MUHİDDİN-İ ARABÎ > LÜBBܒL-LÜBB >ÖZÜN ÖZÜ

Muhiddin-i Arabî (k.s.) hazretlerinin hayatı ve eserleri.
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen mehrican »



96. VASİYET

Muhiddin-i Arabî buyuruyor:

Geçmiş Peygamberlerden birinin hikâyesi:

O Peygamber, ALLAH’ın tekliflerini ve onlarla imtihanın hikmetlerini çözemedi.
Halbuki, Cenab-ı HAKK o Peygambere ve bütün kullarına bu tekliflerdeki esrarı tefekkür etmeyi emretmişti.
Halvethanesine çekildi, tefekküre daldı ve Rabbi Alâ’ya sırriyle, lisanıyle, bütün varlığı ile şu derdi döktü:


Yâ Rabb!
Beni sormadan yarattın.
Biliyorum ki, benimle istişare etmeden de öldüreceksin.

Yâ Rabb!
Beni muhayyer bırakmadan emirler verdin, nehiyler ettin.
Aynı zamanda beni hayırlı şeylerden alakoyan hevayı hevesi (nefsani arzuları) bende yarattın.
Saptırıcı şeytanı bana musallat ettin ve benliğime şehvetler diktin. Gözlerimin önüne süslü bir dünya koydun.
Sonra da beni korkutuyorsun, menediyorsun.
Şiddetli azablarla beni tehdid ediyorsun.
Buyuruyorsun ki :
“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!
Sakın hevayı hevese uyma, seni benim yolumdan sapıtır. Şeytandan da kaç. Seni aldatmasın.
Dünyaya da aldanma, şehvetlerinden de uzak dur.
Seni, arzu ve emellerin fenalıklara sürüklemesin.
Maişetini helâlından kazan!
Eğer helâlından kazanmazsan mes’ulsün.
Âhireti unutma!
Dünyadan nasibini unutmadığın gibi, ALLAH, sana nasıl ihsan etmişse, sen de öyle ihsan da bulun!
Sakın yer yüzünde fesad çıkarma!
Âhiretten yüzünü çevirme, ne dünya kalır ne de âhiret.
İşte şaşkınlık da o zaman olur!”

Yâ Rabb!
Bir birine zıd çekici kuvvetler, karşılıklı hâller bir arada ne yapacağım ne işleyeceğim, nasıl hidâyeti bulacağım!
İşlerimde hayretteyim, bir çâre bulamıyorum.

Yâ Rabb!
Bana yol göster, elimi tut!
Doğru yola delâlet buyur!
Kurtuluş yollarına ulaştır!
Yoksa helak olacağım!” diye niyazda bulununca;
ALLAH’ü Zül Celâl şöyle vahyetti:
“Ey kulum!
Bana yardımın olsun diye, sana emirler vermedim.
İşlerse Bana zararı dokunacak diye de nehyetmediın.
Belki sana emrettiğim şeyler hep senin faiden için olduğundan sana emirler verdim.
Çünkü Ben senin Rabbin, Mabudun, Yaratıcın, rızıklarını veren, seni yoktan var eden, daima seni koruyan Sahibin ve yardımcın olduğumu düşünesin ve bunları böyle bilesin de yanlış kapı çalmıyasın diye emrettim.
Şunu da unutmayasın ki, emrettiğim şeylerin hepsinde benim, muavenet, kabul ve hidâyetime, kolaylık ihsanıma, inâyetime muhtaçsın.
Yine bilesinki, nehyettiğim şeylerin hepsinde korumama, muhafazama muhtaçsın.
Senin, küçük, büyük, gizli, aşikâr bütün işlerin, Bana gizli değildir. Şunu da iyi bil ki, sen, Benim fakirimsin, her zaman Bana muhtaçsın.
Ben sana mutlaka lâzımım.
Bensiz yaşamana imkân yok.
İşte bunu böyle bil!
Bil de Benden yüz çevirme!
Başka şeyler seni Benden meşgul etmesin!
Beni unutma!
Benden başkasıyla meşgul olma!
Belki her vakit Benim zikrimde ol, Beni an!
Bütün işlerinde hep ihtiyaçlarını Benden iste!
Yapacağın bir işte Bana hitap et!
Gizli yerlerde Bana yalvar!
Her yerde Beni gör!
Beni düşün!
Bana bağlan!
Bana tap başkasına değil!
Bil ki, nerede olursan ol Ben seninle bileyim.
Sen Beni görmesen de Ben seni görürüm.

Kulum!
Bunları böyie düşünüp inanınca, sözlerimin hak olduğu sence kafi olarak kabul edilince, tavsif ettiğim şeylerin sahih olduğuna sence kanaat getirilince, her şeyi arkana atar, Bana, yalnız Bana dönersin.
İşte o zaman, seni Bana yaklaştırırım, kendime ulaştırırım.
Sana büyük rütbeler veririm.
Benim dostlarımdan, seçkinlerimden olursun.
Cennet’imde, civarında, meleklerimle beraber, faziletli, ikramlı, sevinçli, ferah, nimetlere gark olmuş, lezzetler içinde, emin ve ebedi yaşarsın.

Kulum!
Sakın Bana karşı kötü zanda bulunma, ikram ve cömertliğimden başka bir şey hatırına gelmesin!
Önünden geçmiş nimetlerimi, devamlı ihsanımı, içinde bulunduğun hayat ve sıhhat nimetlerimi düşün!
Düşün bir kerre, sen, hiç bir şey değil iken, seni Biz yarattık; hem de güzel bir sûrette yarattık.
Bak, sana hassas bir kulak, keskin bir göz, her şeyi anlayan havas, zeki bir kalb, parlak bir anlayış, temiz bir zihin, lâtif bir fikir, fasih bir lisan, kavi bir akıl, tam bir bünye, güzel bir şekil, sahih bir âza, kâmil âlât, itaatli azalar... verdik.
Sonra sana, konuşma, söz söylemeyi ilham ettik.
Menfaatleri, mazarratları, eşya üzerinde ne şekilde tasarruf edeceğini, san’atları, işleri ilham ettik.
Senin gözünün önünden perdeleri kaldırdık..
Gözünü açtık ki Melekut âlemine bakasın, gece ve gündüzün cereyanını ibretle göresin.
Devreden felekleri, seyreden yıldızları göresin.
Sana vakitleri ve zamanların hesabını da öğrettik.
Ayları, seneleri, günleri bu sayede bilesin diye.
Karada, denizde bulunan mâdenleri, nebatatı, hayvanları hep sana musahhar kıldık.
Onlarda şahane bir tasarrufa maliksin, istediğin gibi onlara tahakküm edebilirsin.

Kulum !
Vaktaki senin aşırı taşırı gideceğini, hâin, zâlim, mütecaviz olduğunu bildim ve gördüm de sana hadler çizdim.
Hükümleri, kıyasları, âdetleri, adaletli. Hak ve sevabı, hayrı ve nıağrufu, güzel âdetleri öğrettim ki bunları bilmekle nimetlerin devamına, azab ve felâketlerin def’ine çalışasın.

Kulum !
Yine bana karşı kötü zanda bulunuyorsun.
Hak ve lâyık olmayan şeyleri benim hakkımda düşünüyorsun.

Kulum !
Emrettiğim şeylerden bir iş sana güç gelirse hemen:
“L HAVLE VE L KUVVETE İLL BlLLÂHİ’L- ALİYYܒL- AZİYM” : İsyandan kurtuluş, ibâdetlere muvaffakiyet ancak ALLAH’ın himayesi ve yardımı iledir!” de.
Arş’ımı yüklenen meleklerime yükleri ağır gelince onlar böyle derler.
Sana bir musibet gelirse:

“İNN LİLLÂHİ VE İ N N İLEYHİ RÂCİUN : Biz ALLAH’ın kullarıyız dünyada ve bütün işlerimizde, âhirette ona rücu’ ederiz” de!
Temiz kullarım ve dostlarını hep böyle derler .

Eğer ayağın kayar da bir günah işlersen, baban Âdem’le anan Havva’nın dediklerini sen de de!:

“KAL RABBEN ZALEMN ENFÜSEN VE İL LEM TAĞFİR LEN VE TERHAMN LENEKUNENNE MİNEL HÂSİRÎN : Ey Rabbimiz biz kendimize yazık ettik. Eğer bizi bağışlamaz bizi esirgemezsen her hâlde en büyük zarara uğrayanlardan olacağız” de!

