İLAHÎ ARMAĞAN

Abdulkadir Geylani (k.s.) hazretlerinin hayatı ve eserleri.
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim




Ey cemaat! Size dünya bir şey versin diye onun ardından koşarsınız. Hâlbuki o veli kullara bir şey kabul ettirebilmek için peşlerinde gezer. Onların önüne gelir, başını eğer, onlara bir şey verebilmek için sızlanır.

Nefsine tevhid kılıcı ile vur. Onun ıslahı için başarı zırhını giy. O nefsi mücahede okuyla yere sermeye bak. Hele takva korkusunu ondan uzak etme. Yakin -tam iman- kılıcı elinden hiç düşmesin. Nefse, gâh mızrağınla dürt, gâh onu sopanla döv. Sözünü dinler hâle gelinceye kadar bu hâlin devam etsin. Onun üstüne çıkıp ağzına gem geçirinceye ve yularını ele alıncaya kadar tarif ettiğimiz işleri yap. Nefsi, bu hâle getirdikten sonra, onun sırtında denizi, deryayı, karayı dolaşman kabil olur. Nefsi bu hâle getiren kimse ile Rabb’i iftihar eder; sonra onu nefsin belini kıran, halâsı bu yolda bilen, başka yol tanımayan kimselere katar.

Nefsini anlayan, ona göç yükünü taşıtır. Ona her ağırlığını vurduğu hâlde karşı gelmez ve emrini dinler; yanlış hareket etmez.

Nefsi, kötü arzulardan beri alıp onu iyi anladıktan sonra hakkını verirsen, hayrını bulursun. İşte bundan sonradır ki, o nefis, kalbin himayesine girer. Kalp nefsin elinden tutar, sırra gider. Sırda onlarla birlikte Hak Teâlâ’yâ varır.

Cihad asasını nefsin üstünden kaldırmayınız; onun yalancı iyiliklerine aldanmayasınız. Onun yalandan uyuklaması sizi kandırmasın. Nefsin uyuklaması, yırtıcı hayvanın uyuklamasına benzer; daldınızmı biner. O kendini uyur göstermeyi sever.

Şu nefis var yâ, uyarlık gösterebilir; yumuşak başlı, engin hail olduğunu ve hayrı takip ettiğini belirtebilir; ama biliniz ki, içinde bunların aksini saklar. Nefse karşı daima dikkatli ol. İşlerin hayırlı bitmesi için, onu başıboş bırakma.

Allah yolcularının, halktan ırak bir başka meşguliyetleri vardır Bununla beraber, halka bakmak için onlara vazife verilmiştir. Bu yüzden onlarla oturur, kalkar, emir verir ve yasakları bildirirler.

Halkla Hak yolcularının durumuna şu hikâye bir misaldir. Şöyle ki: “Birtakım yolcular, deniz aşırı yerlere gitmek istediler. İçlerinde yoldan anlayanlar geçti ve şaha vardı. Öbürleri, önce gidenlerin geçtiği yolu bilmedikleri için tuhaf oldular ve boğulmaya ramak kaldı. Bu durumu iyi bilen şah önce gelenlerden dilediğini yol göstermek üzere geri saldı. Onlar da gelip yol üzerinde durdular ve yolda kalan kulları doğru yola davet ettiler. ‘İşte yol burada; kurtuluş şurada’ dediler.
Bunu duyup gelen elini verdi ve kurtuldu.”

Bu hikâyenin aslı Hak Teâlâ’nın şu kelâmına dayanır:
“O kimse ki, imanlı idi, gitti ve ey cemaat bana uyunuz, sizi doğra yola götüreceğim, dedi.” (el-Mu’min, 40/38)

Sizden aklı başında olan, dünya ile ferahlık duyamaz. Çocuklarına güvenemez. Mal, mülk, akraba onun için bir dayanak olamaz. Yemek, içmek, nikâh gibi işler, ona bir sevinç duygusu getiremez. Çünkü bunların hepsi birer hevesten ibarettir. İman sahibi bunu bilir. Dolayısıyla iman sahibinin ferah duygusu, yalnız iman kuvvetinden, kalbin, Yaratan’a vasıl olmasından hâsıl olur.

Ayık olunuz ve dinleyiniz: Dünyanın ve öbür âlemin sultanları, Hakk’a arif olup O’nun emirleriyle amel edenlerdir.



* * *


Ey evlat! Kalbin ne zaman temiz olur ve sırrın ne zaman safa âlemine geçer ki, hâlâ halkı Hakk’a ortak koşmaktasın. Sen nasıl felah bulabilirsin ki, her gece sabah olunca, kimi şikâyet edecek, kime dert yanacak ve kimden dünyalık koparacaksan onları hesap edersin. Ve kalbinde tevhidin zerresi bile olmadığını bilirsin. Bu hâlinle kalp güzelliğini nasıl arzularsın? Tevhid nurdur; şirk karanlıktır. Sen nasıl iflah olursun ki, kalbinde takvadan zerre dahi yok. Ve sen, Hakk’ı halkla perdeledin. Sebepleri gördün, onların sahibine kapalı kaldın. Halka dayanmakta ve halka güvenmektesin. Bu hâlinle mücerret bir davadan ibaretsin. Üzerinden yararı alınan ot köküsün. Şahit, ispat getirmeden yalnız kuru dava ile bir şey olacağını sanma. Hakiki tevhid ve safa âlemine geçmek iki şekilde olur: Birincisi, mücahede, zor işlere katlanıp riyazet yolunu tutmak, nefse ağır gelen birçok güç ibadetlere katlanmaktır ki, bu, sâlih kul­lar arasında maruf ve meşhur bir yoldur.

İkincisine gelince; o ilâhî bir vergi olarak gelir. Bu, nadir olan bir vakıadır. Hak Teâlâ istediği kulun kalbine sevgisini ve marifetini verir. Ehlini alır, sanatını bıraktırır ve o kulunda, kuvvetini, kudretini gösterir. Bir zamanlar yol kesip eşkıya olan Zât’ı, az zaman sonra bir mabede müdavim kılabilir. Yakınlık kapısını o kula açar, bulunduğu yaramaz hâllerden onu beri eder. Önce, dünyanın tümü eline girse doyması kabil olmayan bu zat Hakk’ın bir tecellisi sayesinde azla yetinmeye başlar.

Hak, bu kuluna anlayış, hikmet, izzet ihsan eder. Gördüğü her şeyden ibret, işittiği her şeyden öğüt alır. Yaptığı işler, yalnız Hak yakınlığına ileten olur. Bu hâli benliğinde bulduktan sonra hidayet yolunu gösterir, kullara yardım eder. Bu sebeple bir an bile ondan ayrıldığı olmaz. Hak, onu bütün kötülükten korur. Nasıl ki, Hz. Yusuf hakkında:
“Biz ondan, böylece kötülükleri beri aldık; çünkü o, bizim hâlis kullarımızdandı.” (Yûsuf, 12/24) buyrulur.

İşte bunun gibi o kuldan da bütün kötülükler alınır. Ve bütün işlerinde başarı verilir.

İlâhî sevgiye eren ve O’na arif olan kimseden herkes öğüt alır. Her şeyden ve her ilim dalından o zat herkese bilgi dağıtır. O zat, öğüdü ve verdiği bilgileri bazen sözle, bazen hareketleriyle yapar. Bazen de manevi bir himmetle yapar. Kullar onun verdiği öğüdün yönünü bazen tayin edebilir, bazen de tayin edemez.



* * *


Ey evlat! İman yönünden zayıfladığını duyduğun an, nefsini sığaya çek. Onun iyiliğini bulmaya bak. İmanın tehlikede olduğu an, komşunu, akrabanı, beldeni ve iklimini bir yana at. Çünkü onlar seni kurtaramaz. İman kuvvetini bulunca da durma, ehline git. Halka koş, onlara doğruyu ve gerçeği anlat. Takva zırhına bürünmeden halka karışma. Ayrıca iman kalkanı ile de kalbini koru. Elinde daima tevhid kılıcı bulunsun. Yayında, dua icabetine ait oklar hazır olmalı.

Başarı kalesine gir. Kement atmayı, kaçmayı, dövmeyi, vurmayı öğren. Bundan sonra Allah düşmanlarına karşı çık. Bunları öğren dikten sonradır ki, her yerden sana yardım eli uzanır. Bu yardım sa yesinde halkı şeytandan alır, Hak kapısına götürürsün. Onlara cennet ehlinin yaptığı işleri tarif eder, cehennem ehline has işleri yapmaktan alıkoyarsın. Bu işleri yapman için nereden engel çıksın, çünkü her şeyi öğrendin. Cenneti tanıdın, cehennemi tanıdın, ayrıca on­lara has işleri de anladın.

Bu makama çıkanların kalbinden perdeler kalkar. Altı yönden hangisine yönelse, bakışı etrafı deler ve ötelerde cereyan eden işleri görür. Kalp başını kaldırdığı zaman, arş ve semalara bakar. Aşağı eğilince de yerin dibini görür. Ve oralarda yerleştirilmiş olan cin tay falarını seyreder. Bunların hepsi iman ve marifet yolu ile olur. İman sahibi, marifet hâline tam erer, hükümlerle amel ederse, bu hâlleri bulur.

Anlatılan makama erince, halkı Hak kapısına davet et. Bu makamı bulmadan yapılan davete icabet olmaz. Halkı davet ederken manevi bir vazifen yoksa sana vebal olur, büyük bir hata yapabilirsin. Her yaptığın harekette batar ve her yükselme talebinde inersin.

Senin yanında sâlih kullardan haber yok. Sadece gürültüsün. Dilin var, kalbin yok. Dışın var, için yok. Zahirde bir işler yaparsın, yalnız kaldığında hatalara dalarsın.

Kılıcın kuru ottan, okun kibrit çöpünden ibaret. Korkaksın, cesaretin yok. En ufak bir fiske, seni yere serebilir. Bir kurbağa, senin kıyametini kopartabilir.

Allah’ım, dinimize, imanımıza ve vücudumuza kuvvet ver. Yakınlığın hakkı için dileğimizi yerine getir
.

“Bize dünyada iyilik ver. Âhirette iyilik ver ve bizi ateş azabından koru.” (el-Bakara, 2/201) Âmin!


Hz. Abdulkadir Geylani / İlahi Armağan




Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim



Bir kalp, sıhhat bulunca rahmet ve şefkatle dolar. Halkı sever, onlara acır. Bazı büyükler derler ki: “Sağlam kalbe sahip olan, çok hayır yapar.”

Kötü işleri sıddîklar –doğrular- bırakırlar. Doğru kimseler, büyük, küçük cümle hayatı bırakırlar. Şüpheli şeyleri bırakırlar. Şehvet arzularından yana olmazlar. Mubah işlere lüzumu kadar yanaşırlar. Mutlak helâl olanı ararlar. Doğru insanlar gecenin ve gündüzün çoğunu ibâdetle geçirirler. Kullara ait bazı şeyleri de icat ederler. Âdetler onlara uzak olur. Günlük geçimlerini kolay kazanırlar. Az çalışır, doğru olur, para kazanırlar. Doğruluk onları zengin eder. Kazandıklarını yemekle emrolundukları için huzurla yerler. Her şey onlara özünü gösterir. Her varlık parlaklık kazanır.

Çok kere onların dertleri gönüllerinde kalır. İstekleri verilmeyince sabra devam ederler. Ellerine geleni almadıkları olur. Zaman olur, duâ ederler, icabet olmaz. İsterler, verilmez. Bir şeyden dert yanarlar; o şey, aksine artar. Kurtulmak isterler, yol bulunmaz. Onların herbiri, kurtulmak ister, kurtuluş bulamaz. Tevhid eder, ihlâsa devamlı olur, fakat yakınlık duygusu sönmüş gibi görünür. Sanki uğrunda çalıştığı Yüce Varlık, onu bilmiyor, görmüyor. Sanki kendisi iman sahibi değildir; inandığını da bilmez. Sanır ki, tevhid ehli değildir. Hep bunları ruhunda sezer. Ama, yine de iç yönetici ona bir kuvvet vermiştir. Onunla insiyakı olarak sabra devam eder. Her şeyin sabırla neticeleneceğini iyi bilir. Buna inanır.

O büyük zat, sabrın kalbe şifa getireceğini bilir. Her hayrın sabırla olacağına da inanmıştır. Yakınlığın, yine sabrın sonunda başla yacağına kanidir. Hep olan hâdiseleri birer imtihan ve tecrübe olarak kabul eder. İman sahibi, kâfir ve münafıktan; muvahhid, riyakârdan; ihlâs sahibi olanlar, Allah’ı bir bilenler, putçulardan ayrılmalı. Korkak kimdir, cesur kimdir, bu hâlde belli olur. Yerinde sağlam duran, daima hareket hâlinde olup hiç bir yere yerleşmeyenden ayrılır. Sabredenlerle, ağlayan, sızlayan belli olur. Hak yolda hayırlı, doğru ve yalancı kimdir, kendini gösterir. Seven ve kinciler açığa çıkar. Uyanla inatçı anlaşılır.


Bazı büyüklerin güzel sözleri vardır. Onu sana söyleyeceğim, dinle: Dünyada, yarasını tedavi eden gibi ol; yaranın tedavisine devam et. Yara iyileşecek, işin görülmüş olacak. Bunu bekle.


* * *


Bütün belâ ve sıkıntılar, şirkinden ötürü geliyor. Halkı Hakk’a eş buluyorsun. Halkın iyiliğini beklediğin ve onların faydasını umduğun için belâya çarpılıyorsun. Bütün şifa, kalbinden halkı atmaktır. Kaza ve kader indiği zaman, azmine bakılır. Sabırlı isen belâ sana dokunmaz. Bu arada belâdan kurtulmak için bir çare de, halkın başına geçmeyi arzu etmemendir. Onlara kendini yüksek tanıtmak is teme. Belâlar peş peşe gelir. Kalbin Rabb’ine ait olmalı. İç âlemin O’na karşı temiz bulunmalı. Himmetini yüce tut. Bu anlatılacak şey ler tahakkuk ettiği takdirde, kalbin yücelir. Peygamberlerin, şehitlerin, iyilerin ve yakın meleklerin makamına çıkarsın.

Hâlin devamınca büyürsün, yücelirsin. Şah olur, sultan olursun. Verdiğin sana gelir. Çevirmiş oldukların sana döner.

Mahrum, bu sözleri dinlemekten kaçandır. Bunlara iman etmeyen, hayırdan yoksundur. Bu sözlerin sahibine saygı duymayan, hayır ehli olamaz.



* * *


Ey geçimi uğruna her şeyi harcayan adamlar, aradığınız bende! Ticaretiniz bende. öbür âlem de bende. Ben bir defa tellâl olurum. Bir defa da simsar olurum. Neyin varsa söyle; her şeyin hakkını veririm. Âhirete ait bir şey elime geçerse onu yalnız başıma yemem; iyi insan, şahsını düşünmez. Allah’ın Kerîm ismine inanmış olanlar cimrilik bilmezler. Allah’ı bilen O’ndan başkasına önem vermez.

Cimrilik nefisten gelir. Arif olanın nefsi halka nispetle ölüdür. Onun nefsi sakindir. Allah’ın iyi vaadine inanmıştır. O’nun azabından çekinme hâlini benliğinde taşır.

Allah’ım, iyi kullarına verdiğini, bize de ver.


“Dünyada iyilik ver, âhirette iyilik ver. Bizi ateşten koru.” (el-Bakara, 2/ 201)

Âmin!




Hz. Abdulkadir Geylani / İlahi Armağan



Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »





Aziz ve Celil olan Hak, korkulmaya ve kendisinden bir şey beklenmeye layıktır. O’nun cenneti ve cehennemi olmasa dahi, çekinmeye değer. O’na itaat ediniz, bu itaati O’nun varlığı için yapınız. O’ndan gelen iyilik ve ceza sizi artık düşündürmesin. O’nun yolunda itaat, emrini tutmak, yasaklarından kaçmak ve gelen kader işlerine karşı sabırlı olmaktır.

