8- Bâb-ı sâmın : SEKİZİNCİ BÖLÜM

SEKİZİNCİ BÖLÜM-1

BÂB-I SÂMIN
 
SEKİZİNCİ BÖLÜM
 
 
Bu Bâb Şaytân Ahvâlin Bayân Kılur.
İkinci sultân iblisdür didik; ve hem nefis şeytânun nâyıbıdur ve hem su-bâşıları kibirdür ve hassadur ve bahıllukdur, ve tâma’dur ve öykedür ve gaybatdur ve kahkaha vu maskaralıkdur bu yidi nesne kim sadıkaduk dizdârlarıdur ya’nî kapucılardur.
 
Bu bölüm şeytan hâllerini açıklar-anlatır.
Gönül-Kalb Şehristenında İkinci Sultan İblistir dedik.
Bu sultanın vekili nefistir.
İşlerini gören görevlileri; kibir, hased, cimrilik, tamah-aç gözlülük, öfke, gıybet, kahkaha ve maskaralıktır.
Bu yedi şey ki çok sadık-baglı kapıcıları-koruyucularıdır.
 
Nâyıb : Naib. (Nevb. den) Vekil, birinin yerine geçen. * Şeriat hâkimi olan kadı vekili. * Nöbet bekleyen.
 
Subaşı : Şimdiki zabıta ve daha ziyade belediye memurlarının gördükleri işleri gören ve kasabaların idaresi başında bulunan memurun ünvanı idi.
 
Diz-dâr : f. Kale muhafızı, kale ağası.
Hassa : Hasislik. (Hisset. den) Kötü huy, fena tabiat. * Ufak, değersiz. * Tamahkâr, cimri.
 
Tama’ : Hırsla istemek. Doymazlık. Aç gözlülük. Çok isteme. * Askerî fertlerin maaşları. (Kamus)
 
Tama’ : Tamah. (Tımah – Tumuh) Bir şeye göz dikip bakma.
 
Gaybat : Gıybet. Arkadan çekiştirmek. Hazır olmayan birisinin aleyhine konuşmak. Birisinin gıyabında hoşuna gitmeyen bir şeyi söylemek.
 
Masharalık : Maskaralık. Güldürücü davranış, soytarılık. Şerefsizce haysiyetsizce davranış, rezalet.
 
 
 
Pes yüregün sol kulagında yedi kal’a vardur ve her bir kal’âda bir dizdâr vardur, ol yüreğün sag kulagındaki kal’alara havâla olup müvekkeldür.
Degme bi dizdârun yüz bin hasadı vardur ve degme bir hasadun yüz bin su-başısı vardur.
Pes imdi hasad buhul tama dünyedi terk etmegile gider.
Ve hem öyke ve gaybat ve kahkaha ve maskaralık perhîzgerligile gider, bunlarun kamusı sabrıla eymen olur.
Amma kibrün aslı şeytândur ve miskînlik aslı rahmândur.
Pes imdi kaçan kim kibir gelse miskînligi ana havâla kılmak gerek.
Ve hem hasad aslı şaytândur ve comartlık aslı rahmândur, kaçan kim buhul gelse comartlıgı ana havâla kılmak gerek.
Ve hem buhul âslı şaytândur ve comatlık aslı rahmândur, kaçan kim buhûl gelse comertligi ana havâla kılmak gerek.
Pes imdi comertlık dahı dort gürûhdür.
Evvel mâl comartlıgı, bâylarundur
İkinci ten comartlıgı gâzîrundur
Üçünci cân comartlıgı  ‘âşıklarundur
Dördünci gönül comartlıgı ‘ârıflarındur
 
Yine Kalbin sol kulağında yedi kale vardır.
Ve her bir kalede bir kale koruyucusu-ağası vardır.
Kalbin sağ kulağındaki kalelere karşı görevlendirilip gönderilmişlerdir.
Sıradan bir kale komutanının yüz bin hasedi olup değme bir hasedin yüz bin görevli memuru vardır.
Şunu bil ki hased, cimrilik ve aç gözlülük dünyayı aşırı sevmeyi terk etmek ile yok olur gider.
Öfke, gıybet, kahkaha ve maskaralık ise bunlara karşı perhiz-sakınıp çekinme ile ortadan kalkar.
Bunların tümü ise sabır etmekle yok olup yerine daha değerli olan meymenetli huylar gelir.
 
