Hz.MEVLANA'YA GÖRE KADIN

Mevlana Celaleddin-i Rumi (k.s.) hazretlerinin hayatı ve eserleri.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
fatmaana
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 199
Kayıt: 15 Eki 2006, 02:00

Hz.MEVLANA'YA GÖRE KADIN

Mesaj gönderen fatmaana »

Resim

Hz.MEVLANA'YA GÖRE KADIN

“Kadın sadece bir sevgili değildir,
Kadın Hakk’ın nurudur.
Sanki o mahluk değildir de hâlıktır.”


Mevlânâ

HAZIRLAYAN: Havva KOÇ

İslâm dininin kadını, üzerindeki baskılardan kurtarıp ona değer verdiğini tezimizin ikinci bölümünde ele almıştık. Bu bölümde İslâm dünyasının yetiştirdiği Türk düşünürü Mevlânâ’nın kadına bakış açısını, bizzat onun eserlerini inceleyerek görmeye çalışacağız.
Gönül insanı Mevlânâ, devrindeki ileri gelen şahsiyetlerin aksine kadına önem vermiştir. Mevlânâ, bir halk insanıdır ve bu kimliğiyle de kadını ihmal etmemiştir. Halk için yaptığı sohbetlere kadınlar da iştirak etmişlerdir. Sultan Rukneddin’in karısı Gömeç Hâtun, Muineddin Pervâne’nin karısı Gürcü Hâtun ve Fahrunnisa gibi fazilet sahibi kadınlar, Mevlânâ’nın sohbetlerine katılmışlar ve onun bilgilerinden istifade etme imkanı bulmuşlardır.
Bu yüksek kesimin hanımlarından hariç Mevlânâ’nın işçi ve esnafın kadınlarından oluşan bir çok müridi vardı. Bu kadınlar Mevlânâ’ya büyük saygı duyarlar, toplantılar yapıp onu evlerine çağırırlardı. Mevlânâ’nın üzerine güller saçıp, beraber sema yaparlardı. Özellikle Cuma geceleri Konya hanımları, padişahın naibi Emineddin Mikail’in evinde toplanırlardı.
Mevlânâ, ömrü boyunca tek bir kadınla evli kalmış, hanımı Gevher Hatun’un genç yaşta vefatına kadar başka kadınla evlenmemiştir. Gevher Hatun’un vefatından sonra Kerrâ Hatun’u nikahlamıştır. Onun kölesi ve cariyesi de asla olmamıştır.
Mevlânâ, bizzat yaşayışıyla kadına saygı duyduğunu gösterdikten sonra, kadınla ilgili görüşlerini ele alalım.


A – KADININ RUHU

Mevlânâ, kadın ruhunun inceliklerini bir psikolog gözüyle ifade etmiş, ona baskı yapılmasından ziyade, kadını anlayarak ve onun yaratılışına uygun hareket edilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Ancak bu şekilde kadının iyi bir insan olacağını eserlerinde açıklamıştır.
Fihi Ma Fih’te insanların gizli olana temayülünün ne kadar çok olduğunu, kadın olsun erkek olsun her insanın ruhunda bir hürriyet duygusunun varlığını şu sözleriyle ifade etmiştir:


“Kadın nedir, dünya ne; ister söyle ister söyleme o neyse gene odur, bildiğinden şaşmaz. Söylemekle ona tesir edilemez; hatta daha beter olur. Mesela; bir somun al, koltuğunda sakla bunu kimseye vermeyeceğim, vermek şöyle dursun göstermeyeceğim bile de. Ekmek ucuzluğundan, bolluğundan sokaklara atılmış olsa, köpekler bile yemese, sen böyle görünmesine mani olmaya başlayınca, bütün insanlar onu görmek isteyecek, arkanda dolaşacaklar. “Biz, sakladığın, göstermek istemediğin o ekmeği görmek istiyoruz.” diyecekler, hatta zor kullanacaklardır. Sen, göstermemekte ısrar edersen, insanların buna karşı ilgisi o derece artar. Çünkü insanlar, menedildikleri şeylere haris olurlar. Sen ne kadar kadına gizlen diye emredersen onda kendini gösterme isteği çoğalır. Şu halde sen oturmuşsun, iki tarafı da kızıştırıyorsun. Sonra da bununla onu ıslah ettiğini sanıyorsun. Bu yaptığın şey, bozgunculuğun ta kendisidir. Kadının mayasında kötülük yoksa, yapma desen de, demesen de iyi huyunu, temiz yaratılışına uyacak ona göre hareket edecektir. Sen, işkillenme, bırak. Yapma, etme, görünme demek, isteği arttırmaktan başka bir şeye yaramaz.”