O’na dönünüz. O’nun önünde boynunuzu eğiniz ve ağlayınız. Yaşlar hem gözünüzden hem de kalbinizden aksın. Ağlamak ibâdettir, Hakk’a karşı tevazu göstermenin şiddet hâlidir. Tevbe ve iyi niyet üzere ölen kurtulur. Temiz iş tutana Hak’tan fayda gelir. O, mazlumların mükâfatını verir. Bu âlemden göçtükten sonra herkes O’nun önünde durur. Rahmet ve şefkat gösterisi kimseye düşmez. O, kullara acır ve merhamet eder. Dünya ve âhirette O’nun sevgisi sana yeter. Bu sebeple Hak sevgisini en önemli şey olarak tut. Sana en çok lazım olan odur. Bütün yaratılmıştan daha ileridir. Herkes seni kendisine çağırır. Aziz ve Celil olan Hak ise, seni sana çağırır.

* * *

Ey cemaat! Nefisleriniz ilâhlık iddiasında, bundan haberiniz yok. O, bu kötü hâlini her zaman göstermektedir. Hakikat karşısında zor kullanmakta, Hakk’a kafa tutmakta ve ayrıca O’nun istediğini de istememekte. Dergâhtan kovulan şeytanı nefis sevmekte; halbuki Mevlâ onu sevmez. Nefis kadere uymuyor ve sabır yolunu tutmuyor, daima niza çıkarıyor. O’nun yanında Hakk’a teslime dair alâmet yoktur. İslâm’ın sadece ismi ile yetiniyor, bu ona hiçbir zaman için fayda sağlayamaz ve menfaat getiremez.

* * *

Ey evlat! Korku üzere ol. Emin olma. Bu hâlin Rabb’ine kavuşuncaya kadar devam etsin. Kalbin istikrar buluncaya kadar böyle ol. Niyetini O’na yönelt. Emniyet hâli önüne serilinceye kadar çekin, bu olursa emin olabilirsin. Hak katında emniyet bulursan bol hayır görürsün. Oradan gelen emniyet hâli devamlıdır. O verdiği şeyi geri almaz. Aziz olan Hak, kulunu sevince kendine yaklaştırır.

Kul Mevlâ’sından korktuğu müddetçe kötülükleri gider, kalbi ve sırrı sakin olur. Bu hâli kimse sezemez. Hak’la arasında olur.



Cahil adam, Hak’tan dönmektesin ve O’nu kalbin ötesine atmaktasın, yaratılmışla uğraşmaktasın. Allah yolcularının meşgalesi Hak’tır. O’na hizmet ederler, bu sayede kalpleri yakınlık bulur ve irfan sahibi olurlar. Onlardan her biri marifet sahibi olunca, nefsini ve şeytanî duyguları yenince, halktan ve dünyadan kurtulunca Hak yakınlığı perdesi açılır. Bu hâlden sonra Mevlâ’sı ona başka işler yaptırır. Ona şöyle bir hitap gelir: “Geriye dön. Halkın hizmeti ile ol ve onları bize çağır. Bizi isteyen ve arayanlara hizmet et.”

Siz tecrübesiz insanlarsınız. Allah yolcuları sizin önderinizdir. Onlar kurtarır.

Eşinizi razı etmekte ve Mevlâ’nızı darıltmaktasınız. Halkın çoğu, eşinin ve çocuklarının rızasını Mevlâ’dan öne almaktadır.

Ben, senin bütün hareket ve duruşunu, bütün gayretini nefsin için görmekteyim, yalnız eşin ve çocuğun için çalıştığını sezmekteyim. Sende Hak’tan yana hiçbir haber yok.

Yazık sana; tam olgun erlerden sayılmıyorsun. Kâmil olan kişi, yalnız Hak için iş yapar. Kalp gözlerin görmez olmuş. İç alemindeki temizlik bozulmuş. Rabb’inden perdelenmişsin, ama bunlardan haberin yok. Bu sebeple bazı büyükler şöyle der (onlara selam olsun): “Hak’tan perdeli olduğunu bilmeyen zavallılara yazıklar olsun.”

Yediğin ekmek içerisinde cam kırıkları vardır, sen onu yemektesin ve durumu bilmemektesin. Çünkü ona karşı iştihan ve arzun çok fazla. Hırsın da sınırsız. Az sonra miden parçalanacak ve öleceksin. Bütün belâ Mevlâ’ndan uzak olduğun için geliyor; eğer halkı sevmediğini ve Hakk’ı sevdiğini söylemekte gerçekçi olsaydın böyle olmazdın.

Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyururlar:
“Haberli ol. Halkın sevgisi azalır.”

Bu, şu demektir: Onları tecrübesiz olarak seviyorsun ve aynı şekilde öfke duyuyorsun. Ama bir denemeden geçirirsen işin iç yüzünü anlar ve ona göre öfke duyarsın.
Akıl sahibi tecrübelidir. Kalp tecrübe eder; sende kalp de yoktur. Kalp düşünür, Mevlâ’sını anar ve öğüt alır. Allah Teâlâ şöyle buyurdu: “Muhakkak kalp sahibi olanlara Kur’ân’da alınacak dersler vardır; o kulağa geldiğinde huzuru olanlara da aynı öğüt vardır.”



Aklı, kalbe çevir. Kalbi, sır yap. Sırrı, yokluğa ilet. Yokluğu, varlığa çevir.


Âdem ve diğer peygamberler beşerî duyguların hepsine sahipti. Onların da kendilerine göre istek duydukları şeyler vardı. Ancak onlar, nefislerine karşı durup Rabb’lerinin rızasını ararlardı. Âdem Peygamber cennette bir arzu duydu, orada iken bir hata işledi. Sonra tevbe etti, bir daha ona dönmedi. Onun arzusu övülmeye değer. Çünkü iyi niyeti vardı, Hak civarından ayrılmak istemiyordu. Peygamberler, her zaman nefislerine karşıdırlar, tabiî arzu ve şehvetlerini yenerler, hakikat yönünden meleklere katılıncaya kadar çalışırlar. Nefislerini yenmek için çok çabalar ve bu yolda çok gayret sarf ederler. Peygamberler ve sevgili kullar sabırlıdırlar. Size gereken sabır işinde onlara uymaktır.

Ey evlat! Tam hamle yapacak durumu elde edinceye kadar, düşmanın duruşuna dayan. Yakında onu tutar yere vurursun. Yalnız zamanını bekle, zamanı gelince onun bütün varlığını teslim alırsın.

Ey evlat! Çalış, hiç kimseye eziyet için gayret etme. Herkese iyi niyet besle. Ancak cemiyetin düzeni için bir şey yapılacaksa onu da yapmaktan geri durma, bu ibadet sayılır.

Aklı başında ve seçme doğrular, sûrlarına üflediler. Onlar, nefislerinin kıyametini kopardılar. Kendi gayretleri ile dünyayı bir yana attılar. Sırata inandıkları için geçtiler. Kalple yürüdüler ve cennetin kapısına vardılar. İçeri girmeden kapı ağzında durdular ve şöyle dediler:
“Biz, buranın nimetini yalnız yemeyeceğiz ve içmeyeceğiz.” İyi insanlar, yalnız canlarını düşünmezler ve yalnız yemezler.

Bu düşünce ile dünyaya döndüler. Maksatları insanları Hakk’ın tâatine çağırmaktı. Ve orada gördükleri iyi şeyleri haber vermekti, ayrıca güç işleri kolaylaştırmaktı.

Bir kimsenin imanı kuvvet bulur, inancı varlığında yerleşirse, Mevlâ’nın haber verdiği her şeyi kalbinde bulur. Cennet, cehennem ve onlarda olanları, kıyamet işlerine dair her şeyi sezer, ölüm meleğini görür, sûr sesini duyar. Her şeyi olduğu gibi görür. Ona göre kıymet biçer. Dünya ve zevalini, değişmesini ve dünya ehlinin göçünü görür. İnsanları mezar taşları gibi görür. Onların duyduğu azabı ve iyilikleri hisseder. Sanki kıyamet kopmuş. Hak katında cümle halk divana durmuş gibi bilir. İman sahibi, kıyametin koptuğunu, peygamberlerin, meleklerin ve sevgili kulların sıra sıra divan durduğunu görür. Cennet ehlinin birbirlerini ziyaretine ve cehennem ehlinin bir birlerine karşı sataşmasına bakar.

İyi görüşe sahip olan baş gözü ile halka bakar, sonra kalbini açar ve Allah’ın fiil tecellisini onlarda görür. O tecellinin hareketini ve sükûnunu anlar. Buna izzet nazarı derler; Allah’ın sevgili kulları bu görüşe sahiptir.

İman sahibi o kimsedir ki, bir kişiye baktığı zaman baş gözünü kullanır. İç âlemine de kalbi ile bakar ve Mevlâ’yı sır gözü ile görür. Bu yolda çalışan bulur. Kader geldiği zaman uyar. Deniz ve kara onun gözünde aynıdır. Deniz sahili ve dağ başı eşittir. Acı ile tatlı aynıdır. İzzet ve zilleti ayırmaz. Zenginlik ve fakirlik ayrı mâna taşımaz. İman sahibi kaderle yürür. Kader onu yormaz. Kader, onu taşımak için yorulur. Kader, onu yüklenir. Hak yakınlığına kadar götürür. İman sahibi kadere tevazu gösterir, onun Hakk’a yakınlığını bilir. İman sahibi nefsine uymadığı için bu hâle erer. Şahsî arzuları, kütü âdetleri, şeytanî duyguları ve uygunsuz arkadaşları sevmediği için aradığını bulur.


Allah’ım, bütün halde kadere uymayı bize nasip eyle! “Bize dün yada iyilik ver, âhirette iyilik ver, bizi ateşten koru.” (el-Bakara, 2/201)



Hz. Abdulkadir Geylani / İlahi Armağan


Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim



Ey evlat! Sakın, Hak, kalbinde başkasını bulmasın. Başkasının korkusu kalbinde yer tutmasın. Başkasından bir ümide kapılma. Baş kasını sevme.

Kalbinizi temizleyiniz. İyiliği ve kötülüğü O’ndan görünüz. Siz, O’nun evinde ve sofrasındasınız.


* * *

Ey evlat! Her görüp sevdiğin güzel yüz sana sevgi duygusu verir. Ama esas sevgini azaltır. Çünkü o, tam sevgi değildir. O sevgiden sorulacaksın. Hakikî sevgiye sahip olan, Allah sevgisini başkasına değişmez. Büyük insanlar kalp gözü ile onu görür ve öyle severler. Onlar inanarak severler. Bu sevgi yüzünden kalplerindeki perdeler açılır. Gizli âlemde olanları görürler. Açıklanması kabil olmayan şeyleri sezerler.

Allah’ım, bize sevgini nasip et. Afiyet ver; affını ihsan eyle.


* * *

Alacağınız dünyada durur; vakti gelince alırsınız. Onu almamak kimsenin haddi de değildir. Gelecek şey vakti gelince sahibine gülerek gelir. Nasibi olmayan bir şeyi isterse, o şey onun aklını alır. Kısmeti olmadan istemek, isteneni kendisi ile alay ettirmektir. Hakk’ın emri olmadan bir şey istemek de böyledir.


* * *


Ey cemaat! Kısmet kapılarını bırakınız. Mevlâ kapısına dönünüz. Kısmetiniz o kez sizi aramaya koyulur. Allah’tan başınıza akıl isteyiniz. Dünya, Allah sevgililerine döndüğü zaman onlar, dünyaya hitaben; “Git, bizden başkasını aldat, biz seni tanırız ve yaptıklarını gördük” derler. “Bizden bir şey bekleme. Seni göndereni biliyoruz. Bize öğünme. Senin paran güzeldir. Süsün hoştur. Fakat içi boşalan puta benzersin. Malın da böyle. Kuru ağaçtan ibaretsin. Sende mâna yok­tur.” deyip kovarlar onu.

Allah yolculuğuna çıkanlara dünyanın ayıbı belli olduğundan, durmadan ondan kaçarlar. Çekilir giderler. Dünyanın elinden kaçıp kurtulmak isterler. Sahralara açılırlar. Harabe yerlere gider, mağaralara sığınırlar. Cin tayfası da onlara arkadaş olur. Yeryüzünde gezen melekler de onlara gelir.

Melekler ve cinler şekil değiştirerek onlara gelir. Kimi bir zâhid gibi, kimi de ağaç kovuğunda yaşayan bir ruhban gibi görünür. Asıl şekilleri ile gelmezler. Bazen de vahşi hayvan şeklinde. Cin ve melekler için şekil değiştirmek önem taşımaz. Sizin elbise değiştirdiğiniz gibi onlar şekil değiştirirler.

Allah yolunda sadık olan, ilk defa Hakk’ın arzusuna tâbi olur. Halktan işittiği her söz onu sıkar. Onların hiç bir şeyini görmek istemez. Dünyanın zerresini bile görmek arzu etmez. Yaratılmış olanlara hiç biri ilgi ile bakmaz.

Allah yolcusunun kalbi ötelerde olur. Aklı kaybolmuş gibidir. Gözü tek noktaya dikilmiştir. Kalbinin başına rahmet eli gelinceye kadar bu hâli devam eder. O geldiği zaman sükûna kavuşur. Mevlâ yakınlığı korkusunu alıncaya kadar sarhoşlukları geçmez. Ona kavuşunca ayıklık bulurlar.

Her kim ki, tevhid, ihlâs ve marifet âlemine geçer, hak bilgiye ererse, ayrıca kalbinde sevgi beslerse, ona sebat gelir. Halkı görmeden benliğinde genişlik duyar. Allah ona kuvvet verir. Bu kez kulların ağırlığını alır. Bunu yapmakta bir darlık bilmez. Mevlâ’sından ayrı olmadan kullarla uğraşır, onlar için iyi işler yapar.

Zâhid, ilk başta dünyadan kaçar. Bu yolda olgunluk elde eden kimse dünyaya önem vermez, dünyadan kaçmaz. Dünya ve içindekileri yola getirmek için kendine davet eder. Çünkü o her şeyi inceliği ile bilir. İrfan sahibi hiç bir şeyden kaçmaz, Allah’tan gayri hiçbir şeyden korkmaz.

Allah yoluna ilk giren, âsi kulları ve fasık kimseleri bırakır. Ama irfan sahibi onları arar. Çünkü onların hastalığını bilir. Onları kurtarmak için ilâç kendinde vardır. Bu sebeple bâzı irfan sahipleri şöyle der: “Fasıkların yüzüne yalnız Allah arifleri güler.”

İrfan babında kâmil olan, Hak yolunun delili olur. Bir ağ gibi olur. Halkı dünya denizinden çeker. Kâmil olan imanlıya kuvvet verilir, o kuvvetle şeytanı hezimete uğratır.

Ey cahil olduğu hâlde benden uzak olan, yanaş ve işit. Bak ne er söylüyorum. Ey yeryüzünde zâhidlik yapanlar, ibadetler yerinizi yıkınız, bana yanaşınız. Siz esastan mahrum yaşamaktasınız. Bana geliniz, hikmet meyvelerini toplayınız. Allah’ın rahmeti üzerinize olsun. Benim için gelmenizi istemiyorum, sizin için gelmenizi istiyorum.



Hz. Abdulkadir Geylani / İlahi Armağan



Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim



Ey evlat! Bir sürü çekişme sonunda, dünyadan hırsla lokma almaktansa, ilâhî hükme boyun eğip kısmete düşeni almak hepsinden evladır. Kazaya rıza lokması, doğruların kalbine en tatlı gelen şeydir. Bu hâl, dünya malı almak için kalbi hırsla doldurmaktan üstündür. Çünkü dünya geçimine en çok tat katan bu hâldir. Bütün değişen cinsler için kazaya boyun eğmekten gayri ne çare var ki?