Kendini herkesten yüksek görüp kibirlenmenin aslı –varacağı en uç Şeytandır.
Kendini Rabbısı karşısında dengeli bir kulluk içinde sâkin kılan miskinliğin-Erenliğin aslı –varacağı en uç Rahmândır.
Ne zaman ki insana kibir sataşsa hemen onun üzerine miskinliği göndemek gerekir.
 
Hasedinde aslı Şeytandır.
Cömertlik ise Rahmândandır.
Ne zaman ki insana cimrilik sataşsa hemen onun üzerine cömertliği göndemek gerekir.
 
Cömertlik dört türlüdür:
Birincisi mal cömertliği Beylere mahsusutur.
İkincisi ten-beden cömertliği Gâzilere mahsusutur.
Üçüncüsü can cömertliği Âşıklara mahsusutur.
Dördüncüsü mal cömertliği Âriflere mahsusutur.
 
 
Havale : Bir işi veya bir şeyi başka birine bırakma. Ismarlama. * Görmeyi önleyen duvar gibi perde. * Tıb: Küçük çocuklarda veya gebe kadınlarda bazan meydana gelen, baygınlık veren bir hastalık. * Postadan gelen emanet kâğıdı.
 
Müvekkel : Vekil tâyin olunmuş olan, vekil edilmiş olan. Bir kimse tarafından işlerini görmek veya kendisini müdafaa ettirmek için vekil edilmiş kimse.
 
Perhiz : f. Sakınmak, çekinmek. * Vücuda zararlı ve tıbben muzır; ve dinen, zevk veren şeylerden sakınmak. * Hastalıkta bazı yiyecek ve içeceklerden sakınmak.
 
Eymen : En meymenetli. En uğurlu. Sağ taraf.
 
Buhul : uhl: Bahillik, eli dar olma, cimrilik, tamahkârlık, pintilik.
 
Gazirun : Gaziler. Din uğrunda harbeden. Cihadda yaralanmış veya harbetmiş olan kimse. Harpte ordunun başına geçen kumandan. Muzaffer olan ve harpten sağ dönen.
 
 
Pes imdi ‘azîz-i men!
Sûratı Çalap ta’âlâ dilegine dödürmek gerek.
Zîre kim:
Edeb dilegin korku sever ve korku dilegin perhîzkârlık sever ve perhîzkârlık dilegin sabur sever ve sabur dilegin utanmaklık sever ve utanmak dilegin comardlık sever ve comardlık dilegin miskînlik sever ve miskînlik dilegin ‘ilim sever ve ‘ilim dilegin Ma’rıfat sever ve Ma’rıfat dilegin cân sever ve cân dilegin ‘akıl sever ve ‘akıl dilegin Çalap ta’âlâ sever.
Pes Çalap ta’âlâ buyrugı ol başârat bu on iki dürlü nesnedür kim didük ve hem bu on iki dürlü nesne birbirine müvekkeldür.
Ve hem îmân çerisinun serverleri bunlardur.
İmdi gey sakınmak gerek kim eger bu on iki dürlü nesnenün birisi eskuk olsa îmân dürüst olmaz.
 
Pes gâyat yigrek makâmlar bunlardur ve bunları saklamayan Çalap tanrıdan ırak olur ve hem ma’rıfatun bilmekten ırak olur ve hem Allâh ta’âlâ dizdârından mahrûm kalur. 
 
Ammâ maskaralık dilegin gülmek sever ve gülmek dilegin gaybat sever ve gaybat dilegin öyke sever ve öyke dilegin tama’lık sever ve tama’ dilegin bahıllık ve ve bahıllık dilegin hasad sever ve hasad dilegin kibir sever ve ve kibir dilegin ten sever ve ten dilegin havâ sever ve havâ dilegin nefis sever ve nefis dilegin İblîs ve İblîs dilegin Çalap ta’âlâ sevmez.
 