Mevlânâ insanların gizli şeye olan meraklarını ekmek kıssası ile ifade eder. Eserlerinde böyle misallere sık sık yer vererek, düşüncelerini insanların daha iyi anlamasını sağlar.
Kadınları zorlamakla hiçbir şeyin öğretilemeyeceğini, kadınların karakterlerinde kötülük duygusu yoksa zaten yanlış hareketlerden kaçınacaklarını ve iyi–kötüyü ayırt edebilecek bir yapıya sahip olduklarını belirtir.
Mevlânâ, bu konuda Mesnevi’sinde hiç kimseyi kadınlara mahrem saymamak gerektiğini çünkü kadın ve erkeğin ateşle pamuğa benzediğini söylemiştir.


B – KADININ İMÂNI

Mevlânâ, kadının imanının ne kadar güçlü olduğunu Mesnevi’de Malik bin Enes’in hizmetçi kızının yaptığı harekete misafirlerinin nasıl şaşırdığını göstererek anlatıyor:

“Enes hazretleri yemekten sonra peşkirinin sararmış, solmuş, kirlenmiş olduğunu görür.
Hizmetçi kıza: Şu kirli ve bulaşık peşkiri bir an için olsun tandıra atıver der.” der.
Anlayışlı kız, hemen peşkiri ateşle dolu tandıra attı.
Misafirlerinin hepsi bu işe şaştılar. Peşkirden dumanlar çıkacağını, yanıp kül olacağını bekliyorlardı.
Bir müddet sonra hizmetçi kız kirlerden temizlenmiş, beyazlaşmış peşkiri tandırdan çıkardı.
Orada bulunanlar; “Ey Aziz Sahabi!” dediler, “Bu peşkiri nasıl oldu da ateş yakmadı, üstelik bir de onu temizledi?”
Enes dedi ki; “Hz. Mustafa (s.a.v.) bu peşkire çok defa alnını ağzını sildi de ondan.”
...
Sonra misafirler o hizmetçi kıza; “Biz bütün bu şaşırtıcı halleri gördük, sen de bu işin içindesin, sen de bize bu halini söylemez misin?” dediler.
“O peşkiri efendinin emri ile hemen götürüp ateşe attın, haydi diyelim ki efendin sırları biliyordu, ya sen?
Ey hanım kız böyle bir peşkiri “Bu nasıl olur?” demeden hemen götürüp ateşe attın?”
Hizmetçi kız dedi ki kerem sahibi kişilere güvenirim, Allah’ın has kullarından çok şey ümit ederim.
Peşkir de ne oluyor? Bana böyle atıl ateşe diyeydi, hiç düşünmeden kendimi atardım.
Ona olan güvenim öyle kuvvetlidir ki isterse hemen kendimi ateşe atarım. Çünkü benim Allah’ın has kullarına çok, pek çok itimadım vardır.
Mevlânâ, bu kıssasını erkeklere nasihat vererek noktalıyor.
“Kardeşim sen de kendini böyle bir güven iksirine ulaştır. Erkeğin hakikati, imanı; kadının hakikati, imanından az değildir.”


Mevlânâ, yukarda verdiği misalle iman açısından kadın ve erkeğin eşit seviyede olduklarını, hatta imanda kemale erme noktasında kadının erkekleri geride bırakabileceklerini vurgulamaktadır. Allah katında kadın ve erkek olarak üstünlük olmayacağını, üstünlüğün ancak takvada olacağını Kur`an’da da şu şekilde görmekteyiz :

“Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkek bir kadından yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık muhakkak ki Allah yanında en değerli ve en üstün olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir.” (Hucurât 49/13)

Mevlânâ, yine kadınların imanda kemale ermiş olanlarını Hz. Süleyman ve Belkıs kıssasını anlatırken Hz. Süleyman’ın Belkıs’a yaptığı hitapla örneklendiriyor ve diyor ki:

“Kız kardeşlerin senden önce dünya varlığını ayak altına almış, Hak âşıkı kadınlar yüce göklerde oturmakta, sen ise bu fâni dünyanın tacını tahtını seviyor, padişahlık sevdasında bulunuyorsun. Aslında sen, pis bir leşe gönül vermişsin."

Bu misalde Mevlânâ, iman etmiş kadınların dünya malında gözleri olmadığını ve bu iman karşısında aldıkları mükafatı göstermiştir.

C – KADININ YARATILIŞ GAYESİ

Mevlânâ, kadın ve erkeğin bir bütünün yarısı olduklarını, insan neslinin devamı için yaratıldıklarını ve birbirlerine sevdirildiklerini Mesnevi’de şu şekilde belirtir:

“Allah dünyada hayat devam etsin, insan nesli kıyamete kadar sürsün, var olsun diye erkekle kadını birbirine sevdirmiştir.”
“İki canın yani erkekle dişinin birleşmesi neticesinde onlara gayb aleminden can gelir, aralarına katılır.”


