KALBİN HACCI (Bawa Muhyiddin)

Muhammed Rahim Bawa Muhyiddin (k.s.) hazretlerinin hayatı ve eserleri.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

KALBİN HACCI (Bawa Muhyiddin)

Mesaj gönderen kulihvani »

KALBİN HACCI


Resim

Muhammad Raheem Bawa Muhaiyaddeen
Muhammed Rahîm Bawa Muhyiddîn




Resim



Orijinal Adı:
Hajj: The Inner Pilgrimage
M. R. Bawa Muhaiyaddeen
Philadelphia, 1998


Tercüme: Mehmet Demirkaya



Önsöz

Diğer dinlerde olduğu gibi İslam’da da her ibadetin, her hareketin bir iç bir de dış boyutu vardır.
Bu durum özellikle yılda bir kere Müslümanların Mekke’ye giderek yaptıkları o büyük hac ibadeti için geçerlidir.
Dışarıdan bakan birisi için hacda yapılan ibadetler tuhaf görünebilir, ne var ki, insanlardan sadece dış, zâhirî haccı yapmaları istenmemiştir, iç hac da önemlidir.
Yaklaşık bin yıl önce ünlü İranlı düşünür Nasrı Hüsrev hacdan yeni dönen bir arkadaşına orada yaptığı her hareketin iç anlamlarını sorar.
Adam anlatamaz.
Bunun üzerine Hüsrev ona haccını yapmamış olduğunu söyler.

Bu kitapta, yolcuya haccın boyutlarının türlü türlü olduğu ve tamamen içe, ruha yönelik olduğu öğretilir.
Kâbe insan kalbi olarak düşünülebilir, eğer gerektiği gibi temizlenirse insan kalbi Allah’ın Evi olarak görülür, tüm hayatımız o Hayat’ın merkezine yapılan bir hac gibidir.
Bu sebeple Attar gibi büyük sufîlerin hayatın sırlarını açıklarken yolculuk alegorisini -içteki yolculuğu- kullanması boşuna değildir.

Bu günlerde- eskisinden daha çok- haccın ve diğer ibadetlerin iç, ruhanî yönüne değinmek daha da önem kazanmıştır.
Bawa Muhaiyaddeen’in bu yeni kitabının kalblerin kalbine ruhanî yolculuk yapmayı arzulayanlara iyi bir rehber olacağına inanıyorum.
İnşâallah İlahî Sevgili bulunur.


Annemarie Schimmel
En son kulihvani tarafından 09 Oca 2008, 10:26 tarihinde düzenlendi, toplamda 2 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

KALBİN HACCI


Resim

Muhammad Raheem Bawa Muhaiyaddeen
Muhammed Rahîm Bawa Muhyiddîn




Giriş



Resim


Muhammed Rahim Bawa Muhaiyaddeen (Allah O’ndan razı olsun) Sri Lanka ada ülkesinden bir tasavvuf mürşididir.
1971 ile bu dünyadan ayrıldığı sene olan 1986’ya kadar Amerika’da aralıklarla oturmuştur.
Bawa Muhaiyaddeen tasavvuf yolunu öğreterek dünyanın gerçek diye gösterdiği şeyin doğru olmadığını açıklamıştır.
Bir vehim, hayal dünyasında yaşıyoruz.
Yaşadıklarımızın bir zaman süreci vardır ve bu süre geçtiğinde fiziksel gerçeklik dağılıp gider ve yok olur.

Yaratılmışların fani hakikatinin arkasında Allah’ın ebedi hakikati bulunur.
Allah ebedidir.
O zaman ve mekandan münezzehtir.
O ebedi hakikat ve ebedi Hakk’tır.
Ne bir insan ne de bilim Allah’ı görmüştür.
Allah iman ve nefsin bilinmesiyle bilinir.
İnsanoğlunun varolduğu tüm devirler boyunca imanı tazelemek ve insanın ne olduğunu, insan ile Allah arasındaki ilişkiyi açıklamak için elçiler gönderilmiştir.
Bawa Muhaiyaddeen böyle bir müjdeleyicidir, iman tazeleyici, öğretmen ve insânı kâmile bir örnektir.
Bawa Muhaiyaddeen’in söylediklerinin çoğu İslam’ın iç (bâtınî) anlamlarının açıklamasıdır.
Bu kitap
Bawa Muhaiyaddeen’in hac üzerine yaptığı sohbetlerin bir araya getirilmesidir.
Hac İslam’ın beş şartından biridir ve Kur’ân’ın emrine göre Mekke’de bulunan kutsal Kâbe’ye gitmek demektir.


Bu beş şart şunlardır:
1) Kelimeyi şehadet,
2) Beş vakit namaz,
3) Zekat vermek,
4) Ramazan ayında oruç tutmak,
5) Hac.


Hacda yapılan çeşitli ibadetleri ve bunların kökenini anlamak için Kâbe’nin yapılması ve Âdem (as) ile İbrahim (as)’in hayatları hakkında birtakım bilgileri bilmemiz gerekir.
Âdem (as) ile Havva Anamız cennetten çıkarıldıklarında birbirlerinden ayrı yerlerde bulunuyorlardı.
Uzun bir arayıştan sonra Arafat ovasında yeniden birbirlerine kavuştular.
Arafat ovası Mekke’nin yaklaşık 15 km dışındadır.
Cebrail (as) Âdem (as)’e gönderildi ve Allah’a ibadet edeceği bir ev yapmasını söyledi.
Cebrail (as)’in rehberliğinde Âdem (as) Kâbe’nin bugün bulunduğu yere bu evi, Beytullah’ı inşa etti.
Allah cennetten bir taş gönderdi.
İlk geldiği zaman bu taş beyaz idi.
Bu beyaz taş Kâbe’nin bir köşesine yerleştirildi.
Bu taş ona dokunan yaratılmışların günahları sebebiyle siyahlaştı.
Ve bu gün
Hacer-ül Esved (Siyah Taş) olarak bilinir.

Resim


Tavaf olarak bilinen Kâbe’nin etrafında dolaşma Âdem (as)’e Cebrail (as) tarafından öğretildi.
Bu tavaf, güneşin etrafında dönen dünyadan, bir atomun çekirdeği etrafında dönen elektronlara kadar tüm varlıkların doğasında vardır.
İbrahim (as)’in hanımının, cariyesi Hacer (as) ve çocuğu İsmail (as)’i götürmesini istemesi üzerine, İbrahim (as) ikisini yanına alarak Kâbe’nin ilk yapıldığı yere geldi.
Ancak Kâbe Nuh Tufanı’nda yıkılmıştı.
İbrahim (as) Hacer (as) ile İsmail (as)’i burada bıraktı.
Su aramak için Hacer (as) Merve ve Safa tepeleri olarak bilinen iki tepe arasında gidip gelirken çocuğu İsmail (as)’i bıraktığı yerden bir suyun fışkırdığını gördü.
Bereketiyle bugün de hâlâ su vermeye devam eden bu kuyuya Hacer (as) zemzem ismini verdi.
İsmail (as) büyürken İbrahim (as) sık sık onları ziyaret ediyordu. Bu ziyaretlerinin birinde Allah İbrahim (as)’e oğlu İsmail (as)’i kurban etmesini emretti.
İbrahim (as) bu emirle ilgili hazırlıklarını yaparken şeytan yanına geldi ve bunun Allah’ın bir emri olmadığını kendi aklının bir ürünü olduğunu söyledi.
İbrahim (as) şeytanı kovdu.
Tam kurban edecekken Allah melekleriyle bir koç gönderdi ve İsmail (as) yerine bu koçu kurban etmesini söyledi.
Allah bununla İbrahim (as)’in imanını imtihan ettiğini bildirdi.
Daha sonra İbrahim (as)’e Kâbe’yi yeniden inşa etmesi emredildi.
Burasının tüm insanoğlunun hac için geldiği bir yer olacağı söylendi.
İbrahim (as) ile İsmail (as) ilk olarak Âdem (as)’in yaptığı Kâbe’yi aynı yerde yeniden yaptılar.
Bugün Kâbe, Mekke’deki Zemzem ile Safa-Merve tepelerinin bulunduğu câminin içindedir.
İbrahim (as)’in şeytanın üç vesvesesini defettiği yer Mina olarak bilinir.
Bütün bu yerler ve olaylar hac ibadetinde gerçekleşir.
Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) Medine’deki onuncu yılında inanlarla birlikte Mekke’ye giderek Allah’ın İbrahim (as)’e öğrettiği şekilde Kâbe’de hac yaptı.
Böylece bizlere haccın nasıl yapılacağını öğretti.
Hacca hazırlık yapan kimse sanki ölüm için hazırlık yapıyormuş gibi hazırlanır.
Hac için evinden ayrılmadan önce dünya işlerini sona erdirmek, borçlarını ödemek ve vasiyetini yazmak âdettir.
Hac nefsini her şeyden soyundurmuş olarak ihrama girmekle başlar.
Bu hâldeyken insanın dünyaya ait yapılmasına izin verilmiş şeyleri yapması haramdır.
İhram sembolik olarak kefeni temsil eder.
Erkekler için ihram iki parça dikişsiz beyaz bezdir.
Her bir bez (genellikle havludur) bir metre eninde iki metre uzunluğundadır.
Bunlardan biri bele sarılır, diğeri sol omuzdan atılarak tekrar belde bırakılır.

Sağ omuz açık kalır.
Kadınlar ise boyunlarından el bileklerine ve topuklarına kadar uzanan beyaz bir elbise giyerler.
Saçlarını örterler.
Sadece yüzleri görünür.
Haccın en önemli, ilk ibadeti Kâbe’nin etrafını dua ederek yedi defa dolaşmaktan oluşan tavafla başlar.
Bundan sonra hacılar iki rekat namaz kılar ve zemzem suyunu içmek için zemzem kuyusuna giderler.
Ardından say ibadeti başlar.
Say Hacer (as)’in çocuğu İsmail (as)’e su ararken yaptığı gibi Safa ile Merve tepeleri arasında yedi defa gidip gelmekten oluşur.
Say’ın tamamlanmasından sonra geceyi geçirmek için hacılar Mina’ya giderler.
Ertesi gün hacılar dua ve tefekkür için Arafat ovasına giderler.
Akşam olunca Arafat ovasına bitişik olan Muzdelife’ye geçerler.
Burada bir gece kaldıktan sonra ertesi sabah şeytan taşlamak için tekrar Mina’ya dönerler.
Şeytan taşlama Allah’ın İbrahim (as)’e oğlu İsmail (as)’i kurban etmesini söylediğinde, İbrahim (as)’i bu işten uzaklaştırmaya çalışan şeytanı kovmasını temsil eder.
Bundan sonra hacılar tekrar Kâbe’ye giderler ve tavaflarını yapıp şeytan taşlamak için Mina’ya geri dönerler.
En sonunda hacılar Kâbe’ye gelerek haccın tamamlandığını ifade eden veda tavaflarını yaparlar.

Bawa Muhaiyaddeen sohbetlerinde şeriatı dış, zâhirî hayatımız olarak târif eder.
Her şeyden önce dış hayatımızda neyin serbest neyin yasak olduğunu bilmeliyiz.
Dünyaya ait şeyler bu şekilde belirtilir.
Bundan sonra, imanımızı geliştirdikten ve Allah’ a güvenden sonra tasavvuf yolunda ilerleyebiliriz.
Bundan sonraki durağa tarikat denir.

Bu hâlde bize verilen her şeye, karşılaştığımız her duruma “Elhamdülillah!” diyerek Allah’a şükrederiz.
Üçüncü durak hakikat durağı olarak bilinir.
Hakikat Güzel olan Bir’i bilmekle başlar.
İbadete layık sadece Bir Allah vardır,
Hakikat durağında bazı ilahî işleri fark eder ve Hakk ile konuşmaya başlarız.

Bundan sonraki durak Mârifet’tir.
Mârifet ne gündüzü ne de gecesi olmayan bir nurdur.
Bu nurla bir olmak Mârifet’tir.

En son durak Suffîyyat’tır.
Aynen ateşte yanan odundan geriye sadece ateşin kalması gibi burada da insan Allah’ta yok olur.
Bir sûret hâlinde, bedenlerimizde yaşıyoruz. Ama bu bedende bir ruh vardır ki, sırlı bir şekilde hem bedene bağlıdır hem değildir. Dünya bir vehimdir, ama bu vehimde bedenlerimiz varolur.
Beden hayatımız sürdüğü müddetçe dış, zâhirî kurallara (şeriat) bağlı kalırız.
İslam’daki zâhirî emirler, hac da dahil olmak üzere, bedene ait emirlerdir.
İç yol ise bedenin ötesinde ne olduğunun anlaşılması ve bedeni nura çevirmektir.
Ölmeden önce ölmek tasavvuf yoludur.
Bu kitaptaki sohbetler insanda gerçekleşmesi gereken iç değişimlerin açıklamasıdır.
Böylece insan Allah’a giden yolu izleyebilsin.
Bedene ait emirler iç değişime ait birer örnektir.
Bedene ait emirlere uyarak iç değişime yardımcı olunur.

Tavaf ibadeti Kâbe’ye aittir, başka bir yerde eşi benzeri yoktur.
Sadece haccın önemli bir ibadeti olmayıp, beş vakit namaz saatleri dışında Kâbe’de tavaf gece ve gündüz her an devam eder.
Aşağıdaki şiir tavaf esnasında olan görünüşleri, sesleri ve tecrübeleri aktarmaya çalışır:




Resim

TAVAF

Mübarek, pâk Ev
Zamanın dışında
Siyahlar içinde

İnsanoğulları
Gönülden yakarışlar
Beyazlar içinde

Altın işlemeli kapı
Beyaz mermer döşeme
Cennetin kendisi beyaz/siyah taş

Bembeyaz kefenler her yer
Dönüyorlar, dönüyorlar
Dualar okuyup

Cennet dansı bu
Dualar artıyor
Yükselip, yükselip

Bakışlar sabit
Vecd içinde
Söylenir şükürler

Gözyaşları
Kefenlerden yayılan
Rahmet peşinde

Rabbim
Görür ve işitirsin
Sakladığımız her şeyi

Kabul et dualarımızı
Affet suçlarımızı
Koru ateşten bizi

Kayboldu bağlar
Silindi vehim
Sübhanallah! Hayret!

Hamd olsun O’na
Doğmamış, doğrulmamış
Eşi benzeri olmayan Bir’e

Ya Rahman, Ya Rahim,
Ya Rahman, Ya Rahim,
İhdinas sıratel mustakim.



Hacda yapılacak ibadetler öncesinde o ibadetler hakkında niyet etmek ve tefekkür etmek âdettir.
Bu âdete uygun olarak biz de bu kitabı okumaya niyet edenlere yardımcı olacak şu mısraları yazdık:



OKU

Oku sana söyleneni
Oku hayret ve yürekle
Oku şükür sözlerini
Oku karanlığı kaldırabilesin
Oku nefsi bastıran sözleri
Oku ateşi söndüren sözleri
Oku sessizce
Oku melekler dolaşsın etrafında
Oku Rabbin isimlerinin yankılarını
Oku sonsuz akordun sesini
Oku itirazın kalmasın
Oku ikilikte kalmayasın
Oku okuduğun sözler sen olasın
Oku Nur’la bir olasın


Şimdi bu niyetle rehberiniz olarak Bawa Muhaiyaddeen’le birlikte “İÇ HACC”ınıza başlayın.
O’nun sözleri kalbinizde yankılansın, değişmede yolunuzu temizlesin.


Musa Muhaiyaddeen
(Emanuel L. Levin)
En son kulihvani tarafından 31 Ara 2007, 15:41 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

KALBİN HACCI


Resim

Muhammad Raheem Bawa Muhaiyaddeen
Muhammed Rahîm Bawa Muhyiddîn



HZ. MUHAMMED (sav)’İN SON HACCI-I

Sevgili çocuklarım, kızlarım, torunlarım, kardeşlerim ve bacılarım.
Hicri takvime göre dün gece hacılar Mekke’de haclarını tamamladılar.

Bu gün bunu kutlama günüdür, bayramdır.

Ömrünün sonlarına doğru Resûlullah (sav) Medine’den Mekke’ye giderek son haccını yaptı.
Resûlullah (sav) ve arkadaşları Mekke’den hicret etmek zorunda kalmışlardı.
Topraklarına ve evlerine el konulmuş, yıllarca Mekke halkı tarafından sayısız eziyetlerle mağdur edilmişlerdi.
Dövülmüşler, yurtlarından ve evlerinden kovulmuşlardı.
Hatta bazıları bu yolda öldürülmüştü.

O zamanlarda Kâbe’yi (1) ve etrafındaki alanı 360 put ile 48 bin heykel dolduruyordu.
330 milyon ilâh heykeli, 48 bin sihirbaz ve büyücü putları ve 360 büyük put bulunuyordu.
İnsanlar Allah’ın varlığını inkar edip, köpeklere, tilkilere, hava, ateş, su ve eter (boşluk) gibi yeryüzünün güçlerine tapıyorlardı.
Kuş, köpek, tilki, at, eşek, yılan, akrep, kartal ve akbaba gibi hayvan güçlerine tapıyorlardı.
Tüm bu yaratılmışları Allah’ın karşısına ilâh olarak çıkartıp, onlara tapıyorlardı.
Hayır (iyilik) ile şer (kötülük) arasındaki farkı bilmiyorlardı.
Kibir ve nefs-i emmarenin isteklerine, karma ve mayaya tapıyorlardı.


Resim

Kâbe : İslam’da Kâbe hem en önemli ibadet yeri hem de tüm inananların ibadetlerindeki birliği gösteren bir semboldür. İslam’ın şartlarından biri de Kâbe’ye yapılan hacdır. Mekke’deki camideki Kâbe’nin küpe (11x12x13) benzeyen bir şekli vardır.
Karma- akla, vehme ait sıfatlar; beş unsurun özüne ait sıfatlar; aklın sıfatları; cehenneme ait sıfatlar.
maya- illüzyon, yanılsama, vehm; görünen âlemin gerçek olmayan şeyleri; vehmin karanlığında görünen yansımalar; 105 milyon şeyin doğumuna neden olan aklın karanlığında görülen yansımalar. Maya unsuri enerjidir, shakti de denir. Çeşitli suretlere bürünür ve insanın aklını karıştırarak insanı uyuşukluk hâline sokar.


Taptıkları bu şeylerin, bu sahte ilâhların kendilerini koruduğunu, beslediğini, doğum ve ölümlerine neden olduğunu iddia ederek bunları kendilerinin koruyucusu, yaratıcısı ve besleyicisi yaptılar. Bu putların kendilerini cennete sokacağına inanıyorlardı.
Ayrıca buna benzer bir şekilde bir çok şeyleri ilâh yapıp, tapıyorlardı.

O günlerde sayısız cinayetler, cana kıymalar vardı.
İnek, keçi, tavuk gibi hayvanları ve hatta diğer insanları kurban ediyorlardı.
Bu kurban törenleri çok kanlı oluyordu.
Bu kurbanları putlara adıyorlar, kanlarını putların üzerine sürüyorlardı, törenler (pujas) yapıyorlardı.
Devir cehalet devriydi.
Merhametin olmadığı bir devirdi.
Kız çocukları yaygın olarak diri diri toprağa gömülürken, erkek çocuklara nasıl dövüşüleceği ve savaşılacağı öğretiliyordu.
Böylece bu çocuklar savaşçı ve kavgacı olup daha fazla hırsızlık ve kötülük yaparak daha fazla cinayetler işleyebilirlerdi.
Şer yolunun savaşçıları olarak eğitiliyorlardı.

Hz. İbrahim (as) zamanında bu yer temizlendi ve buraya bir mescid yapıldı.
Cebrail (as) ’in zemzem suyunu getirdiği ve İsmail (as) ile Hacer (as)’e verdiği yer burasıdır.
Hacer (as) çölde tek başınaydı ve büyük endişeler içinde su arıyordu.

Resim

Çocuğu ağlıyordu ve etrafta hiç su yoktu.
Allah Cebrail (as) ’e oraya gitmesini söyledi.
Cebrail (as) beyaz bir atın üzerinde geldi ve atın nalları toprağa değer değmez topraktan su akmaya başladı.
Allah Cebrail (as) ’e bu suyu bir bereket olarak İsmail (as)’e vermesini söyledi.
Bu kuyu hâlâ oradadır.

Hacer (as) su aramaktan koşa koşa dönerken uzaktan çocuğun yanında birisini gördü ve :
“Çocuğumu kim alıyor!” diye bağırdı.

Cebrail (as) çocuğun hemen yanı başında duruyordu :
“Ey İsmail, Allah bunun zemzem kuyusu olduğunu söyledi.
Bunun tatlı kokulu suyu kalbin karanlıklarını yıkar ve yok edebilir. Allah’ın kudretiyle yaratılmış Allah’ın rahmetine ait bir sudur.
Allah bunu senin için yaratmıştır.
Doğru yol için yaratılmıştır.
Bu su bereketiyle akmaya devam edecek, asla kurumayacaktır
” dedi.
Cebrail (as) bunları söyledikten sonra mutlulukla gökyüzüne bakan İsmail (as)’in yanından kayboldu.
Hacer (as) yanına geldiğinde İsmail (as)’i gülümseyerek gökyüzüne ve akan suya bakıyor buldu.
Kâbe mescidi bu yerin etrafına inşa edilmiştir.

Resim

Kâbe dört yöne haiz, merkezi bir yere inşa edilmiştir.
Toprak, hava, ateş ve su yönlerinin merkezidir.
İnsanın toprak, hava, ateş, su ve kalbdeki eterden (boşluktan) yaratılmış olması gibi, Kâbe de yeryüzünün dört yönünün merkezi olarak kurulmuştur.
Allah İbrahim (as)’e burayı inşa etmesini söyleyip, nasıl yapacağını öğretmiştir.
Hz. İbrahim (as)’in zamanından sonra burası harap edilmiş, ama diğer peygamberler Allah’ın sözleri doğrultusunda yeniden inşa etmişlerdir.
Sonra Hz. Muhammed (sav) geldi, Hacerü’l- Esved Taşı’nı yerine yerleştirerek Kâbe’yi bir kere daha yeniden inşa etti.
Bu gün de aynı yer Kâbe olarak adlandırılır.
Taştan yapılmıştır, ama merkezdir.
Kâbe doğru yoldaki insanlara rehber olarak, Allah’a imanı ve güveni ilham eden bir göz bebeği gibidir.

Hz. İbrahim (as)zamanında putlar Kâbe’den atılmıştı, ama daha sonra yeniden biriktirildi ve ilâhlar olarak eski yerlerini aldılar.
İnsanlar tabiat güçlerinin ve cehaletin putlarının kendilerini koruyacağına inanıyorlardı.
Bunların insanlardan daha az kudreti vardı, ama insanlar kendi akıl, irfan ve imanlarının, kendilerine bahşedilmiş ilâhî sıfatların çok altında bulanan ve hiçbir değeri olmayan bu güçleri ilâhlar yapıp kendilerini korumaları için tapmışlardı.

Allah aynı topraklarda O Peygamberi Abdullah’ın oğlu, Allah’ın Nebisi ve âlemlere Resûlü, kalblere nur, imanlara kuvvet ve sarsılmaz bir iman olarak yarattı.
Allah O'nu (sav), insanların Allah ile bağ kurabilmelerinde yardımcı olsun diye Peygamber olarak büyük bir kuvvet ve kudretle yaratmıştır.
O (sav) kalblerin karanlığını dağıtmak, cehaleti ve kibri yok etmek, ayrılık ve gayrılığı kaldırmak, birlik, huzur ve barışı getirmek için geldi.
Allah Hz. Muhammed (sav)’i bu sıfatlarla süsleyerek insanları Resûlullah (sav)’a aşkla bağladı.
Oradaki mescid de bu gayeyle inşa edilmiştir.

A Song of Muhammed adlı kitabın Birinci Bölümü’nde Bawa Muhaiyaddeen, Hz. Muhammed (sav)’in dört semavi dinde aydınlatılmış birisi olarak zuhur ettiğini ve İslam dini ile de en son zuhurunu gerçekleştirdiğini anlatır.


