MUHAMMED ŞEMSÜDDİN TEBRİZİ [ Kaddesallahu Sırrahulaziz ]

Muhammed Şemsüddin Tebrizî (k.s.) hazretlerinin hayatı ve eserleri.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
zahidzenderun
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1026
Kayıt: 04 Tem 2007, 02:00

MUHAMMED ŞEMSÜDDİN TEBRİZİ [ Kaddesallahu Sırrahulaziz ]

Mesaj gönderen zahidzenderun »

Resim

Muhammed Şemsüddin Tebrizi (K.S.)'in Konya'da adıyla anılan mescid içerisinde bulunan sandukası.





MUHAMMED ŞEMSÜDDİN TEBRİZİ
[ Kaddesallahu Sırrahulaziz ]




İsmi Muhammed bin Ali'dir. Güney Azerbaycan'ın merkezi olan Tebriz'de doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. Şems-i Tebrîzî lakabıyla meşhûr oldu. 1247 (H.645) târihinde Konya'da şehîd edildi.

0, tahkik erbabının müşküllerini halledici, temyiz ehli olan ulemanın rehberi, velayet ehlinin aşk sultanıdır.
Şeyh Şemsüddin Tebrizi hazretleri, Şeyh Rüknüddin Sücasi hazretlerinin dervişlerinden ve seçkin halifelerinden biriydi. Kendisi ''Şeyh Ebu Bekri'z-Zenbil-i Bakılani'' ve ''Şeyh Kemal-i Hocendi'' ile bir çok sohbetlerde bulunmuş, aralarında nice dostluklar ve sırlar geçmişti.
Şeyh Şemsüddin'in ismi
''Haddâdar b. Muhammed b. Ali b. Melikdâd-i Tebrizi''dir. Kendisi ''Kutbü'l-arifin''(ariflerin kutbu) ve "İmamü'l-aşıkin" (aşıkların önderi) Mevlana Muhammed Celalüddin Belhi/Rumi (K.S.)'in irşadına sebep olmakla meşhurdur


"Mürşid-i kamil-i mükemmeldir,

Sözleri mücmel-i mufassaldır,

Neş'esin verdi Monla Hünkara,

Anı inkar eden muattaldır."



Şemseddîn-i Tebrîzî hazretleri, Tebriz'de ilim öğrendi ve edeb üzere yetişti. Daha küçük yaştayken mânevî hallere, üstün derecelere kavuştu.

Kendisinin menkıbelerinden birisinde şöyle anlatmışlardır. Şeyh hazretleri:

"Henüz ilk mektepteydim. Daha bülûğ çağına girmemiştim. Peygamber efendimizin sevgisi bende öyle yer etmişti ki, 'Sırr-ı Muhammeddiyye' aşkından kırk gün geçse de aklıma yemek ve içmek gelmezdi.Bâzan yemeği hatırlattıklarında, onları elimle yâhut başımla reddederdim. Göklerdeki melekleri ve yerde gayb âlemini, kabirdekilerin hallerini müşâhede edebilirdim. Hocam Ebû Bekr, hallerimi başkalarına haber vermekten beni men ederdi. Bir gün babam bu hallerimden ürktü ve beni karşısına alıp; "Yavrucuğum! Ben senin acâyip işlerinden bir şey anlamıyorum. Bunun sonu nereye varacak? Korkarım ki sana bir zarar erişir?" dedi. Ben de ona; "Babacığım! Bir tavuğun altına konan bir ördek yumurtasından çıkan ördek yavrusunun dereye dalıp yüzdüğü gibi ben de mânevî deryâya dalmış bir haldeyim." diye cevap verdim."buyurdu.

Şems-i Tebrîzî hazretleri dünyâya değer vermez, haram ve şüphelilerden son derece sakınır, mübâhların fazlasını terk ederdi. Bir yerde durmaz, talebelerin bulundukları yerlere giderek onları yetiştirirdi. Bu şekilde bıkmadan, yorulmadan pekçok yerler dolaştı. Bunun için kendisine "Uçan güneş" dediler. Şems-i Tebrîzî hazretleri seyâhat ettiği yerlerde, uğradığı memleketlerde iyi bir dost bulunması için duâ ederdi.

Şemseddîn-i Tebrîzî önceleri çok riyâzet eder, nefsini ıslâh ile uğraşırdı. On veya on beş günde bir kerre iftar ederdi. Gıdâsı yarım bayat çörek parçasıydı. Onu da paça suyuna doğrar, tirid yapardı. Bir gün çorba pişiren onun bu hâlini öğrenip çorbaya biraz fazlaca yağ karıştırmıştı. Şemseddîn hazretleri bunu görünce o dükkan sâhibiyle bir daha alış-veriş yapmadı.


Muhammed Şemsüddin Tebrizi, daima seyahat eder , gittiği yerlerdeki irfan meclislerine ve sohbetlerine katılırdı. Ebû Bekr-i Kirmânî'den ve Bâbâ Kemâl-i Cendî'den feyz aldı. Şeyh Baba Kemal Cendi''nin meclisinde, ''Leme'at'' adlı eserin sahibi ''Şeyh Fahrüddin-i Iraki'' ile birlikte oldu. Onunla berâber, Bâbâ Kemâl'in yanında, Şeyh Fahreddîn-i Irâkî de ders almaktaydı. Şeyh Fahreddîn, her keşf ve hâlini, şiirler hâlinde Bâbâ Kemâl'e arz eder bildirirdi. Şeyh Baba Kemal, Şems-i Tebrizi'ye:
''-Ey Şems, sen Fahrüddin-i Iraki gibi bazı sırları şiirlerle faşetmiyorsun. Yoksa senin gönlünde bir şeycikler yok mu?'' deyince;
Şems:
''-Sultanım, onlar güzel söze ve şiir kabiliyetine maliktirler. Şahid oldukları manaları ve sırları söz edebiyle, rumuz ve san'at elbisesi giydirip, halkı incitmeden söylemeyi bilirler. Amma ben buna muktedir değilim'' diyerek, boynunu büktü.
O anda Baba Kemal Cendi Şemsüddin'e: '

'Ey Şems, sana öyle bir sohbet ehli nasib olacak ki, evvelki ve sonraki ilimleri senin namına şiirle inşa edip, bütün dünyaya duyuracaktır'' diye müjdeledi.

Rivayete göre: Şeyh Kemal hazretleri hemen ''Halvet'' emrederek, onları erbain'e koydu. Şeyh Rüknüddin'in vefatından sonra, Şeyh Kemal hazretlerinden ''Meratib seyr''ini tamamladı. Erbain'de bir şişe ile çeşitli manalar ona açılıp, Mevlana Celaleddin'in tarafınca irşad edileceği, kendisine müjdelendi.

