TASAVVUF DERLER...

Cevapla
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

TASAVVUF DERLER...

Mesaj gönderen Gariban »

TASAVVUF DERLER...

Tasavvuf derler...
Mutasavvuflar vardır...
Tasavvuf hakkında yazılmış kitaplar vardır...
Her telden bir ses...
Güzel sözler...
Tasavvuf; ALLAH’ın bir sırrıdır, insanın iç âleminde gizli bir sır deryasıdır...
Öğretilmez, öğrenilmez.
Târif edilmez.
Ulaşılır, varılır belki...
İşte o kadar...
Tasavvufî kitaplar vardır.
Tasavvufî sözler vardır.
Tasavvufî cümleler vardır.
Menkıbeler, hikayeler yardır.
Bunlar aslında yoktur…
Tasavvuf, ulaşılan manevî bir kemâl, bir makamdır.
Yaşanır...
O ne târif edilir.
Ne söze, ne kelimeye gelir...
Bir perde arkasıdır.
Tasavvuf hakkında suâl sormak bile abestir, insanın iç âleminde varılan ve yaşanan bir hâldir..
Su, bardağa konan ile anlatılmış olmaz,.,
Tasavvufî söz, ötenin lakırdılarıdır.
Öte nedir?
Herkes kendi bilgisi kadar O’nu bilebilir...
Cesedi ile mekanda, gönlü ile sonsuzlukta olanların sözleridir.
İnsanın sonsuzluğa bakan gönül penceresinden kâinatı seyretmek makamıdır.
Yaşanan bir kemâl makamı...
Son söz:
Sessiz sözsüz asıl kendisiyle SOHBET-İ YEZDAN...
Bu hâl sözlerle öğretilmez..
Kitaplardan öğrenilmez.
ALLAH yolunda; Resûl-ü Ekrem’in ruhanî yardımıyla, şikayetsiz çile, usanmadan, ne cesedî ne ruhî bunaltılara aldırmadan, kimseyi incitmeden ve incinmeden bu dünya mekânında mekânsızlığa doğru yürümekle, bir hâl içine girmekle mümkündür.
Bütün büyükler böyle söylemiştirler.
Hangi büyükler?..
Onu da bilmiyorsan.
Sözümüz yok!..
Ateş buz ile savaşırsa kim galip gelir?..
Buz erir su olur.
Suda ateşi söndürür.
Hangi ateş var ki suya sonunda mağlup olmasın...
Bu sözleri çocuk bile anlar.
Evet doğrudur...
Fakat bunun içindeki hikmeti:
Filozof başka düşünür.
Fizikçi başka türlü anlatır.
Matematikçi rakamların beliğ ifadelerinde herkesin anlayamayacağı formüller bulur.
Kimyacı, olayların, kâinat ahenginin nasıl şuûrlu bir intizamla islediğini, maddenin elementlerini formüle eder.
Birleşmeleri, kaynaşmaları ortaya koyar.,.
Hepsi bir sırrın çözümü peşindedir..
Bilmeden...
Veya akıl mantık, yolundan ayrılamaz.
Aslı olan suda boğulmak korkusu içindedir, insanın başka âleme açılmış tarafını sığdıramaz formüle...
Mantık ve akıl ile dış hükümler peşindedir.
En küçük atom ki maddenin ötesine madde âlemine bağlayan nokta.
Sürati, kavrama sığmayan çekirdek...
İhtimal ve tahmin formüllerinde gizli...
Bütün insanlık bu görünmeyen çekirdekle meşgul,..
Bütün bu fikirleri nazariyeleri düşünceleri, formüle edilmiş bilgileri harman yaparsak:
Herseyin kâinatta iki yüzü vardır, deriz:
ALLAH’a bakan yüzü...
Eşyaya bakan yüzü...
Birincisi Lâ Mekân’a bağlı kısım...
Bilinmeyen, sonsuzluktaki durgun enerji, kudret menba’ı...
İsmine ne dersen de bir şey ifade etmez zira hepisi bir yerde toplanır...
Cansız dediklerimizde, elektronlar...
Canlılarda aynı fakat ismi başka “HAYY” olan kısım...
Herşeyin bir maddî element, birde ruhî elementi vardır.
Sessiz, sözsüz, kimsenin duymadığı bir lisanla söylenen lafları yine kendi duyma, anlama dilimize göre söylersek:
Maddesi dışta...
Madde ötesi ve güzellikleri ötelerin ötesinde.
Mekânda maddî element tükendi mi ötenin enerji elementi hemen öteye döner bir anda...
300.000 + Delta ә saniyedeki süratle...
Her an zamansızlıktan, mekânsızlıktan, akıl hududu mekâna ve zamana geliş vardır.
Yine her an zaman ve mekândan zamansızlığa ve mekansızlığa, aklın ötesine akış vardır.
Her şey iç içe, bu, alış veriş idrak edilemiyecek kadar hızlı olduğundan her şeyi birbiriyle kaynamış zannediyoruz.
Yokluk ve hiçlik mefhumu diye bir şey yoktur.
Her şey vardır.
Bu laflar insan aklının son tahammül hudududur.
Bunu anlayanlar...
HAKK’la birliktedirler. Secdededirler...
Kâinatta ne varsa ALLAH’ı tesbih ederler.
Siz bunu göremez anlayamazsınız...
Bu tesbih durduğu dakikada gördüğümüz kâinât yoktur.
Bütün kâinat. HAKK’ın güçlerinin, kudretlerinin mekânda görünüşüdür.
Bu güçler de HAKK’ın görünüşüdür.
Kâinatta herşey her an hem yok oluyor ve hem de tekrar var oluyor.
