MUHİDDİN-İ ARABÎ HAZRETLERİNİN VASİYETLERİ-1

Muhiddin-i Arabî (k.s.) hazretlerinin hayatı ve eserleri.
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

MUHİDDİN-İ ARABÎ HAZRETLERİNİN VASİYETLERİ-1

Mesaj gönderen aNKa »




MUHİDDİN-İ ARABÎ HAZRETLERİ BUYURUYOR:

VASİYETLERİN EN FAYDALISI VE DOĞRUSU KUR'ÂN VASİYETİDİR.
BAK BİR KAÇ TANESİNİ YAZAYIM.
DİĞERLERİNİ DE SEN KUR'ÂNDAN YÂNİ ASLINDAN DİNLERSİN.



BAKARA SÛRESİNDEN:

“Arzda fesad çıkarmayın!
Müslümanların inandığı gibi inanın!
Sizi ve sizden evvelkileri yaratan Rabbinize ibadet edin!
ALLAH’a eşler koşmayın!
Odunu, çırası insanlarla taşlar olan ateşten sakının!
Ahdimi yerine getirin!
Ben de sizin ahidlerinizi yerine getireyim.
Yalnız Benden korkun!
Size verdiğim nimetleri hatırlayın!
Size gönderilene imân edin!
Onu inkâr edenlerin ilki siz olmayın!
Âyetlerimizi az bir paha ile değişmeyin!
Ancak Benden korkun!
Bilip dururken Hakk’ı bâtıla karıştırıpta gerçeği gizlemeyin!
Namaz kılın, Zekât verin!
Cemaate devam edin!
Hem sabır ve hem de namazla HAKK’tan yardım isteyin!
Öyle bir günden korkun ki hiç kimse kimsenin namına bir şey ödeyemez.
Ve ondan her hangi bir şefaat kabul olunmaz.
Ondan bir fidye de alınmaz.
Onlara yardım da edilmez.
Arzda fesad çıkarmayın!
ALLAH’tan başkasına ibadet etmeyin!
Anaya babaya, hısımlara, yetimlere, yoksullara iyilik yapın!
İnsanlara güzellikle söyleyin!
Dosdoğru namaz kılın, Zekât verin!
Affedin, iyilik yapın.
Yapmış olduğunuz şeyleri hep ALLAH’ın huzurunda bulacaksınız.
Müslüman olarak ölün!
Hayırlı işlerde yarış yapın!
Beni anın Ben de sizi anayım.
Bana şükredin küfretmeyin!
Arzda bulunan şeylerin helâl ve temiz olanlarını yiyin!
Şeytana uymayın!
Dualarınıza icabeti Benden bekleyin!
Mallarınızı aranızda haksız şekilde yemeyin!
ALLAH yolunda cömertlikler yapın!
Kendi kendinizi tehlikeye atmayın!
Âhirete azık hazırlayın!
En hayırlı azık takvâ’dır.
Ey akıllılar Benden korkun!
Dünyanın neresinde olursan ol namazda yüzünü Kabe’ye çevir!
Ramazan ayını görünce hemen Oruca başlayın!
Şafak sökene kadar yiyin için!
Şafakla oruca başlayın!
O orucu tâ kaş kararıncaya kadar (güneş batana kadar) devam ettirin!
Evlere kapılarından girin!
ALLAH’a şirk eden bir kadınla evlenmeyin!
Müşriklere de kızlarınızı vermeyin!
Hayz hâlinde kadınlara yaklaşmayın!
ALLAH huzuruna edeble dikilin!
Verdiğiniz sadakaları başa kakmayın!
Sadakayı başa kakmak sûretiyle iptal etmeyin!
Kazançlarınızın güzel ve temizlerinden infâk edin!
Pis şeylere tenezzül etmeyin!
Kendin sevmediğin şeyi başkalarına da verme!
ALLAH’tan korkun!
Eğer faizle bir para vermişseniz kat’iyen faizini almayın!
Yalnız verdiğiniz parayı alın!
Öyle bir gün gelecek ki hep o gün ALLAH’a döndürüleceksiniz.
O gün herkese kazandığı şeyler tamamen verilecek.
Onlara haksızlık edilmeyecek.
İşte o günden korkun!..
Muayyen zamanlar için borçlandığınızda onu yazın!
Onu yazan kâtip âdil olsun!
Bildiğiniz şeylere şâhidlik ederken şâhidliği gizlemeyin!
Kim şâhidliği gizlerse onun kalbi günahkârdır.”



MÜNİR DERMAN HZLERİ -> MUHİDDİN-İ ARABÎ NASİHATLERİ
En son aNKa tarafından 29 Eki 2008, 23:12 tarihinde düzenlendi, toplamda 5 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

MUHAMMEDÎ MEZHEB, MEŞREB VE MAHVİYYETİN MÜSATESNA ÖRNEKLERİNDEN AZÎZ MÜNİR DERMAN(K.S.) HAZRETLERİNİN RUHU ŞÂD OLSUN.
MUHAMEDÎ HASBÎ HİZMETİ BİZ GENÇLER İÇİN IŞIK OLMAKTA VE ÖNÜMÜZÜ AYDINLATMAKTADIR…
ALLAH(C.C.), MÜNİR DERMAN HAZRETLERİNDEN VE O’NU BİZLERE TANIŞTIRANLARDAN RAZI OLSUN İNŞAALLAH…
ACİZ VE FAKİRLİĞİMİZİ SUNARAK, TEK GAYEMİZ VE GAYRETİMİZ;
ALLAH DOSDU MÜNİR DERMAN BABAMIZDAN HİMAYETKÂR HİMMETİNİ,
RASULULLAH(S.A.V.) EFENDİMİZİN ŞEREFLİ ŞEFAATİNİ VE
ALLAHÜ ZܒL-CELAL’İMİZİN MUTLAK HİDAYETİNİ DİLİYORUZ İNŞAALLAH…
MUHAMMEDİ MUHABBETLERİMLE…
-anka kuşu-



MÜNİR DERMAN HAZRETLERİ BUYURUYOR Kİ:

MÜHİDDİN-İ ARABÎ HAZRETLERİNİN HÂL TERCÜMESİNİ YAZMIYORUZ.
BÜYÜK İNSAN…
BÜYÜK VEL΅
O KADAR…

BÜYÜK İNSANLARIN ŞECERESİNİ SÖYLEMEĞE HACET YOKTUR.
O, OLDUĞU GİBİ BÜYÜK İNSAN’DIR.
BÜYÜK İNSAN DEMEK, ÂDEMİYET HAMULESİYLE GÖRÜNMEK HÜNERİNİN SIRRINA ERMİŞ İNSAN DEMEKTİR.
DÜNYA YÜZÜNDE ÇOK BÜYÜK İNSANLAR VARDIR.
BUNLARIN HEYBELERİ BÜYÜK BİR FAZİLET VE HAKİKİ İNSANLIK TEZAHÜRLERİYLE DOLUDUR.
ONLARI ÖRSELEMEDEN MUHAFAZA ETMEK LÂZIMDIR.
ÖRSELEMEMEK DE BÜYÜK BİR EDEB VE İNANMA KABİLİYETİDİR.
DEĞİŞİK BİR KADERE VE KİMSEYE NASİB OLMAYAN MEZİYETLERE SAHİB OLANLARIN ETRAFINDA GÖRÜLEN HAYRANLIKLARDAN, KİNDEN, HASEDDEN VE İTİRAF EDİLMİŞ ARZULARDAN ÖRÜLMÜŞ BİR BOŞLUK, BİR ÇEMBER HUSULE GELİR.
BU GİBİLER HAKKINDA SÖYLENEN SÖZLER, KİMSEYE BENZEMEYEN KADERLERİ, ZAMANA HİKÂYE HÂLİNDE GELİR, EFSANİLEŞİRLER…

NASİB OLMUŞTU.
KABİRLERİNİ ZİYARET ETMİŞTİM.
ŞAM’DA MUHACİRİN CAMİSİNDE MEDFUNDURLAR.
ONUN GÜMÜŞ PARMAKLIKLA ÇEVRİLİ SANDUKASININ ALTINDA YATAN CESEDİ DÜNYAYA GÖZLERİNİ YUMMUŞ, GÖÇMÜŞ AMMA…
ÇOK ŞEYLER FISILDAR İNSANA…
BU FISILTIYI DUYMAYA ÇALIŞMALIDIR.

ARABÎ HAZRETLERİNİ AZ ÇOK BİLENLER BU KİTABI; OKUYACAKLARDIR.
BU BÜYÜK VELÎ, RESÛLÜ EKREM’İN HUSUSİ VELÂYETİNE MAZHAR OLMUŞTUR.
BUNDAN DOLAYI DA “FÜTUHAT-I MEKKİYE” KENDİLERİNDEN SUDUR ETMİŞTİR.
İŞTE FÜTUHAT-I MEKKİYE’NİN SON KISMINA İLÂVE BUYURDUKLARI NASİHAT’LERİNİ KUDRETİMİZ DERECESİNDE TERCÜME ETTİK…
YÂNİ ANLAYABİLDİĞİMİZ KADAR TÜRKÇELEŞTİRDİK.
KALBLERİ RESÛLÜ EKREM’E SELÂT GETİRENLER OKUSUNLAR DİYE…

BİZDEN OKUYANLARA SELÂM OLSUN!..

ONLAR DA BİZE DUA EDERLERSE MEMNUN VE ME’SRUR OLURUZ…

BİZİM SÖZÜMÜZ BİTTİ.

ŞİMDİ ARABÎ HAZRETLERİNİN VÂSİYETLERİYLE SİZLERİ BAŞ BAŞA BIRAKIYORUZ…
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

MUHİDDİN-İ ARABÎ HAZRETLERİ BUYURUYOR:

BÜTÜN MÜSLÜMANLARA,
DİNLERİNDE DEVAMLI BİRLİK VE BİR GİBİ OLMALARINI,
HİÇ BİR SÛRATLE DİNDE AYRILIK YAPMAMALARINI VASİYET EDERİM…

ALLAH’IN YARDIMI BİRLİKTEDİR.
MÜSLÜMANLAR AYRILIĞA DÜŞERLERSE ONLARI KİMSE MAĞLIP EDEMEZ…

DİNİN HÜKÜMLERİNİ NEFSİNDE İHLÂS İLE TATBİK EDENİ KİMSE ALDATAMAZ.
CİN VE ŞEYTAN O İNSANA GALEBE EDEMEZ.
ALLAH, ESMÂ-İ HÜSNÂSIYLA BİLİNİR.
CENAB-I HAKK’IN ÂSÂRINDA KUDRET VE AZAMETİNİ DÜŞÜN.
ZÂT VE MAHİYETİNİ DÜŞÜNME…

ESMÂ-İ HÜSNÂNIN ÇOKLUĞU BİR MERKEZDE DÜŞÜNÜLÜRSE TEVHİD OLUR.
TEVHİD KUVVETTİR.
DAİMA ALLAH’TAN BAŞKASINI UNUT!..

ZÂKİR OLURSUN…

BÖYLE OLAN KİMSE HER YERDE ZÂKİR’DİR.
KALB VE LİSANİYLE ALLAH’IN ZİKRİNE DEVAM EDENLERİN KALBİNE ALLAH ZÂTİ AHADİYETİNE KARŞI İŞTİYAK NÛRU İLKA EDER.
GÖZÜ AÇILANA HAY GELİR…

HAYÂ MAKAMINDA FETİH BAŞLAR.
FETİH, KALB GÖZÜNÜN TEVFİK-İ RABBANÎ İLE AÇILMASIDIR.
BU GÖZ AÇILDI MI AHLÂK, FAZİLET, DOĞRULUK O KİMSE İÇİN ASLA DEĞİŞMEYEN BİR HASLET OLUR.
ONSUZ YAŞAYAMAZ.