Şimdi Âzîzim!
İnsanın yüzünü Hakk Teâlâ emrine-dileğine döndürmesi lâzımdır.
Zira ki;
Edeb dilegini korku-takvâ sever.
Korku-takvâ dilegini perhîzkârlık sever.
Perhîzkârlık dilegini sabır sever.
Sabır dilegini utanmaklık-hayâ sever.
Utanmak-hayâ dilegini cömertlik sever.
Cömertlik dilegini miskînlik sever.
Miskînlik dilegini ilim sever
İlim dilegini Mârifet sever.
Mârifet dilegini cân sever.
Cân dilegini akıl sever.
Akıl dilegini Çalap Teâlâ sever.
 
Biz Hakk Teâlâ’nın müjdelediği bu on iki şeyi açıkladık.
Ve bu on iki şey dahi birbirilrinin vekilleridirler.
Hemde bu on iki şey askerlerinin başı-seyyididrler.
Onun için gereği gibi-çok çok sakınmak gerek ki bu on iki şeyden birisi eksik olursa iman sağlam-hatasız olamaz kusurlu olur.
 
İşte bunlar çok  iyi-değerli makamlardır.
Bunları çok iyi korumayan Hakk Teâlâ’dan uzak olur.
Ve de Allah Teâlâ’nın verdiği koruma görevlilerinden yoksun kalır ve başı derde girer.
 
Ancak şu da var ki;
Maskaralık dilegini gülmek sever.
Gülmek dilegini gıybet sever.
Gıybet dilegini öfke sever.
Öfke dilegini tamahkârlık sever.
Tamah dilegini cimrilik sever.
Cimrilik dilegini hased sever.
Hased dilegini kibir sever.
Kibir dilegini ten sever.
Ten dilegini hevâ sever.
Hevâ dilegini nefis sever.
Nefis dilegini İblîs sever.
İblîs dilegini Allah Teâlâ sevmez.
 
 
Server : f. Reis. Baş. Seyyid.
 
Gey : Key. Çok, pek, gayet, pek çok, iyi, iyice, hakkıyla, uygun, lâyık, yerinde, doğru, muvafık.
 
Yigrek : Yeğrek. İyi, daha iyi.
 
Masharalık : Maskaralık. Güldürücü davranış, soytarılık. Şerefsizce haysiyetsizce davranış, rezalet.
 
Gaybat : Gıybet. Arkadan çekiştirmek. Hazır olmayan birisinin aleyhine konuşmak. Birisinin gıyabında hoşuna gitmeyen bir şeyi söylemek.
 
Havâ : Hevâ. İstek. Nefsin isteği. Düşkünlük. Gelip geçici olan heves. Nefsin zararlı ve günah olan arzuları.
 
İblîs : İnsanları Allah yolundan çıkarmağa çalışan şeytan. (Bak: Hannas, Şeytan)
 
 
 
Pes imdi bu on iki dürlü nesneye daha şaytân müvekkeldür.
Bu on iki dürlü nesne ynilüb mezkür ol on iki dürlü nesne yirine gelmeyince kula yol yokdur, Çalap ta’âlâ yana.
Zîre kim bu on iki dürlü nesne hem Ma’rıfatun ve hem îmânun duşmanlarıdur.
Pes akıl su-başısı, şaytân su-başısını yindügi bunlarunla ma’lûm olur.
İmdi bu nesnenün nişânı ol olur kim cân ‘ışrat-ı rûhânî sever ve hem ‘ışrat-ı rûhânî âzâda olmak nişânıdur.
 
İşte bu bu on iki şeye de şeytan vekil edilmiştir.
Onun için insanın zararıan olan bu on iki şey yenilip-yok edilip yerine yukarıda anlatılan ve insanın yararına olan on iki şey gelmediği sürece kula, Hakk Teâlâ’ya ulaşmak için yol yoktur.
Çünkü  bu on iki çeşit şey hem mârifetin hem de imanın düşmanlarıdır.
 