Resim


Kâbe dünyadaki dört yön için bir merkezdir.
Bunun gibi kalb de vücudun merkezidir.
İnsanda on sekiz bin âlem bulunur, öyle değil mi?
Kalb bu âlemler için merkezdir.
Bütün duaların, ibadetlerin kaynağı kalbdir.
Kâbe, oradaki mescid de duaların, ibadetlerin kaynağıdır.
Bunu anlayanın kalbi Kâbe olur.
Anlamayanlar için oradaki Kâbe bir delil olarak yaratılmıştır, böylece bu hususu anlayabilsinler!

Resûlullah (sav) bu hakikati açıkladığında O’nu (sav) ve arkadaşlarını kovaladılar, dövdüler, eziyet ettiler, hatta bazılarını öldürdüler.
Özgürlüklerine ve sahip oldukları mallarına el konuldu.
Sürgün edildiler, hicret ettikleri yerde takip edildiler.
Tüm bunlar olurken, onlar Kâbe’yi kalblerinde bildiler.
Allah da o Kâbe’nin içindeydi.
Hak’ı Hak ile bildiler ve bu hakikat ile dua ve ibadet ettiler.
Bu duaları ve ibadetleri onlara iman kuvvetini ve kesinliğini verdi.
Böylece Hak’ın sıfatlarına ve irfanına sahip oldular.
Bunları elde ettikten sonra Kâbe’yi, yani hakikati kendi içlerinde, kendileriyle birlikte taşıyarak Mekke topraklarından ayrıldılar.

Sayısız zulümlere ve zorluklara maruz kaldılar.
Tahammül edemeyecekleri kadar çok fazla cinayetler, adam öldürmeler ve korkunç şeyler oluyordu.
İki taraf arasındaki husumeti, düşmanlığı arttırmak amacıyla iki taraf arasında gidip gelen ve laf taşıyan insanlar vardı.
Bazıları savaş çıkarmak düşüncesiyle Medine’ye gelip dedikodular yayıyordu.
Aynı kişiler daha sonra Mekke’ye geri dönüp burada daha çok dedikodu yayıyor, kavgaya, dövüşe ve yıkıma neden oluyordu.

Resûlullah (sav)’a inananlardan bazıları çok zeki, cesur ve güçlü kimselerdi.
Mekke’de eskiden beri çok saygı gösterilen kimselerdi.
Hicret edip Medine’ye yerleştikten sonra bu dedikodular ve söylentilerden rahatsız oldular.
Kendilerini lekelenmiş, rezil edilmiş, aşağılanmış hissederek utanç duydular.
“Doğup büyüdüğümüz şehrimizi, mallarımızı ve toprağımızı bırakıp geldik.
Şimdi bize böyle hakir bir şekilde davranıyorlar.
Eşlerimizi ve çocuklarımızı öldürüyorlar, her şeyimizi yakıp yıkıyorlar.
Bu durumda nasıl yaşayabiliriz ki?!
” dediler.
Resûlullah (sav)’a geldiler ve ağlayarak şunları söylediler:
“Ya Resûlullah Sen Allah’ın Resûlusun, Sen bir peygambersin.
Dünyalık bir işin yok.
Kavga etmek, dövüşmek ve bölücülük gibi bir düşüncen hiç yok.
Senin her malın ve özgürlüğün Allah’a ait.
Ama biz bu hâle daha ulaşamadık.
Utanç duymamak ve rezil olmamak için kendi şeref ve namusumuzu korumamız gerekir.
Mekkeliler tarafından tekrar tekrar saldırıya uğrarken hep kaçmamız bize utanç veriyor.
Bunu kabul edemeyiz.
Bizler insanız. Senin gibi değiliz.
Allah bizleri henüz Senin hâline getirmedi.
Şerefli olmak yerine aşağılanmışlık duygusuyla baş başa kaldık.
Bizlere saldıranlara karşılık vermemiz gerekiyor.
Bize saldıranlara misliyle karşılık vermemiz için izin verilmesi gerekir.
Kaçıp saklandığımız sürece onlar bizi kovalamaya ve öldürmeye devam edecekler.
Bu utançla nasıl yaşayabiliriz?
Bu alçalmaya daha nasıl dayanabiliriz?
Kadınlarımıza ve çocuklarımıza eziyet ediliyor, tecavüz ediliyor ve öldürülüyor.
Bu haksızlık.
Kalblerimiz buna daha nasıl dayanabilir?
Ya Resûlullah, Allah Sana bu hâli vermiş, biz daha dünyayı terk edemedik.
Şerefimizi korumalıyız.
Bunun için bize izin ver.
Ya şerefimizle yaşamalı ya da şerefimizle ölmeliyiz.
”

Resim

Hz. Muhammed (sav)’in bazı yakın arkadaşları ve inananlar buna benzer şeyler söylediler.
Ama Resûlullah (sav) onlara hemen cevap vermedi.
Sessiz kaldı.
Aylar geçti.
Çok defa bu bahaneyle gene geldiler.
Yıllar geçti onlar hâlâ : “Buna dayanamayız!” diyerek geliyorlardı.

En sonunda Resûlullah (sav) açıkladı:
“Bu Allah’ın emridir.
Ben kavga etmeyi ya da savaşmayı sevmem.
Bizim vazifemiz Allah’ın Bir olduğu hakikatini ve insanı korumaktır.
İmanını, aklını ve Allah’ın sıfatlarını korumak insanın görevidir.
Doğru yol budur.
Kendi nefslerimizde Allah’a olan imanı ve Allah’ı isteme arzusunu kaybetmemeliyiz. O’nun bizdeki yüce sıfatlarını korumamız gerekir.
O’nun bizdeki irfanını, sukünunu ve adaletini korumalıyız.
Allah’ın fiillerini korumalıyız- onlar yok edilmemelidir!
İslam adıyla bilinen imanın gayesi kendimizi şeytanlar ve kan emici varlıklar, iki yüzlülük, ihanet, kıskançlık, kin, öfke, kibir gibi tüm

kötü sıfatlar tarafından yok edilmekten korumaktır.
Birliğin (tevhid) ve Allah’ın sıfatlarının gayesi budur.
Sizler benim kardeşlerimsiniz.
Korumanız gereken tek hazine budur, başka bir şey değil.
Tek hazineniz budur.
Allah’ın bu sıfatlarını koruyarak kendi şerefinizi korumuş olursunuz.
Kendi iyiliğinizi korumalısınız.
Allah’ın hazinesini, O’nun rahmetini korumalısınız.
Şerefiniz böyle korunur.
Eğer dilinizi ve gözlerinizi kötülükten korursanız, bu Allah’ın rahmetinin mahzeni olur.
Kulaklarınızı, burnunuzu, kalbinizi ve Allah’ın hazinelerini korursanız, Allah aşkının nimetlerini, ahireti korumuş olursunuz.
”

“Hakikat ahirettir,
iyilik O’nun saltanatıdır,
adalet O’nun arşıdır,
sabır ise ahiretin yönetildiği bir hâldir.
Merhamet O’nun hâlidir.
Burası Hak’ın üzerinde yürüdüğü arzdır.
Eğer bunu korumazsanız, bu hâli kaybedersiniz.
Bu dünyayı şerefinizin kaynağı olarak düşünemezsiniz.
Nefs-i Emmareye ve şeytana ait tüm kötü şeyler bizdedir.
Bazı insanlar bunları içeriden, bazıları da dışarıdan azdırır.
Bazısı kötülüğü içeriden, bazısı da dışarıdan besler.
Ne olur peki?
İçinden beslediği zaman kendini düşünceleriyle günden güne kemirerek öldürür.
Diğeri ise kendini haftadan haftaya dışarıdan kemirerek öldürür. Her ikisi de cinayet işler.
”

“İyi kim?
İyi Allah’ın hazinelerini koruyan kimsedir.
Asıl şerefli olan da bu kimsedir.

Allah’ın rahmetinin zenginliği ondadır.
O rahmeti ve Allah’ın sıfatlarını korur.
Zaten bunları koruyan İman ve İslam’dadır.
Bu kimse Allah’a ve peygamberlerine itaat eder.
Bunlar Allah’ın sözleridir.
Olanlara sakın üzülmeyin.
Bizi koruyan Allah’tır.
Bize düşen O’nun hazinelerini korumaktır.
Allah koruması gereken şeyi korur.
Eğer bu hazinelerin elimizden kaybolmasına izin verirsek, o zaman Allah da koruduğu hazineyi bırakır.
”
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

KALBİN HACCI


Resim

Muhammad Raheem Bawa Muhaiyaddeen
Muhammed Rahîm Bawa Muhyiddîn



HZ. MUHAMMED (sav)’İN SON HACCI-II

Resim

Resûlullah (sav) inananlara iman ve hakikatin kesin gücünü ve mertliğini anlattı.
Bunu işittiler, ama hâlâ gençtiler, çocuktular.
Âlemin yönlerinden olan toprak, hava, ateş, su, eter, akıl ve istekleri hâlâ onlarda bulunuyordu.
Her iki şehirde neler olduğuna dair dedikodular ve arkadan çekiştirmeler devam ediyordu.
Kanları kaynadığı için Resûlullah (sav)’a inananlar hâlâ savaşmak için izin istemeye geliyordu.
Resûlullah (sav)’a eşlerinin nasıl tecavüz edildiğini, çocuklarının nasıl katledildiğini, kız-erkek kardeşlerine nasıl eziyet edildiğini anlatıyorlardı.

Resûlullah (sav) ise hep şöyle diyordu:
“Kalbim sizin istediğiniz şeyi istemiyor.
Sadece Allah izin verdiği zaman savaşabilirsiniz.
Allah beni insanın maneviyatını öldüren, yok eden şeyi ortadan kaldırmak için gönderdi.
Maneviyatı öldüren şey nedir?
Sizin kız ve erkek kardeşleriniz değil!
Ruhu, hayatın hakikatini öldüren ve bu dünya için topladıklarınızı yok eden şey nedir?
Merhameti, hakikati, irfanınızı ve ibadetlerinizi öldüren şeyleri yok etmelisiniz.
Allah aşkını, Allah’ın adaletini ve sıfatlarını aramanıza mani olan şeyleri yok etmelisiniz.
En büyük hazinemiz olan Allah’ı arayışımızı bizden almaya çalışan ve birliği, beraberliği, sevgiyi, anlayışlı olmayı, sabrı ve barışı yok etmeye çalışan kim olursa olsun onun yok edilmesi gerekir.
İşte bu hazinelerimizi yağmaya gelenlerle savaşabilirsiniz.
Onları yok etmek için irfan ve Allah aşkının cesaretiyle keskinleştirilmiş iman kılıcınızı kullanın.
Böyle olursa savaşabilirsiniz, bunun dışındaki başka sebeplerle savaşamazsınız.
Hazinenizi elinizden almaya çalışan kimseyle savaşabilirsiniz dendiğinde buradaki hazine sizin Allah’a olan aşkınız ve O’nun sıfatlarının güzelliğidir.
Bunlar bir insanın hayatında ona hizmet eden merhametli ve sabırlı, güzel bir hizmetçi gibidir.
Allah bu şeyleri yok etmeye gelenin öldürülmesi gerektiğini söyler.
Kız ve erkek kardeşlerimizi öldürmemizi söylemez.
”

“Bu iç hazineler sizin gerçek zenginliğinizdir.
İç hazinelerinize el koymaya gelenleri yok edebilirsiniz.
Ama toprağın, havanın, ateşin, suyun, eterin, aklın ve arzularınızın zenginliğine el koymaya gelenleri öldüremezsiniz.
Zaten onun el koymaya geldiği şeyler sizi yok eden şeylerin ta kendisidir! Allah bu şeyler için savaşmanız gerektiğini asla söylemedi.
Sizdeki iyiliği yok etmeye gelen şeylerle savaşmalısınız.
Sizin düşmanınız onlardır.
Onlarla savaşın!
Toprağınız ve altınlarınızın yağma edilmesi, kan bağlarınız, atalarınızdan kalan miras ve diğer maddi şeylerin sizin şerefinizle bir ilgisi yoktur.
Sizin namus ve şerefiniz Allah’ın hazineleridir.
Saygı ve aşkla korumanız gereken şeyler bu iç hazinelerdir.
Asıl bu hazineleri kaybetmek şerefinizi kaybetmek, rezil olmak demektir!
Bunu düşünmelisiniz.
Allah’ın söylediği şey budur.
”

“Allah kız ve erkek kardeşlerinizi yaralamanızı veya öldürmenizi asla söylemedi.
Eğer onlar gibi davranırsanız, onlarla sizin aranızda bir fark kalır mı?
Onlar çocuğunuzu, kız veya erkek kardeşinizi öldürdüyse, mallarınıza el koyduysa, sizin de aynı şeyle karşılık vermeniz sizin için doğru olmaz.
Şeref ve namus bu mudur?
Allah hiç kimseye böyle davranmasını söylemedi.
Bunu düşünün.
”

Resûlullah (sav) inananlara bunları söyledi.
Ama yine de bazı münafıklar ve hainler laf taşımaya, dedikoduya devam ettiler.
Bu dedikoduları işittikten sonra inananların kalbleri yeniden acı ve ızdırapla doldu.
Yeniden sadece eşlerini, çocuklarını, hayvanlarını ve mallarını düşünmeye başladılar.
Hâlâ bazıları bu durumu bir küçük düşme, rezillik olarak gördü.
Ama onlara yeniden :
“Bu dünyada gerçekten sizin olan şeyin ne olduğunu anlamalısınız. Sadece bu hazinenizi almaya çalışırlarsa onlarla savaşmalısınız!” denildi.

En sonunda Allah’tan savaş için izin geldi.
Savaşta nasıl hareket edeceklerine dair tam yüz on dört şart konuldu.
“Sadece size kılıcını çeken biriyle dövüşmelisiniz.
Eğer kılıcı kırılırsa o kimseyle savaşmaya devam etmeyeceksiniz.
Savaştığınız kimse yere düşerse, artık ona saldırmayacaksınız.
Eğer mallarınıza el koyduysa ona karşı gelin.
Yalnız onun eşine, çocuklarına, ağaçlarına, hayvanlarına veya çiftliğine dokunmayacaksınız.
Bunlar size zarar veremez.
”
Savaştan önce buna benzer yüz on dört kural kondu.
Bu kurallardan herhangi birine uymayan katil olarak kabul edilecek ve Allah’a hesap verecekti.

Allah için yapılan savaş sadece iç hazinenin korunması savaşıdır.
Bu ise içeriden seni öldürmeye gelen kötülükleri öldürmek demektir.
Ama dışarıdaki şeyler için savaşırsan, cehenneme ait işler yapmış olursun ve cinayet işleyenlerden olursun.
Bunun için Allah’a hesap verirsin.
Eğer savaşı içinde yaparsan, sendeki hayvanlara karşı yaparsan, hayaletlere ve Nefs-i Emmareye karşı yaparsan o zaman bu gerçek cihat olur.
Eğer içindeki “dünyayı” öldürürsen, o zaman ahirette sonsuz hayatı kazanırsın.
Eğer dünyalık şeyler uğruna diğerlerine acı çektirir, eziyet edersen o zaman kıyamet gününde sorguya çekilirsin ve cehennemin elemlerini tadarsın.
Bu şeyler Allah’ın zenginliği değildir.
Allah’ın gözünde bunların hiçbir değeri yoktur.
Bunu anlamalısınız, O’nun hazinesine ulaşmanız gerekir.

Resûlullah (sav) dedi ki: “Bu kuralları Allah istedi.”
Böylece Allah’ın sözlerine uygun olarak savaşa gittiler.

Ama Resûlullah (sav) kimseyi incitmedi.
Resûlullah (sav) için Bismillahirrahmanirrahim, Allah tarafından verilmiş, imanın yüce gönüllü bir adalet kılıcıydı. Bismillahirrahmanirrahim demir örste dövülmüş çelik bir bıçak ya da kılıç değildi.
Allah aşkıyla, rahmet ve Allah’ın adaletiyle dövülmüştü.
Bu kılıcı sallayabilecek tek kişi Hz. Muhammed (sav) idi.
Diğerleri bu kılıcı göremiyordu bile çünkü çelikten yapılmamıştı.
Allah’ın hakikati, irfan, kudret ve imandan yapılmıştı.

Mekkeliler savaşa deve ve at üzerinde gelmişlerdi.
İçkiden sarhoş bir şekilde bütün azıkları ve putlarıyla gelmişlerdi.
İnananlar “Allahım!” diyerek Kur’ân-ı Kerim’den bir âyeti, “Elif. Lam. Mim. Allahu la ilâhe illa hûvel hayyul kayyum” (Âl-i İmrân 3/1-2) âyetini okuyarak Allah’a dua ediyorlardı.
Herkes bu sûreyi ezberinden okuyordu.
Herkes “Allahım, bizi bağışla, bizi bundan kurtar!” diyordu.
Şu duayı yapıyorlardı:
“Allahım, onları değiştir, onları doğru yola ilet.
Allahım duamızı kabul et, bu savaşı durdur.
Onları doğru yola getir!
”
Bu durum Resûlullah (sav)’ın önceden onlara söylemiş olduğu şeydi.

Savaş bittiğinde Mekkeliler hakikati gördüler.
Allah’ın salât ve selâmının savaş alanında çınlamasıyla çarpışma durdu.
Allah aşkı, salât ve selâm o alanda yankılandı durdu.
Sabır hâli yayıldı, iman güçlendi, irfan arttı, iman, kesinlik, kararlılık ve barış yükseldi.
İnsanlar mutluydu.
Bu sesin yankısıyla Kâbe’ye yaklaştılar.
Savaşlar kılıç ve bıçaklarla yapıldığında Mekkeliler kazanmıştı.
Ama inananlar bu ulvi hâlde yaklaştıklarında Mekkeliler onları yenilgiye uğratamadılar.

Allah’ın silâhlarıyla silâhlanıp, yani Allah aşkı, iman, irfan, Allah’ın salât ve selâmı ile geldiklerinde Mekkeliler onları yenilgiye uğratamadılar.
Mekkeliler salât ve selâmı dinlediler, sabır ve tevekküle (Allah’a güvene), aşka ve merhamete şahit oldular.
İlâhlarının, putlarının, mallarının, kılıçlarının, atlarının ve ordularının kazanamayacağını gördüler.
Allah’a teslim olup, imanı seçtiler.

Hac nedir?
Gayrılığı kaldırır, cehâleti yok eder, barışı, suküneti, huzuru, birliği, sevgiyi, uyumu ve Allah aşkını getirir.
Doğruluktan, hakikatten, nimetten uzaklaşmadan Allah’ın Bir olduğunu ve sadece bir tek ailenin olduğunu, onun da Allah’la bir olmak olduğunu kesinlikle bilmek ve bu hâli kurmak hacdır.
Hac tek bir aile gibi, bir halk gibi birlik içinde hareket etmek,
Bir Allah’la ve bir ibadetle kendini O’na adamak,
O’na teslim olmak, ölmeden önce ölerek O’nun rahmetine, zenginliğine ve hazinelerine hayat vermek demektir.
Allah haccın imana ve bu hazinelere hayat verdiğini buyurmuştur.
Bu haccın hâlidir, şanı büyük Allah böyle diyor.
Resûlullah (sav) ölmeden önce ölmenin haccını yapmıştır.

Hac ölmeden önce ölmektir.
Haccın anlamı budur.
Sendeki “dünya” ölür, iyi sıfatların hayat bulur, bunları Allah’a getirir ve O’nda birleştirirsin.
Hac birliğe, sevgiye, uyuma, barışa, bir aileye, bir halka, bir ibadete ve Bir Allah’a gitmektir.
Allah’la beraber olmak demektir.
Hac İman ve İslam’ın beşinci şartıdır.

Resim

Hac budur.
Bu hâldeyken Resûlullah (sav) şu sözleri söyledi:
“Herhangi bir dine, sınıfa veya ırka ait olabilirsiniz.
Herhangi bir gruba dahil olabilirsiniz.
Bunların hiç bir önemi yoktur.
Hâliniz birlik ve sevgi olmalıdır. Birliğin, uyumun, merhametin, sevginin, sabrın ve huzurun hazineleriyle yaşamalısınız.
Bu Allah’ın söyledikleridir.
Ben bir insanım, siz de insansınız.
Bana yarın ne olacağını sadece Allah bilir.
Sizin yaptığınız şeyleri ben de yapmak isterim.
İyilik yaparsanız ben de size katılmaya hazırım.
Ama kötülük yaptığınızda sizden uzaklaşırım.
Bunda size katılamam.
Ama birliğinize, uyumunuza ve iyi sıfatlarınıza katılırım.
Bizleri birlik içinde bir araya getiren Allah’ın sıfatlarıdır.
Şeytanın sıfatlarından olan ‘
Ben’ ve ‘Sen’e, benim ve senine, benim mallarım ve senin mallarına, benim evim ve senin evine, benim sınıfım ve senin sınıfına, benim dilim ve senin diline katılamam. Allah’ın kelimelerinde, O’nun birliğinde, merhametinde, sabrında, sevgisinde, huzurunda ve O’nun tüm sıfatlarında sizinle birlikte olurum.
Bunlarda sizinle beraber olurum.
Hepimiz bunlarda birleşip, bunları paylaşmalıyız.
Kalblerimiz bu sıfatlarda beraber olmalıdır.
”

“Bu hâl bizim için en üstün hâldir.
Her birimizin anlayışlı olması ve buna göre hareket etmesi gerekir.
Sizin derdiniz benim derdim, benim derdim sizin derdinizdir.
Sizin açlığınız benim açlığım, benim açlığım sizin açlığınızdır.
Sizin acınız benim acım, benim acım sizin acınızdır.
Sizin duanız benim duam, benim duam sizin duanızdır.
Size olan bir şey bana olmuş gibidir.
Bu hâli birlikte sağlam olarak kurmamız gerekir.
Allah bu birlik içinde yaşayanları kabul eder, hangi gruptan oldukları önemli değildir.
Bu sevgidir, bu birliktir, bu duadır, bu ibadettir.
Bunlar Allah’ın sevdiği ve kabul ettiği niteliklerdir.
Bu dünyadaki vaktim sona ermek üzere, Allah’ın emrettiği işleri ve sözlerini tamamladım.
Benden sonra bunları tamamlayacak olan sizlersiniz.
Bu birliği yetiştirmeli, büyütmelisiniz.
”

“Kâbe merkezdir.
İbrahim (as) ve O’ndan önce ve sonra gelen peygamberler yoluyla Allah burasını kaynak ve sebep, kalbleri de etki olarak vahyetti.
Kalbin evi ibadet yeridir.
Burası Kâbe’dir, dua için en önemli yerdir.
Kâbe birliğin ve sevginin sembolüdür.
Bizler bu yerde Allah aşkını almalıyız.
Hac budur, beşinci şart.
Bunu düşünün.
”

“Tevhid (Birlik) hacdır,
Sevgi hacdır,
Allah’ın sıfatları ve işleri hacdır.
O’nun irfanı hacdır.
Sabır, şükür, tevekkül ve iman hacdır.
Barış ve irfan getirmek hacdır.
Ahireti kendinde görmek, Allah’ın tüm sıfatlarının farkına varmak hacdır.
Birlik (Tevhid) ve Aşk hacdır.
”

“Kalbi bu aşk ve birlik ile dolu olan kimseye Allah cevap verir.
Kalbi bu hâle ulaşan kimse Allah katında makbuldür.
O’nun rahmetinden ve nurundan bir seda gelir : “Seni kabul ettim!” diye.
O zaman bu âlem ilâhî bir âlem hâline gelir.
İlâhî âlemin zenginliği daha bu dünyadayken onlara eksiksiz olarak verilir.
Bu hâl geldiğinde hac gerçekleşir.
Hepimiz bunu düşünmeliyiz.
”

Bunlar Resûlullah (sav))’ın bu dünyadan ayrılmadan önce söylediği son sözlerinden bazılarıdır.
Hadislerden anladığımız kadarıyla bunları ifade etmiştir.
Resûlullah (sav) son haccını yaptığında bazı şeyleri açığa vurmuştur.

Bu gün haccı kutlama günüdür.
Resûlullah (sav)’ın gerçekleştirdiği beşinci şartın günü bu gündür.
Bu gün haccın bayramıdır, tüm dertlerimizin ve acılarımızın kaybolduğu gündür. Birlik içinde, mutlu, huzurlu, sevgiyle, merhametle ve güven içinde yaşayalım.
Birbirimize sevgimiz olmalıdır.
Sevgi içinde birliğe katılalım.
Bu gün mutluluk içinde bir araya geldiğimiz gündür.
Yaşadığımız tüm farklılıkları, münakaşaları ve dertleri unutup mutluluğumuzu kutlayalım.