Mevlânâ kadının erkeğin sukunu için yaratıldığını, Adem’in Havva’dan nasıl uzaklaşabileceğini ifade eder.
Kadının yaratılış gayesi bu şekilde ifade olunduktan sonra erkeğin kadın karşısında nasıl aciz olduğunu kadının aklı ve güzelliğiyle ona galip geldiğini Mesnevi’de şu şekilde görmekteyiz:


“ Kişi Hz. Hamza ve Rüstem’den daha kahraman olsa o karısının esiridir.”
“Peygamber dedi ki: Kadınlar akıllı kişilere, ehl–i dil olanlara fazlasıyla galip olurlar.
Fakat cahiller kadına galebe ederler. Çünkü onlar sert ve kaba muameleli olurlar.”


Mevlânâ, yukarıdaki beyitte ancak sertlikle ve cahillikle erkeklerin kadını ezebilecekleri, aksi halde kadının erkek karşısında aczinin söz konusu olmadığını söyler.
Yine Mevlânâ, Mesnevi’sinde kadınların güzelliğinden bahsederken erkeklerin akıl ve sabırlarını aldığını söyler. Kadınların erkeklere nazaran daha merhametli ve daha ince duygulu oldukları vurgulanır. Mevlânâ, kadının sadece bir sevgili değil, onu Hakk’ın ışığı ve nuru olarak görür. Ona göre kadın mahluk değil de Hâlık’tır.


D – ÇOCUK GELİŞİMİNDE ANNENİN ROLÜ

Mevlânâ, Mesnevi’sinde çocuğun dünyaya gelmesi için Allah’ın anne ve babayı birbirine eş kıldığını dile getiriyor ve devamında şöyle diyor:

“Cenab–ı Hakk, anayı yarattı, memesinde sütünü de seni besleyecek tertipte halk etti.”

Mütefekkirimize göre çocuk gelişiminde anne sütünün çok önemi vardır. Anne sütünün içerdiği besinler incelendiğinde özellikle çocuğun doğumundan altıncı ayın sonuna kadar bu gıdanın çocuk için çok faydalı olduğu tıp alemince kanıtlanmıştır. Çocuğun anne sütünü alması sadece beslenme ihtiyacını karşılamaz, anne ile çocuk arasında bir iletişim kurulmasına ve çocuğun güven duygusuyla yetişmesinde etkendir. Onun bu şekilde büyümesi gelecek dönemlerde diğer insanlarla olan ilişkilerinde olumlu katkılar sağlar. Anne sütü, içinde protein, karbonhidrat, yağ, mineraller ve vitaminler bulunan mükemmel bir besindir. “Yine ilk aylarda çocuk ölümlerine sebep olan ishal, alerjik hastalıklar ve pek çok infeksiyon hastalıklarına karşı antikor adı verilen koruyucu maddeler ihtiva etmektedir.” Çocuğun yüz, diş, çene ve zeka gelişimi için de anne sütü gereklidir. Çocuk emzirmenin anne açısından da yararları vardır. Kanser gibi riskli bir çok hastalığın önlenmesini sağlar, yine kadın için bir diğer önemi ise annede annelik duygusunun daha kuvvetli olarak ortaya çıkmasıdır.
Mevlânâ Celâleddin, adeta bir tıp alimi gibi konunun önemini insanlara belirtmiştir. Çocuğun anne karnında iken annesinin kanıyla beslendiğini, doğduktan sonra da annesinden faydalanmaya devam ettiğini ve Cenab – ı Hakk’ın takdiri gereği bunun kana karışmayan sütle olduğunu vurgular.
Bebeklerin anne sütüyle beslenme zamanı olarak ilk dört – altı ay bu gıdayı almaları, altıncı ayın sonunda ise ek gıdalar verilebileceği söylenmiş, dokuz ve on ikinci aylar sonunda emzirmenin yanında çeşitli gıdalarla beslenmesi gerekliliği üzerinde durulmuştur. Çocuk emzirme süresi Kur`an’da şu şekilde belirtilmiştir:


“Emzirmenin tamamlanmasını isteyen (baba) için anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler... Eğer ana ve baba her ikisi de birbirleriyle görüşerek, karşılıklı anlaşarak çocuğu memeden kesmek isterlerse kendilerine günah yoktur. Çocuklarınızı (süt anne tutup) emzirtmek istediğiniz takdirde süt anneye vermeyi taahhüt ettiğiniz miktarı iyilikle teslim etmeniz şartıyla üzerinize günah gerekmez. Allah’tan korkun, bilin ki Allah, yapmakta olduklarınızı görür.” (Bakara 2/233)

Yukarıdaki ayette iki yıl süreyle çocuğun anne sütüyle beslenmesinin önemi üzerinde durulmuştur. Süt anneyle ilgili olarak da çocuğun bizzat kendi annesi tarafından emzirilme imkanı yoksa bu faydalı besini bir başka kadından karşılayarak ihtiyacın giderileceği söylenmiştir.
Çocuk psikolojisinin gelişiminde anne sütünün değerini belirttikten sonra annenin şefkat ve ilgisinin de bu konuda önemli olduğunu, çocuğun özellikle konuşma kabiliyetini, annesini dinlemesiyle elde ettiğini Mesnevi’den öğrenmekteyiz.