Zâten akıl güvenlik görevlisinin şeytan güvenlik görevlisini yendiği sonucu ancak bunların aldığı sonuçlarla bilinip belli olur.
 
Şimdi bu Hâlin işaret odur ki, canın en çok sevip istediği Ruhanî İşrettir (hüviyyet ve mâhiyettir.)
Ruhanî İşret (hüviyyet ve mâhiyet) ise Hakk Teâlâ’dan gayrısının bağlarından kutulup serbest-hür oluş işaretidir.
 
 
Mezkür : Zikri geçen. Zikredilmiş. Evvelce bahsi geçmiş olan. (Bak: Mezbur-Merkum)
 
Işrat : Şartlarını. Özelliklerini ve güzelliklerini.
 
Azade : f. Bağlardan kurtulmuş. Serbest. Kayıtsız. Hür. Sâlim. Müberrâ.
 
Israh : Medet yetişmek, yardım gelmek.
 
 
 
Pes iy ‘azîz-imen!
Hak subhânahu ve ta’âlâ buyurur kim:
birisi bunun da’vîsin kıldı âhır helek oldı.
Evvel İblîs ‘alayhı’l-la’na oda söygendi; dotum didi
imdi  Çalap ta’âlâ katın da güç yokdur
Dostı dostdan ayırmayam, didi; âhır İblîs’i od içinde kodi:
 
Şimdi Ey Azîzim!
Hakk Subhânahu ve Teâlâ buyurur ki:
Birileri bunu davasını etti sunuçta helak oldu:
 
Birincisi lânet ona olsun İblis ateşe dayandı-güvendi-yaslandı ateşe:
“Dostum!” dedi.
Allah Teâlâ katında güçlük çıkarmak-istenmeyen işi yapmak vs. olmadığı için:
“Dostu dosttan ayırmayayım!” buyurdu.
Ve İblisi’i de ebedi ateş içinde bıraktı…
 
 
وَلَقَدْ أَخَذَ اللّهُ مِيثَاقَ بَنِي إِسْرَآئِيلَ وَبَعَثْنَا مِنهُمُ اثْنَيْ عَشَرَ نَقِيبًا وَقَالَ اللّهُ إِنِّي مَعَكُمْ لَئِنْ أَقَمْتُمُ الصَّلاَةَ وَآتَيْتُمُ الزَّكَاةَ وَآمَنتُم بِرُسُلِي وَعَزَّرْتُمُوهُمْ وَأَقْرَضْتُمُ اللّهَ قَرْضًا حَسَنًا لَّأُكَفِّرَنَّ عَنكُمْ سَيِّئَاتِكُمْ وَلأُدْخِلَنَّكُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ فَمَن كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ مِنكُمْ فَقَدْ ضَلَّ سَوَاء السَّبِيلِ
 —  “Ve le kad ehazellahü misaka beni israil ve beasna minhümüsney üşera nekiyba ve kalellahü inni meaküm lein ekamtümüs salate ve ateytümüz zekate ve amentüm bi rusüli ve azzertümuhüm ve akradtümüllahe kardan hasenel le ükeffiranne anküm seyyiatiküm ve le üdhilenneküm cennatin tecri min tahtihel enhar fe men kefera ba’de zalike minkümfe kad dalle sevaes sebil : Andolsun ki Allah, İsrailoğullarından söz almıştı. (Kefil olarak) içlerinden on iki de başkan göndermiştik. Allah onlara şöyle demişti: Ben sizinle beraberim. Eğer namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir, peygamberlerime inanır, onları desteklerseniz ve Allah’a güzel borç verirseniz (ihtiyacı olanlara Allah rızası için faizsiz borç verirseniz) andolsun ki sizin günahlarınızı örterim ve sizi, zemininden ırmaklar akan cennetlere sokarım. Bundan sonra sizden kim inkâr yolunu tutarsa doğru yoldan sapmış olur.” (Mâide 5/12)
 