Sana bir iş müşkül görünür, bir karar veremezsen, doğru yolu ararda bulamazsan dostum İbrahim’in dediklerini sen de de! :

“O Rabb ki beni yaratıp doğru yolu gösterendir.
Bana yediren, İçiren odur.
Hastalandığım zaman bana şifa veren O’dur.
Beni öldürecek, sonrada diriltecek O’dur.
Cezâ gününde kusurlarımı yargılayacağını umduğum O’dur. Rabbim bana bir hükmin ihsan et!
Beni salihler zümresine kat!.
Benden sonrakiler için de benim için bir güzel nâm ver.
Beni nâim-i Cennet’in vârislerinden kıl!.
Babamı da yarlığa çünkü sapıklardandır.”

Kulların kabirlerinden kaldırılacağı gün beni rüsvay etme.
O günde ki ne mal fayda verir nede oğullar meğer ki ALLAHa küfür ve nifak tan tamamen salim bir kalb ile gelenler ola.”

Sana bir musibet isabet edince: Hazret-i Yâkub’un dediği gibi:

“KALE İNNEM EŞKU BESSÎ VE HUZNÎ İLÂLLAHİ VE A'LEMÜ MİNELLAHİ MA LA TA'LEMÛN : Ben taşan kederimi, mahzunluğumu yalnız ALLAH’a şikâyet ederim.”

Eğer beşeriyet hâli bir günah işlersen: Musa aleylıisselâm’ın dediği gibi:
“...HAZ MİN AMELİ’Ş- ŞEYTAN İNNEHU ADÜVVÜM MÜDİLLÜM MÜBİN : ... O şeytanın işlerindendir, O hakikat şaşırtıcı apaçık bir düşmandır” de!

Eğer bir günahtan seni korumuşsaın; Hazret-i Yusuf un dediği gibi:

“VE M ÜBERRİÜ NEFSİ İNNEN NEFSE LE EMMARATÜM BİS SUİ İLLA M RAHİME RABBİ İNNE RABBİ ĞAFURUR RAHİYM : Ben nefsimi temize çıkarmam çünkü nefs olanca şiddetiyle kötülüğü emredendir, muhakkak. Meğer ki Rabbimin esirgemiş bulunduğu bir nefs ola. Zira Rabbim çok yargılayıcı çok esirgeyicidir.”

ALLAH seni bir sıkıntı ile imtihan etmişse; Hazret-i Davud’un yaptığını sen de yap. O Rabbisine yalvararak hemen yere kapandı.

ALLAH’ın günahkâr, hata eden kullarını görürsen, onlar hakkında ne’ hüküm vereceğini de bilmezsen; İsa aleyhisseîâm’ m dediği gibi de:

“EĞER KENDİLERİNE AZAP EDERSEN ŞÜPHESİZ ONLAR SENİN KULLARINDIR. EĞER ONLARI YARGILARSAN KİM NE DİYEBİLİR. Mutlaka sen galib ve yegâne hüküm ve hikmet sahibi olan da hakikaten sensin.”

Eğer ALLAH’a istiğfar eder, ALLAH’ın affını istersen; Muhammed aleyhisselâm ve ensarının dediklerini de:

“EY RABBlMİZ, UNUTTUK VEYA YANILDIYSAK BİZİ SORGUYA ÇEKME. EY RABBİMİZ, BiZDEN EVVELKİ ÜMMETLERE YÜKLEDİĞİN GiBi AĞIR YÜKLERİ BİZE YÜKLEME. EY RABBİMİZ, TAKAT GETİREMİYECEĞİMİZİ BİZE TAŞITMA, BİZDEN SADIR OLAN GÜNAHLARI SİLİVER, BAĞIŞLA, BİZİ YARLIĞA, BİZİ ESİRGE, SEN BİZİM MEVLAMIZSIN. ARTIK KAFİRLER GÜRUHUNA KARŞI DA BİZE YARDIM EYLE”

Eğer işin sonundan korkar, nasıl sona ereceğini bilemezsen:

“RABBEN L TUZİĞ KULÜBEN” dan “EL MİAD” da kadar olan duayı oku. Yâni :Ey Rabbimiz, bizi doğru yola ilettikten sonra kalblerimizi Hak’tan saptırma. Bize ken di canibinden bir Rahmet ver. Şüphesiz bağışı en çok olan sensin.
Ey Rabbimiz, muhakkak sen vukuunda hiç şüphe olmayan bir günde insanları toplayacak olansın. Şüphesiz ALLAH verdiği sözden caymaz.”



Esrar : (Sır. C.) Sırlar. Gizli hikmetler ve mânalar. Bilinmeyen şeyler. * Keyif veren zehir. Uyuşturucu madde. * Elinde ve el ayasında olan hatlar.

İstişare : Meşveret etmek. Fikir danışmak. Müşâverede bulunmak.

Muhayyer : (Hayr. dan) Seçilmesi serbest olan. Seçmece. Beğenmece.

Delâlet : Delil olmak. Yol göstermek. Kılavuzluk. Doğru yolu bulmakta insanlara yardım etmek. * İşaret.

Helak : Yıkılma, bitme, mahvolma. * Harislik ve pek düşkünlük. * Azab. Korku, havf. * Fakr.

Muavenet : Yardımcılık. Yardım. Teâvün.

Âlât : (Âlet. C.) Vasıtalar. Âletler.

Melekut : Tam bir hâkimiyyetle, Saltanat-ı İlâhiyyenin müessiriyyet ve idâresinin esrarı. Her şeyin kendi mertebesinde, o mertebeye münâsib ruhu, canı, hakikatı. Bir şeyin iç yüzü, iç ciheti. * Hükümdarlık. Saltanat. * Ruhlar âlemi. (Bak: Arş)(İnsan mülk ciheti ile kalbe zarf olur, melekut cihetiyle de mazruf olur. M.N.

Keselân: Ağırlık

Cereyân : Akma, akış, gidiş. Hareket. Akıntı. Gezme. Mürûr. Vuku, vâki olma. * Mc: Aynı fikir ve gaye etrafında toplananların meydana getirdikleri faaliyet ve hareket. Bu hareket; dinî, fikrî veya siyasî hareketler gibi birbirlerinden farklı sahalarda olabilir.

Musahhar : Teshir edilmiş. Ele geçirilmiş. Fethedilmiş. * İstenilen hâle konulmuş. * Birine bağlanmış.

Tahakküm : (Hüküm. den) Tekebbür, zorbalık etmek. Zorla hükmetmek.

Muavenet : Yardımcılık. Yardım. Teâvün.

Mütecaviz : (Cevâz. dan) Hücum eden, tecüvüz eden. Haddi aşan, geçen. * Sataşan, saldıran. * Sarkıntılık eden. * Çok, fazla.

Kıyas : Benzetmek, karşılaştırmak, mukâyese. İki şeyi birbiri ile karşılaştırmak. Benzeterek hüküm ve muhâkeme etmek. * Man: Doğru kabul edilen iki hükümden bir üçüncü hükmü çıkarmak. * Fık: İki belli şeyden birinin mahsus olan hükmünü, yâni, bu hükmün mislini, aralarındaki müttehid illetten dolayı, diğerinde de ictihad ile izhâr etmektir.

Ma'ruf : Bilinen, tanınmış. Belli, meşhur. * Şeriatın makbul kıldığı veya emrettiği. * Adl, ihsan, cud, tatlı dil, iyi muamele. (Bak: Emr-i bi-l ma'ruf)

Emr-i bi’l- ma’ruf – Neh-yi ani’l-münker : Dinin emirlerini, Kur'âni ve İslâmi hakikatleri neşretmek ve bildirmek, men'edilen şeyleri de yaptırmamak. İyiliği, İslâmi hususları emretmek ve teşvik etmek, kötülüğü men'edip yaptırmamağa sevketmek.