Kendisi anlatır:

"Bir zaman Rabbime, beni kendi velîleri arasına koyup onlara arkadaş et diye yalvarırdım. Bunun üzerine bir gece rüyâmda bana; "Seni bir velîye arkadaş edeceğiz." dediler. Ben de; "Peki o velî zât nerede bulunur?" dedim. Bana; "Aradığın velî Rum diyârındadır." dediler. Sonra onu bir zaman aradım. Bana rüyâmda; "Daha bulacağın zaman gelmedi." dediler. Bir zaman geçtikten sonra bana; "Ey Şems-i Tebrîzî! Senin en şerefli dostun ve arkadaşın Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretleridir." diye ilhâm edildi. Bundan sonra Rum diyârına gitmek ve o sevgili zât ile görüşmek ve yolunda başımı fedâ etmek üzere yollara düştüm."

Şems-i Tebrîzî hazretleri bu ilhâmın işareti üzerine tam bir doğruluk ve büyük bir aşkla Tebriz'den Anadolu'ya hareket etti. Önce Şam'a oradan Konya'ya geldiği de rivâyet edilmiştir. Bu yolculuğu esnâsında başından birçok hâdiseler geçti.

Şems-i Tebrîzî hazretleri uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra 1244senesi Ekim ayında Konya'ya geldi.Büyük kapıdan şehre girerek bir han sordu. Orada ''Şekerriz Ribatı''na yerleşti.
Şems-i Tebrîzî hazretleri Konya'ya geldiğinde halk onun hakkında; "Acabâ bu zât Allahü teâlânın bir velîsi midir?" dediler ve onun sohbetlerini dinlemeyi arzu ettiler. Şems-i Tebrîzî hazretleri kimseyle görüşmek istemedi. Konuşmalar çoğalınca, mecbur kalıp;

"Benim bir huyum vardır. Nedir derseniz! Ben bir yahûdî ve hıristiyan gördüğümde onlaraHak teâlânın hak yola kavuşturması için duâ ederim. Bir kimse ki bana sövse, rencide etse ben yine ona duâ edip; "Yâ Rabbî! O kimsenin dilini sövmekten kurtar, iyiye çevirip sövmek yerine tesbihle, tehlille meşgûl olsun demekten başka işim yoktur. Ben velî olsam olmasam size ne?" buyurdu ve bir zaman insanlarla görüşmekten uzak durdu.

Şems-i Tebrîzî hazretleri günlerini orada geçirirken, bir gün kapıda oturmuş Allahü teâlânın mahlûkâtı hakkında tefekkür ediyordu. Kendisine verilen manevi emre uyarak, Molla Hünkar'ın medresesine giden yol üzerinde durdu. Molla Hünkar (Mevlana Celalüddin-i Rumi) ise bu sıralarda, medresesinde öğrenci ve müntesiblerine ders vermekle meşguldü. O gün öğrencileri ile birlikte ilmi meseleleri tartışarak, yol üzerindeki Kervansaray önünden geçerken , siyahlara bürünmüş bir derviş kılığında önüne çıkan tefekkür hâlindeki, Şems hazretlerine baktı, ona selâm verdi. Ve yoluna devâm etti. Kendi kendine de;
"Bu, yabancı bir kimseye benziyor. Buralarda böyle birisini hiç görmedim. Ne kadar da nûrlu bir yüzü var." diye düşünürken âniden atının yularını bir elin tuttuğunu gördü. Atı durduran Mevlânâ hazretleri, elin sâhibinin o yabancı olduğunu görünce;
"Buyurunuz! Bir arzunuz mu var?" dedi. O da;
"İsminizi öğrenmek istiyorum." deyince, Mevlanâ;
"Celâleddîn Muhammed." diye cevap verdi. Bunun üzerine Şems-i Tebrîzî;
"Bir suâlim var. Acabâ Muhammed aleyhisselâm mı, yoksa Bâyezîd-i Bistâmî mi büyüktür?" diye sordu.Böyle bir soruyu ilk defâ duyan Mevlânâ hazretleri;
"Aralarında ne münasebet var.Elbette ki Muhammed aleyhisselâm büyüktür. Bütün mahlûkât ve Bâyezîd O'nun hürmetine yaratıldı. O ümmetin vasılı ve nübüvvetin mührüdür.'' diye cevab verince Şems
''-Fakat Bayezid : "Leyse fi cübbeti sivallah" ( = Cübbemin altında Allah'dan gayri bir şey yoktur) demiştir'' deyince, Mevlana:
''-Ma arefnake: Onu anlayamamışlar'' diye buyurdu. Şems-i Tebrîzî;
"Peki, Muhammed aleyhisselâm; "Biz seni lâyıkıyla bilemedik yâ Rabbî!" dediği hâlde, Bâyezîd-i Bistâmî, niçin "Sübhânî, benim şânım ne yücedir" diye söyledi. Bunun hikmetini söyler misiniz?" diyerek tekrar sordu. Mevlânâ hazretleri, buna da şöyle cevap verdi:
"Peygamber efendimizin mübârek kalbi öyle bir deryâ idi ki, ona ne kadar mârifet, aşk-ı ilâhî tecellî etse, ne kadar muhabbet, Allahü teâlânın sevgisi dolsa onu içine alır, kuşatırdı. Hattâ daha çoğunu isteyip;"Yâ Rabbî! Verdiğin bu nîmetleri daha da arttır." buyurdu. Fakat, Bâyezîd-i Bistâmî'nin kalbi o kadar geniş olmadığı için, ilâhî feyzlere tahammül edemeyerek ufak bir tecelli ile dolup taşardı. Az bir feyzle taşınca da böyle şeyler söylerdi."
Bu îzâhata hayran kalan Şems-i Tebrîzî, "Allah" diyerek yere yığıldı. Mevlânâ hazretleri, hemen atından inerek Şems-i Tebrîzî'yi kucakladı, ayağa kaldırdı. Bu nûr yüzlü zâta çok ısınmıştı.Şems hazretleri, Mevlana'ya bir an nurlu, kudret ve feraset nazarlarını yöneltmesiyle birlikte, Mevlana'nın gönlünü hemen kapıp aldı. Mevlana, katırından inerek, şeyhin ellerine sarıldı. Kendilerinden geçmiş, cezbe dolu bir ruh hali içinde Mevlana'nın evine geldiler.



Resim
En son zahidzenderun tarafından 19 Şub 2008, 03:02 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Derviş na murad olacak.
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.

