Re: ÜMMİ SİNAN DİVANI ŞeRHi
Gönderilme zamanı: 23 Mar 2017, 08:51
ÜMMî GÜNeŞ'in NÛRu..
71.inci ŞİİR
<= =>
Mefâ‘îlün Mefâ‘îlün Mefâ‘îlün Mefâ‘îlün Mefâ‘îlün
İlâhî kanı ‘âlemde göre zâtıñ bir açuk göz
İlâhî kanı âdemde nazarıñda tura ak yüz..
Yâ İlâhî şu âlemde ZÂTını görebilecek bir açık göz hani nerede?
Yâ İlâhî senin huzurunda-nazarında Sana karşı akyüzüyle çıkabilmiş bir âdemoğlu hani nerede?.
Zihî sultân-ı merdâne getürdi halkı meydâna
Saña tesbîh ider eşyâ eger dillü eger dilsüz..
ZÂTına yaraşır Saltanatın Sahibi Sultân ne güzel bir denge ve düzende halkını KuLLuk İmtihanı sahnesine çıkardın.
Onun içindir ki, dilli, dilsüz küllî şey Saña tesbîh edip, Subhan zâtıyın sebbeha yüzüşne-yeniden yaratışına mecburen iştirak ederler.
Sırr-ı Sübhânım -> SeBBeHA SeYRi:
يُسَبِّحُ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ
“YUSEBBİHU lillâhi mâ fî's-semâvâti ve mâ fî'l-ardı'l-meliki'l-kuddûsi'l-azîzi'l-hakîm(hakîmi) : Göklerde ne var, yerde ne varsa (HEPSİ) O mülk-ü melekûtun eşsiz hükümrânı, noksanı mûcib herşeyden pâk ve münezzeh, gâlib-i mutlak, yegâne hüküm ve hikmet sâhibi ALLÂHI TESBÎH (VE TENZÎH) ETMEKDEDİR.” (Cuma 62/1)
Yusebbihu: tesbih eder.
Sebbaha: yüzmek..
Yerdeki göklerdeki ZeRReler yâni ATOMlar;
NeşRlerinden HaŞRlerine kadar döndüler, dönmekteler ve dönecekler.
Bu SeBBaHa yüzüş RAKSı hep sürecek her AN yeniden Yaratılır ŞEENULLAHta..
Ve ne zamAN AKILlarımız DEVR-ÂNı Anlarsa ve DEVRe İştirak ederse Yusebbihu Zikr-i Dâimindeyiz in şâe ALLAH..
İlâhî agladum güldüm kimem ben kendimi bildüm
Ki dergâh-ı ‘azîmiñde ki bir zerrece ben bir toz..
Yâ İlâhî bu âleme KULun olarak geldim nice agladım nice güldüm ve ben kimim soruma cevab aradım ve kendimi bildim ki,
O zaman anladım Azamet Dergâhında, benim izafî-geçici-gölge kimlik ve kişiliğimin değeri bir zerrecik toz bile değildir..
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu: Nefsini BİLen RABBisini BİLir” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II/343 (2532)
El İlâhu:
İşim yañlış gözüm baglu dilim boş yüregim taglu
Bu ef‘âl-i kabâyihle agardı saç karardı yüz..
KULLukEmrini DUYUp-Uymaktaki işlerim yanlış, gözüm bağlı kör gibi, dilim sessiz ya da boş konuşuyor, yüreğim ise bir çâre bulamayışından ateşlerle dağlanmış gibi yanmakta.
Bu kabahatleri işlediğimbir ömür boyunca saç-sakalım ağardı ancak yüzümde utancımdan kapkara oldu..
İlâhî rahmetiñ hergiz ki eksilmeye bir zerre
Kılursañ fazlıñı ihsân iki ‘âlemlere düpdüz..
Yâ İlâhî biz acziyet içindeki kullarına olan rahmetin asla bir zerrecik bile eksilmeye..
Merhametinle tüm âlemlere düpedüz fazlını/inâyet ve cömertliğini ihsân edip lütfunla bağışlamanı dileriz..
Kanı başda şu devlet kim urıla kisveti ‘aşkıñ
Kanı cânda şu ‘izzet kim ola derdiñ gice gündüz..
Hani nerde şu baş ki, devlet kuşun konmuş, AŞKuLLAH kisbetiini/donunu giymiş Aşk Meydanı pehlivanı nerede?.