الَّذِينَ إِذَا أَصَابَتْهُم مُّصِيبَةٌ قَالُواْ إِنَّا لِلّهِ وَإِنَّـا إِلَيْهِ رَاجِعونَ
“Ellezine iza esabethüm müsiybetün kalu inna lillahi ve inna ileyhi raciun : O sabredenler, kendilerine bir belâ geldiği zaman: Biz ALLAH'ın kullarıyız ve biz O'na döneceğiz, derler.” (Bakara 2/156)


قَالاَ رَبَّنَا ظَلَمْنَا أَنفُسَنَا وَإِن لَّمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْحَمْنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِرِينَ
“Kalâ rabbenâ zalemnâ enfüsenâ ve il lem tağfir lenâ ve terhamnâ lenekunenne minel hâsirîn : (Âdem ile eşi) dediler ki: Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.” (A’râf 7/23)

الَّذِي خَلَقَنِي فَهُوَ يَهْدِينِ
الَّذِي خَلَقَنِي فَهُوَ يَهْدِينِ
وَإِذَا مَرِضْتُ فَهُوَ يَشْفِينِ
وَالَّذِي يُمِيتُنِي ثُمَّ يُحْيِينِ
وَالَّذِي أَطْمَعُ أَن يَغْفِرَ لِي خَطِيئَتِي يَوْمَ الدِّينِ
رَبِّ هَبْ لِي حُكْمًا وَأَلْحِقْنِي بِالصَّالِحِينَ
وَاجْعَل لِّي لِسَانَ صِدْقٍ فِي الْآخِرِينَ
وَاجْعَلْنِي مِن وَرَثَةِ جَنَّةِ النَّعِيمِ
وَاغْفِرْ لِأَبِي إِنَّهُ كَانَ مِنَ الضَّالِّينَ
وَلَا تُخْزِنِي يَوْمَ يُبْعَثُونَ
يَوْمَ لَا يَنفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُونَ
إِلَّا مَنْ أَتَى اللَّهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ

“Ellezi halekani fe hüve yehdin. Vellezi hüve yut'imüni ve yeskiyn. Ve iza meridtü fe hüve yeşfin . Vellezi yümitüni sümme yuhyin . Vellezi at'meu ey yağfira li hatiy'eti yevmeddin . Rabbi heb li hukmev ve elhikni bis salihiyn . Vec'al li lisane sidkin fil ahirin . Vec'alni miv veraseti cennetin neiym . Vağfir li ebi innehu kane mined dallin . Ve la tuhzini yevme yüb'asun . Yevme la yenfeu malüv ve la benun . İlla men etellahe bi kalbin selim :
Beni yaratan ve bana doğru yolu gösteren O'dur.
Beni yediren, içiren O'dur.
Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur.
Benim canımı alacak, sonra beni diriltecek O'dur.
Ve hesap günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum O'dur.
Rabbim! Bana hikmet ver ve beni iyiler arasına kat.
Bana, sonra gelecekler içinde, iyilikle anılmak nasip eyle!
Beni, Naîm cennetinin vârislerinden kıl.
Babamı da bağışla (ona tevbe ve iman nasip et). Çünkü o sapıklardandır.
(İnsanların) dirilecekleri gün, beni mahcup etme.
O gün, ne mal fayda verir ne de evlât.
Ancak Allah'a kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulur).” (Şuarâ 26/78-89)

قَالَ إِنَّمَا أَشْكُو بَثِّي وَحُزْنِي إِلَى اللّهِ وَأَعْلَمُ مِنَ اللّهِ مَا لاَ تَعْلَمُونَ
“Kale innemâ eşku bessî ve huznî ilâllahi ve a'lemü minellahi ma la ta'lemûn : (Ya'kub:) Ben gam ve kederimi sadece ALLAH'a arzediyorum. Ve ben sizin bilemiyeceğiniz şeyleri ALLAH tarafından (vahiy ile) biliyorum, dedi.” (Yusuf 12/86)


هَذَا مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِ إِنَّهُ عَدُوٌّ مُّضِلٌّ مُّبِينٌ...
“...hazâ min ameliş şeytan innehu adüvvüm müdillüm mübin : ...Bu şeytan işidir. O, gerçekten saptırıcı, apaçık bir düşman, dedi.” (Kasas 28/15)

وَمَا أُبَرِّئُ نَفْسِي إِنَّ النَّفْسَ لأَمَّارَةٌ بِالسُّوءِ إِلاَّ مَا رَحِمَ رَبِّيَ إِنَّ رَبِّي غَفُورٌ رَّحِيمٌ
“Ve mâ überriü nefsi innen nefse le emmaratüm bis sui illa mâ rahime rabbi inne rabbi ğafurur rahiym : (Bununla beraber) nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder; Rabbim acıyıp korumuş başka. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir.” (Yûsuf 12/53)


إِن تُعَذِّبْهُمْ فَإِنَّهُمْ عِبَادُكَ وَإِن تَغْفِرْ لَهُمْ فَإِنَّكَ أَنتَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
“İn tüazzibhüm fe innehüm ibadük ve in tağfir lehüm fe inneke entel azizül hakim : Eğer kendilerine azap edersen şüphesiz onlar senin kullarındır (dilediğini yaparsın). Eğer onları bağışlarsan şüphesiz sen izzet ve hikmet sahibisin» dedi.” (Mâide 5/118)


[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen mehrican »



97. VASİYET


Muhiddin-i Arabî buyuruyor:

Ömer ibni Abdülaziz ve İbrahim Edhem’in vasiyetleri:

Gözünü aç dünyanın devamı az; azizi zelil, zengini fakir, genci ihtiyar, diriyi ölü, yakında sana da arka çevireceğini bildiğin hâl de şimdilik sana doğru gelişine aldanma, aldanmış, bedbaht işte buna aldanandır.
Şehirler kuran, nehirler açan, bağ ve bostan yapanlar nerede? Onlar da sıhhatlerine, güçlerine, kuvvetlerine güvenen insanlardı. Onlarında neş’e ve zevklerini görenler imreniyordu.
Kara toprak onları ne hâle getirdi.
Yolun onların diyarına uğrayınca bir sor.
Zenginlerin serveti ne olmuş.
Fakirlerin fakirlikleri kalmış mı?
O bülbül diller, ahu gözler semiz vücutlar, güzel yüzler ne olmuş? Kurtlar mı yemiş?
ALLAH’nı hükmü, fermanı onları o hâle koymuş.
Bizler de onlar gibi olacağız.
Dünyanın muvakkat hayatına aldanmayalım.
Orası için hazırlık yapalım.
Sonra pişmanlık fayda vermez.



Muvakkat : Vakitli. Geçici. Fâni. Devamlı olmayan.


[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen mehrican »



98. VASİYET

Muhiddin-i Arabî buyuruyor:

Ömer ibni Abdülaziz’in bir vaazı:

Ey Nas!
ALLAH sizi faydasız boş yere yaratmadı.
Sizin için bir son merhale var.
Orada ALLAH hükmünü verecek.
ALLAH’ in rahmetinden mahrum kalanlar zararlarını anlayacak, saadet-i ebediye diyarı olan Cennet’ten mahrum olanlar hüsran-ı ebediyeye dalacak.
Azı çoğa, fâniyi bâki’ ye, korkuyu emniyete tercih edenler pişman olacak.
Siz bir zamanlar bu günkü mezar olanların sulbünde idiniz.
Yarın sizin sulbü nüzdekiler de sizin sandalyelere oturacaklar.
Siz de mezar olacaksınız.
Bu âdet sonuna kadar devam edecek.
Her gün ve her gece hayatını bitirenler sevdiklerinden ayrılmış kabre giriyor.
Amelleriyle baş başa kalıyor.
Gözünü aç, ölüm gelmez den evvel hazırlıklı bulun.
Sonra nedâmet fayda vermez.
Başkasına değil yalnız ALLAH’a el avuç açan şerefli yaşar.
Sen de helâlden kazan kendi kazancına razı ol.
Dünyayı temiz geçir.
Ebedi neşeye erersin.











[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen mehrican »




99. VASİYET


Muhiddin-i Arabî buyuruyor:

Vasiyetlerin en faydalısı ve en doğrusu Kur’ân vasiyetidir.
Bak bir kaç tanesini yazayım.
Diğerlerini de sen Kur’ândan yâni aslından dinlersin.