İnsanlara, ilim, ihlâs ve amel ile konuş. Onlara amelsiz ilimle konuşma. Çünkü bu konuşma ne sana, ne de başkasına fayda sağlar.

Peygamber (s.a.v) Efendimiz bir hadîs-i şerifinde şöyle buyurur: [/color “İlim amele uzaktan nida eder, duyar da cevap verirse, pekâlâ, aksi halde göç edip gider.”

İlim, bereketini alır; sana da yükü, vebali kalır. O kez sen, ilmi yüzünden fitne fesada uğrayan olursun. Ağaç sende kalır, onun meyveleri uçar gider.

Allah Teâlâ’dan, kendi katında hâl ve makam vermesini iste. Bunu nasip eylemesini dile.
Ve sen, o bulduğun hâlin açığa çıkmasını sevmeyesin. Hak’la aranda olan işlerin dışa çıkmasını seversen helakine sebep olmuş olursun.

Sakın yaptığın işlerde ve bulduğun manevî hâlde kendini görmeyesin, büyüklük satmayasın. Bu hâl, sahibini azdırır ve Hak Teâlâ’nın rahmet nazarından uzak kılar. Sakın sözünü dinletme ve kabul ettirme hevesine de kapılmayasın. Buda sana zarar getirir, fayda getirmez.

Hak tarafından bir nur almadan ve o nur kalbinden diline çıkmadan ve işlerini de ona göre yürütmeden hiç bir kelâm sarfında bulunma.
Sen, evinde sofraları hazır etmedin; halkı neyinle yemeğe çağırırsın? Bu işler önce temel ister, sonra üzerine bina. Kalbin derinliğini kaz ki, oradan hikmet gözleri kaynasın. Sonra ihlâs, mücahede ve iyi işlerle yükselt. İşte bundan sonra halkı o köşke davet et.

Allah’ım, Zâtından gelen ihlâs ruhu ile amel kalıplarımıza can kat.

Halkın sevgisini kalbinde taşıdıktan sonra, onlardan ayrı yaşaman ne fayda sağlar? Kalbin onların arzusu ile dolu oldukça ne sen de, ne de yalnız kalmanda bir iyilik olur.

Halvet -huzur için yalnız durmak- hâlinde halkı kalbinde saklarsan tek başına ve huzursuz sayılırsın; Allah ile ünsiyet sana uzak sayılır.

Bu hâlde senin ünsiyet ettiğin, nefis, şeytan ve kötü arzuların olur.

Allah ile ünsiyet etmeye bak; O’nunla olmayı arzula. Kalbine O’nun sevgisini yerleştir. Kalbin Hak’la olup halktan temiz olunca, dış cephen ehlin ve akraban arasında olmuş, ne zararı var?

Kalbinde hakikî ünsiyet yerleşirse vücut yapını yıkar, basiret gözlerini açar, Hakk’ın fazlını ve fiil tecellisini görmeye başlarsın. O’nunla razı olur, başka bilmezsin.

Bir kimseye manevî hâllerden biri geldiğinde, dinî emirleri yerine getirerek o hâlin kalmasını, gitmesini, aşağısını veya üstünü istemezse, ona rıza makamı verilmiş sayılır. Muvafakat ona nasip olmuş olur ve kulluk, onun bulunduğu hâl demektir.



Sana yazık oluyor; yalan söyleme. İlâhî hükme razı olduğunu söylersin, ama bir lokma, bir kuru ot ve kendine has saydığın bir şeref mevzuu şeklini değiştiriyor.

Halk arasında, kalbine hayır ve şer cinsi şeylerin ilhamı gelen bir tek veya bir ferttir. Kalplerine hayır ve şer cinsini bilmek için ilham yollu kelimeler düşen azdır. Bu ilhama lâyık olan büyükler eksik olmaz. Niçin lâyık olmasınlar ki, onlar sözde, işte ve bütün ahval de Peygamber’e uymuşlardır. Peygamber’e melek vahiy getirirdi; bu aşikâr gibiydi, herkes bilirdi. Ama bunlara gelen ilhamdır; gizli gelir. Kalpleri o ilhama lâyıktır. Çünkü peygamberlerin vekilleri, vârisleri olmuşlardır. Ve her hâlde ona uyarlar. Peygamber’e uymanın sahih olması için ölümü hatırla. Ölümü hatırlamak nefsi yenmekte sana yardım eder. Şeytanı yıkar, kalbinden dünyalık hevesini çıkarır, ölümden öğüt almayan için azat yolu yoktur. Peygamber (s.a.v) Efendimiz bu mânayı şöyle anlattı:
“Öğüt için, ölüm yeter.”

Kısmet için üzüntünün ne yeri var? Ondan uzakta da olsan gelir, yakında da… Kalbini kısmet sevgisinden yana alırsan aziz olursun; kısmetin de gelir, Kalbini dünyalığa bağlarsan aziz olamazsın. Dünyalığı da sıkıntı ile alırsın.

Münafık, halk yanında Allah’tan korkar gibi görünür ve hareketlerini öyle ayarlar. Ama, halktan ayrılınca Hakk’a karşı elinden geldiği kadar kötülük yapmaya bayılır.

Sana yazık; imanın sağ olsaydı, Hakk’ın sana nazır olduğuna inansaydın, sana yakın olduğunu ve daima seni görmekte olduğunu bilseydin, O’ndan utanırdın.

Şunu katî bilesiniz ki, ben daima hakkı söylerim. Sizden ne korkarım, ne de bir şey beklerim. Bana göre siz, bir sinek kadar küçük, zerreler kadar da ufaksınız. Ben hakikaten hayrı ve şerri Allah’tan görürüm; sizi bu hususta yetkili göremem. Köle ve efendileri yanımda eşittir.

Kötülemeniz gerekeni, dinin emri ile kötüleyiniz. İster sizin ister başkasının olsun, dinî bir hüküm olmadan nefse, şeytana, kötü isliklere ve tabiatın kuvvetine dayanarak herhangi bir şeye karşı durmayınız. İslâmî emirler bir şey için konuşuyorlarsa ona uyunuz, susuyorsa siz de onunla susunuz.


Hz. Abdulkadir Geylani / İlahi Armağan



Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim


Ey evlat! Gücün yettiği kadar duyduğun mânevi zevki sakla; güçlü olursan bunu yap. Duygulara alt olursan mazur sayılırsın. Sevgi, perde ve örtüleri harap eder, haya duvarını yıkar, vücut yapısını bozar, halkı görmeyi yok eder. Halk sevgisi kalpten zorla çıkarılmalıdır. Hak sevgisini kalbine yerleştiren, o sevginin mağlûbudur. O sevgi ayağından çıkan tozu sürme yap, gözüne çek. Bu sayede her gördüğün şeye, içinden kopup gelen her duyguya: “Bu nefisten geliyor, bu kalpten geliyor, bu halktan geliyor ve bu da Hak’tan geliyor” diyebilirsin.

Çalış, işlerde sen olmayasın; yapan ve eden O ola. Çalış, başına bir kötü hâl geldiği zaman, gitmesini isteyen olmayasın. Fayda almak için harekete geçmeyesin. Şunu doğru olarak bil ki, anlattığım hâli benliğinde duyduğun an Hak sana hizmet edeni gönderir ve her kötülüğü def eder. O’nunla ol! Hâlin, yıkayıcı önündeki ölüye benzesin ve Cibril’in sessiz çevirdiği Ashâb-ı Kehf’e dönsün. O’nunla ol. Varlığın yok olsun. Seçme kabiliyetin olmasın. Cümle tedbiri bırak. O’nun önünde iman ayağınla dur; nefsini görme. Nefsini kaza ve kader anında ortaya at. İman, kader hükümlerine uyulduğu takdirde ayakta durur: İlâhî kaderin her hükmü ona kuvvet verir. Münafık kaderden kaçar, her gün ve her gece iman bünyesi zayıflar; nefsi, kötü arzusunu semirtir, sır ve kalp gözü kör olur. Münafığın kapısı hoş görünür, evinin içi haraptır. Hakk’ı dilden anar. Kalpten anmaz. Öfkesi nefsi için olur, Rabb’i için olmaz. İman sahibi, münafığın aksinedir; Allah’ı anması hem kalbi, hem de dili ile olur. Vakitlerin çoğunu kalbî zikirle geçirir, dili sessiz olur. Bir şeye darılacak olsa, Allah için ve Peygamber için darılır. Nefsini, şahsî ve tabiî arzuları, dünyayı ona katmaz. İmanlı kişi, kimseye haset etmez, dolayısıyla haset edeni olmaz. Zevk ve keyf sahiplerinin içine karışmaz, dolayısıyla onlarla niza çıkarmaz.

Ey evlat! Sakın ha sakın, dünya zevki için kimse ile çekişmeyesin. O zevkler verilir, alınır, geçer gider; fakat sen arada yok olursun. Zelil ve rüsva olursun. Dünyalık bir şey için çekişme, bu sana ne ka zandırır? İlâhî hüküm geçmişte verilmiştir, bozulmaz. Çekişecek olursan, Hak’la çekişmiş olursun. Bu da seni gözünden düşürür, dolayısıyla bütün bildiklerin elinden gider, boşa yorulursun. Allah Teâlâ senin gibilere, “Boşa yorulanlar” damgasını vurur. Şu anda tevbe et, Allah’a dön, hatasız insanlar zeki olur. Hak sana bir bela verirse kalkması için O’na kızma, ibadet et, kendiliğinden gitmesini bekle. Hiç bir zaman ümitsiz olma. Bir anın tecellisi öbürüne uymaz. Bir an darlık, diğer an ferahlık duyabilirsin. O her an bir başka tecellide olur. Bir topluluğu bir an içinde başka yapar. O’nunla sabret. Kaderine boyun eğ. Bilemezsin, şu hâlinden sonra bambaşka bir hâl tecelli eder. Sabredersen bela hafifler, kurtuluş yolunu görürsün. O seni sever, sen de O’nu seversin. Bağırır çağırırsan derdin artar; O’na itiraz ettiğin için azap gelir.

Hakk’a itiraz etmenizin ve çekişme yolunu tutmanızın sebebi nefse uymanızdır. Boş şeylere kapılıp dünyalık uğruna koşmanızdır. Hele dünyayı sevmeniz ve onun geçici metaını toplamaya çalışmanız yorucu olur ve Hak Teâlâ’yı darıltır.



Hz. Abdulkadir Geylani / İlahi Armağan



Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim



Ey evlat! Gayretin kadar alırsın. Ne kadar çalışırsan, şerefin o kadar olur. Her şey karşılıklıdır; çalışmadan verilmez. Kalbinden halk sevgisini atmayana Hak yakın olmaz. Halkı var bilme. Göreceksin ki, Hak’la aranda karanlık perdeler kalkmış.

Nefsini manen ölü gör. Kendini ve halkı var bilme. Göreceksin ki, Hak’la arandaki bütün karanlık perdeler kalkmış.
“Ölmek nasıl olur?” diyene şöyle derim: Nefse uymayı yık, kötü işleri yok et. Hakk’ın emirleri varken halkın buyruğuna koşma. Sebepler sana yüklenmesin. Mevlâ’dan gayri her şeyden ümitsiz ol. Kullar Hakk’ın ortağı olmasın. Hak’tan başkasından bir şey umma, bekleme, arama. Her işin Allah rızası için olsun. O’nun rızası önünde başka nimetleri bekleme. O’nun yaptığı işlere razı ol. Hükmü önünde sessiz ol. Bunları yaparsan ölmüş sayılırsın. Bilirsen, asıl dirilik budur. O istediği yana seni çevirir. O’nun yakınlık kâbesi yine kalbin olur. Sen o kâbenin perdelerine yapışır, zikredersin. Başkaları aklında olmaz.

Kelime-i tevhid cennetin bugünkü anahtarıdır. Yarınki anahtarı ise varlıktan soyunmak, Hak varlığına bürünmektir. Büyüklerin cenneti, Hak yakınlığıdır. O’ndan uzak kalmak, sevgili kullara ateştir. Cennet denince akla Hak yakınlığı gelir. Cehennem ise, O’ndan uzak kalmak olur. Ateş nedir ki, iman sahibi ondan korksun? Ateş, iman sahibini görünce Allah’a sığınır. Ateş, iman sahibinden korkar ve kaçar. İman ve ihlâs sahiplerinden kaçmamak, o cehennem ateşinin haddine mi düşmüş?

İman sahibinin hâli, dünya ve âhirette o kadar güzel olur ki… Bir defa üzüntüsüzdür. Rabb’i kendinden razı olduktan sonra düşünecek başka neyi kalır ki? Bunu bilir, Rabb’inden kendi de razı olur. Yitirdiğini aynı yerde bulur. Hangi yöne dönse ilâhî nur onunladır. Ona göre karanlık yoktur. Her yaptığı işaret O’nu gösterir. Her hâlinde O’na dayanır. Her an O’na tevekkül üzere bulunur.

İman sahibine eziyet etmekten sakın. Ona eziyet, o eziyeti yapanın cesedine öldürücü zehir tesiri yapar. İman sahibine eziyet eden, fakre düşer, öbür âlemde cezaya uğrar.

Ey Allah’ı ve O’nun seçme kullarını bilmeyen adam, o kulları çekiştirme. Onları gıybetle anma. Onların gıybeti, ölüm saçan zehirdir. Sakın, sakın! Sonra yine sakın! İman sahiplerine taarruz etme. Onlara kötülük isnat etme. Onlara, üzerinde titreyen bir sahip bulunmaktadır.

Ey münafık, nifak şüphesi kalbini sardı. Nifak hâlleri hem içine, hem de dışına hükmetmeye başladı. Her hâlinde, tevhid ve ihlâs ilâcını kullan, şifa onlardadır. İhlâs ve tevhide sarılırsan nifak hastalığından kurtulursun.

İslâm dininin emirlerini ne acayip şekilde bozuyorsunuz? Takva zırhını parçaladınız. Tevhid elbisesini kirlettiniz. İman nurunu söndürmeye gayret etmektesiniz. Yaratan’ınıza karşı öfke duygusu besliyorsunuz. Bu durum her hâlinizde kendini gösteriyor
. Faraza, bu kötü hâllerden az beri olan, aklınca iyi iş yapmakta; ne yazık ki, onu da keyfine göre yaptığı için gösteriş karıştırmaktadır. Kendini beğeniyor, işinden bir övülme bekliyor.

Allah’a can ve gönülden ibadet etmek niyetinde olanlar, yaratılmışlardan beri olsun. Kalbini kullara kaptırmasın ve yaptığı işlere karşılık beklemesin. Bir iş yapınca, kullardan bir şey ummak işleri boşa çıkarır.

Peygamber (s.a.v) Efendimiz:
“Sizi uzlet paklar” buyuruyor.

Uzlet bir ibadettir. Uzlet sizden önce gelenlerin âdeti idi. Uzletin tasavvufî mânası; kalbe yalnız Allah sevgisi koymak, ona sızacak yersiz bir şey olursa hemen ondan kaçmaktır.

İman ediniz. Sonra, imanınızı ilerletiniz, ikan sahibi olunuz. Sonra maddî varlığınızdan geçiniz. Sonra Hak varlığı ile var olunuz. Size gereken bunlardır. Haddini bil. Nefsini ve başkasını bırak.

Peygamber’in rızasını gözeterek işler yapınız. Kur’ân’a uyunuz. İşleri, onun emri dahilinde yapmadıktan sonra, yapılan her iş boştur. Onunla amel etmedikten sonra, Allah kelâmı olduğunu kuru kuru iddia etmek neye yarar? Daima iki yüzlü olan, bir yüzünü bize, öbür yüzünü şahsî arzularına uyduran şahıstan bize ne hayır gelir? Sonra kendisi neye yarar? Her yönüyle bizim yolumuzu tutan, Kur’ân’a uyar. Ona uymadıktan sonra kurtuluş yoktur.

