9- Bâb-ı tâsı’ : DOKUZUNCU BÖLÜM

DOKUZUNCU BÖLÜM-1

BÂB-I TÂSI’
DOKUZUNCU BÖLÜM
 
Bu Bâb Tavhîdu’l – Ma’ârıf Bayân Kılur
 
وَإِلَـهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ لاَّ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الرَّحْمَنُ الرَّحِيمُ
—  “Ve ilahüküm ilahüv vahid, la ilahe illa hüver rahmanür rahiym : İlâhınız bir tek Allah’tır. O’ndan başka ilâh yoktur. O, rahmândır, rahîmdir.” (Bakara 2/163)
Ol pâdışâh-ı kadîm evvel bize birligin bildürdi:
Andan Pâdişâh-ı ‘âllam kullarına kendü valıgın bildürdi:
 
Bu bölüm Mâarif Tevhidi anlatır-açıklar.
“Ve ilahüküm ilahüv vahid, la ilahe illa hüver rahmanür rahiym : İlâhınız bir tek Allah’tır. O’ndan başka ilâh yoktur. O, rahmândır, rahîmdir.” (Bakara 2/163)
Başlangıcı olmayan El Evvel Hakk Teâlâ bize birliğin bildirdi.
Ondan sonra Her şeyi hakkıyla bilen Padişah kullarına kendi varlığını bildirdi:
 
اللّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ وَأَنزَلَ مِنَ السَّمَاء مَاء فَأَخْرَجَ بِهِ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقًا لَّكُمْ وَسَخَّرَ لَكُمُ الْفُلْكَ لِتَجْرِيَ فِي الْبَحْرِ بِأَمْرِهِ وَسَخَّرَ لَكُمُ الأَنْهَارَ
— “Allahüllezi halekas semavati vel erda ve enzele mines semai maen fe ahrace bihi mines semerati rizkal leküm ve sehhara lekümül fülke li tecriye fil bahri bi emrih ve sehhara lekümül enha : (O öyle lütufkâr) Allah’tır ki, gökleri ve yeri yarattı, gökten suyu indirip onunla rızık olarak size türlü meyveler çıkardı; izni ile denizde yüzüp gitmeleri için gemileri emrinize verdi; nehirleri de sizin (yararlanmanız) için akıttı. (İbrahim 14/32)
 
اللَّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ مَا لَكُم مِّن دُونِهِ مِن وَلِيٍّ وَلَا شَفِيعٍ أَفَلَا تَتَذَكَّرُونَ
—  “Allahüllezi halekas semavati vel erda ve ma beynehüma fi sitteti eyyamin sümmesteva alel arş ma leküm min dunihi miv veliyyiv ve la şefiy’ efela tetezekkerun: Gökleri, yeri ve bunların arasındakileri altı günde (devirde) yaratan, sonra arşa istivâ eden Allah’tır. O’ndan başka ne bir dost ne de bir şefaatçınız vardır. Artık düşünüp öğüt almaz mısınız?” (Secde 32/4)
 
Kadîm : Eski zaman. * Başlangıcı olmayan. Uzun zamandan beri var olan. * Evveli bilinmeyen hâl ve keyfiyet.
 
Alâm : En çok bilen, her şeyi hakkı ile bilen. (Cenâb-ı Hakka mahsus bir sıfat olup, başka mahluka denemez.)
 
 
Andan sıfatın (sıbgatın) bildürdi:
Ondan sonra sıfatın (boyasın) bildirdi:
 
قَالُواْ سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا إِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا إِنَّكَ أَنتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
  —  “Kalu sübhaneke la ilme lena illa ma alemtena, inneke entel alimül hakim : Melekler: Yâ Rab! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz, senin bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur. Şüphesiz alîm ve hakîm olan ancak sensin, dediler.” (Bakara 2/32)
 
 
صِبْغَةَ اللّهِ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللّهِ صِبْغَةً وَنَحْنُ لَهُ عَابِدونَ
  —  “Sibğatellah, ve men ahsenü minellahi sibğatev ve nahnü lehu abidun: Allah’ın (verdiği) rengiyle boyandık. Allah’tan daha güzel rengi kim verebilir? Biz ancak O’na kulluk ederiz (deyin).” (Bakara 2/138)
 
Sıbgatullah : Cenab-ı Hakk’ın dilediği tarz, manevî renk, biçim ve şekilde yaratması. İslâmî ahlâk ve karakteri halketmesi. * Allah’ın dini.
 