Bakara sûresinden:

“Arzda fesad çıkarmayın!
Müslümanların inandığı gibi inanın!
Sizi ve sizden evvelkileri yaratan Rabbinize ibadet edin!
ALLAH’a eşler koşmayın!
Odunu, çırası insanlarla taşlar olan ateşten sakının!
Ahdimi yerine getirin!
Ben de sizin ahidlerinizi yerine getireyim.
Yalnız Benden korkun!
Size verdiğim nimetleri hatırlayın!
Size gönderilene imân edin!
Onu inkâr edenlerin ilki siz olmayın!
Âyetlerimizi az bir paha ile değişmeyin!
Ancak Benden korkun!
Bilip dururken Hakk’ı bâtıla karıştırıpta gerçeği gizlemeyin!
Namaz kılın, Zekât verin!
Cemaate devam edin!
Hem sabır ve hem de namazla HAKK’tan yardım isteyin!
Öyle bir günden korkun ki hiç kimse kimsenin namına bir şey ödeyemez.
Ve ondan her hangi bir şefaat kabul olunmaz.
Ondan bir fidye de alınmaz.
Onlara yardım da edilmez.
Arzda fesad çıkarmayın!
ALLAH’tan başkasına ibadet etmeyin!
Anaya babaya, hısımlara, yetimlere, yoksullara iyilik yapın!
İnsanlara güzellikle söyleyin!
Dosdoğru namaz kılın, Zekât verin!
Affedin, iyilik yapın.
Yapmış olduğunuz şeyleri hep ALLAH’ın huzurunda bulacaksınız.
Müslüman olarak ölün!
Hayırlı işlerde yarış yapın!
Beni anın Ben de sizi anayım.
Bana şükredin küfretmeyin!
Arzda bulunan şeylerin helâl, ve temiz olanlarını yiyin!
Şeytana uymayın!
Dualarınıza icabeti Benden bekleyin!
Mallarınızı aranızda haksız şekilde yemeyin!
ALLAH yolunda cömertlikler yapın!
Kendi kendinizi tehlikeye atmayın!
Âhirete azık hazırlayın!
En hayırlı azık takvâ’dır.
Ey akıllılar Benden korkun!
Dünyanın neresinde olursan ol namazda yüzünü Kabe’ye çevir!
Ramazan ayını görünce hemen Oruca başlayın!
Şafak sökene kadar yiyin için!
Şafakla oruca başlayın!
O orucu tâ kaş kararıncaya kadar (güneş batana kadar) devam ettirin!
Evlere kapılarından girin!
ALLAH’a şirk eden bir kadınla evlenmeyin!
Müşriklere de kızlarınızı vermeyin!
Hayz hâlinde kadınlara yaklaşmayın!
ALLAH huzuruna edeble dikilin!
Verdiğiniz sadakaları başa kakmayın!
Sadakayı başa kakmak sûretiyle iptal etmeyin!
Kazançlarınızın güzel ve temizlerinden infâk edin!
Pis şeylere tenezzül etmeyin!
Kendin sevmediğin şeyi başkalarına da verme!
ALLAH’tan korkun!
Eğer faizle bir para vermişseniz kat’iyen faizini almayın!
Yalnız verdiğiniz parayı alın!
Öyle bir gün gelecek ki hep o gün ALLAH’a döndürüleceksiniz.
O gün herkese kazandığı şeyler tamamen verilecek.
Onlara haksızlık edilmeyecek.
İşte o günden korkun!..
Muayyen zamanlar için borçlandığınızda onu yazın!
Onu yazan kâtip âdil olsun!
Bildiğiniz şeylere şâhidlik ederken şâhidliği gizlemeyin!
Kim şâhidliği gizlerse onun kalbi günahkârdır.”





[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

salavatı şerife

Mesaj gönderen mehrican »




بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِِ


Bismillahirrahmânirrahîm




SALÂVÂT-I ŞERÎFE

MUHİDDİN-İ ARABÎ

SALÂVÂT-I FEYZÎYYE


Yâ Rabbî!
O Muhammed’in (sav) ki;
En evvel Rabbanî yaratılma basamağından bereketlenen varlıkların İlki!
İnsan türüne ilişkilendirilen Subhânî inişlerin Sonuncusudur!

Yâ Rabbî!
O Muhammed’in (sav) ki;
“Allah vardı ve beraberinde ikinci bir şey yoktu!” Mekke’sinden,
“Şu anda da öyledir!” Medine’sine göç etmiştir!

Yâ Rabbî!
O Muhammed’in (sav) ki;
“Zâten her şeyi apaçık bir kütükte ayrıntılı olarak kaydetmişizdir!” âyet-i kerîmesince varlığındaki beş tecellî basamağını anlamak isteyenlere karşı cömert ve esirgeyici, gerçekten lütfedici ve Merhamet Saçıcı’dır!

Yâ Rabbî!
O Muhammed’in (sav) ki;
Olmuş ve olacağı kuşatan, toplayıcı besmelenin Kudsal noktası, “Oluş” dairelerinde dönen “ Kûn : Ol!” emrinin Gizemli-Sırrlı Sözü’dür!

Yâ Rabbî!
O Muhammed’in (sav) ki;
Her şeye yayılmış ve her şeyden soyut, ârî “O olma” Hüvelik-Hüviyyet Sırrıdır!..

Yâ Rabbî!
O Muhammed’in (sav) ki;
İlâhî bolluk Hazineleri’ni elinde tutan, o hazinelerin eğilimlere ve yeteneklere göre bölüştürücüsü, dağıtıcısıdır!

Yâ Rabbî!
O Muhammed’in (sav) ki;
En büyük İsmin Sözcüğü!
Tılsımlı Hazine’nin açıcısı, “Kulluk” ve “Rabblık”ı birleştiren eksiksiz görünme yeri!
İmkân ve büyüklükleri kapsayan genel sığınak!
Kendisini tecellîlerin sarsamadığı Tûr Dağı!
Yakînlik Neşesi’ni gaflet leşlerinin bulandıramadığı en büyük denizdir!

Yâ Rabbî!
O Muhammed’in (sav) ki;
Yücelik Harflerinin mürekkebi kendisinden akan İlâhî ışıklı kalem!
Tüm sözcüklerin maddelerine yayılan Rahmânî Soluk’tur!

Yâ Rabbî!
O Muhammed’in (sav) ki;
Varlıkların yaratılmadan saptanmış-belirlenip tâyin edilmiş biçimleriyle,
Anılan varlıklardaki çeşitli eğilimlerin gerçekleşme dayanağı olan “En Kudsal Bağış” özü!
Varlıklar ve onlarda bulunan türlü türlü eğilimlerin biçimlenme nedeni olan “Kudsal Bağış” niteliğidir!

Yâ Rabbî!
O Muhammed’in (sav) ki;
Sayısal olmayan yeğânelik ve teklik yayları arasındaki Birlik Çizgisi!
Başlangıçsızlık göğünden sonrasızlık yerine gerçekleşen İlâhî İniş’in Yakınlık Aracısı’dır!

Yâ Rabbî!
O Muhammed’in (sav) ki;
Büyük Nüsha’nın doğum nedeni olan Küçük Nüsha’dır!

Yâ Rabbî!
O Muhammed’in (sav) ki;
“Kûn : Ol!” Perdesi’nin “Feyekûn : Oluverdi!” tanıklığına doğan anlamsal-mânevî sözcüğün maddesidir!

Yâ Rabbî!
O Muhammed’in (sav) ki;
Hiçbir kimse için iki kez belirmesine imkân bulunmayan, belki her insan için bir kez görünen biçimin ilk maddesi, Büyük Rûh’udur!

Yâ Rabbî!
O Muhammed’in (sav) ki;
Olmazı da olmayanı da kapsayan-yutan-ihata eden Kur’ân-ı Kerîm’i toplayıp bir araya getiren!
Sonradan olma (Mevcûd) ile Hep Olan (Vâcibü’l- Vücûd) arasında bölümleyen Farkların Farkı’dır!
“Ev halkım Rabb’imin yanındadır!” gündüzün oruçlusu-Sâimidir!
“Gözlerim uyur ama kalbim uyumaz!” gecesinin ayakta duranı-Kâimidir!

Yâ Rabbî!
O Muhammed’in (sav) ki;
“İki denizin birbirisine karışmaması” ölçüsünce “Varlık” ve “Yokluk” arasında aracıdır!
“Birbirlerine karışmalarını önleyen ara” mantığınca “Sonradan Olan”ın “Hep Olan” ile ilişkilenmesi için Tek Bağ’dır!

Yâ Rabbî!
O Muhammed’in (sav) ki;
“Önce” ve “Sonra” defteri’nin özü, özeti!
İçteki ve dıştaki kuşatmanın Merkezi’dir!