[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
zahidzenderun
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1026
Kayıt: 04 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen zahidzenderun »

Bu zâtın, geleceğini ilk hocası Seyyid Burhâneddîn hazretlerinin söylediği Şems-i Tebrîzî olduğunu öğrenince;
"Ey muhterem efendim! Gerçi evimiz size lâyık değil ise de, zât-ı âlinize sâdık bir köle olmaya çalışacağım. Kölenin nesi varsa efendisinindir. Bundan böyle bu ev sizin, çocuklarım da evlâtlarınızdır." dedi.
Oğlu ''Sultan Veled'' ve kızı ''Hayrünnisa'' onlan kapıda karşıladılar . Şems onlara da elindeki şişede bulunan şerbetten ikram ederek, onları da mest etti. Mevlana o sağraktan bir yudum alınca, hemen kendinden geçti ve Şems'i kendi eline kesik başını almış, evinin önünde latif bir şekilde "sema" ederken gördü. Kendisi de "sema" ile Şems'in yakınlığını buIurdu.



"0l sema içre oldu ana uruc,

Rahmet-i Hakk 'a eyleyince veluc''



Gece-gündüz hiç yanından ayrılmayıp, onun sohbetlerini büyük bir zevk içinde dinlemeye başladı. Ondan hiç ayrılmıyor, talebelerine ders vermeye, insanlara câmide vâz ü nasîhata gitmiyordu. Yanlarına dahî, hizmetlerini görmek üzere büyük oğlu Sultan Veled girebilirdi.
Her gün Şems-i Tebrîzî ile sohbet ederler, Allahü teâlânın yarattıkları üzerinde tefekküre dalarlar, namaz kılarlar, cenâb-ı Hakk'ı zikrederek muhabbetlerini tâzelerlerdi.


Bir gün Mevlânâ havuz kenarındaydı. Yanında kitaplar vardı. Şems-i Tebrîzî hazretleri gelip, kitapları sordu ve hepsini suya attı. Kitapların suya atılması üzerine, Mevlânâ;

"Âh babamın bulunmaz yazıları gitti." diyerek çok üzüldü. Şems-i Tebrîzî hazretleri elini uzatıp kitapların her birini aldı. Hiçbiri ıslanmamıştı.
Mevlânâ
"Bu nasıl işdir?" dedi.
"Bu zevk ve hâldir. Sen anlamazsın." buyurdu. Mevlânâ, Şems-i Tebrîzî'nin bu kerâmetini görünce, ona olan bağlılığı daha da artıp, sarsılmaz bir kale gibi oldu.


Mevlânâ'nın oğlu Sultan Veled, onların hâllerini şöyle anlatır:

"Ansızın Şems-i Tebrîzî hazretleri gelip babam ile görüştü. Babamın gölgesi, onun nûrunda yok oldu. Onlar birbirlerine öyle muhabbet gösterdiler ki, etraflarında kendilerinden başkasını görmüyorlardı. Şems-i Tebrîzî, babama mârifetten, Allahü teâlânın zâtına ve sıfatlarına âit ince bilgilerden ve O'na muhabbetten bahsediyordu. Babam da bunları büyük bir haz ile dinliyordu.
Eskiden herkes babama uyardı, şimdi ise, babam, Şems'e uyar oldu. Şems babamı muhabbete dâvet ettikçe, babam, Allahü teâlânın muhabbetinden yanıp kavrulurdu. Babam artık onsuz yapamıyor, yanından bir ân ayrılmıyordu. Bu şekilde aylarca sohbet ettiler. Böylece babam pek büyük mânevî derecelere yükseldi."



Şems-i Tebrîzî, Peygamber efendimizin güzel ahlâkını örnek alıp, bütün işlerini, âdetlerini, ahlâkını O'na uydurmaya gayret ederdi. Şâyet bir kimseden rahatsız olsa;
"Yâ Rabbî! Bu kimsenin malını ve çocuklarını çok eyle" derdi. Çünkü, Peygamber efendimiz de böyle duâ ederdi. Resûlullah efendimizin bedduâ etmek âdetleri değildi.


Şems-i Tebrîzî hazretleri; "Eğer bir kimse bana âhiretim ile ilgili bir defâ iyilik edip, dünyâ ile ilgili binlerce kötülük etse, ben onun bir defâ yaptığı iyiliğe nazar ederim. Çünkü iyi ahlâk bunu icâbettirir." buyururdu.


Şems-i Tebrîzî hazretleri her nerede bir cenâze görse;
"Âh! Bu cenâzenin yerinde ben olsaydım. Onun yerine beni defnetselerdi." derdi. Bunu işitenler;
"Niçin böyle söylüyorsun?" dediklerinde, onlara;
"Âşık olanlar mâşuklarına bir an önce kavuşmak isterler. Maksatlarına en kısa zamanda ulaşmaları makbûl değil midir?" diye cevap verirdi.


Kendisine bir şey ikrâm etseler veya bir şey istediğinde getirseler, onlara mutlaka karşılığında bir şey verirdi. Ayrıca bu iyiliği yapanlara teveccüh ve duâ ederdi.
Onun duâsına kavuşanların kalb gözleri açılır, keşif, kerâmet sâhibi olurlardı.


Şems-i Tebrîzî hazretleri güzel halleri ve kerâmetleri ile meşhûr oldu.

Sirâceddîn anlatır:

"Kış mevsiminin ortasıydı. Bir kimse bahçesine gül dikmişti. Bunu Şems-i Tebrîzî'nin bulunduğu bir mecliste; "Efendim! Ben bu günlerde bahçeye gül ağacı diktim. Acaba tutup gül verir mi? Yoksa emeğim boşa mı gider?" diye sordu. Bu kimsenin tereddütlü hâlini gören Şems-i Tebrîzî; "Cenâb-ı Hak isterse, böyle sebepsiz de yaratır." derken, hırkasının altından bir demet gül çıkardı. Orada bulunan bizler bu kerâmeti görünce, hayretimizden şaşırıp kaldık."


Sultânın bir oğlu vardı. Çok yiğit ve yakışıklı idi. Fakat bir şeyi hemen ezberleyemez çok kısa zamanda da unuturdu. Hocaları, onun unutkanlığından usanmışlardı. Babası bir gün Şems-i Tebrîzî'nin huzûruna gelip, oğlunun durumunu anlattı ve himmetini istirhâm edip, Kur'ân-ı kerîm öğretmesini istedi. Şems-i Tebrîzî de kabûl buyurup;
"İnşâallah her gün Kur'ân-ı kerîmin bir cüzünü (yirmi sahife) ezberler." dedi. Orada bulunanlar, bu söze şaşırdılar. Ertesi günden îtibâren, çocuk derse gelmeye başladı ve her gün yirmi sahife ezberledi. Bir ayda Kur'ân-ı kerîmin tamâmını ezberlemiş oldu.


