SABIR TEVEKKUL VE AFFIN HAKIKATI
Gönderilme zamanı: 18 Tem 2008, 01:42
Kitabın orijinal adı:SOHBETLER(Ken'an Rifai Hz.den)
Alıntı: Sayfa 22-23
Bugün Avukat Mustafa Rıza Efendi (eski istanbul kadılarından bir zat) geldi. Söz arasında bir arkadaşının, kelam ilmine göre Cenab-i Hakk'ın ancak sıfatını bilebileceğimizi zâtını ise bilemeyeceğimizi söylediğinden bahsetti. Kendisinin ise bu arkadaşa; Cenab- Hakk'ın sıfatını dahil bilemediğimiz, cevabını verdiğini ilave etti ve mesela şu asırda Hakk'ın sıfatından olan sabır kemaliyle tecelli ettiği halde aklımız bunu bile kavrayamıyor. Allah'ın halifesi olan ehlullah kendilerine reva görülen her türlü muameleye sabrediyor. Amma benim havsalam bu işi almıyor, dedi.
Riza efendiye cevap verdim, dedim ki: ALLAH'ın sıfatları ile bu oluş, bu dünya alemindeki sıfat bir değildir. Kendisine, hali üzerindeki günesi gösterdim ve: Bu nedir, güneşin kendisi mi? Hayır şuaı. Fakat buna rağmen yine de güneş diyoruz. Halbuki güneşin aslına gözün bile tahammül etmez. Şuaının içinde ise yüzüyorsun. Işte hakikat ve oluş. Işte ALLAH'ın sıfatı ile ondan bir şule olan insandaki sıfat arasındaki fark!
Rivayet olunur ki Muhiddin -i Arabi Hazretleri zindanda iken hayranlarından biri sürüne sürüne gelerek hazrete , tevekkül, kanaat, sabır ve affın hakikatlerini sorar.
Hazret-i Muhiddin: Yarın gel de birincisine cevap vereyim! buyurur ve o zat, birinci müşkülune cevap almak üzere zindana geldiği zaman Muhiddin Hazretleri'nin bir kuru ekmeği yemekte olduğunu görür. Çok üzülerek bu derede sabrının sebebini sorar. İşte o esnada hazretin bir işaretiyle bir alem açılır ve mükellef sofraların kendisi için hazırlanmış olduğunu görür. O zaman hazret; o zata hitap ederek: Elimizin altında neler olduğunu gördün mü? Amma bizi buraya gönderen Hak'tır. Zindanda da yenen gıda ise bu kuru ekmektir. Onun için halimizin ve mevkimizin icapları hilafına hareket etmeyiz. Hak'tan gelene tevekkül eder ve sabreyleriz, buyurur.
İkinci gün o zat yine zindana gelir. Bu defa da hazreti zincirler içinde görür ve teessür ile düşünürken Muhiddin Hazretleri'nin zincirlerini silkeleyip parçaladığını ve önlerinde güzel bir sahil belirdiğini bir kayığın ise kendisini kaçırmak üzere hazir beklediğini görür. Hazret bu tekliği de reddeder.
Üçüncü gün o zat tekrar zindana geldiğinde Hazret-i Muhiddin'in vefat etmiş olduğu haberini alarak ağlaya ağlaya evine döner.
O gece rüyasında, alem-i haşri görür. Hazret-i Muhiddin 'i zindana koymaya sebep olan kimselerin zincirlere bağlı olarak cehenneme sevkedildikleri hazretin ise bunların arkasından koşarak:
Ya Rabbı, bunlar benden evvel cennete girmedikçe, ben senin cennetine girmem!
diye yalvararak onları şefaat ve affına mazhar ettiğini görür. Işte o zaman kendisini zindanda ziyaret edip sual şormuş olan zata dönerek:
Gördün mü oğlum, bu da affın hakıkatıdır! der...
HALİM CAN'a armağanımdır
Selam Sevgi ve Muhabbetle
Cumamız mübarek olsun
Gariban
Alıntı: Sayfa 22-23
Bugün Avukat Mustafa Rıza Efendi (eski istanbul kadılarından bir zat) geldi. Söz arasında bir arkadaşının, kelam ilmine göre Cenab-i Hakk'ın ancak sıfatını bilebileceğimizi zâtını ise bilemeyeceğimizi söylediğinden bahsetti. Kendisinin ise bu arkadaşa; Cenab- Hakk'ın sıfatını dahil bilemediğimiz, cevabını verdiğini ilave etti ve mesela şu asırda Hakk'ın sıfatından olan sabır kemaliyle tecelli ettiği halde aklımız bunu bile kavrayamıyor. Allah'ın halifesi olan ehlullah kendilerine reva görülen her türlü muameleye sabrediyor. Amma benim havsalam bu işi almıyor, dedi.
Riza efendiye cevap verdim, dedim ki: ALLAH'ın sıfatları ile bu oluş, bu dünya alemindeki sıfat bir değildir. Kendisine, hali üzerindeki günesi gösterdim ve: Bu nedir, güneşin kendisi mi? Hayır şuaı. Fakat buna rağmen yine de güneş diyoruz. Halbuki güneşin aslına gözün bile tahammül etmez. Şuaının içinde ise yüzüyorsun. Işte hakikat ve oluş. Işte ALLAH'ın sıfatı ile ondan bir şule olan insandaki sıfat arasındaki fark!
Rivayet olunur ki Muhiddin -i Arabi Hazretleri zindanda iken hayranlarından biri sürüne sürüne gelerek hazrete , tevekkül, kanaat, sabır ve affın hakikatlerini sorar.
Hazret-i Muhiddin: Yarın gel de birincisine cevap vereyim! buyurur ve o zat, birinci müşkülune cevap almak üzere zindana geldiği zaman Muhiddin Hazretleri'nin bir kuru ekmeği yemekte olduğunu görür. Çok üzülerek bu derede sabrının sebebini sorar. İşte o esnada hazretin bir işaretiyle bir alem açılır ve mükellef sofraların kendisi için hazırlanmış olduğunu görür. O zaman hazret; o zata hitap ederek: Elimizin altında neler olduğunu gördün mü? Amma bizi buraya gönderen Hak'tır. Zindanda da yenen gıda ise bu kuru ekmektir. Onun için halimizin ve mevkimizin icapları hilafına hareket etmeyiz. Hak'tan gelene tevekkül eder ve sabreyleriz, buyurur.
İkinci gün o zat yine zindana gelir. Bu defa da hazreti zincirler içinde görür ve teessür ile düşünürken Muhiddin Hazretleri'nin zincirlerini silkeleyip parçaladığını ve önlerinde güzel bir sahil belirdiğini bir kayığın ise kendisini kaçırmak üzere hazir beklediğini görür. Hazret bu tekliği de reddeder.
Üçüncü gün o zat tekrar zindana geldiğinde Hazret-i Muhiddin'in vefat etmiş olduğu haberini alarak ağlaya ağlaya evine döner.
O gece rüyasında, alem-i haşri görür. Hazret-i Muhiddin 'i zindana koymaya sebep olan kimselerin zincirlere bağlı olarak cehenneme sevkedildikleri hazretin ise bunların arkasından koşarak:
Ya Rabbı, bunlar benden evvel cennete girmedikçe, ben senin cennetine girmem!
diye yalvararak onları şefaat ve affına mazhar ettiğini görür. Işte o zaman kendisini zindanda ziyaret edip sual şormuş olan zata dönerek:
Gördün mü oğlum, bu da affın hakıkatıdır! der...
HALİM CAN'a armağanımdır
Selam Sevgi ve Muhabbetle
Cumamız mübarek olsun
Gariban