Ne tarafa bakarsan bak bu ahenk bu şuûr her yerde vardır.
O’nsuz boş yer yoktur…
Balık deryada yaşadığı gibi, bizde dünya yüzünde yaşıyoruz.
Buradaki şuûrlu ahenk de bizim deryamız...
Bu ahenk kaderdir.
ALLAH’ın en büyük Sırrı...
Bu sır hiç bir peygambere ve meleğe bildirilmemiştir.
Bozuldu mu ki böyle bir bozulma yoktur.
Bozuldu dediğimize tesadüf deriz.
Kaza ismini veriyoruz...
Alın yazısı, kader, kısmet diyoruz.
Bu ahenkli şuûru bu sözlerle tasdik ediyoruz demektir.
İnsan yuvarlak bir taşa basarsa düşer.
Suç taşta değildir.
Fakat taş orada olmasa insan düşmeyebilir.
Kendi yumruğun yüzüne hiç çarptı mı?
Bu lafı düşün.
Bir şey açıklıyoruz, böylelikle...
Bir ağaç ormanda devrilirse gök gürültüsü gibi ses çıkarır.
Ormanda kimse yoksa sesi kimse duymaz.
Ama yine ağaç devrilmiştir yıkılmıştır...
Dünya da bir orman oraya gir, dolaş!
Fakat elinde balta olmasın!..
Baltasızlık kadere inkiyaddır.
Sâkin ol!..
Savaş derler;
Savaş işlenen cinâyetlerin günahını örten bir kelimedir.
Kinden doğar.
Kin insanın acısını azaltmaz, intikam başka birinin acısını çoğaltır.
Ondan da tekrar kin doğar bu sürer gider.
Nefret tuzlu su içmek gibidir, içtikçe susuzluğun artar.
Öldürmek insana şeref kazandırmaz, öldürmek cesaret işi değildir. Korkakların işidir.
Her şeye karşı iyi davranmak ancak insana şeref kazandırır.
Her insan, ölümü kendi aynasında görür.
Ölüm insanı tedirgin etmez.
İnsanı tedirgin eden ölüm korkusudur.
Ölüm yok olmak değildir.
Şeklî bir değişme ile asıl terekküp ettiği âdeta atomlara ayrılmasıdır.
Rüyadan uyanmadıkca, rüyanın rüya olduğunu anlamadığımız gibi ölümün sır olduğunu anlayamaz.
Ölmeden ölmeli...
Kendi kendime söylüyorum:
Beni kaybetmek bir gölge kaybetmek gibidir.
Ölüm, vücudun yıkılması, ALLAH’ın kurduğu şey’i mahvetmesi değildir.
Bu bir çözülmedir, insanın manevî benliğini halktan ALLAH’ın kendisine çekmesidir.
“Herşey Hakk’a döner” âyet...
Bunu bilen ölüme bıyık altından güler.,
Sedefe zarar gelir inciye değil...
İnsan beden ise, o hâlde ruh nedir?
Ruh ise beden nedir?
Bu iş ne senin işin nede benim işim.
Her ikisi de birbirini gizliyor.
Beden, ruhun gölgesinin gölgesinin gölgesidir.
Mahsulün adı dane diğeri saman çöpü demişler...
ALLAH Hikmeti;
Zıddiyetleri birbiriyle kaynaştırdı.
Ruh bedensiz bir iş yapamaz.
Kalıbın da ruhsuz soğur, donar kalıbın da meydandadır.
Canın gizli...
Toprağı bir insanın başına atsan yarmaz.
Suyu döksen yine başı yarmaz.
Onlardan yaratıldı insan...
Su ve toprak nankör değildir.
Şimdi toprakla suyu karıştırıp kerpiç yapsan başı paramparça eder.
Başı yardın mı, kerpicin suyu aslına döner.
Ayrılış gününde de toprak aslına döner.
ALLAH’ın Su ile toprağı birleştirmesinin hikmeti işte bu...
Başka birleşmelerde olmuştur amma, onları ne kulak duymuştur ne göz görmüştür.
Eğer duysaydı kulak olarak kalırdı, başka sözleri duymazdı.
Buraya söz bağladık…
Ateşin yakmadığı eşref saatin sırrını öğrenmek için Usta ara...
ALLAH’tan ayrılmayan insanın fotoğrafını kudret makinası çekmiştir.
Arş’ta onu seyretmeye gayret et!..
Arşın penceresi kalbin gönül kısmındadır.
O aralıktan bakmaya çalış!..
Lafların tuhaflığına bakma ve sapıtma!..
Kendinde tanımadığın bir dost taşıyorsun.
ALLAH insanın içinde âdemiyet hamulesine sarılmıştır.
Fakat bunu bilen çok azdır!
Kader, ALLAH’ın biç bir peygambere ve meleğe bildirmediği, kendi ilminde gizli ve herşeyi kâinâtta içine alan ahenk...
Bu ahenge uyan mümindir.
Diğerleri hayır…
“Mü’min, Müminin aynasıdır” hadîs.
“Yâ habibim: Sana bakıyorlar amma göremiyorlar!” âyet.
Hakiki mümin bir aynadır.
Onda “El MÜ’MİN” esmâsı mütecellîdir.
Onu görmek mümkündür.
Mü’min, insan şekliyle, ALLAH’ın esmâ tecellîlerinin göründüğü bir aynadır. Görmek güç.
Görmek kolay...
“Ve vucuhun yevmeizin basiretun. İla rabbiha naziretun.” âyet.
İnsanın en mahrem yerinde ALLAH gizlidir.
Bir tohumda bir orman gizlidir.
Bunun gibi...
İnsanda, HAKK güçleriyle gizlenmiştir.
Bu gizlenmeyi yapan perdeleri kaldır!.
Yırt...
Eğer çıldırmazsan gör HAKK’ı o zaman...
