Yaratılış Destanı-2

Görem bi şahs gelir benzi sararmış
Tutulmuş dili aklı yâvı varmış
 
Bir şahıs-kişi görmekteyim ki benzi sararmış.
Dili tutulup aklı kaybolmuş.
 
Beniz : Yüz rengi.
 
Yâvınmak : Yayınmamak. Dağılmak
 
Yayıvarmak : kaybolmak.
 
 
 
Gelip aklın önünde tâpı kıldı
Hak’a şükreyledi çün ânı buldu
 
İşte bu kişi gelip aklın önünde huzurda durdu.
Hakk’a kendi aklını bulduğu için şükür etti.
 
Tâpı kılmak : İtâat etmek, boyun eğmek.Yüceltip saygı göstermek.
 
 
 
Eğer sen akl isen gel beni gör der
Timâr eyle benim derdime er der
 
Bu şahıs akla diyor ki:
“Eğer sen akıl isen gel beni gör, bana beni bildir, buldur ve gerçek ben oldur. Ey yiğit-er akıl benim benlik derdime çâre bul kemâlâta ulaştır!”
 
Timâr : f. Bir şeyin devam ve inkişafı için yapılan hizmet.
 
 
Ayıtmâdın göreyim  bir gün  ânı
Ne sordun kimseye ol kimse kanı
 
Sen ki uzun yıllar içinde bir gün ayırıp onu uyarmadın.
Nerede bu “BEN” kimsesi diye kimselere de sormadın!
 
Ayıtmak : Söylemek, demek, hitab etmek.
 
Kanı : Hani, nerede.
 
 
Tama’ kervânı ile yoldan azdım
Sanâ geldim çün ögüm sende sezdim
 
Ben aç gözlülülerin kervanına katılıp doğru yoldan ayrılıp-azdım.
Şimdiyse san geldim.
Çünkü benim derdimin çıkış kapısı olan aklımın sende olduğunu sezdim-anladım.
 
Tama’ : Tama’kâr. Tamahkâr. Aç gözlü. Cimri.
 
Ög : Akıl, hatır, zihin.
 
 
 
Bunâlıp sâna geldim hâlimi bil
Mededin vâr ise gözüm yaşın sil
 
Ben bu karanlık ve kargaşa haytından bunalıp-sıklıdım.
Benim bu zor hâlimi bil-anla!
Yardım etme gücün var ise derdimi bitir ve acıdan akan göz yaşımı sil- durdur.
 
Meded : İnayet, yardım, imdad, eman. Eyvah.
 
 
 
Tama’ hapsına düştüm çıkamâzım
Katı berktir dıvârı yıkamâzım
 
Bir aç gözlülük-tamahkârlık hapishânesine düştüm ki duvarları yüksek-aşılmaz, çok sert-delinip yıkılmaz…
 
Tama’ : Tama’kâr. Tamahkâr. Aç gözlü. Cimri.
 
Haps : Habs. Hapis, alıkoyma, bir yere kapatıp dışarı çıkarmama. Salıvermeme. * Zaptetme, tutma.
 
Katı : Çok, çok fazla,  pek şiddetli, sıkıca, gayet. Ağır, acı. Haşin, sert, kırıcı.
 
Berk : t. Katı. Sert. * Serin. * Metin, sağlam.
 
Dıvâr  : Duvar.
 
 
 
Key erenlerdûrür zındânı bekler
Bahâdırlar demir yürekli erler
 
Bu zindanın içinde bekleyen nice erenler, yiğitler ve demir yürekli erler vardır.
Bu zindana düşmüşler beklemektedirler.
 
Key : Gey. Çok, pek, pek çok, gayet. İyice, hakkıyla. Yerine, uygun, muvafık, doğru. Muhteşem, büyük.
 
Zındân : f. Karanlık, yeraltı hapishânesi. Sıkıntı ve karanlık yer.
 
Bahâdır : f. Kahraman. Cesur. Yiğit. Dilâver.
 
 
 
Bin er donlûdurur tama’ çerîsi
Mûbârizdir bahâdır her birisi
 
Bu Tamahkârlığın, her şeye göz dikmenin ve aç gözlülüğün bir adet savaş elbiseli askeri vardır.
Her birisi de döğüşe hazır ve döğüşü çok iyi bilir değerdedir.
 
Mûbâriz : Döğüşe-güreşe kalkışan, şiddetli münakaşaya girişen.
 
 
 
Ele gireni zındâna vururlar
Ayâğınâ da demir buyururlar
 
Ellerine geçirdiklerini zindana atıp ayakların da demir bukağı vurulmasını emrederler ki tutsaklar kaçamasınlar.
 