Vasiyet: Bir işi birisine havale etmek. * Emir. * Fık: Bir malı veya menfaatı, ölümden sonrası için bir şahsa veya bir hayır cihetine teberru yolu ile (yani, meccanen) temlik etmek.
İhlâs: (Hulus. dan) Kalbini safi etmek. İçten, samimi, riyasız sevgi. İçten gelen sevgi ile doğruluk ve bağlılık. * Sırf Allah emretmiş olduğu için ibadet etmek. Yapılan ibadet ve işlerde hiçbir karşılık ve menfaati, hakiki ve esas gaye etmeyerek yalnız ve yalnız Allah rızasını esas maksat ve gaye edinmek. İnsanlara riyakârlıktan, gösterişten uzak olmak
Âsâr: Öç almalar. İntikamlar. * Eserler. * İzler. Nişanlar. Abideler. * Âdetler.
Zâkir: Zikreden, zikredici. * Hafızası kuvvetli. * İlâhiler okuyan. Çok çok duâ ve Esmâ-i İlâhiyeyi okuyan. * Tekrar eden.
İştiyak: Fazla arzu ve şevk. Tahassür. Hasret çekmek. Özlemek. Göreceği gelmek.
Haslet: Huy. Ahlâk. Yaradılıştan olan tabiat.
Takyid: (Kayd. dan) Kayıt ve şarta bağlanma. Şart koşma. Bağlama. Deftere yazmak. * Harfe nokta ve hareke koyma.
Haslet: Huy. Ahlâk. Yaradılıştan olan tabiat.

En son aNKa tarafından 11 Mar 2008, 21:38 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »



MUHİDDİN-İ ARABÎ HAZRETLERİ BUYURUYOR:

BİR YERDE BİR GÜNAH İŞLEMİŞ İSEN ORADAN AYRILMADAN BİRDE İYİLİK, İBADET İŞLE,
BİR ELBİSE ÜZERİNDE İKEN İŞLEMİŞ İSEN O ELBİSEYİ ÇIKARMADAN EVVEL BİR DE İBADET YAP!..
VÜCUDUNDAN AYRILAN SAKAL, BIYIK, SAÇ, TIRNAK, KİR GİBİ ŞEYLERDE, SENDEN AYRILIRKEN TÂHİR BULUN!

VE ALLAH’I ZİKRET!
ÇÜNKÜ ONLARA SAHİBİNİ NASIL TERKETTİN DİYE SORARLAR…
HİÇ OLMAZSA ALLAH’TAN MAĞFİRET İSTE!..
ALLAH’TAN AF VE MAĞFİRET İSTEMEN BİR DUADIR.
DUA DA İBADETTİR UNUTMA!..

ABDESTSİZ KAT’İYYEN TIRNAK, SAÇ, SAKAL KESME!
ABDEST ALMADAN YIKANMA!..
CÜNUB İKEN SU İÇME, YEMEK YEME, HATTA KELÂM ETME, KONUŞMA!..
NİÇİNİNİ SORMA!
BANA YANAŞAMAZSIN.
VASİYETİMİ TUT!
SONUNDA HAYIRLI OLUR…

GEÇMİŞ GÜNAHLARINDAN BİRİNİ HATIRLAYINCA HEMEN TEVBE, İSTİĞFAR ET!
VE ALLAH’I ZİKRET!
ÇÜNKÜ RESÛLÜ EKREM:

“HER İŞLEDİĞİN SUÇUN PEŞİNDEN BİR DE İYİLİK YAP Kİ ONU MAHVETSİN, ZİRA HASENAT SEYYİATİ YOK EDER”
BUYURMUŞLARDIR.



Tâhir: Temiz. Pâk. Abdesti bozacak veya guslü icab ettirecek şeylerden birisiyle özürlü olmayan. * Zâhir ve bâtında bütün ayıp ve kirlerden temiz, pâk olduğu için Hz. Peygamberimize de (A.S.) bu isim verilmiştir.
Cünub: Cenabetlik. Şer'an yıkanıp temizlenmeye mecburiyet hâli. * Irak, uzak, baid.

Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »


MUHİDDİN-İ ARABÎ HAZRETLERİ BUYURUYOR:


NEREDE ÖLECEĞİNİ, NE VAKİT RUHUNU VERECEĞİNİ BİLEMEZSİN…
ONUN İÇİN RABBİNE HER HÂLİNDE HÜSN-Ü ZAN ET.
SÛ-İ ZAN ETME.
TÂKİ RABBİNE HÜSN-Ü ZAN İLE KAVUŞASIN…

HADİS-İ KUSΒDE BUYURUYOR:

“BEN KULUMUN ZANNI ÜZEREYİM. BANA KARŞI HAYIR ZAN’DA BULUNSUN.”
BU HABER BİR VAKİT İLE TAKYİD BUYRULMAMIŞTIR.
HATTA ZANNIN İLİM DERECESİNE ÇIKAR!..

DE Kİ:

“RABBİM AFFEDER, MAĞFİRET EDER. GÜNAHLARIMDAN BENİ TEMİZLER!”

GÜNAHKÂRLARA:
“RAHMETİNDEN ÜMİDİNİZİ KESMEYİN; ÇÜNKÜ RABBİNİZ BÜTÜN GÜNAHLARI YARGILAR.”
BU ÂYETTİR.

BİR KAVL-İ ŞERİFTE HİÇ BİR GÜNAH TAHDİD EDİLMEDEN MAĞFİRET BEYAN BUYRULMUŞ, BİR DE CEMİAN İLE TE’KİD EDİLMİŞTİR.

ALLAH’IN RAHMETİ GAZABINA GALİPTİR.

GÜNAHKÂRLARA DA KULUM DİYE ŞEREF BAHŞETMESİ NE BÜYÜK LÜTF-U İLÂHİDİR.

“KUL” KELİMESİ HAKK NAMINA KELÂM EDEN, KONUŞAN DEMEKTİR.

ALLAH’IMIZA HUDUTSUZ ŞÜKÜRLER OLSUN!..



Hüsn-ü zan: (Hüsn-i Zan) Bir kimsenin veya bir hâdisenin iyiliği hakkındaki vicdâni ve iyi kanaat. İyi fikirde bulunup, iyi olacağını düşünmek.
Su’-yi zann: Hüsn-ü zanın tersi, kötü zann.
Takyid: (Kayd. dan) Kayıt ve şarta bağlanma. Şart koşma. Bağlama. Deftere yazmak. * Harfe nokta ve hareke koyma.
Kavl-i şerif: Şereli söz.
Tahdid: Hudutlandırmak. Sınırlamak. Sınırı belli etmek. * Tarif etmek. * Bir şeyi kasdetmek. * Keskin etmek. Bilemek.

قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِن رَّحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ
“Kul Yâ ibadiyellezine esrafu ala enfüsihim la taknetu mir rahmetillah innellahe yağfiruz zünube cemia innehu hüvel ğafurur rahiym : De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! ALLAH'ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü ALLAH bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (Zümer 39/53)

Cemian: Bütün, hep.
Te’kid: Kuvvetlendirme, sağlamlaştırma. * Üsteleme. Bir iş için evvelce yazılan bir yazıyı tekrarlama.
En son aNKa tarafından 23 Mar 2008, 17:18 tarihinde düzenlendi, toplamda 4 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

MUHİDDİN-İ ARABÎ HAZRETLERİ BUYURUYOR:

GİZLİ, AŞİKÂR, TENHADA, KALABALIKTA ALLAH’IN ZİKRİNE DEVAM ET!
ALLAH, SİZ BENİ ANIN BEN DE SİZİ ANAYIM DER.


“ALLAH’I ÇOK ZİKREDEN ERKEKLERLE, ALLAH’I ÇOK ZİKREDEN KADINLARA PEK BÜYÜK MÜKÂFATLAR HAZIRLANMIŞTIR.” BUYRULUR.

ZİKİR, DİL İLE OLDUĞU GİBİ KALB İLE DE OLUR.
HATTA BÜTÜN AZALARLA OLUR.
ZİKİR, ZİKRETTİĞİ ZÂT’TAN BAŞKASINI UNUTMAKTIR.
DAHA DOĞRUSU ZİKİR, EL MÂLİK’İ CESEDEN VE RUHEN TALEP ETMEKTİR.
ZİKİR ÇOK BÜYÜK BİR İHSANDIR MܒMİNLERE…


“VE LE ZİKRULLAHÜ EKBER”

ALLAH DAİMA KENDİ ZÂT-I ECELLİ ÂLÂLARINI TESBİH VE ZİKREDER.
EN BÜYÜK ZİKİR ALLAH’IN ZİKRİDİR.
BURADAKİ ÂYETTE EN BÜYÜK ZİKİR HAKK İLE İŞTİRAKTİR.
SANA SENDEN YAKIN OLANLA…
GAFİL OLMA!..
GAFİLLERİN SÖZÜNE BAKMA!..
ONLAR BANA YETİŞEMEZLER…

ZİKİR:

1- KALBEN
2- SIRREN
3- FİİLEN

1- KALBEN, ESMÂYI SÜKÛN VE HUZUR İÇİNDE DİL İLE ZİKİRLE ELDE EDİLİR.
2- SIRREN, ESMÂDA ERİMEKTİR…
3- FİİLEN, Kİ EN KIYMETLİ ZİKİRDİR.
RESÛLÜN SÜNNETLERİNDE YAPTIĞI HAREKETLERDE GÖRÜNÜR…
ZEKÂT, SADAKA ER REZZAK ESMÂSINI FİİLEN ZİKİRDİR.
MERHAMET VE ŞEFKAT; ER RAHÎM, ER RAHMÂN ESMÂLARININ FİİLİ ZİKRİDİR.
MUZIR DİYE TELÂKKİ ETTİĞİMİZ HAYVANLARA BİLE ŞEFKAT VE MERHAMET ŞÂMİLDİR.

RESÛLÜ EKREM FİİLİ ZİKRİN TAM KENDİSİ İDİ.
AHLÂKI VE BÜTÜN SÜNNETLERİYLE…
BU ZİKRE GİREN BÜYÜK BİR TAHDİDAT ALTINDADIR.
RESÛL’E ABDESTLİ BULUNMAK, YERDE YATMAK, TEHECCÜT NAMAZI KILMAK, MİSVAK KULLANMAK FARZDI.
FİİLİ ZİKİR OLMASA DİĞERLERİ BİR ŞEY İFADE ETMEZ.
NAMAZ DA BİR ZİKİRDİR.
Mİ’RACA GİTMEKTİR, İBADET BUNDAN DOLAYI FARZDIR.