Bundan dolayı hakiki mü’min diğer mü’mini kardeş bilir.
Sevgisi, nebat, hayvan, maden, insan herşeye şamildir.
Herşeyi insan ALLAH için sevmelidir.
ALLAH’ın Rahîm esmâsıyle sevmelidir.
HAKK’ın yarattığı her ne var ise azîzdir.
Çünkü HAKK’ın kudret ve güçleri onda ortaya çıkmıştır.
ALLAH azîz ve hakimdir.
Mü’min başkasını kendine numune almayacaktır.
Başkasına numune olacaktır.
Din, olgun, kamil insanların iç âlemindedir.
Ancak, doğruluk, adalet, fazilet, yekdiğerine hürmet ve sevgi gösteriyle dışarıya akseder.
Hak murat etti, topraktan bir bedende bütün kudret ve güçleriyle, kelâmiyle görünmek arzuladı.
İnsana bir isti’dad verdi.
Kemâle ermesi için de “Kelime-i Şehâdet” ile kelâmdan kalbe kalbten gönüle oradan da kendisine varma yolunu gizledi
Kemâle ermek demek:
İnsanın mahreminde olan bütün mânevi hünerlerin aslına varmak ve o asıl ile bulunmaktır…
Bunun ismine de “mü’min” deriz..
“El Mü’min”in aynası oldu...
Mü’mine tevhid peşinde koş dedi.
Tevhid peşinde koşmak HAKK’ta erimek demektir.
Rızkın benden.
Güç ve kuvvetin benden.
Herşeyin benden.
“Vahid” de “Ahad “ı bul!
‘Tek” de kaybol!
Bu “BİR”e giriş kaybolmak veya DEYYÂN ile buluşmadır.
Tam birleşme olmaz..
Şirk olur.
İnsan Kuldur.
“E’l-HAKK” olamaz.
Böylelikle bana gel dedi...
“Ben bir gizli hazineyim görünmek istedim,
Kendimi seyretmek arzuladım bütün kâinatı halkettim.
Vahdetten Kesrete dönerek göründüm.
Kendimi gizledim namütenahi kalabalıkta kayboldum.
Beni bul!
Sana ip uçları verdim.
Usuller bildirdim Beni bulmak için.
Denize atılan balık ağı gibi.
Birgün ağ çekilecek,
Hepiniz bir araya gelip bana çekileceksiniz...
Denizde yaşamayı öğrendiniz, amma karaya çıktığınızda yaşamayı öğrenmediniz!
Ben size dalganın denize yakınlığı gibiyim!”
“Herşeyi sudan halkettik!” âyetindeki:
“Herşey” nedir?
Herşeyde su vardır.
Bu ne demektir?
“Herşeyde Ben varım.
Ben kudretimle tecellî ettim, bütün güçlerimle göründüm.”
Her meydana çıkıp zuhur eden “Şey”in aslı, sırrı, gücü, kudreti o zuhur eden “Şey”in içinde kalandır.
“Arş’ım su üzerinde kurulmuştur.”
ALLAH’ın Arş’ını kimse bilmez.
Melekler bile bilmezler.
Yaratılanların hiçbiri bilemez.
Cebrail’in bilgisi de görmeye ait bir bilgi değildir.
Levh-i Mahfuza dayalı bu bilgidir.
Meleklerin bilgisi Resûlullah’ın bilgisi gibi değildir.
Suyun neden halk edildiğini, nasıl hâlledildiğini, ne melek ne peygamber hiç kimse bilemez.
HAKK’ın sırrı bildirilmemiştir.
İnsanlar ancak maddî varlıkları incelemeye imkân bulabilirler.
Kendinde taşıdığın ulvî dostu bilen çok azdır.
O’nu bilen; ölümden, ihtiyarlıktan, ızdıraptan kurtulmuştur, ölmemezlik suyunu içmiştir.
İnsan Rahîm ve Rahmân gözüyle bakıp yekdiğerini sevseydi;
HAKK’ın cenneti dünyadan görünürdü.
Cehennem kendiliğinden sönerdi.
Bu ince sırrı bilmeyenler kibir içindedirler.
Zâlimdirler…
İnsanlık asırlardır bu gibilerin körlüğü yüzünden derdi, izdırabı, açlığı, huzursuzluğu kendinden ayrılmaz bir arkadaş yapmıştır.
Bundan dolayı insanlar güvenmenin ne olduğunu unutmuşlardır.
Bir damla suyun söylediği işte bu...
Günün birinde buluttan bir damla yağmur düştü.
Koskoca okyanusa...
Damla, denizin genişliğini görünce utandı.
“Şu deniz denilen yerde ben kim oluyorum.
Eğer deniz bu ise gerçekten ben “hiç”im!” dedi.
Damla kendisini hor görünce...
Sedefin biri onu koynuna aldı.
Seve seve besledi.
Sonunda bu sevgi o bir damlayı padişahlara yaraşan ünlü bir “inci”ye çevirdi...
Görünmeyen sevgi o damlayı içinde eritti.
Görünür inci oldu.
Taçlara konmak için...
Sedef gurur duydu yaptığı işten...
Kendisi de nadide eşyalara fırlayarak kakıldı.
Rahleleri, saray kapılarını süsledi...
Aza kanaat eden sedefin içini de ALLAH inci ile doldurdu...
İşte bu “Su Kitabı”, bu minicik hikâyede gizlendi.
İnci olmak için gönüllere...
Acaba o bir damla bilmiyor mu idi?
Okyanusu o damlacıklar okyanus yaptı.
Okyanus da biliyordu kendini, ben bir damladan türedim.
Aralarındaki bu sessiz konuşma o hâlde neden?
Damla Okyanusu gördü utandı.
Kendini hor gördü inciye döndü.
Kudret; o damla da Okyanusu damlalarıyle gösterdi.