 
 
Suâl ettim bulâra ne kişîsiz
Ulûnuz kimdürür kimin eşisiz
 
Ben bunlara sordum ki:
“Sizler kimlersiniz?
 En büyüğünüz kimdir?
 Kimin benzeri-eşisiniz?”
 
 
 
Dediler kamusu nefs kullarıdır
Kamâsunun tama’ ulûlarıdır
 
Dediler ki:
“Hapisi de nefsin kullarıdır.
  Hepisinin de en büyüğü tama’dır.”
 
Tama’ : Hırsla istemek. Doymazlık. Aç gözlülük. Çok isteme.
 
Kamusu : Hepisi, tümü. Herkes.
 
Ulû : Ulu. Ulı. Zengin. Ağır. Çok büyük, çok önemli. Şerefli, saygı değer.
 
 
Tama’-dârın yeri tâmuda olur
Kaçan tâmud’ olan âşûde olur
 
Tama’ sahibi kişinin yeri cehennemde olur.
Zaten o kimse cehennemde olmaz ise- o kötü ahlâkı yaşamaz ise asla rahat ve huzur içinde olamaz.
 
Tama’-dâr : Tamahçı.
 
Kaçan : Vatka ki, o zaman.
 
Tâmu : (Aslı: Tamuğdur) Cehennem.
 
Âşûde : f. Rahat, huzur içinde. Dinç. Müsterih. Sâkin. * Bir cins helva adı.
 
 
 
Yolum ald beim aldâdı tuttu
Bugün yârın ile ömrüm tüketti
 
Benim yolumu kesti, aldattı ve esir etti.
Bu gün yarın serbest bırakırım diye ömrümü tüketti.
 
Aldamak : Aldatmak, kandırmak, oyun etmek.
 
 
 
Akıl ânın sözün çünkim işitti
Tefekkür eyleyip kendiye gitti
 
Ne zaman ki akıl onun-nefsin bu sözlerini işitti.
Düşündü kendisine gitti-ulaştı.
 
Tefekkür : Fikretmek. Düşünmek. Fikri harekete getirmek.
 
 
 
Çü gene geldi akl öğütler ânı
Bize gelenlerin kurtuldu cânı
 
Akıl ona gelip öğütler verip:
“Bize gelenlerin canları bu zindandan kurtuldu” der.
 
 
 
Bize geldin ise endîşe yeme
Ne kılam deyibeni gussa yeme
 
Artık bize geldikten sonra endişelenme!
“Ne yapayım ben?” diyerek kederlenme!
 
Endîşe : f. Korku. Düşünce. Merak, keder, kuruntu.
 
Gussa : Keder. Tasa. *Gam. * Boğaza takılan yemek. * Ağaç, diken.
 
 
 
Kanâat fakr ile pes gele şimdi
Bakadur düşmene gör nide şimdi
 
Tama’nın panzehiri-ilacı olan kanaat ile fakr sahibi oluş şimdi geldiklerinde bak bakalım düşmana-tama’ya neler edecekler.
 
Kanâat : Aç gözlü olmayıp hırs göstermemek. Kısmetinden fazlasına göz dikmemek. Helâl ile yetinip haramı istememek. Az şeyi de olsa kısmetine razı olmak.
 
Fakr : İhtiyaç, yoksulluk. * Azlık, muhtaçlık. * Cenab-ı Hakk’a karşı fakrını, ihtiyacını hissetmek. * Tas: Kendisindeki bütün her şeyin Allah’a âit olduğunu bilmek.
 
 
 
Çağırdı muştucu geldi kanâat
Harir donlar geyer biner kurağ’ at
 
“Kanaat geldi!” diye müjdeci haber verip seslendi ki  ipek elbiseler giymiş eyeri özel süslü savaş atına binmiş hâlde…
 
Muştu : Sevindiren haber. Sava. Müjde.
 
Harir : İpek. İpekten yapılmış. * Harâretli. Sıcak.
 
Kur : Süslü, özenle yapılmış eyer.
 
Kurağ’ : Eyeri süslü.
 
 
 
Alemleri yeşil bulundu çıktı
Kimesne eslemez yavlak ınıktı
 
Yem yeşil bayraklarını açtı meydana çıktı.
Kimselerin dinlemez-gözünün yaşına bakmaz ve herkes boyun eğmek zorundadır.
 
 
Alem : Bayrak. * Nişan, işâret.
 
Kimesne : Kimsene. Kimse.
 