“FARZ” DEMEK MECBURİ DEMEK DEĞİLDİR.
HAKK’A YANAŞMAK İÇİN MUHAKKAK ŞARTTIR.
HAKK’A YANAŞMANIN EDEBİDİR, USULÜDÜR, BUNSUZ OLMAZ DEMEKTİR…



وَالذَّاكِرِينَ اللَّهَ كَثِيرًا وَالذَّاكِرَاتِ أَعَدَّ اللَّهُ لَهُم مَّغْفِرَةً وَأَجْرًا عَظِيمًا ...
“....vez zakirinellahe kesirav vez zakirati eaddelahü lehüm mağfiratev ve ecran aziyma : ..... Allah'ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar var ya; işte Allah, bunlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.” (Ahzâb 33/35)

El Mâlik: Bütün mülkün hakiki mâliki olan Allah (C.C.)
İhsan: İyilik, lütuf, bağışlamak. * Sahilik etmek, cömertlik yapmak. * Allah'ı görür gibi ibadet etmek. * Güzel bilmek. Güzel eylemek


اتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَأَقِمِ الصَّلَاةَ إِنَّ الصَّلَاةَ تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَلَذِكْرُ اللَّهِ أَكْبَرُ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ
“Ütlü ma uhiye ileyke minel kitabi ve ekimis salah innes salate tenha anil fahşai vel münker ve lezikrullahi ekber vallahü ya'lemü ma tasneun : (Resûlüm!) Sana vahyedilen Kitab'ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.” (Ankebût 29/45)

Muzır: (Muzırra) Ziyan veren, zararlı, zarara sokan.
Şâmil: Çevreleyen, içine alan, ihtivâ eden, kaplayan. * Çok şeye birden örtü ve zarf olan. * Fazla şeyleri veya kimseleri ilgilendiren.
Teheccüd: Gece uyanıp namaz kılmak. Gece namazı. (Bu namaz, nâfile namazların en çok sevablısıdır.)
Tahdid: Hudutlandırmak. Sınırlamak. Sınırı belli etmek. * Tarif etmek. * Bir şeyi kasdetmek. * Keskin etmek. Bilemek
En son aNKa tarafından 23 Mar 2008, 17:19 tarihinde düzenlendi, toplamda 2 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

MUHİDDİN-İ ARABÎ HAZRETLERİ BUYURUYOR:

İŞLENİLEN GÜNAHIN GÜNAH OLDUĞUNA İNANMAK VE ONUN BİR KABAHAT OLDUĞUNU BİLMEK TÂATTİR.
DAHA GÜNAHI İŞLERKEN İÇİNE İBÂDET KARIŞIYOR DEMEKTİR.
BU İBADETİN KARIŞMASI AFFA SEBEBTİR.
BİR DE O GÜNAHA İSTİĞFAR VE TEVBE EDİLİRSE, TÂAT TARAFI KUVVETLENİYOR GÜNAHA GALEBE EDİYOR.
GÜNAHI GÜNAH BİLMEK VE İŞLERKEN GÜNAH OLDUĞUNA İNANMAK İŞLEMENİN SONUNDA NEDAMETE (İÇİN YANMASINA) SEBEB OLUR.
İŞTE BU HÂLLER GÜNAHLARI YIKAYAN EN İYİ HÂLLERDİR.

ALLAH’IN AFFI VE RAHMETİ ÇOK VÂSİ’DİR.

“ALLAH’A DOĞRU BİR KARIŞ GİDENE ALLAH’IN RAHMETİ BİR ARŞIN GELİR. BİR ARŞIN GİDENE BİR KULAÇ GELİR. YÜRÜYEREK GİDENE KOŞARAK GELİR.”
MEÂLİNDE HADİS-İ KUDSÎ VARDIR.

ALLAH’TAN BİZE GELEN FEYİZLER, AHKÂM-I İLÂHİYE’YE İMÂN İLE MÜTENASİBTİR, İMÂNIN NE KADAR KUVVETLENİRSE FEYZ O KADAR FAZLALAŞIR…




Tâat: İbadet etmek. ALLAH'ın (C.C.) emirlerini yerine getirmek. İtaat etmek.
Nedamet: (Nedm. den) Pişmanlık, nedâmet etmek.
Vâsi’: (Vasia) Geniş, enli. Bol. Engin. Meydanlı. * Her ihtiyacı olana vergisi kâfi ve bol bol ihsan eden. İlmi cümle eşyayı muhit, rızkı bütün mahlukata şâmil ve rahmeti bütün şeyleri kaplamış olan ALLAH (C.C.)
Mütenasib: Uygun, aralarında muntazam bir nisbet bulunan, muvâfık, birbirine mensub ve müşâbih olan.
En son aNKa tarafından 22 Mar 2008, 21:31 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

MUHİDDİN-İ ARABÎ HAZRETLERİ BUYURUYOR:

DAİMA HAYRA VE HAYIRLI İŞLERE NİYETLİ OL!
O HAYRI İŞLEMEĞE MUVAFFAK OLAMAZSAN DAHİ MÜKÂFATINI GÖRÜRSÜN.
YİNE HATIRINA GELEN BÜTÜN ŞERLERİ DE TERK ETMEĞE AZİMLİ OL!
YİNE HATIRINA GELEN FENALIKLARI DA TERK ETMEĞE AZMET!
KADER GALEBE EDER DE O ŞERRİ İŞLERSEN ZARARINI GÖRMEZSİN.
HATIRA GELEN ŞERLERİ TERK ETMEĞE AZİMLİ OLAN, HER FENA HATIRADAN DOLAYI SEVAB KAZANIR…
SEVAB: ALLAH’IN VE PEYGAMBERİN YAPILMASINI İSTEDİĞİ VE YAPILMAMASINDAN HOŞNUT OLDUKLARI ŞEYLERE DENİR.

BİR HADİS-İ KUDSΒDE:

“KULUM BİR SEVAB, BİR İYİLİK İŞLEMEYİ DÜŞÜNÜRSE, HEMEN BİR SEVAB YAZARIM. EĞER ONU İŞLERSE EN AZ ON MİSLİ SEVAB YAZARIM. BİR FENALIK DÜŞÜNÜRSE, ONU İŞLEMEZSE AFFEDERİM, İŞLERSE BİR MİSLİ GÜNAH YAZARIM.” BUYRULUR.

GÜNAHLARDA ADALET VAR.
SEVABLARDA FAZLALIK VAR.
İYİ İŞ, GÜZEL ÂMEL YAPANLARA DAHA GÜZEL BİR DE ZİYADESİ VAR.
BURADA ALLAH:
“YAZARIM!” BUYURUYOR.
HAKK’IN KUDRETİYLE YAZILDIĞI İÇİN
“YAZARIM” BUYURUYOR. TAHDİD ETMİYOR.




Azm: (Azim) Kasd, niyet. Sağlam ve kat'i karar. Sebât.
Galebe: Üstün gelmek. Yenmek. Bozmak. Çokluk. * Bastırmak. * Yeğin olmak.
En son aNKa tarafından 22 Mar 2008, 21:30 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

MUHİDDİN-İ ARABÎ HAZRETLERİ BUYURUYOR:

İSLAM KELİMESİ “LA İLAHE İLLALLAH” DIR, ONA DEVAM ET!
BU, ZİKİRLERİN EFDÂLİDİR.

HADİS-İ ŞERİFTE:

“BEN VE BENDEN EVVEL GEÇEN BÜTÜN PEYGAMBERLERİN SÖYLEDİĞİ EN EFDÂL ZİKİR “LA İLAHE İLLALLAH”DIR!” BUYRULMUŞTUR.

BİR HADİS-İ KUDSΒDE:

“BENDEN GAYRİ YEDİ GÖKLER VE ONLARDA BULUNANLAR VE YİNE BENDEN GAYRİ YEDİ KAT YERLER VE İÇİNDE BULUNANLAR TERAZİNİN BİR GÖZÜNDE OLSA, “LA İLAHE İLLALLAH” DA DİĞER KEFESİNDE OLSA, KELİME-İ İSLÂM AĞR GELİR…” BUYRULMUŞTUR.

SÖZÜN İNCELİĞİNİ DÜŞÜN!
DÜŞÜN DE ONA GÖRE DEVAM ET!..
BU ZİKRİN FEYZİNİ ANCAK BUNA DEVAM EDEN VE BUNU KALBE MUHKEM YERLEŞTİREN ANLAR…
BU KELİMEDE HEM NEFYİ HEM DE İSBAT VARDIR.
“LA İLAHE” İLE AYNINI NEFYİ EDERKEN “İLLALLAH” İLE DE VARLIĞINI İSBAT EDİYOR.
SEN DE İLMEN DEĞİL HÜKMEN AYNINI NEFYİ VE ISBAT İLE BİRLİKTE BULUNMASI VE BÖYLE OLMASINDA BÜYÜK BİR HİKMET VE BÜYÜK BİR SIRRIN HAKK TARAFINDAN İLÂNI VARDIR.
ONA DA DEVAM ET VE EHLİNİ BULURSAN ONDAN TÂLİM EYLE!..



Muhkem: Sağlam. Metin. Sıkı sıkıya. Kuvvetli. Tahkim edilmiş. Sağlamlaştırılmış. * Fık: Tefsir edilenlerden daha kuvvetli olan söz. İhtimalli olmayan söz.
Nefy: Sürgün etmek. Birisini kendi rızası olmadan, bir yerden başka bir yere nakletmek, sürmek. * Gr: Bir şeyin olmadığını ifade eden (olumsuzluk) edatı. Müsbetin zıddı, menfi olan. Bir şeyin yokluğunu veya olmadığını iddia. (Bak: İnkâr)
İsbat: Doğruyu delil göstererek meydana koymak. Delil ve şâhitle bir fikrin sıhhatını göstermek. İtiraf, ikrar ve tasdik etmek. * Sabit ve muhkem kılmak. * Bâki ve pâyidar eylemek. * Delil. Bürhan. Şâhit. (Bak: İman-ı bil-âhiret)
En son aNKa tarafından 22 Mar 2008, 21:29 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

MUHİDDİN-İ ARABÎ HAZRETLERİ BUYURUYOR:

SAKIN “L İLÂHE İLLALLAH” IN EHLİNE DÜŞMAN OLMA, ONUN ALLAH DOSDTLARI İLE DOSTLUĞU VARDIR.
KELİME-İ TEVHİDİN EHLİ OLANLARIN BİLFARZ YER DOLUSU GÜNAHLARI OLSA YALNIZ ŞİRK BULUNMASA, ALLAH ONLARI KADAR MAĞFİRETLE KARŞILAR.
ALLAH’A DÜŞMAN OLAN MÜŞRİKTİR.
ONDAN UZAKLAŞMALI…
BİLMEYEREK VEYA TE’VİLE MÜSAİT AĞZINDAN BOZUK ŞEYLER ÇIKMIŞ İSE, BUNUNLA ALLAH’IN KULLARINA DÜŞMAN OLUNMAZ…
ALLAH’A DÜŞMAN OLDUĞU BELLİ OLMAYAN KİMSELERE DÜŞMANLIK ETME…
ALLAH’A DÜŞMAN MÜŞRİKTİR DEDİK.
FİİLİNİ SÖYLEMEYEN DE ÂSİ, GÜNAHKÂR MܒMİN VEYA DAHA AKIBETİ BELLİ OLMAYANDIR.
ALLAH, KENDİ DOSTUNA DÜŞMANLIK EDENE İLÂN-I HARBEDER!
ALLAH’IN KULLARINA DAİMA ŞEFKAT VE MERHAMETLE MUAMELE ET!
ALLAH, GÂVURUNA DA DİNSİZİNE DE RIZIK VERİYOR.
HATTÂ ŞEFKAT VE MERHAMETİNİ BÜTÜN HAYVANAT VE MAHLUKATA TEŞMİL ET!
ONLARI YARADANIN HATIRI BÜYÜKTÜR DE!..




