Allah Dostu Sohbet 1

ALLAH DOSTU
Münir DERMAN (ks)
DEMİŞDİ Kİ…

SOHBET MD-01

Rasûlullah Efendimiz Nebîlik cesed-i muâllâlarına aittir.
Nübüvvet vardır biliyorsunuz.
Rasûlluk bir tek Rasûldur.
Evveli de o dur sonu da.
Rasûl, Allah’ ın doğrudan doğruya elçisidir.
Kendi cesedlerinden Ruh-u Muâllâları ayrıldığı zaman Nebîlik Vilâyet makamı ile kalır.
Vilâyet makamı nebîlikten yüksektir.
Bu vilâyet makamı doğrudan doğruya zâten Rasûlullah Efendimizden evvel yoktu Velî denilen şey.
Bu vilâyet makamı devam eder gider.
Bu Vilâyet Makamında bir Gavs bulunur her devirde.
Gavs!..
Gavs demek.
Her türlü şeyde teveccüh edilip onun vasıtasıyla Rasûlullah’ın şefâatından, Allah’ın yardımından meded umulacak kanal, MAKAM demektir.
Türkçesi yoktur. İzâhı bu.
Gavs, bulunduğu yerde Nazar-ı İlâhi oraya müteveccihdir.
Allah’ın nazarı.
Nerdedir bu?
Bilenler vardır yerini.
Belki Salamon adalarındadır.
Belki İngiltere dedir.
Belki Kutuptadır.
Belli değil.
Yalnız bu ZÂT, Kürre-yi Şimalindedir.
Ekvatordan aşağı değildir.
Ekvatordan aşağı hiçbir müstakil İslâm Devleti de yoktur.
Bu da bir hikmettir.

Yeri mâlum değildir Gavs’un.
Bunun sol tarafında mesela şimdi.
Sol tarafında, Nazarı, Dünya Âlemine, Mülk Âlemine nazır Abdulmelik Makamında.. İsim adamın ismi değil, Abdulmelik Makamında bir Zât vardır.
Sağ tarafında Abdulrab denilen nazarı Âlemi Meleküte, semâvâta nazır bir Zât vardır.
Abdulrab o da.
Nazara Âlem-i Mülke olan Abdulmelik, Abdulrab’dan efdaldır.
Bir de Abdullah Makamı vardır burda.
(M.D.Hocama bir hanım sormakta)
“Efendim yani şunu bir özetleyelim diye. Yani dünyaya bakan tarafı?..”
Evet daha efdaldır!
Bir de Gavsun yanında yani onun önünde şöyle Abdullah Makamı vardır.
Bu makam bazen Hilâfet-i Mânevîye şeklinde tecellî eder.
Bazen de Hilâfet-i Vücûdiye, cesediyle.
Bunlardan başka Gavsa bağlı;
Şimal de Abdulmelik,
Cenubde Abdulkâdir.
Makam bunlar, isim değil!
Şarkta Abdulhayy,
Garbde Abdulalîm denilen dört kişi vardır.
Bunlara Evtad denilir.
Dörtler-Direkler…
Bu evtadların yerleri mâlumdur, bazen yerleri değişir.
Ruhen Kâbe’de dâima müctemi’dirler.
Bazen de ceseden toplanırlar.

Her asırda bir Gavs vardır.
Resûl-i Ekrem Efendimizin Nâibi bu.
Resûl-i Ekrem tarafından İzn-i İlâhi ile seçilir.
Bu dörtler her zaman Mekke de mânen toplanırlar.
Bazen de cesedleriyle birlikte toplanırlar.
Bunların emirlerini Kırklar, Mülk Âleminde görürler.
Kırkların müşkülleri olursa, Yediler hallederler bunları.
Bir de Yediler vardır…

Birde Üçler vardır.
Bunlar ümmîdirler.
Manevî ziynet gibidirler.
HAKK’ın onlara teberrüken dâima, Abdurrabba nazar eder ve niyâz eder onlar.
Hiç kimseyle alâkadâr olmaz.

Üçyüzler vardır, seyyar-gezerler.
Üçbinler vardır.
Kendi hallerinden niyâz ve tâaddadırlar.
Bunların bazıları irşâd ile meşguldürler.
Bazıları kendi içlerine çekilmiştir.
Tâad ve ubidiyetlerinin mükafâtı olarak Velî Makamındadırlar. Yâni mesela burada bir adam bakarsınız. Fillandiya’nın sefareti yoktur.
Teberrüken Fillandiya sefareti gibi o makama otururlar orada.

Bir de Meczûb Mecnûnlar vardır.
Bunlar CEZBe içindedirler.
Yollarını, tahammül edemediklerinde, şaşırmışlar hataya düşmüşlerdir.
Bunlar fakat İnd-i İlahî’de mağfurdurlar.
Bunlarla yemek yenmez,
Elbiseleri giyinmez,
Sohbet de edilmez.

Bu Cenâb-ı Peygamberden sonra, Rasûlullah’ın ruhanîyetinin Velîye etmişlerdir.