Eslemek : Kulak asmak, dinlemek.
 
Yavlak : Çok fazla.
 
Inıkmak : itâat Etmek, boyun emek.
 
 
 
Çavuşlar yöğşirir sağdâ vu solda
Gırîv u zemzemedir değme yolda
 
Ordusundaki çavuşlar sağda solda koşuşturmaktalar.
Bağrış-çığrış naraları-haykırışlar bini bir paraya o kadar çok…
 
 
Yöğşirmek : Koşuşmak.
 
Gırîv : Bağrış-çığrış.
 
Zemzeme : Nağme, nara.
 
Değme : Her,  herhangi. Gelişi güzel, rastgele.
 
 
 
Anı gördü kaçar nefs haşerâtı
Görimdi nîtedir hâlık sıfâtı
 
Nefsin kötü ve zararlı huyları onu görünce kaçışırlar.
Gör şimdi ki nasılmış Hâlık (cc) sıfatı-emri olan kanaat-fakr nasılmış.
 
Haşerât : Değersiz ve zararlı olan kimse, böcek vs.
 
Nîte : Nasıl.
 
Hâlık : Yoktan yaratan. Yaratıcı. Allah (C.C.)
 
 
 
Sınıktı cümlesi gerü kayıkmaz
Döker oğlun kızın ardına bakmaz
 
Tama’ askerlerinin hepisi bozguna uğradı geri dönemezler.
Oğlunu-kızını geride bırakıp ardına bakmadan kaçarlar.
 
 
Sınıkmak : kırılmak, bozguna uğramak.
 
Kayıkmak : Temayül göstermek, kaymak. Sapmak, yüz çevirmek.
 
 
 
Bunaldı cümlesi durmâdı kaçar
Kılıç lâzım değil iş oldu nâçar
 
Çâresiz kalıp bunaldılar kaçacak delik ararlar.
Çâresi ve çıkar yolu olmayan bu huylara kılıç bile gerekmez, toz oldular.
 
Nâçar : Çâresi ve çıkar yolu olmayan,  çâresiz.
 
 
 
Kılıçlar kanlıdır erleri gaazî
Uçar kuşlar gibi atları tâzî
 
Kanaat ve fakrın askerleri gâziler olup kılıçları tama’ kanıyla boyandı.
Bu askerlerin atları sanki uçan kuşlar gibi arap atları…
 
Gaazî : Gazî. Din uğrunda harbeden. Cihadda yaralanmış veya harbetmiş olan kimse. Harpte ordunun başına geçen kumandan. Muzaffer olan ve harpten sağ dönen.
 
Tâzî : Arap atı
 
Tazı : Tâzî’den çölde çok hızlı koşan av köpeği türü.
 
 
 
Tama’dan kurtarırlar il ü şehri
Sıdılar leşkerin cebrî vü kahrî
 
Beden ülkesini ve gönül şehrini işgal eden tama’ dan kurtarıp askerlerini zorla ve kahredercesine kırdılar.
 
Tama’ : Tamahkârlar.
 
Sımak : Kırmak.
 
Leşker : Asker.
 
Cebrî : Cebren. Zorla, kuvvet kullanarak.
 
Kahrî : Kahren. Ezerek, mahvederek.
 
 
 
İderler hây u hû nifrîn ü efgan
Muhâldir kimse ondan kurtarâ can
 
“Hayy ve huu!” naraları, beddua ve fiğan ederek saldırırlar.
Hiçbir kimsenin bunlardan canlarını kurtarması imkansızdır.
 
 
Hây u hû : Nara atarken çıkarılan sesler.
 
Nifrîn : bed-duâ, lânet, ilenmek.
 
Efgan : Figan . f. Acı ile bağırıp çağırmalar. Feryatlar ve istimdat.
 
Muhâl : İmkânsız, vukuu mümkün olmayan. Bâtıl, boş söz. * Hurâfe olan nazariye.
 
 
 
Sıyıp çerisin iline akarlar
Kovup oğlun kızın şehri yakarlar
 
Askerlerini kırıp tama’ ülkesine saldırıp akarlar.
Oğlunu kızını kovup-dışarı atıp tama’ şehrini yakarlar.
 
Sımak : Kırmak.
 
 
 
Gazâden geldi şeh tahtın’ oturdu
Sipâhîler kamû tâpûya durdu
 
Bu Kudsal cihaddan dönen Şah, tahtına oturdu.
Atlı süvarilerinin hepside huzuruna durdular.
 
Gazâ : (C.: Gazevât) Din uğrunda kâfirlerle yapılan mücadele, muhârebe, düşmana kasdetmek. Cenketmek.
 