Şems-i Tebrîzî hazretleri ile Mevlânâ, mehtaplı bir gecede medresenin damında oturmuş sohbet ediyorlardı. Bir ara Şems, etrâfına bir göz gezdirerek;

"Hiçbir pencereden ışık görünmüyor, herkes ölü gibi yatıyor. Keşke uyanık olsalar da, âhiret için birazcık çalışıp, kıyâmet gününde güç durumda kalmasalar. Yoksa bu hâlleriyle ölüden farkları yok." dedi. Bunun üzerine Mevlânâ hemen ellerini kaldırıp; "Yâ Rabbî! Şems-i Tebrîzî hazretlerinin hürmetine bu uykuda ölü gibi yatan kullarını uyandır!"
diye duâ etti.Duânın akabinde, gökyüzünde bir anda bulutlar toplanmaya, şimşekler çakmaya ve gök gürlemeye başladı. Bu şiddetli gürültülerden uyuyan herkes uyandı. Yakın evlerden "Allah!Allah!" sesleri gelmeye başladı.
Bir müddet bu sesleri dinlediler ve Şems;

"İnsanların, Rabbimizin hıfz-u emânında (korumasında) olabilmeleri için, âlim, kâmil bir rehbere ihtiyaçları vardır. Ancak böyle bir rehbere kavuşanlar, yer ve gök âfetlerinden, maddî ve mânevî bütün zararlardan korunabilirler. Görüldü ki, şu insanların uykudan uyanıp "Allah! Allah!" demeleri, gök gürlemesinden dolayıdır. Onun gibi, bu insanların hakîkî uykudan uyanmaları, cenâb-ı Hakk'ın sevdiği bir âlimi veya velîsi sebebiyle olmaktadır." buyurdu.


Mevlânâ bir gün talebelerine, Şems-i Tebrîzî hazretlerinin üstünlüklerinden, bâzı kerâmetlerinden ve onun üstün vasıflarından bahsetti.
Bunları işiten Sultan Veled şöyle anlatır;

"Babam Mevlânâ, Şems-i Tebrîzî'yi o kadar çok medhetti ki, hemen Şems'in huzûruna koştum. Geldiğimi görünce; "Ey Behâeddîn! Baban Mevlânâ'nın hakkımda söyledikleri doğrudur. Fakat, Mevlânâ'nın yanında bin tâne Şems, onun yanında zerreler gibi kalır. Bunun için onu bırakıp da benim hizmetime gelmek münâsib olmaz." buyurdu."


Şems-i Tebrîzî hazretleri bir gün kalb gözüyle gayb âlemini seyrederken, kırk bin talebesi olan evliyânın büyüklerinden birini gördü.
Ellerini açmış, büyük bir gönül kırıklığı içerisinde cenâb-ı Hakk'a;

"Yâ Rabbî! Yâ Rabbî!" diye duâ ediyordu. Öyle bir yalvarışı vardı ki, bütün rûhlar, onunla birlik olmuşlar, "Yâ Rabbî! Yâ Rabbî!" diyorlardı.
Şems-i Tebrîzî de o anda cenâb-ı Hakk'a münâcaat edip, yalvardı. Bu sırada yalvarışlarına cevap olarak;

"İste ey Şems!Bütün dileklerin yerine getirilecek." diyen bir ses işitti. Bunun üzerine Şems-iTebrîzî;
"Yâ Rabbî! Sana bütün rûhlarla birlikte"Yâ Rabbî! Yâ Rabbî!" diye yalvaran bu velî kuluna ihsân eyle." dedi. Şems-i Tebrîzî hazretlerinin bu şefâatiyle, o velî, derhal isteğine kavuştu.



Resim
Derviş na murad olacak.
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.

[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
zahidzenderun
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1026
Kayıt: 04 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen zahidzenderun »

Mevlânâ Celâleddîn ileŞems-i Tebrîzî hazretlerinin zâhiri ve bâtınî çalışmaları devam ederken, onların bu sohbetlerini hazmedemeyen ve Mevlânâ'nın kendi aralarına katılmamasına üzülen bâzı kimseler, Şems-i Tebrîzî hakkında uygun olmayan sözler söylemeye başladılar. Bu söylentiler, Mevlânâ'nın kulağına kadar geldi. Diyorlardı ki:
"Bu kimse Konya'ya geleli, Mevlânâ bizi terk etti. Gece gündüz hep birbirleriyle sohbet ediyorlar da, bizlere hiç iltifât göstermiyorlar. Yanlarına kimseyi de koymuyorlar. Mevlânâ, Sultân-ül-ulemâ'nın oğlu olsun da, Tebrîz'den gelen ve ne olduğu belli olmayan bu kimseye gönül bağlasın. Onun için bize sırt çevirsin. Hiç Horasan toprağı ile (Mevlânâ hazretlerinin memleketi) Tebrîz toprağı bir olur mu? Elbette Horasan toprağı daha kıymetlidir." Bu söylentilere Mevlânâ;
"Hiç toprağa îtibâr olunur mu? Bir İstanbullu, bir Mekkeliye gâlip gelirse, Mekkelinin İstanbulluya tâbi olması hiç ayıp sayılır mı?" diyerek cevap verdi. Fakat söylentiler durmadı. Şems-i Tebrîzî hazretleri artık Konya'da kalamıyacağını anladı. O çok kıymetli dostunu, o mübârek ahbâbını bırakarak Şam'a gitti.