Resûlullah (sav) bu sözleri söyledikten sonra, daha önce cehalet içinde olanlar imana geldiler ve barışı, birliği, sevgiyi ve merhameti kucakladılar.
Mekke İslam’da “BİR” oldu.
Bu kabul etme zamanıydı, hac zamanıydı, nimet dolu bir zamandı. Bunun için hac denilmiştir.
Bu haccın bayramıydı.
Birlik olup Allah’a yönelmeleri ibadetti.
Herkes bu iyi hâlde sevgiyle bir araya gelince, birbirini kalbden kucaklayınca, dertlerini, sorunlarını ve farklılıklarını silip atınca, birbirlerine sarılıp, yüz yüze bakınca, selâm verince bu hac oldu.

O gün dertlerin, farklılıkların ve acıların sona erdiği, yaraların sarıldığı, kırgınlıkların unutulduğu bir gündü.
Kötülük, düşmanlık ve zulüm ortadan kayboldu.
O gün neşe ve zevk günüydü.

Beşinci şart olan hac gününde yaşadığımız tüm dertler, cehalet, acılar, dünyaların farklılığı, ‘ben’ ve ‘sen’ yok edildi.
O gün herkesin bir araya geldiği barış günüydü.
Bu haccın bayramıdır.
Bu birlik ve sevgi bayramıdır.
Kalbinizi aşkla O’na açıp şükretmenizdir, dua günüdür.
Bu haccın bayramıdır.

Sevgili torunlarım.
Hepiniz bu hâli düşünmelisiniz.
Hangi ırktan, dinden veya sınıftan olursanız olun hiç fark etmez, bu barışı, bu birliği, merhameti, sevgiyi, suküneti edinmeli ve Allah’ın tüm sıfatlarıyla sıfatlanmalısınız.
Bu hâlde birbirinizi kalben kucaklamalı, birbirinizle O’nun 99 ismiyle, O’nun merhameti ve sevgisiyle konuşmalısınız.
Bu sıfatlara sahip olmaya çalışmalı, hakikati kabul etmeli ve sevgiyle davranmalısınız.
İşte o zaman hangi dinden olursanız olun fark etmez Allah sizi kabul eder.
Ama iyi ile kötü arasındaki farkı anlamalı, sadece iyiyi seçmelisiniz.
Bir araya gelip bunu yapmalısınız, hangi gruba ait olduğunuz fark etmez.
Bu barış, sukünet, birlik, adalet, merhamet, sabır ve anlayış hâlini edinmelisiniz.
Allah’ın sevgi sıfatlarını, birlik içinde yaşamayı, Allah aşkını, kalbinizi O’na bağlamayı ve O’nunla bir olmayı edinin.
Eğer bu hâli bulursanız, o zaman Allah bu âlemi sizin ahiretiniz yapar.
Cennetin mutluluğunda hür olarak yaşarsınız.
Bu kesindir. Gerçek hakikat budur.
Bu sözler peygamberlere verilen sözlerdir.
Bunu düşünmelisiniz.
Bu iman kesinliğine sahip olmalısınız.
İrfan ve sevgiyle Allah’a şükretmeli ve herkese merhamet göstermelisiniz.
İşte o zaman bu dünya sizin için bir cennet olur.
Hayatınızda huzur, sukünet, nur ve güzellik olur.
Allah sizi korusun.
Âmin. Âmin.
Bunu anlayın. Âmin.
Allah hepimize yeter.


Essselâmü aleyküm ve rahmetullah ve berekatühu.
Allah’ın selâmı üzerinize olsun.
Sevgim sizinle olsun.


28 Eylül 1982
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

KALBİN HACCI


Resim

Muhammad Raheem Bawa Muhaiyaddeen
Muhammed Rahîm Bawa Muhyiddîn




GERÇEK HACCIN YAPILMASI



Resim


Bismillâhirrahmânirrahîm.

Bu gün haccın bin dört yüz ikinci yılıdır.
Hepiniz hac ibadetini yaptınız, geldiniz.
İslam’da bu önemli bir vazifedir, beşinci ve en son şarttır.
İslam tarihinde hacca büyük önem verilmiştir.
Kelime-yi tevhid ve Resûlullah (sav)’ın öğrettikleri içinde bu en önemli olan vazifedir.
Beş şarttan ilk dördünü yapmak bir insan için kolaydır, ama gerçek anlamıyla haccın yapılması en zor olan son şarttır.
Hem hayat hem de ölümle ilgilidir.
Hacda nelerin yapılması gerektiğini irfan ile tefekkür ettikten sonra ve bunu iman ve Allah’ın sıfatlarıyla izleyecek olursak, o zaman haccın ne kadar zor olduğunu anlarız.
Her şey hayat ve ölümü tadar.
Hayat ve ölümde haccın gerçekleştirilmesi yolu ölmeden önce bizdeki dünyayı öldürmek ve daha bu âlemdeyken Sonsuz Hayat’a kavuşmaktır.
Dünyadayken bizdeki dünyayı öldürmek ve hayatı sonsuz Hayat yapmak, işte bu hacdır.

Hac dünya bağlarını koparmak, yani nefsin isteklerine ve beş unsura olan bağları koparmaktır.
Hac dört milyar on bin çeşit nefsin sıfatlarını kesmek ve Allah’tan başka Rab olmadığını kesinlikle bilmektir.
Dünya, dünyada ölmek için yaratılmıştır.
Dünya burada yaşadığımız yer, gördüğümüz her şeydir.
Bu dünyadaki dünya bizim bedenimiz, sûretlerimizdir.
Bu bedendeki dünya bu dünyada ölmek için yaratılmıştır.
Beşinci şart olan hacda bedenin tüm nitelikleri, düşünceleri, niyetleri ve bütün bağları ölür.
Hac bizdeki dünyanın bu dünyada nasıl öleceğini ve böylece Sonsuz Hayat’ı nasıl elde edebileceğimizi gösterir.
Hayat ruhtur.
Bu bedendedir.
Dünya da bedendedir.
Zâhirî olarak kendisi bir dünya olan bu beden varolur, bu bedende kendisi hayat olan bir ruh bulunur.
Bu ruhu
Allahu Teâlâ’nın nuru ile ölümsüz yapmamız gerekir.
Allah’ın nuru ile ruh nurlanır, aydınlanır ve sonsuz hayat olur.
Bu nur yoluyla hayat sonsuz olan
“BİR” e teslim olur.
Hayatımızı Diri olan
Allahu Teâlâ’ya adarız.
Bu hâl zuhur ettiğinde, ölmeden önce öldüğümüzde, Hayat olan Hakk’ta hayatımızı nurlandırdığımızda, her şeyimizi Hayat olan
“BİR” e bıraktığımızda işte o zaman beşinci şart olan hac yapılmış olur.


Resim


Milyarlarca insan haccını yapmaya çalıştı.
Ama biri bu hâli gerçekten sağladığı zaman Allahu Teâlâ’nın sesi o kimsede yankılanır.
İşte o günde o kimse Allahu Teâlâ’nın zenginliğini, sıfatlarını, fiillerini, 99 kudretini, ilâhî ilmi, iman ve ihlası, aşkı, sevgiyi ve O’nun hiç eksilmeyen rahmetini alır.
O günde o kimse hayatını cennet yapar.
Haccını Allahu Teâlâ’da tamamladıktan sonra o kimsenin hayatı cehennem değil cennet olur.

Hâlâ bir bedene sahiptir, ama hayatı cennet olur.
Bu dünyada yaşarken hayatı Allahu Teâlâ’nın rahmeti ile dolu olur.
Baktığında Allahu Teâlâ’nın nuruyla bakar.
Dinlediğinde O’nun işiten kulağı olur.
Kokladığında O koklar.
Konuştuğunda O konuşur.
Tattığında O tadar.
O kimsenin vermesi ve alması Allahu Teâlâ’nın vermesi ve alması olur.
Yürüdüğünde O’nun yolunda O’nu tefekkür ederek yürür.
Kalbi O’nun kalbi, müminin arşı, nurun kalbi olur.
Bütün sıfatları O’nun sıfatları ve fiilleridir.
Beşinci şart olan haccını gerçekten yapmış olanların hâli böyledir.
Bu hâlde o kimse bütün canlıları ve yaratılmışları kendi canı gibi düşünür.
Her şeyi bilir ve anlar, her yaratılmışa huzur verir.
Tüm dertlerini bilir ve onlara sevgi ve rahatlık verir.
O kimsenin hayatı bu dünyadaki tüm yaratılmışlara yardım eden bir ışıktır, onlara huzur veren yolu gösterir, adalet ve birliğin doğru yolunda onlara rehberlik eder.
Tüm canlıları kalbinde birlik içinde kucaklar.
Bu kimse Allahu Teâlâ’nın halifesi gibidir, O’nun peygamberi gibidir, O’nun nuru olarak varolur ve iş yapar.
Bu hâle ulaşanlar haccını gerçekleştirmiş olur.

Haccın yapılması ve tamamlanması budur.
Bu olgunluk İman ve İslam’dır.
Kim olursa olsun nefsinde bu hâle ulaşan kesinlikle haccını gerçekleştirmiştir.
Hakikatte milyarda biri bu şartı gerçekten yapar.
Böyle biri cennette yaşıyor olur.
Haccı doğru anlamanın çok zor bir mesele olmasının nedeni budur.
Bunu anlamayan kimseler haccı çok kolay, turistik bir gezi gibi düşünürler.
Dünya turuna çıkmış turistler gibi haclarını yapıp evlerine geri dönerler.

Benimle birlikte doğan sevgililerim.
En sonunda Allahu Teâlâ’nın Resûlullah (sav) bu şekilde haccını gerçekleştirdi.
Bu vazifesini tamamladıktan sonra Resûlullah (sav) :
“Allah niyetlerimi gerçekleştirdi.
O kendisinin niyetini benimle gerçekleştirdi.
Bu günden sonra bu haccı birlik içinde sizler yapmalısınız
” buyurdu.
Şöyle devam etti:
“Son olarak elinize Allah’ın sözlerini veriyorum.
Bu Kur’ân’ın tamamlanması ve anlamlarıdır.
Bu Allah’ın verdiği bir hazinedir.
Benim için ayrılma, değişme zamanı geldi.
Elinize Allah’ın kelâmını, fiillerini, iyiliklerini ve zenginliklerini bırakıyorum.
Bu Kur’ân’ı anlayan ve haccını yapan cennettedir.
Kur’ân’ı tam olarak anladığınızda, en önemli farz olan haccı anlamış ve yapmış olursunuz. Bu İman ve İslam’dır.
”
Resûlullah (sav) en sonunda haccını bu şekilde tamamladı ve sonra bunları buyurdu.
İrfanı olan, iman kesinliği olan, kalbini açan ve kalbiyle bakan, ilâhî ilmi anlayan, Allahu Teâlâ’nın sıfatlarıyla sıfatlanan, O’nun fiilleriyle hareket eden ve bu ikisini alan kimse söylediklerimizi anlar.
Kim olursa olsun bu beşinci şartı, haccını yapan artık bu dünyada veya içindeki dünyada yaşıyor değildir.
Beden bir dünyadır, içinde yaşadığımız ve etrafını seyrettiğimiz yer başka bir dünyadır.
Biri nefsimizin, ruhumuzun, ruhanî ve şeytani şeylerin dünyası, diğeri de içinde yaşadığımız fiziksel dünyadır.
Her iki dünyada da ölmeliyiz.
Bizdeki dünyayı bu dünyadayken öldürmeliyiz.
Bundan sonra Sonsuz Hayat’a ulaşır, cennette yaşarız.
Çocuklarım, benimle doğan çocuklarım, bu beşinci şartı nasıl yapacağımızı düşünmeliyiz.

Bu haccımızı ne zaman tamamlayacağız?
Bu iç ölüm ne zaman gerçekleşecek?
Ne zaman Sonsuz Hayat’a ulaşacağız?
Bunu düşünmeliyiz.
Sonsuz olan “BİR”den bu sonsuz hayatı almalıyız, ölmeden önce ölerek ölümü yenmeliyiz.
Bunun nasıl tamamlanacağını kesin olarak anlamalıyız.
Beşinci şartın yerine getirilmesi oldukça zordur.
Kur’ân bunun ötesinde, bundan daha önemli başka bir farz zikretmemiştir.
Neden?
Eğer birisi Hakk ile bir olursa bu kimsenin başka ne vazife kalır? Ama Allahu Teâlâda yok olmadığı müddetçe insanın dünyayla işi bitmemiştir ve vazifelerini yapmak zorundadır.
Bu beş farzdan kaçınılmaz, bunları sırasıyla yapmak zorundadır.
Eğer birisi bunların hepsini tamamladıysa o kaybolmuştur, Allahu Teâlâ’da fena olmuştur, haccını yapmıştır.
Hayat ve ölüm Allahu Teâlâ’nın hükmündedir.
Hayır ve şer O’nun hükmündedir.
İnsanların neyin iyi neyin kötü olduğunu anlamaları gerekir.
Kıyamet gününde Allahu Teâlâ hesaba çekecektir.
Bir kimsede hâlâ dünyadan eser varsa kabirde hesap verir.
Bizde dünya olduğu müddetçe, ölmedikçe sorular gelecektir.
Eğer bir kimse dünyada bir dünya olarak kaldıysa kabirde sorgulama, hesap verme olacaktır.
Dünyayı dünyada öldürmedikçe, hayatını Sonsuz Hayat’la nurlandırmadıkça İslam ve İman’ın haccını tamamlamamış olur.
Haccın anlamı budur.

İlâhî ilmin ne olduğunu anlamalısınız.
Allahu Teâlâ sayısız, sonsuz zenginliği olan “BİR”dir.
O’nun zenginliği bir tek atomda bile asla azalmaz.
Üç âlemin zenginliğini ellerinde tutan Allah’tır.
Bu zenginliği hiç eksiksiz alanlara ne olur?

Üç âlemin, yani evvelin, bu dünyanın ve âhiretin O’nun ellerinde olduğu kesindir.
Bu dünyada alacağın zenginlik ne olursa olsun hep O’nun elindedir.
Âhiretin zenginliği de O’nun elindedir.
Bu üç âlemin zenginliğini alan mükemmelliğe, olgunluğa ulaşır.
Bir insan beş farzı anlar ve beşinci farz olan haccı tamamlarsa o zaman daha ne isteyebilir ki?!
Hiçbir eksiği kalmaz.
O tamam olur.
Ama bu haccını yapmadığı müddetçe o kimsenin hayatında, dualarında, ibadetlerinde, sadakatinde, düşüncelerinde, niyetlerinde, bakışlarında, aklında, zekasında, sıfatlarında, konuşmasında ve tat almasında her zaman eksiklikler olacaktır.
Bedeninde ve alış-verişinde her zaman eksik bir şeylerin olacağı kesindir.
Bu hâldeyken insanlar hep tamamlanmamış bir zenginliği, hep eksik bir mutluluğu yaşarlar.
Asla tamam ve tatmin olamazlar.
İrfan yolunda ilâhî ilmi ve irfanımızı mutlak kesinlik, kararlılık ve iman gücüyle açmalıyız.
Allah’ın zenginliği olan sıfatlarını ve fiillerini tefekkür etmeli ve anlamalıyız.
Bu ilâhî ilmi birlik ve aşk ile O’nun huzurunda rükû ve secde ederek, şükrederek, O’na tevekkül ederek, O’nunla bir olmalıyız.
İman tamam olduğunda, irfan güneşi doğduğunda, ilâhî ilmi anlamaya ve O’nun sıfatlarıyla sıfatlanmaya başladığımızda, o zaman sırrı yani hayır ve şerrin Allahu Teâlâ’ya tevekkülde saklı olduğunu anlarız.
Zât ve sıfatı anlarız.
Helâl ve haramın ne olduğunu anlarız.
Cennet ve cehennemi anlarız.
Dünya ve âhireti anlarız.
Ruh ve ruhanî şeyleri anlayabiliriz.
Nefs-i emmareyi, hakikati ve iyiliği anlayabiliriz.

Nefret ve sevgiyi, doğru ve yanlışı anlayabiliriz.
Sevginin ne olduğunu, irfanın ne olduğunu, irfan eksikliğinin ne demek olduğunu anlayabiliriz.
İşte o zaman Allahu Teâlâ’nın sıfatları ve bu ilâhî ilim bizde tamam olur.
Bu haccı yaptığımızda O’nun zenginliğini alır, cennete gireriz.
Ölmeyenlerden olur, hem bu dünyada hem de âhirette Sonsuz Hayat’a kavuşuruz.


Resim


Resûlullah’ımız bu haccını tamamladı.
Nefsindeki dünyayı bu dünyada öldürdü.
Dünyayı dünyada öldürdü.
Hâlâ yaşıyorken öldü.
Bu haccını tamamladı.
Sonra ellerimize bize vermesi gereken hazineyi ve zenginliği bıraktı.
Allahu Teâlâ’nın O’na verdiği tüm hazineleri bize verdi.
İmanı gösterip, öğretti.
İrfanı gösterip, öğretti.
İlahî ilmi açıkladı ve verdi.
Allahu Teâlâ’nın sıfatlarını açıklayıp, gösterdi.
Allahu Teâlâ’nın hakikatına şâhid olmamızı sağladı.
Bu dünyadan ayrılmadan önce şöyle buyurdu:
“Bu asla ölmeyen, kaybolmayan bir hazinedir.
Bu hazine sayesinde hayatınızı uygun şekilde düzeltmeli ve Allah ile aranızda bir yol kurmalısınız.
”
Hz. Peygamber Resûlullah (sav) birliği, Âdem’in çocukları olan bizlerin tek bir aile olduğunu öğretti.
Allahu Teâlâ’nın “BİR” olduğunu, ibadetin bir olduğunu öğretti.
Sadece O’na ibadet etmenin gerçek ibadet olduğunu öğretti.
O eşi ve benzeri olmayan bir hazinedir.
Tek kudret vardır; O da Allahu Teâlâ’dır.
Peygamberlerin hepsi bu bir hususu dile getirdi.
O’nun sırrını anlayabilelim diye bu hazineyi getirdiler.

Hz. PeygamberResûlullah (sav) buyurdu ki:
“Hepsi bir araya getirildi, toplandı.
O’nu size eksiksiz, tam olarak getirdim.
Allah bunu bana verdi ve insanlara bildirmemi söyledi.
Şimdi onu size açıklamış oldum.
”
İndirilen Kur’ân Allahu Teâlâ’nın kelâmıdır, ilâhî ilimdir, Tiru Kur’ân’dır
(Tiru Kur’ân : Orijinal, asıl Kur’ân; kalbe yazılı olan içteki Kur’ân.)
Kalbdeki Kur’ân’da Allahu Teâlâ’nın tüm peygamberlere söylediği sözler, peygamberlerin yaptıkları gizlidir.
Her sözü iyi anlayın.
Her sözü bilerek, anlayarak kabul edin.
Kesin olarak bilin ki hepimiz Âdem’in çocuklarıyız.
Allahu Teâlâ ise “BİR” dir.
İbadete lâyık tek Rabb O’dur.
Beş farzı anlayın.
En son olarak haccı anlayın.
Haccın doğru şekli budur.
Haccın anlamı budur.

Torunlarım, kızlarım, çocuklarım, kardeşlerim.
Hepimiz düşünmeliyiz.
Bu beşinci şartı haccı nasıl tamamlayacağınızı anlamalısınız.
Bunu tamamlamalısınız.
Hepimizin bir tek aile olduğunu bilerek sevgi ve birlik içinde yaşamalısınız.
Bir olarak yaşamak, “BİR” e ibadet etmek, “BİR” e teslim olmak nasıl İman ve İslam olacağımız demektir.
Beş şartı anlamak İman ve İslam’dır.
İman ve İslam’ı doğuran kelimeyi şehâdettir.
Onun anlaşılması irfandır, irfana açıklık getiren sıfatlardır ve bu sıfatların nuru Allahu Teâlâ’dır.
Bunu anlamalıyız.


Resim


Sevgililerim!..
Her çocuk bunu gerçekleştirmek için mücadele vermelidir.
Beşinci farz çok zordur.

Diğer dördü kolaydır, yapılabilir.
Ama Allahu Teâlâ’ya iman, O’na ibadet, O’nunla doğru bir bağ kurmak ve haccımızı O’nda gerçekleştirmek kolay değildir.
Bu ikisi, ibadet ve hac zordur.
Bu ikisini Allahu Teâlâ’da birleştirmek ve tamamlamak kolay değildir.
Bunu düşünmelisiniz.

Sevgililerim!..
Allahu Teâlâ sizlere doğru yolunu ve ilmini versin, böylece bu söylediklerimizi tamamlayabilesiniz.
Allahu Teâlâ size imanı ve irfanı versin.
Size nimetini versin.
Uzun ömür versin.
Bu dünyaya gerçekleştirmek için geldiğiniz görevinizi başarmanızda Allahu Teâlâ yardımcınız olsun.
Bu yüce şartı, beşinci şartı tamamlamanızda, hazineyi eksiksiz almanızda, hayatınızı Sonsuz Hayat yapmanızda Allahu Teâlâ yardımcınız olsun.
Âmin!..

Bunu yapmaya çalışmalısınız.
Allahu Teâlâ’nın rahmeti, bereketi ve selâmı üzerinize olsun.

Essselâmü aleyküm ve rahmetullah ve berekatühu.
Âmin!..

28 Eylül 1982
Resim
Kullanıcı avatarı
ceylin
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 213
Kayıt: 15 Eki 2007, 02:00

Mesaj gönderen ceylin »

We . as. latif baba allah senden razı olsun İNŞ.Rabbim oralara gitmeyi gidipte yüz sürmeyiii ümmeti muhammede nasip etsin canı gönülden çok istiyorum inş. olurrr nasip selam ve dua ile


Lebbeyk.Allahümme Lebbeyk.Lebbeyk la şerike leke lebbeyk Lebbeyk.Allahümme Lebbeyk.Lebbeyk la şerike leke lebbeyk Lebbeyk.Allahümme Lebbeyk.Lebbeyk la şerike leke lebbeyk
En son ceylin tarafından 01 Oca 2008, 23:14 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/ucankuslar.gif[/img]
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/soyres/colyuru_1.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
ceylin
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 213
Kayıt: 15 Eki 2007, 02:00

Hacca Doğru we Lebbeyk

Mesaj gönderen ceylin »

Lebbeyk’i yaşamalı



Her söz yaşanınca değer kazanır. Sözün ruhu kalp, bedeni ameldir. Niyet ve amel hayatın hakikatidir. Hakikat iki türlü ilan edilir. Kelam ve ameldir. Kelamı yükselten de salih ameldir. “O’na en güzel kelimeler yükselir, onu da salih amel yükseltir.” (Fatır/10)

Hak Dini Kur’an Dili müellifi, bu ayeti şöyle izah eder: Kelime-i tayyip, başta kelime-i tevhid olmak üzere tesbih, tahmid, tekbir, dua, istiğfar ve ezkar gibi hoş kelimelerin hepsini şamildir. Ve bunların arşı ilahiye yükselip de makbul ameller defterine yazılması ancak bunları tahakkuk ve tasdik ettirecek salih amellere iktiran ile olur… Yine hadiste varid olmuştur ki: Allah Teala bir kavli amelsiz kabul buyurmaz ve kavli de, ameli de niyetsiz kabul buyurmaz. Kavli, ameli, niyeti de ancak sünnete isabet ile kabul buyurur. Hâsılı izzete nail olmak kavlî ve fiilî güzel taat ile olur. Yoksa gurur ve atalet, şeytanat ve seyyiat ile değil… (Cilt 6, sayfa 3980)

Telbiye de haccın şeairindendir. Telbiyedeki sözler mü’min olmanın ilk şartıdır. Bu zikir her ne kadar hacda söylense de iman bu sözlerle kaimdir.

Bunun bir benzeri günlük namazların tesbihatından sonra da söylenmektedir.Mekke’deki mü’minlerin hicret sebepleri sadece “Lebbeyk’i” ilan ve iman değil miydi? Bu cümle haccın ve imanın anlamını ifade eder. “Lebbeyk” düşünülmeden ve yaşanmadan söylenen bir söz olmamalıdır.