Yalnız Allah’a kul olmak lâzımdır. O’na kesimli kul olmalısınız. O’na bağlanmanız gerek. Söylediklerimi yapınız. O size yeter. Dünya ve âhiret işlerinde O sizi tutar. Ölüm anında ve dirilik zamanında sizi korur. Her hâlinizde kötülüğü eritir.

Şu dünyalık işler beyaz görünse bile yapma. Öbür âleme dair olanlar sana siyah bile gelse yap. Allah yoluna çalış. Sana da çalışan olur. Kalp elinden tutulur. Aziz ve Celil olan zâtın huzuruna çıkarılırsın.


Hak yolda çalışmak, kalp kanatlarına can getirir. O canlanan kanatla Hak Teâlâ canibine uçulur.



Hz. Abdulkadir Geylani /İlahi Armağan



Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »



Ey evlat! Önce kalbinle Hak Teâlâ’yı an. Sonra da dilinle. Yalnız şunu unutma. Bir defa dilden anarsan bin defa kalbinle an. Bil hassa başına gelecek âfetlere karşı Hakk’ı an ve sabırlı ol. Hele dünyalık olan bazı kötü şeylerin terki için Hakk’ı anmaktan gayri çare yoktur.

Âhiret sana kabulü için gelirse Hakk’ı an, kalbini ona meylettirme. Hak’tan gayri gelecek cümle âfetler için Hak Teâlâ’yı anmaktan gayrı çare yoktur.

Nefsin dizginini elden bırakırsan seni kapmak ve seni her kötülüğe atmak ister. Şüphelileri bırak, bunu bırakmakla nefse dizgin vur. Dedikoduyu bırak.

Ölümü düşün, ölümü anmak kalbe cila verir; dünyayı kalbe koymamak için de yardımcı olur. Halkın teveccühü seni yolundan almaz.

Ölümü düşünmek ve ona göre hazırlık yapmak, kalbinden perdeleri açar. O dem halkı âciz, zayıf, helak tehlikesi içinde görürsün, onlardan zarar ve yarar beklemeden Hakk’ın kudret eline yapışırsın.



Hz. Abdulkadir Geylani / İlahi Armağan


Kullanıcı avatarı
habibi
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1059
Kayıt: 26 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen habibi »

Resim


zevkle okuyoruz kardeşim emeklerinize saglık HİMMETLERİ üzerimize olur inşALLAH...
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/hbbi.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »




Amin CANım kardeşim, ne güzel çiçekler bunlar..
Erenlerin HİMMETLERİ daim üzerimize olsun, bizi bize bırakmasınlar dilerim..

Sevgiyle güzel gönlüne teşekkür ederim..


Resim

Ey evlat! Gönlünün geniş, kalbinin hoş olmasını istersen, halkın dedikodusunu işitme. Onların sözlerine bakma. Onlar, yaratanlarına bile laf atıyorlar, bilmiyor musun? Senin ne önemin olur? Yaratanına kafa tutmak isteyen senden memnun olur mu? Görmüyor musun, onların çoğu, ne iman bilir, ne aklını çalıştırır, ne hakkı görür, ne de doğruya gider. Durmadan yalan söyler. Ve daima inkâr yoluna saparlar.

Hak’tan başkasını tanımayanlara uy. O’nun gayrini bilmeyenlere tabi ol. Asıl insan onlardır. Onlar asıldan ayrılmayan bir topluluktur.

Allah’ın hoşnutluğunu dilersen halkın eziyetine razı ol; sabret Allah, birçok şeylerle tecrübe eder. O şeylerin hemen hepsi, kulların eli ile gelir. Sabırlı ol, üzülme. Allah’ın âdeti böyledir. Sevdiği kullara imtihan yolunu açar. Kim kazanırsa başarı ondadır. Yollar, sevdiklerine zaman zaman kapanabilir, her şeyle mihnet ve bela gelir. Dünya onların başına bela olur. Arştan yerin altındaki şeylere kadar her şey onları üzer. Böylece mevhum varlıkları erir; eriyince Hakk’ı bulurlar. O’nunla olurlar. Yeniden yaratılmışa dönerler. Allah Teâlâ, bir âyet-i kerimede şöyle buyurdu: “Sonra biz, onu yeni bir yaratılışta yaptık. Yaratıcıların en güzeli büyüktür, hoştur.” (el-Mu’minûn, 23/14)

Büyükler, birinci yaratılışta birdirler, herkes gibi yaratılmışlardır. İkinci yaratılışta ayrılırlar. Bu yaratılış, diğerine benzemez. Birinci mana değişir. İkinci yaratılışta her şeyden ayrı manada bir kul olur.

Aşağılık derece yücelir. Ruhanî ve rabbanî âleme geçilir. Halkı gafil görünce onun kalbi daralır. İç âleminin kapısını kullara açmaz. Bu hâlinde her şey onun için birdir. Dünya ile âhiret, kâinat ve içinde yaratılmış olanlar, onun için tek varlık olur. Bunları tek varlık olarak gördükten sonra sırrını açar. Hepsini yok ettirir, yani iç âleminde kaybeder. O dem kudret âlemi zuhur eder. Musa’nın (a.s) asası da aynı vazifeyi yapmıştı.

Allah, Subhân’dır. Dilediği kimsenin eli ile arzu ettiği şeyde kudretini izhar eder.

O gün Musa’nın (a.s) asası, sihirbazların iplerini yutmuştu. Ne ipler ortada görünür oldu, ne de asada bir şişkinlik. Allah, bununla hikmetini değil, kudretini göstermek istiyordu.

Sihirbazların yaptığı, hikmet ve geometrik problemlere dayanıyordu. Ama Musa’nın yaptığı Hakk’ın kudreti icabı idi. Bütün âdetleri ortadan kaldırıyordu. Bunu sihirbazların başkanı sezmişti. Arkadaşlarından birini çağırdı. Musa’nın yanına gönderdi ve

“Git ona bak; yaptığı işteki durumu nedir?” dedi. Gitti, şu neticeyi getirdi:

“Musa’nın rengi değişiyor. Asayı hâline bırakıyor, yapacağını yapıyor.”

Başkan düşündü:

“Bu Allah’ın işidir. Musa bunu yapamaz. O sihirbaz ve sanatkâr da değildir. Olsaydı, yaptığına güvenirdi, rengi değişmezdi.” dedi.

Sonra bütün sihirbazlar Allah’a iman ettiler.

Ey evlat! Hikmet âlemine, kudret iline ne zaman gireceksin? Yaptığın iş seni ne zaman kudret kapısına aparacak? İhlâsın seni ne zaman O’nun yakîn iline götürecek? Ve ne zaman, marifet güneşi sana doğacak, iyilerin ve kötülerin kalbini onunla göreceksin?

O’ndan gelecek bela seni ürkütmesin. Bu yüzden Hak’tan kaçma, seni tecrübe eder. Sebeplere bağlanıp O’nun kapısından kaçıp kaçmayacağını öğrenmek ister. Bela seni bulduğu zaman iç âleme mi geçiyorsun, yoksa dış tesirleri mi biliyorsun. İdrâk edilenlere mi gidiyorsun, yoksa bu aklın sezemediği öte varlıklara mı dalıyorsun? Görüleni mi tutuyorsun, görülmeyeni mi?

Allah’ım, bizi bela ile deneme. Bize belasız yakınlık ver. Bize yakınlık ve lütuf ihsan eyle! Ateş afetini göstermeden yakınlığını nasip eyle. Şayet afet mukadderse, bizi semender (ateş içinde yaşayan bir kuş) gibi kıl. O ateşle beyazlanır, yanmaz; bilakis rahat eder. Bela hâlimizi, İbrahim’in (a.s) ateşine çevir. Ona yaptığın gibi, bize verdiğin ateş de olsa, içinde yeşillikler olsun. Bizi bütün varlıktan müstağni eyle. İbrahim Peygamber’i de öyle eylemiştin. Bize ülfetini ver ve bizi onu esirgediğin gibi esirge. Âmin!



* * *

İbrahim (a.s) yola girmeden önce, can arkadaşını bulmuştu. Varlığını daima esirgeyecek komşuyu bulmuştu. Arkadaşı buldu, sonra yola çıktı. Komşuyu seçti, sonra eve taşındı. Hastalık gelmeden önce, tedavi yollarını aradı, buldu. Bela gelmeden sabrı öğrendi, hüküm verilmeden önce uymayı bellemişti. İbrahim (a.s) sizin manevî babanızdır. Ondan yol, erkân öğrenin ve ona uyun. Onun sözünde ve işinde binlerce hikmet vardır. Bela denizinde ona lütuflar veren Subhân’dır. O, denizde yüzdüren ve kuvvet elini ondan kesmeyen Büyük’tür.

Allah büyüktür. İbrahim Peygamber’i düşmana gönderdi. Hâlbuki düşman atlı, o yaya idi. Elini arkasına bağladı, yücelere çıkmasını diledi.

Halkı yemeğine çağırdı; hâlbuki kendinde ancak bir günlük yiyeceği vardı. Bunlar gizli ve büyük lütuflardır.



Hz. Abdulkadir Geylani / İlahi Armağan



Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim


İç âlem Hakk’a vasıl olmadıktan sonra açılmaz. O’nun kapısına vasıl olmayınca manevi bir hâl beklemek yersiz temenniden ibaret kalır. Bu yolda tek olanların yani seçilmişlerin ve tevbe yolu ile Hakk’a bağlı olanların yeri O’nun kapısıdır.

Hakk’ın kapısına varır, iyi edeple orayı beklersen, boynunu eğer O’ndan gelecek emre intizar edersen, O’nun yüce kapısı kalp yüzüne açılır. Ve cezbe işlerini elinde tutan kalbine bir kıvılcım atar. Kalpleri zatına yaklaştıran senin kalbini de yaklaştırır. O âlemlerin hoşluğunda uyutmaya güçlü olan sana da atlı uykular verir. Kalpleri süsleyen O olduğu için kalbini süsler, kalp gözüne sürmeler çeker ve tatlılık ihsan eyler. Ve ferah emniyet konuşma duyguları verir. Çünkü bunları vermek O’nun elindedir.

Ey gafiller, siz neredesiniz. İşaret ettiğim şeye sizin kalbiniz ne kadar uzak duruyor? İşi kolay sanmaktasınız. Yapmacık hareket, zorlama ve nifakla elde edilir kanaatindesiniz. Hâlbuki öyle değil.


Bu anlatılan hâlin elde edilmesi için kader çekici altında sabra ve doğruluğa ihtiyaç vardır.

Kendini bir dene. Hâline bak. Hakk’a muhtaç olmadığını sanan sıhhatli ve O’na isyan eden biri olsan da sonradan tevbe edip hatalara nadim olsan istediğin hemen verilmez. Hakk’ı aramak kastı ile sahralara düşsen yine O’nu elde edeceğini sanma. Bu hâllerinde sana tecrübeler gelir. Bela ve afetler her yanını sarar. Bunlara da dayanmak kolay değil. Allah’ın kolay ettiğine kolaydır. Tecrübe edildiğin zaman nefsin içinde bulunduğu dünyalık şeylerin hiçbirini talep etmemelisin. Ancak böyle olursa bir şeyler elde etmen kabil olur. İmtihan günlerinde nefsin hiçbir arzusunu kabul etme ve ona bir şey verme. Bu uğurda sabrı elden bırakma. Sabra devam eder, nefsini alıştığı kötü itiyatlardan alırsan, dünya ve âhiretin mülkü senin olur. Nefis sabrını kaybettiği an hepsini kaybeder, çektiği zahmetli işler boşa gider.

Ey tevbekâr! İbadetlerinde sebat et, ihlâslı ol ve nefsini şuna alıştır: Hâdiseler değişebilir, belalar gelebilir.

Ve nefse şunları da öğret ki; Allah, geceyi gündüz ve gündüzü de gece yapar. Evdeki çocuklara, komşulara, dostlara ve irfan sahiplerine nefis hakkında çeşitli vukuat koyar. Dilerse hiçbirine nefsi sevdirmez. Hiç kimseyi yakın etmez. Her şey, ama her şey O’ndan kaçar. İşte, bunları nefse söyle. Olması mukadder olan bu işlere alışsın. Ve desin: “Evet, bunlar olur, kabul ediyorum.”


Eyyûb (a.s) Peygamber’in hikâyesini işitmedin mi? Hak Teâlâ, onu, Zât’ına has kılmak ve sevgi yönünden hakikate erdirmek istemişti. Ve dilemişti ki, o peygamber için Zât’ından gayrisi kalmaya… Dinle ki, onu nasıl ehlinden ayırdı, malını yok etti, çocuklarını kaçırdı. Bir mezbele köşesine bıraktı; yanında yalnız hanımı kaldı. Onun için ne mamur şehir vardı, ne de başkası.

O kadıncağız gündüzleri hizmetçilik eder; kazandığı para ile kocasının gıdasını temin ederdi.

O peygamberin eti, derisi ve kuvveti yok olmuştu; yalnız gözü, kulağı ve kalbi sağdı. Hakk’ın acayip kudretini görür, dilden zikreder, kalbi ile de Hakk’a münacat ederdi.

Hak Teâlâ ona kuvvet ve kudretinin hikmetli yönlerini gösterdi.

Melekler ona salât eder, her zaman ziyaretine gelirdi. O, insanlarla ilgisini kesti; Hak’la ünsiyet etti. Sebeplerden, güçten, kuvvetten elini çekti. Hak sevgisinin esiri oldu. O’nun kaderine uydu. O’nun iradesine tâbi oldu. Ezelde yazılan yazıya bağlandı. Hakk’ın ona emri, yalnız:
“Sabret” olmuştu.

O, bunu yaptı. Sonrası açıktan belli oldu. Öncesi acı idi, sonra tatlı oldu. Çektiği bela içinde bir hoş geçim vardı. İbrahim Peygamber’e de aynısı olmuştu; ateş içinde hoş şeyler bulmuştu
.

Allah yolcuları bela anında sabra sarılırlar. Sizler gibi bağırıp çağırmazlar.

Belanın çeşitleri vardır, her zaman değişik, muhtelif şekillerde gelir. Bazen insanın vücuduna gelir, bazen kalbine… Bir kısım bela halkla olur, bir kısmı da Yaratan’la… Gelen bela bir yönden gelmediği gibi tek şekilde de görülmez. Onun gelişinde hikmetler vardır. Sabretmek, dayanmak gerekir. Belayı görüp onun zahmetine katlanmayanda hayır yoktur. Belalar, Hak Teâlâ’nın kapışılması gereken nimetleridir. Âbid, zâhid ve takva yolunda olan kimseler için bela dünyada en büyük keramettir; bu zâtların öbür âlemdeki nimetleri cennet olur.

İrfan sahipleri için en büyük ganimet, inandıkları gibi kalmaktır. Onlar için dünyada bundan büyük nimet olmaz. Öbür âleme geçince ateşten halâs bulurlar. Orada her arzuları yerine gelir; istediklerini önlerinde bulurlar. Bela güçlüğü onlar için ne önem taşıyabilir ki? Hak tarafından onların kalbine bela anında şöyle denir:
“Sakin ol, bunda ne var ki… Bulunduğun hâlde sabit kal…

Sende iman var, her hâlinde iman nuru parlar. İman sahipleri senden nur almaya, imanlarını canlandırmaya koşarlar. Burada hâlin böyle; öbür âleme gidince şefaatçi olursun; sana da zaten şefaat edilmiştir. Sözün tutulur. Halktan çok kişinin nârdan kurtulmasına sebep olursun. Şefaatçilerin efendisi olan peygamberin elinde durursun. Belanın gelmesine üzülüp onunla meşgul olma. Bunlar imanın yerleşmesini sağlar. Marifet hâlini geliştirir. Sonunda da selâmet gelir. Peygamberlerin yolunda yürümüş olursun. Rasûller arkadaşın olur. Doğru kimselerle sohbet sana nasip olur. Onlar halkın gözdeleridir.”