Şems-i Tebrîzî hazretlerinin gitmesi Mevlânâ'yı çok üzdü. Günler geçtikçe ayrılık acısına sabredemiyor, kendisinde tahammül edecek bir hâl bırakmıyordu. Şems'in ayrılık hasreti ve muhabbeti ile yanıyordu. "Şems! Şems!" diyerek ciğeri yakan kasîdeler söylüyor, göz yaşlarıyla dolu yazdığı mektupları Şam'a, Şems-i Tebrîzî hazretlerine gönderiyordu. Eğer bir kimse;
"Şems-i Gördüm." diye yalan söylese, ona müjdelik olarak üzerindeki elbisesini verirdi. Bir defâsında birisi;
"Şems-i Tebrîzî'yi Şam'da gördüm. Sıhhati yerindeydi." dedi. Mevlânâ, ona elinde bulunan ne varsa hepsini verdi. Orada bulunanlardan biri;
"O, Şems-i Tebrîzî'yi görmedi. Yalan söylüyor" deyince, Mevlânâ da;
"Ona verdiğim bu elbiseler, sevdiğimin yalan haberinin müjdesidir. Onun hakîkî haberini getirene canımı veririm." diye cevap verdi. Böylece aylar geçti. Mevlanâ artık dayanamayacağını anlayınca, oğlu SultanVeled'i Şam'a göndermeye karar verdi. Oğlunu çağırıp;
"SüratleŞam'a varıp, filanca hana gidersin. Şems-i Tebrîzî hazretlerinin o handa bir genç ile sohbet ettiğini görürsün. O genci küçümseme sakın. O, Allahü teâlânın sevdiği evliyânın kutuplarından biridir. Selâmımı ve duâ isteğimi kendilerine bildir. İçinde bulunduğum şu vaziyetimi, hasretimi dile getir. Buraya acele teşriflerini tarafımdan istirhâm et." dedi. Sultan Veled, hemen hazırlıklarını tamamlayıp yola çıktı. Şam'da, babasının târif ettiği handa, Şems-i Tebrîzî'yi bir gençle konuşuyor buldu. Durumu dilinin döndüğü kadar anlattı.Konya'da bu hâdiseye sebeb olanların tövbe ettiğini ve Mevlânâ'dan çok özürler dilediklerini de sözüne ekledi. Bunun üzerine Şems-i Tebrîzî, Konya'ya tekrar gitmeye karar verdi. Hemen yola çıktılar. Sultan Veled, Şems hazretlerini ata bindirdi, kendisi de arkasında yaya olarak yürüyordu. Şems-i Tebrîzî, Sultan Veled'in ata binmesi için ne kadar ısrâr ettiyse, o;
"Sultânın yanında hizmetçinin ata binmesi bizce yakışık almaz." diyerek ata binmedi. Sultan Veled, Konya'ya yaklaştıklarında Mevlânâ'ya haberci gönderip, Konya'ya girmek üzere olduklarını bildirdi. Mevlânâ hazretleri müjdeyi getirene o kadar çok hediye verdi ki, o kimse zengin oldu. Konya'da tellâllar bağırtılarak, Şems'in Konya'yı teşrif etmek üzere olduğu bildirildi.

Konya'da başta pâdişâh olmak üzere, ileri gelen vezîrler, hâkimler, zenginler ve bütün halk yollara döküldü. Büyük bir bayram havası içinde Şemseddîn Tebrîzî ile Sultan Veled göründüler.
Sultan Veled, atın yularından tutmuş, Şems de atın üzerinde, başı önünde ağır ağır ilerliyorlardı. Bu muhteşem manzarayı seyredenler, büyük bir heyecana kapıldılar.
Mevlânâ koşarak ilerledi, atın dizginlerine yapıştı. Göz göze geldiler. Şems'in attan inmesine yardım eden Mevlânâ, üstâdının ellerinden sevinç gözyaşları arasında doya doya öptü. Bu arada yanık sesli hâfızlar Kur'ân-ı kerîm okumaya başladılar.
Herkes büyük bir haz içinde Kur'ân-ı kerîmi dinledikten sonra, sıra ile Şems-i Tebrîzî hazretlerinin ellerini öptüler. Sonra Mevlânâ'nın medresesine geldiler. Şems-i Tebrîzî, Sultan Veled'in kendisine gösterdiği hürmeti ve yaptığı hizmetleriMevlânâ'ya anlattı. Bundan çok memnun olduğunu bildirerek;

"Benim bir serim (başım) bir de sırrım vardır. Başımı sana fedâ ettim. Sırrımı da oğlun Sultan Veled'e verdim. Eğer Sultan Veled'in, bin yıl ömrü olsa da hepsini ibâdetle geçirse, ona verdiğim sırra, yâni evliyâlıkta yükselmesine sebeb olduğum derecelere kavuşamaz." dedi.
Mevlânâ Celâleddîn ile Şems-i Tebrîzî, eskisi gibi yine bir odaya çekilip sohbete başladılar. Hiç dışarı çıkmadan, yanlarına oğlundan başka kimseyi sokmadan, mânevî bir âlemde ilerlemeye başladılar. Halk, Şems gelince Mevlânâ'nın sâkinleşeceğini, aralarına katılıp, kendilerine nasîhat edeceğini, sohbetlerinden istifâde edeceklerini ümîd ederlerken, tam tersine, eskisinden daha fazla Şems'e bağlandığını ve muhabbetinin ziyâdeleştiğini gördüler.


Şems-i Tebrîzî hazretleri,Mevlânâ'yı velîlik makamlarının en yüksek derecelerine çıkarmak için elinden gelen bütün tedbirlere başvuruyor, her türlü riyâzet ve mücâhedeyi yaptırıyordu.

Günler bu şekilde devâm ederken, halk, Mevlânâ'nın hiç görünmemesinden dolayı Şems'e kızmaya başladı. Bir gün bu söylenenleri Şems-i Tebrîzî işitince, Sultan Veled'e;
"Ey Veled!Hakkımda yine sû-i zan etmeye başladılar. Beni Mevlânâ'dan ayırmak için, söz birliği etmişler. Bu seferki ayrılığımın acısı çok derin olacak!" dedi.

1247 senesi Aralık ayının beşine rastlayan Perşembe gecesiydi. Mevlâna ile Şems hazretleri yine odalarında sohbet ediyorlar, Allahü teâlânın muhabbetinden ve çeşitli velîlik makamlarından anlatıyorlardı. Bir ara kapı çalındı ve Şems hazretlerini dışarı çağırdılar. Şems-i Tebrîzî, Mevlânâ'ya;
"Beni katletmek için çağırıyorlar." dedi ve dışarı çıktı. Dışarda bir grup kimse, bir anda üzerine hücûm ettiler. Şems-i Tebrîzî hazretlerinin "Allah!" diyen sesi duyuldu. Mevlânâ hemen dışarı çıktı, fakat hiç kimse yoktu. Yerde kan lekeleri vardı. Derhal oğlu Sultan Veled'i uyandırıp, durumun tetkîkini istedi. Yapılan bütün araştırmalarda Şems-i Tebrîzî hazretlerinin mübârek cesedini bulamadılar. Bu cinâyeti işleyenler yedi kişi idi. İçlerinde, Mevlânâ'nın oğlu Alâeddîn de vardı.Yedisi de kısa bir süre sonra çeşitli belâlara yakalanarak öldüler. Bir gece Sultan Veled, rüyâsında Şems-i Tebrîzî'nin cesedinin bir kuyuya atıldığını gördü. Şems-i Tebrîzî hazretleri ona;
"Ben falan yerdeki kuyudayım. Beni buradan alıp defneyleyin." buyurdu. Sultan Veled uyanınca, yanına en yakın dostlarından birkaçını alarak, gördüğü kuyuya gittiler. Cesed hiç bozulmamıştı. Bulunduğu yerden alıp cenâze hizmetlerini gördüler.