 
 
Andan milketin bildürdi:
Ondan mülkiyetin bildirdi:
 
أَلَمْ تَعْلَمْ أَنَّ اللّهَ لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللّهِ مِن وَلِيٍّ وَلاَ نَصِيرٍ
  —  “E lem ta’lem ennellahe lehu mülküs semavati vel ard, ve ma leküm min dunillahi miv veliyyiv ve la nasiyr : (Yine) bilmez misin, göklerin ve yerin mülkiyet ve hükümranlığı yalnızca Allah’ındır? Sizin için Allah’tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.” (Bakara 2/107)
 
 
 
Anadan heybetin bildürdi:
Ondan heybetin bildirdi:
 
وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِهِ وَهُوَ الْحَكِيمُ الْخَبِيرُ
  —  “Ve hüvel kahiru fevka ibadih ve hüvel hakimül habir : O, kullarının üstünde her türlü tasarrufa sahiptir. O, hüküm ve hikmet sahibidir, herşeyden haberdardır.” (En’âm 6/18)
 
Heybet : Hürmetle beraber koruk hissini veren hal. Sakınıp korkulacak hal. Azamet.
 
 
 
Andan ‘azamatın bildürdi:
Ondan azametin bildirdi:
 
يُؤَاخِذُكُمُ اللّهُ بِاللَّغْوِ فِيَ أَيْمَانِكُمْ وَلَكِن يُؤَاخِذُكُم بِمَا كَسَبَتْ قُلُوبُكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ حَلِيمٌ
  —  “La yüahizükümüllahü bil lağvi fi eymaniküm ve lakiy yüahizüküm bi ma kesebet kulubüküm, vallahu ğafurun halim : Allah sizi kasıtsız yeminlerinizden sorumlu tutmaz. Lâkin kasıtlı yaptığınız yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutar. Allah gafûrdur, halîmdir.” (Bakara 2/225)
 
لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظِيمُ
  —  “Lehu ma fis semavati ve ma fil ard ve hüvel aliyyül aziym : Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. O yücedir, uludur.” (Şûrâ42/4)
 
 
 
Andan ızzatın bildürdi:
Ondan izzetin bildirdi:
 
مَن كَانَ يُرِيدُ الْعِزَّةَ فَلِلَّهِ الْعِزَّةُ جَمِيعًا إِلَيْهِ يَصْعَدُ الْكَلِمُ الطَّيِّبُ وَالْعَمَلُ الصَّالِحُ يَرْفَعُهُ وَالَّذِينَ يَمْكُرُونَ السَّيِّئَاتِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ وَمَكْرُ أُوْلَئِكَ هُوَ يَبُورُ
 —  “Men kane yüridül izzete fe lillahil izzetü cemia ileyhi yas’adül kelimüt tayyibü vel amelüs salihu yerfeuh vellezine yemkürunes seyyiati lehüm azabün şedid ve mekru ülaike hüve yebur : Kim izzet ve şeref istiyor idiyse, bilsin ki, izzet ve şerefin hepsi Allah’ındır. O’na ancak güzel sözler yükselir (ulaşır). Onları da Allah’a amel-i sâlih ulaştırır. Kötülüklerle tuzak kuranlara gelince, onlar için çetin bir azap vardır ve onların tuzağı bozulur.” (Fatır 35/10)
 
 
 
Andan calâlın bildürdi:
Ondan celâlin bildirdi:
 
تَبَارَكَ اسْمُ رَبِّكَ ذِي الْجَلَالِ وَالْإِكْرَامِ
  —  “Tebarakesmu rabbike zil celali vel ikram. : Büyüklük ve ikram sahibi Rabbinin adı yücelerden yücedir.” (Rahmân 55/78)
 
Andan nı’matın  bildürdi:
Ondan nimetin bildirdi:
 