Yukarıdaki kelâm, irfan sahiplerinin kalbine defalarca söylenir. Her tekrar ancak onun çekinmesini, korkusunu edebini çoğaltır. Ve fazlaca şükretmesine sebep olur. Allah yolcuları, Hakk’ın buyurduğu şu yüce âyetleri bilip anlarlar: “Allah dilediğini yapar.” (el-Hac, 22/14)

“O yaptığından sorumlu olmaz; hâlbuki cümle kullar, sorumludur.” (el-Enbiyâ, 21/23)

“Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.” (et-Tekvîr, 81/29)

Ve o Hak yolcuları bilir ki, Allah ancak kendi dilediğini yapar, kulların dilediğini değil… Ve o, her an bir şan alır. Hemen yapar, sonraya bırakır. Yücelere çıkarır ve düşürür. Aziz kılar, zelil eder. İstediğine velayet verir ve dilediğini azleder. O hem öldürür, hem de diriltir. Zenginlik ve fakirlik O’nun elinde bulunur. Vermeyi ve al mayı O yapar.

Allah yolcularının kalbi için karar yoktur. Hepsi Yaratan’ın kudretindedir. O dilerse değiştirir tebdil eder. Yakınlık verir ve uzaklara atar. Ayağa kaldırır ve oturtur. İzzet sahibi kılar ve zillete düşürür. Aniden bütün feyzini keser ve birden yine verebilir.

Allah yolcularının hâli daima şekil değiştirir. Ama hâl ne olursa olsun onlar ibadet ayağını hakikati takipten geri almazlar; edepli ve başları eğik olurlar.



Allah’ım Zât’ında iyi edepli olmayı bize nasip eyle. Hele seçme kullarına karşı edebimizi hiç bozma. Sebeplerle ilgilenmek ve onlara dayanmak hâlini bizden uzak kıl. Tevhid hâlimizi senin için sabit eyle. Sana tevekkülümüz tam olsun. Seninle zengin olalım. Her derdimizi sana açma duygusunu bize nasip eyle. Sözümüzle, işimizle bizi belaya atma onlar için bizi sorguya çekme. Bize kereminle muamele et. Hatalarımızdan geç ve müsamaha ile karşıla.


Âmin!


Hz. Abdulkadir Geylani / İlahi Armağan



Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »




Sevgili Kulihvanı ağbim, bu gecede gönlümde sizin sevginizle Pirimizin kitabını açtım. Bakın Geylâni ŞAHımız sizin için ne güzel buyuruyor..

sevgi, dua ve hürmetle..

Resim

Ey evlat! Allah yolcuları karanlığa ışıkla girerler. Onların ışığı, Hakk’a kulluktur. Onlar korku ve çekinme içinde olurlar. Sonlarının kötü gelmesi ihtimali onları korkutur. Hakk’ın ilmi acaba neyi gerektiriyor, malûmları değildir. Sonları nice olur, bilmezler. Bütün bunları düşünerek karanlığı ibadet ışıkları ile delmeye çalışırlar. Çekinme, bazı zor işler, ağlamak, onların hâlidir. Namazlarını, oruçlarını, haclarını ve bütün ibadetlerini gerektiği gibi yaparlar. Hem dil­leri, hem de kalpleri ile Hakk’ı zikrederler. Dünyadaki hâlleri böyle geçip gider. Sonra öbür âlemin en güzel yeri olan cennete giderler. Orada Hakk’ın rahmet yüzünü görür, iyiliğini bulur, bu hâllerine şükür ederler: “Allah’a hamd olsun, bizden kederi giderdi.” (el-Fâtır, 35/34)

Allah’ın öyle kulları vardır ki, onlar üstat sayılırlar. Ayrıca bunları yetiştiren şahları, reisleri, emirleri, sahipleri de vardır. İşte bunlar, HEP BİRLİKTE yukarıda beyan edilen duayı, öbür âleme göç etmeden burada da okurlar.

Hak Teâlâ’nın o yüce kulları O’nun kapısına vardıkları zaman kapıyı açık bulurlar. İlâhî süvariler onları orada bekler. Hepsi o yüce kulların gelmesini gözetliyordu zaten… Görünce selâm verir ve o sevgili kullar önünde baş eğer, emir beklerler.

Sâlih kullar, o kapıdan içeri girince hiçbir gözün görmediği, kulağın işitmediği, beşer kalbinin hatırlamasına imkân olmayan kutsî varlıklar görür, şöyle duaya başlarlar:
“Allah’a hamd olsun; Zât’ından ayrı kalma üzüntüsünü bizden aldı. Aramızdaki perdenin verdiği kederi kaldırdı. Bizi Zât’ı için seçti, yakınlığına erdirdi. Bilhassa Zât’ından gayri şeylerle meşgul olma derdini bizden aldı. Bizi bütün fâni varlıklardan beri edip Zât’ı ile olmayı nasip ettiği için Allah’a hamd olsun; Rabb’imız hem Gafûr, hem de Şekûr’dur. Yaratan’ımız, hatalarımızı bize göstermeden siler
ve yaptığımız az kulluğa karşı bol iyilik eder.”



Hz. Abdulkadir Geylani / İlahi Armağan


Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim



Ey evlat! İman babında kuvvet bulursan, marifet âlemine geçersin. Oradan da ilim deryasına… Oradan fâni varlığını bırakır, halkın mevhum varlığını geçer, halkın, şu veya bu gibi bir varlığın bulunmadığı bir âleme göç edersin. Orada ne sen varsın, ne de halk… Yalnız O var…

İşler bu minval üzere devam ederse, senin için keder lafı olmaz. Hakkın Hafız (Esirgeyen) sıfatı, sana hizmet eder. O’nun himayesi altına girersin. Bütün işlerin başarı ile sona erer. Melekler önünde, baş eğer, çevrende yürür. Ruhlar sana gelip selâm verir. Hak, kulları içinde seninle övünür. Bütün işlerin O’nun emri altında yürür; seni yakınlığına cezb eder. Zât’ı ile ülfet ve daima O’na münacat etme zevkini duyarsın.


Hiçbir özür beyan etmeden meclisimi terk eden, çok şey yitirdi.

Yazık sana, makamımı bana çok görmektesin. Hâlbuki Hak tarafından bana verilen makamı takdir edebilmek, sana hayli güç… Beni darıltmakla eline ne geçer ki? Bu, öyle bir iştir ki, gökten yere iner… Hak Teâlâ şöyle buyurur: “Hangi şey olursa okun, onun hazinesi katımızda bulunur. Ancak ondan malûm bir miktar indiririz.” (el-Hicr, 15/21)


Semâdan yere yağmur yağar, ondan bitkiler biter. İşte bunun gibi yücelerden inen rahmet tecellisi temiz kalplere gelir, geldiği yeri güzel kılar. Her hayrın nebatını yeşertir. Sırlar büyür. Tevhid gelişir. Tevekkül âlemi açılır. Hakk’a münacat ve O’na yakın olma hâli hâsıl olur.

İlâhî rahmetin indiği kalpte, ağaçlar ve meyveler olur. Orada çıplak ovalar, geniş yaylalar vardır. Denizler, ırmaklar da bulunur. Ayrıca dağlar da var. Hâsılı orası bir temaşa yeri olur. İnsan, cin, melek ve bütün ruhların içtima olduğu yer orasıdır.

Bu anlatılan şeyler akılların ötesine aittir. Yalnız kudret işidir ve ilâhî iradenin tesirinden başka değildir. Bunu bilmek ve anlamak, Hakk’ın, kulları arasından seçtiği fertler içinde bazı kimselere nasip olur.


Sözlerimdeki tuzağa düşmeye çalışınız. Oturmam ve konuşmam birer tuzaktır. Sizden herhangi birinin oraya düşmesini beklerim. Önünüze serdiğim sofra Hakk’a aittir, benim bir şeyim yok.

İlâhî rahmete ermek için davetime geliniz ve bana uyunuz ki, sizi Hakk’ın kapısına götüreyim. Doğru odur ki, Hakk’a çağırır. Yalancı odur ki, şeytana çağırır.

Hak da görünür, bâtıl da; her biri başlı başına birer şeydir. İman nuruyla nazar eden iman sahibi ikisini de görür ve bilir.

Ey Bağdat ehli, akıllı ve zeki olduğunuzu iddia edersiniz. Hâliniz öyle gariptir ki, yalancı ile doğru birbirine karışır da ayırt edemezsiniz. Hak hangisi, bâtıl nerede, bilemezsiniz.

Hakk’ı tekzip etmenizin cezasını yine siz çekeceksiniz. Benim için bu önemli değil.


Hakk’ı dileyen, cenneti ummaz, cehennemden korkmaz, yalnız Hakk’ı diler. Bu dilek de ona yeter. Hakk’ı dileyen, ondan yakınlık umar ve uzak kalmaktan korkar.

Sen şeytana esir oldun. Boş arzular çevreni sardı. Dünya, hâlini perişan etti. Tabiî arzular seni yıktı. Bunlardan haberin yok. Kalbin kötü tuzağa düştü, ama halâ anlamıyorsun.

Allah’ım, o çaresizi tam manasıyla kurtar; bizi de kötü işlerden halâs eyle.


Biraz gayretli olunuz, kolay işleri bırakınız; size bu yaraşır. Bir kimse, gayreti bırakır, kolay işler peşine takılırsa, yolunu kaybetme sinden korkulur. Gayret sahibi olup, çalışmak, erkeklere hastır; çün kü onda bazı güçlükler vardır. Emir almak ve kolay işlere girişmek ise, kadınlara yarar, çocukların harcıdır; çünkü bunda güçlük yoktur.




Hz. Abdulkadir Geylani /İlahi Armağan



Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim




Hak Teâlâ’nın kudsî tecellileri arasına dalınız ve sabırlı olunuz. Bu dediğimi yaparsanız dünya ve âhiretin iyiliğini bulursunuz.

İslâm dininin özüne varmak dilersen bütün varlığını ona teslim et. Hak Teâlâ’ya yakın olmayı istiyorsan O’nun kudret eli önü ne seril.
“Niçin, neden ve nasıl?” gibi sözleri sakın deme.

Hak yakınlığı böylece bulunabilir. Herhangi bir işi dilemek doğru olmaz. Çünkü Hak Teâlâ iyi kulları için şöyle buyurur:
“Allah’ın dilemesi olmadıkça siz dileyemezsiniz” (el-İnsân, 76/30)

Madem şu âlemde istediğini yapamıyorsun, o hâlde neden boş talepte bulunuyorsun? Bırak, olan kendiliğinden olsun. Hak Teâl⒠nın fiil tecellisi için niza -çekişme- yolunu tutma. Şerefin, şöhretin gider. Ama malın ve evlatın bile elinden gitse üzülme. Hak Teâlâ’nın kader yüzüne bakarak tebessüm et. HakTeâlâ’ya yakınlık diliyorsan, gönül safası arzuluyorsan bunları yap. Kalp âleminin o canibe ermesi, bu yolda iyi yürüdükçe hasıl olur. Üzüntüde hayat yok­tur. Dünyada iken iyi hâl sahibi olmak dileyen dediklerimi yapmalı.


Kederli hâlini gizle. İnsanlara daima güler yüzünü göster. İnsanlarla daima iyi geçinmeyi öğren. Peygamber (s.a.v) Efendimiz, iman sahibini şöyle anlatır: “Mü’minin sevinci yüzünde olsa da, hüznü kalbinde yaşar.”

Kederli hâlini kullara şikâyet edip kendine acındırmayı arzu etme. Hakk’ı kullara kesmeye kalkarsan O’nun gözünden düşersin. Ayrıca derdin de azalmaz.

Yaptığın işlerin hiç biri seni kibre düşürmesin. Kibir ve kendini beğenme hâli, cümle işini fesada uğratır; yapanı helak eder. Yaptığı işlerde Hak Teâlâ’nın başarı verdiğine inanan kimsede kibir kalmaz ve o kişi kendini beğenmez. Yaptığı işlerin hiç birini özüne mal etmez.

Bütün gayeni O’na yönelt. O rahmetini sana iletir. Ve yüce varlığa vusul yollarını açar.

Hâlini sen kıymetlendir. Yalan hâlinle O’na varmak dileme. Gerek işinde, gerekse sözünde yalana sapmaktasın. Bu hâlinle gayen O olamaz. Kulların övgüsünü bekleyen ve onların kötülemesinden çekinen Hakk’ı gaye edinemez. Hak Teâlâ’nın yolu doğruluktan ibarettir. Allah yoluna girenlerde yalan bulunmaz. Onların bütün hâli doğruluktur. Doğruluk, ama içinde hiç kimseye gösteriş olmayan doğruluk!


Büyükler var ya… İşte onlar söze önem vermez; işe bakarlar ve işleri daima sözlerinden çok olur. Onlar Hak tarafından halka gönderilen vekillerdir. HakTeâlâ’nın kullara halifeleridir. Herkese onlar sahip olur. Kullar darda kalınca onlara koşarlar. Allah Teâlâ onları seçmiş ve kullar arasından özetleyip çıkarmıştır.

Bu öyle bir hâldir ki, ne izbelere çekilmekle, ne ele dedikodu ile elde edilir.
Allah’ım, bizi doğrulardan eyle.
“Dünyada bize iyilik ver; âhirette iyilik ver ve bizi ateş azabından koru.”
(el-Bakara, 2/202)

İsimle büyük insanlara karışılmaz; onlar gibi süslenmek ve onlar gibi söz etmek yetmez. Hâlin böylesi ile yetinme. Sözde onlara uyup işte onlara muhalif olmak yakışmaz.

Sende safiyet yok; kederler dolusun. Halk her yanını sarmış. Hak her hâlinde senden elini çekmiş. İçinde sadece dünya sevgisi yaşar, öbür âlem yok. Her işin bâtıl. Hakikî hâl senden çok uzak. İçin kara, dışın iyi, ama neye yarar? Söze gelince herkesi geçersin, iş olunca kaçarsın. Bazı işler de yaparsın, ama ihlâsın yok. Kur’ân-ı Mübin’in emirlerine uymayan, Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in sünnetine uymayan her iş boştur, makbul olmaz. Bugünkü yalan hâlinle, belki kendini kullara beğendirirsin; fakat Hakk’ı nasıl kandıracaksın? O kalpleri bilir. Böbürlenme; sikkeci görür. Aziz ve Celil olan Allah suretinden çok kalbine bakar. O elbisenin ötesinde olanı görmek diler, halkın arasında olduğun zamana değil, yalnız kaldığın zamana bakar.



Hz. Abdulkadir Geylani / İlahi Armağan



Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »




Ey evlat! Münafıkları bırak. Allah’ın azabına kendini atmak isteyenlerden uzak ol. Aklını başına al. Zamane insanlarının çoğundan uzak dur. Onlar elbise giymiş kurtlara benzerler. İyi insanlar azdır.

Fakr aynasını al, hâline bir bak. O aynada sana ve diğerlerine ait ayıbı görme hassasını Allah’tan dile.

Sana her şeyi bildiriyorum. Halkı ve Hâlık’ı anlatıyorum.

Şer, yaratılmışların yanındadır. Hayır, Allah katındadır. O’na göre şer yoktur.

Allah’ım, bizi yaratılmışların şerrinden koru. Dünya ve âhirette senin hayrını ver.

* * *

Bana böbürlenmeyin, yeryüzünde olan bütün varlığı tecrübe edebilirim; buna gücüm yeter. İyinizi kötünüzü ayırt edebilirim. Allah’ın verdiği basar kuvveti ile bunu yapmaya güçlüyüm. Allah beni bu işlere ehil kılmıştır.