قَالَ أَنَا خَيْرٌ مِّنْهُ خَلَقْتَنِي مِن نَّارٍ وَخَلَقْتَهُ مِن طِينٍ
 — “Kale ene hayrum minh halakteni min nariv ve halaktehu min tiyn : İblis: Ben ondan hayırlıyım! Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın, dedi.” (Sâd 38/76)
 
İkinci Fır’avn kıptîlara dostum didi, ‘âkıbat anları göre dururken gark oldı:
 
İkincisi Firavun Kıptilere: “ Dostum!” dedi.
Sonuçta onları ve onlar da görüp dururken buğuldu:
 
 
وَإِذْ فَرَقْنَا بِكُمُ الْبَحْرَ فَأَنجَيْنَاكُمْ وَأَغْرَقْنَا آلَ فِرْعَوْنَ وَأَنتُمْ تَنظُرُونَ
 —  “Ve iz ferakna bikümül bahra fe enceynaküm ve ağrakna ale fir’avne ve entüm tenzurun : Bir zamanlar biz sizin için denizi yardık, sizi kurtardık, Firavun’un taraftarlarını da, siz bakıp dururken denizde boğduk.” (Bakara 2/10)
 
Üçüncü Karun mâlına söygendi ‘âkıbat mâlıyıla helêk oldı:
 
Üçüncüsü Karun malına güvendi ve sonuçta malıyla birlikte mahv oldu:
 
فَخَسَفْنَا بِهِ وَبِدَارِهِ الْأَرْضَ فَمَا كَانَ لَهُ مِن فِئَةٍ يَنصُرُونَهُ مِن دُونِ اللَّهِ وَمَا كَانَ مِنَ المُنتَصِرِينَ
 —  “Fe hasefna bihi ve bidarihil erda fe ma kane lehu min fietiy yensurunehu min dunillahi ve ma kane minel müntesirin : Nihayet biz, onu da, sarayını da yerin dibine geçirdik. Artık Allah’a karşı kendisine yardım edecek avanesi olmadığı gibi, o, kendini savunup kurtarabilecek kimselerden de değildi.” (Kasa 28/81)
 
Dördünci Muhammad Mustafâ –‘alayhı’s-salâm – Allâhu ta’âlâ yakınlıgına ve dostluguna söygendi.
Pes Hak subhânahu  dostı dostdan ayırmayam didi:
 
Dördüncüsü Muhammed Mustafâ Alayhi’s-selâm Allahu Teâlâ’nın yakınlıgına ve dostluguna dayanıp güvendi.
Hakk Subhânahu da:
“Dostu dosttan ayırmayayım!” buyurdu:
 
 
وَمِنَ النَّاسِ مَن يَتَّخِذُ مِن دُونِ اللّهِ أَندَاداً يُحِبُّونَهُمْ كَحُبِّ اللّهِ وَالَّذِينَ آمَنُواْ أَشَدُّ حُبًّا لِّلّهِ وَلَوْ يَرَى الَّذِينَ ظَلَمُواْ إِذْ يَرَوْنَ الْعَذَابَ أَنَّ الْقُوَّةَ لِلّهِ جَمِيعاً وَأَنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعَذَابِ
 —  “Ve minen nasi mey yettehizü min dunillahi endadey yühibbunehüm ke hubbillah, vellezine amenu eşeddü hubbel lillah, velev yerallezine zalemu iz yeravnel azabe ennel kuvvete lillahi cemiav ve ennellahe şedidül azab : İnsanlardan bazıları Allah’tan başkasını Allah’a denk tanrılar edinir de onları Allah’ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah’a olan sevgileri ise (onlarınkinden) çok daha fazladır. Keşke zalimler azabı gördükleri zaman (anlayacakları gibi) bütün kuvvetin Allah’a ait olduğunu ve Allah’ın azabının çok şiddetli olduğunu önceden anlayabilselerdi.” (Bakara 2/165)