س وَجَاهِدُوا فِي اللَّهِ حَقَّ جِهَادِهِ هُوَ اجْتَبَاكُمْ وَمَا جَعَلَ عَلَيْكُمْ فِي الدِّينِ مِنْ حَرَجٍ مِّلَّةَ أَبِيكُمْ إِبْرَاهِيمَ هُوَ سَمَّاكُمُ الْمُسْلِمينَ مِن قَبْلُ وَفِي هَذَا لِيَكُونَ الرَّسُولُ شَهِيدًا عَلَيْكُمْ وَتَكُونُوا شُهَدَاء عَلَى النَّاسِ فَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَاعْتَصِمُوا بِاللَّهِ هُوَ مَوْلَاكُمْ فَنِعْمَ الْمَوْلَى وَنِعْمَ النَّصِيرُ
 —  “Ve cahidu fillahi hakka cihadil hüvectebüküm ve ma ceale aleyküm fid dini min harac millete ebiküm ibrahim hüve semmakümül müslimine min kablü ve fi haza li yekuner rasulü şehiden aleyküm ve ketunu şühedae alen nas fe ekiymüs salate ve atüz zekate va’tesimu billah hüve mevlaküm fe ni’mel mevla ve ni’men nesiyr : Allah uğrunda, hakkını vererek cihad edin. O, sizi seçti; din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi; babanız İbrahim’in dininde (de böyleydi). Peygamberin size şahit olması, sizin de insanlara şahit olmanız için, O, gerek daha önce (gelmiş kitaplarda), gerekse bunda (Kur’an’da) size «müslümanlar» adını verdi. Öyle ise namazı kılın; zekâtı verin ve Allah’a sımsıkı sarılın. O, sizin mevlânızdır. Ne güzel mevlâdır, ne güzel yardımcıdır!” (Hac 22/78)
 
 
 
Andan boşamagın bildürdi:
Ondan kulunun, kendinden gayrısından boşalmasını bildirdi:
 
وَإِنَّ مِنْهُمْ لَفَرِيقًا يَلْوُونَ أَلْسِنَتَهُم بِالْكِتَابِ لِتَحْسَبُوهُ مِنَ الْكِتَابِ وَمَا هُوَ مِنَ الْكِتَابِ وَيَقُولُونَ هُوَ مِنْ عِندِ اللّهِ وَمَا هُوَ مِنْ عِندِ اللّهِ وَيَقُولُونَ عَلَى اللّهِ الْكَذِبَ وَهُمْ يَعْلَمُونَ
  —    “Ve inne minhüm le feritkay yelvune elsinetehüm bil kitabi li tahsebuhü minel kitabi ve ma hüve minel kitab, ve yekulune hüve min indillahi ve ma hüve min indillah, ve yekulune alellahil kezibe ve hüm ya’lemun : Ehl-i kitaptan bir gurup, okuduklarını kitaptan sanasınız diye kitabı okurken dillerini eğip bükerler. Halbuki okudukları Kitap’tan değildir. Söyledikleri Allah katından olmadığı halde: Bu Allah katındandır, derler. Onlar bile bile Allah’a iftira ediyorlar.” (Âl-i İmrân 3/4)
 
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَقْتُلُواْ الصَّيْدَ وَأَنتُمْ حُرُمٌ وَمَن قَتَلَهُ مِنكُم مُّتَعَمِّدًا فَجَزَاء مِّثْلُ مَا قَتَلَ مِنَ النَّعَمِ يَحْكُمُ بِهِ ذَوَا عَدْلٍ مِّنكُمْ هَدْيًا بَالِغَ الْكَعْبَةِ أَوْ كَفَّارَةٌ طَعَامُ مَسَاكِينَ أَو عَدْلُ ذَلِكَ صِيَامًا لِّيَذُوقَ وَبَالَ أَمْرِهِ عَفَا اللّهُ عَمَّا سَلَف وَمَنْ عَادَ فَيَنتَقِمُ اللّهُ مِنْهُ وَاللّهُ عَزِيزٌ ذُو انْتِقَامٍ
 — “Ya eyyühellezine amenu la taktülüs sayde ve entüm hurram ve men katelehu minküm müteammiden fe ceazüm mislü ma katele minen neami yahkümü bihi zeva adlim minküm hedyem baliğal ka’beti ev keffaratün taamü mesakine ev adlü zalike siyamel li yezuka ve bale emrih afallahü amma selef ve men ade fe yentekimüllahü minh vallahü azizün züntikam : Ey iman edenler! İhramlı iken avı öldürmeyin. İçinizden kim onu kasten öldürürse öldürdüğü hayvanın dengi (ona) cezadır. (Buna) Kâbe’ye varacak bir kurban olmak üzere içinizden adalet sahibi iki kişi hükmeder (öldürülen avın dengini takdir eder). Yahut (avlanmanın cezası), fakirleri doyurmaktan ibaret bir keffârettir, yahut onun dengi oruç tutmaktır. Ta ki (yasak av yapan) işinin cezasını tatmış olsun. Allah geçmişi affetmiştir. Kim bu suçu tekrar işlerse Allah da ondan karşılığını alır. Allah daima galiptir, öç alandır.” (Mâide 5/95)
 