Kabri "Emir Bedreddin Medresesi"nde Konya'dadır.Feyzli bir makam olan kabr-i şerifleri 1952 yılında restore edilerek ibadete tekrar açılan adını taşıyan mescid içerisindeki sandukanın alt kısmında, bulunan mahzende şehid edilerek atıldıkları kuyunun yanıbaşındadır.




Resim
Derviş na murad olacak.
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.

[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
zahidzenderun
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1026
Kayıt: 04 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen zahidzenderun »

ŞEMS-İ TEBRZİ'NİN DİLİNDEN HİKMETLER



Şems-i Tebrîzî hazretlerine bir kimse;
"Efendim! Mârifeti bana anlatır mısınız?" dedi. O da;
"Bir gönül ki, Allahü teâlânın muhabbetiyle yanıp, onunla hayat buluyorsa, bu mârifettir." buyurdu. Soruyu soran;
"Peki ben ne yaparsam bu mârifeti elde edebilirim?" diye tekrar sordu.
"Bedeni terk ederek. Çünkü Allahü teâlâ ile kul arasındaki perde, kişinin bedenidir.

Allahü teâlâya vâsıl olmasına mâni olacak şey dört tânedir:
1) Şehvet,
2) Çok yemek.
3) Mal ve makam,
4) Ucb ve gurûr. İ
şte bu dört şey, kulun cenâb-ı Hakk'a ulaşmasına mânidir."
buyurdu.

Bir defâsında da;

"Velîler, Allahü teâlâyı zikretmekten yorulmazlar ve O'nun muhabbetine doymazlar. Onların yanında dünyânın hiçbir kıymeti yoktur. Onlar, her an Allahü teâlâyı zikrederler, şükrederler, ibâdete devam ederler. Bir kalpten bütün arzu ve istekler çıkarsa, orada Allahü teâlânın sevgisinden başka bir sevgi kalmaz." buyurdu.

"İlim üç şeydir:
Zikreden dil,
Şükreden kalp,
Sabreden beden."


"Perhizi olmayan bir vücûd, meyvesiz bir ağaç;
utanması olmayan bir beden, tuzsuz bir aş;
gayreti olmayan bir vücûd, sâhipsiz bir köle gibidir."
buyurdu.

Şems-i Tebrîzî hazretlerine;

"İnsanların en üstünü, kıymetlisi kimdir?" dediler. Cevâbında;

"Şu dört kimsenin kıymeti, Allahü teâlâ katında yüksektir:
1) Şükreden zengin,
2) Kanâatlı ve sabreden fakir,
3) İşlediği günâhlara pişmân olup, Allahü teâlânın azâbından korkan kişi,
4) Takvâ, verâ, zühd sâhibi; yâni haramlardan sakınıp, şüpheli korkusuyla mübahların çoğunu terkederek dünyâya zerre kadar meyletmeyen âlimdir."
buyurdu.

"Bu kıymetli insanların içinde en üstünü hangisidir?" diye sordular. Buyurdu ki:
"İlim ve hilm (yumuşaklık) sâhibi âlimlerdir."
Cömertliği sordular, buyurdu ki:

"Dört türlü sehâvet, cömertlikvardır:
1) Mal cömertliği; zâhidlere, dünyâya kıymet vermeyenlere mahsustur. Onlar malı verirler, mârifeti, Allahü teâlâyı tanımayı alırlar.
2) Beden cömertliği; müctehid olan âlimlere mahsustur. Onlar da Allahü teâlânın yolunda vücutlarını harcarlar ve hidâyeti alırlar.
3) Can cömertliği; şehidlere mahsustur. Onlar da canlarını vererek Cennet'i alırlar.
4) Kalb cömertliği; âriflere mahsustur. Onlar da gönül vererek muhabbeti alırlar."


"Dünyâ, insanı hevâ ve hevesine kaptırır, nefsin arzularına uydurur. Netîcede Cehennem'e götürür."

"İnsanoğlunun edepten nasîbi yoksa, insan değildir. İnsan ile hayvan arasını ayıran edeptir."

"Âhireti kazanmak için çalışmak lâzımdır. Bu, insanı Cennet'e götürüp, Allahü teâlânın cemâlini görmekle şereflenmesine sebeb olur."



Resim
Derviş na murad olacak.
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.

[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
zahidzenderun
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1026
Kayıt: 04 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen zahidzenderun »

ŞEMS-İ TEBRZİ'NİN DİLİNDEN HİKMETLER




YAPACAĞIM BİR ŞEY YOK



Şems-i Tebrîzî hazretleri Şam'danKonya'ya gelirken, yol üzerinde bulunan bir hana uğrayarak burada yatmak istedi. Fakat uğradığı bütün hanların dolu olduğunu, hiç kalacak yerlerinin olmadığını öğrenince, câmide sabahlamak istedi. Câmiye gidip yatsı namazını cemâatle kıldı. Cemâat dağıldığında, o hâlâ duâya devâm ediyordu. Duâsını bitirdiğinde, câmide kimse kalmamıştı. Cübbesini çıkarıp başının altına koyarak uzandı. Günlerce süren yolculuğun verdiği yorgunlukla hemen kendinden geçti. Bir müddet sonra câminin kapılarını kilitlemek üzere gelen görevli, camide birinin yattığını görünce, yanına yaklaşarak:
"Burada yatılmaz kalk!" dedi.
Şems-i Tebrîzî hazretleri doğrularak:
"Benim kimseye bir zararım dokunmaz. Garibim, uzak yoldan geliyorum. Hanlarda da yatacak yer yokmuş, başka kalacak bir yerim de yok. Bırak da burada sabahlıyayım." dedi. Câmiyi kilitlemek için gelen kişi;
"Beni uğraştırma, sana kalk dışarı çık dedim, yoksa yaka paça seni dışarı atmasını bilirim." diye karşılık verdi.

Şems-i Tebrîzî hazretleri, bu son sözler üzerine bir tuhaf oldu. Hemen ayağa kalktı. Cübbesini toplayarak sessizce kapıdan dışarı çıktı.Câmiden çıkmasını isteyen görevli, onun arkasından bakarken, âniden boğuluyormuş gibi oldu. Bunun üzerine;

"İmdât boğuluyorum!" diye bağırmaya başladı. Bu sesi işiten imâm efendi koşarak geldi ve ona;
"Ne oldu, niye bağırıyorsun?" diye sordu. Kayyum durumu anlatınca, imâm efendi hemen câmiden çıkıp koşarak, Şems-i Tebrîzî hazretlerine yetişti. Kendisine;
"Efendim, o câhildir, bir terbiyesizlik etmiş. Ne olur onu affedin!" dedi. Şems-i Tebrîzî hazretleri imâm efendiye baktı. Üzüntülü bir şekilde:
"Onun işi benden çıktı. Benim yapabileceğim birşey yoktur. Ancak îmânla ölmesi için duâ edebilirim." buyurdu.