Kurtuluş istiyorsan, örsümün üstüne yat. Çekicimin vuruş sesleri ile nefsin, şeytanî duyguların ve sana tesir eden şeytanî kuvvetlerin beynine sesleneyim. Düşmanlarını korkutayım. Kötü arkadaşlarını kaçırayım.

Bu düşmanları yenmek için Allah’tan yardım isteyiniz. Onlara sabırla karşı koyan, yardım kazanır. Varlığını onlara teslim eden, rezil ve rüsva olur.

Afetler çoktur; fakat onu indiren bir tanedir. Hastalık sayılamayacak kadardır; ama onun doktoru bir tanedir. Ey nefisleri hasta olanlar. Varlığınızı doktora teslim ediniz. Sizi tedavi ederken onu itham etmeye kalkmayınız. Onun kadar şefkatli olamazsınız. Sizi incitmeden tedavi eder. Nefsinizi o doktor kadar korumanız kabil değildir. O Aziz tabibin önünde dilinizi tutunuz. Ona taarruz etmeyiniz.

O’na teslim olduğunuz takdirde dünya ve âhiretin hayrını bulursunuz.


Allah yolcuları tam bir dehşet, tam bir sükût ve tam bir sessizlik içindedirler. Bütün çabalamaları, bunlara ermek içindir. Aradıklarını bulduktan sonra, Mevlâ dilerse onları konuşturur. Bazen konuştuklarından haberleri bile olmaz. Allah kıyamet günü, kuru varlıkları konuşturduğu gibi onları da konuşturur. Hak konuşturursa onlar da konuşur. Hak tarafından verilirse onlar alır. Allah açarsa onlar da açılır. İç varlıkları meleklere kalbolur. Melekler hakkında buyrulan;
“Allah’ın emrine isyan etmezler. Ne emir verilirse hemen yaparlar.” (et-Tahrîm, 66/6) mealindeki âyet-i kerime, bir bakıma onların hâlini anlatan bir şahit… Meleklere katılmaları bu yüzdendir.

Öbür yüze bakılırsa, daha üstün oldukları gözükür. Çünkü ilâhî bilgileri daha çoktur. Marifet hâlleri daha yücedir. Melekler onlara hizmetçi olur. Onlara uyar ve onlardan faydalanırlar. Kalpleri hikmetle doludur. Kalpleri bekçilerle çevrilidir. Herhangi bir darlık gelecek olsa, dış duygularına tesir eder, bünyelerini yıkabilir; ama kalp âlemlerine asla varamaz.

Onların derecesine çıkmak arzusu besliyorsan, İslâm dininin hakikatine ermeye bak. Sonra günahları bırak, iç âlemde ve dış âlemde yapılan bütün suçlara pişman ol. Sonra, şifa verecek vera -şüp helileri bırakma- hâline koş. Daha sonra dünyanın helâl ve mubah işlerinede gönül kaptırma. Sonra Allah’ın fazlı sayesinde zâtına yakın olmakla zengin olmaya bak. Zaten Hak zenginliğine erdiğin zaman fazl ve ihsan seni kuşatmış olur. Kısmet ve lütuf kapıları sana kendiliğinden açılır. Dünya bazen üzerine kapanır; bazen de bütün varlığı ile sana gelir. Bu hâl dünyada kaldığın müddetçe devam eder.

Velî kulların hepsinde bu hâller tecelli etmez. Pek azları bu hâle erer. Erenler, ilim ve takva yönünden doğru oldukları için ererler, Hakk’ın zâtından gayrisi ile uğraşmazlar. Bunların çoğuna dünya tamamen kapalıdır. Eğer onlara dünya verilmiş olsaydı, zaten eremezlerdi. Dünyaya kapılır, Hakk’a hizmetten geri dururlardı.


Allah, velî kulların, zâtından fariğ olmalarını istemez. Dünyalık kapışmayı ve dünya ehline karışmayı Allah onlara nasip etmemiştir.

Büyük velîlerin, dünyaya kapılıp azanı azdır. Onlara göre dünya diye birşey yoktur. Dünyanın her şeyi ile uğraşırlar; ama onun hükmü altına girmezler.


Dünyanın, peşi sıra koşup gittiği nebiler arasında, Peygamber (s.a.v) Efendimiz de vardı. Dünya her şeyi ile ona koştu; ama o, hiçbirine iltifat etmedi. Hakk’ın hizmetinden geri durmadı. Dünyanın hiç birşeyine bakmadı. Tam bir zühd ve çekinme hâli taşıdı. Yeryüzünün hazineleri emrine hazır olduğu zaman onu reddetti ve
“Yâ Rabbi, beni Sen’den başka şeyi olmayan miskinlerle yaşat, onlarla öldür ve onlarla kıyamet günü dirilt!” diye duada bulundu.

Zühd sahibi olmak büyük bir iştir; onu yapmaya kolay kolay güç yetmez.

İman sahibi hırs ağırlığından kurtulmuştur; çünkü bir şeye hasret duyarak abanmaz. Aceleci de değildir. Kalbi herşeye karşı bir çekinme duygusu besler. İç âlemini dünyaya kaptırmaz. Allah’ın emrine girer. Bilir ki, kendisi için ayrılan başkasına gitmez; bu sebeple nefsin istekleri peşinde koşmaz. Dünyaya dair istekleri arkaya atar. Yaptığı tâat için Allah’tan kabul diler.



Hz. Abdulkadir Geylani / İlahi Armağan



Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »




Ey evlat! Bilgi sahibi ol. İhlâs yoluna koyul. Nifak tuzağından ve içi bozuk olma durumundan bunlarla kurtulabilirsin. Bilgiyi yalnız Allah için İste. Dünya için ve halkın sana yönelmesi için isteme.

Allah için tahsil edilen bilgi, yasak ve emir karşısında insana bir heybet verir. Yasakları yapmaktan kaçınırsın, emri yaparken de tam olup olmadığım düşünerek üzülürsün. İlmi Allah için tahsil ediyorsan, daima O’nun varlığını gözetiyorsan, nefsini onun önüne serebilirsin.


İlmin sahibi olursan halka tevazu gösterirsin. Bu hâlinle onlardan bir talepte de bulunamazsın. Onların malı ve mülkü seni ilgilendirmez. Allah yolunda doğruluğunu gösterirsin. Başkaları için doğruluk yapamazsın. Hak yolu bırakıp başkası için doğruluk yapmak, Hakk’a karşı düşmanlık sayılır.

Hakk’ın zâtından gayri şeylerin önünde durmak, yokluğu gözetmektir. Hak Teâlâ’dan gayri kimselerden bir talepte bulunmak, mahrumiyetin ta kendisidir. İlmin gerektirdiği bazı sıkıntılı durum olur. Onlara sabırla karşı koyman gerekir. İlmin bir nimettir, ona şükretmen yerinde olur.


Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur: “İlim ikiye ayrılmıştır. Biri sabır, öbürü de şükürdür.”

Güçlüğe sabredemiyor, iyiliğe şükür yolunu tutmuyorsan, iman sahibi olabilmene imkân yoktur. İslâm dininin özü, ilâhî emir ve hükme boyun eğmedir. Bunu yapmaya gücün yetmezse, imana sahip olman kolay olmaz.

Allah’ım, kalbimize, sana güvenmesi için tevekkül yolunu göster. Sana itâat etmek ve ibadet etmekle ruhumuza canlılık ver. Emirlerine uymak ve seni tevhid etmekle kalbimize dirilik ver.


Kalbinde tevhid ve tevekkülü yaşatan büyük insanlar olmasa bu hayatın ne önemi olur ki? Yeryüzünü onlar tutar. Onlar olmasaydı, helak olurdunuz. Hak Teâlâ onların duası bereketiyle azabı kaldırır. Peygamberlik surette kalkmıştır; fakat manada devam etmektedir. Bu devamı o büyük zevat yürütür. Peygamberliğin manevî bayrağını onlar taşımamış olsalardı bu âlemin kıymeti olmazdı. Her şey söner, kül olurdu. Her devirde o yüce ruhâniyet bayrağını taşıyan kırk kadar zat bulunur. Onlar arasında öyleleri vardır ki, kalpleri Peygamber (s.a.v)’in ruhaniyeti iledir. Onların bir kısmı ilâhî tecellilerin ve yeni bir dinle gelen peygamberlerin halifesidir. Dini meseleleri inceler onlardan ahkâm çıkarırlar. Üstattan kalan halife makamı onlara hastır. Bu duruma işaret eden Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur:
“İlâhî bilgi sahipleri Peygamber varisleridir.”

Onlar her bakımdan peygamberlere varistir. İlim tahsil eder, ezberlerine alırlar. Sözde ve işte Peygamber’e varis olduklarını gösterirler. Söz amelsiz olunca hiçbir şeye yararlı değildir. Senetsiz iddia hiçbir karşılık getiremez. Amel olmadan lütuf ummak da boş ümit gibidir.



Hz. Abdulkadir Geylani / İlahi Armağan



Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9091
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Abdülkadir Geylani k.s Hazretlerinin bir duası şöyledir:

- “Allahım! Senden bizi belalara uğratmadan kendine yaklaştırmanı istiyoruz. Bizleri kötülüklerin şerrinden facirlerin tuzağından koru…Senden bizleri iyi amellere ve amellerde de ihlasa muvaffak kılmanı istiyoruz.”


SEVgili kardeşim meryemnur ellerin dert görmesin İNŞAALLAH!
Resim
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »




ALLAH razı olsun SEVgili ablam,
bende mübareğin nerdeyse her sohbetinin sonunda yaptığı Bakara suresinden bir dua eklemek isterim:


“Bize dünyada iyilik ver. Âhirette iyilik ver ve bizi ateş azabından koru.” (el-Bakara, 2/201)

Âmin!

Resim


Bir kalp, sıhhat bulunca rahmet ve şefkatle dolar. Halkı sever, onlara acır. Bazı büyükler derler ki:
“Sağlam kalbe sahip olan, çok hayır yapar.”

Kötü işleri sıddîklar –doğrular- bırakırlar. Doğru kimseler, büyük, küçük cümle hayatı bırakırlar. Şüpheli şeyleri bırakırlar. Şeh vet arzularından yana olmazlar. Mubah işlere lüzumu kadar yanaşırlar. Mutlak helâl olanı ararlar. Doğru insanlar gecenin ve gündüzün çoğunu ibâdetle geçirirler. Kullara ait bazı şeyleri de icat ederler. Âdetler onlara uzak olur. Günlük geçimlerini kolay kazanırlar. Az çalışır, doğru olur, para kazanırlar. Doğruluk onları zengin eder. Kazandıklarını yemekle emrolundukları için huzurla yerler. Her şey on lara özünü gösterir. Her varlık parlaklık kazanır.

Çok kere onların dertleri gönüllerinde kalır. İstekleri verilmeyince sabra devam ederler. Ellerine geleni almadıkları olur. Zaman olur, duâ ederler, icabet olmaz. İsterler, verilmez. Bir şeyden dert yanarlar; o şey, aksine artar. Kurtulmak isterler, yol bulunmaz. Onların herbiri, kurtulmak ister, kurtuluş bulamaz. Tevhid eder, ihlâsa devamlı olur, fakat yakınlık duygusu sönmüş gibi görünür. Sanki uğrunda çalıştığı Yüce Varlık, onu bilmiyor, görmüyor. Sanki kendisi iman sahibi değildir; inandığını da bilmez. Sanır ki, tevhid ehli değildir. Hep bunları ruhunda sezer. Ama, yine de iç yönetici ona bir kuvvet vermiştir. Onunla insiyakı olarak sabra devam eder. Her şeyin sabırla neticeleneceğini iyi bilir. Buna inanır.

O büyük zat, sabrın kalbe şifa getireceğini bilir. Her hayrın sabırla olacağına da inanmıştır. Yakınlığın, yine sabrın sonunda başlayacağına kanidir. Hep olan hâdiseleri birer imtihan ve tecrübe olarak kabul eder. İman sahibi, kâfir ve münafıktan; muvahhid, riyakârdan; ihlâs sahibi olanlar, Allah’ı bir bilenler, putçulardan ayrılmalı. Korkak kimdir, cesur kimdir, bu hâlde belli olur. Yerinde sağlam duran, daima hareket hâlinde olup hiç bir yere yerleşmeyenden ayrılır. Sabredenlerle, ağlayan, sızlayan belli olur. Hak yolda hayırlı, doğru ve yalancı kimdir, kendini gösterir. Seven ve kinciler açığa çıkar. Uyan la inatçı anlaşılır.

Bazı büyüklerin güzel sözleri vardır. Onu sana söyleyeceğim, dinle:
Dünyada, yarasını tedavi eden gibi ol; yaranın tedavisine devam et. Yara iyileşecek, işin görülmüş olacak. Bunu bekle.

Allah yolcularının, halktan ırak bir başka meşguliyetleri vardır Bununla beraber, halka bakmak için onlara vazife verilmiştir. Bu yüzden onlarla oturur, kalkar, emir verir ve yasakları bildirirler.


Hz. Abdulkadir Geylani / İlahi Armağan



En son meryemnur tarafından 11 Ara 2009, 18:30 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »




Dua etmemek güçtür; dua ile olmak bir ruhsat yoludur. Dua, batan kişi için bir nefestir; zindan ehli için bir pencere hükmünü taşır. Batmak üzere olanlar, bir nevi zindan hayatı geçirenler, kurtulup şahın huzuruna çıkıncaya kadar dua ile olurlar.

Akıllı olunuz. Siz duayı terkle iyi etmiş olmuyorsunuz. Dua etmekle de iyi bir iş tuttuğunuzu sanmayınız. İyi niyet, akla, ilme ve maruf olan şeye muhtaç olmayan hiçbir iş yoktur. Dua etmek ve etmemekte niyetinize bakınız, ancak ilme ve maruf şeylere tâbi olmak gerekir.

Siz, Allah’ın katında ve iyi kulların elinde neler vardır, bilemezsiniz; bu yüzden edebinizi iyi etmeniz mümkün olmuyor. Kötüleşiyorsunuz. Ve onlar hakkında kötü zanda bulunmaktasınız.

Dinî reislerinize karşı neticesi kötü olacak şeylere girmeyiniz. Onlarla olan hâllerinizi düzeltmeye gayret ediniz. Onların hiçbir tasarrufunu itirazla karşılamayınız. Şeriat onlara hata isnat etmiyorsa siz hata çıkarmaya kalkmayınız. Onlar her an iç ve dış cephe ile Hak Teâlâ’nın kuvveti, kudreti önündedir. O kulların hangisi olursa olsun, daimî bir korku taşır. Bu korkunun dehşeti, ona ne maddî bir sükûnet verebilir, ne de şahsına özel bir selâmet yolu seçebilir.

Ey Allah’ın kulları, bana geliniz; öyle şeyler öğreteyim ki, sizde onlardan hiçbir haber mevcut değildir. Kitabımın hükmüne katılınız; öyle şeyleri belleteyim ki, onlardan sizde bir parça bile yoktur.



Her şey için bir kitap vardır. Kitap var, kalpler için… Kitap var, sırlar için… Kitap var, nefisler için… Kitap var, duygular için… Bunlardan her biri, derece ve makama bağlı olup sayılı kademeleri vardır. Biri bitmeden öbürüne geçmek kabil olmaz.
Senin için henüz birinci makam sahih olmadı; ikinciye nice varırsın? Henüz İslâm oluşun sahih değil; iman faslına nasıl varırsın? İmanın kuvvet bulmadı; ikan hâlini nasıl bulursun? İkan hâlin kâmil olmadı; marifet ve velayet hâlini neyle bulursun?