 
 
Andan kendü lutfın  bildürdi:
Ondan kendi lutfün bildirdi:
 
اللَّهُ لَطِيفٌ بِعِبَادِهِ يَرْزُقُ مَن يَشَاء وَهُوَ الْقَوِيُّ العَزِيزُ
  — “Allahü latiyfüm bi ibadihi yerzüku mey yeşa’ ve hüvel kaviyyül aziz : Allah kullarına lütufkârdır, dilediğini rızıklandırır. O kuvvetlidir, güçlüdür.” (Şûrâ 42/19)
 
 
 
Andan muhabbatın bildürdi:
Ondan muhabbetin bildirdi:
 
قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
  — “Kul in küntüm tühibbünellahe fettebiuni yuhbibkümüllahü ve yağfir leküm zünubeküm, vallahü ğafurur rahiym : (Resûlüm!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Âl-i İmrân 3/31)
 
 
 
Andan nusratın bildürdi:
Ondan Nusretin bildirdi:
 
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ رُسُلًا إِلَى قَوْمِهِمْ فَجَاؤُوهُم بِالْبَيِّنَاتِ فَانتَقَمْنَا مِنَ الَّذِينَ أَجْرَمُوا وَكَانَ حَقًّا عَلَيْنَا نَصْرُ الْمُؤْمِنِينَ
  —“Ve le kad erselna min kablike rusülen ila kavmihim fe cauhüm bil beyyinati fentekamna minellezine ecramu ve kane hakkan aleyna nasrul mü’minin : Andolsun ki, biz senden önce kendi kavimlerine nice peygamberler gönderdik de onlara açık deliller getirdiler. (Onları dinlemeyip) günaha dalanların ise cezalarını hakkıyla vermişizdir. Müminlere yardım etmek de bize düşer. “ (Rûm 30/47)
 
Nusret : (Nusrat) Yardım. Cenab-ı Hakkın yardımı, hususen ruhani muavenet. Zafer, galebe, fetih, üstünlük, başarı, düşmana gâlib olmak.
 
 
 
Andan kısmatın bildürdi:
Ondan kısmetin bildirdi:
 
أَهُمْ يَقْسِمُونَ رَحْمَةَ رَبِّكَ نَحْنُ قَسَمْنَا بَيْنَهُم مَّعِيشَتَهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَرَفَعْنَا بَعْضَهُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِيَتَّخِذَ بَعْضُهُم بَعْضًا سُخْرِيًّا وَرَحْمَتُ رَبِّكَ خَيْرٌ مِّمَّا يَجْمَعُونَ
  — “E hüm yaksimune rahmete rabbik nahnü kasemna beynahüm meiyşetehüm fil hayatid dünya ve rafa’na ba’dahüm fevka ba’din deracatil li yettehize ba’duhüm ba’dan suhriyya ve rahmetü rabbike hayrum mimma yecmeun : Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için kimini ötekine derecelerle üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır.” (Zuhruf 43/32)
 
 
 
Andan hasbatın bildürdi:
Ondan hasbîliğin bildirdi:
 
وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لَا يَحْتَسِبُ وَمَن يَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ فَهُوَ حَسْبُهُ إِنَّ اللَّهَ بَالِغُ أَمْرِهِ قَدْ جَعَلَ اللَّهُ لِكُلِّ شَيْءٍ قَدْرًا
  –— “Ve yerzukhu min haysu la yahtesibu ve men yetevekkel ‘alellahi fehuve hasbuhu innallahe baliğu emrihi kad ce’alallahu likulli şey’in kadren. : Ve ona beklemediği yerden rızık verir. Kim Allah’a güvenirse O, ona yeter. Şüphesiz Allah, emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü koymuştur.” (Talâk 65/3)
 
Hasb : (Haseb) Birisinin sülâlesi cihetinden iftihar yolu ile saydığı iyilik. Mal, din, millet. Kerem, fiil ve amelde yüksek şeref, iyi iş, sâlih amel. Şeref, asalet, şan, kadr ve haysiyet. * Dolayı, cihetiyle, gereğince.
 