Prof.D.M.Derman(k.s)
Kaynak: Su Kitabi, II.Cilt, 5.Konu

Sözlük:

Tasavvuf : Kalbi dünyanın fâni işlerinden ayırıp Allah (C.C.) sevgisi ile bağlamak. Tarikat ehli olmak. (Bak: Tarikat)(İmam-ı Gazalî, İmam-ı Rabbanî gibi muhakkıkin-i ehl-i tarikat derler ki: "Birtek Sünnet-i Seniyyeye ittiba' noktasında hâsıl olan makbuliyet, yüz âdâb ve nevâfil-i hususiyeden gelemez! Bir farz, bin sünnete müreccah olduğu gibi; bir Sünnet-i Seniyye dahi, bin âdâb-ı tasavvufa müreccahtır!" demişler. M.)

Mutasavvıf : Tasavvufla uğraşan. İlâhiyyatla uğraşan, tarikat ehli olan. (Bak: Tarikat)
Tarikat : Yol, manevî yol. * Usûl, tarz. Hal ü şan. (Bak: Müteşeyyih, Seyr-i âfâkî, Tasavvuf)
Mânevî : Maddi olmayan kuvvet. Mânâ âlemine âit olanlar. Dinden, imândan, mukaddesât ve imândan gelen kuvvet (Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise, mâneviyatta kördür. H.)
Kemâl : Kâmillik, olgunluk. Olgunlaşma. Erginlik. Bütün güzel sıfatlarla muttasıf olmak. Fazilet. * Değer, baha. * Fazlalık. * Sıdk ile yapılan güzel iş.
Makam : Durulacak yer. * Rütbeli yer. * Câh. Mesned. Mansab. * Musikide usul. Tempo.
Suâl : İsteme. İstek. * Soru. Sorulan şey. * Dilencilik.
Abes : Hoş olmayan. s. Ar. Akla ve gerçeğe aykırı. 2. gereksiz, lüzumsuz, yersiz, boş.
Lakırdı : Boş söz, dedikodu, laf.
Kâinat : Var edilen şeylerin hepsi. Yaratılanlar. Mevcudat. Âlemler.
Yezdan : f. Cenab-ı Hak. * (Mecusilerce) : Hayırları yaratan hayır ilâhı dedikleri mevhum mâbud.
Hâl : Durum, vaziyet. Görünüş. Tavır. Sûret. Keyfiyet. * Cezbe. * Dert, keder, elem. * Mecâl. Kuvvet. * Gr: Fâili, mef'ulü veya her ikisinin durumunu bildiren sözdür. Halin sâhibine zi-l hâl denir.Meselâ : $ Reeytuhu mâşiyen: (Onu yürürken gördüm) cümlesinde Mâşiyen (yürürken) kelimesi, cümledeki mef'ulün hâlini bildirir. şimdiki zamanda olan fiilin durumuna da hâl denir.
Çile : f. Eziyet. Sıkıntı. * İplik. * Yay kirişi. * Tas: Dervişlerin kapalı bir yere çekilerek ibadetle geçirdikleri kırk gün. Yaşanan Tasavvufî hâvle hayat tarzı.
Mekân : (Kevn. den) Yer. Durulan yer. Ev, hane, mesken. Mahal.
Hikmet : İnsanın, mevcudatın hakikatlerini bilip hayırlı işleri yapmak sıfatı. Hakîmlik. Eşyanın ahvâlinden, hârici ve bâtini keyfiyetlerinden bahseden ilim. (Buna İlm-i Hikmet deniyor) * Herkesin bilmediği gizli sebeb. Kâinattaki ve yaradılıştaki İlâhî gaye. * Ahlâka ve hakikata faydalı kısa söz. * Sır. * Bilinmeyen nokta. İlim, adâlet ve hilimin birleşmesinden doğan değerli sıfat. * Kuvve-i akliyenin vasat mertebesidir. Hakkı hak bilip imtisal etmek, batılı batıl bilip içtinab etmektir. * Allah'a itaat, fıkıh ve sâlih amel. * Akıl, söz ve hareketteki uygunluk. * Hak emre uymak. * Allah'ın yarattıklarında tefekkür. (Bak: Felsefe)
Felsefe : Yunanca (Philosophos)dan Arapçalaşmış. Feylesofların mesleği. * İlm-i hikmet. * Maddeyi, hayatı ve bunların çeşitli tezâhürlerini, sebeblerini, ilk unsurları ve gaye cihetinden inceleyen fikri çalışma ve bu çalışmaların neticelerini toplayan ilim. * Herkesin hususi fikri. Mantık. * Bir ilmin prensipleri. * Marifet ve hikmet sevgisi. * Meşhur bir feylesofa göre olan hususi prensipler, nazariyeler. * Tabiat, huy ve mizaç sakinliği; rahatlık. (Bak: Hikmet, Nokta-i nazar)
Filozof : (feylesof) Felsefe ile uğraşan, felsefeci. (İlm-i hikmetle meşgul olan mütefennin. Dinle münasebeti olmayan gayr-ı müslim. L.R.) (Bak: Hükemâ)
Şuûr : Anlayış, idrak. Vicdan. Hiss-i zâhirle duymak. * Nefsin mânâya ilk vusul mertebeleridir. (E.T.) * Kendi varlığından haberi olma. * Bir şeyi hoşça tanıma. * İnceliklerini iyice idrak etme. * (Şa'r. C.) Kıllar.
Element : Maddeyi meydana getiren ve kendi kimliği olan nesne.
Mantık : (İntak. dan) Konuşturan, söyleten. * Doğru muhakeme ve doğru düşünceyi öğreten ilim. Akıl kaidesi. * Akıl, nutuk, söz.
İhtimal : (Haml. den) Mümkün olma, belki. Olması mümkün görünmek. * Kabul eylemek. * Yükselip götürmek. * İhsana mukabil şükretmek. * Kızma ve hiddetlenmekten dolayı yüzünün rengi değişmek.