Mü’min bir sözü düşünür, anlar ve öylece seslendirir. Papağan gibi anlamını hissetmeden tekrarlamaz. Sözün taşıyıcısı, mesulü ve muhatabı olduğunu bilir. Söz ile değerlenir, sözü de hayatıyla temsil eder.

Milyonlarca insanımız, ülkemizde Lebbeyk’i söylemiştir, farkında mıdırlar söylediklerinin. Düşünüldü mü kelimelerinin anlamı. Kafile hocasının yönelttiği bir koro gibi mi seslendirdiler?

Neyden soyunup da Lebbeyk dediler acaba! Elbiselerinin ve süslerinin terk edilmesi yetti mi acaba? Seslerini yükseltirken hayata, eşyaya ve varlığa duyurup da yeterince “şahit” olabilirdiler mi acaba? Yoksa anlayamadan mı tekrarladılar bu zikr-i celili. Telbiye gizlice değil açıkça ve seslice söylenmelidir. Duymak değil duyurmak esastır. “Şehirlerin anası Mekke’den dalgalanan bir seda olmalıdır tüm insanlığa. Veda tavafından sonra da, taşınan bir emanettir, hacıların ayak bastıkları topraklara. Randevu mahalline girerken kapı zilini çalmaya benzer telbiye. Misafirin gelmesini haber verip izin istemesidir. Tam bir teslimiyetle gelişin ilanıdır. Kim olduğunun, nereye ayak bastığının şuurudur telbiye.

Telbiye haccın omurgasıdır
Gönülden dile, dilden âleme yayılan mana iksiridir telbiye.
Varlığından soyunarak, söylenen kutsal sözdür telbiye.
Telbiye, manevî iklime giriş parolası, Hakk’a teslimiyetin ilanıdır.
Telbiye namazdaki iftitah tekbiri mesabesindedir.
Hanefi mezhebine göre ihramın iki rüknünden (niyet ve telbiye) biridir. Bunlardan birini terk eden kimse ihrama girmiş olamaz.
Gerçek anlamda ihramlı olmak ve haccı eda etmek isteyenler, telbiyeyi anlayan, yaşayan ve yaşatandır.
Telbiyesiz hac, müşriklerin haccına benzer. Müşrikler hicri 9. yıla kadar hac yapıyorlardı. Telbiyeye inanmadıklarından Tevbe Sûresi 28. ayetin açıkladığı gibi “Bu yıldan sonra müşrikler Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar.” hükmü bildirilmiştir.
Telbiye, manası itibarıyla haccın omurgasıdır. Tüm haccın ana sütunu tevhiddir ki, bunun da ilanı şirki yok etmek ve tanımamaktır.

Telbiyenin manası nedir?


Telbiyedeki kelimelere bakacak olursak şunları görürüz: “Lebbeyk- Allahümme-şerik-hamd- nimet ve mülk.” Telbiye cümlesinin başında ve sonunda “yoktur senin ortağın” ifadesi geçmektedir. Demek ki hamd-nimet ve mülk, ortağı olmayan Allah’a aittir. Bilerek veya bilmeyerek şirke düşmüşsek hamdı, nimeti ve mülkü anlamamız mümkün değildir. Lokman’ın oğluna ilk nasihati “Evladım sakın Allah’a eş koşma; çünkü şirk pek büyük bir zulümdür.” (Lokman/13)
Tevbe edilmediği müddetçe affedilmeyen günah şirktir. Şirk Allah’ı ret değil, belki tasarrufunu ret veya başka varlıklara devretmektir. Haccın farziyyeti de, Mekke fethinden, şirkin imhasından sonra olmuştur.
Rasulullah hacca geldiğinde hac evvelki yıl farz olmuştu ve Hz. Ebubekir başkanlığında ifa edilmişti, Rasulullah gelmeden müşriklere hac yasaklanmıştı.


‘Lebbeyk’ kulluğu itiraf etmektir

Lebbeyk, gönül açmak, teslimiyeti ilan etmek, sevgiyi perçinlemek, kulluğu itiraf etmek, muhtaçlığı bildirmek, varlığı ona adamak. Tüm bunları söylerken Resul’ünün öğrettiği üzere, ona tabi olacağını da kabullenmektir.
Hamd ise tüm kulluğun, ibadetlerin özüdür, tohumudur veya çekirdeğidir. Tüm kulluğumuz hamdın açılımıdır. Hayat hamd ile başlar hamd ile son bulur.
Hamd tevhidin yaşanan yüzü işitilen sesidir. Hamd kâinatın sesidir. Şükrün zirvesi, zikrin baş tacıdır.
Hamd, toklukta ve açlıkta, darlıkta ve varlıkta hissedilen gerçektir.[/color]
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/ucankuslar.gif[/img]
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/soyres/colyuru_1.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

İnşâalah canlar ceylini!

Senin bu halk için Hakk'a Hasbi Hizmet şuûrun eminim ki,
Seni O muhteşem mekanlarda misafir edecektir.
AŞK'ın kaynağında,
Resûlullah sav Ravzasında,
Zevk Zemzemi içersin,
BİZ'im BİR'lik Duamızı edersin İnşâallah...

Sevgimiz seninle..
Resim
Kullanıcı avatarı
ceylin
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 213
Kayıt: 15 Eki 2007, 02:00

Mesaj gönderen ceylin »

Kulihvani yazdı:İnşâalah canlar ceylini!

Senin bu halk için Hakk'a Hasbi Hizmet şuûrun eminim ki,
Seni O muhteşem mekanlarda misafir edecektir.
AŞK'ın kaynağında,
Resûlullah sav Ravzasında,
Zevk Zemzemi içersin,
BİZ'im BİR'lik Duamızı edersin İnşâallah...

Sevgimiz seninle..


aminnn latif baba aminnnnn Rahmân razı olsunn inş.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/ucankuslar.gif[/img]
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/soyres/colyuru_1.gif[/img]
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

KALBİN HACCI


Resim

Muhammad Raheem Bawa Muhaiyaddeen
Muhammed Rahîm Bawa Muhyiddîn



İSLAM’IN BEŞ ŞARTI


SORU:
Hacca şimdi mi gideyim, yoksa ihtiyarladığımda mı, karar veremiyorum?

BAWA MUHAIYADDEEN:
Hacca niyet etmen güzel.
İslam’da beş şart vardır.
İman ve İslam beş şart ile altı ilkeden oluşur. (1)
Hac en son farzdır.
Haccın hâli ölüm hâlidir.
Haccını bu hâlde yapman gerekir.
Sadece “hacı” unvanını kazanmak için hacca gidilmez.
Allahu Teâlâ bu farzları Muhammed Mustafa (sav)’ya vahyetmiştir.
Allah’ın üç nehri vardır: Elif, lâm, mîm. (2)
Allah Resûl (sav)’una bu üç ırmaktan rahmetini yağdırmıştır.

Bu rahmette asıl önem beş şarta verilmiştir.

Not : (1) Beş şart İslam’ın beş direğini, sütununu temsil eder.
Bunlar:
1- Kelime-yi şahadet : “
Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhü ve Resuluhü” cümlesini söylemek,
2- Namaz,
3- Zekat,
4- Oruç ve
5- Hacdır.

Tasavvuf ehlinin açıklamış olduğu üzere Allah ayrıca altı bâtınî (iç) farzı vermiştir:
1- Sağlam bir imanla Allah’a gidersen görürsün ki bu beden gözlerinde daima Hakk’ı seyreden bir bâtınî göz vardır.
2- Bu burun deliğinde Hakk’ın güzel kokusunu duyabilen bir et parçası vardır.
3- Bu kulakta Hakk’ın sesini duyabilen bir et parçası vardır.
4- Bu dilde Hakk’ın ilmini ve güzelliğini tadabilen ve O’nun zenginliğini bilen bir et parçası vardır.
5- Bu dilde yine bir ses vardır ki O’nunla konuşur, her şeyden uzak tek başına kaldığında O’nun zikrini söyler.
6- Ve bu iç kalbte bir et parçası vardır ki orada on sekiz bir alem, semâlar, âhiret bulunur. Orada melekleri, peygamberleri ve Allah’a secde eden nurları bulursun.


Not : (2) Bawa Muhaiyaddeen bu Üç Harfin;
Üçlü Aşk Ateşi,
Üçlü Nur ve
İnsanın gerçek sûretini temsil ettiğini açıklar.

Elif ( ا ) Yaratan (Hâlik) Allah’tır.
Lâm (ل ) irfan ışığı nurdur.
Mîm (م ) de Hz. Muhammed (sav)’dir, ruhun nurudur.
Sen kimsin?
Sen Muhammed (sav)’sin.
İçinde ne var?
Nur, yani lâm. Bu irfandır.
Onun içinde ne var?
Allah, yani sessiz elif.
Bu üçü bir tek sûrette, bir tek bedende bir araya gelmiştir. Bedende bir nur vardır, bu nurda da sır.
Rabb, Yaratan ve insan arasındaki ilişki budur.

(Questions of Life-Answers of Wisdom adlı kitabın 264. sayfasından alınmıştır.)



Resim

İlk şart Allah’a inanmak ve iman etmektir.
Şeksiz şüphesiz, kuşkudan uzak, hased etmeden Allah’ı bilmek ve kabul etmektir.
Allah’ın eşi-benzeri olmadığını, O’nun Bir olduğunu kabul etmektir.
O’nun benzeri bir ilâh yoktur.
Sadece O Rabb’dir.
Bunu kesin olarak bilmelisin.
Allah’ı kabul etmelisin.

İkinci şart Allah’ın böyle bir Yaratan olduğunu kabul ettikten sonra iman ve yumuşak bir kalble O’na ibâdet etmeli, O’nu tesbih etmelisin.
Allah’tan başka ibâdete lâyık kimse yoktur.
Kalbimizi O’na yöneltmeliyiz.
Tek zenginliğimiz ve rahmetimizin sadece Allah olduğunu kabul etmeliyiz.
Bizim cennetimiz (firdevs) sadece Allah’tır.
O bütün âlemlere Merhametli, Rahmetenlül Âlemin’dir.
Üç âlemin de zenginliği O’dur.
Evvel’in, dünyanın ve âhiretin zenginliği O’dur.
Kesin bir imanla Allah’a inanmalı ve ibâdet etmeliyiz.
Bunlar İman ve İslam’ın ilk iki şartıdır.
İlki kesin bir imanla Allah’a inanmak, ikincisi de O’na ibâdet etmek, O’nu tespih etmektir.

Resim

Üçüncü farz zekattır.
Tek zenginlik sadece Allah’tır.
Buna göre O’ndan başka hiçbir zenginliğimizin olmadığını kabul etmeliyiz.
İman ve İslam’da tek zenginliğimiz Allah’tır.
Sadece O’na tevekkül etmeliyiz.
Ne olursa olsun, neyle karşılaşırsa karşılaşsın böyle bir iman hâline sahip kimse her zaman sabırlı olur.
Sabır İman ve İslam’a giriştir.
İkincisi böyle bir kimsede şükür de vardır.
Üçüncüsü hangi nimet gelirse gelsin bu kimse razı olur ve “Elhamdülillah” diyerek Allah’a şükreder.
Sadece kuş sütü eksik bir sofrada da olsa, bir bardak su da olsa “Elhamdülillah. Biz Sana inanırız” der.
Dördüncüsü biraz sonra neyle karşılaşacak olursa olsun bilmese de “Teveküllallah. Allahım bu Senin ellerindedir” diyerek Allah’a teslim olur.
Ne gelirse gelsin “Elhamdülillah. Allah’a şükürler olsun. Bu bize yeter” deriz.
Bir sonraki an diri ya da ölü olabiliriz, ama ne olursa olsun “Tevekülallah” diyerek Allah’a teslim oluruz.
Bu İman ve İslam’a başlangıçtır.
Bu hâle ulaşır ve tek zenginliğimizin Allah olduğunu görürsek, o zaman bu işleri yapanın O olduğunu, her şeyin O’ndan gelip O’na gittiğini görürüz.
Hayır ve şer Allah’a tevekküldedir.
Zât ve sıfat Allah’ın hükmündedir.
Zât rahmet, sıfat ise yaratılmışlardır.
Yediklerimizin helâl ya da haram olup olmadıklarını bilmeliyiz. İzin verilen şey helâl, yasaklanan şey haramdır.
Bunu anladığımız zaman hâliniz İman ve İslam olur.
İman İslam’dır.
Eğer iman yoksa İslam da olmaz.


Hepimiz Âdem (as)’in çocuklarıyız.
Herkes İslam’dadır.
Allah insanları elif, lâm, mîm dahil olmak üzere 28 harf ile yaratmıştır. (3)

Not : (3) 28 harf Arapça’daki 28 harftir. İnsan suretinin her bir kısmı bu harflerden birisiyle temsil edilir. İnsan kendisini temizlediğinde insanda bu harfler nur suretine bürünerek ondan Ümmül Kur’an, yani Hz. Muhammed (sav)’e vahyedilen Kur’an’ın sonsuz kaynağı görünür.


Buna göre her şey İslam’dadır.
Allah hayatı temiz, saf yaratmıştır.
Allah’ı şüpheden uzak fark eden, sadece O’na inanan ve O’na ibâdet eden İman ve İslam’dadır.
İman’ı olmayanın İslam’ı da olmaz.
Bunu anlamalıyız.
Allahu Teâlâ elif, lâm ve mîm ırmaklarıyla bunu Muhammed Mustafa (sav)’ya vahyetmiştir.
Elif olan Allah’ın sesi duyulur.
Elif, lâm ve mîm noktalar, işaretler sayesinde çeşitli sesler verirler.
Eğer nokta harfin üzerindeyse başka bir ses, harfin altındaysa başka bir ses verir.
Arapça’daki bu yedi nokta, işaret farklı sesler üretir.
Harflerin tek başına sesleri yoktur.
Sesi bizim vermemiz gerekir.
Kur’ân sesler olmadan varolur.
Sesi biz veririz. İman ve irfanın bu sesi vermesi lazımdır.
İşte o zaman Allah’ın sesi duyulabilir.
Bizim bu sesi verdiğimiz zaman duyulur.
Yoksa sessizdir (ümmi). Sadece orada durur.
Bunu anlamamız lazım. Yedi tane âlet vardır.
Bunlar bilincin yedi düzeyidir, hâlidir: hissetme, uyanıklık (farkında olma), akıl (muhakeme), zekâ (ince fikirlilik), Kutb’un irfanı olan ilâhî tahlili irfan ve lâm, Nur, Nur-u Muhammedi olan ilâhî nur irfanıdır.
Bu yedisiyle irfanın sesini vermelisiniz.
O zaman Allah işitir.
Bu Ümmül Kur’ân’dır.
Yani insanın içindeki Kur’ân’dır.
İnsan Kur’ân’dır.
Bu ise Fatiha Suresi’dir. (4)
Elhamdülillah.
Allah’a şükürler olsun.
Bunu anla.

Resim

Not : (4) Her namazda okuduğumuz sure Fatiha’dır. Burada insanın iç suretini gösterir. Toprak, ateş, su ve hava olan bedenin dört unsurunun tam olarak anlaşılmasını ve nefsini bilerek Rabbini bilmeyi ifade eder.

Bu âletlerle sesi verdiğimizde Allahu Teâlâ bizi işitir, dinler, bizimle konuşur ve bize rahmetini verir.
Ama bunu bizler anlamadığımız için Muhammed Mustafa (sav) Miraç’ta bizlere olan merhametinden dolayı Allah’tan elli bir vakit namazı beş vakite indirip insanlara kolaylaştırmasını istemiştir. Bunlar farzdır ve önemlidir.

İlk namaz sabah namazıdır.
Bu namazla bizdeki toprak unsurunu, bir avuç toprağı anlamalıyız.
Onu öldürerek, özünü alarak bu unsuru anlamalıyız.
Daha sonra öğle namazı gelir.
Bu namazla ateş unsurunu anlamalı ve onu öldürmeliyiz.
Öfke, kibir, benim-senin sahiplenmesi ve ‘Ben-Sen’ sıfatlarının dahil olduğu şeytan unsuru budur.
Üçüncü vakit ikindi namazıdır.
Bu da su unsurudur.
Yaratılmışlık, şehvet, kin, hırs, kıskançlık, cimrilik, hoşgörüsüzlük, taassup ve gururla ilgilidir.
Bunların hepsi yaratılmışlıkla bağlantılıdır.
Bu bağlardan kurtulmalıyız.
İkindi vakti budur.
Daha sonra akşam gelir.
Bu gündüz-gece, yaşlılık ve ölümün öldürülmesi zamanıdır. Beşincisi yatsı namazıdır.
Hayat ve ölüm demektir.
Bu âleme, doğuma ve karanlığa olan bağlarımızı öldürmeliyiz.
Bu ölümlerle öldükten sonra ruhlar âleminde Allah ile bir oluruz.
Yukarıda anlattığımız hâlin ötesi tasavvuf âlemi ya da ilâhî ilimdir. Bu hâldeyken vakit yoktur, gece ve gündüz yoktur.
Tasavvufta insan konuşmadan konuşur, ibâdet etmeden ibâdet eder, uyumadan uyur, yemeden yer, ölmeden ölür.
Böyle birisi daima Allah’ı tesbih eder, belirli ibâdet saatleri yoktur.
Bir günde 43242 defa Allah’a rükû ve secde yapar. (5)

Not : (5) Bawa Muhaiyaddeen bir insanın günde 43242 defa nefes alıp verdiğini hesap eder. Bu yüzden bu hâlde bulunan insan her nefesinde ibâdet etmiş olur.


Bu tasavvuf hâlidir.
Beş vakit namaz vardır.
Bir de altıncısı var.
Allah’ın tesbihinde ölmek demektir.
Bu tasavvuftur.
Bu hâldeki birine dünya haramdır.
Dünyadaki her şey haramdır, sadece Allah helâldir.
Bunlar İman ve İslam’ın önemli iç manalarıdır.
Bunları anlamadığımız için toprağa, altına, zenginliğe ve kadına olan isteklerimize sarılırız.
Yedi Tamuya (nefs-i emmareye) sıkı sıkıya bağlı kalırız.
Allahu Teâlâ güneşi, ayı, toprağı, suyu, havayı ve ateşi hepimiz için ortak olarak yaratmıştır.
Allah yarattığı her varlık için bir yer sağlamıştır.
Ağaçlarda yaşayanlar için ağaçlarda yer sağlar.
Oyuklarda yaşayanlara oyuklarda bir yer sağlar.
Toprağın altında yaşayanlar için toprağın altında bir yer sağlar. Karınca yuvalarında yaşayanlar için karınca yuvaları sağlar. Ormanda yaşayanlar için bir yer sağlar.

Mağarada yaşayanlara bir yer sağlamıştır.
Yerdeki karıncalara, kurtlara, böceklere, her mahlukata bir yer vermiştir.
Havada yaşayanlara havada bir yer sağlar.
Ateşte yaşayanlara ateşte bir yer sağlar.
Rabb olan Allah kendi ortak malını tüm mahlukata verir.
Tüm mahlukata özgürlük ve yaşanılacak yer verilmiştir.
Hepsine su, hava, ateş ve toprak unsurları verilmiştir.
Ama insan Allah’ın tüm mahlukata ortak olarak verdiği şeyi zorla kendisine alır.
Başkalarının evlerine el koyar.
Suyun sahibi olduğunu iddia eder.
Havanın kendisinin olduğunu söyler.
Güneşi kendi malı yapar.
Toprağı kendi malı yapar.
Ayın sahibi olduğunu söyler.
Her varlığın ortak malı olan şeyleri kendi mülkü yapmaya çalışır.
Tüm savaşların ve kavgaların nedeni budur.
Bundan dolayı Allah Resûlullah (sav)’ı göndermiştir:
“Benim Âdem’imin çocukları herkesin ortak malı olan bu şeyler için kavga ediyorlar, bunun için telef oluyorlar.
Allah BİR’dir.
İnsanoğlu sadece Beni isteyebilir.
Onun tek hazinesi Benim.
Geriye kalan her şey herkese aittir. Herkesin ortak malıdır.
”

İnsanoğlunun bunu anlaması için Allah, O’nun nuru olan 124000 peygamberi, kutupları ve evliyâları Allah’ın Bir olduğuna delil olarak gönderdi.
Bu 124000 peygamber arasından 8 peygamberi seçti:
Âdem (as), Nuh (as), İbrahim (as), Musa (as), Davud (as), İsa (as) ve Hz. Muhammed (sav).
Kur’ân’da 25 peygamberin adı zikredilir ve bunların arasından 8 peygamberi Allah özel olarak seçmiştir.

Bu sekiz peygamberden en sonuncusuna Allah :
“Ya Muhammed! Git ve insanoğluna bu şeylerin hepsinin Bana ait olduğunu söyle.
Bunlar herkesin malıdır.
Hiç kimsenin malı değildir.
İnananlara bunu Benim söylediğimi bildir
” buyurdu.
Allah Hz. Muhammed (sav)’e 6666 âyet ile sayısız hadis vahyetmiştir.
Allah Resûlü (sav)’ne inananlar bunları kabul etmiştir.
İnananların içinden sadece çok azı Allah’ı tek hazineleri olarak kabul edip O’ndan gayrı her şeyi reddetmiştir.
Bunu yapanları da dünya reddetmiştir.
Bazıları öldürülmüş, bazıları işkence görmüş, bazıları da evlerinden uzaklaştırılmıştır.
Allah’a sığınarak evlerini arkalarında bırakmışlardır.

Resim

En son olarak Allahu Teâlâ Muhammed Mustafa (sav)’ya bu sözleri bir delil olarak verdi ve beş farzı insanlara açıklamasını söyledi.
“Bu İman ve İslam’dır.
İnsanlar bir tek Benim sadece Mutlak Bir olduğumu,
değişmeyen hazine olduğumu,
eşi benzeri olmayan Bir olduğumu,
hiçbir şeyden zarar görmeyen Bir olduğumu,
asla ölmeyen Bir olduğumu,
her kalbe huzur ve ihtiyacını veren Bir olduğumu,
Hâlik ve Rezzak olduğumu,
ruh veren ve verdiği ruhu geri çağıran Bir olduğumu,
adaletle hüküm veren ve herkesin çabasına göre uygun yeri veren Bir olduğumu anlamıyorlar.
”

“Tüm bunları yapan Bir Benim.
Beni unuttular Ya Resûlullah.
Sana Rahmetenlül Âlemin (Âlemlere Rahmet) ismini verdim.
Ya Resûlüm, git ve Sana inananlara bunları söyle.
İman ve İslam hâlinde olanlara, Beni fark edenlere dünyaya ait şeyler ve hediyeler haramdır.
Eğer Beni fark ettiyseler bunlar onlara haramdır.
Ümmetine söyle dünyanın hediyelerini kabul etmesinler.
Her şeyin sahibi Benim, Beni kabul edenlere bu şeyler haramdır.
Benim iznim olmadan Bana ait olan şeyi vermek yasaktır.
Sadece Ben verir ve alırım. Veren ve Alan sadece Benim.
”
Allah böyle buyurdu.

Bunun farkına varmayan bizler :
“İmanımız var! Biz İman ve İslam’dayız!” deriz.
Ama Allah’ın sözlerini unutup toprağa, altına ve kadına daha çok önem veririz.
Allahu Teâlâ Resûlullah (sav)’ı en son Peygamber olarak bunları açıklaması, bizim anlamamız ve ona göre davranmamız için gönderdi.
Ama Resûlullah (sav) ne söylediyse biz kabul etmedik, yapmadık. Hâlâ bağlı kaldığımız yanlarımız oldu.
Peygamberimiz (sav) zamanında insanlar şeytana uyuyordu, sayısız tanrı heykelleri yapıp duruyorlardı.
Çok sayıda hayvan putları yaptılar.
Yılanları, akrepleri, kargaları, kartalları, balıkları, kedileri, fareleri, köpekleri, tilkileri, aslanları, kaplanları ve şeytanları tanrıları yapmışlardı.
Kâbe’de 330milyon putun yanında, 48bin küçük heykeller vardı. İnsanlar tüm bunları Kâbe’nin içinde tutuyor ve tapıyordu.
Bu putlardan bazıları İbrahim (as), bazıları Musa (as), bazıları da diğer peygamberler tarafından yok edilmişti.
O zamanlarda şeytan insanlarla heykellerden konuşurdu.
Resûlullah (sav) geldikten sonra tüm bu putların ağızları mühürlendi.
Bütün putlar ve mucizeleri paramparça edildi.