E – ANNE HAKKI

Mevlânâ’nın anne hakkıyla ilgili görüşleri Kur`an’daki ifadelerle örtüşmektedir. Anne hakkının önemini Mevlânâ şu şekilde dile getirir:

“Allah’ın haklarından sonra ana hakkı gelir. Çünkü kerem sahibi olan Allah, sen ana karnındayken ananı sana borçlu etmiştir.”

Mevlânâ’nın anayı evladına borçlu etmesi maddi anlamda değildir. Burada belirtmek istenen şey, annenin hamileliği esnasında yediği yiyeceklere, oturup kalktığı yerlere, kısacası karnındaki çocuğunu zarar gelecek hareketlere dikkat etmesidir.
Kadında mevcut olan sevgi, şefkat, fedakarlık, hoşgörü ve cesaret gibi erdemler de hamilelik esnasında daha belirginleşir, bunu Mesnevi’deki şu ifadelerle görmekteyiz:


“Allah, ananın bedeni içinde sana bir şekil vermiştir, seni karnında taşıması için ona sevgi ve şefkat bağışlamış, ona tatlı bir huy vererek onu seninle huzura kavuşturmuştur.”

Anne çocuğunu dünyaya getirdikten sonra sanki bir parçası ayrılmış gibi üzülmektedir, çünkü aylarca beraber olduğu, üzerinde dikkatle durduğu, sevgisini ve şefkatini nakış gibi işlediği o küçük varlığından ayrılmaktadır. Mesnevi’de şöyle söyler:

“Böylece ana, seni kendisine yapışık, kendisinin bir parçası, kendisinin bir cüz`ü olarak görmüştür, fakat dokuz ay geçince Hakk’ın tedbiri şaşmaz kanunu gereği kendisine yapışık bir parça kendisinden kopmuş, ayrılmıştır."

Bu ifadeler annenin çocuğu üzerinde haklarının bir kanıtıdır. Çünkü anne dokuz ay onu karnında taşıyarak büyük sıkıntılara katlanmıştır.
Mevlânâ’nın annenin hakları üzerinde durmasındaki amaç; evlatların bu iyilik ve fedakarlıkları unutmamaları ve annelerinin kendileri için çektikleri cefaya karşılık, onlarında sevgi ve saygı da kusur etmemeleri gerektiğini hatırlatmaktadır.


“... Ve Rabb’in sadece kendisine kulluk etmesini ana babanıza iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti, -onlardan biri veya her ikisi- kendilerine “of” bile deme. Onları azarlama, ikisine de güzel söz söyle. Onları esirgeyerek üzerlerine kanat ger ve Rabb’im küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse sen de onları esirge diye dua et.” (İsrâ 17/23-24)

“Biz insanı ana babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Çünkü anası, onu nice sıkıntılarla taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. (İşte bunu için) önce bana sonra da ana babana şükret diye tavsiyede bulunmuştur. Dönüş ancak banadır.” (Lokman 31/14)

Görüldüğü üzere Kur`an’da anne ve babanın değeri bildirilmiş, onların kalplerini kırmamak gerektiği ifade olunmuştur. Mevlânâ’nın da söylediği gibi anneye olan hizmetin yerinde bir hizmet olduğu, Allah hakkından sonra anne baba hakkının geldiğine dikkat çekilmiştir.
Yukarıdaki ayetlerde Allah, evlatların ebeveynlerine yakın ilgi göstermeleri için bu ifadeleri kullanmıştır.
Mevlânâ, anne sevgisiyle ilgili olarak da şu düşüncelerini aktarmıştır:


“Cenab–ı Hakk, akıl almaz binlerce sanat ortaya koydu. Binlerce fen yarattı. Hakk’ın sana olan sevgisi, anne sevgisi olarak belirtildiği için anan seni çok sevdi. Seni bağrına bastı, esirgedi, sana şefkat gösterdi."

SONUÇ

Mevlânâ eserlerinde genel olarak insanı ele alır. insanı maddi varlığıyla küçük bir alem, gerçek, mânevî varlığıyla da büyük bir olarak niteler.
Tezimizi oluştururken Mevlânâ’nın sadece kadınlarla ilgili görüşlerini almamızdaki sebep, onun kadına verdiği değeri göstermek içindir. Aslında Mevlânâ, kadın ve erkeğe insan olarak bakmıştır. Ancak o bu konuda söylemi az, fakat derinliği çok olan nazariyeler kullanmıştır. Zira ona göre :


“söz insanın değeri kadardır.”