Bilfarz: Olduğunu kabul ederek. Farzolarak.
Te’vil: aslına uygun olarak mananın anlaşılır yapılması.
Müsait: Muvafık, uygun. Yardım eden. İzin veren.
Teşmil: Şâmil kılmak. İhata eylemek. Kaplamak. İhrama bürünmek ve sür'atle yürümek.
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

MUHİDDİN-İ ARABÎ HAZRETLERİ BUYURUYOR:

ALLAH’ın, üzerine farz kıldığı ibadetlere devam et!
Farzlar arasındaki nafileleri de kıl, işle!
Amelinden hiç bir şeyi küçük görme!
ALLAH o ameli yaratırken hakir görmedi.
ALLAH, her emrini itinâ ve inâyetle vermiştir.
Farzların edâsına itinâ eden, ALLAH’a en sevgili ibadetlerle kulluk etmiş ve yaklaşmıştır.
Farzları kendisine vazife-yi asliye kabul eden ve nefsinde tatbik eden HAKK’ın gözü ve kulağı olur.
Seninle işitir, seninle görür, HAKK’ın eli senin elindir.
Sana hakkıyle biat edenler ancak ALLAH’a biat etmiş olurlar.
ALLAH’ın eli onların elleri üzerindedir.
Onların elleri ALLAH’ın eli olduğu sûrette onların elleri üstündedir.
Mubayaa ism-i faildir.
Fail ALLAH’tır.
Onların elleri ALLAH’ın elidir.
Onların elleriyle ALLAHü Tealâ mubayaa etmiştir.
Halbuki mubayaa edenler de onlardır.
Nafilelere devam eden ALLAH’ın sevgisine nail olur.
O kadar ki HAKK onun işitir kulağı, görür gözü olur.
Farzları edâ eden de bunun aksi olduğu gibi farzlarda mecburi kulluk vardır.
O asıldır.
Nafilelerde kulluk ihtiyaridir.
Nafileye nafile denmesi zaid olduğu içindir.

Sen de vücudda zaidsin.
Çünkü ALLAH vardı sen yoktun.
Sonra sen oldun.
Vücud hades zaid oldu demek, sen vücud hakkında nafilesin binaenaleyh senin için nafile denilen ameli yapmak lâzımdır.
Zira o, senin aslındır.
Farz olan amelleri de yapmak lâzımdır.
Çünkü onlar da vücudun aslıdır ki HAKK’ın vücududur.
Farzların edâsı ile sen onun için oldun.
Nafileyi edâ ile de sen, senin için oldun.
“Sen onun için olmak”lığın bakımından O’nun sana muhabbeti, sen, senin için olduğun cihetteki muhabbetinden çok üstündür.
Kudsî Hadis:


“Kulum, farz kıldığım ibadetlerle Bana yaklaştığı gibi hiç bir şeyle yaklaşamadı.
Kulum, nafilelerle de Bana yaklaşır.
O kadar ki, onu severim.
Sevince de işitir kulağı, görür gözü, tutar eli, yürür ayağı olurum. Benden isteyince mutlaka veririm.
Bana sığınınca mutlaka onu korurum:
İşlediğim işler içinde, mümin kulumun ruhunu kabzetmekteki tereddüdüm kadar, hiç bir şeyde tereddüt etmedim.
O, ölümden hoşlanmaz.
Ben de onu müteessir etmek istemem.”


ALLAH muhabbetinin verdiği neticeye bak; kulun nafilesi de ancak, farzları ikmal ettikten sonra sahih olur.
Nafilelerin içinde de bir çok farzlar ve nafileler vardır.
Kıraet, Rüku, Sücud ve benzerleri farzlar gibi.
Nafilelerde farzların bulunması, farzları ikmâl ediyor.
Bir Hadis-î sahihde Cenab-ı HAKK:


“Kulumun namazına bakın.
Tamam mı, noksan mı?
Tam ise, tam yazılır, eğer bir şey noksan ise, bakın kulumun nafilesi varmı?
Eğer nafilesi varsa, farzını onlardan ikmâl ediniz.”
Buyurur.
İşte, ameller böylece zabta geçer.

Nafilenin mutlaka farzlardan aslı bulunmalı.
Farzlarda aslı bulunmayan, yeni uydurulmuş bir ibadet demektir. Zâhir buna bid’at der.

“Ruhbaniyyet icad ettiler!” buyurur Resûl-ü Ekrem.
Bunlardan bir kısmına, “güzel adetlerdir” der.
Ve bunları icad edenler, kıyamete kadar sevab kazanırlar.
Bunlar, Şeriatın aslına, ruhuna uygun olan bid’atler ki, bid’at-i hasene tâbir edilmiştir.
Şeriate uymayan ve şer olanlar, bid’at-i seyyie’dir.
Kötü âdetlerdir, iyi âdetlere uyup, amel etmekte sevab vardır lâkin, o iyi olan bir şeyi, Resûlullah’dan sadır olmamıştır diye terk etmekde daha ziyade ecir vardır.
Resûlullah’a sünnetlerde tabi olmaktan, sünnet olmayan şeylerde Resûlullah terk ettiği için terkine uymak, şeriatin ruhuna daha uygundur.
Çünkü Resûlulah, ümmetine bir çok şeylerin teklifinden hoşlanmaz.
Bu da güzeldir diye bir çok ibadetten ibda’ doğru değildir.


“Kolaylaştırın güçleştirmeyin, müjdeleyin nefret ettirmeyin!” Hadis

“ALLAH size kolaylık murad eder, güçlük murad; etmez.” Âyet

Ahmed İbni Hanbel, kavun yemedi.

“Niçin?” dediler.
“ResûlALLAH nasıl yedi bilemiyorum da ondan” dedi.
Radiyallalhü anh.


[Muhiddin-i Arabî hazretleri, bu dokuzuncu vasiyetinde çok büyük bir bahse temas etmiştir. Hülâsa bid’atlerin iyi olmadığı neticesine varıyor. O hâlde, Resûlüllah’ın yapmadığı şeylerden kat’i sûrette kaçmak. . . yaptığı şeyleri nasıl yaptığını bilmeden, yapmaktan uzak durmak en emin tarikdir.]



Biat: Bağlılığını, itimadını bildirmek. Birisinin hakemliğini veya hükümdarlığını kabul etmek. El tutarak bağlılığını alenen izhar etmek. Bağlılığını tazelemek. * Rey vermek.
Nafile: Fık: Farz ve vâcibden gayrı mecburiyet olmadığı hâlde yapılan ibadet. Fazladan yapılan iş. * Menfaatli olmayan. Ziyâdeden olan. * Torun. * Ganimet malı. Bahşiş. Atiyye.
Vazife-yi asliye: Asli, esas görev.
Mubayaa: biat etmek işi.

إِنَّ الَّذِينَ يُبَايِعُونَكَ إِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللَّهَ يَدُ اللَّهِ فَوْقَ أَيْدِيهِمْ فَمَن نَّكَثَ فَإِنَّمَا يَنكُثُ عَلَى نَفْسِهِ وَمَنْ أَوْفَى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللَّهَ فَسَيُؤْتِيهِ أَجْرًا عَظِيمًا
“İnnellezine yübayiuneke innema yübayiunellah yedüllahi fevka eydihim fe men nekese fe innema yenküsü ala nefsih ve men evfa bi ma ahede aleyhüllahe fe se yü'tihi ecran aziyma : Muhakkak ki sana biat edenler ancak Allah'a biat etmektedirler. Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah ile olan ahdine vefa gösterirse Allah ona büyük bir mükâfat verecektir.” (Fetih 48/10)

İhtiyari: Ist: İstek, arzu. Razı olmak. Katlanmak. Seçmek. Tensib etmek. Seçilmek. (Bak: İrade)
Zaid: Artan. Fazlalık. İlâve olunmuş. *
Hades: Yeni olmak. Eskiden olmayıp sonradan görülmek. * Taze. Yiğit. Genç. * Fık: Abdest almayı icabettiren hâl. Bazı ibadetlerin yapılmasına mâni olan ve necaset-i hükmiye sayılan hâl. * Pislik.
Nafile: Fık: Farz ve vâcibden gayrı mecburiyet olmadığı hâlde yapılan ibadet. Fazladan yapılan iş. * Menfaatli olmayan. Ziyâdeden olan. * Torun. * Ganimet malı. Bahşiş. Atiyye.
İkmal: Tamamlamak. Bitirmek. Mükemmelleştirmek.
Zabt: Zabt etmek. İdâresi altına almak. * Sıkıca tutmak. Kendine mal etmek. * Kavramak. * Kaydetmek. Hülâsasını yazmak. * Bağlamak.
Bid’at: (Bid'a) Sonradan çıkarılan âdetler. * Fık: Dinin aslında olmadığı hâlde, din namına sonradan çıkmış olan adetler. Meselâ: Giyim ve kıyafetlerde, cemiyet (toplum) hayatındaki ilişkilerde, terbiye ve ahlâk kurallarında, ibadet hayatında yani dinin hükmettiği her sahada, dine uygun olmayan şekiller, tarzlar, kurallar, âdet ve alışkanlıklardır ki, insanı sapıklığa götürür. Din âlimleri tarafından din namına beğenilen ve dinle ilgili yeni icad ve hükümlere bid'a-yı hasene; beğenilmeyip tasvib görmeyenlere de bid'a-yı seyyie denilmektedir.
Hades: Yeni olmak. Eskiden olmayıp sonradan görülmek. * Taze. Yiğit. Genç. * Fık: Abdest almayı icabettiren hâl. Bazı ibadetlerin yapılmasına mâni olan ve necaset-i hükmiye sayılan hâl. * Pislik.
Edâ: Yerine getirmek. Ödemek. Borcunu vermek. Vazifesini yapmak. * Tarz. Üslub. * Şive. * Tekebbür. * Fık: Namazı vaktinde kılmağa "Eda" ve vakit geçtikten sonra kılınan namaza da "Kaza" denir. (Bak: Kaza)
İkmâl: Tamamlamak. Bitirmek. Mükemmelleştirmek.
İbda’: İzhar etmek. Bir yerden diğer bir yere çıkmak. * Yaratmak. Nümunesiz şey yapmak...

يُرِيدُ اللّهُ بِكُمُ الْيُسْرَ وَلاَ يُرِيدُ بِكُمُ الْعُسْرَ وَلِتُكْمِلُواْ الْعِدَّةَ وَلِتُكَبِّرُواْ اللّهَ عَلَى مَا هَدَاكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
“......yüridüllahü biküml yüsra ve la yüridu bi külüm usr, ve li tükmilül iddete ve li tükebbirullahe ala ma hedaküm ve lealleküm eşkürun:....Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bütün bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu göstermesine karşılık, Allah'ı tazim etmeniz, şükretmeniz içindir.” (Bakara 2/185)

Tarik: yol.
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

MUHİDDİN-İ ARABÎ HAZRETLERİ BUYURUYOR:

İşlerine riâyet ettiğin gibi, sözlerine de riâyet et!
Sözlerinde amellerin cümlesindendir.
Ağızdan çıkan her sözün, mutlaka yanında gözcüler vardır.
ALLAH-ü Zül Celâl, ALLAH yolunda şehid olanlara ölü diyenleri yalancılıkla itham ediyor.

“Onlar, ölü değil diridir” buyuruyor.
"
“Şehid” insanda Nûr-u “M” bulunduğundan HAKK, Şehid’e kıymet vermiştir..."
Sözüne dikkat et!
ALLAH, çirkin lâkırdıların aşikâre söylenmesini sevmez.
Şeriat’ın ölçüsüyle konuş, aşırı gitme! . .
Meselâ
“Burç değişti, yıldız şöyle oldu da yağmur yağdı” diyenler, ALLAH’a küfür, yıldıza imân ettiler.
Hadîs-i Şerifte:

“İnsanları yüzü koyun cehennem’e sürükleyen, dillerinin söylediği sözlerdir.” Buyruldu. . .
Yine Hadis-i Şerifte:

“Bir adam ALLAH’ın gazabını celbeden bir kelime söyler, ona da ehemmiyet vermez halbuki o kelime onu Cehennemin yetmiş yıllık derinliklerine uçurur.
Bir kimse de, ALLAH’ın razı olacağı bir kelime söyler de onun götüreceği yeri bilmez.
Halbuki o kelime, ona yükseklerin yükseğine çıkarır”
buyrulmuştur.