Yâ Rabbî!
O Muhammed’in (sav) ki;
Tecellîlerin sığınağı üzerinde yüzü ve güzelliği, İlâhî Öz’ün Tedbir Kıblesi’dir!
Nitelik ve İsimler Elbisesi kendisine giydirilmiş!
Ulu Halife’lik tâcıyla Taçlandırılmış!
Şerefli bedeniyle Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksâ’ya yakaza durumundayken yolculuk yapıp, Siddretü’l- Münteha’ya ulaşarak “İki yay gibi belki daha da yakın!” sırrına yükselmiş ve sabah-akşam olmayan yerde İlâhî Öz’ü görüp O’na tanıklık etmekle gönlünde sevinç meydana gelmiş!
Gönlünün görüşündeki tecellîlerde bir kusur olmamış!
Sayısal olmayan “Yegânelik” aşamasında gözü aydın olmuş!
Keskin görüşünde ve gönlünde bir sapma olmamıştır!

İşte Yâ Rabbî!
Yukarıdaki Ulu ve Güzel Özelliklerle nitelenen Yüce Sevgilin’e-Habibullah’a salâvat bağışını, selâmet verişlerini artır!

Yâ Rabbî!
O Muhammed’ine (sav) öyle bir salât et ki;
Benim ikincilliğim “Asl”ıma, parçam bütünüme birleşerek özüm Muhammed (sav)’ in Özü ile, niteliğim Muhammed (sav)’ in niteliği ile birleşsin!
Ve Varlığıyla varlığım sevinç içinde kaynaşarak aramızda “Ara” kalmasın!


Ey perdesi ışık ve gizliliği, görünüşünün şiddetinden başka bir şey olmayan Allah’ım!

İstediğin-irade ettiğin her şeyi yaptığın ve her bellilikten uzak tuttuğun “Itlak” Aşamasında Senin ile Senden;
İlim aydınlığıyla Özün’e ait keşiften, biçimlerin varlığı ile biçimleri isim ve niteliklere dönüştürmenden, Muhammed (sav)’ e öyle bir salât ile salât etmeni dilerim ki, o salât sâyesinde başlangıçta serpilen ışık ile görüşüme olgun-kâmil gerçeklik çekilerek “Var oluş” a girmeyen şeylerin yokluğunu ve Senin başlangıçsız kalıcılığını görmeye güç yetirebileyim!

Yâ Rabbî!
Yüce Sevgilin’e olan o salât sâyesinde, “Şey”lerin “Varlık Kokusu” koklamadığını, aslında “Yok ve Kayıp” olduklarını anlayarak, böylece “Şey” leri oldukları gibi görebileyim!
Bu anılan Büyük Kaynağı istediğim gibi, benin Benlik Karanlıklığından kurtararak aydınlığına, bedensellik mezarından kurtararak; “Cem’ “i, Haşre ve “fark” ı, Neşre kavuşturmanı dilerim!

Yâ Rabbî!
Anlayış şâhidliğine ehil, zevk ve vicdan sahibi yakınlarıyla dostlarına da salât ve selâm eyle!

Yâ Rabbî!
Şanlı Nebîn ile O’nun yakın ve dostlarına olan salât ve selâm, tabiatın gece saçları dağıldıkça, görünmek için alnı parladıkça kesintisiz olsun!
Hamd âlemlerin Rabb’i Allah’adır ve selâm O’nun Resûlleri üzerine olsun!

Âmin Yâ Muîn Celle Celâlihu!…

Yâ Rabbî!
İnşâallah sâdık bir Muhammedî Lâtif Yıldız kulun ve Kudsal Kervan’ın samimi Kul İhvanî Kıtmiri olarak, Şeyhü’l-Ekber’imin bu ledünnî ulaşım dileğine katılma yalvarışımı tüm kardeşlerim adına da Senin El Latîf-El Kerîm- El Rahîm-El Vedûd Celle Celâlihu İsimlerin için Senden dilerim!...




Açıklamalar : Latif Yıldız


Salât : Namaz. Belirli vakitlerde Kur'an'da emredildiği tarzda ve Hz. Peygamber'in tarifi vechi ile yapılan ibadet. * Tebrik, tezkiye. * Dua. Peygamberimize (A.S.M.) yapılan dua. * İstiğfar. * Rahmet.

Salât, “Sall” kökünün şah dalıdır. “Asl”a ulaşım en kısa târifidir.
Tüm insanlık için geçerli kardeşler olarak, bize en yakın yer olarak Ana Rahmi’nde göbek bağı ve Baba Sülbünde Tohum olarak birleşim ve birlikteliğimizi Rabbımız “Sıla-yı Rahim” buyurarak bildirmiş ve bu bağı kesmeyi en ağır suçlardan saymıştır.
Tüm insanlığın Havva Vâlidemizin Rahminde buluştuğunu bilmemiz çok rahat bir anlayıştır.
Sall, sılaya kavuşma ve vuslattır.
Ondandır ki; sulama kanallarını barajlara birleştiren Ana Kanallara İsale Kanalı denir.
Elektiriği dağıtım hatlarını üretim merkezine birleştiren Ana Hatlara da İsale Hatları denir.

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’ salâtlar olan salâvat ise her hususta her şeyimizle O’na ulaşım dileğimiz ve görevimizdir.

ALLAHÜ ZܒL-CELÂL’e salât açıkça “Asl”a ulaşım olup bunun temini için Kur’ân-ı Kerîm’imizde net direkt olarak:
“Allah’a ve Resûlüne; teslim olunuz, iman ediniz, tâbi olunuz ve itâat ediniz!” âyetlerindeki emir ve kemâlât aşamalarına çok dikkat etmeliyiz.
Sitemizin ana sayfasındaki “Tasavvuf Kitabı”mda âcizâne olarak arz etmiştim.

Feyz : (C.: Füyuz) Bolluk, bereket. * İlim, irfan. Mübareklik. * Şan, şöhret. * İhsan, fazıl, kerem. Yüksek rütbe almak. * Suyun çoğalıp çay gibi taşması. Çok akar su. * Bir haberi fâş etmek. * İçindeki düşüncesini izhar etmek.
(Hakaik-ı imaniye ve esasat-ı Kur'aniye, resmî bir şekilde ve ücret mukabilinde dünya muamelâtı suretine sokulmaz. Belki bir mevhibe-i İlâhiye olan o esrar, hâlis bir niyet ile ve dünyadan ve huzuzat-ı nefsaniyeden tecerrüd etmek vesilesiyle o feyizler gelebilir. M.)

Feyzîyye : Bolluk ve berekete ait ve müteallik. Feyze mensub.

Rabbanî : (Rabbaniye) Rabbe âit. Cenab-ı Hakk'a dair ve müteallik. İlâhî Kudretin her an dahi nabız atışı gibi yok ve var oluş şe’enini redbir ve terbiyesi ile ilgili esmâsı hünerleri. * Ârif-i Billâh olan, ilmi ile amel eden âlim.

Subhânî : Teşbih ve tenzihin ortasındaki TEVHİD noktasında tüm sistemini yaratıp Atomundan tüm kâin3ata kadar boşlukta yüzdürüp – tesbih ettirip duran Subhân ALLAHÜ ZܒL-CELÂL’in azametini sergileme yönü kudretini seyir esmâsıyla ilgili hususlar.


“Allah vardı ve beraberinde ikinci bir şey yoktu!” Mekke’sinden,
“Şu anda da öyledir!” Medine’sine göç etmiştir! :

Ahadiyyet: ALLAHÜ ZܒL-CELÂL’in gerçek şahsiyetinin, kişiliğinin, zâtlığının, insanın akıl kapasitesiyle kavranamayacak, anlaşılamayacak ve kaldırılamayacak oluşunun “EL AHAD” (celle celâluhu) olarak buyurduğu zifiri karanlık ve bilinemezlik perdesinin arkasında bulunup bize perdeli olmasında “Tek” oluşudur. Bu bakımdan “Bir” tane, eşsiz ve benzersiz oluşudur.