Az sözle çok mana verilmiştir. Bu nedenle tezimizde Mevlânâ’nın bu ifadelerine açıklamalar getirmeye gayret ettik. Çalışmamızın amacına ulaşacağı kanaatindeyiz.


BİBLİYOGRAFYA:

Kur`an - ı Kerim.
Ahmet B. Hanbel; Müsned III, (Thk. Abdullah Muhammed Derviş), Beyrut 1991.
ARDIÇ, Canan; Mevlânâ’nın Eğitim Anlayışı Üzerine Bir İnceleme, (Mezuniyet Tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, 2000.)
ATASEVEN, Asaf; “Çocuğun Süt Dönemi ve Süt ile Beslenmesi” İslâm’da Aile ve Çocuk Terbiyesi Sempozyumu, İlmi Neşriyat, Şanlıurfa, 15 – 17 Ekim 1993.
BERKTAY, Fatma Gül; Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın, Metis Yayınları, 1996.
ÇELEBİ, Celâleddin B; “Hz. Mevlânâ’nın Eserlerinde Kadın Konusuna Kısa Bakış”, II. Milletlerarası Mevlânâ Kongresinde Sunulan Bildiri, Konya, 1991.
GÖLPINARLI, Abdülbaki; Mevlânâ Celâleddin’in Hayatı, Felsefesi, Eserleri, Eserlerinden Seçmeler, İnkılap Kitabevi, İstanbul 1959.
İbni Mâce, Sünen I; (Thk. Muhammed Fuâd Abdülbâki), Dâru`l Kutubi`l-İlmiyye, Beyrut.
KAYA, Yalçın; Hıristiyanlık 2000 Yaşında, Tıglat Matbaası, İstanbul 2000.
MEVLÂNÂ; Divanı Kebir (Çev. Abdülbaki Gölpınarlı), Anadolu Üniversitesi Basımevi, Eskişehir.
Fihi Mâ Fîh (Çev. Meliha Ülker Anbarcıoğlu): Milli Eğitim Bakanlığı, İstanbul 1969.
Mecâlis – i Seb`a (Çev. Abdülbaki Gölpınarlı), Yeni Kitap Matbaası, Konya 1965.
Mesnevi (Müt. Şefik Can), Ötüken Neşriyat, İstanbul 1997.
Mesnevi (çev. Veled İzbudak), M.E.B., İstanbul 1973.
ÖNDER, Mehmet; Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 1986.
ŞİMŞEK, M. Sait; Günümüz Tefsir Problemleri, Kitap Dünyası, Konya.
TARLAN, Nihat; Mevlânâ, Hareket Yayınları, İstanbul 1974.
YAKIT, İsmail; Kur`an’da Ana Konular (Basılmamış Ders Notları), Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Isparta 2000.
Batı Düşüncesi ve Mevlânâ, Ötüken Neşriyat, İstanbul 1992.
YAYLI, Kamil; Mevlânâ’da İnanç Sistemi, Seba Ofset Matbaası, Konya 1998.
YENİTERZİ, Emine; Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1997.

[url=http://www.muhammedinur.com][img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/mesajresimleri/ftm11fh9.gif[/img][/url]
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen MINA »

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Hanımlarınızı üzmeyin. Onlar, Allahü teâlânın size emanetidir. Onlara yumuşak olun, iyilik edin!) [Müslim]

(Bir mümin, kötü huylu diye hanımına kızmasın! İyi huyu da olur.) [Müslim]

(Kadın, zayıf yaratılışlıdır. Zayıflığını susarak yenin! Evdeki kusurlarını görmemeye çalışın!) [İbni Lal]

(Hanımının kötü huylarına katlanan erkek, belalara sabreden Hazret-i Eyyüb gibi mükafatlara kavuşur. Kocasının kötü huyuna sabreden kadın da, Hazret-i Asiye gibi sevaba kavuşur.) [İ.Gazali]

(Hanımı ile iyi geçinip şakalaşanı Allahü teâlâ sever, rızklarını artırır.) [İ.Lâl]

(En üstün mümin, hanımına, en iyi, en lütufkâr davranan güzel ahlaklı kimsedir.) [Tirmizi]

(En iyi Müslüman, hanımına en iyi davranandır. İçinizde, hanımına en iyi davranan benim.) [Nesai]

(Hanımına güler yüzle bakan erkeğin defterine, bir köle azat etmiş sevabı yazılır.) [R.Nasıhin]

(Hanımının haklarını ifa etmeyenin; namazları, oruçları kabul olmaz.) [Mürşid-ün-nisa]

(Hanımını döven, Allah’a ve Resûlüne asi olur. Kıyamette onun hasmı ben olurum.) [R.Nasıhin]

(Kadınlara ancak asalet ve şeref sahibi kimse değer verir. Onları ancak kötü ve aşağılık kimseler hor görür.) [İ.Asakir]
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
fatmaana
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 199
Kayıt: 15 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen fatmaana »