Tahmin : (Hamn. dan) Aşağı yukarı bir fikir söylemek. İhtimallere dayanan düşünce. Zayıf delil ile hüküm ve kıyas etmek.
Lâ Mekân : Mekansız Âlem.
Menba’ : Kaynak. Nimetin veya herhangi bir şeyin çıktığı yer. Suyun çıktığı yer. Pınar.
İdrak : Anlayış. Kavrayış. Akıl erdirmek. Fehim. Yetiştirmek.(Maalesef insanlar teâvün sırrını idrak edememişler, hiç olmazsa taşlar arasındaki yardım vaziyetinden ders alsınlar! İ.İ.)
Mefhum :Anlaşılan. Mânâ. İfade. Sözden çıkarılan mânâ.
Tahammül : Yüklenmek. Bir yükü üstüne almak. * Sabretmek. Katlanmak. * Kaldırmak.
Hakk: Bâtılın zıddı) Doğru. Gerçek. Vâcib ve lâzım olan. Her sâbit ve doğru olan şey. Adalet. Herkesin meşru olan salahiyeti, iktidarı, bir şey üzerindeki mâlikiyyeti. * Dâva ve iddia. * Hakikate uygunluk. * Geçmiş, harcanmış emek. Pay, hisse. * Münasib * Din. İslâmiyyet. * Kur'an. * Vukuu vâcib, geleceği şüphesiz olan. * Kıyamet. * Mahz-ı hakikat. * Yapacağını yalansız yapan kimse. * Musibet.
HAKK : ALLAH (cc)
Tesbih : Sübhânallah demek. Cenab-ı Hakk'ı (C.C.) şânına lâyık ifadelerle yâdetmek. Yâni: Allah'ın zâtında, sıfâtında ve ef'âlinde cemi' nekaisten münezzeh olduğunu ifade etmektir. (Bak: Sübhan)
Sübhân : Allah (cc)
Kudret : Güç. Takat. * Her yeri kaplayan kudretullah. * Varlık. Ehliyet. Becerebilme. * Zenginlik. * Kabiliyet. * İlm-i kelâmda: Allah Teâlâ'ya mahsus ezelî ve ebedî ve bütün kâinatta tasarruf eden sıfattır.(Arkadaş bir kelime-i vâhidenin işitilmesinde; bir adam, bin adam birdir. Yaratılış hususunda da Kudret-i Ezeliyeye nisbeten bir şey, bin şey birdir. Nev ile fert arasında fark yoktur. M.N.)
Ahenk : f. Seslerin arasındaki uygunluk. Düzgün tarz ve gidiş.
Sırr (Sirr) : (C.: Esrar-Esirre) El ayasında ve alında olan hatlar. * Gizli nesne. * Cima etmek. * Zikir. * Hâlis. * En iyi, en faziletli.
Tesadüf : Rastgelme. Bir şey kendiliğinden olma. Tedbirsiz meydana gelme. (Bak: Delil-i inayet)
Kaza : Birdenbire olan musibet. Beklenmedik belâ. * Vaktinde kılınmayan namazı sonradan kılmak. * Allah'ın takdirinin ve emrinin yerine gelmesi. * Hâkimlik, hâkimin hükmü. * İstemeden yapılan zarar. * Hükmeylemek, hüküm. * Bir şeyi birbirine lâzım kılmak. * Beyan eylemek. * Ahdini yerine getirmek. * Ödemek, edâ etmek. * İcab. * Ölüm. (L.R.) * Şeriat hâkimi olan Kadı'nın hükümetinin hududu olan memleket. (Yâni, eskiden bir hâkimin şeriat şeriat namına da'valara baktığı memlekete "kaza merkezi" denirdi.)Fık: İnsanlar arasında vuku bulan dâva ve muhasamayı şer'î hükümler dairesinde fasletmek, halletmek.(Fetvanın kazadan farkı, mevzuu âmdır; gayr-i muayyendir, hem mülzim değil. Kaza ise; muayyen ve mülzimdir.)
Kader : Cenâb-ı Hakk'ın kâinatta olmuş ve olacak her şeyin evsafını ve havassını ve sâir geleceğini ve geçmişini ezelden bilip, levh-i mahfuzunda takdiri ve yazması. Takdir-i İlâhî. * Ezelî kısmet. * Tali'. Baht. Şans
Kısmet : Bölmek ve ayırmak. Bahşetmek. Taksim etmek. * Fık: Hisse-i şâyiayı, yani, taksim olunmamış maldaki hisseleri sahiplerine tahsis etmektir.
Tasdik : Doğruluğunu kabul etmek. Bir kararın nizama, şeriata, kanuna uygun olduğunu kabul edip imzalamak. (Bak: Dimağ)
İnkıyad : Boyun eğme. Muti olma. Teslim olma. İtaat etme. İmtisal.
Sakin : Hareketsiz, kendi hâlinde. Bir yerde oturan. Kararlı. * Gr: Harekesi olmayıp cezimli (sakin okunan) harf.
Cinâyet : Adam öldürmek, katl. (Bak: Câni)
Günah : . Cezayı gerektiren amel. Dine aykırı iş. Allah'ın emirlerine uymayan hareket. (Bak: Kebâir-Cünha)
Kin : f. Gizli düşmanlık. Garaz. Buğz. Adâvet.
Nefret : Tiksinmek, ürküp kaçmak. * Birisinin yakını ve akrabası.
Şeref : Yükseklik, yücelik. Büyüklük. * İnsanlar arasında geçerli ve makbul olma. Büyük bir makam sâhibi olma. * Cenab-ı Hakka itâat ve ubudiyyeti ve yüksek hizmeti ile çok ihsanına mazhar olma. * İftihâr, övünme.
Tedirgin : Huzursuz, rahatsız.-
Terekküb : Birleşmek. Karışmak. İmtizac etmek. * Bir şeyin birkaç parçadan meydana gelmesi.
Mahvetmek : Mahv : Harab olma. Yıkılma. Ortadan kalkma. Çökme. Bozulma. * Tas: Beşeri noksanlıklardan kurtuluş hâli.