Akıllı ol; henüz hiçbir şey değilsin; hiçbir hükme sahip olmadan her biriniz halka baş olmak sevdasında; bu nasıl olur? Halka baş olmak için onların elinde bulunan şeylere göz atmamak, nefse, tabiî ve şahsî arzulara uymamak ve onları tümden bırakmak gerekir. Bilhassa insanın benliğini gösteren, ıslah olmadığı takdirde kötü yola saptıran iradeden masun olması şart.
Halka baş olmak emri yücelerden gelir. Yerden bitmez. Velayet hâlini Hak verir, kullar böyle şey yapamaz.

Riyaset sevgisini kalbine yerleştirme. Uymaya bak. Sana uyulmasını dileme, bekleme… Sahip olmaya bak; herkesin sana sahip çık masını bekleme. Zillete ve nefsini alçak görmeye razı ol. Hakk’ın ka tında bunun aksi senin için mukadderse o zamanı gelince sana eri şir. Sana gereken teslim olmak ve bütün işleri O’na bırakmak. Sana, gücü kuvveti terk gerek. O’na itiraz etmek, halkı O’na karşı çıkarmak, nefsi şirke belemek senin için iyi olmaz.



Senin için en yararlı iş kulluğa devamdır. Kulluk, emri tutmak, yasakları bırakmak, şu âlemin bir icabı olan âfetlere sabırla karşı koymakla olur. Bu işlerin, temeli ise Tevhid olup, onu sebata erdiren ise, iyi işlerdir.


Henüz temeli kuvvetle oturtmadın; ne üzerine bina çıkarsın? He nüz niyetin temiz olmadı; ne konuşursun? Sessizlik devren bitmedi; ne söylersin?

Bu söylenen sözler, peygamberlere vekâleten halka söylenir. Peygamberler, ilâhî hatipler idi; onlar gidince Hak Teâlâ ilmi ile âmil olan bilgin kişileri onların yerine getirdi, makama oturttu, onların maneviyatına vâris kıldı.

Her kim ki, Peygamber makamına oturmak diler, ona, halkın en temizi ve zamanın en üstünü olmak düşer. Ve o zamanda ilâhî hü kümleri en iyi bilen kişi olması gerekir. İlmi ve ameli ile zamanında temayüz etmesi, birinci derecede şart olur. Bu işi siz kolay sanırsınız, fakat bildiğiniz gibi değildir.

Ey Allah’ı, Peygamberi’ni, sâlihleri ve velîleri bilmeyenler! Ey nefsini, tabiatını, dünyasını ve âhiretini bilmeyenler. Size yazıklar olsun! Susunuz, konuşmayınız; söz hakkı alıncaya, omuzlar üstüne çıkıncaya, ayağa kaldırılıncaya ve yürütülünceye kadar olduğunuz hâlde oturunuz.



Bir kimsenin ki, ilmi, şahsî arzularına galip gelir, o faydalı bir ilimdir. O ilim, niçin faydalı olmasın ki, halk kapısını kapadı. Hak kapısını açtı. İşte, en büyük kapı orasıdır ki, ona da erdi. Bu kapanma ve açılma bir kulun benliğinde sıhhat bulursa ondan zahmet gider, halk içinde halksız yaşama zevkini anlar. O kalbe süsler gelir, rahmet saçılır. Ve o kulun kalbinde durmadan fetihler (açılmalar) olur. Kabuklar dağılır, öz meydana çıkar. İyi olmayan hevâ yolları, kapanır, kahra uğrar ve mağlup olur. Hak yolu açılır ve hakikatin bulunduğu cadde aydın olur. O cadde, Hak Teâlâ’nın dilediği cadde dir. Ve o cadde, peygamberlerin ve velî kulların yürüdüğü yoldur. Onlar, hep aynı yoldan gittiler.


O ulvî yolu biraz anlatayım:
Orası kedersiz bir safa yoludur. Orası halkın olmadığı bir Hak yoludur. Orada şirk olmayan bir tevhid vardır. Orada teslimiyet olur, niza olmaz. Orada yalnız doğruluk yaşar, yalan bulunmaz. Orada yalnız sebepleri Yaratan’ın hükmü geçer, sebeplerin sözü olmaz.

Ve nihayet o cadde, din şahlarının ve sultanlarının yürüdüğü yoldur ki, onlar marifet âleminin de sultanlarıdır. Dinin sahibi, marifetin ehli onlar olup Hak erleridirler. Onları Hak seçer, kullar arasından çıkarır. Onlar Hak dinine yardım ederler ve onda durmadan ilerlerler. Hakk’ı severler.
Yazık sana, onların yolunda olduğunu nasıl iddia edersin? Sen halkı, nefsini ve başkalarını nasıl O’na ortak edersin. Yerdekilerden korkarsın ve onlardan bir şeyler beklersin! Bu sıfatı taşıyanlar iman iddiasında buluna mazlar. Senin için zühd lafı edilemez; dünyalık talebindesin. Senin için tevhid lafı da boş; yolunda ondan başkasını görmektesin. İrfan sahibi bir başka hâl içindedir; dünyada ve âhirette o bir garip kişi dir. Hak’tan başka hiçbir şeye rağbeti yoktur. Hem dünya hem de âhiret işlerinde yeterlik hissine sahiptir.


Hz. Abdulkadir Geylani / İlahi Armağan



Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim



Dünya ve âhiret sevgisini içinden çıkarıp Mevlâ sevgisi ile dolu olduğun zaman kurtulabilirsin. Mevlâ’ya ermek için baş şart budur.

Hak’tan gayri bilcümle şeyleri bırakmak insanı kurtarabilir. Allah sevgisi ile olan irfan sahibi, ne şunu, ne bunu sevebilir. Hak’tan ayrı bildiği her şeyi bir yana bırakır ve onlara ilgi duymaz. Ermek arzusunda olan böyle yapar.

Zaman gelir, sevgi hâli tamam olur ve bu hâlde doğruluğa erilirse, dünyalık kısmetler kendiliğinden gelir. O gelen yeter. Sahibini yormaz. Huzuru bozmaz. Öbür âleme geçtiği zaman, üzülerek buradan ayrılmaz. Terk ettiği birçok şeylerin daha iyisini orada bulur. Yaptıkları onu Hak kapısında beklerler. Yaptığı iyi şeylerin kaybolmadığını orada görür. Kaybolmalarına imkân yoktu. Çünkü hepsi Hakk’a terkedilmişti. O’nun rızası için onlara ilgi duyulmamıştı. Dünyada basit görünen ve bu yüzden ilgi duyulmayan şeyler o âlemde, insana neler kazandırmaz ki? Burada az şey orada çok büyük ve hayırlı olur. Yeter ki, yapılanlar Hakk’ın rızası için olsun.

Allah Teâlâ, sevdiği kullara istediğini verir. Onlara istemese dahi eksiksiz ve bol gönderir. Hepsinin nasibi ve kısmeti önceden ayrılmıştır.


Kalbin arzuları iç âlemden gelir, ötelerden coşar, yerini bulunca durur! Nefsin kötü arzuları ise dış âlemden koparak gelir ve sahibini azdırır. Bunların ikisinin tatmini bir arada olamaz. Birinin tatmin olması, öbürünün yıkılmasını doğurur. Kalbin nasibi için nefsin arzusunu kırmak icap eder. Nefsin arzusu kırılınca, kalbin haz yolları açılır. Kalp doyduktan sonra, nefsin kısmeti de açılır. Tatmin edilmiş kalbin sahibi olan nefse iyilik emrolunur. O hâlde nefis mutmaindir. Hak ve hakikat karşısında boynu eğik olur; dik kafalı olmayı bırakır.


* * *

Sana dünyalığın kötü yönlerini sevdirmek isteyenlerle oturma. Onun kötülüklerinden kim sakındırıyorsa onu bul. Her şey cinsini çeker. Her şeyin parçası kendi aslını arar. Seven sevgilisini arar. Ta onu buluncaya kadar aramaya devam eder. Allah için sevişenler, O’nun uğruna sevgi gösterisi yaparlar. Bundan sonradır ki, Allah onları sever. Birinin sevgisini öbürüne kenetler. Kuvvetlerini bu sevgi ile verir.

Allah Teâlâ’dan bu yardımı aldıktan sonra kulları O’na çağırırlar. Bu uğurda birbirlerine yardımcı olurlar. Kulları kötü şeylere çağırmazlar. İmana, tevhide çağırırlar.

Acıma duygusu ile kulların elinden tutar, hak yola apanırlar. O yüce kapıya kadar getirir, durdururlar. Ondan ötesi kulun elinde değildir. Ev sahibi dilerse içeri alır.


Hizmet edene hizmet edilir. İyilik yapan iyilik bulur. Verene verilir. Bugün yaptığın işler, ateşe götürecek şeyler olursa, yarın gideceğin yer orasıdır. Hangi yolu tutuyorsan ondan başka yola gidemezsin. Nasıl olursanız idareciniz ona göre olur. Karşınıza çıkan işler, hep yaptığınızın karşılığıdır. Cehennem ehlinin işini görürken Cennet ümidin boştur. Cennete girecekler gibi iş tutmadıktan sonra, nasıl oraya girmeyi istersin?

Dünyada hakikî kalp sahipleri tanınır. Onlar kalbe önem verirler. Dış duygular onlara göre sonradan gelir. Kalbi bırakıp yalnız kalıpla olmazlar. Bunu yetersiz görürler. Kalbin haberi olmadan tutulan iş neye yarar? Riyakâr, dışından amel eder. İhlâs sahibi, kalbini hak yola koyar. Allah için iş tutan, önce kalbini, sonra dış varlığını yola getirir. İman sahibi, yaptığı iyi işlerle diridir. İçi bozuk adamı yaptığı işler perişan eder, öldürür.
İman sahibi, yalnız Allah için iş yapar; dirilir. İçinde bozukluk besleyen, halkı görür, onlara göre amel eder, kalbini öldürür. Halktan övülme ve fayda beklemek münafık için ölümdür.


Hz. Abdulkadir Geylani / İlahi Armağan



Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »



Resim

Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur: “İslâm dinini kabul etmiş biri, herhangi bir şahsa zenginliği için saygı gösterirse dininin üçte ikisi gider.”

Ey evlat, bu yüce kelamı işitiniz. Bu hadîs-i şerifte belirtilen saygı, sadece önünden kalkmak mânasını taşır. Ya orucunu, namazını ve haccını zengin kişiler için yaparsa ne olur? Ya akşam sabah o zenginlerin eteğini öpen dindarlara (!) ne buyrulur?

Ey evlat! İman bahçene bakar, ağaçlarını büyütürsen, Hak seni maddî varlığından alır. Artık ne kendi dış varlığına, ne de başkalarına ihtiyaç arz edersin. Ve çalışmanın, kazanmanın hakikî yollarını öğrenirsin; hiç birinde hakikî tesir görmezsin.

Seni Hak doyurur. Kalbini ve sırrınıda nurla doldurur. Kapısı önünde oturtur, zikir, ülfet hâlleri ile zengin kılar. Yakınlığı sayesin de kimseden bir şey talep etmez olursun.

Dünyadan bol nasip alıp onunla meşgul olana bakma. Elinde maddî varlık taşıyana göz atma. Senin bakışların onun içine ağırlık verir. Her bakışında elimde olanı alacak diye çekinir, ruh sıkıntısına düşer, ayrıca onu üzüntüye soktuğun için hata etmiş olursun.

Ey bilgi iddiasında olan, dünya ehlinden mal talep eden ve bilgisini paraya çeviren! Allah, seni bildiklerinle batırıyor, ilmin bereketi senden gitti. Özün çürüdü, kabuğu kaldı.

Ve sen ey Hakk’a kulluk eden, halbuki kalbin kullara bağlı. Onlardan bir şeyler bekliyor, herhangi bir isteğini vermezler diye korkuyorsun. Dıştan Allah içinmiş gibi görülen kulluğun, içten halk için oluyor. Her arzun ve çaban, kulların elindekine göre. Onların elinde bulunan saman çöpü kadar kıymetsiz şeylere tenezzül ediyorsun. Onların övmesini, yüceltmesini bekliyorsun. Onların kötülemesinden ve seni bırakıp gitmesinden çekiniyorsun. Elindekini alırlar diye titriyorsun. Onlardan alacağın bir şey için, sabahlara kadar uykunu kaçırıyorsun. Ümitlerini o kadar uzatıyorsun ki, hile yapmaya mecbur kalıyorsun. Kapılarına gittiğin zaman, içinden gelmediği hâlde ince ve yumuşak konuşuyorsun. Sebebi; sana bir şeyler versinler.

Yazık sana, için bozuk olmuş. Hep gösteriş peşindesin; din yoluna girişin babadan kalma gibi. Kendini İslâm’ın emirlerine veremiyorsun.

Kalplerde dönüp dolaşanı bilene karşı büyüklük satana yazıklar olsun. Hain göz taşıyana yazıklar olsun. Dilinde;
“Allah, en büyüktür.” , kalbinde; “Hayır, yaratılmışlar daha büyüktür.” diyene yazıklar olsun.

Kalbinde böyle şeyler varsa dön. Tevbe et. İyi işleri sadece dünya için yapma. Halka gösterişe kalkma. Yalnız Allah’ın pâk vechini dileyenlerden ol.

Yaratıcılığın hakkını öde. Övülmek için iş yapma. Vermek, almak ümidini gönlünden at.

Rızkın azalmaz ve çoğalmaz. Hakkında hükmedilen, hayır ve şer gelecekse gelir. Bunları düşünüyorsan, yazık.

Hırsını azalt. Ümitlerini kıs. Ölümü göz önüne al. Bunları yaparsan ıslâh olursun. Bütün hâlinle dinî emirleri yerine getirmeye çabala.

Sen çalışan ve istediğine erensin; ama neye? Dünyada bol bol çalışıp yorulan, boş yere kendini yorduğu için de öbür âlemde ateşe atılan. Ancak tevbe seni kurtarabilir, ölüm gelmeden, tevbe et, kurtul.

Tevbeni iyi yap. İhlâsa sarıl. İmanını tazele, Allah’a dön. Ölümün gelmesini bekleme, ölüm anında bütün kapılar yüzüne kapanır; tevbe etmeye gücün yetmez olur.

Allah’ın ihsan kapısı kapanmadan önce, kalp adımlarınla Allah’a açıl. Allah’ın ihsan kapısı kapanırsa, nefsin sana yük olur. Malın ağırlık verir. Kuvvet işe yaramaz bir yük olur. Elinde bulunan hiç bir şeyin yararını göremezsin.

Dükkanını ve malını, çocukların rızkı için çalışma vesilesi yap. Çalışırken din emirlerini unutma. Sakın, malın ve dükkânın tesirini görme. Kalbini Allah’a bağla. Tevekkül sahibi ol.

Senin ve çocukların rızkını Allah’tan dile. Çalışmanda da fazla bir tesir görme. Sen bir vesilesin. Kalbini Allah’a verirsen, yakınlık bulursun,; Hak’la ülfet edersin. Kalbin zengin olur. Yavruların gözü tok olur. Her ümit kalbine verilir. Ve denir; “Şu sana, şu da çocuklarına.”

Kalbini kilitle. Yabancı her şeyin ona girmesi ümidini kes. Oraya yalnız Hak Teâlâ’nın zikrini koy, yeter.

Yaptığın hatalar için tevbe üstüne tevbe et. Kötü işlere cesaret ettiğin ve kötü edebin için pişmanlık üstüne pişmanlık duy. Kötü işlerine ağlamayı arttır. Elinde mal varsa, biraz fakirlere dağıt. Yakında onları bırakıp gideceksin. Dünyadan göçeceğine inanan iman sahibi cimri olmaz.