Bütün Ruhanî Kanunlar ne kadarsa, efendim maddî!…
Kim verdi bu emri.
Göster o emrin yerini.
Maddî -Ruhanî bu.
İkisi de DEVLETtir.
Ruhanî Kanunları bunları idare ederler.
Ne Levh-i Mahfuzda lâzımsa onlar senindir.
Bunlar bambaşka!..

Velîler vardır.
Doğrudan doğruya Vilâyet-i Rasûlullah’a hâkim Velîler vardır. “Evliyâ-yi tahtet gubabi’l ayaneküm gayri.”
Onun içün:
Arz-ı vasi’ ister isen gir Velînin Kabzı’na,
Arz ü Kürsî’den geniştir bir Velînin him âyesi.

Bunlar tamamiyle bilinmezler.
Bu dediklerim gelir siz Velîsiniz, sizi bile tanıyamaz.
O kadar gizlenmiştir bu.
Bunları seçmek güçtür.
Şimdi bu kitâbı okumada aşağıdaki öğütleri düşünerek okuyun.
Bu öğütler sizi sarsıyor.
Ve bunları yapmaktan sakınacaksanız!
Sayfaları okumaya devam ediniz!
Samimi olarak size te’sir etmiyorsa okumamanızı rica ederiz! Yaprak, çiçek koparmayınız!
Yaş ağaç kesmeyiniz!
Dal kırmayınız!
Yaprak çiçek çiğnemeyiniz!
Meyve kabuklarını yaş, yaprak, çiçek taze dal, ateşe atmayınız!
Bunlara dikkat ederseniz şu hadisin müjdesine kavuşursunuz. Nebatata kadar merhamet gösteriniz!
Bunda şefâati müjdedir de görürsün.
Kuşları kafeslere hapsetmeyiniz!
Kuşlara hayvanlara taş atmayınız!
Avcılıktan çok uzak durunuz!
Hayvan öldürmeyiniz!
Her ne türlü olursa olsun zararlı ve fâideli, yenir ve yenmez balık avına gitmeyiniz!
Balıkçıların, avcıların, ağaç kesenlerin, hayvanlara eziyet edenlerin sonları karanlıktır, hüsrandır.
Zengin veya hükümdâr olsak.
Tarlalara zarar veriyor diye köstebekleri, fâreleri, muzır dediğimiz kuşları öldürmeyiniz!
Bütün tarlanı yemezler.
İçinde haram var ise..
Sen de haram peşinde koşuyorsan, içine karışmış haramları, onları temizlerler.
Hiç bir nebata, hayvana küfretmeyiniz!
“Ne Allah’ın belâsı şey!” i katiyen söylemeyiniz!
Dilimizi bir gün yakacak bir hadisenin muhakkak geleceğini unutmayınız!
Her şeyi tatlı bir sabırla hiddet etmeden karşılayınız!
Dünya hayatının gözle görülemeyecek kadar ince suâllerle dolu bir İmtihan-ı İlâhiyye olduğunu unutmayınız!
Kalabalıkta yapmaktan çekindiğiniz hareket ve işleri yalnızken yapmayınız!
Bunu bir huy ve karakter olarak kabul ediniz!
Zirâ Allah her yerde hazır ve nazırdır.
Görür ve Görücüdür.
Sıcak ve soğuktan katiyen şikâyet etmeyin!
Bunlar tabîi olaylardır.
İsteseniz de istemeseniz de olacaktır.
Evinizi, elbiselerinizi, eşyalarınızı, muhitinizi son derece bir dikkatle temiz tutunuz!
Her biriniz şahsî veya umumî hareketlerinizi, gayrı sakin, düşünerek doğru ve en iyi bir suretle yapınız!
Katiyyen küfür ve yemin etmeyiniz!
Yalan, dedikodu, arkadan söylemek, gammazlık, hased, gıbta, hor görmek gibi hareketlerden dâima uzak durunuz!
İnsanlığınızı zedelemeyiniz!
Hiç kimse hakkında fenâ düşünmeyiniz!
İnsanları, hayvanları, nebatları, her şeyi seviniz!
En çirkin görünen şeylerde ve hareketlerde bile bir güzellik vardır.
Veya bir hikmet bir Ders-i İbret gizlidir.
Onu görmeye gayret ediniz!
Evinizi, ailenizi, yavrularınızı seviniz!
Onlara dâima güzel yüzlü, sevgi dolu hareketlerle muamele ediniz! Kâinâtta her şeyin bir başlangıcı vardır.
Mekansızlıktan mekana geldik, görünür, yer kaplar, büyür, muayyen bir müddet bâki kalır.
Sonra yavaş yavaş erir.
Mekandan sıyrılır gideriz nâ-mekana.
Bazılarının bu hâli uzun sürdüğü için biz onları bâki zannederiz.
Bir kısmı tekrar doğar.
Bir kısmı tekrar doğmaz.
Kaybolur giderler.
İnsanlıkta SEVGİ gizlidir.
Vücûd yüzenler bile yek diğerini sevdikleri için bile bir nisabı içinde tekâmül ederler.
Hemen hududdadır.
O hali bozulursa insan hem ceseden hem duygularıyla bambaşka olur.
O nisabın iki ismi vardır biri maddî sıhhat, diğeri mânevî sevgi ve ahlâktır.
Sevmekte ve ahlâkta dürüstlükteyiz.
Fenâ, çirkin, bozuk bir şey yoktur.
Padişah olsun.
Aksinde devranan, düzensiz, ahlâksızlık işlenir.
Gerçeği seyreden ADAM doğrudur.
Hakiki DOĞRU ADAM bütünüyle SEVGİdir…

