.

HALLACI MANSUR ( YÜKSEK VELİ):

Hallâc-ı Mansûr, hâlleri doğru, zamânındakilerin, kadrini ve derecesini anlayamayacak derecede yüksek bir velî idi. O, hiçbir zaman ilâhlık dâvâsında bulunmadı. Tam tersine Allah aşkının sarhoşu bir kul olarak yaşadı, gündüz ve gecelerini ibâdetle geçirdi. Elli yaşındayken; “Bu güne kadar bin senelik namaz kıldım.” buyurdu. İslâmiyetin bütün emir ve yasaklarına en ince hususlara kadar titizlikle uyar, mübahları zarûret miktârı kullanırdı. Ömrünün temeli belâ üzerine kurulmuştu. Bu da, Allah aşkına tutulanlarda çeşitli şekil ve derecelerde görülen bir hâldir.

Onun hâl ve mertebesini anlayan pekçok âlim ve evliyâ, yüksek bir velî olduğunu söylemiştir. İbn-i Atâ, Ebû Abdullah Hafîf, Şiblî, Ebü’l-Kâsım Nasrabâdî, Şeyh Ebû Sa’îd Ebü’l-Hayr, Şeyh Ebü’l-Kâsım-ı Gürgânî hazretleri bunlardan bâzılarıdır. Büyük Evliyâdan Şiblî, onun için; “Ben ve Hallâc aynı şeyiz. Ama bana deli dediler kurtuldum. Onun aklı ise onu helâk eyledi.” buyurmuştur. Yine Şeyh-ül-İslâm Abdullah-ı Ensârî; “Hallâç, imâmdır. Fakat durumunu her kişiye söyledi. Zayıflara ağır yük yükletti. Halkın akıl yoluyla anlayamayacakları şeyleri konuştu. Ona ne vâki olduysa, bu sebebten oldu.” demiştir.

Hallâc-ı Mansûr’un kerâmetleri pek çoktur ve halk içinde yayılmıştır. Meselâ, insanlara yazın kış meyveleri, kışın yaz meyveleri çıkarır ikrâm ederdi. Elini havaya uzatınca avucu, üzerinde; “Kul hüvallahü ehad” yazılı gümüş paralarla dolardı. Bunlara “kudret paraları” derdi. İnsanlara, evlerinde ne yediklerini, ne yaptıklarını, ne konuştuklarını ve kalplerinden geçenleri haber verirdi.

Kerâmetleri yanında mârifet, hikmet ve ince mânâlar dolu sözleri de vardır. Bunlar, onun ilim ve mârifette ulaştığı kıymetli dereceleri çok güzel gösteren delîllerdir. Hallâc-ı Mensûr bir kâfile ile berâber hacca giderken, sahrâda birkaç gün yiyecek bulamadılar. Hüseyin bin Mansûr’a; “Şimdi kelle kebâbı olsa da yesek!” dediler. Elini arkaya uzatıp, bir kebâb olmuş kelle ile iki pide alıp, birine verdi. Dörtyüz kişi idiler. Her defâsında elini arkaya uzatıp, bir kelle iki pide aldı. Netîcede 400 kelle, 800 pide olarak ve her birine bir kelle iki pide verdi. O topluluk bunları yedikten sonra; “Tâze hurma olsa da yesek!” dediler. Kalktı ve; “Beni silkeleyin!” buyurdu. Hurmalar döküldü. Doyuncaya kadar yediler. Bundan sonra yolda ne zaman sırtını bir dikenli ağaca dayadıysa ağaç, tâze hurma verirdi.

Sahrâda bâzı insanlar, kendisinden incir istediler. Elini havaya uzattı ve önlerine bir tabak incir koydu.

SABIR NEDİR? (HALLACI MANSUR HAZRETLERİ)

Bir gün “Sabır nedir?” diye sorduklarında “Sabır odur ki, iki elini ayağını keserler, onu köprünün üzerine asarlar ve hattâ bundan daha acâib muâmeleler yaparlar da bir kere âh etmez.” buyurdu. Nitekim kendisinin ölümü ve îdâmı böyle olmuştur.

Îdâm edilmeden önce, halk taş atmaya başladı. Atılan taşlara hiç ses çıkarmıyor, hattâ tebessüm ediyordu. Bir dostu, taş yerine gül attı. O zaman Mansûr hazretleri inledi. Sebebi sorulduğunda şöyle cevap verdi: “Taş atanlar, beni yakînen tanımıyorlardı. Tabiîdir ki hâlden anlamazlar. Hâlden anlayanların bir gülü bile beni incitti.”

Şehid edilmeden önce kendisinden nasîhat isteyen hizmetçiye; “Nefsi, yapması gereken bir şeyle (ibâdetlerle) meşgûl et! Yoksa yapılmaması gereken bir şeyle (haramlarla), o seni meşgûl eder.” dedi.
Resim
Kullanıcı avatarı
o.z.a.n
Üye
Üye
Mesajlar: 48
Kayıt: 16 Oca 2012, 21:15

Re: HALLÂC-I MANSUR

Mesaj gönderen o.z.a.n »

ALLAH Razi olsun..
"Kul.."
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: HALLÂC-I MANSUR

Mesaj gönderen Hakan »

Cümlemizden inşallah
Resim
Kullanıcı avatarı
islaminesil
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 111
Kayıt: 01 Haz 2008, 02:00

Re: HALLÂC-I MANSUR

Mesaj gönderen islaminesil »

HÛÛ..

Paylaşımınız için Allah razi olsun.

Her bir zerre koptuğu bütünün bilgisini taşır ..!
-------------------------------------------------------------

Öldürün beni ey Müslümanlar.. Öldürün !
Kanım size helaldir. Öldürün beni ki, siz mücahid bende şehit olayım.

Aşk içinde kılınan iki rekat namaz Allah'a götürür ama abdesti KAN'la almak lazım...

Hallac-ı Mansur Hz.leri

Neticede öyle oldu. En son kanıyla abdest alıp iki rekat namaz kıldı...

Mevlana Hz.leri buyurdular ;
Ben Allah'ın kölesiyim diyen biri, kendi ve Allah'ın olmak üzere iki varlıktan söz eder.
Halbuki ben HAKK'ım diyen, kendi varlığını yok ettiği için EN'EL-HAKK diyor, yani ben yokum hepsi odur, Allah'tan başka varlık yoktur der...
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/imzamnwi1.jpg[/img]
Cevapla

“►Diğerleri k.s.◄” sayfasına dön