İsa (a.s) Peygamber ve şeytan arasında geçen şöyle bir konuşma anlatırlar. İsa:


“Halktan en çok kimi seversin?” diye sorunca şeytandan şu cevabı almıştı:

“İmanlı olmakla beraber cimri olanı.” Bundan sonra sevmediği kimseyi sordu:

“Cömert olan fâsık kişiyi sevmem.” cevabını aldı. Bunun sebebini sordu. Şeytan onu da şöyle anlattı:

“İmanlı cimri, bir gün cimriliği sonunda imanını kaybedebilir; fâsık kişi ise, cömertliği yüzünden iyilere katılabilir.”

Dünya ile yalnız dünya için meşgul ol. Çalışmak, kazanmak iyidir. Çünkü Hakk’a kulluk için yardımcı olur. Ama sen, bu iyiliği unuttun. Bütün servetini günah işlemekte harcadın. Çalışmak için namazı ve diğer hayırlı işleri bıraktın. Malın zekâtını vermedin. Daima isyan bayrağı çektin. Kulluk yolunu tutmadın. Çalışman, yol kesicillk gibi bir şey. Yakında ölüm gelir. Onun gelişi iman sahibini sevindirir, küfür ehlini ürkütür, münafıkları korkutur.

Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur:
“İman sahibi öldüğü zaman, Mevlâ’sının iyiliklerini görür; yaptığı iyi işlerin karşılığını seyre dalar. ‘Ah, dünyada biraz daha kalsaydım; hayır işlerimi artırsaydım’ der.”

Tevbe edip sebat eden nerede? Yaptığı hatalar yüzünden Yaratan’dan utanan nerede? Her hâlinde onu gözeten ne oldu? Yalnız kaldığı zaman ve herkesin yanında olduğu zaman, harama bakmayan nerede? Kalp ve kalıp gözünü günahtan ayıran nerede kaldı?

* * *

Peygamber (s.a.v) Efendimiz; “Bu iki göz zina eder.” buyurur.

Gözün zinası harama bakmaktır. Gözlerin günde kaç defa zina ediyor, biliyor musun? Kadınlara ve çocuklara kötülükle bakıyorsun. Allah Teâlâ’nın şu kelâmını işitmedin mi:
“İman sahiplerine söyle; gözlerini çevirsinler.” (en-Nûr, 24/30)



Hz. Abdulkadir Geylani / İlahi Aramağan


Resim

Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim


Ey evlat! Hak Teâlâ hem yüce, hemde celallidir. O’nu iyi iste. İyi dilemeyi bilmiyorsun. İraden, O’na karşı sıhhatini yitirmiş. Hakk’ı arayan başka davayı bırakmalı. İki davayı bir arada yürütmek kolay olmaz.
“Hakk’ı istiyorum” deyip başkasının peşinden koşan, isteğini iptal etmiş olur.

Halk arasında dünyayı isteyen çoğaldı. Bu âlemin ötesini isteyen azdır. Tam ve doğru olarak Hakk’ı talep eden azdan daha azdır. Onların azlığı pahalı cevherin azlığından da ileridir. Her şey parçalanır ve tahlil edilirse, onların içinden belki bir tane çıkar. Her kabile o zatı kendine mal etmek ister. Onlar yer derinliğinde saklı olan değerli madene benzerler. Yeryüzünde onlar sultandır. Kulları ve bölgeleri onlar kucaklar. Onların hürmetine bela kullara gelmez. Onların gönlü hoş olsun diye yağmur yağar. Sema onlar için bereket yağdırır. Yer onlar için nebat bitirir.

Onlar bir çağlayan gibidir. İlk devirlerinde, bir dağdan öbürüne geçerler. Yerlerinde oturamazlar; coşar, taşarlar. Bir diyardan öbürüne; ondan da başka yana. Her nerede tanınacak olurlarsa hemen orayı bırakıp giderler. Bu durum onların devamlı hâlidir. Tabii, sebepsiz değildir; bu yaptıkları işle kötü şeylerin kendilerinden uzak durmasını temin ederler. Kalpleri çağlayan olur.

Hak katından gelen askerler, onları muhafazası altına alır. Onların her biri Hak tarafından esirgenir. Her çeşit ikramı görür; kötü şeylerden esirgenirler. Sonunda da halka gönderilirler.

Halk onların emri altındadır. O büyüklerin her biri kendi çapında bir idarecidir. Bunlar, aklın ötesinden gelen emirle olur. Akıl burada yol bulamaz. Akıl ve mantık burada biraz durgun gözükür. Aslında hem akıl çalışır, hem de mantık; ama yolun aslına ermeyenler için böyle denir.

O büyükler halk için birer doktor sayılır. Zaten hakikî varlığı sezemeyen herkes birer hastadır. Kendini az hasta sayan onların peşine koşmalıdır.


Yazık sana! Onlardan olduğunu iddia ediyorsun. Göster alametini? Bilelim. Laf çokluğu burada iş görmez. Hakk’a yakın olduğuna delil göster. Onlar, hem Hakk’a yakın, hem de lütfe ermiş kişilerdir. Sende bunlar var mı? Ne arasın? Hak katında hangi derece ye sahipsin? Makamın nedir? O yüce divanda ismin ne? Nasıl lakap almışsın?


* * *


Ey evlat! Her gece yemekten sonra kapın kapanmalı. Mubah ye, bu helâldir. Dünya ve âhiret yatağını bırak. Hakk’a yakın ol. İşte Hak yakınlığının alameti budur.

Yalnız kaldığın zaman ülfetin kiminle? Tek olduğun zaman kim yoldaşın? Bunları iyi tanı, bilmiyorsan öğren. Yalan deme, sonra yü üne vururlar.

Bizim davamızın bir temeli vardır, yükseldikçe birçok esaslara dayanır. Mücerret dava ve hezeyanla olmaz. Bu bapta konuştuğun bir hevesten ibaret, sana yararı dokunmaz. Hak önünde sakin ol. Kendini iç âleme ver. Yanlış edebi bırak. Hele anlattığımız mesele üzerinde hiç konuşma. Konuşman gerektiği zaman teberrüken bu yolun yolcularını ve hâllerini anlat. Kendinden bahsetme, iç âlemin karanlık olduğu hâlde dıştan mamur görünmek olmaz. Bir söz ki, iç hâle uymaz, dıştan konuşulur, işte o hezeyandır. Bu durumu Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in,
“İnsanların etini yiyerek gölgelenen oruç tutmadı.” hadîs-i şerifi güzel anlatır. Sonra Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in şu hadîs-i şerifi de önemlidir: “Oruç tutmak yalnız yemeyi, içmeyi terk değildir.” Yalnız bu yetmez. Buna yanlış hareketleri, iç hâlle işlenen hataların terkini de eklemek gerektir. “Gıybetten sakınınız, o odunu kül eden ateş gibi, bütün iyiliklerinizi kül eder.” hadîs-i şerifleri, iç âleme yapılacak ihtimamı pekâlâ anlatır.

Gıybeti âdet edinen, iflah olmaz. Bir kimse, bu kötü huyla meşhur olsa, kimse yüzüne bakmaz. Kötü niyetle kimseye bakmayınız. Hele şehevî bir arzu olunca. O bakışlar, kalbinize, isyan tohumu eker. Elbette ki, sonu iyi olmaz. Dünya ve âhirette saadet getirmez.

Yalan yere yemin etmekten kendinizi koruyunuz. Bu âdet, ülkeleri yıkar, harabeye çevirir. Malın bereketini götürür. Bunu âdet edinen, davasızlar ve dinsizler gibi olur.

Yazık sana, yalan yeminle mal satmaktasın. İmanın çürüyor, haberin yok. Aklın bu durumu çabuk kavramıyor. Allah ismi üzerine yemin ediyorsun. Üzerine yemin ettiğin şeyin değeri var mı ki? Şu ülken ve cümle cihan, o yüce isme nasıl karşılık olabilir? Bütün söylediklerin hata ile dolu. “Şu, şundan iyidir” derken bir de yalancı şahitlik yükleniyorsun.

Bu, doğruca iflastır. Hâlbuki kendini doğru sanıyorsun. Yakında gözlerine körlük gelir. Yerinden kalkamaz, kötürüm olursun.

Allah’ın rahmeti üzerinize olsun, edepli olunuz. Hak katında edepli ve terbiyeli olanlar kurtulur. Hakikî terbiyeyi bu âlemde bulunuz, öbür âlemde ateşe atıldıktan sonra her şey faydasız olur. Saymakta olduğumuz şeyler, ahlâk kaidelerinin çok azıdır. Bunların en az beşte birini yapmaya hazırlanmayan için ne oruç fayda verir, ne de öbürleri. Haddizatında oruç ve namazın aslı bozulmaz, fakat ecri ve mükâfatı olmaz, esas gaye ele geçmez.



* * *


Ey evlat! Belki de yarın yeryüzünden ismin silinir, cismin zemine geçer. Ve sen, eli boş olursun. Bu bir an meselesidir. Belki hemen, belki de biraz sonra olur, yarına kalmaz. O hâlde bu gaflet niye? Niçin bu gaflet uykusu? Kalpleriniz nasıl böyle kararmış? Sanki birer taş kesilmişsiniz.

Ben sizi kurtarmak için konuşuyorum. Aynı nasihatleri başkaları da yapıyor. Fakat siz aynı şey üzerinde durmaktasınız. Kur’an size okunuyor. Peygamber Efendimiz’in sözleri ve geçmişteki büyüklerin âdetleri size anlatılıyor. Fakat sizde bir vurdum duymazlık devam edip gidiyor. Hiçbirinden ibret almıyorsunuz. Yaptığınız hatalardan uzak durmak aklınıza gelmiyor. İşleriniz şeklini değiştirmiyor. Vaaz yapılan her ülke mübarektir; fakat öğüt tutmayan halkı en kötü insanlardır.



* * *


Ey evlat! Allah dostlarına ihanet nazarı ile bakma. Allah’ı az biliyorsun. Bu az bilgi, Hak dostlarını gözünde küçültüyor. Onlar da seni bırakıp gidiyorlar. “Bizden niçin ayrı duruyorlar?” diye kızıyorsun. Ama bilmiyorsun ki, onlar seninle duramazlar. Nefsini bilmiyorsun. Bilsen bile çok az. Bu az bilgi, insanların kadrini bilmekten de seni mahrum kılıyor. İnsanları bilemiyorsun. Âhireti ne kadar az bilsen, Hak bilgisi de sana o kadar uzak olur.



Hz. Abdulkadir Geylani / İlahi Armağan

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim


Ey evlat! Hem Hak sevgisi, hem de diğerlerinin sevgisi… Bunlar bir arada olamaz. Hak Teâlâ buyurdu ki:
“Hiç bir kişinin sine boşluğuna Allah iki kalp koymadı.” (el-Ahzâb, 33/4)

Kalbe dünya sevgisi ile âhiret sevgisi sığmaz. Halkla Hâlık bir arada olamaz. Biri girince öbürü çıkar, gider. Fani olan şeyleri bırakırsan sonsuz ve ebedî şeyler sana gelir. Malını ve nefsini yağma et ki, cenneti bulabilesin. Cenab-ı Hak şöyle ferman buyurdu:
“Allah, cennet karşılığı, iman sahiplerinin mallarını ve nefis lerini satın aldı.” (et-Tevbe, 9/111)

Zahid ol. Allah’tan gayri şeyleri gönülden ırak et, yolların açılır. Hakk’a yakınlık duygun sağlam olur. Dünya ve âhirette O’nun yakınlığına sahip olursun.

Hakk’a sevgi iddiası, kolay olmaz. İddia sahibi isen, Hakk’ın çizdiği yola dön. O yolun kıvrımlarından git. Kalbini kötü şeylerden temiz eyle. Orası Mevlâ’nın evidir. Tevhid ve ihlâs kılıcı ile içine sızan kötülükleri dışarı at. Doğruluğa dayan, kalp kapını kimseye açma. Hanene yalnız Hak misafir olsun. Kalbinin hiç bir köşesinde O’ndan başkasına yer verme.

Hep oyuncakla oynamakta ve kabukla yetinmektesiniz. Bende oyuncak yok. Bende kabuk da yoktur. Her şeyin özünü benden isteyiniz. Oyuncak benim dükkânımda satılmaz.

Yanımda nifaksız ihlâs vardır. Hak, takva ister, ihlâs ister. Kalbinize nazar ettiği zaman bunları görmeyi diler. Dış halinizi görmek istemez. Kalbinizde saklı niyetinizi görmek diler. Bu hâle işaret ola rak Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Kestiğiniz kurbanların, kanı ve eti O’na varmaz; O’na varan şey, sizin takva halinizdir.” (el-Hac, 22/37)

Ey âdemoğulları, dünyada ve âhirette yaratılan şeylerin hepsi sizin için yaratılmıştır. Buna karşılık şükrünüz nerede? Takva hâliniz hani? O’na vardığınızın delili nerede? Hizmetiniz nerede? Kötü şeyleri kalbinize koymayınız. Yapılan işlerin ruhu olmalı; işlerin ruhu ise ihlâstır.



Hz. Abdulkadir Geylani / İlahi Armağan


بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
habibi
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1059
Kayıt: 26 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen habibi »

Resim


Gönlünüzdeki güllerin ömrünüze dağıtılması dileklerimle ...


emeklerinize saglık...
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/hbbi.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »


Dupduru gönüllü Habibi CANım, ne güzelsin.. Dupduru su gibi..
Dilerim Mevlam seni güzelliklerle ve hayırlarla sarsın, şer namına ne varsa uzak kılsın..
Rabbime Yar olasın..
Daima Aşk üzre olasın..

sevgilerimle..

Resim

Senin için sevgiyle dua ederek açtığım sayfadan:


Allah’ı anan daima diridir, ölmez. Bir hayattan öbür âleme geçer. Bir andan fazla ölüm acısı ona gelmez. Allah’ı anmak kalbe yerleşince, kul dâima Allah’ı anar. Dilinden bir şey demese bile o, Allah’ı anmış olur. Kul Allah’ı andıkça Hakk’a uyar ve O’nun işlerine muvafakat eder. O’nun yaptığı işlere ses çıkarmaz.


Hakk’a uymamız ve O’nun emirlerine boyun eğmemiz gerekir. Biz yazın geldiğine hakikaten inanmayacak olursak, ensemiz yandığı zaman inanırız. Kışa-yaza inanmak, onları olduğu gibi kabul etmek, onların eziyetini hafifletir. Onlara inanmış olan gereğini yapar, kurtulur. Yazın serinlik bulur, kışın sıcak edecek şeyleri hazırlar.

İşte belâlara da inanmak, bunun gibi bir şeydir. Sıkıntı ve darlığı giderir. Belâ ve âfetlerin, gelişine inanan onların gelişine hazırlık yapar; yapınca cümle sıkıntıdan emin olur. Belâ ve âfet için asıl hazırlık, onların Hak tarafından gönderilmiş olduğuna inanmaktır. Sabırlı olmaktır.


Allah yolcularının hâli ne kadar hoştur. Onların hâli ne kadar iyidir. Hak katından onlara ne gelse, hoşluk olur. Onlar, marifet şarabını içmişlerdir. Hakk’ın lütuf kucağında yatarlar. O’nun ünsiyeti ile ülfet ederler. Şüphesiz bu halleri için onlara güzel makam verilmiştir. Hak Teâlâ’dan başkasını görmemek zevkini tatmışlardır. Onlar, Mevlâ’nın eli altında birer ölüdür. Heybet nuru, onları bu hale getirmiştir. Allah dilerse onları diriltir. Hak önünde onlar Ashâb-ı Kehf’dir. Allah Teâlâ, Ashab-ı Kehf hakkında şöyle buyurur:
“Onları bir sağa, bir de sola çeviririz.” (el-Kehf, 18/18)

O büyükler, insanların en akıllısıydı. Bütün hâlde Yaratıcılarından marifet ve kurtuluş dilediler. Bütün gayeleri buydu.



Hz. Abdulkadir Geylani / İlahi Armağan

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Cevapla

“►Abdulkadir Geylani◄” sayfasına dön