Riâyet: İyi karşılamak, ağırlamak, hürmet etmek. * Uymak, tâbi olmak. * Otlamak veya otlatmak. * Hıfzetmek, korumak.
Şehid: Şâhid olan. * Meşhude. Allah (C.C.) yolunda canını feda eden müslüman. Hak için hayatını feda ederek ölen. Allah'ın rızasına eren.

وَلاَ تَقُولُواْ لِمَنْ يُقْتَلُ فِي سَبيلِ اللّهِ أَمْوَاتٌ بَلْ أَحْيَاء وَلَكِن لاَّ تَشْعُرُونَ
“Ve la tekulu li mey yuktelü fi sebilillahi emvat, bel ahyaüv ve lakil la teş'urun : Allah yolunda öldürülenlere «ölüler» demeyin. Bilakis onlar diridirler, lâkin siz anlayamazsınız.” (Bakara 2/154)
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

MUHİDDİN-İ ARABÎ HAZRETLERİ BUYURUYOR:

Sakın, elinle ruh sahibi bir mahlukun tasvirini yapma!
Tasvir yapanlar kıyamette en şiddetli azaba giriftar olurlar.
Tasvir yapanlara kıyamette denir ki:


“şu yarattığın şeyi dirilt veya ona bir ruh ver bakalım.”
Tabiî veremez.

Hadis-i Kudsî’de:

“Benim gibi yaratmaya yeltenenlerden daha zâlim kim olabilir. Onlar, bir karıncayı veya bir buğday tanesini veya bir arpa tanesini yaratsınlar imkânı mı var?.”

[Burada fotoğraf akla gelir. Bunun hakkında meşhur Mısır Müftüsü Abduh’un bir fetvası vardır. “El cevabı Safi fi ibahetil lifotoğrafi” risalesinde fotoğrafta üç buud olmadığından, bir satıh üzerinde olması ve şahsın aynı olması bakımından taklid olmadığı ve fotoğrafta bir günah olmadığını ifade etmiştir.]



Tasvir: Hiss ve mahsusata münhasır olan ifâde. olive Bir şeyi söz veya yazı ile anlatmak. Resim yapmak. olive Bir şeye şekil ve suret vermek. Resim. * Edb: Görebildiğimiz ve hissedebildiğimiz şeyleri bize gösterebilecek veya hariçte vücudu olmayan fakat hissedilen şeyleri duyurabilecek meleke.

Buud: Boyut.
Resim
Kullanıcı avatarı
kuloglan
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 156
Kayıt: 26 Kas 2007, 02:00

Mesaj gönderen kuloglan »

Kurbanın olayım Şahım Muhyiddin!
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

MUHİDDİN-İ ARABÎ HAZRETLERİ BUYURUYOR:

Kardeşini, hastaları ziyaret et!
Onlarda ne ibret alınacak şeyler var.
Aczini, ALLAH’a karşı fakrini düşün!
ALLAH’ın, lutfuyla sana bahşettiği sıhhatini ve o sıhhatle yapmış olduğun ibadetlerini, ALLAH’ın ihsan’ı bil ve şükret!
ALLAH, hasta kulunun yanındadır.
Hastaya dikkatle bak!
O daima ALLAH’a sığınır.
Doktor da baksa, ilâçta alsa, şifayı ALLAH’dan bekler.
Onun dili daima ALLAH’ladır.
Kalbiyle ALLAH’ına iltica eder.
ALLAH’dan gaflet etmez.
ALLAH onunladır.

ALLAH-ü Zül Celâl, kıyamet gününde:
“Ey Âdem oğlu! Ben hasta oldum da beni ziyarete gelmedin!” Diyecek.
“Yâ Rabb! Sen Rabbülâlemin'sin nasıl Seni ziyaret edebilirim?” deyince:
“Bilmiyor musun falan kulum hasta idi onu ziyaret etmedin. Eğer ziyaret etse idin, Beni onun yanında bulurdun.”
Yâni, hastanın dili ve kalbi, Yâ ŞÂFİ diye feryad ediyor.

“Ey Âdem oğlu! Senden yemek istedim de yedirmedin.”
“Yâ Rabb! Sen Rabbülâlemin’sin ben Sana nasıl yemek yedirebilirim.”
“Bilmiyor musun falan kulum senden yiyecek istedi de yedirmedin. Eğer ona yedirse idin, onu Benim yanımda bulurdun.”

“Ey Âdem oğlu! Senden su istedim. Beni sulamadın.”

“Yâ Rabb! Sen Rabbülâlemin’sin ben Seni nasıl sularım.”
“Bilmezmisin falan kulum senden su istedi de onu sulamadın. Eğer onu sulasa idin, Onu Benim yanımda bulurdun.”

Resûl-ü Ekrem buyurdular ki :
“ALLAH-ü Zül Celâl zâtını kulu menziline koydu.”
Binaenaleyh ALLAH ile huzur eden, her hâlinde ALLAH’ını zikreden, her yiyecek ve içecek isteyeni HAKK görür.
Onun dileğini derhal yerine getirir!.
Saili me’yus etme!
Hiç bir şey yoksa, tatlı dille güler yüz göster!
Senden yiyecek, içecek isteyen, seni HAKK menziline çıkardı.
Saile dikkat et!
İsterken ALLAH adına ister onu, o hâlinde öyle konuşturan Zâtın hatırına hemen sen de, varsa istediğini ver!

İmam-ı Hasan’la İmam-ı Hüseyin efendilerimizden, sail bir şey isterse, derhal vermek için güler yüzle karşılarlar ve:
“Meccanen âhirete muhtaç olduğumuz şeyleri götürmeğe gelen aziz kardeşim!” diye taltif ederlerdi.




Şâfi: Hastaya şifa veren (Allah. C.C.). * Yeter görünen, kifayet eden.
Menzil: İnilen yer. Konulacak yer. * Yer. Dünya. Ev. * Mesafe.
Sail: İsteyen, dilenci.
Me’yus: Ümidsiz. Kederli. Ye'se düşmüş. Ümidi kesik.
Meccânen: Ücretsiz, parasız.
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

MUHİDDİN-İ ARABÎ HAZRETLERİ BUYURUYOR:

Sakın Kimseye zulmetme!
Zulüm, insanı kıyamette karanlıklar içinde bırakır.
Zülüm, hak sahiplerine haklarını vermemektir.
Sıkışmış birini görür de, onun sıkıntısını giderecek kudret de sende varsa, bil ki senin malında, onun hakkı vardır.
Onun hâline muttali oluşun, hakkını vermek içindir.
Vermezsen mes’ulsün.
Eğer malî kudretin yoksa, tatlı dil ile ona yardım vazifendir.
Senin için, ona maddeten yardıma hiç imkân yoksa, o zaman ona dua edersin.
Bunları ihmâl eder yapmazsan zâlimsin.
Saili kovma. Komşulara hediye vermek, açları doyurmak, susuzları kandırmak, çıplakları giydirmek, şaşırmışları yola koymak, suçlu ve kabahatlileri affetmek Din’dir.
Dindarlıktır...

Sen de ALLAH’ın fakirisin.
ALLAH’ın, âlemlerde hiç bir şeye ihtiyacı yoktur.
Bununla beraber duaları kabul eder.
Muhtaç olanların ihtiyacını verir, zararlı şeyleri defeder, faydalı şeyleri ulaştırır.
Sen de ALLAH’ından dileklerini yüz aklığı ile isteyebilmek için elinden geleni yapmalısın.

Kudsî Hadis meali:
“Ey kullarım! Zulmü nefsime haram kıldım.
Kendi aranızda da haram kıldım.
Artık kimseye zulmetmeyin kullarım!
Hepiniz şaşırmışdınız, yalnız Benim hidâyet nasibettiğim kimseler müstesna.
Benden hidâyet isteyin, sizi hidâyete ulaştırayım.
Kullarım! Hepiniz açsınız, yalnız Benim doyurduklarım müstesna.
Yiyeceklerinizi Benden isteyin sizi doyurayım.
Kullarım! Hepiniz çıplaksınız, yalnız Benim giydirdiklerim müstesna.
Benden giyinmeyi isteyin, Ben sizi giydireyim.
Kullarım! Siz gece gündüz hatalar, suçlar işliyorsunuz.
Ben günahlarınıza mağfiret ediyorum.
Benden mağfiret isteyin sizi affedeyim, mağfiret edeyim.”


Bak, dikkat et!
HAKK Tealâ, bunların hepsini sen istemeden veriyor, bununla beraber, istemeni emrediyor ki, isteğine icabet edip tekrar vermek için. . .
İstemeden verdiğini, Er RAHMÂN İsmi şerifinin tecellîyatı bil!
İstedikten sonra vereceğini beyan buyurması da, ihtiyaçlarını daima Rabbinden istemeyi sana tâlim içindir.
Bunlar ayrı ayrı makamlardır.
Kulların yaradılışındaki hikmet, ALLAH’a ibâdet yâni, ALLAH’a tezellül ve ihtiyaçlarını açıklamaktır.
İbadetlerin, ALLAH’a kulluk borcu olduğunu unutma!
ALLAH’ı bilmek için yol, kulluk yoludur.

Sana vasiyetim:
HAKK’ın emirleri ve nehiyleri karşısında teslimiyetle boyun eğ ve dersini al!
Tâ ki, bu emirler ve nehiylerinde senden istenilen nedir, bunu bilesin.
Sakın istemeyenlerden olma!
Birisinden istemeyen, umum hakkında da cimrilik etmiş olur.
Eğer, sözü uzattım, çok söylediysem, kendini levmet!
Câhil isen, öğrettim.
Unutmuş isen, hatırlattım.
Mü’min isen, mü’minlere vâ’z u menfaat verir.
Burada sen, ben yok.
Hepimize vâ’z u menfaat verir.

Yukarıdaki Hadis’i Kudsî’nin tamamı :
“Kullarım! Siz bana zarar yapamazsınız.
Menfaat de yapamazsınız.
Bunlara gücünüz yetmez.
Kullarım! Evveliniz, âhiriniz, insanlarınız, cinleriniz, en muttaki adamın kalbi gibi kalbe sahib olsanız bu hâliniz, mülkümden bir şey artırmaz.
Kullarım! Evveliniz, insanlarınız, cinlerinizin en fâcir adamın kalbi gibi olsa, bu hâliniz, mülkümden bir şey eksiltmez.
Kullarım! Evveliniz, âhiriniz, insanlarınız, cinleriniz hep, düz bir yerde toplansa, benden isteseler, ben de herkese istediğini versem, bu verişimden hazinemden hiç bir şey eksilmez.
İğnenin denize dalıp çıkması kadardır.
İğne denizden hiç bir şey eksiltmez.
Çünki mücellâ olduğundan su almaz.”


Hele şu beyana bak!
Zât-ı İlâhisini kulu menzilesine koyunca, ALLAH’ı bilmeyen zayıf ruhlu insanlara, ne müthiş saltanatını bildiriyor.

Dostum! Hadis-i şerifteki işaretlere dikkat et!
Hadisin sonu da şöyle:
“Bunlar hep, sizin amellerinizdir.
Sizin için onları depo ettim.
Yine size iade edeceğim.
Hayır gören, ALLAH’a hamd etsin.
Hayırdan başka bir şey ile karşılaşan, kendini levm etsin!”