Şeh : Şah. Şeyh.
 
Sipâhî : Silâhlı askerlerle birlikte sefere iştirak eden bir sınıf atlı süvari askeri
 
Tâpû : Tapı. Huzur.
 
 
 
Kamu şehr ü kamu il râhat oldu
Nereye vârsan pür ni’met oldu
 
Böylece gönül şehri ve beden ülkesi hepsi rahata ve huzura kavuştu.
Her neye el atsan nimet dolu bulursun.
 
Pür : Dolu, çokça olan.
 
Ni’met : (Nimet) İyilik, lütuf, ihsan. Saadet. Hidayet. * Giyecek şeyler. * Yiyecek faydalı şey, rızık
 
 
 
Görünmez oldu ol kızlığı âfet
Matırbaz(lar) olurlar cümlesi mat
 
Kıtlık belâsı görülmez oldu.
Hilecilerin tümü de yerler bir olup yenildi.
 
 
Kızlık : Kıtlık, pahalılık. Kurak giden yıl.
 
Âfet : Belâ. Musibet. Büyük felâket. Dâhiye. * Mc: Son derece güzel.
 
Matırbaz : Madrabaz. Hileci, hile yapan.
 
Mat olmak : Yenilmek.
 
 
 
Harifler cümlesî tââta meşgul
Oluptur cümlesi sultânına kul
 
Kurtulan ülke ve şehrin halkı Hakk’a kulluk ve itaatle meşgul olamaya başladılar.
Ve Sultanlarına gereği gibi kulluğa başladılar.
 
Harif : Herif. Adam.
 
 
 
Oturur cümlesi han meclisinde
Ferâlar u kadehler ellerinde
 
Hepsi de hükümdârlarının meclisinde, ellerinde Kevser bardahları ve kadehleri…
 
Han : f. Hükümdar. Eski Türklerde Hakan da denen devlet reisi.
 
Ferâdis : Firdevsler. Cennetler, uçmaklar, bahçeler.
 
Ferâ : Kevser Bardağı.
 
Kadeh : İçindeki içilen küçük bardak.
 
 
 
Ferâgat oldu bunlar hoş geçerler
Sürer sâkıy şarab dün-gün içerler
 
Bunların hepsi ferâgat ehli olup hoş bir hayat içinde yaşarlar.
Sâki meclise şarab sunar ve gece-gündüz durmadan içerler.
Hakka inanıp hayrı yaşarlar.
 
Ferâgat : Tok gözlülük. Hakkından vaz geçmek, bir şey istememek. Şahsî dâvasından vaz geçmek. * Boşalmak, hâlî olmak.
 
Sürmek : Sunmak.
 
Sâkıy : Sâki. (Saky. dan) Sulayan, içecek su veren, sucu. * Kadeh sunan. İçki sunan.
 
Saki’ : Kırağı, şebnem, çiğ.
 
 
 
Ferah oldu bular kayguları yok
Eginleri bütün karınları tok
 
Ferah bir hayat içinde tasa edecek bir şeyleri yok.
Sırtları berk ve karınları tok.
 
Egin : Eyin. Sırt, arka.
 
Ferah : Şen, sıkıntıda olmayan. İç açıcı. Şenlendiren. * İnşirah. Sevinç
 
 
 
Nidem dîmek ırâğ oldu bulardan
Kim ömr ü rızka oldurur payandan
 
Bunlardan “Ne yapacağım! Nasıl çâre bulacağım!” gibi sözler uzaklaştı.
Onlar öyle kimseler ki ömür ve rızıklarına payanda-dayanak buldular.
 
Irâğ : Irak.
 
Payandan : payanda, destek, dayanak.
 
 
 
Çü mihman-dâr kendüs’oldu sultan
Ha döşer durmadan hân üstüne hân
 
Bu İmtihan Âleminde-Beden Evinde misafir olan kul kâmil akılın sayesinde misafirken o ülke ve şehre kendisi Sultan oldu.
Aşk Yolu üzerine han üstüne hanlar yapa yapa gider.
Kendini bile Rabbini bilmiş ve Rabbı’ısı da onu Halifesi yaptı.
 
Mihman-dâr : f. Misafire hizmet ve yardım eden. Misafiri ağırlayan.
 
Hân : f. Yolcuların misafir olduğu bina. Kervansaray. Otel. * Ticaret ehlinin sakin olduğu yer.
 
Hân : Yemek sofrası, sini, yemek.
 
    Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu : Kim nefsini bilirse kesinlikle Rabb’ini de bilir. ” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II/343 (2532)
 
    “Ve iz kale rabbüke lil melaiketi inni cailün fil erdi halifeh, kalu e tec’alü fiha mey yüfsidü fiha ve yesfiküd dima’, ve nahnü nüsebbihu bi hamdike ve nükaddisü lek, kale inni a’lemü ma la ta’lemun : Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi. Onlar: Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek birini mi yaratacaksın? dediler. Allah da onlara: Sizin bilemiyeceğinizi herhalde ben bilirim, dedi.” (Bakara 2/30)
 
 
 
Nice senin gibîler yedi doydu
Birikdürür dahı hiç eskimedi
 
Ey okuyucu!
Senin gibi nice yolcular gelip bu hanlarda yiyip-içip doydular.
Eksilmek şöyle dursun birikip çoğaltmaktadır nimetlerini.
 
Dahı : Dakı. Dahi, de. Bundan başka, aynı zamanda, hem de, ve.
 
 
 
Yenir durmaz velî zerre gedilmez
Nereden geldiğini kimse bilmez
 
Ey Dost!
Durmadan yenilir de zerresi eksilmez.
Nerden geldiğini de insan aklıyla-nakilsiz kimseler bilemez.
 
Velî : Sahib, mâlik. * Evliya. * Muin. Muhafaza eden. * Küçük çocukların hâlinden mes’ul kimse. * Sıddık. * Baba. Babanın babası, cedde de denir. * Fık: Hayatını mücadelelerle ve azimet ve fevkalâde bir zühd ve takva ile ibadet ve taata sarfederek kendisinden Allah’ın (C.C.) izniyle gaybdan haber vermek ve gaybî ahvali keşfetmek gibi ilmî ve kevnî hârikalar zuhura gelen zât. Allah’a (C.C.) manevî yakınlık kesbetmiş olan şerif zât. * Cenab-ı Hakk’ın (C.C.) isimlerinden birisi.
 
 
 
Erenlerdir bu dirliğe erenler
Yüzün ma’şûkanın mutlak görenler
 
İşte bu kutlu ve mutlu dirliğe-yaşayışa erenler gerçek Hakk Erenleri olup onlar aşk ile sevdikleri Sevilinin gül yüzünü Cemâlullahı görenlerdir.
 
Dirlik : Yaşayış, hayat, sağlık, varlık, geçim. Huzur, erinç.
 
Ma’şûka : Aşk ile sevilen, sevgili.
 
 
 
Hakıykat bunlar ölmezler kalırlar
Ki her dem yeniden kısmet alırlar
 
Gerçekten Hakk Erenler ölmeden önce ölüp dirilenler oldukları için artık onlara ölüm yoktur.
Hep diri kalırlar.
Fâni testileri kırılsa da suları bâkidir.
Ki onlar her an-her nefesle yeniden ve tâze olarak kısmetlerini alırlar.
İlâhi nasib balıklarının  kısmete dönüşmesi için emredilen sâlih kulluk oltalarını atar durular…
 
Kısmet : Bölmek ve ayırmak. Bahşetmek. Taksim etmek. * Fık: Hisse-i şâyiayı, yani, taksim olunmamış maldaki hisseleri sahiplerine tahsis etmektir. Nasibin ele geçeni.
 
 
 
Yunus cümle sözün senin ferîde
Üç (uş) söz senindürûr ol sen işîde
 
Ey Yunus!
Senin sözlerin geçekten emsalsiz.
Unutma ki bu sözler senindir ilk önce sen kendi nefsine işittir!
 
Ferîde : Tek, emsalsiz.
 
 
 
Nice sözün varısa sâna söyle
Has u âm gönlünü şey’lillâh eyle
 
Her ne ki bir sözün var ise kendi nefsine söyle!
Özel insanlar veya halkın gönüllerini Allah için bir şeyi yapmak veya yapmamak karargâhı yap!
Hizmet eyle!
 
Has u âm : Özel insanlar veya halk.
 
Şey’lillâh : şey’en lillâh. Allah için bir şey vermesini istemek, vermek.
 
 
 
Ki zirâ cümle iş ulûlarındır
Temennâ eylegil yol bûlarındır
 
Şunu bil ki bütün büyük işler Ulu olanlarındır.
Onlara minnet duy ki Aşk Yolu bunlarındır.
 
Ulû : Ulu. Ulı. Zengin. Ağır. Çok büyük, çok önemli. Şerefli, saygı değer.
 
Temennâ : Eli alnına götürerek selâmlama işareti yapma. * Minnettar olma.