Resim

Kâbe’de yüzüstü yere yıkıldı ve paramparça oldular.
Resûlullah (sav) sadece Allah’ın varolduğu delilini verdi.
Ama insanlar bunu dosdoğru kabul etmediler.
Allah beş vakit namazı emretti.
Bir şeylerin küçük çocuklara adım adım, basamak basamak öğretilmesi gibi insanlara da imanlarını güçlendirmek için kolay bir yol olarak bu namazlar verildi.
İnsanlar en azından bunu yapabilirdi.
İmanı olanlar bunu anlamalıdır.
Bu beş vakit namaz iç manaları anlayabilmeleri için insanlara farzdır.
Kesin imanı olanlar iç manaları anlarlar.
Onlar için Allah tek hazinedir, tek zenginliktir.
Beş vakit namazla birlikte toprak, ateş, su, hava ve eter (boşluk) unsurlarına olan bağlarını kesmelidirler.
Bu beş unsurun ölmesi gerekir.
Beş vakit namazın iç (bâtınî) anlamı budur.
Tasavvuf budur.
İnsanlar bu hâle henüz ulaşamadıklarından beş şart bunu yavaş yavaş fark etmelerine yardımcı olması için gönderilmiştir.

Birinci şart Allah’a iman,
İkincisi sadece Allah’a ibâdet,
Üçüncüsü zekat,
Dördüncüsü oruç,
Beşincisi de hacdır.
Bunu anlamalıyız.

Allah’a imanımız varsa, Allah’ı tek rahmetimiz olarak biliyorsak o zaman bizim için O’ndan başka hazine olamaz.
Buna böyle iman etmeliyiz.
İmanı olanların sadece Allah’a götürebilecekleri şeye sahip olmaları gerekir.
Allah’a götüremeyeceğimiz her şey bize haramdır, bu şeyleri elimizde tutamayız.

Toprağı bizimle birlikte götüremeyiz, alamayız.
Toprak toprağa aittir.
Suyu alamayız, su suya aittir.
Havayı ya da ateşi götüremeyiz.
Bunların hepsi haramdır.
Nefs-i emmaremizi götüremeyiz.
Bunlar haramdır.
Allah’a götürülemeyen her şey haramdır.
İmanı olanlar bu şeylerden herhangi birini hediye olarak kabul edemezler.
Bunu tefekkür eden kimse hediye almanın ve vermenin haram olduğunu fark edecektir.
Eğer bir kimsenin sadece Allah’ı varsa nasıl bir şey alır ya da verebilir ki?
O kimsenin zenginliği sadece tek olarak Allah’tır.
O kimse ne alıp verebilir ki?
Bu ilâhî ilim okyanusunda (bahr-ul ilim) anlamamız gereken şeylerden biridir.

Resim

Bunu anlamayanlara gelince onlara oruç tutmaları emredilir.
Böylece en azından başkalarının açlığını anlayabilsinler.
Oruç tutan bir kimse kendine bakmalı ve açlık hâlinde nasıl yorgun düştüğünü, bedeninin güç ve kuvvetini, ağırlığını nasıl kaybettiğini görmelidir.
Bunun farkına vararak sahip olduklarını başkalarıyla paylaşır.
İnsan en azından bunun farkına varır ve kardeşlerine yardım eder.

Resim

Daha sonra Allah insana kazandığının en az yüzde beş ya da onunu zekat olarak diğer insanlara yardım etmek için vermesini söyler.
İnsan bu emri de unutmuştur.
Kendi kazancı için çalmışlardır bile.
Son olarak Allah haccı beşinci farz olarak emreder.

Her şeyini bir kenara bırak, Mekke ve Medine’ye git ve ihram giy.
Hanımına onun olan şeyi, yani mehrini ver.
Çocuklarına ne vermen gerekiyorsa ver.
Fakirlere ve komşularına vereceklerini ver.
Tek hazinen olarak Allah’ı beraberinde al ve bu hac yolculuğunu yap.
Haccını yaparken ihramını giy çünkü bu hâldeyken dünya sana ölüdür.
Bu ölüm hâlinde git ve Allah’a teslim ol.
O’na tevekkül et. Git ve Allah’ta öl.
O’nunla yeniden doğ ve O’ndan Muhammed (sav) doğar.
Muhammed (sav)’in anlamı Allah’ın cemâli ve nurudur.
Bu cemâli ve nuru al. Nefsini Allah’a teslim et.
Allah’ta yeniden doğ ve görevini O’nda tamamla.
Hac budur. İç (bâtınî) farz budur.
Eğer bunu tamamlar ve bu hâlde ölürsek o zaman haccımızı yapmış oluruz.
Başka türlü Mekke ve Medine’ye sadece turist gibi gitmiş oluruz. Hıristiyanlar Roma’ya turist olarak giderler.
Diğer dinlere ait çeşitli ibâdet yerleri vardır ve insanlar buralara turist olarak giderler.
Hacca “hacı” unvanını almak için gidilmez.
Bu farzı yerine getirdiğinde senin için başka farz kalmaz.
Hayatında bir kere haccını yapmak zorundasın.
Ölmeden önce ölmelisin, dünyada bir ölü gibi olmalısın.
Hac budur. Doğru yol budur.

İnsan İman ve İslam’daki görevlerini anlamalıdır.
Bugün insanların yaptıkları hac sadece turistik bir gezidir. İnsanlar “lebbeyk... lebbeyk...” (6) diyerek evlerinden ayrılırlar. Hacca giderler ve altın, gümüş yüzükler, kapkacak, radyo gibi eşyalar alıp evlerine dönerler.
Geri döndüklerinde haclarını yaptıklarını düşünürler.
Artık istedikleri her şeyi yapabileceklerini düşünürler.
Ama hac hayatta sadece bir kere yapılır!

Bunu yaptığında geriye başka yapacak ne kalır ki?
Bunun yerine insanlar evlerine geri döner ve cehennem için davetiye çıkarırlar.
Dünyada bugün olan şey budur.
Resûlullah (sav) başka bir hac yaptı.
Resûlullah (sav)’ın ve inananların 1400 yıl önce yaptığı hac bizim anlattığımız hacdır.
Ama bugünün haccı sanki Mekke ve Medine’ye turistik bir gezi gibi. Gerçek haccı anlamak ve tam olarak yapmak önemlidir. Mekke’ye gittin, Kâbe’yi tavaf ettin, orada ibâdet ettin diye Allah sana cenneti mi verecek?
Hayır.
Bunu düşün.

Mekke’de yaşayan bütün develer, kediler, köpekler, orada doğan Ebu Cehil ve oğlu İkrima (7), çocukları cennete mi ulaştı?
Her şeyin bir iç bir de dış anlamı vardır.
Dış bedendir, iç kalbdir.
Daha içi ise özdür (zât).
Orada çok fazla basamak bulunur.
Bunun içinde iman vardır.
Onun içinde Nur-u Muhammedi bulunur.
Onun içinde bu nurun sıfatları, onun da içinde Nur-u Muhammedi’nin parlak irfanı bulunur.
Bu irfanda Allah’ın hitabı duyulur.
O’nun rahmeti buradan yayılır.
Âhiret günü buradan anlaşılır.
Bu hâle ulaşmadan ölürsek kafir olarak ölürüz.
Bu hâlde ölürsek o zaman İman ve İslam’da ölmüş oluruz.
73 grup vardır. (8)

Bu en son hâle ulaşan kimse mü’min, hakiki inanan olarak ölür. Ulaşamayanlar ise kafir olarak ölür.
Ölmeden önce bunun farkına varmalıyız.
Bunu düşünmeliyiz.
Buna göre kardeşim sen daha gençsin.
Başkaları hacca gidiyor, eğer sen de gitmek istiyorsan git ve gel.
Seni durduramam.
Ama söylediklerimi anlamalısın.
Oldu mu?

Essselâmü aleyküm ve rahmetullah ve berekâtühu.

Allah’ın rahmeti, bereketi ve selâmı üzerinize olsun.

11 Eylül 1980


Not : (6) Lebbeyk... lebbeyk... : Emret! Emrindeyim!

Not : (7) Ebu Cehil: Hz. Muhammed (sav)’in en azılı düşmanlarından biridir. Asıl ismi Amir bin Mişam’dır. Müslümanlar “Cehâletin Babası” anlamına gelen Ebu Cehil ismini takmışlardır.
İkrima: Ebu Cehil’in oğlu. Uzun yıllar Hz. Muhammed (sav)’in düşmanıydı, sonra İslam’ı kabul etti ve Hz. Peygamber (sav)’in sahabelerinden biri oldu.

Not : (8) Bawa Muhaiyaddeen 73 grup insandan söz eder.
Bunlardan sadece 73. grup mükemmel, tam imana sahip gerçek insanlardan oluşur.
Geriye kalan 70 grup insanın Allah’a imanı yoktur.
Son iki grubun ise imanı vardır, ama hâlâ dünya ve dünya zevklerine istekleri vardır.

(Islam and World Peace: Explanations of A Sufî adlı kitabın 57. Sayfasından alınmıştır.)


73.üncü Muhammedî Fırka-i Nâciye :

Resim --- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“İsrâil oğulları 71 fırkaya ayrıldı. Benim ümmetimde şüphesiz 72 fırkaya ayrılacaktır. Bunların hepsi ateştedir. Yalnız bir fırka hariç o ise cemâattir. (Muhammedî Fırka-i Nâciye) !” buyurmuştur.
(Enes bin Mâlik (ra) dan; İbni Mâce, Sünen-Fiten 3993)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

KALBİN HACCI


Resim

Muhammad Raheem Bawa Muhaiyaddeen
Muhammed Rahîm Bawa Muhyiddîn




KÂBE’NİN ANLAMI



Resim


SORU: Kâbe’nin önemi ve anlamı nedir?

BAWA MUHAIYADDEEN: Biz İslam’da olmamıza rağmen hâlâ Kâbe’nin önemini anlamış değiliz.
İbrahim Peygamber örnek olması için dünya üzerinde bir mescid, câmi yaptı ve ona Kâbe ismini verdi.
Resûlullah (sav) geldi ve İbrahim (as)’den sonra yıkılan, aynı câmiyi tamir etti.
Bu Kâbe’dir.
Sorduğun şey çok önemlidir.
İslam’da tam olarak anlaşılamayan en önemli meselelerden biridir.
Resûlullah (sav) zamanında Kâbe tekrar inşa edildi, tamir edildi.
Resûlullah (sav) : “Gelin! Burada bir araya gelin!” buyurdu.
Yani Kâbe dünyanın merkezidir denildi.
Bir insanın hayatının en önemli şeyi olarak düşündüğü, en çok değer verdiği şey onun Kâbe’sidir.


Resim
Kâbenin anahtarı

Eğer kesin bir imanla Allah’ı kusursuz, mutlak Bir olarak görürse, baktığı her yerde O’nu görürse bu Kâbe’dir.
Allah’a nerede ibâdet ederse etsin orası Kâbe’dir.
Bu imanı ve bağı nerede olursa olsun orası Kâbe’dir.

İbrahim (as) bu yeri Allah’ın hatırlanması (zikri) için yaptığını açıkladı.
Ama bu sadece dış, zâhirî örnektir.
İman ve İslam’da olanlar, temizlenmiş ve birlik içinde olanlar nerede olursa olsun orası Kâbe’dir.
Herkesin birlik içinde olduğu yer Kâbe’dir.
Allah’ın , temizliğin ve Allah’ın kudretinin bir tek yerde bir araya geldiği yer Kâbe’dir.
Allah’ı üç bin sıfatı ve 99 esmâsının olduğu yer Kâbe’dir.
Üç âlem, evvel, dünya ve âhiret bir olduğu zaman İslam olur.
Buna göre evvelde İslam, dünyada İslam, âhirette İslam olacak.
İslam budur.
Üç âlemde de Allah ile bir olduğun yer Kâbe’dir.
Burası Allah’ın Arşıdır.
Dua ve ibâdet yeridir.
Firdevs cennetidir. Böyle bir yere Kâbe denir.
Nerede olursan ol fark etmez Allah’la bir olduğun yer Kâbe’dir.
Kalbinde Allah’la beraber olduğun yeri tefekkür etmelisin.
Bu temizlenmiş yer Kâbe’dir.
Burası Kıble olur. (1)
Bir yerde doğduk ve bizden başka bir yere seyahat etmemiz isteniyor.
Doğduğumuz yer nurun bize gönderildiği yerdir, bu başka bir yer ise onun kaybolduğu yerdir.


(1) Namaz kılarken yüzümüzü kıbleye döneriz.
Tasavvufa göre insanın doğduğu yer Doğu’dur.
İnsanın yaratılışı Doğu’dadır.
Yani insanın göründüğü yer Doğu’dur.
Batı nedir?
Burası da insanın kaybolduğu, bittiği yerdir.
İnsan Doğu’da görünür, Batı’da kaybolur.
“Yüzünüzü kıbleye dönün!” sözünün anlamı budur.
İnsan namazında kaybolmalıdır.
İnsan Doğu’da doğduğuna göre, kendini Batı’da kaybetmeli, ölmelidir.
Namazında kaybolmalıdır.
Batı insanın kendini Allah’ta kaybettiği en son duraktır.

(1 Şubat 1975’te yapılan bir sohbetten alınmıştır.)


Resim

Allah bu nuru, bu ruhu bize gönderdi.
Bu nuru bulup O’na sunmalıyız.
Böylece O’nda yok olalım.
Ruhumuzun ve imanımızın geri alındığı ve Allah’ta yok olduğumuz yer Kâbe’dir.
İbâdetlerimizin, dualarımızın O’nunla bir olduğu yer Kâbe’dir.
İman ve İslam’ın ibâdet yeridir, burası kalbdedir.
İmanın olduğu yer kalbdir, burada kelimeyi tevhidi söyleriz:
“Lâ ilâhe illallah Muhammedun Resûlullah.”
Bu kelime ve Resûl aşkı ile Allah’la konuştuğumuz yer kalbdir.
Mi'rac budur.
Peygamber Resûlullah (sav)’in Allah’la konuştuğu bu yer Kâbe’dir.
Bizim için de burası, kalb Kâbe’dir.
Ruhumuz, imanımız ve maneviyatımızla O’nunla konuştuğumuz yer kalbdir, Kâbe’dir.
Temizlenmiş kalbe Kâbe denir.
Tertemiz yerlere Kâbe denir.
Namaz ve dua yeri Kâbe’dir.
Bunda bir çok manalar vardır.
Bu Allah’ın sırrıdır.


Resim


İslam’da her şeyin bir olduğu, birlik içinde olduğu yer Kâbe’dir.
Bu yerde üç âlemin, evvelin, dünyanın ve âhiretin ayrılığı yoktur. Üç makam vardır:
Kalb, Arş (2) ve Kürsî.
Kalb yüzünü Arşa döner, Kürsî Allah’ta rükû ve secde yapar.
Kürsî Allah’ı tesbih ederek, yücelterek teslim olur.
Kalbindeki Allahaşkı ve Allahbilgisi ile bir kimsenin imanı ve irfanı Allah’a teslim olur.
Kürsî’nin Allah’a dokunduğu yer Kâbe’dir.
Bir kimse her vakit namazını böyle bir teveccühle kıldığı zaman Kâbe onunla olur.
Bu içteki Kâbe’dir.
Dışta, zâhirdeki ise câmide yüzünü Kıble’ye (3) dönmen, mihraba (4) yönelmenle olur.
Mihrab muharebe alanı demektir.
Mücadele verdiğin yerdir.
Gerçek ibâdet yapıldığında Kâbe senin kıblen olur.
Zâhirdeki ibâdet yerleri içimizdeki şeylere karşı mücadele verdiğimiz muharebe alanları gibidir.
Bizdeki kötü ahlâka ait şeylerle mücadele etmeliyiz.
Onları yenmeli, sona erdirmeli, zafer kazanmalıyız.
Böylece Allah’ı tesbih ederiz.
Bunları alt edip, zafer kazanmalıyız.
Câmilerde mihraba, muharebe alanına yüzümüzü döndüğümüzde olan şeyler bunlardır.
İlk önce mücadele etmeli ve zafer kazanmalıyız.
Ondan sonra Kâbe’ye ibâdet etmeye gideriz.
Tüm ayrılıkların, farklılıkların kaybolduğu, her şeyin bir olduğu yer Kâbe’dir.
Böyle bir Kâbe’de ibâdet edenler asla cehennem yüzü görmezler.
Mahşer gününde sorgulama görmezler.
Onlar Allah’la konuştular. Her nefeste Allah’a rükû ederler.
Onlar bu dünyada ve âhirette Allah’ın şâhidleridir, O’nun varlığına şahadet ederler.


Resim

Onların ibâdet ettikleri yer Kâbe’dir.
İmanınla Allah’a teslim olduğun yer Kâbe’dir.
Kötü ahlâka ait tüm şeylere karşı zafer kazandığında, onları kestiğinde sadece Allah’ın varolduğunu görürsün.
O zaman ne savaş kalır ne mihrab.
Burası ibâdet yeridir, gerçek Kâbe’dir.
Elhamdülillah.
Anladın mı?

5 Eylül 1983



(2) Arş : Kürsü, taht, yüce makam. En yüksek gök. Allahın kudret ve saltanatının tecelli yeri.
(3) Kıble : Batıni anlamıyla kalbteki Allah’ın tahtıdır.
(4) Mihrab : Câmilerde duvarda bulunan ve imamlık edene ayrılan Mekke yönünü gösteren oyuk. Aynı kökten gelen üçüncü fiile göre muharebe etmek demektir. Buna göre şeytan ve heva, Allah’tan gayrı her şey ile içteki muharebe edilecek yerdir.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

KALBİN HACCI


Resim

Muhammad Raheem Bawa Muhaiyaddeen
Muhammed Rahîm Bawa Muhyiddîn



KALBİN TAVAFI


Resim

Allahım!
Euzübillahimineşşeytanirracim.
Bismillâhirrahmânirrahîm.

Bütün dualar, ibâdetler ve selâmlar daima Sana olsun.
Âmin!
Bize rahmetinle ve güzel sıfatlarınla lütfet!
Sen rahmetin, Sırrına Erişilmez Hakimisin, kıyaslanamayan sevgi Sensin,
Bitmeyen zenginliğinle bize nimet veren Sensin.
Her iki âlemin de Meliki Sensin,
Tatlılık, süt ve balı, bu üçünü kalbime lütfeden de Sensin.
İrfanımın Nuru Sensin.
Ruhuma Ruhsun, benden iş gören Sensin.
Bu hayatı ve sonraki hayatı, geceyi ve gündüzü var eden Sensin.

Ey Ruhların Kaynağı,
Ey irfan içindeki İrfan,
Ey ruhtaki Ruh,
Ey evvelin Evvel’i!


Resim


Allahım!
Sen her şeyin ötesindesin, tek hazinesin.
Sadece Sen varsın (illallah).
Sensin Samed, eşi benzeri olmayan Sultan Sensin.
Ne eşin var, ne ortağın, ne de akraban.

Öfke, nefret, hırs, şehvet, gurur ve dedikodu Senden uzaktır.
Ne bugün, ne yarın ne de başka bir gün kimsenin korumasına muhtaç değilsin.
Haktaki Haksın.
Her şeyin Sahibi ve Hükümdarı Sensin.
Her varlığı besleyen, nimet veren Rezzak Sensin.
Veren ve Alan Hâlik Sensin.
Her hayatın Sahibi ve Sultanı Sensin.
Sonsuz iyilik Sensin.
Hep iyiliğimizi, hayrımızı istersin.
Ey her hayatın rahmet kaynağı, nimeti Allahım!
Evvel Sensin,
Âhir Sensin.
Bizlere Sana ait olan iyi düşünceleri, irfanı ve iyi işleri lütfet.
Âmin! Âmin!

Tüm günahlarımızı bağışla, dertlerimize devâ ol!
Bizleri kötülükten ve kötü düşüncelerden uzaklaştır, koru!
Günahlar bir araya gelmiş, yığılmış, bu dünyadan bir avuç toprak gibi.
Bu toprak toprağı yiyerek büyüyor.
Et eti, su suyu, ateş ateşi, hava havayı, insan insanı, kötülük kötülüğü, şeytan şeytanı yiyerek büyüyor.
Bir sıfat başka bir sıfatı yiyerek bu bedeni oluşturuyor.
Bu beden günah ve hatalarla dolu.


Resim


Allahım!
Yâ Rahmanü!
Yâ Rabbül Âlemin!
Yâ Azizü!
Yâ Saburü!
Sensin Rabbimiz!


Senin farkına nasıl varılacağını anladığım gün Seni de görmüş olacağım.

Eğer nefsimi görebilsem, o zaman Seni de onda görmüş olacağım.
İrfan budur.
Buna iman etmeliyiz.
Allahım, kuyuyu görmeyen suyu da çıkartamaz.
Toprağı görmeyen, kazıp bir kuyu açarak susuzluğunu da gideremez.
Sadece toprağa bakmak da yetmez.
Kazmadıkça kimse su çıkaramaz.

Hepimizin “Ben kimim?” sorusunu sorması gerekir, kim olduğumuzu bilmeliyiz.
Üzerinde olduğum yolu fark etmem gerekir.
İnsan mıyım, hayvan mıyım, şeytan mıyım bilmeliyim.
İnsana ait sıfatların dışındaki tüm sıfatlardan kurtulmalıyım.
Sadece bu şekilde gerçekten ne olduğumuzu anlayabiliriz.
İnsanlık yoluna sımsıkı yapışmalı ve bu yolda dosdoğru yürümeliyiz.
Hepimizin “İçimdeki şey nedir?” sorusunun cevabını görmesi gerekir.
Değişmeliyiz. İçimizdekini kazmalı ve ne olduğunu görmeliyiz. Doğuşumuzun susuzluğunu, irfan susuzluğumuzu, ruh susuzluğumuzu, Allah’a ait düşüncelerimizin susuzluğunu, açlık, hastalık ve yaşlılık susuzluğumuzu giderecek suyu aramalıyız.
Bu ruh suyunu, bu irfan suyunu Allah’ın sıfatlarında akan bu nuru aramalıyız.

Bu suyu nerede arayacağız?
İrfan ile nefsimizi kazıp bunu çıkarmalıyız.
Bu kuyuyu kazıp bu pınarı açmalıyız.
Bu irfan pınarını açmalı ve kazmaya devam ederek Ruhların Kaynağına ait pınarı açmalıyız.
Allah’a ait sıfatların pınarlarını açmalıyız.
Bu pınarlar doksan dokuz sinirden akar.


Resim


Bunların içinden nur akar.
Bu irfan pınarından O’nun nuru, sıfatları, fiilleri, sevgisi ve rahmeti akar.
On sekiz bin âlemden geçerek bize ve herkese akar.
Ancak bu pınarı bulup, içtikten sonra O’nu görebiliriz.
Bu hâle ulaşmayanlar doğuş susuzluğunu asla gideremezler.
Bu yaşamda kim olduğunu anlamaz ve bundan faydalanamazlar.
Bunu düşünmeliyiz.
İster bütün dünyayı gezip görelim, ister buradan Kudüs’e ya da Beytü’l- Mukaddes’e (1) ister Mekke-Medine’ye gidelim, ister doğudan batıya, kuzeye ya da güneye seyahat edelim, hatta dünyadan uzaklaşıp uzaya gidelim, uzayda dolaşalım, bu her şeyi gördük ve kazandık demek değildir.

(1) Mukaddes ev. Beyt-ül Mukaddes de denir. Çok eskiden Peygamberlerin inşâ ettikleri kudsî mâbet. Bir ismi de Mescid-ül Aksâdır. * İnsanın, Cenab-ı Hak'tan başka kimse ile tatmin olmayan kalbine de aynı isim verilir.

Bu vehimlerimizi yendik ve her şeyi gördük demek değildir.
İrfan kazandık mı?
Huzura ulaştık mı?
Hiç nur bulduk mu?
Hayır, olmadı.
Ama ilk aramamız gereken şey buydu.
Dünyaya baktığımızda bir tarih, bir ibret görürüz.
Dünya ibretlerle dolu, resimlerle dolu bir kitaptır, evimizde kütüphanemizdeki bir kitap gibi.
Dünya bir resimdir, tablodur.
Allah’ın yarattıkları resmedilir; bunlar hareket edebilen resimlerdir, sûretlerdir.
Bu resimleri görürüz ve kopyalarız.
Ama bizim yaptığımız resimler hareket edemez.
Allah’ın yarattığı her şeyde hayat vardır.
Hareket eder, ses çıkarır ve konuşur.
Tat alır, koku duyarlar.
Onlar farklıdırlar.
Güzellikleri vardır.
Allah’ın yarattığı resimlerdir.