Resim
Derviş na murad olacak.
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.

[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
zahidzenderun
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1026
Kayıt: 04 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen zahidzenderun »

ŞEMS-İ TEBRZİ'NİN DİLİNDEN HİKMETLER




ÜÇ SUÂL VE BİR CEVAP



Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'ye felsefecilerden bir grup geldi. Suâl sormak istediklerini bildirdiler. Mevlânâ hazretleri bunları Şems-i Tebrîzî'ye havâle etti. Bunun üzerine onun yanına gittiler. Şems-i Tebrîzî hazretleri mescidde, talebelere bir kerpiçle teyemmüm nasıl yapılacağını gösteriyordu. Gelen felsefeciler üç suâl sormak istediklerini belirttiler, Şems-i Tebrîzî;
"Sorun!" buyurdu. İçlerinden birini başkan seçtiler. Hepsinin adına o soracaktı. Sormaya başladı:
"Allah var dersiniz, ama görünmez, göster de inanalım." Şems-i Tebrîzî hazretleri; "Öbür sorunu da sor!" buyurdu. O;
"Şeytanın ateşten yaratıldığını söylersiniz, sonra da ateşle ona azâb edilecek dersiniz hiç ateş ateşe azâb eder mi?" dedi. Şems-i Tebrîzî;
"Peki öbürünü de sor!" buyurdu. O;
"Âhirette herkes hakkını alacak, yaptıklarının cezâsını çekecek diyorsunuz. Bırakın insanları canları ne istiyorsa yapsınlar, karışmayın!" dedi. Bunun üzerine Şems-i Tebrîzî, elindeki kuru kerpici adamın başına vurdu.Soru sormaya gelen felsefeci, derhâl zamânın kâdısına gidip, dâvâcı oldu. Ve;
"Ben, soru sordum, o başıma kerpiç vurdu." dedi.Şems-i Tebrîzî;
"Ben de sâdece cevap verdim." buyurdu. Kâdı bu işin açıklamasını istedi.Şems-i Tebrîzî şöyle anlattı:
"Efendim, banaAllahü teâlâyı göster de inanayım, dedi. Şimdi bu felsefeci, başının ağrısını göstersin de görelim." O kimse şaşırarak;
"Ağrıyor ama gösteremem." dedi. Şems-i Tebrîzî; "İşte Allahü teâlâ da vardır, fakat görünmez. Yine bana, şeytana ateşle nasıl azâb edileceğini sordu. Ben buna toprakla vurdum. Toprak onun başını acıttı. Hâlbuki kendi bedeni de topraktan yaratıldı. Yine bana;
"Bırakın herkesin canı ne isterse onu yapsın. Bundan dolayı bir hak olmaz." dedi. Benim canım onun başına kerpici vurmak istedi ve vurdum. Niçin hakkını arıyor? Aramasa ya! Bu dünyâda küçük bir mesele için hak aranırsa, o sonsuz olan âhiret hayâtında niçin hak aranmasın?" buyurdu.



Resim
En son zahidzenderun tarafından 03 Mar 2008, 10:07 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Derviş na murad olacak.
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.

[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1113
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur_umim »

HAYYYY DOSTTTT ! ! ! !

Resim


ZEVK 1963

Şühûd Şehrinin şahbâzı Şems’in şavkına geldik Dost
Mevlânâ’nın muhabbetin şeref şevkine geldik Dost
Resûlullah Ravzasında dâim - kâim birleşmişiz
Gerçi kervan kıtmiriyiz, zâhir zevkine geldik Dost…


03/03/2002 03:19 shr (Konya)


Şahbâz : f. İri ve beyaz doğan kuşu. * Mc: Çevik ve becerikli. Yiğit, şanlı, kahraman.
Şavk : Işık, parıltı. * Şevk.
Şevk : Çok istek, şiddetli arzu. * Neş'e. *Bir şeyi bir yere şeye sağlamca bağlama. * Memnun. Şâduman.
Zevk : Lezzet alma, hoşa gitme, tatma. * Hoş, hoşa giden. Mânevi haz. Güzeli çirkinden ayırma kabiliyeti.

(KUL iHVANİ DİVANINDAN)
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen Gariban »

Can dost Zahid Zenderun,
Belki google'dan okuyan yabancilar olur. Cevirelim guzel bir hadise ilk defa duyuyorum. Sagolasin.


THREE QUESTIONS AND AN ANSWER

A group of philisophers came to Rumi (K.S). They stated that they would like to ask some questions. Rumi(K.S) sent them to Shams-Al-Tabrizi then they came to him. Shams al Tabrizi was in the mosque showing the students how to practice tayammum(a form of ablution) by using karpich(sun-dried mud brick). The philosophers coming, stated that they would like to ask three questions.

Shams Al Tabrizi(K.S) said "there you are ,Ask!"

They elected one amongst them as a leader. He was going to ask on their behalf.

He started asking:

"You say, there is Allah, but he is unseen, show us so that we can believe".

Shams Al Tabrizi(K.S); said "Ask your other question as well!" .

He said "You say the satan was created from the fire then you say satan will be tormented with fire, does ever fire torment the fire?".

Shams Al Tabrizi(K.S)said; "Alright, ask your other question as well!" .

He said; "You say, every one will get what they deserved , they will be punished for what they did in hereafter. Leave the people alone, let them do whatever they want, do not interfere them!"

Upon hearing this, Shams Al Tabrizi , hit the man on the head with the karpich (sun-dried mud brick) in his hand. The philosopher asking the questions went immediately to see the judge of the time and gave Shams Al Tabrizi to court.

He said "I asked questions and he hit me on the head with the karpich".

Shams Al Tabrizi said "I only answered to his questions".

The judge wanted him to explain this matter.

Shams Al Tabrizi explained:
"Dear Sir, He said 'show me glorified Allah so that I can believe'. Now lets see if this philosopher can show the pain in his head to us."

That man got confused and said "It is painful and aching but I can not show it".

Shams Al Tabrizi said, " So glorified Allah exists but He is unseen. Again this man asked me how satan can be punished with fire. I have hit this man with clay(earth) and the clay has hurt his head. In fact his body was created from the clay(earth).

Again he said to me 'Let anyone do whatever they like. Leave them alone. There would not be any responsibility for what they did." So I fancied hitting him on the head with karpich. Why is he holding me responsible to ask his right? why does he not leave it alone! If the rights are asked for small incidents like that in this world, why should the rights not be asked for in infinite hereafter."