Sedef (sadef) : Deniz böceklerinin kıymetli kabuğu ve onlardan yapılan şeyler. * Sert, parlak ve şeffafa yakın madde. İnci kabuğu.
Zıddiyet : Birbirine muhâlif, zıt olma hâli. Zıtlık. Birbirinden nefret etme. Zıt fikir veya kanaat sahibi olanların durumu.
Nankör : f. Gördüğü iyiliği unutan, nimeti inkâr eden. Nimetin şükrünü eda etmeyen, gafil.
Eşref saat : En şerefli. Daha şerefli. En iyi, en güzel olan zaman dilimi. Duaların kabül olduğu zamanlardan…
Tuhaf : (Tuhfe. C.) Hediyeler. * Münâsebetsiz hâl. * Eğlenceli, gülünç. * Garip iş veya şey. * Hoşa giden ve az bulunur şeyler.
وَوُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ بَاسِرَةٌ
“Ve vucuhun yevmeizin basiretun : Ve yüzler de vardır ki, o gün buruşacaktır;” (Kıyâmet 75/24)
إِلَى رَبِّهَا نَاظِرَةٌ
“İla rabbiha naziretun. : Rablerine bakacaklardır (O'nu göreceklerdir).” (Kıyâmet 75/23)
Âdemiyet : İnsanlık. Namuslu bir insana yakışır hâl ve tavır.
Habib : (Hubb. dan) Sevilen. Sevgili. Seven. Dost.
Esmâü’l Hüsnâ : ALLAH’ın engüzel isimleri…
Mütecellî : Tecelli eden, meydana çıkan, görünen. Parlak.
Şâmil : Çevreleyen, içine alan, ihtivâ eden, kaplayan. * Çok şeye birden örtü ve zarf olan. * Fazla şeyleri veya kimseleri ilgilendiren.
Azîz : İzzetli. Çok izzetli. Sevgili. Çok nurlu. * Dost. * Şerif. * Nadir. * Dini dünyaya âlet etmeyen. * Sireti temiz. * Ermiş. Mânevi kudret ve kuvvet sahibi. * Mağlup edilmesi mümkün olmayan ve daima galib olan manasında Cenab-ı Hakk'ın bir ismidir. * Hristiyanlıkta kudsî kabul edilen daimî reis.
Hakîm : Hikmetle muttasıf olan ve mevcudatın hakikatına vâkıf olan. Hikmet mütehasssı. İlm-i hikmette mütebahhir ve mütehassıs olan. İş ve emirleri hikmetli ve yanlışsız olan. * Tabib, doktor.
Fazilet : Değer. Meziyet, iyilik, ilim ve iman, irfan itibarı ile olan yüksek derece. Dinî ve ahlâkî vazifelere riayet derecesi. Fazl ve hüner cihetiyle olan yüksek derece. Bir şeyin başka şeylerden cemal ve kemal ve fayda cihetiyle üstünlüğü, müreccah olmasına sebep olan keyfiyet. (Zâta mahsus hasletin cem'i "fazâil" dir. Şecaat, in'am ve ihsan gibi, müteaddid meziyete dair faziletlerin cem'i "fevâzıl"dır.)
Murat : Murad : İstenerek, ümid ederek beklenen. Arzu edilen şey. * Gâye. Maksad. Emel.
Kelâm : Söz. Bir mânayı ifâde eden, bir maksadı anlatan ifâde. * Allah'a mahsus bir sıfat. * Fık: Allah (C.C.) Kelâm sıfatını da hâizdir. Onun kelâmı harften ve savttan (sesden) münezzehtir, ezelidir, ebedidir. * Ist: Hikmet ve mantık esaslarıyla Allah'ın (C.C.) varlığı, birliği, İslâmiyetin doğruluğu ve hakkaniyetinden bahseden ilim. (Bak: İlm-i kelâm ve Kelâmullâh)
İsti’dad : Bir şeyin kabulüne ve kazanılmasına olan fıtrî meyil. * Kabiliyet. Akıllılık. Anlayışlılık. Allah Teâlâ Hazretlerinin (C.C.) insanlara ve sâir mahluklara tevdi buyurduğu kabiliyet kuvveleri.
Mahrem : Gizli. * Dince ve şer'an müsaade olunmayan. * Birisinin hususi hâllerine ait gizli sır. * Nikâh düşmeyen, evlenilmesi haram olan yakın akraba. (Baba, dede, anne, nine, erkek ve kız kardeş, amca, dayı, hala ve teyzeler arasında bir neseb yakınlığı, bir ebedî mahremiyet vardır. Bunlar arasında nikâh asla caiz değildir.) * Çok samimi ve içli-dışlı olan kimse.
Deyyân : Herkesin hesabını ve hakkını en iyi bilen ve veren. Hâk Teâla. Kahhar. Hâsib. Hâkim. Kadir. Râi. Cenâb-ı Hakk.
Vahdet : Birlik. Yalnızlık. Teklik. (Kesretin zıddıdır.) * Edb: İfade esnasında mevzuun haricine çıkılmaması, maksad ne ise yalnız ondan bahsedilmesi, sözün dallandırılıp budaklandırılmaması. * Tas: Allah'a yakınlık. Gönlünü, kalbini tamamen Allah ile meşgul etme hali.
Kesret : Çokluk, sıklık. * Bir şeyin ekserisi ve muazzamı. Bolluk. (Bunun zıddı kıllettir)(Hayat, kesrette bir çeşit tecelli-i vahdettir. Onun için ittihada sevkeder. Hayat, bir şeyi her şeye mâlik eder. M.)(...Hem bütün âlemlerin Rabbi kesret tabakatında vahdaniyeti ilân etmek istemesine mukabil; en azamî bir derecede bütün merâtib-i tevhidi ilân eden, yine bizzarure O Zâttır. S.) (Bak: Tefekkür)