İLAHÎ DİNLERDE KADIN

HAZIRLAYAN:
Havva KOÇ

A – YAHUDİLİKTE KADIN

Yahudilerde erkek, toplumda egemen bir varlıktır. Yahudi toplumlarındakadın, babasının evinde bile hizmetçidir. Yahudiler: “Ezeli ilâhımız, kainatın kralı, beni kadın yaratmadığın için sana hamd olsun.” derler.
M.S. I. yüzyılda Yahudi kadınları sadece aile içinde etkin bir konuma sahipti. Aile içinde babanın kızı üzerinde hakimiyeti olduğu gibi kocanın da karısı üzerinde hakimiyeti vardı. Miras, evlilik ve boşanma işleriyle ilgili kanunlar genellikle erkeklerin lehineydi. Boşanma konusunda kadın, erkekten boşanma parası almakla yetinirdi. Evlenmemiş bir genç kızın sahip olduğu haklar ise babasının evinde bakılmasından ibaretti. Erkek kendisine eş alırken başlık parasını kızın babasına öderdi. Yahudilerde kadın evlilik yoluyla aile değiştirdiği için adını ve mirasını muhafaza edemediği gibi koca evinde de güvenlik içinde değildi. Erkek önceden tespit edilen boşanma parasını ödeyerek istediği zaman karısını boşayabilirdi. Oniki yaşından küçük kız çocuklarının kendilerine ait malları olmaz, çalışarak elde ettikleri kazançlar babalarının olurdu. Yahudi toplumunda kız çocuğu baba için ekonomik bir gelir kaynağıdır. Bu sebeple kız evlatlar babasının karar verdiği evliliğe karşı çıkma hakkına sahip değildir. Yahudiler, Hz. Musa’ya indirildiği söylenen On Emir’in içinde erkeğin kadına tecavüzünü yasaklayan bir emrin olmadığını savunurlar. Tecavüze uğrayan kadınla tecavüz eden erkek aynı derecede suçlu bulunur ve taşlanarak öldürülürdü. Önceleri Yahudi kadınları cemaat içinde dinsel metinleri okurken zamanla bu haklardan mahrum bırakılmış ve tapınaklarda ayrı yerlere oturtulmuştur.


B – HIRİSTİYANLIKTA KADIN

Hıristiyanlık, ilk olarak köleler ve kadınlar arasında yayılmaya başlamıştır. Hz. İsa’nın getirmiş olduğu inanç esasları öncekilere benzemiyordu. Onun öğretilerinde kadın – erkek, zengin – fakir ayrımı yoktu. Fakat ilerleyen yıllarda özellikle kiliselerin kurumsallaşmaya başladığı dönemlerden itibaren kadının statüsü toplumda farklı şekillere girdi. Kadının toplumda ikinci plana atılması Aziz Pavlus tarafından getirilen yeni uygulamalarla ortaya çıktı. Havva’nın Adem’in kaburga kemiğinden yaratılması ve yine Havva’nın Adem’i kandırıp cennetten çıkarılmalarına sebep olan ilk günahtan sorumlu tutulması kadını erkek karşısında ikinci plana düşürmenin örnekleridir.
Aziz Pavlus, İsa’nın kadının değeri konusundaki görüşlerinde düzenlemeler yapmıştır. Kadın, erkeğe hükmetmeye kalkışmayacak, bilgi edinme çabalarına girmeyecekti. Kadının görevi evlenip çocuk doğurmak ve bu doğum sırasında çektiği acılara sabır göstermektir. Kadının bu şekilde kurtuluşa ereceği düşünülmüştür. Kadınların ibadetlerinde de kısaltmalar getirilmiştir. Kilisede sükut edeceklerdir. Ayrıca kadın Rabb’e tabi olur gibi kocasına tabi olacaktır. Aziz Pavlus, kadınlara saygıyı, erkeklere de sevgiyi öğütler. Saygı konusu toplumsal yaptırımı olan bir durumdur. Bu yüzden kadın, toplumsal baskı altında bırakılmaktadır.
Hıristiyanlık dini kadına bekâret açısından seçenekler sunar. Kadınlar bekaretlerini koruyarak kendilerini Tanrı’ya adayabilirler, İsa’nın nişanlısı olmayı, dünya zevceliğine tercih ederlerse Havva’nın işlediği günahın sonuçlarını çekmekten kurtulmuş olurlar. Tanrının kadını neden yarattığı konusu da kafaları meşgul etmiştir.
Aziz Augustinus, kadının kocasına yoldaş olması konusunda bir erkeğin bu görevi daha iyi yapacağı fikrini öne sürmüş, kadının çocuk doğurmak dışında erkeğe bir yararı olmayacağını savunmuştur.
Rönesans ve reform hareketleri sonucunda da kadın yine bu statüden kurtulamadı ve erkek karşısında ikinci planda kalmaya devam etti. Luther’in şu sözleri Reformun tutumunu özetler biçimdedir:
“Kadınlar, çocuk doğurmak yüzünden bitap düşüyor ya da ölüyorlarsa bunun hiçbir zararı yoktur. Bırakın ölene dek çocuk doğursunlar. Bütün varlıkları zaten bundan ibarettir.”
Yine Hıristiyanlar kadına “sen cehennemin kapısısın, sen Tanrı yasasına ilk karşı gelensin.” diyorlar.
Sonuç olarak, Hıristiyanlık dini bozulmadan önce kadına değer verirken, daha sonraki dönemlerde kadını ikinci plana atmış ve ona cinsel bir obje ve günah kaynağı olarak bakmıştır.