Hani nerede izzetli, muhterem ve mu'teber CÂN ki gece gündüz AŞKuLLAH derdine düşmüş ve çâresi derdi olan..
Kanı ben miskine senden irişe derdime dermân
Kanı ben za‘îfe bir dem ireydi bir nazar añsuz..
Hani nerede SENden ben miskinin AŞK Derdine dermân ulaşa.
Hani nerede ben zayıf zavallı kuluna bir anlık bile olsa onsuz bir bakış..
Şerîkiñ yok nazîriñ yok velâkin halka fazlıñ çok
Hisâbı haddi hergiz yok sayılmaz nitekim yıldız..
Yâ İlâhî, Senin İlâhlığında bir ortağın yok, bir yardımcın yok ancak, kullarına fazlın çok.
Asla sayılamaz, hesabsız ve sınırsız ve gökteki yıldızlar gibi çokça fazlın var..
Hemîşe sen idüp ihsân veli biz ideriz ‘isyân
Hatâmız mahv idüp bizden olaydıñ sen de bir hôşnûz..
Hiç durmadan SEN bize ihsân ederken, biz de hiç durmadan isyân etmekteyiz.
Hatâlarımız bizi mahv etti isterdik ki, SENi bir kerre bile olsa hoşnut-razı edebilseydik..
Kerem eyle Hudâvendâ hatâ bahrından al bizi
Nitekim acı deryâdan alurlar nimete pâk tuz..
Ey hidâyetini lütfeden el HADi ALLAH celle celâlihu, bu imkanla imtihanda hata ve isyan denizinden çıkar ve kurtar bizi ki,
Nitekim acı denizlerden ni’metleinden olan tertemiz-pâk tuz çıkarırlar gibi bizi de çıkar..
El Hâdî:
Direm kim yarıcım Allâh şefâ’atcim Resûlullâh
Ki burhânım Veliyyullâh budur bendeki bir hak söz..
Ben de bir hak sözüm olarak, Yârim ALLAH celle celâlihu, şefâ’atcim Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, delilim-rehberim Veliyyullâh kaddesallahu sırrahu olsun der ve duâ ederim..
Kapıña gelmişem acam ganî dergâha muhtâcam
Nitekim şâh kapusında boyuncuklar eger öksüz..
Ben ki Sana Muhtac-Mecbur-Me’mur-Mahkum ve de aç bir KULun olarak mutlak zengin dergah kapına gelmişim ki,
Ki, öksüzler ancak ve ancak ŞÂH Kapısına boynun büker de bir ni’met verilmesini beklerlerler..
Senüñ kapuñda kul çokdur hisâbı haddan artukdur
Velâkin bir dahı yokdur Sinân Ümmî gibi yüzsüz..
Elbette SENin kapında bekleşen sınırsız hesabsız KULLarın çoktur,
Ancak bu Sinân Ümmî kaddesallahu sırrahu Babam gibi kovsanda gitmeyen KULun gibi bir dahası yoktur..
Zihî: "Şu, bu" mânasına gelen müennes işaret zamiri.
Zehi: Ne acayip, ne güzel
Ef‘âl: (Fiil. C.) Fiiller, işler, ameller.
Hergiz (f): Asla.
Fazl: İmân, cömertlik, ihsan, kerem, ilim, ma'rifet, üstünlük, hüner, tefâvüt, inayet.
İhsân: İyilik, lütuf, bağışlamak. * Sahilik etmek, cömertlik yapmak. * Allah'ı görür gibi ibadet etmek. * Güzel bilmek. Güzel eylemek.
Kisvet: Elbise. * Özel kıyâfet. * Yağlı güreş yapan pehlivanların giydikleri, meşinden ve dar paçalı olan pantolon. Kisbet.
İzzet: Bir kimse zelil iken kavi ve kudret sahibi olmak. Ziyâdelik ve üstünlük. * Değer, kıymet. Kuvvet. Muhterem ve mu'teber olmak. * Bulunmaz derecede az olan şey.
Şerîk: Ortak. * Arkadaş.
Nazîr: Bir şeye benzemek üzere yapılan şey. Denk, eş, örnek. Benzeyen.
Hemişe (f): Boyuna, durmadan.
Burhân: Delil, hüccet, isbat vasıtası. * Man: Yakînî mukaddemelerden meydana gelen kıyas. * Red ve inkâr için itiraz kabul edilmeyecek surette isbat-ı hakikat eden kavi hüccet.