Resim

Canlı varlıklar oldukları için hareket ederler.
Bazıları hep aynı yerinde kalır, bazıları gidip gelir, bazıları yaşar, bazıları ölür.
Bunu bilebilir, anlayabiliriz.
Ama bu hâli sadece görmek yeterli midir?
Bunda huzur bulabilir miyiz?
Bu bize huzur vermez.
Evlatlarım, gözlerimin nuru.
Bu anlamamız gereken tarih ve resimdir.
Bu dünyaya baktığımızda her şeyin Allah’ın sanatının bir eseri olduğunu görürüz.
Bizim yaptıklarımız konuşmaz, ama Allah’ın eserleri konuşur.
Bizim yaptıklarımız hareket etmez.
Yaptığımız şeyi kendimiz taşımak zorunda kalırız.
Kendi başına hareket edebilen şeyleri kim yaratır?
Biz yaratabilir miyiz?
Allah’ın yarattıklarının suya, yağmura ve havaya ihtiyacı vardır.
Bizim yaptıklarımız bir şeye ihtiyaç duymaz.
Eserlerimizi yapmak için sadece biraz plastik, kağıt, odun, demir veya çamur gerekir.
Yapıldıktan sonra başka hiçbir şey istemezler.
Onları yaparken belki su ekleyebiliriz, sonra da kuruması için havayı kullanırız.
Beş unsurun hepsini kullanabiliriz.
Yaptıktan sonra onları beslememiz ya da sulamamıza da gerek kalmaz.
Ama Allah yarattığı her şeyi daima besler.
Dünya budur.
Dünyadaki her şey bizde vardır.
Bu yeryüzü, bu gezegen, bu güneş, yıldızlar, tüm varlıklar, her şey içimizdedir.
Aklımıza gelen her düşüncenin yeri içimizdedir.
Her yükselen, her ortaya çıkan istek dışarıdan etkilenerek tasarlanır.
Her ortaya çıkan bağ dışarıdan etkilenerek tasarlanır.


Her niyet dışarıdan gösterilmiştir.
Her saniye bunlar gelir ve giderler, dirilir ve ölürler.
Bunlara biz sûret veririz, ortaya çıkar, görünürler ve az sonra kaybolurlar.
Böylece gidip gelmeye devam ederler.
Bu durum iç hâlimizin şeklidir.

Allah’ın yarattıkları hareket eder, bizim yaptıklarımız etmez.
Yaptığımız şeyler hep bizi yok eder, bizi öldürür.
Allah’ın yarattığı şey ise O’ndan gelir, huzur ve barış dolu olarak herkese güzelliğini gösterir :
“Bak, ben buradayım. Sizin Sahibinizin yarattığı bir şeyim!” der.
Her şey hep kendi sûretini sergiler.
Bunu anlamalıyız.
Bu şeyler aynı zamanda bizim içimizdedir.
İnsan da bir yaratılmıştır (halk).
O da bir sûret olarak, bir avuç toprak olarak görünür.
Bu hâldeyken insan ne yapmalıdır?
Neyin farkına varmalıdır?
Onda hangi dünya var?
İçindeki ve dışındaki şey nedir?
Dışındaki şey insanın bir rüyasıdır.
İçinde de kendi dünyası vardır.
Bir vehim, hayal olarak bilinen dünyaya bakar.
İstek, arzu tarlasına bakar, şehvet, arzu ve hayal mahsullerini eker.
Şehvet tohumlarını eker ve çok mutlu olur, çok zevk alır.
Bunlar hülya tohumlarıdır.
İnsan bunları eker, sonra da onların getirdiği zevk ve dertlere göre güler, ağlar, bunlarla oynar.
İnsan bunları eker ve böylece mutlu olmaya çalışır.
Burası insanın her şeyini ektiği tarladır, elde ettiği ürün ise günah, kötülük ve ikiliktir.
Bu tarladan topladıkları ilk önce onu tüketir.
Çocuğu, sığırı, keçisi, köpeği veya kedisi olsun, ne olursa olsun büyüttüğü şey onu öldürebilir.

En sonunda ellerini başına koyar ve ağlar, kafasını duvara vurur. “Bu benim kaderim miydi?” der.
Gökyüzüne bakar ve ağlar :
“Şimdi hazırım der!” ya da ağlayarak, sızlanarak :
“Bu toprağı nasıl terk edeceğim?” der.
Keşfedilmesi gereken nedir?
Dünya tarihini araştırırken, keşfederken toprağı kazarak, kazı çalışması yaparız.
Bazı ipuçları, açıklamalar, kanıtlar buluruz.
Peki biz ne yazmalıyız?
İçimizdeki kitabı ve irfanı!
Dışarıdaki, zâhirdeki şeyler tarih olarak sergilenen sûretlerdir.
Buna göre : “Bu Nuh, bu İbrahim, bu Musa, bu Davud, bu İsa, bu İsmail, bu İshak, bu İdris, bu Eyüb, bu Yakub (as)’dur” deriz. Hepsi dışarıdadır.
“Bu bir çalı, bu bir ağaç, bu erik ağacı!” deriz.
Onlara baktığımızda onlardaki irfanı (gnanam), sıfatlarını, hâllerini ve zevklerini yazmalıyız.
Bu sûretler sayesinde içimizdeki gerçek tarihi anlamaya başlarız.
Mürekkep içimizdedir.
Bu iman, kararlılık ve ihlastır.
Bununla içimizdeki tarihi araştırmalıyız.
Dünya vehim (akıl), vehim de dünyadır.
Sûretler hep oradadır.
Arzu, istek onları tasarlar, planlar, kurar, sonra da seyreder.
Bazı kediler fareleri yakalar, ama yemez.
Başka şeyler yer, ama fareleri sadece izler, seyreder.
Fareyi yakalar, önüne koyar ve seyreder.
Bunun gibi biz de hiçbir irfan olmaksızın dünyayı yakalarız, önümüze koyarız ve seyrederiz.
Sadece bakarız.
Düşünmeye başlarız : “Daha önce ne yemiştim? Şimdi bunu yiyeyim mi?”
Aynı o kedi gibi, dünyayı yakalar, önümüze koyar ve seyrederiz.
Kedi ne yapar?
Fareyi izler, hareket eder etmez onunla oynamaya başlar.
Bazı kediler fareyi yemez.
Ne yerler ne de öldürürler, yarı ölü bırakırlar.
Bunun gibi vehim isteklerimizle oynar dururuz.
Ne yeriz ne de bırakırız.
İşte bizim yaptığımız budur.
Aklımızda tutarız, isteklerimiz bitmez, bunlarla hep oynar dururuz.
Ama bu arada ölen biziz, nefsimizdir.
Bu dünyadır, bir avuç toprak.
İç kalbimizi açmalıyız.
İç kalbimizi açmalı ve oradaki sırları görmeliyiz.
Kalbin her yerini açıp bakarak dünyanın ne olduğunu, cennetin ne olduğunu, gerçek insanın kim olduğunu, hayvan sûretlerinin ne olduğunu biliriz.
Atomlarımıza kadar bizdeki her parçayı anlarız.
Seslerini biliriz. Her ağaçtan gelen sesi, telden, demirden, gümüşten, altından, pirinçten gelen sesi biliriz.
Bakırdan gelen sesi hiç duydun mu?
Her metal farklı ses çıkarır.
Tüm bu metaller bizde var.
Her biri kendi sesini çıkarır.
Bu sesler sayesinde bize gösterilen melodiyi, ritmi, tarihi ve dersi anlayabilir, söylenegelen şarkıyı duyabiliriz.
Bu hâldeyken anlayış kazanmalı ve içimizdeki pınarı açmalıyız.
Yedi tavafımızı yapmalıyız. (2)

(2)
Yedi tavaf beş kelime, Hakk ve namazdan meydana gelir.
Beş kelimeyi ve namazı anlamalıyız.


BEŞ KELİME :

BİRİNCİ KELİME : EN YÜCE KELİME : KELİME-İ TEVHİD
La ilâhe illâllah, Muhammeden Resûlullah
Anlamı: Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur, Muhammed (sav) O’nun Resûlüdür.

İKİNCİ KELİME : ŞEHâDET KELİMESİ
Eşhedü enla ilâhe illâllah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Resûlühü.
Anlamı: Şahadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. Yine şahadet ederim ki Muhammed (sav) O’nun kulu ve Resûlüdür.

ÜÇÜNCÜ KELİME :
Sübhanallâhu vel hamdülillahi velâ ilâhe illallâhu vallahu ekber velâ havle velâ kuvvete illa billahil aliyyil azîym.
Anlamı: Allahı hamd ve tesbih ederim.
Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur.
O en büyüktür!
O’ndan başka güç ve kudret yoktur.
O güçlüdür, kuvvetlidir.


DÖRDÜNCÜ KELİME :
Lâ ilâhe illâllahu vahdehû lâ şerike leh. Lehü’l- mülkü ve lehü’l- hamdü yuhyî ve yümit, ve hüve hayyün lâ yemût ebeden biyedihil hayr. Ve hüve âlâ külli şey’in kadîr.
Anlamı: Allah’tan başka ibâdet edilecek ve emirleri tutulacak hiç bir ilâh yoktur, O birdir, hiç bir ortağı yoktur.
Mülk ve hamd O’na aittir, diriltir ve öldürür.
Kendisi ölüm kavramından uzak sonsuz ve diridir.
Ebediyen hayır O’nun kudretindedir, O’nun her şeye gücü yeter.


BEŞİNCİ KELİME
Allâhumme inniy euzü bike en üşrike bike şey’en ve ene âlem ve estağfiruke limâ lâ â’lem, inneke entel âllâmul gaybı veş şehâdet. Tubtu anhu ve tebbaratu an külli dinin siva dinil İslam, ve eslamtu leke ve akûlu: lâ ilâhe illâllah, Muhammeden Resûlullah.
Anlamı: Allahım bir şeyi bilerek Sana ortak koşmaktan Sana sığınırım.
Bilmeyerek yaptığımdan istiğfar ederim.
Şüphesiz görünen ve görünmeyeni (gaybleri) hakkıyla bilen Sensin.
Böyle hatalardan döndüm, Allah’tan başka ibâdet edilecek ve emirlerine uyulacak ilâh yoktur, Muhammed (sav) O’nun Resûlüdür diyerek Sana teslim oldum, Sana sığındım.



Resim


Namaz nedir?
Meşakkat, zorluk, sıkıntı veren bir şey değildir.
Namaz Hakk’tır, Hakk namazdır.
O’nun için namaz kılarız.
Bunlar yedi tavaftır.
Gerçek bir insan için bunlar bir dilencinin büyük bir kesesi gibi bir araya gelmiştir.

(EKLER kısmında “Kutb’un Kesesi Kıssası”na bakınız.)

Kalb böyle bir kese gibidir.
Bu kesenin içinde kutbiyyet olarak bilinen irfan bulunur.
Kutbiyyet’e ait irfan hayret verici, mucizevi bir irfandır.
Kutb adı verilir.
Allah’ın isimlerindendir.
Her şeyi bilen hâlinde Hakk’ın ismi Kutb’dur.
Bu hâlden Allah başka bir kutbu, Kutb Muhaiyaddeen’i, saf nuru yarattı.
Muhaiyaddeen olarak bilinen irfana tavaf verildi.
Bu kese Muhaiyaddeen ile birliktedir.
Buradan istediğiniz her şeyi alabilirsiniz.
İman elini, irfan elini bu keseye daldırın ve ihtiyacınız olan neyse alın.
Hatta diğer insanlara da : “Ne istiyorsun?” diye sorabilir ve istedikleri şeyi verebilirsiniz.
“Biraz su mu istiyorsun?” buyurun, verin.
Sadece elinizi keseye daldırın ve ihtiyacı neyse verin.
Hakk, namaz ve beş kelime bu keseyi meydana getirir.
Tavaf budur.
Yapmanız gereken tavaf budur.
Beş kelimeyi, namazı ve Hakk’ı alarak kalbi tavaf etmelisiniz.
Şeytanın dokunmadığı kalb oradadır.
“Bismillah”da bir nokta vardır ki; O, Allah (cc) ve Muhammed (sav)’dir.
Onda küçük Kur’ân vardır.
Onda doksan dokuz esmâ (velîlik) vardır.
Onda Allah’ın her şeyi açıklayan hitabı vardır.
Bu açıklamada on beş durak ile on sekiz bin âlem vardır.
Onda yetmiş bin güneş, yetmiş bin ay ve sayısız yıldızlar vardır.
Bunlar nurlar, peygamberler, kutblar, velîler, nebiler, melekler ve ışıklı varlıklardır.


Resim


Bunlar bir ölçüye sığmayacak şekilde Allah’ı tesbih eder, hamd ederler.
Bir araya gelerek Allah’ı tesbih ederler.
Nereye bakarsan bak, bu hitap hep senin çevrendedir.
Bu yeri, kalbi Allah kendisi için saklamıştır.
Dünyada Allah’ın bir tapınağı yoktur.
Hiçbir yerde ibâdet yeri, evi yapmamıştır.
Allah için özel bir ev ya da mülkiyet olduğuna dair bir işaret yoktur.
Câmiler ve kiliseler yaptık dışarıda, zâhirde ibâdet etmek için, ama onlar da karanlık.
Onlarda ışık yok. Allah’ın bu evlerine ışığı bizim koymamız lazım.
Bazı insanlar mum yakıp işte ışık derler.
Bazıları düğmeye basıp lambaları yakar, işte ışık derler.
Ama bir sigorta attığında ışık gider.
Gazı bittiğinde fitil söner.
Bir rüzgar estiğinde mumlar söner ve tüm gece Allah için yaptığımız ev karanlıkta kalır.
Her câmi, kilise, sinagog veya tapınak Allah’ı hatırlamak için, O’nu düşünmek için, Onu unutmamak için yapılır.
Kafamız karıştığında en azından bu yerlere girebilir, başımızı eyer ve Allah’ı tefekkür edebiliriz.
Günahlarımızı affetmesini isteyebiliriz.
Kısa bir süre O’nunla beraber olabiliriz.
Derdimizi söyleyebilir, acımızı dindirebiliriz.
O zaman biraz huzur alabiliriz.
İnsanlar Allah’ı hatırlayarak huzur bulabilir.
Allah’ın evlerinin yapılmasının nedeni budur.

Bizden evvel gelen büyükler, insanların Allah’ı hatırlamaları için bu binaları yapmışlardı.
Allah onlara :
“İnsanların Beni hatırlamalarını sağlayın.
Benim hiçbir sûretim veya şeklim yoktur, ama bir şekilde insanların Beni hatırlamalarını sağlayın.
Onlara Beni hatırlatın.
Benimle konuşmalarını sağlayın.
Eğer hiçbir şey yapmazlarsa, bari bunu yapsınlar!
” buyurdu.


Resim


[Bawa Muhaiyaddeen Mekke-Medine’den yeni dönmüş bir adama dönerek şunları söyler.]

Toprağa bakıp oradaki altını çıkarabilir misin?
Bunu yapabilir misin, Thambi?

(Thambi : Tamil dilinde genç kardeşim demektir. Kendinden küçüklere kullanılan sevgi ifade eden hitap kelimesidir.)

Sadece çıplak gözle bakarak topraktaki altının yerini bulabilir misin?
Sadece bakarak istediğimiz şeyi topraktan alabilir miyiz?
Hayır, yapamayız.
Aynı şekilde Mekke-Medine’ye gittiğimizde sadece bakarak istediğimiz şeyi alabilir miyiz?
Sırf bakarak istediğimiz şey bize verilebilir mi?
Hayır, alamayız.
Mekke ya da Medine’ye gitmemiz fark eder mi?
İster Arşa ister Kürsîye çıkalım, aradığımız şey orada, gelip bizim onu almamızı mı bekliyor?
Hayır, kardeşim.
Önce elemeliyiz, kalburdan geçirmeliyiz.
Sonra almalıyız.
Geçenlerde Kelly isminde başka bir kardeşimiz Medine’de oturmuş ağlıyordu.
“Ya Resûlullah (sav), Bawa Muhaiyaddeen’e sağlık, sıhhat ver.
O’nsuz olmak bize zor gelir.
O’nunla huzur ve sukün kazanmalıyız.
Sana ulaşmada Bawa bize bir destek.
O’na uzun ömür ver.
Hastalığını iyileştir!
” diye dua ediyordu.
Üç gün boyunca her gün mescide gitti ve böylece ağladı, dua etti.
En sonunda dördüncü gün bir grup insan geldi.
Resûlullah (sav) geldi, göründü.
Resûlullah (sav) ona buyurdu ki, “Bak O [Bawa] Arafat Dağı’nın tepesinde oturuyor, insanlar etrafında, ayakta toplanmış duruyorlar.
Bak her zamanki oturuşuyla, şalını başına örtmüş, oturuyor!
”
(Bu sırada Bava şalın nasıl örtüneceğini gösterip diyor ki, bunun gibi örtün, bir Hindu gibi.
Resûlullah (sav) da şalını böyle örtünürdü.
Bazıları başını örter, sarar, bazıları yapmaz.)


Resim


Resûlullah (sav) buyurdu ki : “Bak, orada oturuyor, insanlar etrafında ayaktalar.”
Kelly bunu gördü.
Ben insanlarla konuşuyordum, onlara teselli veriyordum, yol gösteriyordum : “Bu yoldan gidin. Buradan gelin” diye söylüyordum.
Çok insan vardı orada.
Hepimiz İslam’da mıyız? Hindusu var, İranlısı var, ateşperesti var, Yahudisi var, Müslümanı var, Hıristiyanı var.
Sayısız dil, sayısız isim ve sayısız tanrıları var.
Hepsi orada toplanmış.
Bir tek yüzle Âdem (as)’in çocukları olarak gelirler.
Birisinin onlarla konuşması gerekir.
Gelen herkesi teselli etmemiz gerekir, yoluna göndermemiz gerekir.
Birisi başka şekilde konuşur, bir diğeri başka, hepsi farklı konuşur.
Her şeyin söylenebileceği, benim gibi birine ihtiyaç duyarlar.
Herkese ve her birine ihtiyacı olan şey verilmelidir.
İhtiyaçları karşılanmalıdır. Huzur verilmelidir.
Öğrendikleri şeyler ve diğer şeyler hakkında yol gösterilmelidir.
Ondan sonra insanlar kendi yollarına gönderilmelidir.
Bunu yapması gereken bir kişi lazımdır.
Söylendiği gibi : “Bak dağın tepesinde o duruyor.”
Her kalbe ihtiyacı olan şey verilmelidir.
Neden?
Her adım atılmalıdır.
Her durak geçilmelidir.
Her köprü aşılmalıdır.
Bütün hepsi aşıldığı zaman, işte o zaman insan o yere ulaşabilir.
O yere vardığında Hakk oradadır.
O yere ulaştığında artık senin sûretin olmaz.
O’nun cemâli olarak gelirsin.

Şuraya bakın, şu ampulü, lambayı görüyor musunuz?
Işıklar kapalı olduğunda sadece ampulü görürüz.
Ama ışıklar açıldığında artık ampulü görmeyiz, sadece ışığı görürüz.
Işıklar açık olduğunda ampul görülebilir mi?
Hayır, sadece ışığı görürüz.
Bunun gibi irfan geldiğinde biz görülmeyiz.
Sadece ışık görünür.
O zaman : “Bu nedir? Şu nedir?” diye merak etmeyiz.
Işıktan başka hiçbir şey görülmez.
‘Ben’ görülmez.
Ne odur ne budur, hep ışıktır.
Görünen tek şey ışıktır.
Allah’ın sıfatlarından yayılan nur bizimledir, bizdedir ve bize bakanların hepsi sadece bu güzelliği görür.
Şimdi ne görüyoruz?
Güzellik gözüyle baktığımız zaman sadece güzelliği görürüz.
Karanlık gözüyle baktığımızda sadece karanlığı görürüz.
Şüphe dolu bir kalble baktığımızda ne görürüz?
Sadece şüphe görürüz.
Bir çiçeğin kokusunda ne duyarız?
Sadece onun güzel kokusunu.
Gecenin karanlığında ne görürüz?
Sadece karanlığı görürüz.
Bunun gibi çevremizdeki şeyleri kalbimizin hâli neyse ona göre görürüz.
Böyle görmemiz kalbimizin hâlini gösteren bir delildir.
Aynı şekilde Allah’a ibâdetlerimizde, dualarımızda, namazlarımızda, sevdiğimiz her şeyde kalbimizin temizliğine, saflığına göre fayda elde ederiz.
İrfanımızın açıklığına göre faydalanırız.
Sıfatlarımıza uygun olan huzuru alırız.
Bizdeki her şeyi anlamamız gerekir.
Bu hâli anlamadıkça hangi ülkeye ya da yere gidersek gidelim bir şey fark etmez.
İhtiyacımız olan şeyler değişik yerlerden kepçeyi daldırıp alabileceğimiz şeyler değildir.
Zorluğa dayanmamız gerekir.
Zorluklar, çileler çekilmeli, kalbimizi açmalı ve bakmalıyız.
Bir adam davul çalarak bir dükkanda açık arttırma olduğunu, başka bir dükkanda bir şeylerin satıldığını, başkasında da çok ucuz fiyatlarla satış olduğunu duyurur.
Adam davulunu çalar ve bunları duyurur.
Bu anonsları duyar ve daha ucuza bir şeyler almak için bu dükkanlara gideriz.

Ama bizim konuştuğumuz şeyler buna benzemez.
Biz davul çalmayız.
İçimizi açmalı ve bakmalıyız.
Kendimizi unutmalı, kendimizi açmalı ve orada ne olduğunu görmeliyiz.
Diğer insanlara bakmak veya onlarla konuşmak için oraya gitmeyiz.
Sadece Bir Tek’e bakmalı ve O’nunla konuşmalıyız.
Burası önemli.
Sadece o Bir Tek Kimse’ye bakmalı ve O’nunla konuşmalıyız.
Bu Kimse’nin bir temsilcisi vardır.
İlk önce o temsilciyi görün; bu temsilcinin evini bulun ve O’nunla konuşun.
Sonra da o temsilcisinin temsilcisi olduğu Bir ile konuşun.
Önce bu kapıyı açın.
Bu ağız kapanmalı, irfan ağzı açılmalıdır.
İrfan ağzı daha da yükselmeli ve Allah’ın sıfatlarıyla birlikte Hakk’ın ağzıyla konuşmalıyız.
İşte o zaman O’na ibâdet ederiz.
İnsanlar : “Ben şu ırktanım, sen başka bir ırktansın.
Ben bir dil konuşurum, sen başka bir dil konuşursun.
Ben şu dindenim, sen bu dindensin!
” diye söylerler.
Bu şeyleri söylemenin yararı ne?
Eğer hepimiz söylediğim yere gidecek olursak taşıyacağımız tek şey bu bir avuç topraktır.
Bu kolaydır.
Ama bu toprağı götürmemize izin verip vermeyeceklerini de bilmiyoruz.
Gümrük görevlileri : “Bu toprağı nereye götürüyorsun?” diyerek sizi geri çevirirler.
“Bu bizim toprağımız. Niye alıyorsun?” diye sorarlar.
Dünya budur. Ama gerçekten ihtiyacınız olan şeyi alabilirsiniz çünkü bu şey görülmez.
En gerekli şeyleri hiç bir problem olmadan alabilirsiniz.
Öyle değil mi?