Translated by Barbaros Sert on 28.02.08 . www.muhammedinur.com
Kullanıcı avatarı
zahidzenderun
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1026
Kayıt: 04 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen zahidzenderun »

ŞEMS-İ TEBRZİ'NİN DİLİNDEN HİKMETLER




BAŞKA ÇÂRE YOK



Şems-i Tebrîzî hazretleri, bir gün dostlarına şöyle nasîhatta bulundu:

"Âhireti terk edip, dünyâya tâlib olup muhabbet edenlere, mal kazanıp zengin olmaktan başka çâre yoktur.
Âhirete tâlib olan kimselere de, ölmeden önce ibâdet yaparak, dîn-i İslâma hizmet ederek gayretle çalışmaktan başka çâre yoktur.
Allahü teâlânın tâlibi olan kimselere, O'na kavuşmak arzusu içinde olanlara, mihnet, meşakkat, dert ve belâlara katlanmaktan başka çâre yoktur.
İlmi taleb edenlere, yâni âlim olmak isteyenlere, herkesin gözünde hakîr olmak ve yalnız, kimsesiz, garip kalmaktan başka çâre yoktur. Çünkü, kim ilim öğrenmek arzusunda olursa, onun üzüntüsü çok olur. Onu rencide ederler. Huzura kavuşması için her türlü derde, belâya sabretmesi lâzımdır.
Her kim kendini üstün görürse, onun sonu zillete düşmektir.
Hesapsız, sonunu düşünmeden malını sarfedenler, fakir olurlar.
Her kim fakirliğe sabreder, kanâatkâr olursa, sonunda zenginliğe ulaşır.
Her kimsenin, kendisinde bulunan iki şeyin birisini öldürüp, birisini diri tutmaya çalışması lâzımdır.
Öldürmesi îcâb eden şey nefsidir. Çünkü nefsi öldürmedikçe, rahata ermek düşünülemez.
Diri tutması lâzım gelen şey de, gönüldür. Çünkü gönlü ölü olanların mesûd ve bahtiyâr olması düşünülemez."





Resim
Derviş na murad olacak.
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.

[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
zahidzenderun
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1026
Kayıt: 04 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen zahidzenderun »

ŞEMS-İ TEBRİZİ'DEN


Resim

SALAT Ü SELAM




Bihamdillah direm Allah
Alıp aklımı fikrullah
Dilimde zâtın esmâsı
Bana üns oldu zikrullah

Salâtullah selâmullah
Aleyke yâ Resûlallah



Bu tevhidden murâd ancak
Cemâl-i zâta ermektir
Görünen kendi zâtıdır
Değil sanma ki gayrullah

Salâtullah selâmullah
Aleyke yâ Resûlallah



Ben ol pervâneyim geldim
Düşüp aşk oduna yandım
Yanuban küllü yandım
Beni yaktı aşkullah

Salâtullah selâmullah
Aleyke yâ Resûlallah



Gönül âyinesin sûfî
Eğer kılar isen sâfî
Açılır sana bir kapı
Ayân olur Cemâlullah

Salâtullah selâmullah
Aleyke yâ Resûlallah



Şems-i Tebrîz bunu bilir
Ehad kalmaz fenâ bulur
Bu âlem küllü mahvolur
Hemen bâkî kalır Allah

Salâtullah selâmullah
Aleyke yâ Resûlallah




Kaynaklar:
1) Lemezat-ı Hulviyye, s.293-295 , Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi yayını.
2) Menâkib-ül-Ârifîn; c.1, s.82
3) Nefehât-ül-Üns; s.520
4) Hadîkat-ül-Evliyâ; s.16
5) Kâmûs-ül-A'lâm; c.4, s.2872
6) Risâle-i Sipahsalar
7) Menâkıb, Millet Kütüphânesi, Feyzullah Efendi Kısmı, No: 2142
Derviş na murad olacak.
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.

[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
zahidzenderun
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1026
Kayıt: 04 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen zahidzenderun »

Resim

Olduğum gibi kim görebilir beni,
ne rengim var benim, ne nişanım.
Benim de bildiğim sırlar var, diyeceksin ama,
hem o sırlarım ben, hem o sırları saklayanım.



Bu gönül ne vakit durulacak, bilmem.
Ama şu anda hiç kımıldamadan duran da benim, yürüyüp giden de ben.


Resim


Ben bir denizim,
kendi varlığı içinde taşan,
uçsuz bucaksız,
alabildiğine geniş,
kıyısız, hür bir deniz.


İki dünya da yok oldu gitti bende.
Artık ne bu dünyadan sorsunlar beni,
ne o dünyadan.


Resim

Sen bizim tıpkımızsın, dedim, ey can!
Amma yaptın, dedi,
o da ne demek?

Şu gördüklerin hep ben'im.
Yoksa, dedim, sen o musun?
Hey, kendine gel, sus, dedi
benim ne olduğum, dedi, dile gelmez.,

Öyleyse, dedim, işte sana dilsiz, dudaksız konuşan biri, yoklukta ayaksız yürümedeyim, gökteki ay gibi, işte sana elsiz ayaksız durmadan koşan biri.




Böyle koşup durmak, dedi bir ses, senin nene gerek.
Bak bana, apaçık ortadayım da gene gizliyim.
Sen beni gör asıl, beni!



Eşi bulunmaz bir gizli maden olmuşum;
eşi bulunmaz bir deniz olmuşum ben,
Tebriz'li Şems'i gördüm göreli.


Mevlânâ Celâleddin /Say Yayınları / Çev.A.Kadir
Derviş na murad olacak.
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.

[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
zahidzenderun
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1026
Kayıt: 04 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen zahidzenderun »

Resim

...
Bir gün bir ses duydum, şöyle dedi

'Haydi bir gülüş ol, bir nefes ol,
"O"ndan bize bir ses ol.'



Bana güneş'in adı verildi;
Şems...

İşte böyle başladı, benim hikayem

~ ~ ~

Aşktan mutluluk, güvenlik beklerler,
halbuki aşk son zerresine kadar kendini vermektir,
ruhundaki son zerreye kadar sevdiğin olmak istemektir,
onun içinde eriyecek kadar sevmek, kendinden kopmak demektir.
İşte ben aşk derken böyle bir aşktan bahsediyorum,
ölmekten bahsediyorum.


Var mı O'nun aşkıyla ölmeye cesareti olan?


Tebrizli Şems
Derviş na murad olacak.
Allah vesilelerle kendisine yaklaştırır.
Na murad olacak..
Bildiğini terk edecek.

[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/istikametbt9tw2.gif[/img]
Cevapla

“►Şems-i Tebrizi◄” sayfasına dön