71.inci ŞİİR
<= =>
Mefâ‘îlün Mefâ‘îlün Mefâ‘îlün Mefâ‘îlün Mefâ‘îlün
İlâhî kanı ‘âlemde göre zâtıñ bir açuk göz
İlâhî kanı âdemde nazarıñda tura ak yüz..
Yâ İlâhî şu âlemde ZÂTını görebilecek bir açık göz hani nerede?
Yâ İlâhî senin huzurunda-nazarında Sana karşı akyüzüyle çıkabilmiş bir âdemoğlu hani nerede?.
Zihî sultân-ı merdâne getürdi halkı meydâna
Saña tesbîh ider eşyâ eger dillü eger dilsüz..
ZÂTına yaraşır Saltanatın Sahibi Sultân ne güzel bir denge ve düzende halkını KuLLuk İmtihanı sahnesine çıkardın.
Onun içindir ki, dilli, dilsüz küllî şey Saña tesbîh edip, Subhan zâtıyın sebbeha yüzüşne-yeniden yaratışına mecburen iştirak ederler.
Sırr-ı Sübhânım -> SeBBeHA SeYRi:
يُسَبِّحُ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ
“YUSEBBİHU lillâhi mâ fî's-semâvâti ve mâ fî'l-ardı'l-meliki'l-kuddûsi'l-azîzi'l-hakîm(hakîmi) : Göklerde ne var, yerde ne varsa (HEPSİ) O mülk-ü melekûtun eşsiz hükümrânı, noksanı mûcib herşeyden pâk ve münezzeh, gâlib-i mutlak, yegâne hüküm ve hikmet sâhibi ALLÂHI TESBÎH (VE TENZÎH) ETMEKDEDİR.” (Cuma 62/1)
Yusebbihu: tesbih eder.
Sebbaha: yüzmek..
Yerdeki göklerdeki ZeRReler yâni ATOMlar;
NeşRlerinden HaŞRlerine kadar döndüler, dönmekteler ve dönecekler.
Bu SeBBaHa yüzüş RAKSı hep sürecek her AN yeniden Yaratılır ŞEENULLAHta..
Ve ne zamAN AKILlarımız DEVR-ÂNı Anlarsa ve DEVRe İştirak ederse Yusebbihu Zikr-i Dâimindeyiz in şâe ALLAH..
İlâhî agladum güldüm kimem ben kendimi bildüm
Ki dergâh-ı ‘azîmiñde ki bir zerrece ben bir toz..
Yâ İlâhî bu âleme KULun olarak geldim nice agladım nice güldüm ve ben kimim soruma cevab aradım ve kendimi bildim ki,
O zaman anladım Azamet Dergâhında, benim izafî-geçici-gölge kimlik ve kişiliğimin değeri bir zerrecik toz bile değildir..
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu: Nefsini BİLen RABBisini BİLir” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II/343 (2532)
El İlâhu:
İşim yañlış gözüm baglu dilim boş yüregim taglu
Bu ef‘âl-i kabâyihle agardı saç karardı yüz..
KULLukEmrini DUYUp-Uymaktaki işlerim yanlış, gözüm bağlı kör gibi, dilim sessiz ya da boş konuşuyor, yüreğim ise bir çâre bulamayışından ateşlerle dağlanmış gibi yanmakta.
Bu kabahatleri işlediğimbir ömür boyunca saç-sakalım ağardı ancak yüzümde utancımdan kapkara oldu..
İlâhî rahmetiñ hergiz ki eksilmeye bir zerre
Kılursañ fazlıñı ihsân iki ‘âlemlere düpdüz..
Yâ İlâhî biz acziyet içindeki kullarına olan rahmetin asla bir zerrecik bile eksilmeye..
Merhametinle tüm âlemlere düpedüz fazlını/inâyet ve cömertliğini ihsân edip lütfunla bağışlamanı dileriz..
Kanı başda şu devlet kim urıla kisveti ‘aşkıñ
Kanı cânda şu ‘izzet kim ola derdiñ gice gündüz..
Hani nerde şu baş ki, devlet kuşun konmuş, AŞKuLLAH kisbetiini/donunu giymiş Aşk Meydanı pehlivanı nerede?.