Bunun gibi kendimizi unuttuğumuz bazı yerler vardır; kendi hâlimizi unutur gideriz.
Bu kardeşiniz oradaydı ve bazı şeyler gördü.
En azından sen İngilizce çalıştın.
Çok çalıştın.
Çok çalıştın ve çeşitli şeyler öğrendin.
Bazılarınız çok az Arapça biliyor, yavaş yavaş ilerletiyor.
Ben bir şey bilmem.
İngilizce bilmem.
Tamil dilini bilmem.
Arapça bilmem.
Hiç dil bilmem.
Hiçbir şey bilmem.
Ne yapabilirim?
Eğer hiçbir şey bilmiyorsam kiminle konuşacağım?
Beni de Allah yarattı.
Gidip konuşmamı ve geri dönmemi söyledi.
Bana : “Konuş ve işini bitir” denildi.
Bu yüzden konuşmalıyım.
Sen, Thambi bana gelip : “Mekke’de konuşacak kimse bulamadım; üç gün boyunca üzgün ve keyifsizdim.
Ne yapacağımı bilmiyordum.
Cesaretim kırılmıştı.
Medine’ye gittiğimde, işte o zaman birkaç şey gördüm
” demiştin.
Bunun anlamı ne?
Kapıyı böyle niye kapattın ki?
Kapını açmalı ve insanların içeri girmesine izin vermelisin.
Kedi besleyen biri, köpek de beslemektedir.
Bu hayvanlar kızdığında sessiz durmazlar.
Kedi sahibini tırmalayarak : “Miyav, miyav” der.
Sahibini tırmıklayarak : “Ben açım, bana yiyeceğimi ver!” der.
Bu sefer köpek gelir ve sızlanır.
Pençelerini toprağa sürter, sahibinin elbiselerini çekiştirir.
Kedi ve köpek konuşmayı bilmeseler de ihtiyaçlarını iletirler.
Bunun gibi nasıl konuşulacağını bilmiyorsan, eğer irfanın varsa Resûlullah (sav) ile konuşabilirsin.

Benim canlarım, çocuklarım, gözlerimin nuru sizin içinizde sadece Allah’a ait bir ev var.
Kâbe orasıdır, firdevs cenneti orasıdır.
Tüm peygamberler, bu âlemdeki tüm iyi insanlar, ruhların âlemi onun içindedir.
Onların sesi her zaman duyulabilir.
Daimi zikirlerinin sesi, selâm ve salavatları, ezanları ve duaları her zaman duyulabilir.


Burası ateşin dokunamayacağı yerdir.
Toprak, su, hava ve ateş unsurları onu tüketemez.
Şeytan oraya asla dokunamaz.
Büyü oraya işlemez, hakimiyeti altına alamaz.
Hiçbir şey oraya giremez.
Kıyamet gününde diriltilecek olan yer burasıdır.
Ruh ve peygamberler orada varolur.
Hiçbir şey oraya dokunamaz.
Yarın Allah o yeri diriltecektir.
Kıyamet gününde Allah oraya bakar bakmaz bir sûret olarak dirilecektir.
Her şey ölecek ama bu değil.
Kıyamet gününde diriltilecek olan orasıdır.
Orası O’nun evidir.
Kalacak olan orasıdır.
Orası Kâbe’dir.
Allahbu yeri hepimizde var etti.
Bu yer insandadır.
Bu câmi orada, içerdedir.
İbâdet etmen gereken yer orasıdır.
Önüne koyman gereken Kâbe orasıdır.
Dışarıdaki, zâhirdeki Kâbe taştan yapıldı, ama bu içerdeki Kâbe Allah’ın elleriyle nurdan yapılmıştır.
Hiçbir şey ona dokunamaz, zarar veremez.


Resim


Bu Kâbe’yi içinizde orada tutmalısınız.
Onun içine de Allahve Resûlü (sav)’nü koymalısınız.
O zaman ibâdete lâyık “BİR” e Resûl (sav)’ün imamlığında ibâdet etmelisiniz.
Başkasına ibâdet etmeyin.
Böyle ibâdet edilir.
Her çocuk kendi iç kalbini açmalı ve ibâdetini yapmalıdır.
Doğru ibâdet şeklini bilerek ibâdet ettiğimizde ve bu hâli koruduğumuzda o zaman biz orada olmayız.
Sadece nur kalır ve arkamızda duranlar sadece ışığı görürler.
Bazen elimize bir cisim geçer ve : “Mucize, mucize, mucize” diye bağırırız.
Ama bu gerçek bir mucize değildir.
Kendi yüzlerimiz birer mucizedir.
Kalblerimiz mucizedir.
Bir şeytan, bir kötülük kalbimizi gördüğü zaman kaçıp gider, uzaklaşır.
Yüzümüzden yayılan ışığı gördüğü vakit titrer.
Işıklar etrafa yayılırken şeytanlar :
“Ahh!” diye çığlık atarak kaçışırlar.
Kalbin parıltılarıyla birlikte, Arş ve Kürsî buradadır.

(Allah’ın Arşı : Allah’ın hükmünü yürüttüğü yer; baştaki tacı makamı.
Kürsi : irfan gözü; Allah’ın Adem’e nurunu bastığı alnın ortası.)


Kalb güzelleştiğinde, kalbin nuru insanın yüzüne güzel bir nur olarak yansıdığında bütün şeytanlar kaçar.
Sözünü ettiğimiz ibâdet ve dua hepimizin içinde vardır.
Bunu tefekkür etmeden ve orada ibâdet etmeden hiç bir yere seyahat edemeyiz, gittiğimiz yerden hiçbir şey alamayız.
Bu tür yerlere sadece zihnimizi, düşüncelerimizi kontrol etmek ve düzeltmek için gideriz.
Buralarda arzu ve isteklerimize kontrol ederiz, irfan kazanırız, isteklerimize bir son veririz; gururumuzu yok ederiz, kıskançlıktan kurtuluruz, ayrılığa son veririz, barışı kuvvetlendirir, huzur buluruz; adaleti, doğruluğu ve birliği yükseltiriz, Vaktin çocukları olarak Hakk ile beraber olmayı öğreniriz.

İnsanın dünyası ve bu dünya Hakk’ın dünyası yapılmalıdır.
Burada birlik içinde yaşamalıyız.
Yaşadığımız bu yeri cennet yapmalıyız.
Yaşamımızı Allah’ın âlemine örnek kılarak, cehennemi yok ederek daha burada cenneti yaşayabiliriz.

Ayrılıklara, farklılıklara son vererek birlik içinde bir tek aile gibi yaşamalıyız.
İşte o zaman Allah’ın nuru kalbimizde ve yüzümüzde görünür.
Bu nur sayesinde herkesin bir tek aileden olduğunu görürüz. Böylece daha bu dünyadayken cennete kavuşmuş oluruz.
Bütün soruları, yaşamımıza ve ölümümüze ait yüz yüze geleceğimiz hesaplaşmaları anlayabiliriz. Kim olduğumuzu ve soyumuzun ne olduğunu bilebiliriz.
Hakk’ın evlatları olduğumuzu bilebiliriz.

Kabirde sorguya çekilmeden önce kendimizi hesaba çekmeliyiz.
İyi mi, kötü mü olduğumuzu anlamalı ve buna göre kötülüğü atmalıyız.
İyinin ne olduğunu anlamalı ve buna göre hareket etmeliyiz.
Hesap gününde diriltildiğimizde, zaten ölmeden evvel bu dünyada ölmüşsek, o zaman diriltildiğimizde Hakk’ın evlatları olduğumuza dair bir mührümüz olur.
Daha bu dünyadayken Hakk’ın mührünü vurdurmalıyız ki orada bu şekilde diriltilebilelim.

Sadece bir aile, bir halk olduğumuzu fark etmek için dünyayı dolaşırız.
İçimizdekinin farkına varmada lazım olan açıklamaları ve vasıtaları bulmak için dünyayı dolaşırız.
Her mana, her öğrenme ve her hâl kendi yerinde varolur, bunlar sayesinde büyük faydalar sağlayabiliriz.
Her şeyde sayısız mucize ve kudret varolur.
Bunlar araştırılmalı ve bunlardan faydalanabilmelidir.
Tüm bunlara nasıl ulaşılacağını anlamalıyız.
Zihnimiz yormayalım çünkü daha bu hâle ulaşmadık.
Dağılmamalıyız, kararlılığımızı kaybetmemeliyiz.
Mücadeleye devam etmeliyiz.
Güçlü olmalıyız.
Ne olursa olsun her zaman güçlü olmalıyız.
Hakk her zaman güçlüdür.

Şuna inanmalıyız ki yedi irfan kuvvetini kullanarak bu keseye ulaştığımızda ne istersek isteyelim verilecektir.
Bu kuvvetler: hissetme, uyanıklık, akıl, muhakeme, incelik irfanı, ilâhî muhakeme irfanı, ilâhî nur irfanıdır.
Eğer bu yedisini kullanarak bu keseye ulaşabilirsek, işte o zaman içindeki huzur ve suküneti alabilir ve herkese dağıtabiliriz.
Elde edebileceğimiz en büyük lütuf budur.
Tavaf budur.
Kâbe’yi tavaf etmek demek bu yedisini tavaf etmek demektir.
İman elini bu kesenin üzerine koymalı ve Allahu Teâlâ’dan yardım istemeliyiz.
İbâdetlerimizi, kelimeyi tevhidi, bu yedi kuvveti kazmalı ve bulduklarımızı herkese vermeliyiz.
Tavaf budur.
Hacer-ül Esved iman ve kararlılık elinde kelimeyi tevhidin nurudur.
Ona önce selâm verir sonra öperiz.
Diğerlerine selâm verir, sonra öperiz.
Namazlarımızdan sonra ellerimizi gözlerimize süreriz, böylece gözlerimize nur veririz.
Gözlerimizde zaten ışık yok mu?
Var.
Peki o zaman niçin namazdan sonra ellerimizi gözlerimize süreriz?
Oradaki nuru arttırmak için böyle yaparız.
Salât ve selâmdan sonra yüzümüzü ellerimizle sileriz, daha nurlu yapmak için.
Sonra da elimizi kalbimizin üzerine koyarız, kalbimize huzur vermesi için.

Bu yolda her adımın, her sözün ve her işin bir anlamı vardır.
Bu yolda tövbe etmeliyiz.
Hatalarımız için tövbe etmeli ve tavafımızı yapmalıyız.
Bu şekilde içinden alabilir ve huzura kavuşabiliriz.

Bunun anlamı içinden aldığımız herhangi bir şeyi hemen etrafa dağıtmak demek değildir.
Bu içerden gelenler Allah’ın sıfatları ve rahmetidir.
Zaten herkesin ihtiyaç duyduğu şeyler de bunlardır.
Bunları aldığımız ve bunlarla ahlâklandığımız zaman huzura kavuşmuş oluruz.
Geriye kalan her şey kaybolur gider.
Sağlam bir imanla her çocuk bu hâle ulaşmaya çalışmalıdır.
Bunu denemelisiniz.

Dün küçük çocuklarla konuşuyorduk, onlara :
“Nerede olursanız olun, nereye giderseniz gidin en çok neye gerek duyarsınız?” diye sorduk.
Bir çocuk şöyle cevap verdi : “Su. İçmek için suya gerek duyarız.”
“Ama bir çok su var.
Hangi suyu içeceksin?
Bazı sular kirli ve zehirlidir!
”
Su hakkında açıklamalar yaptık ve hangi suyun içilebileceğini söyledik.
Hepimiz içmek için suya gerek duyarız.
Doğudan, batıdan, kuzeyden veya güneyden gelmesi önemli değil.
Deniz suyunu içebilir miyiz?
Bir gölden, bir ırmaktan veya bir pınardan su içmeliyiz.
Suyun rengi önemli değil.
Önemli olan o suyun içilebilir olmasıdır.
O çocuğun verdiği cevaba göre bu açıklamaları yaptık.

Bunun gibi hangi ırktan olduğumuz, rengimizin ne olduğu, hangi dili konuştuğumuz, hangi ülkede yaşadığımız önemli değil.
Hepimiz Âdem’in çocuklarıyız.
Nasıl ibâdet ettiğimiz, nerede olduğumuz, nereleri gezdiğimiz önemli değil.
Neye gerek duyarız?


Resim

Suya gerek duyarız.
Rahmete gerek duyarız.
Neye gerek duyarız?
Allah’a gerek duyarız.
Bir ibâdete, Bir Allah’a gerek duyarız.
Cehennemi öldüren ve ruhlarımızın susuzluğunu gideren bir tek su vardır.
Hakk ve Hakk’ın evlatları bir ailedir.
Bu bir aile olarak yaşamak ve Bir Allah’a ibâdet etmek, tüm ihtiyacımız olan şey budur.
İçebileceğimiz su budur.
İster Doğu’da ister Batı’da olalım, rengimiz ne olursa olsun, dilimiz ne olursa olsun neye gerek duyarız?
Hepimiz susuzluğumuzu gidermek için suya gerek duyarız.
Allah’a ibâdet için sadece Hakk’a gerek duyarız.
O’na ulaşmak için hepimizin gerek duyduğu şey Hakk’ın sıfatlarıdır.
Bütün canlarla birlik içinde olmak için gerek duyduğumuz şey sevgidir.
Bunlar olmadan hiçbir şey yapamayız.
Bunlardan başka bir şey yoktur.
Her şey yok olacaktır.

Zehirli sıfatlar bizleri öldürür.
Eğer suları yoksa çölde seyahat edenler teker teker ölür.
Okyanusun ne kadar geniş olduğu önemli değil, bu suyu içemeyiz.
Bunun gibi dinimize veya ırkımıza ait insanların çokluğu önemli değil, bunu içemeyiz, sadece susuzluğu biliriz.
Her birimiz diğerlerini arkamızda bırakarak göçeceğiz.
Bir atom bombası atıldığında herkes kaçmak için etrafa dağılır.
Bir yangında herkes koşar, bağırır, kendi çocuğunu arar.
Bazıları oradan ayrılmayı kabul etmez ve ölürler.
Herkes kendi nefsinin derdine düşer.

Eğer sadece kendi kurtuluşumuzun peşine düşen sıfatlardan kurtulup, herkesin kurtuluşunu ve rahatını düşünen sıfatlara sahip olursak, o zaman bu barışı, bu huzuru, bu güzelliği, bu nuru, bu hâli ve bu hikayeyi bilebiliriz.
Bu hikaye içimizdedir, gökyüzündedir, yeryüzündedir, Hakk’tadır, evveldedir ve Allah’ın yarattıklarının hepsindedir.
Bunu anlayabiliriz.
Açıklama budur.
Kendimizde anlamamız gereken hikayelerden bazıları bunlarıdır.
Dışarıdaki, zâhirdeki örnekler sayesinde bu anlayışı da içimizde kazanabiliriz.
Anlamamız gereken tarih budur.
Buna dikkat etmeli, düşünmeliyiz.
Gözlerimin nuru çocuklarım hepimiz bunu anlamalıyız.
Varmamız gereken duraklar bunlardır.
Dünyanın yıkımı, sonu hızla yaklaşıyor.
Güneş hızla yükseliyor ve gidiyor.
İnsan doğuyor ve hızla ölüyor.
Zenginlik birden geliyor, birden gidiyor.
Mevsimler hızla değişiyor.
Yağmurlar ve fırtınalar hızla geliyor.
Çiçeklerin renkleri ve tonları hızla açıyor ve hızla soluyor.
Her şey hızlı gerçekleşiyor.
Meyveler hızla büyüyor, ağaçlar hızla çiçek açıyor ve hızla soluyor.
Büyük bir hızın yaşandığı zaman geldi.
Güneş ışınları ve ışıklar değişiyor.
Bu hâl başladı, yıkım hızla yaklaşıyor.

Bir ülke başka bir ülkeyle savaşıyor, başka bir ülke savaş ilan ediyor.
Erkek kardeş kız kardeşini dövüyor, evladı annesini öldürüyor.
O zamanın geldiğini gösteriyor bunlar.
Bir millet başka bir milleti soy kırımıyla yok ediyor.
Her yerde buna benzer yıkımlar olacak.
Bundan sonra iklimde büyük değişikliklerin, açlığın ve ırka dayalı nefretin yol açacağı yıkımlar gelecek.
Fırtınaların ve kuvvetli rüzgarların her şeyi yok edeceği zaman yaklaşıyor.
Bu olmadan önce kaçmalıyız.
Kalblerimizi düzeltmeli ve değiştirmeliyiz.
Allah ile aramızdaki sıkı ilişkiyi kurmalıyız.
Soyumuzun farkına varmalıyız.
Hepimiz Âdem’den gelen bir tek aileyiz.
Sevgi bağını kurmalı, herkesi kucaklamalı, aynı yüz nuru ile herkese aynı bakmalıyız.
Huzur ve barış içinde yaşamak için bu bağları kurmalı, imanımızı kuvvetlendirmeliyiz.
Sadece bu yolla huzura ulaşabiliriz.
Elde edeceğimiz zenginlik budur.
Bizdeki Allah’ın hazinelerini, Hakk’ı ve barışı anlamalı ve bunları çekip almalıyız.
İrfanı aramalı, bizdeki imkanlarını aramalıyız.
Böyle bir irfan erine sahipsek, o zaman o er tüm bunları kendimizde bulmada bizim yardımcımız olacaktır.
Hepimiz bunu düşünmeliyiz.
Allah yardımcımız olsun!

Tüm çocuklarım, hepimiz birlik içinde mücadele verelim.
Bir olalım ve Bir Allah’a ulaşmak için birlikte çalışalım.
Sadece bir tek aile ve Bir Allah var.
O bizim kalbimiz, yaşamımız ve bedenimizdir.
Hep Ruhların Yaratanına (Ebü'l- Ervah) ibâdet edelim, dua edelim.
Birlik içinde beraber çalışalım.
İnşallah bunu yapalım.
Allah yardımcımız olsun.
Âmin! Âmin!

Essselâmü aleyküm ve rahmetullah ve berekâtühu.
Allah’ın rahmeti, bereketi ve selâmı üzerinize olsun.
Sevgi sizinle olsun.
Söylediklerimde bir hata varsa, lütfen beni affedin.
Yanlış bir şey söylediysem beni bağışlayın.
Allah “BİZ” i korusun.
Âmin!
28 Nisan 1985
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

KALBİN HACCI


Resim

Muhammad Raheem Bawa Muhaiyaddeen
Muhammed Rahîm Bawa Muhyiddîn




RABİA HATUN’UN HİKAYESİ


Resim


Rabiatü’l- Adeviye bir keresinde hac için Mekke’ye yola çıkmıştı.
İbrahim Edhem de Mekke’ye gitmekteydi.
İbrahim Edhem’in Mekke’ye varması tam 14 yıl sürdü.
İki adım atıyor sonra durup namaz kılıyordu.
Yolunun üzerinde rastladığı her mescide giriyor ve orada namaz kılıyordu.
Bu 14 uzun yılın sonunda İbrahim Edhem Mekke’ye ulaştı, ama Kâbe’yi orada göremedi.
Büyük bir heyacanla, çılgınca koşuşturdu.
“Kör mü oldum yoksa?
Gözlerim nerede?
Kâbe yerinde yok.
Rüya mı görüyorum acaba?
Gözlerim beni yanıltıyor mu acaba Allahım?
Kâbe’yi yerinde göremiyorum.
14 yıldır buraya gelmek için yürüdüm.
Bu kadar yılda Seni bir an bile aklımdan çıkarmadan, yol boyunca hep Sana ibâdet ettim!
” dedi.
Oradaki insanlara : “Kâbe nerede? Onu göremiyorum!” diye sordu.
En sonunda birisi : “Kâbe bir kadını görmeye gitti!” dedi.
“Bu nasıl iştir?” dedi İbrahim Edhem.
“Bu kadın kimdir?
Başımıza bu derdi açarak büyük bir günah işledi.
Buraya gelmek benim 14 yılımı aldı.
Yol boyunca hep ibâdet ettim.
Şimdiyse Kâbe o kadına gitmiş!
Dünyaya bu kadar dert verdi.
Kimdir bu kadın?
” diye bağırdı.
İnsanlar : “Sabırlı ol, Kâbe birazdan buraya döner!” dediler.
Ama onun bekleyecek sabrı kalmamıştı.
“O kadının kim olduğunu söyleyin!” dedi.
“Nerede oturur? İsmi nedir?” dedi.
“İsmi Rabiatü’l- Adeviye’dir. Şu tarafta bir yerde oturur” diye cevapladılar.
Sinirlenmiş bir şekilde İbrahim Edhem onu bulmaya gitti.
En sonunda Kâbe’yi gördü ve içine girdi.
İçeride Rabiatü’l- Adeviye’yi buldu.
“Sen nasıl bir kadınsın?
Bu şehre bu kadar dert açtın.
Hem insanlara hem de Allah’a dert açtın.
Herkesi zor duruma düşürdün.
Sadece bir kadınsın ama yaptıklarına bak!
” diye sinirli bir şekilde bağırdı.

Rabia Hatun sabırla dinledi ve sonunda cevapladı:
“Niye beni azarlıyorsun?
Yanlış bir şey yapmadım.
Böyle azarlamana ne gerek var ki?
”
İbrahim Edhem :
“Senin yüzünden Kâbe buraya geldi.
Mekke’ye yürüyerek gelmek benim 14 yılımı aldı.
En sonunda ulaştım ama Kâbe yerinde yoktu!
Bak gör hem bana hem de bu şehrin sakinlerine ne kadar büyük bir dert açtın
” dedi.
Rabia Hatun :
“Aferin, Ey İbrahim Edhem. Söylediklerin çok doğru” diye cevap verdi.
“Ama ben senin görmeye geldiğin şeyi görmek için yola çıkmadım.
Ben senin görmeyi arzuladığın şeyi istemedim.
Sen Kâbe’yi görmeye geldin.
Ben bu taş binayı görmeyi arzulamadım.
Ne onu özledim ne de arzuladım.
Ben sadece Allah’ı görmek istedim.
Taşı veya başka bir şeyi görmek için yola çıkmadım.
Böyle şeyler arzulamadım.
Senin görmek için geldiğin şeyi ben arzulamadım.
İstediğim tek şey Allah’tır.
Tek arzum O’nu görmektir.
Bu olan şey ise Allah’ın bir işidir.
Bu işte ben ne yapabilirim ki?
Eğer senin görmek istediğin taş bina buraya geldiyse bu benim suçum değil ki!
Bu Allah’ın işidir.
Benim hatam değil.
Ben bu Kâbe’yi görmek için yola çıkmadım.
Allah’ı görmek istedim!
” dedi.

Rabia Hatun bunları söylerken Allah’ın hitabı duyuldu :
“Rabia, söylediklerine dikkat et!
Sesini çıkarma.
Konuşurken sözlerine dikkat et!
Tûru Sina’da Musa Benim’le konuşmaya geldiğinde Zâtım’dan sadece küçücük bir parçamı göndermiştim de, o ses o dağı kırk parçaya ayırmıştı.
O zaman Tûr dağı şimdikinden daha yüksekti.
Şimdi küçücük bir dağ.
Kudüs’ün yakınındaki o dağ Musa’nın zamanında kırk parçaya bölündü ve o anda Musa bayılıp yere düştü.
Bu yüzden Beni görmek düşüncenden vazgeç.
Sen Beni göremezsin.
Beni görmek için kendi nefsine bak ve dikkatli ol.
Sessiz ol, sesini çıkarma” dedi.
Allah : “Bunu dikkatlice düşün
” buyurdu.
Rabia Hatun bundan sonra İbrahim Edhem’le şöyle konuştu:
“Ben senin görmeye geldiğin şeyi görmek için buraya gelmedim.
Sen bu taş binayı görmek için geldin.
Gör, bak ve sonra beni yalnız bırak.
Benim görmeyi arzuladığım bu değildi.
Tam 14 yıl, her an ibâdetle yolculuk ettin.
Ey İbrahim Edhem, bu yolculuğun sırasında boşuna harcadığın günlerin sayısını hiç fark ettin mi?
Geldiğin yerden Mekke’ye yolculuk sadece otuz gün sürerdi.
Sadece bir ay, ama senin 14 yılını aldı.
Yolculuğun esnasında yaptığın ibâdetler dünyaya bir gösterişten başka bir şey değildi.
Aslında sen dünyaya ibâdet ediyordun.
Her iki adımda bir namaz kıldın böylece insanlar seni görsün, sana aferin desin, sana unvanlar versin.
Bu ibâdetlerinden hiçbiri Allah’a yönelmemişti.
Bedenin 14 yıl ihtiyarladı.
Zamanını böyle boş şeylerde harcama.
Zamanını boşuna harcama!
”

Resim

Rabia Hatun şöyle devam etti:
“Eğer sadece bir tek vakti, bir tek namaz vaktini, gerçekten Allah için yapmış olsaydın, o zaman Kâbe sana gelirdi.
Halbuki bir vakti bile gerçekten Allah’ın adına kılmadın.
Her iki adımda bir namaz kıldığını iddia ettin, ama muradın dünya.
Namazın halka bir şovdu, kalbinde buraya gelmedin.
Eğer kalbini açmış olsaydın, orada Allah’a namaz kılsaydın, sadece bir vakit, gerçek bir vakit namaz kılsaydın, Kâbe sana gelirdi.
Yolculuğun bir aydan fazla sürmezdi.
Ama şimdi 14 yıl yaşlandın!”
“Eğer her kim Allah için gerçekten sadece bir vakit namaz kılsa, o zaman yedi yüz milyon yıl bir tek gün gibi gelir.
Her kim bu bir vakti samimi olarak sadece Allah için kılsa, o namaz ona yedi yüz milyon yıl hayat verir.
Senin için, Ey İbrahim Edhem, bir ay 14 yıl olmuş.
İşte fark bu. İşte tek mana bu.
Bu kadar yeter!”