KELİMELER:

Muâllâ: Yüksek, yüce, âli. Makamı ve rütbesi yüksek.
Vilâyet: Bir şeyi kudretle elde etme. * İl. * Birisine kefil olmak. * Dostluk. Muhabbet.
Gavs: Çağırma. Nida. Medet istemek. * Yardım edici. Medet verici. * Kurtuluş. (Bak: Aktâb)
Teveccüh: Bir şeye doğru yönelme, bir tarafa dönme. Çevrilme. * Mânen üzerine düşme. * Ait olmak. * Hoşlanmak. * Sevgi, alâka.
Makam: Durulacak yer. * Rütbeli yer. * Câh. Mesned. Mansab
Müteveccih: Yönelmiş, dönmüş. Bir yere doğru yola çıkan. * Birisine karşı iyi düşünce ve sevgisi olmak. İhsan ve iltifat üzere olmak. * Pir-i fâni olmak.
Kürre-yi Şimal: Kuzey yarım küre.
Müstakil: Kendini idare edebilen. Başlıbaşına. Bağımsız.
Meleküt: (Melekiye) Meleğe mensub, melekle alâkalı. * Paklık, temizlik, ismet. * Hükümdara, melike âit. Melikle alâkalı.
Efdal: (Fazl. C.) Ziyadeler, fazlalar, çoklar. * İhsanlar, ikramlar, iyilikler, meziyetler, hünerler.
Evtad: (Veted. C.) Direkler. Kazıklar. * Ricâlullahtan birine verilen isim.
Müctemi’: Toplu. Topluca. Bir araya gelmiş. Hepsi.
Nâib: (Nevb. den) Vekil, birinin yerine geçen. * Şeriat hâkimi olan kadı vekili. * Nöbet bekleyen.
Ümmî: Anasından doğduğu gibi kalmış ve tahsil görmemiş, mekteb ve medresede okumamış kimse. Yazı yazmak bilmeyen. (Ümmi ile câhil arasında fark vardır. Ümmi yalnız okuyup yazmak bilmiyendir. Câhil ise, okuyup yazmak bilse de, bir şey bilmiyen kimsedir, her ümmi câhil değildir.)
Alâkadâr: Alâkalı, münâsebetdar.
Tâat: İbadet etmek. Allah’ın (C.C.) emirlerini yerine getirmek. İtaat etmek.
Ubidiyyet: Bendelik, kulluk, kölelik. Kul olduğunu bilip Allah’a itaat etmek. Allah’a teslim olup, Kur’an ve Peygamber (A.S.M.) vasıtası ile verilen emirleri aynen icra ve tatbike çalışmak
Teberrüken: Uğurlu ve mübarek olarak. Bereket mevzuu ederek.
İnd-i İlahî: Allah’ın indinde. Allah’ın nazarında.
Vasi’: (Vasia) Geniş, enli. Bol. Engin. Meydanlı. * Her ihtiyacı olana vergisi kâfi ve bol bol ihsan eden. İlmi cümle eşyayı muhit, rızkı bütün mahlukata şâmil ve rahmeti bütün şeyleri kaplamış olan Allah (C.C.)
Arz-ı vasi’: Genişçe yer.
Kabz: Tutmak. Ele almak. Kavramak. Almak. * Tahsil etmek. Teslim almak. * Amelde zorluk çekmek. * Kuşun süratle uçması. * Mülk.
Âye: Avuç içi.
Muzır: (Muzırra) Ziyan veren, zararlı, zarara sokan.
Suâl: İsteme. İstek. * Soru. Sorulan şey. * Dilencilik.
Gıbta: İmrenme. Aynı iyi hâli isteme. Şiddetle başkasının güzel bir halinin kendisinde de olmasını arzu etme.
Muamele: (C.: Muâmelât) Hatt-ı hareket. Davranma, davranış. Birbiri ile iş görme, amel etme. Alış veriş. * Resmi dairelerde yapılan herhangi bir iş.
Muayyen: Görülmüş olan, kat’i olarak belli olan, belli, ölçülü, tayin ve tesbit olunmuş, karalaştırılmış.
Nâ-mekan: Mekansız.
Nisab: Zekât ölçüsü, ölçü miktarı. * Üzerine zekât verilmesi farz olan mal miktarı. * Asıl, esas. Sermaye mal. Derece, had.
Tekâmül: Kemâl bulma. Olgunlaşma.