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Kânellahu ve lem yekûn mâahu şey’un: ALLAH vardı ve O’nunla birlikte hiçbirşey yoktu!
(Buhârî, Bedü’l-Halk1; El Hindî, Kenzu’l-Ummâl X-29850)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e soruluyor:
“ RABB’ımız, gökleri ve yeri yaratmadan önce neredeydi?” Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Üstünde ve altında hava bulunmayan bir “a’m┠daydı” buyuruyor.”
(İbni Mâce, Mukaddime 13)

İmâm-ı Alî (keremullahi veche) ise: “ Elân dahi öyledir” buyuruyor.

A’mâ ise körlüktür...
Sonsuz ve zifirî karanlıkta asla bir şey görememek oraya ait bir hususu bilememektir...
İşte ALLAHÜ ZܒL-CELÂL’e ait bu bilinemezlik karanlığının adı AHAD’dır...
Koyu bir karanlığa benzetildiğinden câhilliğe de mecâzen “Ümmî” denilmiştir.
Hatta ledün ilminden nâsibsiz ve sözde ilim ehlince Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in “Nebîyyü’l-ümmî” oluşu, anasından nasıl doğmuş ise öyle kalıp okuma yazma öğrenmemiş (câhil) kimse sanılmıştır.
Böyle anlayış ve anlatış ahmakçadır.
Arapça’da anneye ümm denmesi, karnındaki bebeği için zifiri karanlık içinde emniyet yuvası ve bilinemezlik karanlığının benzeri oluşundandır.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e Nebîyyil Ümmî buyurulması ise;
Nebî: haber getiren, Nebîyyil Ümmi ise bilinemezlik a’mâsından haber getiren ezel habbesinin (Habibîyyetten) zuhûru olan demektir.
Arapça, âri ve asil bir dildir. “Cennet dilidir” buyurulmuştur. Arapça; birkaç bedevinin çölde bir araya gelip uydur kaydır ortaya çıkardığı bir dil değildir.
Sistemi halk edenin Kur’ân-ı Kerîm’de Kerem’ini indirdiği mükemmel ve mükerrem bir dildir.

Basit bir misâlle bakınız!
ALLAH ismi: Elif-lâm-lâm-he’den oluşur.
أ ل ل ه

اﷲ لِلّٰهِ لَهُ هُ = هُوَ

Birer harfini sırayla soyarsak:
ALLAH (celle celâluhu): Şerîatta başlı başına bir târifi olmamakla beraber tüm Esmâ-yı Hüsnâyı toplayan cem’ eden Lâfzullah…
Harf-i târifsiz tek Zâtî Esmâ.
LİLLAHİ: ALLAH (celle celâluhu) için… Tarikatte her şey ALLAH (celle celâluhu) için…
LEHÛ: ALLAH (celle celâluhu)’nun… Mârifette her şey ALLAH (celle celâluhu)’nundur.
HÛ: Hû… Hakikatte her şey O dur. Ondan başka O yoktur. Lâ hûve İllâ hûve…

Birer harfi soymakla ALLAH kelimesinden, Lillah, Lehû ve Hû ya ulaştık…
Bir de “Tanrı” yazalım ve deneyelim. Tanrı-Anrı-nrı-rı!…


“Zâten her şeyi apaçık bir kütükte ayrıntılı olarak kaydetmişizdir!”

يَمْحُو اللّهُ مَا يَشَاء وَيُثْبِتُ وَعِندَهُ أُمُّ الْكِتَاب

“Yemhullahü ma yeşaü ve yüsbit ve indehu ümmül kitab :
Allah dilediğini siler, (dilediğini de) sabit bırakır. Bütün kitapların aslı onun yanındadır.” (Ra’d 13/39)

Tecellî : Görünme. Bilinme. * Kader. * Allah'ın (C.C.) lütfuna uğrama. * İlâhi kudretin meydana çıkması, görünmesi. Hak nûrunun te'siriyle kulun kalbinde hakikatın bilinmesi

Kudsal : Mübareklik. Kudsilik. Nezafet. Pâk olmak. Noksanlardan uzak olmak.

“ Kûn : Ol!” : ALLAHÜ ZܒL-CELÂL’in her an yeniden var edişi!..

إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ

“İnnema emruhu iza erade şey'en ey yekule lehu kün fe yekun :
Bir şey yaratmak istediği zaman Onun yaptığı «Ol» demekten ibarettir. Hemen oluverir.” (Yâ Sîn 36/72)


Ârî : Pâk, pislikten uzak. * Hür.

Hüviyyet : Asıl. Mâhiyyet. Birisinin kimliği, kim olduğu, kökü, esası ve ne olduğu. * Cenab-ı Hakkın varlık sıfatı. * Hamiyyet ve istikametten, ulüvv-ü cenâbdan ibâret olan sıfât-ı hamide.

Tüm sözcüklerin maddelerine yayılan Rahmânî Soluk’tur!

En Kudsal Bağış…

İlâhî bolluk Hazineleri’ni elinde tutan, o hazinelerin eğilimlere ve yeteneklere göre bölüştürücüsü, dağıtıcısıdır! :

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Rahmetenli’l-âlemin Denizi’nde her varlığın damla oluşu.
Nûrullah, Nûr-u Mîm, Nûr-u Muhammed Sırrı…

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ

“Ve ma erselnake illa rahmetel lil alemin :
(Resûlüm!) Biz seni âlemlere ancak rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ 21/107)

Her insan için bir kez görünen biçimin ilk maddesi, Büyük Rûh’udur!

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Evvelü mâ halakallahu nûrî, evvelü mâ halakallahu kâlemü, evvelü mâ halakallahu’l-akl:
ALLAH’ın ilk yarattığı şey benim nûrumdur, ALLAH’ın ilk yarattığı şey kâlemdir, ALLAH’ın ilk yarattığı şey akıldır.”
(İ.Ahmed V/317; Keşfül Hâfâ I/311 (823,824,827); Hilyetül Evliyâ III-318)

İlk akıl, ilk kalem, ilk nûr olan Nûr-u Muhammed.
Tekrar dirilme de Nûr-u Muhammed’le başlayacaktır.

Kendisini tecellîlerin sarsamadığı Tûr Dağı!

وَلَمَّا جَاء مُوسَى لِمِيقَاتِنَا وَكَلَّمَهُ رَبُّهُ قَالَ رَبِّ أَرِنِي أَنظُرْ إِلَيْكَ قَالَ لَن تَرَانِي وَلَـكِنِ انظُرْ إِلَى الْجَبَلِ فَإِنِ اسْتَقَرَّ مَكَانَهُ فَسَوْفَ تَرَانِي فَلَمَّا تَجَلَّى رَبُّهُ لِلْجَبَلِ جَعَلَهُ دَكًّا وَخَرَّ موسَى صَعِقًا فَلَمَّا أَفَاقَ قَالَ سُبْحَانَكَ تُبْتُ إِلَيْكَ وَأَنَاْ أَوَّلُ الْمُؤْمِنِينَ
“Ve lemma cae musa li mikatina ve kelemehu rabbühu kale rabbi erini enzir ileyk kale len terani ve lakininzur ilel cebeli fe inistekarra mekanehu fe sevfe terani felemma tecella rabbühu lil cebeli cealehu dekkev ve harra musa saika felemma efaka kale sübhaneke tübtü ileyke ve ene evvelül mü'minin :
Musa tayin ettiğimiz vakitte (Tûr'a) gelip de Rabbi onunla konuşunca «Rabbim! Bana (kendini) göster; seni göreyim!» dedi. (Rabbi): «Sen beni asla göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer o yerinde durabilirse sen de beni göreceksin!» buyurdu. Rabbi o dağa tecelli edince onu paramparça etti, Musa da baygın düştü. Ayılınca dedi ki: Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tevbe ettim. Ben inananların ilkiyim.” (A’raf 7/143)


Tûr Dağı! : Tûr-i Sinâ : Musâ Peygamberin (A.S.) Allah (C.C.) kelâmına nâil olduğu, Süveyş ile Akabe Körfezi arasındaki bir yer ve bir dağ ismi. Cebel-i Musa veya Tur-u Sinâ da denir. * İbn-i Sinâ'nın ceddinin ismi. (Bak: İbn-i Sinâ)

Yakîn : Şüphesiz, sağlam ve kat'i olarak bilmek.(Yakîn: Ma'rifet ve dirayetin ve emsalinin fevkinde olan ilmin sıfatıdır. İlm-i yakîn denir, ma'rifet-i yakîn denilmez.

Ayn-el yakîn: (Ayn-ül yakîn) Göz ile görür derecede görerek, müşâhede ederek bilmek.