Tefekkür : Fikretmek. Düşünmek. Fikri harekete getirmek.(Tefekkür, gafleti izale eder. Dikkat, teemmül; evham zulümâtını dağıtıyor. Lâkin nefsinde, bâtınında, hususi ahvâlinde tefekkür ettiğin zaman derinden derine tafsilât ile tetkikat yap. Fakat afâkî, haricî, umumî ahvalâta teemmül ettiğin vakit sathî, icmalî düşün, tafsilâta geçme. Çünkü icmalde, fezlekede olan kıymet ve güzellik, tafsilâtında yoktur. Hem de âfâkî tefekkür, dipsiz denize benziyor; sahili yoktur. İçine dalma boğulursun. Arkadaş! Nefsî tefekkürde tafsilâtlı, âfâkî tefekkürde ise icmâlî yaparsan, vahdete takarrüb edersin. Aksini yaptığın takdirde kesret fikrini dağıtır. Evham seni havalandırır. Enaniyetin kalınlaşır. Gafletin kuvvet bulur, tabiata kalbeder. İşte dalâlete îsal eden kesret yolu budur. M.N.)"Bir saat tefekkür, bir sene nâfile ibadetten hayırlıdır" (Hadis-i şerif meâli) (Bak: Ülfet)
Nâ mütenahi : Nihayete ermeyen, bitmeyen, sonu gelmeyen.
Usul : (Asıl. C.) Ana, baba. Cedler. * İstinadgâh. * Râcih delil, kaide. Asıllar, kökler, temeller. Bir ilmin asıl mevzuundan önce öğrenilmesi lâzım gelen esaslar. Bir hedefe ulaşmak için tutulan düzenli yol. * Tarz, metod, tertip.
Tecellî (Tecellâ): Görünme. Bilinme. * Kader. * Allah'ın (C.C.) lütfuna uğrama. * İlâhi kudretin meydana çıkması, görünmesi. Hak nurunun te'siriyle kulun kalbinde hakikatın bilinmesi.
Zuhur : Meydana çıkmak. * Ansızın meydana gelmek. * Baş göstermek. Görünmek. * Hulul. * Galip olmak. * Âlîkadr.
Arş : Bağ çardağı. * Gölgelik. * Kürsü, taht, yüce makam. En yüksek gök. Allahın kudret ve saltanatının tecelli yeri. (Arş kâinatı kaplar. Allah'ın kudreti ve ilmi de herşeyi kaplar.) * Fevkiyyet, ulviyyet. * Arş-ı Alâ, Arş-ı Rahman, Arş-ı İlâhi, Arş-ı Yezdan, Felek-i Eflâk, Felek-i Atlâs, Felek-i Azâm gibi isimlerle Cenab-ı Hakkın izzet ve saltanatından kinaye olarak söylenir. (O.S) (... Arş: Zâhir, Bâtın, Evvel, Âhir isimlerinin halita ve karışığıdır. Bu halitada dahil olan İsm-i Zâhir itibarı ile Arş Mülk; kevn, Melekut olur. İsm-i Bâtın itibarı ile Arş, Melekut; kevn, Mülk olur. Demek Arşa ism-i Zâhir nazarı ile bakılırsa; kendisi zarf, Kevn de mazruf olur. İsm-i Bâtın gözü ile bakılırsa; kendisi mazruf, kevn zarf olur. Ve kezâ ism-i Evvel itibârı ile $ âyetinin işâret ettiği kevnin bidayetini içine alıyor. Ve ism-i Âhir itibarı ile $ hadis-i şerifinin ima ettiği kevnin nihâyetini içine alıyor. Demek Arş öyle bir halitadır ki, şu dört isimden aldığı hisseler ile kevn ve vücudun sağını, solunu, üstünü ve altını ihata etmiş olur. M.N.) (... Arş, sakf demektir ki bir binanın veya yerin muhit-i ulvisini teşkil eder. Bir eve nisbetle tavanı, tavanına nisbetle üstündeki çatısı, kubbesi, tepesindeki köşkü, tahtaboşu, cihannüması hep arş medlülünde dahildir. Buna müteferri olarak çadır ve çardak gibi yükselen ve gölge veren her şeye de ıtlak olunur.) (E.T.)
Levh-i Mahfuz : Her şeyin hayatının ind-i İlâhîde yazılması. İlm-i İlâhînin bir ünvanı.
İmkân : Mümkün olmak. Olacak hâlde bulunmak. (Bak: Hudus)
Hudus : Yeniden meydana gelme. Sonradan peyda olma. Yok iken vücuda gelme.
Ulvî : (Ulviye) Yüksek, yüce. * Manevî ve göğe mensub.
Izdırab : Acı, elem.
Zâlim : Zulmeden, haksızlık eden.
Tac (taç) : Hükümdarların başlarına giydikleri mücevherli ve kıymetli taşlarla süslü başlık. * Müslümanların, Peygamberimizin sünnetine uygun olarak veya onu temsilen başlarına sardıkları örtü; sarık, imame. * Gelinlerin başlarına koydukları cevahirli süslü başlık. * Kuşların başındaki uzunca tüy. * Çiçeklerin ortalarındaki renkli parlak kısım.
Nadide : Az görülür,seyrek görülen, çok değerli.
Rahle : Küçük masa.
Kanaat : Aç gözlü olmayıp hırs göstermemek. Kısmetinden fazlasına göz dikmemek. Helâl ile yetinip haramı istememek. Az şeyi de olsa kısmetine razı olmak.(Semere-i sa'yine ve kısmetine rıza kanaattir, meyl-i sa'yi kuvvetlendirir. Mevcuda iktifa dûnhimmetliktir. M.) (Bak: Himmet)
Resim
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: TASAVVUF DERLER...