Hani nerede izzetli, muhterem ve mu'teber CÂN ki gece gündüz AŞKuLLAH derdine düşmüş ve çâresi derdi olan..
Kanı ben miskine senden irişe derdime dermân
Kanı ben za‘îfe bir dem ireydi bir nazar añsuz..
Hani nerede SENden ben miskinin AŞK Derdine dermân ulaşa.
Hani nerede ben zayıf zavallı kuluna bir anlık bile olsa onsuz bir bakış..
Şerîkiñ yok nazîriñ yok velâkin halka fazlıñ çok
Hisâbı haddi hergiz yok sayılmaz nitekim yıldız..
Yâ İlâhî, Senin İlâhlığında bir ortağın yok, bir yardımcın yok ancak, kullarına fazlın çok.
Asla sayılamaz, hesabsız ve sınırsız ve gökteki yıldızlar gibi çokça fazlın var..
Hemîşe sen idüp ihsân veli biz ideriz ‘isyân
Hatâmız mahv idüp bizden olaydıñ sen de bir hôşnûz..
Hiç durmadan SEN bize ihsân ederken, biz de hiç durmadan isyân etmekteyiz.
Hatâlarımız bizi mahv etti isterdik ki, SENi bir kerre bile olsa hoşnut-razı edebilseydik..
Kerem eyle Hudâvendâ hatâ bahrından al bizi
Nitekim acı deryâdan alurlar nimete pâk tuz..
Ey hidâyetini lütfeden el HADi ALLAH celle celâlihu, bu imkanla imtihanda hata ve isyan denizinden çıkar ve kurtar bizi ki,
Nitekim acı denizlerden ni’metleinden olan tertemiz-pâk tuz çıkarırlar gibi bizi de çıkar..
El Hâdî:
Direm kim yarıcım Allâh şefâ’atcim Resûlullâh
Ki burhânım Veliyyullâh budur bendeki bir hak söz..
Ben de bir hak sözüm olarak, Yârim ALLAH celle celâlihu, şefâ’atcim Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, delilim-rehberim Veliyyullâh kaddesallahu sırrahu olsun der ve duâ ederim..
Kapıña gelmişem acam ganî dergâha muhtâcam
Nitekim şâh kapusında boyuncuklar eger öksüz..
Ben ki Sana Muhtac-Mecbur-Me’mur-Mahkum ve de aç bir KULun olarak mutlak zengin dergah kapına gelmişim ki,
Ki, öksüzler ancak ve ancak ŞÂH Kapısına boynun büker de bir ni’met verilmesini beklerlerler..
Senüñ kapuñda kul çokdur hisâbı haddan artukdur
Velâkin bir dahı yokdur Sinân Ümmî gibi yüzsüz..
Elbette SENin kapında bekleşen sınırsız hesabsız KULLarın çoktur,
Ancak bu Sinân Ümmî kaddesallahu sırrahu Babam gibi kovsanda gitmeyen KULun gibi bir dahası yoktur..
Zihî: "Şu, bu" mânasına gelen müennes işaret zamiri.
Zehi: Ne acayip, ne güzel
Ef‘âl: (Fiil. C.) Fiiller, işler, ameller.
Hergiz (f): Asla.
Fazl: İmân, cömertlik, ihsan, kerem, ilim, ma'rifet, üstünlük, hüner, tefâvüt, inayet.
İhsân: İyilik, lütuf, bağışlamak. * Sahilik etmek, cömertlik yapmak. * Allah'ı görür gibi ibadet etmek. * Güzel bilmek. Güzel eylemek.
Kisvet: Elbise. * Özel kıyâfet. * Yağlı güreş yapan pehlivanların giydikleri, meşinden ve dar paçalı olan pantolon. Kisbet.
İzzet: Bir kimse zelil iken kavi ve kudret sahibi olmak. Ziyâdelik ve üstünlük. * Değer, kıymet. Kuvvet. Muhterem ve mu'teber olmak. * Bulunmaz derecede az olan şey.
Şerîk: Ortak. * Arkadaş.
Nazîr: Bir şeye benzemek üzere yapılan şey. Denk, eş, örnek. Benzeyen.
Hemişe (f): Boyuna, durmadan.
Burhân: Delil, hüccet, isbat vasıtası. * Man: Yakînî mukaddemelerden meydana gelen kıyas. * Red ve inkâr için itiraz kabul edilmeyecek surette isbat-ı hakikat eden kavi hüccet.