C – İSLÂM'DA KADIN

İslâm dini, kadına hak ettiği değeri vermiş, tarih boyunca kadının üzerinde oluşan kötü imajı kaldırmış ve onu erkek karşısında eşit seviyeye ulaştırmıştır. Ne var ki İslâm karşıtı kesimler, bu dinin kadını ikinci plana attığını ve İslâm’ın kadını toplumdan soyutladığını söylemişlerdir. Tabi ki bu söylentilerin gerçekle ilgisi yoktur. Bu yanlış fikirlerin sebebi Kur`an–ı Kerim’in yanlış anlaşılmasından kaynaklanmıştır. Halbuki gerek Kur`an–ı Kerim, gerekse hadisler incelendiğinde İslâmiyet’le birlikte kadının nasıl kölelikten kurtulup insan olma açısından bir değer kazandığı görülür.

1. Kadın – Erkek Eşitliği

İslâm dini kadın ve erkek arasında fark gözetmemiş ve kadına insan olarak değer vermiştir.

a. Eşitlik Yaratılışta Verilmiştir:

Cenâb – ı Hakk kadın ve erkeğe ilk yarattığı andan itibaren mükemmel birer varlık olma özelliğini vermiştir. İnsanı yeryüzünün halifesi yapmıştır. İnsana hiçbir canlıda bulunmayan akıl melekesini vermiştir.

“O, yarattığı her şeyi en mükemmel şekilde yapandır. Nitekim Allah, insanın yaratılışını balçıktan başlatır. Sonra ona (yaratılış) amacına uygun bir şekil verir. Kendi ruhundan üfler ve (böylece, ey insanoğlu) size hem işitme ve görme (melekeleri) hem de düşünce ve duygularla donatır: (Buna rağmen) ne kadar az şükrediyorsunuz. (Secde 32/9)

b. Eşitlik amelin karşılığını almadadır:

Kadın ve erkek yaptıkları işlerin karşılığını muhakkak alacaktır. Allah insanları kadın ve erkek olarak değil, işledikleri amellerle değerlendirecektir.

“Ve Rabb’leri onların dualarını şöyle cevaplar: İster erkek ister kadın olsun (benim yolumda) çaba gösterenlerden hiç kimsenin çabasını boşa çıkarmayacağız, (çünkü) hepiniz birbirinizin soyundan gelirsiniz. Zulüm ve kötülük diyarından kaçanlara, yurtlarından sürülenlere, benim yolumda eziyet çekenlere ve (bu yolda) savaşıp öldürülenlere gelince; onların kötülüklerini mutlaka sileceğim ve onları Allah’tan bir mükafat olarak içinden ırmaklar akan has bahçelere sokacağım. Zira mükafatların en güzeli Allah katında olandır.” (Âl-i İmrân 3/195)

c. Eşitlik erkek ve kadının dayanışmasındadır:

Yer yüzünde kadın ve erkek bir bütünün yarısıdırlar ve birbirleri için gereklidirler. Cenâb – ı Hakk, kadın ve erkeği âlemin nizamı için birbirlerine sevdirmiştir.

“Erkek ve kadın müminlere gelince, onlar birbirlerinin yakınlarıdır. (hep) iyi ve doğru olanın yapılmasına özendirir kötü ve zararlı olanın yapılmasına engel olurlar. Ve onlar namazlarında kararlı ve devamlıdırlar. Arındırıcı yükümlülüklerini yerine getirir, Allah’a ve O’nun elçisine yürekten bağlılık gösterirler. İşte bunlardır Allah’ın rahmetiyle kuşatacağı kimseler. Muhakkak ki doğru hüküm ve hikmetle yargılayan en yüce iktidar sahibidir. (Tevbe 9/71)

d. Eşitlik seçme hakkındadır:

Kadınlar da erkekler gibi neye inanacaklarını kendi hür iradeleriyle seçme hakkına sahiptir. Bu seçtiklerinden de sorumlulardır.