Mesaj gönderen meryemnur »

Gariban yazdı:
Tasavvuf; ALLAH’ın bir sırrıdır, insanın iç âleminde gizli bir sır deryasıdır...
Öğretilmez, öğrenilmez.
Târif edilmez.
Ulaşılır, varılır belki...
İşte o kadar...
...

Son söz:

Sessiz sözsüz asıl kendisiyle SOHBET-İ YEZDAN...
Bu hâl sözlerle öğretilmez..
Kitaplardan öğrenilmez.
ALLAH yolunda; Resûl-ü Ekrem’in ruhanî yardımıyla, şikayetsiz çile, usanmadan, ne cesedî ne ruhî bunaltılara aldırmadan, kimseyi incitmeden ve incinmeden bu dünya mekânında mekânsızlığa doğru yürümekle, bir hâl içine girmekle mümkündür..


Resim
ALLAH (C.C.) razı olsun kardeşim..

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Re: TASAVVUF DERLER...

Mesaj gönderen MINA »

Günün birinde buluttan bir damla yağmur düştü.
Koskoca okyanusa...
Damla, denizin genişliğini görünce utandı.
“Şu deniz denilen yerde ben kim oluyorum.
Eğer deniz bu ise gerçekten ben “hiç”im!” dedi.
Damla kendisini hor görünce...
Sedefin biri onu koynuna aldı.
Seve seve besledi.
Sonunda bu sevgi o bir damlayı padişahlara yaraşan ünlü bir “inci”ye çevirdi...
Görünmeyen sevgi o damlayı içinde eritti.
Görünür inci oldu.
Taçlara konmak için...

M.DERMAN (k.s)

****

Ne güzel, BİR ESinti...
Elhamdülillah...



Resim
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Cevapla

“Tasavvuf” sayfasına dön