 
 
Andan rahmatın bildürdi:
Ondan rahmetin bildirdi:
 
هُوَ الَّذِي يُصَلِّي عَلَيْكُمْ وَمَلَائِكَتُهُ لِيُخْرِجَكُم مِّنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ وَكَانَ بِالْمُؤْمِنِينَ رَحِيمًا
  —   “Hüvellezi yüsalli aleyküm ve melaiketühu li yuhriceküm minez zulümati ilen nur ve kane bil mü’minine rahiyma : Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize rahmetini gönderen O’dur. Melekleri de size istiğfar eder. Allah, müminlere karşı çok merhametlidir. “ (Ahzâb 33/43)
 
 
 
Andan hıkatın bildürdi:
Ondan hikmetin bildirdi:
 
يُؤتِي الْحِكْمَةَ مَن يَشَاء وَمَن يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ أُوتِيَ خَيْرًا كَثِيرًا وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُوْلُواْ الأَلْبَابِ
 — “Yü’til hikmete mey yeşa’, ve mey yü’tel hikmete fe kad utiye hayran kesira, ve ma yezzekkeru illa ülül elbab : Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilirse, ona pek çok hayır verilmiş demektir. Ancak akıl sahipleri düşünüp ibret alırlar.” (Bakara 2/269)
 
 
 
Andan kullarına ‘ılim öğretmekliğin bildürdi:
Ondan kullarına ilim öğretmenliğin bildirdi:
 
كَمَا أَرْسَلْنَا فِيكُمْ رَسُولاً مِّنكُمْ يَتْلُو عَلَيْكُمْ آيَاتِنَا وَيُزَكِّيكُمْ وَيُعَلِّمُكُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُعَلِّمُكُم مَّا لَمْ تَكُونُواْ تَعْلَمُونَ
 — “Kema erselna fiküm rasulem minküm yetlu aleyküm ayatina ve yüzekkiküm ve yüallimükümül kitabv vel hikmete ve yüallimüküm ma lem tekunu ta’lemun : Nitekim kendi içinizden size âyetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran, size Kitab’ı ve hikmeti talim edip bilmediklerinizi size öğreten bir Resûl gönderdik.” (Bakara 2/151)
 
 
 
Peygamber hazratı alayhı’s-salâm buyurur kim:
‘İlim üçdür: Evvel âyât-ı beyyinâtdur; ikinci berkinmiş farîzadur; üçünci durmış sünnetdür, imdi her kim bu üç ‘ilimi bilse ol kimesne gey ulu kişidür.
 
Peygamber Hazreti alayhi’s-selâm buyurur ki:
“ İlim üçtür:
Birincisi : Bildirlen âyetlerdir.
İkincisi : Kesinleşmiş farzlar.
Üçüncüsü : Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den bize ulaşan doğru sünnetlerdir.
Şimdi herkim bu üç ilmi bilse o kimse hakkıyla ulu kişidir.
 
Âyât : Âyet. Eser. * Kimsenin inkâr edemiyeceği açık delil. Nişân. Alâmet. İşaret. * Menzil, mekân. * Kur’ân-ı Kerim’deki her bir cümle. Mânen uyanmağa, intibâha sebeb olan hâdise. (Kur’ân-ı Kerim’de 6666 âyet vardır.)
 
Beyyinat : (Beyyine. C.) Beyyineler. Bürhanlar.
 
Gey : Key. Çok, pek, gayet, pek çok, iyi, iyice, hakkıyla, uygun, lâyık, yerinde, doğru, muvafık.
 