Hacet istemek zillettir.
ALLAH’tan başkasına, zillet izhar etmek şaşkınlıktır.
Nefsine zulümdür vesselâm...



Zulm: (Zulüm) Haksızlık. * Eziyet, işkence. * Bir hakkı kendi yerinden başka bir yere koymak.
Muttali: Haberli. Bilgisi olan. Bir yüksek yerden bakarak görüp anlayan. Vâkıf. Derk eden.
Mes’ul: Yaptığı iş ve hareketlerden hesap vermeğe mecbur olan. Mes'uliyetli. Bir işin idâresi kendisine âit olan. * Cezâ verilmiş olan.
Müstesna: İstisna edilen. Ayrı tutulan, ayrı muameleye tabi olan. Kaide dışı bırakılmış olan.
Hidâyet: Doğruluk. İslâmlık. Hakkı hak, bâtılı da bâtıl olarak görüp doğru yola girmek. Dalâletten ve bâtıl yoldan uzaklaşmak.
Tecellîyat: (Tecelli. C.) Tecellile
Tâlim: Öğretmek. Yetiştirmek. Alıştırmak. Belli etmek. İdman.
Tezellül: Zillete katlanmak. Aşağılanmak. Alçalmak. Hor ve hakir olmak. Kendini alçak tutmak.
Nehiy: Yasak etmek. Menetmek. * Gr: Emrin menfi şekli.
Levm: Çekiştirmek. Birisinin yüzüne karşı kötü söz söylemek. Zemmetmek. Paylamak. Başa kakmak.
Vâ’z: Dinî mes'eleler üzerinde konuşup nasihat etmek. Kalbi yumuşatacak sözlerle insanı iyiliğe sevke çalışma.
Fâcir: Haktan sapan. Haram ve günaha dalmış kötü insan. Günah işleyen. (Bak: Fecir)
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

MUHİDDİN-İ ARABÎ HAZRETLERİ BUYURUYOR:

İlmiyle amel etmeyen bir âlimi görürsen, ilmine hürmeten yine ona karşı edebli davran!
Çünkü ilim, ALLAH’ın san’atıdır.
Kötü huylarından dolayı ondan, tamamen ayrılma!
ALLAH’ın sevdiği şeylerin sende bulunmasına çalış!
Böyle yaparsan, ALLAH’ın sevgisine kavuşursun, saadete erersin. Kerametler diyarı olan Cennet’te, ilâhî tecellîye mahzar olursun.
İnsan, sevdiği ile beraberdir.
ALLAH’ın sevdiği şeyler çoktur.
Vasiyet ve nasihat kasdıyle bâzılarını sana söyliyeyim:

ALLAH için süslenmek, bu, müstakil bir ibadettir.
Hele namaz için mutlaka lâzımdır.

“Ey Âdem oğulları, her namazda ziynetlerinizi alın!” emrine bak!

Birisi :
“Yâ Resûlullah ayakkabılarımın ve elbisemin güzel olması hoşuma gider” dedi de Peygamberimiz :
“ALLAH Cemil’dir. Güzelleri sever” buyurdu.

ALLAH’ın süs olarak, kulları için yarattığı şeyleri kim haram eder. Kimsenin haddi değildir.
Bunlar, niyete tabi, niyeti güzelse, kimsenin bir şey demeğe hakkı yoktur.
ALLAH’a karşı süslü bulunmak, en güzel bir haslettir.
Cebrail, çok vakit en güzel insan hazret-i DİHYE sûretine temessül ederde, Resûlullah’a öyle gelirdi.
Bu tecmili bilmeyen ve nefsinde tatbik etmeyen, bir çok faziletlerden mahrum kalır.
ALLAH’ın hususi muhabbetine eremez.
El verirki süslenende kibir, aceb, şımarıklık olmasın.
ALLAH’ın sevdiği şeylerden biri de, fitneye tutulunca, ALLAH’a dönmektir.
ALLAH, fitneye uğrayıpta tövbekar olanları sever.
Fitne ve musibetler, ALLAH imtihanıdır.
İnsanlar, kendilerinin ne mal olduklarını, böyle imtihanlarla anlarlar.
Lâf ile dâvalar sabit olmaz.
Fitnelerin en büyüğü, kadın, mal, evlâd ve mevki fitneleridir. Bunlarla imtihana çekilen kimseye yaraşan, bunların aynına takılıp kalmamalı.
Bunları ihsan eden ALLAH’a rücu’ edip :

“Yâ Rabb, bu nimetleri sen verdin!” deyip şükretmeli.

Hadis’i şerifte şöyle varid oldu:
"Cenab-ı HAKK, Hazreti Musa’ya:
“Bana hakkıyle şükret!” diye variyetti.
Musa buyurdu:

“Yâ Rabb! hakkıyle şükür nasıl olur?”
“Yâ Musa! Nimeti Ben’den görürsen hakkıyle şükretmiş olursun.” Buyurdu."

Bir insan, nimeti verene şükretmezse, ALLAH’ın hususi muhabbetini fevt etmiş olur.
Netice, bir çok nimetlerden de mahrum kalır.


Kadın fitnesinden ALLAH’a rücu’ şekli:

Kadına muhabbet, onda HAKK’ı görmeye vesile olmalı.
Bunun iki yolu vardır:

Birinci yol:
Erkeğin kadına muhabbeti, küllün cüz’e muhabbeti kabilindendir: Belki kadına muhabbet, bir şeyin kendi nefsine muhabbeti kabilindendir.
Zira, kadın yaratılışında kendi şeklini gösterir.
Nasıl ki, insan-ı kâmil HAKK’ın esmâ ve sıfatlarını göstermekle sûret-i HAKK ise, kadın da sûret bakımından erkeğin ayinesidir.
Bir şey, bakanın karşısında mücellâ ayna gibi parlak olursa, bakan onu değil kendini görür.
İşte, kadına olan muhabbetin şiddeti ona, kendini gösteriyor. Kendi de esmâ ve sıfat-ı İlâhiyenin tecellîgâhı olduğundan HAKK’’ın sûretidir.
Kadın ayinesinden, sûret-i HAKK’ı görmekle HAKK’ta fâni oluyor. Muhabbet-i HAKK’a, HAKK’da karar kılıyor.

İkinci yol:
Kadınlarda teessür kabiliyeti vardır.
Ona infisâl denir.
Onlardan insan doğması yâni, iyân-ı emsâl’in zuhuru, tekvin sıfatına mahal olduklarındandır.
Görülenleri hep açığa çıkaran kadındır.
Âlemde görülen şeylerde hep, Esmâ-i HAKK’ın tecellîsini izhar ettiğinden, HAKK’dan hakkını alan her Esmâ, kadın kapısından zuhura gelmiştir.
Binaenaleyh bu bakımdan kadına muhabbet, ALLAH’a muhabbettir.
Muayyen bir kadına bağlılık, iki şahıs arasındaki ruhani münasebettendir.
Bu da, ikinci bir münasebettir.


Mal fitnesinden ALLAH’a rücu’un sûreti:

Mal ve servet sahiplerine bütün kalblerde meyil ve ta’zim vardır. İsterse bahiyl olsun.
Bâzı işler, mal ile kolaylaşır.
Ârifler, malda da vech-i ilâhiyi aradılar.
Malı olan karz-ı hasen (güzel ödünç vermeğe denir) verir.
ALLAH’ın: “Karz’ı hasen verin!” emrine muhatab olur.
Sadaka verildi mi yed-i llâhi’ye düşer, vuslata sebeb olur.
“Kulum, senden yiyecek istedim vermedin!” derken ALLAH, kendini sail menziline tenzil ediyor.
Ehl-i servet, verici mevkiinde bulunuyor.
Mal muhabbeti fitnedir amma; insanı ALLAH’ın rızasına da götürür.


Evlâd fitnesinden ALLAH’a rücu’:

Evlâd, babanın sırrı, ciğer pâresi, ona muhabbet nefse muhabbettir.
ALLAH, kulunu kendinden çıkan şeyle imtihan ediyor.
Evlâdına muhabbeti, mükellef bulunduğu hukuku yerine getirmeğe, perde olacak mı olmayacak mı?
Nebi Aleyhisselâm : “Muhammed’in kızı Fatıma, sirkat etse idi onun da elini keserdim!” demekle, HAKK’ı ikameyi tercih ediyor.
Ömer, oğluna haddi icra ediyor.
ALLAH’ın hükmünü ifade, nefsine hiç sıkıntı gelmiyor.
Nefsinde HAKK’ı ikame ettiğinden dolayı, inşirah duyması evlât fitnesinden ALLAH’a rücu’unu ısbat ediyor.
“Çocuğu ölüp de sabreden babaya, cennet’ten başkası verilmez” buyrulması, fitneden ALLAH’a rücu’un mükâfatını gösteriyor.


Riyâset denilen Cah fitnesinden ALLAH’a rücu’un sûreti:

İnsanın içinde öyle gizli şeyler var ki, insan kendini bilmez.
ALLAHü Zül Celâl, zaman zaman onları meydana çıkarır, insan kendini bilmez.
Doktora muayene olan insan, kendini, bende ne var diye doktora sorar.
“Nefsini bilen, Rabbini bilir” derler.
Herkes nefsini bilmez. Halbuki nefs, kendinin aynıdır.
ALLAH, o gizli hâllerini çıkardıkça kendini bilmeğe başlar.
Sıddıklerin kalbinden en son riyâset muhabbeti çıkar.
Söz ve riyâseti görünce adalet ve ALLAH’ın kullarına hizmet, Dini ihya, Mü’minleri muhafaza etmeyi nefsinde görür ve riyâset ister amma, nefsi için değil ALLAH için istediğinden. Riyâset yoluyla ALLAH’a gider.




Kasd : Bir işi bile bile yapmak. * İsteyerek. Niyet ederek. * Niyet. Tasavvur. * İstikamet. Yolu doğru olmak.
Müstakil : Kendini idare edebilen. Başlıbaşına. Bağımsız.
Temessül : Benzeşmek. Cisimlenmek. * Bir şeyin bir yerde suret ve mahiyetinin aksetmesi. Bir şekil ve surete girmek. * Bir kıssa veya atasözü söylemek.
Küll : Hep, tüm, bütün. Çok. Cüz'lerden meydana gelen.Bütün cüzlerin şumul ve istiğrak üzere ifadeleri.
Cüz’ : Kısım, parça. Bir şeyin bir parçası. * Kitab forması. * Küllün mukabili. * Kur'ân-ı Kerim'in otuzda bir parçası.
Tecellîgâh : f. Tecelli yeri. İlâhi kudretin, İlâhi sırrın meydana çıktığı, göründüğü yer.
Temcil : Cemil kılma.
Fevt : Ölüm, mevt. * Kaybetme. Elden çıkarma. Kaçırma. Bir şeyin bir daha ele geçmiyecek şekilde elden çıkması.
Mücellâ : Parlak, Cilâlı. Cilâlanmış.
Teessür : Kederli ve üzüntülü olarak içlenmek. Üzülmek. * Te'sir altında kalmak. * Kederlenmek.
İnfisal : Olduğu yerden ayrılma. Yeni bir fasıla geçme. * Yerini bırakıp gitme. * Azledilme.
İyân-ı emsâl : A’yân-ı misal : Tas: İlm-i İlâhide eşyanın ezelden beri sâbit olan sûret ve hakikatlarının misalleri, aynısı gibi..
Tekvin : Var etmek. Meydana getirmek. Yaratmak. * İlm-i Kelâmda: Cenab-ı HAKK'ın sübutî bir sıfatıdır ve ademden vücuda getirmesi, icad etmesidir.
Mahall : Yer. Mekân. Cây.
Muayyen : Görülmüş olan, kat'i olarak belli olan, belli, ölçülü, tayin ve tesbit olunmuş, karalaştırılmış.
Bâhil : cimri, eli sıkı.