“Ey Peygamber! Mü`min kadınlar ne zaman sana gelip (bundan böyle) Allah’tan başka hiçbir şeye ilahlık yakıştırmayacaklarını, hırsızlık yapmayacaklarını, zina etmeyeceklerini, çocuklarını öldürmeyeceklerini, hiç yoktan yalan uydurarak yalan atmayacaklarını (ve bildireceğin) hiçbir hakikate karşı çıkmayacaklarını (taahhüt ederek) sana bağlılıklarını bildirirlerse onların bağlılık taahhütlerini kabul et ve Allah’tan onların (geçmiş) günahlarını affetmesini dile. Çünkü Allah çok bağışlayıcıdır, rahmet kaynağıdır. (Mümtehine 60/12)

2. Sosyal Hayatta Kadın

İslâm dini, sosyal hayatta kadını hiçbir zaman toplumdan soyutlamamıştır. Kadın toplumun bir bireyidir. Kendisini yöneteceği kişiyi seçeceği gibi bizzat bu görevde yer alma hakkına sahiptir. Hz. Peygamber döneminde kadınlar, biate katıldıkları gibi yine o dönemde iki bayan sahabî Hz. Peygamber tarafından bizzat mecliste görevlendirildiği görülmüştür.
Çalışma hayatında da kadın, kocasının yardımcısıdır. Ailenin geçimi söz konusu ise kadının çalışmasında bir mahzur görülmemiştir. İslâm dini daha önce kadına sahip olmadığı hakkı, yani mülkiyet hakkını da vermiştir. Kadın mülk sahibi olabileceği gibi bizzat kendi malından tasarruf edebilir. Bu nedenle o, mali ibadetlerden de sorumlu tutulmuştur.


3. Eğitimde Kadın

İslâm dini kadını ilk eğitimci olarak görmüştür. Çünkü eğitim ilk olarak ailede başlar, bunu da en güzel biçimde verecek annedir. Anne, aile içinde çocuğun bakım ve eğitim işlerini en fazla üstlenen kişidir. Bu yüzden İslâm dini, anneye hürmetin çok önemli olduğunu vurgulamıştır. Hz. Peygamber’in şu sözü anneye verilen kıymeti gösterir niteliktedir:
“Cennet, anaların ayakları altındadır.”
“Nitekim kadınların Hz. Peygamber’den, erkekleri eğittiği gibi bir eğitim günü ayırmasını istedikleri ve bu isteklerinin kabul edildiği, Hz. Peygamber’in iddet halinde olsalar bile bayram hutbelerini dinlemek üzere kadınların bayram namazı kılınan yere gelmelerini istediği rivayetlerde belirtilmektedir.”


4. Eş Olarak Kadın

Nikah erkek ile kadın arasında gerçekleşen bir sözleşmedir. Bu sözleşmede tarafların hür iradeleri söz konusudur. İslâm dini evliliğe büyük önem vermiştir. Evliliği eşlerin huzur bulduğu, karşılıklı sevgi ve saygının yaşandığı bir akit olarak değerlendirir.

“O’nun işaretlerinden biri de sizi cezbeden kendi cinsinizden eşler yaratması ve aranıza sevgi şefkati yerleştirmesidir. Bunda kuşkusuz düşünen insanlar için dersler vardır.” (Rûm 30/21)

Kocanın karısı üzerinde hakları olduğu gibi kadının da kocası üzerinde hakları vardır.

“... Kadınların (kocaları üzerinde) hakları; (kocaların) onlar üzerindeki haklarına eşittir...”

İslâm dini kadına miras hakkını da tanımıştır. İster bekar ister evli olsun ya da anne karnında bir kız olsun, kadının mirastan pay alma hakkı vardır.
Yine boşanmış kadınlara da haklar veren İslâm dinine göre; erkek boşadığı kadının iddeti doluncaya kadar ona bakmak durumundadır.
İslâm dini, evlenilecek kadınların sayısına da sınır koymuştur. Önceden Araplarda ve çok eşliliği kabul eden toplumlarda bunun bir sınırı yoktu. Ancak çok kadınla evlilik Müslümanlığın şartlarından değildir. Zaruret anlarında ruhsat verilir, mesela; savaş dönemlerinde erkeklerin ölmesi sebebiyle kadınların dul kalmaması, çocukların yetim büyümemesi, onların toplumda aşağılanmaktan korunması için buna izin verilmiştir. Nitekim Kur`an’da:


“Ne kadar isteseniz de eşlerinize adaletle davranmak elinizde değildir. Dolayısıyla diğerlerini dışlayarak ve onları kocası hem var hem de yokmuş gibi bir durumda bırakarak (içlerinden sadece) birine yönelmeyin. Ancak her şeyi yoluna koyar, O’na karşı sorumluluğunuzun bilincinde olursanız, bilin ki Allah çok bağışlayıcıdır, rahmet kaynağıdır. (Nisâ 4/129)
[url=http://www.muhammedinur.com][img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/mesajresimleri/ftm11fh9.gif[/img][/url]
Cevapla

“►Celaleddin-i Rumi◄” sayfasına dön