 
 
Andan Hak ta’âlâ delim dürlü nesneler bildürdi kim dile gelmez ve hısaba sıgmaz.
Pes ol pâdişâh-ı ‘âlam Tanrı zerreyi Kur’ân içinde bildürdi:
 
Ondan Hak Teâlâ bir çok türlü nesneler bildirdi ki dile gelmez ve hisaba sıgmaz.
Ve O âlemlerin padişahı Allah Teâlâ zerreyi Kur’ân içinde bildirdi:
 
وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لَا تَأْتِينَا السَّاعَةُ قُلْ بَلَى وَرَبِّي لَتَأْتِيَنَّكُمْ عَالِمِ الْغَيْبِ لَا يَعْزُبُ عَنْهُ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ فِي السَّمَاوَاتِ وَلَا فِي الْأَرْضِ وَلَا أَصْغَرُ مِن ذَلِكَ وَلَا أَكْبَرُ إِلَّا فِي كِتَابٍ مُّبِينٍ
 —“Ve kalellesine keferu la te’tines saah kul bela ve rabbi le te’tiyenneküm alimil ğayb la ya’zübü anhü miskalü zerratin fis semavati ve la fil erdi ve la asğaru min zalike ve la ekberu illa fi kitabim mübin : İnkârcılar: Kıyamet bize gelmeyecek, dediler. De ki: Hayır! Gaybı bilen Rabbim hakkı için o, mutlaka size gelecektir. Göklerde ve yerde zerre miktarı bir şey bile O’ndan gizli kalmaz. Bundan daha küçük ve daha büyüğü de şüphesiz, apaçık kitaptadır (yazılıdır).” (Sebe’ 34/3)
 
Delim : Bir çok, fazlaca.
 
 
 
Pes imdi her ne kim bildürse cümlesine inanup şükr idüp minnet kılmak gerek andan kişi kendüyi dahı bilmek gerek.
Pes her kim kendüyi bilse bayık Tanrıyı dahı bile nitekm paygambâr alayhı’s-salâm buyurur:
“Kendi nefsini bilip öğrenen Rabbını hakkıyla bilir.” (Matla’ul-İ’tikad s.40)
 
Allah Teâlâ her ne ki bildirse hepisine inanıp, şükredip, minnet etmek gerekir.
Bundan sonra da kişi kendini de bilmesi geretir.
Her kim ki kendini bilse gerçekten Rabb’ını da bilir.
Nitekim Peygamber alayhi’s-selâm buyurur:
“Kendi nefsini bilip öğrenen Rabbını hakkıyla bilir.”
 
 
Minnet : İyiliğe karşı duyulan şükür hissi. * Birisine iyilik etmek. * Yapılan iyilikleri sayarak başa kakmak.
 
Bayık : Gerçek, meydanda.
 
  —  Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu : Kim nefsini bilirse kesinlikle Rabb’ini de bilir. ” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II/343 (2532)
 
 
 
Pes şöyle gerek kim:
(Kim kendinin fani olduğunu bilirse Rabbinin bakiliğini anlar.)
Muradınca kendüyi bile eyle degül kim biregü biregüyi bile; Fulândur ve fulân oglıdur ve fulân yirlidür, diye.
Pes eyle gerek kim ‘ilmile irdeye ve izleye, isteye ve gözleye ‘Arş’dan tâ tahta ‘s-sarâ’ya degin  ne kim varısa kendüde bula.
Pes imdi ‘Arş’ıla Ferş arasında çok dürlü nesneler vardur; ille – âdamdan ulusı yokdur.
Ve hem cümle yaradılmış nesneden yoharu ‘Arş’dur.
Ve hem on sekin bin kandil  ‘Arş’da asılıdur, degme bir kandilun ginligi yitmiş bu dünyeden artukdur.
Olar kim Çalap Tanrı’nun hazînalarıdur, on sekin bin ‘âlamdur.
Amma kamudan yokâru ‘Arş’dur; pes vucûd-ı insânda dahı cümleden yokaru başdur; ve cân hazînaları dahı başdadur.
Pes imdi uş ‘akıl ve ilhâm ve fehüm ve sevişmek ve ‘ışk-ı dîdar ve Ma’rıfat (dahı hazînalardur ve başda asılıdur.
Ma’rıfat) yalunuz bin ‘Arş gibidür.
Dahı (başda) asılı duranlar kim vardur, her birisi (dükeli) mülkden yiğdür.
Pes  imdi baş ‘Arş’a benzer
Ve hem dünyede göğ var ve yir var pes imdi arka göğe benzer ve daban yire benzer.
Başı arka götürür ve arkayı daban götürür.
Pes ‘Arş’ı dahı göğ götürür ve göğü yir götürür ve göğden ne yagarsa yir anı götürür.
Ve hem ‘akıl aya benzer Ma’rıfat güne benzer , ‘ilim yılduzlara benzer.
Ve hem dünyede gün dogar ve uyagur ve lîkin Ma’rıfat kankı gönülde dogsa ayruk uyakmaz ve dahi Ma’rıfatı “adam ‘ilmi”nde bayân kılavuz inşa’a’llâhu ta’âlâ.
 