مَّن ذَا الَّذِي يُقْرِضُ اللّهَ قَرْضًا حَسَنًا فَيُضَاعِفَهُ لَهُ أَضْعَافًا كَثِيرَةً وَاللّهُ يَقْبِضُ وَيَبْسُطُ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
“Menzellezi yukridullahe kardan hasenen fe yüdaifehu lehu ad'afen kesirah, vallahü yakbidu ve yebsut, ve ileyhi türceun : Verdiğinin kat kat fazlasını kendisine ödemesi için Allah'a güzel bir borç (isteyene faizsiz ödünç) verecek yok mu? Darlık veren de bolluk veren de Allah'tır. Sadece O'na döndürüleceksiniz.” (Bakara 2/245)

Muhatab : Söyleyeni dinleyen. Kendisine hitab edilen. * Gr: İkinci şahıs.
Yed-i llâhi :ALLAH’ın eli
Vuslat : Visal. Sevdiğine kavuşma, ulaşma, bitişme. Bitiştiren.
Tenzil : Bir şeyin bir miktarını çıkarmak. * İndirmek, indirilmek, indirilen. Aşağı indirmek. * Kur'an-ı Kerim'in vahiy vasıtası ile Peygamberimize (A.S.M.) indirilmesi. Tedricen indirme. (Birden indirmeye inzal, parça parça indirmeye de tenzil denir.)
Mükellef : Bir şeyi yapmağa mecbur olan. Vazifeli. Muvazzaf. * Bir şeyi ödemeğe mecbur olan. * Mükemmel hazırlanmış, külfetle süslenmiş olan. (Bak: Teklif)
Sirkat : (Serkat) Çalma. Hırsızlık.
İkame : Oturtmak. Mukim olmak. Yerleştirmek. İskân eylemek. Bulundurmak. Meydana koymak. Vücuda getirmek. Dâva açmak. Ayağa kaldırmak. Kıyam etmek.
Hadd : Hudut. Çizgi. Sınır. * Cürüm. * Salahiyyet. * Şeriatça verilen cezâ. * Derece. Son derece. Münteha. * İnsana ârız olan şiddet ve titizlik. * Def etme. Men’ etmek. * Keskin. Sivri. * Sert. Gergin. *
Man: Üç tasavvurdan ibaret olan kıyas. * Ekşi. * Tesirli, müessir.
İnşirah : Ferahlanmak, mesrur olmak.
Câh : (Câhe) f. Makam, mansıb. Kadr, itibar.
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

MUHİDDİN-İ ARABÎ HAZRETLERİ BUYURUYOR:

Yatağa yatmadan evvel Vitir namazını kıl!
Çünkü, uyuyan kimsenin ruhu kabzolunmuştur.
Gelip gelmeyeceği de belli değildir.
Vitri kılarda yatarsan, ALLAH’ın sevdiği hâlde yattın.
Zira, ALLAH Vitir’dir, Tek’dir.
Vitr’i sever yâni, ALLAH kendini sever.
Seni kendi menziline tenzil ile, inâyetini ve muhabbetini izhar etti. Her adetli şeylerde Vitr’e riâyet et!
“Ey Ehl-i Kur’ân! Vitr’e riâyet edin!” emri vardır.
Ehl-i Kur’ân, Ehlullah’dır.
Yemekte, içmekte hatta sürme çekmekte Vitr’i gözet.
Hıçkırık tutarsa, yedi yudum su iç.
Mücerreb’dir.
Resûl-ü Ekrem, daima Vitr’e riâyet ederlerdi.
Resûlullah, insanlara en güzel bir nümunedir.




Mücerreb: Tecrübe olunmuş. Sınanmış. Denemesi yapılmış. Ahvâl ve tavırları tecrübe edilmiş. * Makbul.
Nümune: f. Örnek, misâl, misal olarak gösterilen. Düstur ve misâl olacak şey.
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

MUHİDDİN-İ ARABÎ HAZRETLERİ BUYURUYOR:

Aldığı şeylerde ve verdiği şeylerde ALLAH’ını murakabe et!
Mal, Evlâd, iyâl her ne ki alırsa, sabrını denemek içindir.
Sabret!
ALLAH, sabredenleri sever.
Elinden çıkan her şeyin ivaz’ı vardır.
ALLAH korusun Rabbini bırakırsan işte, onun ivazı yoktur.
ALLAH, verdiği şeylerde de şükrünü imtihan eder.
Şükret!
ALLAH, şükredenleri sever.
Ve şükredenlere fazlasıyla verir.

Hadis’i şerif meali:
“Aldığı, verdiği şeyler hep, ALLAH’ındır.
Her şeyin muayyen bir eceli vardır.
Eceli tamam olan gider, yerine başkası gelir.”


Buna böyle inan, ALLAH ile ol!
Her hâlinde, aldığını ve verdiğini görürsün.
Her nefesin’de böyledir.

ALLAH’ı zikrederek geçen nefeslerine şükret!
Gafletle geçenlere de istiğfar et!
İstiğfar, HAKK’a dönmektir.
Kul şanı’dır.
Resûlullah’ın sünnetine uymak, her çeşit amellerden daha güzeldir.

“Bana uyun ki ALLAH sizi sevsin.”

İnsan, Resûl-ü Ekremi kendine numune yapar ve işlerinde, sözlerinde, hâllerinde O'na uymayı adet edinirse, o başka şeye muhtaç olmaz, Onlar yeter, artar bile...




Murakabe: Kontrol etmek. İnceleyip vaziyeti anlamak. Teftiş etmek. * Kendini kontrol etmek. İç âlemine bakmak. Gözetmek. * Hıfz etmek. * Beklemek. İntizar. * Dalarak kendinden geçmek. * Tas: Kendisini tamamen nâfile ibâdet ve itaate vermek için mâbede kapanmak.
İvaz: Karşılık olarak verilen şey. Bedel.
Ecel: Her mahlukun ve canlının ALLAH tarafından takdir edilen ölüm vakti. Âhirete göç etmek. * İleride olacağı şüphesiz olan. * ALLAH'ın takdir ettiği ömür.

قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
“Kul in küntüm tühibbünellahe fettebiuni yuhbibkümüllahü ve yağfir leküm zünubeküm, vallahü ğafurur rahiym : (Resûlüm!) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Âl-i İmrân 3/31)
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

MUHİDDİN-İ ARABÎ HAZRETLERİ BUYURUYOR:

ALLAH’ın, kullarında en büyük HAKKı, şirk etmemekte.
Şirk iki kısımdır.
Birisi açık şirk, diğeri gizli şirk’tir.
Her şeyi yaratan, alan, veren ALLAH’dır.
Yalnız, dünyada bir takım sebebler koymuş.
Âlemde cari hadiseleri o sebeblere bağlamış.
Onların sebebler, kanunlar olduğunu unutup onlara meyletmek ve işlerini onlara bağlayıp ALLAH’ı unutmak, gizli şirk’tir.
Mü’mine en zararlı şey, esbaba bağlı olmaktır.
ALLAH’ın varlığını, birliğini hemen hiç inkâr eden yoktur.
ALLAH’ın İlâhlığında (Mabud’luğunda) şirk, açık şirk’tir.
Dünya gavurlarının ekserisi, Evleviyet’le şirk edenlerdir.
ALLAH’ı fiillerinde Birleşmeyenler, gizli şirk erbabıdırlar.

Hadis’i şerif meali:
“ALLAH’ın, kullarında hakkı nedir bilirmisiniz?
ALLAH’a ibadet etmek, hiç bir sûrette şirk etmemektir.”


”Nefyin siyakında vaki nekreler umum ifade eder.”
Yani gizli ve açık şirk etmemektir.

Sonra, Resûlullah şöyle buyurdu:
“Şirk etmeyenlerin ALLAH’da hakkı nedir bilirmişiniz?
Onlara azab etmemektir.”


Şirkin iki nev’inde de azab vardır.
Mü’min bilmeli ki; esbab ALLAH’ın kanunları ve âdetleridir.
Bir şeyin meydana gelmesinde hakiki müessir değildirler.
ALLAH, isterse esbabsız da yapardı diye inanmalı...
İnsanların en zayıf yerleri rızık’dır.
Rızkını servetinden gücünden, kuvvetinden veya efendisinden bilip onlara bağlı bulunanlarla;
“Rabb’im bana çalışmayı emretti.
Rızkımı verecek.
Bunlar birer sebebtir.
Bunlara sarılarak rızkımı aramak, benim vazifemdir.
Bu âlemde ALLAH’ın, âdeti ve kanunu böyledir”
diyenler arasında fark vardır.
Birisi Mü’min ve mütevekkil’dir.
Sebeblere bağlı olanlarda ise, gizli şirk vardır.
Kendini yokla, eğer, tamamen sebeblere bağlı isen, şirk’ten daha kurtulmamışsın.
Senin için azap vardır.
Eğer, kalbin ALLAH’a bağlı, sebeblerin varlığı, yokluğu nazarında müsavi ise, Mü’minsin.
Mütekki’sin ALLAH’a şükret!..




Şirk: En büyük günah olan ALLAH'a (C.C.) ortak kabul etmek. ALLAH'tan (C.C.) ümidini keserek başkasından meded beklemek. (Şirkin mânası mutlak küfürdür.) (Politeizm).
Evleviyet: Daha öncelik. Başta gelir olmak. Daha beğenilir. Daha münâsip olmak.
Siyak: Söz gelişi, ifade tarzı. * Üslub, tarz, yol. * Sürmek, sevk. * Ruhun çıkması.
Nekre: Belirsiz olan. * Çıban ve yaradan çıkan kan ve irin. * Garip ve gülünç fıkralar. * Hoş sohbet ve hazır cevap kimse. * Gr: Belirtilmemiş isim, neye delâlet ettiği belli olmayan (harf-i tarifsiz) isim.
Esbab: (Sebeb. C.) Sebebler. Bir şeye vâsıta olanlar. Sebeb olanlar.
Mütevekkil: Kendi yapamıyacağı işde aczini bilip başka birisini vekil kabul etmek. * Tevekkül eden. * ALLAH'a (C.C.) güvenen ve işlerini O'na güvenerek tanzim eden. (Bak: Tevekkül).
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

MUHİDDİN-İ ARABÎ HAZRETLERİ BUYURUYOR:

Aziz kardeşim!
Büyüklenme!
Ve böyle bir sevdaya düşme!
Parmakla gösterilmeğe heves etme!
Seni kimse tanımazsa tanımasın.
ALLAH’ın seni bilmesi kâfi.
Eğer, halk içinde bir mevki sahibi olmuş isen, bu ALLAH’ın bir lütfudur.
Sana yakışan tevazu’dur.
Herkes gibi sen de topraktan yaratıldın.
O toprak senin anan’dır.
Anasına karşı kibirlenen âsi olur.
Anaya, babaya isyan haram’dır.
ALLAH seni yükselttikçe sen, küçül!
Riyâset peşinde olma.
Riyâset, kıyamette hüsran ve nedâmettir.
Riyâsete ehil olan, riyâset peşinde dolaşmayandır.
Mevki icabı eğer, çok hürmet görüyor ve çok hizmet ediyorlarsa, sen de Rabbine tevazu et.
“Yâ Rabb! Bu hürmetler hep mevki ve rütbeyedir beni mağrur etme!” diye yalvar.
Bil ki azlolunduğun gün, hiç birisi kalmaz...