Yeğâne : Tek, bir.

Nüsha : (C.: Nüsah) Yazılı şey. Yazılı bir şeyden çıkarılan suret.

“Ev halkım Rabb’imin yanındadır!” :

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Ev halkım Rabb’imin yanındadır!” buyurmuştur.

“Gözlerim uyur ama kalbim uyumaz!” :

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Gözlerim uyur, ama kalbim uyumaz!” buyurmuştur.
(Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, 1/122.)

“İki denizin birbirisine karışmaması” ölçüsünce “Varlık” ve “Yokluk” arasında aracıdır!
“Birbirlerine karışmalarını önleyen ara” mantığınca “Sonradan Olan” ın “Hep Olan” ile ilişkilenmesi için Tek Bağ’dır!
.
مَرَجَ الْبَحْرَيْنِ يَلْتَقِيَانِ
بَيْنَهُمَا بَرْزَخٌ لَّا يَبْغِيَانِ
“Mereclbahreyni yeltekiyani. Beynehuma berzahun la yebğiyani. :
İki denizi birbirine kavuşmak üzere salıvermiştir. Aralarında bir engel vardır, birbirine geçip karışmazlar.” (Rahmân 55/19-20)

“Birbirlerine karışmalarını önleyen ara” mantığınca “Sonradan Olan” ın “Hep Olan” ile ilişkilenmesi için Tek Bağ’dır!


İçteki ve dıştaki kuşatmanın Merkezi’dir! :

İçteki kuşatma :

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ

“Ve le kad halaknel insane ve na'lemu ma tuvesvisu bihi nefsuh ve nahnu akrabu ileyhi min hablil verid :
Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf 50/16)

Dıştaki kuşatma :

وَللّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَانَ اللّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُّحِيطًا

“Ve lillahi ma fis semavati ve ma fil ard ve kanellahü bi külli şey'im mühiyta :
Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır ve Allah her şeyi kuşatmıştır. (Hiçbir şey O'nun ilim ve kudretinin dışında kalamaz).” (Nisâ 4/126)

Tedbir : Bir şeyi te'min edecek veya def' edecek yol. * Cenab-ı Hakk'ın Hakîm ismine uygun hareket, riayet. * Bir şeyde muvaffakiyet için lâzım gelen hazırlık.

Mescid-i Haram : Mekke-i Mükerreme'de ve içinde Kâbe'nin bulunduğu en büyük, mukaddes ibadet yeri.

Mescid-i Aksâ : Kudüs'te çok eskiden gelen peygamberlerin (A.S.) yaptırdıkları mâbed.

Yakaza :Yakza. Uyanıklık. Dikkatte olma.

Siddretü’l- Münteha : Mahlukat ilminin ve amelinin kendisinde nihayet bulup kevn âlemini hududlandıran bir işaret. Yedinci kat gökte olduğu rivayet edilen ve Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm'ın ulaştığı en son makam.

Nitelik : Keyfiyet. Mâhiyet. Nasıllık.

“İki yay gibi belki daha da yakın!”
ثُمَّ دَنَا فَتَدَلَّى
فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ أَوْ أَدْنَى
“Summe dena fe tedella. Fe kane kabe kavseyni ev edna :
Sonra (Muhammed'e) yaklaştı, derken daha da yaklaştı. O kadar ki (birleştirilmiş) iki yay arası kadar, hatta daha da yakın oldu.” (Necm 53/ 8-9)

Keskin görüşünde ve gönlünde bir sapma olmamıştır!

فَأَوْحَى إِلَى عَبْدِهِ مَا أَوْحَى
مَا كَذَبَ الْفُؤَادُ مَا رَأَى
“Fe evha ila abdihi ma evha. Ma kezebel fuadu ma raa :
Bunun üzerine Allah, kuluna vahyini bildirdi. (Gözleriyle) gördüğünü kalbi yalanlamadı. (Necm 53/ 10-11)

Habibullah : (Habib-i Hudâ) Allah'ın sevgilisi. Hz. Muhammed (A.S.M.)

İrade : İstek, arzu. Dilemek. Emir. Ferman. * Bir şeyi yapmak veya yapmamak için olan iktidar, güç

Itlak : Salıvermek. Bırakmak. Koyuvermek. Serbest bırakmak. Serbest olup her tarafta bulunmak.

Sâye : f. Gölge. * Mc: Himaye, sahip çıkma, koruma. * Muavenet, yardım.

Kâmil : (Kemal. den) Bütün, tam, olgun, eksiksiz, kemalde olan, kusursuz. Kemal ve fazilet sâhibi. * Resul-i Ekrem'in de (A.S.M.) bir vasfıdır. * Yaşını başını almış, terbiyeli ve görgülü kimse. * Âlim, bilgin kişi.

Yâ Rabbî!
Yüce Sevgilin’e olan o salât sâyesinde, “Şey”lerin “Varlık Kokusu” koklamadığını, aslında “Yok ve Kayıp” olduklarını anlayarak, böylece “Şey” leri oldukları gibi görebileyim!

Şey : Nesne, şey’.

ALLAHÜ ZܒL-CELÂL yarattığı sonsuz sayıdaki şeyleri Kur’ân-ı kerîm’inde tek kaleme indirip: “Külli şey’in…” buyurmaktadır.

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Allahümme erine’l-eşyâe kemâ hiye: ALLAH’ım bize herşeyi nasıl ise öyle göster!...” buyuruyor...
Eşyânın hakikatini...

ALLAHÜ ZܒL-CELÂL yine Kur’ân-ı kerîm’inde her şeyin var gözüken geçici ve izafî mevcudiyetinin sonunda yokluğa mahkumiyetini buyurur:

كُلُّ مَنْ عَلَيْهَا فَانٍ
“Kullu men 'aleyha fan :
Yer yüzünde bulunan her canlı yok olacak.” (Rahmân 55/26)

Cem’ : Farklı şeyleri bir yere getirmek mânasına mastar. * Az olarak cemaat için isim olur. * Toplama. Bir yere getirme, biriktirme. Yığma.

Haşr : (Haşir) Toplanmak, bir yere birikmek. * Toplama, cem'etmek. * Kıyametten sonra bütün insanların bir yere toplanmaları. Allahın, ölüleri diriltip mahşere çıkarması. Kıyamet.

Fark : Ayrılık, başkalık. Ayırma, ayrılma, seçilme, * Başın tepesi, baştaki saçın ikiye ayrıldığı yer.

Neşr : Neşretmek, yaymak, bir haberi fâşetmek, herkese duyurmak, şâyi kılmak.

Ehil : (Ehil) Yabancı olmayan, alışık olduğumuz. * Dost, sahip, mensup. Evlâd, iyal. Kavm, müteallikat. Usta, muktedir ve becerikli anlamıyla ehil ve ehliyet İslâmiyette önemli bir husustur.

Vicdan : İnsanın içindeki iyiyi kötüden ayırabilen ve iyilik etmekten lezzet duyan ve kötülükten elem alan manevî his.

Tılsımlı Hazine’nin açıcısı, “Kulluk” ve “Rabblık”ı birleştiren eksiksiz görünme yeri! :

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu : Kim nefsini bilirse kesinlikle Rabb’ini de bilir. ” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II/343 (2532)

.
Kulun kendini ve Rabbini bilmesi arasındaki bilinmezliği aydınlatan Nûr-u Mîm’e ulaşım isalesi olan bu salâvatı bize bırakan Şeyhü’l- Ekber Muhiddin Arabî (ks) Efendimize nûr rahmetleri yağsın...
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen mehrican »




SALÂVÂT-I ŞERÎF-46

.


SALÂVÂT-I SEYYİDİNÂ

.


Kerkük Türkmenlerinden Arapça Hocam kâmil insan Fatih Bayraktar’ın verdiği ve her namaz sonunda 1 defa çekilmesinde faydalar olan Salâvât..


الّلهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِه ِسَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ

الّلهُمَّ صَلِّ عَلَى قَاءِدِنَا سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِه ِسَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ

الّلهُمَّ صَلِّ عَلَى رَاءِدِنَا سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِه ِسَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ

الّلهُمَّ صَلِّ عَلَى بَدْرُ الدُّجَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِه ِسَيِّدِنَا مُحَمَّدٍٍ
الّلهُمَّ صَلِّ عَلَى شَمْسُ الضُّحَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِه ِسَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ

الّلهُمَّ صَلِّ عَلَىنُورُ الحُدَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِه ِسَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ

الّلهُمَّ صَلِّ عَلَى عَبْدِكَ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِه ِسَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ

الّلهُمَّ صَلِّ عَلى نَبِيِّنَا سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِه ِسَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ

الّلهُمَّ صَلِّ عَلَى رَسُولِنَا وَ أَكْرَمِنَا سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِه ِسَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ

الّلهُمَّ صَلِّ عَلَى شَافِعِنَا وَ شَافِعِ الذُّنُبِنَا سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِه ِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ

بِعَدَدَ مَا فِي عِلْمُ الّلهِ صَلَاةً دَاءِمَةَ بِدَوَامِ مُلْكُ الّلهِ وَ عَلَى آلِه ِوَ اَصْحَبِهِ وَ أُمَّةِهِ أجْمَاءِينَ

الصَّلَاةُ وَ السَّلَامُ عَلَى سَيِّدِنَا الْأوَّلِينَ وَ الْآخِيرٍ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ صَلَاوَاتُ الرَّحْمَانَ

الْحَمْدُ لِلًّلهِ رَبِّ الْعَلَمِينْ



TÜRKÇESİ:

Allahümme salli alâ Seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihi Seyyidinâ Muhammed.

Allahümme salli alâ Kâidinâ Seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihi Seyyidinâ Muhammed.

Allahümme salli alâ Râidinâ Seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihi Seyyidinâ Muhammed.

Allahümme salli alâ Bedrü’d- Dücâ Seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihi Seyyidinâ Muhammed.

Allahümme salli alâ Şemsü’d-Duha Seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihi Seyyidinâ Muhammed.

Allahümme salli alâ Nûru’l- Huda Seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihi Seyyidinâ Muhammed.

Allahümme salli alâ Abdike Seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihi Seyyidinâ Muhammed.

Allahümme salli alâ Nebiyyinâ Seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihi Seyyidinâ Muhammed.

Allahümme salli alâ Resûlinâ ve Ekreminâ Seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihi Seyyidinâ Muhammed.

Allahümme salli alâ Şefî’inâ ve Şefîi’z- zünübinâ Seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihi Seyyidinâ Muhammed.

Bi adade mâ fî İlmillahi salâten daimeten bi devami Mülkillahi ve alâ âlihi ve ashabihi ve ümmetihi ecmâîn..

Es Salâtü ve’s-Selamü alâ seyyide’l- Evvelin Ve’l- Âhirin Seyyidinâ Muhammedin Salâvâtü’r-Rahmân...

Elhamdülillahi rabbi’l-âlemin..


MÂNÂSI:

Allah’ım!
Efendimiz Muhammed’e ve Efendimiz Muhammed’in âilesine salât ve selâm et!

Allah’ım!
Biz Müslümanları çekip götüren Başkomutanımız, Efendimiz Muhammed’e ve Efendimiz Muhammed’in âilesine salât ve selâm et!

Allah’ım!
Dünyada, dinde ve âhirette doğru duraklarımızı göstermek için önceden gönderdiğin Önderimiz, Efendimiz Muhammed’e ve Efendimiz Muhammed’in âilesine salât ve selâm et!

Allah’ım!
Bizi kandırıcı ve yutucu zulmet ve karanlıkların Dolunay’ı Efendimiz Muhammed’e ve Efendimiz Muhammed’in âilesine salât ve selâm et!

Allah’ım!
Maddî-mânevî en parlak zamanın ve beyânın tek ve eşsiz Güneşi Efendimiz Muhammed’e ve Efendimiz Muhammed’in âilesine salât ve selâm et!

Allah’ım!
Nurundan Nûrunu yarattığın Huda Nûru Efendimiz Muhammed’e ve Efendimiz Muhammed’in âilesine salât ve selâm et!

Allah’ım!
Sana dönük hâlliyle Resûlullah, bize dönük yüzüyle Abdullah Kulun Efendimiz Muhammed’e ve Efendimiz Muhammed’in âilesine salât ve selâm et!

Allah’ım!
Bize Hakkın ve hayrın haberlerini getiren Peygamberimiz Efendimiz Muhammed’e ve Efendimiz Muhammed’in âilesine salât ve selâm et!

Allah’ım!
Risâlet Tâcı giydirdiğin ve tek kerem ve ikram kaynağımız Efendimiz Muhammed’e ve Efendimiz Muhammed’in âilesine salât ve selâm et!

Allah’ım!
Günahlarımızın affı için tek yardımcımız ve her hususta şefâatçımız Efendimiz Muhammed’e ve Efendimiz Muhammed’in âilesine salât ve selâm et!

Allah’ım!
Sonsuz İlminde var olanlar adedince ve muhteşem Mülküyün devamınca Efendimiz Muhammed’e,
Azîz âilesine,
Kendisine sahib çıkan ve sahib çıktığı sahabelerine,
Çilekeş ümmetinin cümlesine-hepsine salât ve selâm et!

Allahu zü’l- Celâl’in Salât ve Selâmı,
Er Rahmân’ın salâvâtları Evvel ve âhirin seçilmiş Efendisi
ve Efendimiz olan Muhammed’e olsun!

Hamd âlemlerin Rabb’ı Allah’a mahsustur!
Âlemlerin Rabbına hamdolsun!



[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
mehrican
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 297
Kayıt: 18 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen mehrican »




47. Salâvât





FATİMATܒZ- ZEHR ANNEMİZİN SALÂVÂTI :




الّلهُمَّ صَلِّ عَلَى مَنْ رُحُهُ مِحْرَبُ الْاَرْوَاحِ وَ الْمَلاَئِكَةِ وَ ألْكَوْنِ

الّلهُمَّ صَلِّ عَلَى مَنْ هُوَ إمَامُ الْأَنْبِيَاءِ وَ الْ مُرْسَلِين

الّلهُمَّ صَلِّ عَلَى مَنْ هُو إمَامُ أهلِ الْجَنَّةِ وَ إبَادِاللّهِ الْمُؤْمِنِين



TÜRKÇESİ :

Allhümme salli alâ men ruhuhu mihrabü’l- ervâhi ve’l- melâiketi ve’l- kevni
Allahümme salli alâ men hüve imâmü’l- enbiyâi ve’l- mürselin,
Allahümme salli alâ men hüve imâmü ehli’l- cenneti ve ibâdillahi’l- mü’minin…



MÂNÂSI :

Allah’ım!
Ruhu, kâinâtın, meleklerin ve ruhların Mihrabı olan O yüce Zât’a (sav) salât ü selâm et!

Allah’ım!
Katından gönderilenlerin ve peygamberlerin İmamı olan O yüce Zât’a (sav) salât ü selâm et!

Allah’ım!
Cennet ehlinin ve Allah’ın mü’min kullarının İmamı olan O yüce Zât’a (sav) salât ü selâm et!
.
(7 letâfimizin sallini-isalini-sılasını-ulaşımını sağla!)


[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/mihrican_1.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
yolcu
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 369
Kayıt: 14 May 2009, 02:00

Mesaj gönderen yolcu »

Muhyiddîn-i Arabî (ks) şöyle buyurur:

"Bütün varlıklar kendilerine mahsûs bir sûrette Allâh'ı zikrederler. Fakat bu hususta varlıklar farklı seviyelerdedir.

Mahlûkât içinde gafletten en uzak olanı cemâdâttır. Çünkü onlar, yemek içmek, hava teneffüs etmek gibi ihtiyaçlardan müstağnîdirler.

Cemâdattan sonra nebâtat gelir ki, ihtiyaç başlar. Zîrâ, toprak, su ve güneşten aldıkları gıdâları ilâhî tâyinle terkîb edip rengârenk çiçekler, yapraklar ve meyveler vücûda getirirler.

Daha sonra hayvânât gelir. Bunların hayatî fonksiyonları nebâtâttan daha mütekâmildir. Bundan dolayı ihtiyaçları çoğalmıştır. Nefsâniyet artmıştır.

İnsanın ihtiyâçları ise bitmek tükenmek bilmez. Benlik, hayâlât ve dünyevî ihtiraslar onu devamlı gaflete sevk eder."
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/1.jpg[/img]
Cevapla

“►Muhiddin-i Arabi◄” sayfasına dön