Şimdi şöyle gerek ki;
“Kim kendinin fani olduğunu bilirse Rabbinin bakiliğini anlar.”
Bunu kendi keyfince değil de sanki başka bir kimseymiş filandır, filanın oğludur ve filen memleketten birisi gibi kendini inceleyip bilmeli.
Pes öyle gerek kii ilmiyle irdeleye ve izleye, isteye ve gözleye.
Arş’tan toprağın altına-yerin dibine kadar her ne var ise ki kendinde bula.
Gerçek şu ki;
Arş ile Ferş arasında çok çeşitli şeyler vardır, ancak İnsandan ulusu-değerlisi yoktur.
Hâlbuki yaratılmış olan tüm nesnelerden de yukarıda-üsstte Arş vardır.
Arş’ta on sekiz bin kandil asılıdır.
Sıradan bir kandilin genişliği bu dünyadan yetmiş kat daha fazladır.
Onlar ki Çalap Hakk Teâlâ’nın hazineleri olup on sekiz bin âlemdir.
Ancak hepsinden yukarıda olan Arş’tır.
Hakikaten insan vücudunda da her oragandan yukarıda olan baştır.
Ve canın hazineleri de baştadır.
İşte-böylece akıl, ilham, fehim, sevişmek, Yâr aşkı,  ve Mârifet de hazinelerdir başta asılıdır.
Mârifet yalnız başına bir Arş gibidir.
Bundan daha başka başta asılı olanların her birisi bütün mülklerden daha değerlidir.
İşte şimdi Baş Arş’a benzer.
Hem dünyada gök var yer var.
İnsanda arka göğe benzer taban yere benzer.
Başı arka götürür ve arkayı taban götürür-taşır.
Zaten ‘Arş’ı da gök götürür ve göğü yer götürür ve gökten ne yağarsa yer onu götürür-taşır.
Ve Akıl aya, Mârifet güneşe, ilim yıldızlara benzer.
Ve hem dünyada güneş doğar ve batar velâkin Mârifet hangi gönülde dogsa artık batmaz.
Biz Mârifeti İnşâllah İnsan İlminde anlatır-açıklarız. 
 
Biregü : Bir kimse.
 
Tahta ‘s-sarâ : Toprağın altı.
 
Ferş : Yer. Yeryüzü. * Döşeme. Döşeyiş.
 
Ginligi : Genişliği.
 
Artuk : Fazla.
 
Fehüm : Fehem. (Fehim – Fehm) Anlayış. Zihnen kavrayış.
 
Işk-ı dîdar : Görülen gül yüzün aşkı.
 
Dükeli : Dügeli. Bütün, hepsi.
 
Uyakmak : Batmak. Gurûb etmek.
 
 
 
Ve hem yidi kat gög var uş ten dahı yidi katdur evvel deridur ve etdür ve kandur ve damardur ve sinirdur ve sünükdür ve ilikdur. İşte bunlar yidi kat göğe benzer.
Ve hem dünyede bulut var ve yağmur var
Pes kaygu buluda benzer göz yaşı yağmura benzer.
Ve hem dünyede dağlar var pes âdamda dahı sünük başları dağlara benzer.
Ve hem dünyede yidi deniz vardur, gark idici;
Pes tende dahı yidi deniz vardur gark idici.
Evvel , göz görmekden gark eyler
İkinci dil söylemekden gark eyler
Üçünci kulak işitmekden gark eyler
Dördünci kursak eritmekden gark eyler
Altıncı renc ölümile gark eyler
Yedinci sevdâ cününlik birle gark eyler
 