Riyâset: Reislik. Bir işi idarede başta bulunmak. Başkanlık.
Ehil: Ehl: (Ehil) Yabancı olmayan, alışık olduğumuz. * Dost, sahip, mensup. Evlâd, iyal. Kavm, müteallikat. Usta, muktedir ve becerikli anlamıyla ehil ve ehliyet İslâmiyette önemli bir husustur. Dinimiz, bize işleri ehline vermemizi emreder. Cemiyette işler, mevkiler, makamlar, görevler, ehline verilirse işler düzgün gider, sonuçtan herkes memnun olur. Eğer İslâma aykırı olarak ehliyet yerine eş, dost, adam kayırma, parti menfaati vs. bayağı, hasis düşüncelere yer verilirse ve işler ehliyetsizlere terkedilirse bundan herkes zarar görür.
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

MUHİDDİN-İ ARABÎ HAZRETLERİ BUYURUYOR:

Her Cuma, Cuma namazına gitmezden evvel yıkan!
Bir vacibi edâ ettiğine niyetlen!
Haftada bir gün yıkanmak, her Müslüman’a haktır.
Onu Cumaya tesadüf ettir.
Hem, temizlik yapmış olursun, hem de HAKK’ın rızasına erersin...




Edâ: Yerine getirmek. Ödemek. Borcunu vermek. Vazifesini yapmak. * Tarz. Üslub. * Şive. * Tekebbür. * Fık: Namazı vaktinde kılmağa "Eda" ve vakit geçtikten sonra kılınan namaza da "Kaza" denir. (Bak: Kaza)
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

MUHİDDİN-İ ARABÎ HAZRETLERİ BUYURUYOR:

Cidal’i bırak!
Haklı, haksız cidal Mü’mine yakışmaz.

Hadis’i şerif de:
“Haklı da olsa, cidali terk eden kimseye, Cennetin ortasında bir köşke kefilim!
Şaka da olsa yalanı terkedene de Cennetin ortasında bir köşke kefilim!”
buyurdu.




Cidal: Sözle mücadele. Ateşli konuşma. Niza. * Muharebe. Cenk. Kavga.
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

MUHİDDİN-İ ARABÎ HAZRETLERİ BUYURUYOR:

Güzel huylu ol!
Daima iyi huylarını göster! Kötülerinden kaçın!

Resûlullah :
“İyi huyları tamamlamak için gönderildim!” der.
Yine :
“İyi huyluya, Cennetin en âlâ yerinde bir köşk verileceğine kefilim!” buyurur.

Evet, iyi huyunla herkesi memnun etmek mümkün değil amma, sen, daima ALLAH ile sohbettesin.

Rabb’imiz buna müsaade etti, de:
“Nerede olursanız olun O, sizinledir” buyurdu.

Resûlullah’da Ebu Bekr’e:
“Mahzun olma. ALLAH bizimledir” dedi.

Musa ve Harun’a:
“Ben sizinle beraberim, işitirim, görürüm” buyurdu.

İyi huylarımızın çoğunu, ALLAH’ımızın sohbetine tahsis edersek, yani ALLAH’ın razı olduğu şeyleri yapar, razı olmadıklarından kaçınırsak, o zaman işlerimiz, ALLAH ile olmuş veya halk ile olmuş, bu uğurda halk bizden memnun olacakmış veya olmayacakmış, onların ehemmiyeti kalmaz.
Mü’min olanlar, ALLAH’ın razı olduğu şeylere razı olurlar.
ALLAH’a düşman ise, onların bizce hiç kıymeti yoktur.
Onlar ister darılsın, ister yarılsın, ALLAH düşmanlarıyla dostluk kurulmaz.
İşlediği şeylerde HAKK’ın rızasını gözetip, ALLAH için iş yapanların bütün Müminlere hatta, zimmî’lere faydası vardır.
Mü’minin, yaradılmışların hepsine karşı yapacağı işlerde, ALLAH’ın hakkı vardır.
Melek, Cin, insan. Hayvan, Nebat, Mâden, Cemad, Mü’min, gayri mü’min kim olursa olsun herkesle, her şeyle güzel geçinmek, güzel muamele yapmak, her mü’minin ALLAH’a karşı borcu ALLAH’ın da her mü’minde hakkıdır.
Bu iyi veya kütü huylar ve bunların tatbiki, şerefli bir ilimdir, her mü’min bundan sorumludur.
Peygamberimiz, Dinin bu kısmında da en yüksek mertebeyi ihraz edendir.
Kur’ânda:
“Hiç şüphesiz Sen büyük bir ahlâk üzerindesin” buyrulmuştur.




Zimmî : Anlaşma ile İslâm diyarında yaşaması kabul edilmiş, hayatı hıfzedilen gayr-ı müslim. Ehl-i zimmet.
Ekalliyet : (Akalliyet) Bir hükümetin tebaiyyeti altında yaşayan, yabancı din ve milliyete mensub olup, ekseriyeti teşkil etmeyen halk. Azlık. Azınlık. Ekalliyet.
Cemad : Cansızlar.
Nebat : Bitkiler.
İhraz : Nail olmak. Erişmek. * Kazanmak. Kesbetmek. * Birisini güzel bir surette korumak.

وَهُوَ مَعَكُمْ أَيْنَ مَا كُنتُمْ وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
“....ve huve me'akum eyne ma kuntum vallahu bima ta'melune besiyrun. : .... ve huve me'akum eyne ma kuntum vallahu bima ta'melune besiyrun.” (Hadîd 57/4)

إِلاَّ تَنصُرُوهُ فَقَدْ نَصَرَهُ اللّهُ إِذْ أَخْرَجَهُ الَّذِينَ كَفَرُواْ ثَانِيَ اثْنَيْنِ إِذْ هُمَا فِي الْغَارِ إِذْ يَقُولُ لِصَاحِبِهِ لاَ تَحْزَنْ إِنَّ اللّهَ مَعَنَا فَأَنزَلَ اللّهُ سَكِينَتَهُ عَلَيْهِ وَأَيَّدَهُ بِجُنُودٍ لَّمْ تَرَوْهَا وَجَعَلَ كَلِمَةَ الَّذِينَ كَفَرُواْ السُّفْلَى وَكَلِمَةُ اللّهِ هِيَ الْعُلْيَا وَاللّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ
“İlla tensuruhü fe kad nesarahüllahü iz ahracehüllezine keferu saniyesneyni iz hüma fil ğayri iz yekül li sahibihi la tahzen innallahe meana fe enzelellahü sekinetehu aleyhi ve eyyedehu bi cünudil lem teravha ve ceale kelimetellezine keferus süfla ve kelimetüllahi hiyel ulya vallahü azizün hakim : Eğer siz ona (Resûlullah'a) yardım etmezseniz (bu önemli değil); ona Allah yardım etmiştir: Hani, kâfirler onu, iki kişiden biri olarak (Ebu Bekir ile birlikte Mekke'den) çıkarmışlardı; hani onlar mağaradaydı; o, arkadaşına. Üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir, diyordu. Bunun üzerine Allah ona (sükûnet sağlayan) emniyetini indirdi, onu sizin görmediğiniz bir ordu ile destekledi ve kâfir olanların sözünü alçalttı. Allah'ın sözü ise zaten yücedir. Çünkü Allah üstündür, hikmet sahibidir.” (Tevbe 9/40)

وَإِنَّكَ لَعَلى خُلُقٍ عَظِيمٍ
“Ve inneke le'ala hulukin 'aziymin. : Ve muhakkak ki sen pek büyük bir ahlak üzerindesin.” (Kalem 68/4)


En son aNKa tarafından 29 Nis 2008, 15:27 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

MUHİDDİN-İ ARABÎ HAZRETLERİ BUYURUYOR:

Hicret et!
Gâvur memleketlerinde oturma!
Gâvur îçinde oturmak, islâm dinine ihanettir.
Ve onlara yardım demektir.
Sakın onların tab’asına geçme!

Hadis’i şerifte şöyle varid oldu:
“Müşriklerin içinde ikamet eden müslümanlar’dan Ben berîyim!”

İslâm kelimesinin itibarı kalmıyor.
Nefislerine zulmederek yaşayan kimselerin canlarını Melekler alırken onlara derler ki :
“ "Siz ne işte idiniz?" Onlar da; "biz, aciz kimselerdik" derler.
Melekler de onlara; "ALLAH’ın Arz’ı geniş değil miydi, siz de hicret edeydiniz" derler, işte onların varacakları barınacakları yer, Cehennem’dir. Ne fena bir yerdir o.”


Mühiddin-i Arabî derki :
Biz, şimdi müslümanları Beyt-i Makdesi ziyaretten men’ ediyoruz. Çünkü orası [Ehl-i Salib ordularının kudüs’ü işgal altında bulundurduğu zamanlar] gâvurların elindedir.(Şimdi de öyle!!!).

Hicret: Bir mânası da, ALLAH ve Resûlünün, zemm ettiği kötü huylardan hicret etmekdir.
Yâni, ALLAH’ın nehyettiği şeyleri bırakmaktır...




Varid : (Vürud. dan) Ulaşan, yetişen, gelen, erişen. Akla gelen. * Olan. Bir şey hakkında söylenip tatbik edilen. * Hâzır, nâzır. * Bahadır.
Berî : (Berâet. den) Kurtulmuş. Temiz. Kayıt ve hüküm altında olmayan. Zimmeti bulunmayan adam. Hiçbir karışıklık, kusur ve noksanı olmayan. Hastalıktan sâlim olan. (Bak: Ber')

إِنَّ الَّذِينَ تَوَفَّاهُمُ الْمَلآئِكَةُ ظَالِمِي أَنْفُسِهِمْ قَالُواْ فِيمَ كُنتُمْ قَالُواْ كُنَّا مُسْتَضْعَفِينَ فِي الأَرْضِ قَالْوَاْ أَلَمْ تَكُنْ أَرْضُ اللّهِ وَاسِعَةً فَتُهَاجِرُواْ فِيهَا فَأُوْلَـئِكَ مَأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ وَسَاءتْ مَصِيرًا

“İnnellezine teveffahümül melaiketü zalimi enfüsihim kalu fime küntüm kalu künna müstad'afine fil ard kalu e lem tekün erdullahi vasiaten fe tühaciru fiha fe ülaike me'vahüm cehennem ve saet mesiyra : Kendilerine yazık eden kimselere melekler, canlarını alırken: «Ne işde idiniz!» dediler. Bunlar: «Biz yeryüzünde çaresizdik» diye cevap verdiler. Melekler de: «Allah'ın yeri geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!» dediler. İşte onların barınağı cehennemdir; orası ne kötü bir gidiş yeridir.” (Nisâ 4/97)

Beyt-i Makdes : Mukaddes ev. Beyt-ül Mukaddes de denir. Çok eskiden Peygamberlerin inşâ ettikleri kudsî mâbet. Bir ismi de Mescid-ül Aksâdır. * İnsanın, Cenab-ı Hak'tan başka kimse ile tatmin olmayan kalbine de aynı isim verilir.
Ehl-i Salip : f. Bayrağında salib (haç) bulunanlar. Hristiyanlar. * Osmanlılardan 209 sene evvelki tarihte Haçlı Seferlerine katılan Hristiyan Ordusu.
Zemm : Birisinin ayıplarını söylemek, çekiştirmek. Kötülemek, yermek. Ayıplamak.[/size]
Resim
Cevapla

“►Muhiddin-i Arabi◄” sayfasına dön