“Bir vaktini gerçekten kılmış olsaydın, Kâbe sana gelirdi.
Hayatının 14 yılını harcadın.
Şimdi dön ve kalbini aç, samimi olarak dua et!
İşte o zaman Kâbe seni görmeye gelir.”


Bunlar Rabia Hatun’un İbrahim Edhem’e söyledikleridir.
Bunu düşünmeliyiz.
Kalbimizi açmalıyız.
Eğer gerçekten kalblerimizi açarsak, Allah’a samimi olarak ibâdet edersek, samimi olarak sadece bir tek vakit bile olsa, neye niyet edersek edelim o bize gelir.
Bunu düşünmeliyiz.

Allah hepimizi korusun!

Âmin!

26 Temmuz 1979


Rabiatü’l- Adeviye : Meşhur kadın evliyâlardandır. Irak’ta Basra şehrinde yaşadı. Yaşamı Allah aşkı, muhabbet ve Allah’a yakınlığa (üns) çok güzel bir örnektir. (öl. 801)

İbrahim Edhem : Meşhur bir tasavvuf ehlidir. Afganistan’da Balk prensi olarak doğmuştur. (öl.783)


Rabia duası :

Yâ Rabbi!
Eğer ben
Sana cehennem korkusu ile ibadet ediyorsam, yak beni cehenneminde!
Eğer ben
Sana cennet ümidiyle ibadet ediyorsam, kov beni cennetinden!.
Ama ben
Sana Senin rızan için ibadet ediyorsam,
Beni
Senden ayırma, ölümsüz güzelliğini esirgeme benden!

Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

KALBİN HACCI


Resim

Muhammad Raheem Bawa Muhaiyaddeen
Muhammed Rahîm Bawa Muhyiddîn


KALBİN SAVAŞ ALANI


Resim

Kardeşlerim, bir ampul eğer pil doluysa, voltaj varsa ışık verir.
Düğmeye bastığımızda cereyan varsa ışıklar görünür.
Öyle değil mi?
Bunun gibi, içimizdeki pili de Allah’ın kudretiyle, O’nun rahmetiyle şarj etmeliyiz, doldurmalıyız.
Akım o zaman değişik lambalara gider.
Akım varsa, otomatik olarak akar ve lambaları aydınlatır.

Ama akım yoksa lambalar ışık vermez.
İlâhî ilim de buna benzer.
Eğer Allah’ın bizdeki sıfatlarını ve ilmini arttırırsak, o zaman bu hâlimiz diğerlerini otomatik olarak etkiler.
Bu hâlde değilsek, bu gerçekleşmez.
Bitmiş bir pil gibi, hâlimiz zayıf olur, diğerlerini etkilemez, onlara ulaşamaz bile.

Allah ile olan bağ buna benzer.
İmanla, sabırla, şükürle, tevekkülle, Elhamdülillah’la, 99 Esmâül Hüsnâ’yla bu bağı kurmalıyız.
Eğer bunlara sahip değilsek, bunlarla hareket etmiyorsak, diğer insanlarla bağ kuramayız.

Lambalara ışık veremeyen zayıf bir pil gibi oluruz.
Bu ülkede yetiştirdiğimiz, eğittiğimiz çocukların bu gün elleri bomboş. Lambaları yok.
Karanlık evlerde ışıksız yaşıyorlar.
Eğer lambaları kurmuş olsaydık ve akımı doğru şekilde verseydik şimdi herkesin evinde ışık olurdu.
Bu güzellik ve bu ışık, bu nur herkesin yüzünde, kalbinde olurdu. Bu çocuklardan hiçbiri sıkıntıda olmaz, kötü, aşağı bir durumda bulunmazdı.
Bu durumun sebebi biziz.
Çünkü hiçbir şeyi doğru olarak anlamadık ve yapmadık.
Onlara öğrettiğimiz şeyleri daha biz iyi bir hâlde değilken öğretmiştik.
Bunlar su üstüne yazı yazmak gibi oldu.
Su üstüne yazılanlar kalır mı?
Hayır, kalmaz! Biz bile artık yazdıklarımızı okuyamayız.
Bizler ilâhî ilmi anlayamayız.
Kur’ân’ı öğrendik ama anlamadık.

Kur’ân’ı çalışmamıza rağmen büyüklüğünü ve anlamını kavrayamadık.
Eğer biz Kur’ân’ın büyüklüğünü gerçekten anlamadıysak O’nu öğrenmenin ve başkalarına anlatmanın faydası nedir?
Biz daha anlamadıysak diğerlerinin bunu anlamasını nasıl sağlarız?
Eğer bu ilâhî ilmi anlamış olsaydık kendimizi düzeltirdik.
Bu durumdayken bu ilmi yaydığımızda da başkaları örneklerimize bakar ve kendilerini düzelterek iyi bir hâle gelirler.
Ulemâlar, âlimler, evliyâlar, peygamberler, hazretler, mü’minler ve gerçek insanlar, hepsi önce bunu kendilerinde uyguladılar, bu anlayışa gelmeden başkalarına öğretmediler.
Eğer bu anlayışa ulaşırsanız o zaman çocuklara iyi hâlleri öğretin, bu çok güzel olur.


Resim

Bugün beşinci şartı gerçekleştirdiğimizi düşünebiliriz.
Parası olanlar hacca beş on kere gittiler.
Bir çok insan böyle yaptı.
Bazıları da beş vakit namazı her gün Kâbe’de kılar ve her gün tavaf eder.
Ama biz aynı Kâbe’ye hac niyetiyle gitmek için uzun mesafeler kat ederiz, uzun bir yoldan sonra oraya varırız.
Her zaman orada oturan ve hep orada ibâdet edenlerin bu haclarını tamamladıkları anlamına gelir mi?
Orada oturan, beş vakit namazı Kâbe’de kılan ve düzenli olarak tavaf eden insanlar görevlerini tamamladılar mı acaba?
Cennete ulaştılar mı?
Ölüm onlara da gelecek.
Herkes için hesap günü olacak.
Kıyamette herkes hesaba çekilecek.
Allah’ın mahkemesi bizleri bekliyor.
Hac oraya seyahat edip geri dönmek demek mi?
Hayır!
Oraya gidip geldiysek beş şartı yapmış mı oluyoruz?

Daha önce söylediğimiz gibi İslam’da beş dış şart ve altı iç ilke vardır.
(1)

Not : (1) Beş şart İslam’ın beş direğini, sütununu temsil eder.

Bunlar:
1- Kelime-yi şahadetEşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhü ve Resuluhü” cümlesini söylemek,
2- Namaz,
3- Zekat,
4- Oruç ve
5- Hacdır.

Tasavvuf ehlinin açıklamış olduğu üzere Allah ayrıca altı bâtınî (iç) farzı vermiştir:
1- Sağlam bir imanla Allah’a gidersen görürsün ki bu beden gözlerinde daima Hakk’ı seyreden bir bâtınî göz vardır.
2- Bu burun deliğinde Hakk’ın güzel kokusunu duyabilen bir et parçası vardır.
3- Bu kulakta Hakk’ın sesini duyabilen bir et parçası vardır.
4- Bu dilde Hakk’ın ilmini ve güzelliğini tadabilen ve O’nun zenginliğini bilen bir et parçası vardır.
5- Bu dilde yine bir ses vardır ki O’nunla konuşur, her şeyden uzak tek başına kaldığında O’nun zikrini söyler.
6- Ve bu iç kalbte bir et parçası vardır ki orada on sekiz bin âlem, semâlar, âhiret bulunur. Orada melekleri, peygamberleri ve Allah’a secde eden nurları bulursun.

Eğer bu beş şartı yapıp da altı iç ilkeyi anlamadıysak haccımızı, en son farzı yapmış olur muyuz?
Haccı böyle mi anladık?
Bazı insanlar daha bu haclarını yapmadan “hacı” unvanlarını alırlar.
İslam bu değildir.

Oraya gidersek cennete ulaşacağımız söylenir.
Beş şartı tamamladıktan sonra geriye başka bir şey kalır mı?
Geriye hiçbir şey kalmaz.
Bazı insanlar da bu beş şartı yaptıktan sonra zina, faiz ve diğer kötü şeyleri yapabileceklerine inanırlar.
Beş şartı tamamladıkları için bu tür kötü şeyleri yapabileceklerine inanırlar.
Oraya bu şekilde bir gidip gelme haccın yapılması demek değildir.
Hac hâlinin gerçekten ne olduğunu anlamalısınız.
Hac mevt, yani ölüm demektir.
Resûlullah (sav) zaferle Mekke’ye girip haccını tamamladığında bu son hâlini anlattı.
Haccını tamamladıktan sonra, ömrünün kalan kısmında ölümü, yani değişimi gerçekleşti.
Hac demek içimizdeki dünyanın ölmesi demektir.
Hacca gittiğimizde dünyayla olan bağlarımız ölmelidir.
Eğer bu bağlar ölmezse hac olmaz.

Bin kere, binlerce yıl aynı Kâbe’de ibâdet etsek bile bu bağlar ölmedikçe haccımızı yapmış sayılmayız.
Nerede bu hac?
Hac kalbde olur, eğer doğru bir hâldeyseniz Kâbe sizi aramaya gelir.
Kâbe’yi aramaya gerek duymazsınız.
Kalbinizi temizlediğinizde orası mü’minin Arşı (Arşü’l- mü’min) olur.
Bu Kâbe’dir.

Mihrab kelimesi yazılı orada.
Bu kelimenin anlamı ne peki?
Muharebe, savaş alanı demektir.
(1)
Mücadelenin, savaşın olduğu yer mihrabtır.
Buraya kılıçlarınızı mı getirmelisiniz?
Askerlerinizi mi getirmelisiniz?
Hayır, böyle bir savaş yeri değildir orası.


Not : (1) Mihrab : Câmilerde kıbleyi gösteren duvara açılmış oyuk. Aynı kökten gelen üçüncü fiile göre muharebe etmek demektir. Buna göre şeytan ve hevâ, Allah’tan gayrı her şey ile içteki muharebe edilecek yerdir.)

Mihrab yazılı orada.
Kim yazdı?

Resûlullah (sav) yazdı.
Gerçek anlamı nedir?
Silâhlarımızı, kılıçlarımızı, ordularımızı, cephanelerimizi getirmemize gerek yok.
Savaşmamız gereken yer kalbdir.
Dört yüz trilyon, on binlerce vehmin olduğu bu kalbde savaş olur.


Dışarıdaki Kâbe’de sadece 360 put vardı, ama kalbimizde sayısız put var.
Tüm bu putlara savaş açtığımız muharebe alanı kalbdir.
İbâdet ettiğimiz yerde olan savaş budur.
Bu savaşı bitirmeliyiz, kalbimizi temizlemeli ve orada huzuru bulmalıyız.
Bu savaşı yapmadan Kâbe’ye gitmenin bir anlamı yoktur.
Bu savaşın olduğu yer olan kalbiniz Kerbelâ’dır.
(2)

Not : (2) Allah Azrail (as)’e Adem’in yaratılacağı bir avuç toprak getirmesini emrettiğinde, dört yönden getirilen toprak Kerbelâ’da toplanmıştır.
Aynı zamanda Kerbelâ, Hz. Ali (ra)’nin evladı Hz. Hüseyin (ra)’in düşmanlarına karşı savaştığı, şimdi Irak’ta bulunan bir yerdir. Sembolik olarak Kerbelâ kalbin savaş alanını temsil eder.

Bütün kötülüklerle savaşmanız, onları kesmeniz gereken yer burasıdır.
Kalb Kerbelâ’dır.
Mihrab budur.
Bunun dışında başka bir savaşa gerek de yoktur.
Bu savaş kalbimizdeki rahatsız verici şeylere karşı olur.
Kalbdeki bu savaş kıskançlığa, hasede, ayrılıklara karşı olur.
Savaş alanı kalbdedir, içimizdeki Kâbe’de, ibâdet yerindedir.
Hac bu savaşı yapmak, tamamlamak ve huzuru bulmak demektir. Bunu yaptığımız günde beşinci şartı gerçekten yapmış oluruz.
Bu savaşı bitirmedikçe haccımızı da bitirmemiş oluruz.

Resûlullah (sav) ’ın yönettiği bu savaş Bedir ve diğer savaşlardan sonra olmuştur.
Tüm savaşlar bittikten ve on günlük oruç tamamlandıktan sonra aşure gününde, barış hâlinin olduğunda gerçekleşmiştir.
(3)

Not : (2) On günlük oruç Hicri yılın ilk ayı olan Muharrem ayının ilk on gününde tutulan oruçtur. Aşure onuncu gündür. Sünnet olan dokuzuncu ve onuncu günde tutulan oruçlardır. Diğerleri nafiledir.

Bunun gibi biz de kalbimizdeki savaşı sona erdirmeli ve huzuru bulmalıyız. Bu savaşlar bitmedikçe haccımızı yapmış sayılmayız.

İçimizdeki dünyanın ölmesi lazımdır.
Haccımızı yapmamız gerekir diyoruz, ama bu hac dışarıda yapılmaz ki!

Câmiler yapmalıyız.
Ama niçin?
Bir çok öksüz var, fakir bekâr kızlar var, muhtaçlar var, dullar var, bunlara yardım etmeliyiz.
Eğer bu yardım görevimizi tam olarak yerine getirirsek, o zaman hac bizi aramaya gelir.
Kâbe bizi aramaya gelir.
Sadece Kâbe değil, tüm peygamberler, Kâbe’yi yapan İbrahim (as)’den Hz. Muhammed
Resûlullah (sav) ’e kadar gelen tüm peygamberler bizi aramaya gelir.
Bu peygamberler Kâbe’yle birlikte gelir ve bize sevgiyi, Allah’ın ihsanını ve rahmetini getirirler.

Bu hâlde haccı kim yapmak ister?
Ne haccı yapıyor olursunuz biliyor musunuz?
Hacca gitmek için harcadığınız parayı fakir olan birine ya da evlenmesi için fakir bir bekâr kıza yardım edebilirsiniz.
Geçinecek parası bile olmayan komşularınız var.
Sadece dilenmek zorunda değiller, kötü yollara da düşüyorlar.
Siz zenginsiniz ve hacca gidiyorsunuz, ama bu arada kendi kanınızdan olan komşunuz böyle zorluklar, sıkıntılar yaşıyor.
İman ve İslam’da hepiniz kardeşsiniz, hepiniz aynı kandasınız.
Ama siz kendi kanınızdan olan kimselerin sıkıntılarını hafifletmeden hacca gidiyorsunuz.

Allah bulunduğunuz yerde iyilikler yapmanızı söylerken, orada siz kimi arıyorsunuz?
Orada ne yapacaksınız?
Câmiye girerken yanınızda taşıdığınız paranın “vergisini” vermek zorundasınız.
O zaman bu paranın bir kısmını fakirlere bağışlayıp kâra geçseniz olmaz mı?

Bu parayla fakir bir insanın evinde ışık yakabilirsiniz.
Buna değmez mi?
Hac budur.
İslam’dasınız, mü’minsiniz, ama bunu da yapmazsanız ne tür bir hac yapmayı düşünüyorsunuz?
İslam’da ve mü’min olmada ne dereceye kadar ilerlediniz?
Hepimiz birlik içinde olursak, bu insanların iyi kişiler olması için yardım edemez miyiz?
Fakir bir insana imkanı olan komşusu ona iş vererek yardım edebilir.
On kişi bir araya gelse onu bu fakirliğinden kurtarabilir.
Yirmi kişi olsalar başka birine de yardım edebilirler.
Bunun gibi İslam’da olanlar komşularını fakirlikleriyle baş başa bırakmak yerine onlara yardım ederek rahmet ve ihsana ulaşırlar.
Bir öksüz varsa, kendi çocuklarımızdan önce ona bakmalıyız.
Eğer bunu yaparsak çocuklarımıza bakan biri çıkar.

Eğer sizde İslam’ın bu nitelikleri varsa o zaman birlik içinde yaşıyor olursunuz.
O zaman karanlık size ne yapabilir ki?
Şeytan size gelip saldırabilir mi?
Rahman Sûresi, Bakara Sûresi, Fatiha Sûresi siz olursunuz.
Âyet-el Kürsî
(1) siz olursunuz ve bu Kürsî’ye kesinlikle sonsuz hayat verilir.
Bizler bunu anlayıp gerçekleştiremedik.
Neye çalışıyoruz?
Gerçek mü’min nasıl olabiliriz diye çalışmıyor muyuz?
Bunu anlamadıysak o zaman o yetmiş üçüncü gruba değil de geriye kalan yetmiş iki gruptan birine dahil olmuş oluruz.
(2)

Not : (1) Bu sûrelerden kasıt gerçek insan sûretidir, insanın iç sûretidir.
İnsanın iç sûreti Kur’ân’dır ve 28 harfle ilişkilidir.
İrfan, Allah ’ın Resulü, Hz. Muhammed (sav), melekler ve ruhanî şeyler sayesinde çıkan Kur’ân’daki sesler bu bedendeki sırlardır.
Kürsî irfan gözüdür, Allah’ın Âdem’in alnına koyduğu nurdur.

Not :(2) Bawa Muhaiyaddeen sık sık 73 grup insandan söz eder.
Bunlardan sadece 73. grup mükemmel, tam imana sahip gerçek insanlardan oluşur.
Geriye kalan 70 grup insanın Allah’a imanı yoktur.
Son iki grubun ise imanı vardır, ama hâlâ dünya ve dünya zevklerine istekleri vardır.
(Islam and World Peace: Explanations of A Sufî adlı kitabın 57. Sayfasından alınmıştır.)

R Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“İsrâil oğulları 71 fırkaya ayrıldı. Benim ümmetimde şüphesiz 72 fırkaya ayrılacaktır. Bunların hepsi ateştedir. Yalnız bir fırka hariç o ise cemâattir. (Muhammedî Fırka-i Nâciye) !” buyurmuştur.
(Enes bin Mâlik (ra) dan; İbni Mâce, Sünen-Fiten 3993)

O zaman huzuru bulabilecek miyiz?
Lezzetli bir yemek verildiğinde tıka basa yersiniz ve bu yüzden sabaha kadar uykusuz bir gece geçirirsiniz.
Yediklerinizi çıkarıncaya kadar uyuyamazsınız, sabaha kadar sağa sola dönüp durursunuz.
O yemeğin güzel kokusu ve tadı sizi büyülemiştir ve tıka basa yemişsinizdir.
Halbuki sadece bir bardak suyu : “
Elhamdülillah! Allah’a şükürler olsun!” diyerek içseniz sabaha kadar huzur içinde O’na tevekkülle uyurdunuz.
Bu kadar çok yemeden ne fayda elde ettiniz?
Uzun sıkıntılı bir gece.
Eğer yemeğinizi on kişiyle paylaşsanız, onların mutluluğuyla birlikte siz de mutlu olursunuz.
Öyle değil mi?
Bunu düşünmeliyiz.
Her hareketimizi düşünmeliyiz.
İslam’da yığınlarca yoksul olamaz.
Câmide zengin ve yoksul aynı sırada eşit olarak yan yana durur.
Diğer yerlerde de herkese bu eşitlikle davranmalıyız.
Hem câmide hem Kâbe’de kral ve dilenci eşittir.



Resim

Bunun gibi fakirlere küçük gözle bakmayıp onlara kendimiz gibi eşit davranmalıyız.
İslam budur.
Bu dünyada onları bizlerle eşit kılarsak, işte o zaman gerçek mü’min oluruz.
İslam budur.
Ama böyle yapacağınıza, siz başkalarını bu dünyada kendinizden daha değersiz, aşağıda gördünüz.
Câmide ise eşit olduğunuzu iddia ettiniz.
Bu birlik değildir.

Allah bunları görüyor.
Allah câmide yaptığın dualarına şöyle diyecektir:
“
O insanları ayaklarının altında çiğnemiştin, ama buraya geldiğinde onunla senin eşit olduğunu söylüyorsun.
Onu aşağılamıştın, ona sıkıntı vermiştin.
Şimdi gelmiş onunla eşit olduğunu söylüyorsun!
”
Sonra sen de şöyle bağırırsın : “
Allahım! Beni koru!”
Allah bunları görüyor ve : “
Her ikinizin eşit olduğunu nasıl söyleyebiliyorsun ki?” buyuruyor.
Bunu düşünmeliyiz.
Her çocuk bunu düşünmeli.
Tüm âlimler, ulemâlar, hazretler, câmi imamları, irfan ehli, şeyhler, seyyidler, hepimiz, kim olursak olalım herkese, tüm canlılara kendi canımız gibi davranmalı, herkese huzur vermeli doğru yolu göstermeliyiz.
Bizim huzur verici ve teselli edici sıfatımız olmalı.
Şunu düşünün.
Sadaka ve zekat vererek fakir bir kızın evlenmesine yardım etmelisiniz.
Eskiden gelinin boynuna siyah boncuklardan yapılmış takılar takarlardı.
Şimdi ise size altın takılar takmanızı söylemiyorlar mı?
O altın takıya vereceğiniz parayla başkalarının siyah boncuk takıyla evlenebilmelerini sağlayabilirsiniz.
Siyah boncuk takıların hiçbir maddi değeri yoktur.

Cenazeyi yıkarken kelimeyi tevhid çekeriz ve boynundaki takıyı, kolyeyi koparıp alırız.
Gerçek değeri olan şey kolye değildir.
Gerçek değer kalbimizdeki
Allah sevgisidir.

Örneğin şu takındığınız altın mücevheri, takıyı düşünün.
Ona verilen parayla birçok fakir kızın evlenmesi için yardım edebilirdiniz.
Kendi çocuğunuza milyonlarca para harcıyorsunuz, ama fakir bir kızın evlenmesi için yüz lira bile yardım etmiyorsunuz.
Kur’ân’ı unuttunuz,
Allah ve Resûlullah (sav)’ın sözlerini unuttunuz.
Kalbi şeytanın hükmü altında olan sizin verdiğiniz paranın peşine düşer, bir köpeğin kemikli pilava rağbet etmesi gibi.
Bir köpek asla kuru pilava rağbet etmez.
Zenginler köpeklerini özel olarak beslerler, ama fakir kızlarımızın yiyecek ekmeği bile yok.
Bu kızlar imanlarını kaybediyorlar, başkalarının kölesi olup kendilerini yok ediyorlar.
Bunları kendi gözlerimle gördüm.
Bir çoğu fakirlikten dolayı kötü yola düştü, uçuruma düştü.
Ama hepimiz İslam’da olduğumuzu söylüyoruz.
Bunda iyilik nerede?
Komşusuyla ilgilenmeyen, başkalarına yardım etmeyen nasıl İslam’da olabilir?



Resim

Ben sadece söylüyorum.
Siz istediğinizi yapın, ama irfanı olan, imanı olanların söylediklerimi düşünmeleri gerekir.
Eğer kuyuda su varsa o zaman oradan su çekebilirsiniz.
Bunun gibi eğer kalbde biraz iyilik varsa, vicdan varsa o ortaya çıkar.
Herkes kazancına, gelirine göre davranabilir.

Biz görevimizi yaparız, siz de kendi görevinizi yapın.
Tüm çocuklar iyi bir hâle ulaşmak için çalışmalıdır.
Bu güzel olur.
Elhamdülillah.
Allah’a şükürler olsun!

3 Kasım 1982
Resim
Cevapla

“►Bawa Muhyiddin◄” sayfasına dön