Kâinâtta yedi kat gök var.
Şimdi insan tebi-bedeni de yedi kattır.
Birincisi deridir.
Diğerleriyse Ettir, kandır, damardır, sinirdir, kemiktir, iliktir.
İşte bunlar yedi kat göğe benzer.
Ve hem dünyada bulut var ve yağmur var.
İnsanda da kaygı-tasa buluta benzer.
Göz yaşı yağmura benzer.
Ve hem dünyada dağlar var.
Pes insanda dahi kemik başları dağlara benzer.
Ve hem dünyada yedi deniz vardır, gark edici-boğucu.
Pes tende dahi yedi deniz vardır edici-boğucu.
Birincisi, göz görmekden gark eyler.
İkincisi dil söylemekden gark eyler.
Üçüncüsü kulak işitmekden gark eyler.
Dördüncüsü kursak-mide eritmekden-sindirmekten gark eyler.
Altıncısı ağrı-sıkıntı ölüm ile gark eyler.
Yedincisi sevdâ delilik ile birlikte gark eyler.
 
Uş : İşte, şimdi.
 
Sünük : Süngek, süngük. Kemik.
 
Kursak : Mide, karın.
 
Renc : f. Sıkıntı, zahmet, eziyet. * Ağrı, sızı. * Öfke, gazab, hışım.
 
Sevda : f. Fazla sevgi sebebiyle meydana gelen bir çeşit hastalık. Aşk. * Hırs. Tama. * Heves, istek. *Siyah. * Balgamdan, kandan ve safradan başka vücuddan çıkan bir nevi ifrazat. * Gam. Keder, Sıkıntı.
 
Cününlik : Delilik, cinnet. Delirmek. * Çok olmak. * Otun uzaması.
 
 
 
Ve hem dünyede ırmaklar var pes göz yaşı ırmaklara benzer.
Ve hem dünyede köyler var ammâ andâmlar böylere benzer.
Ve hem dünyede agaçlar var pes barmaklar agaçlara benzer;
Ve hem dünyede otlar var, ilgüler var ammâ kıllar otlara benzer ve kollar ilgülere benzer.
Ve hem dünyede dört dürlü su var.
Evvel sâfî su ikinci acı su, üçünci kavî su dördünci yiyir su pes tende dahı dört dürlü su var.
Evvel agız suyu ki datlıdur; ikinci göz suyu ki acıdur; üçünci burun suyı ki  kavîdur, dördünci kulak süni yiyirdur.
 
Ve hem dünyada ırmaklar var ve göz yaşı ırmaklara benzer.
Ve hem dünyada köyler var, andâmlar-bedenler köylere benzer.
Ve hem dünyada agaçlar var, parmaklar ağaçlara benzer;
Ve hem dünyada otlar var, ılgınlar var, kıllar otlara benzer ve kollar ılgınlara benzer.
 
Ve hem dünyada dört türlü su var.
Birincisisâfî su.
İkincisi acı su.
Üçüncüsü kavî-sağlam-sıhhatli su.
Dördüncüsü kokan su.
 
Pes tende dahi dört dürlü su var.
Birincisi agız suyu ki tatlıdır.
İkincisi göz suyu ki acıdur.
Üçüncüsü burun suyı ki  kavîdir.
Dördüncüsü kulak kiri ki kokuludur.
 
Andâm : Endam. f. Beden. Vücud. * Vücudun tenasübü. Vücudun görünüşü. * Letafet. İntizam ve üslub.
 
İlgü : Ilgın. Bozkırda yetişen bodur çalılar.
 
Kavî : Sağlam, metin, zorlu, kuvvetli, güçlü. * Varlıklı, zengin, sâlih, emin, mutemed.
 
Yiyir : Yıyır. Kokan. Kokulu.
 
 
Ve hem dünyede dört  dürlü od var:
Ve hem dünyada dört  dürlü ateş var:
 
Evvel daş odı:
Birincisi taş ateşi :
 
فَإِن لَّمْ تَفْعَلُواْ وَلَن تَفْعَلُواْ فَاتَّقُواْ النَّارَ الَّتِي وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ أُعِدَّتْ لِلْكَافِرِينَ
  —  “Fe illem tef’alu ve len tef’alu fettekun naralleti vekudühen nasü vel hicarah, üiddet lil kafirin : Bunu yapamazsanız -ki elbette yapamayacaksınız- yakıtı, insan ve taş olan cehennem ateşinden sakının. Çünkü o ateş kâfirler için hazırlanmıştır.” (Bakara 2/24)