1. sayfa (Toplam 1 sayfa)
YÛSUF-I HAKÎKÎ BABA ve ESERİ
Gönderilme zamanı: 25 Mar 2008, 19:31
gönderen kulihvani
YÛSUF-I HAKÎKÎ BABA ve ESERİ
YUSUF HAKİKİ BABA TÜRBESİ VE MESCİDİ
Aksaray il merkezinde, kuzeydoğuda Şeyh Hamid mahallesindedir.
Türbe ve mescide ulaşım Eğri Minarenin bulunduğu yol üzerinden sağlanmaktadır.
Mescid ve türbe büyük taşla çevrilmiş bir avlu içerisinde yer almaktadır. Büyük avluya giriş kapısı taştan yapılmış olup sağında ve solunda ve iç kısımlarında 4 adet mihrapcık bulunmaktadır.
Avlu içindeki su kanalı bir küçük kemer köprü kurularak geçirilmiştir.
Mescid kısmına girişte sağ kısımda kütüphane, abdesthane kısımları konulmuştur.
Plan itibariyle komplex L şeklinde yapılmıştır.
Mescide giriş kısmında 5 tane yuvarlak içi semerdam yuvarlağı olan ara bölümüne girilmektedir.
Sol tarafta yer alan mescid kapısı demirden yapılmıştır.
Mescid kısmı yeniden yapılmıştır.
Kubbeli taş yapının içi günümüz sıvası ile sıvanmıştır.
Üst kısımları boyanmış alt kısımlarda lambiri tahta ile kaplanmıştır.
Sağ kısımda hutbe okunması amacıyla ağaçtan minber vardır.
Güney kısmında sonradan yapılmış olan tahta mihrap yer almaktadır.
Mihrabın her iki tarafında mescidin aydınlanması amacıyla kalın duvar içinde dıştan iki adet pencere yapılmıştır.
Türbe: Mescid içinde yine bir kapıyla Yusuf Hakik-i Babaya ait türbe kısmına geçilmektedir.
Taştan yapılmış olan bu bölüm yuvarlak kubbelidir.
Odanın orta kısmında doğu-batı istikametinde yatan ve batı kısmında baş tarafı yeşil sanduka sarığı bulunan tahta sanduka yer almaktadır.
Sandukanın üzerine yeşil renkli sanduka örtüsü serilmiştir.
Sanduka taş platform üzerine ağaç olarak semerdam çatı şeklinde yapılmıştır.
Türbenin aydınlatması batı ve güney istikametine konulan iki pencereden yapılmaktadır.
Kuzey istikametinde iki adet dikdörtgen kemerli niş yer almaktadır.
Yapı 1990 yılında yeniden tamir görmüştür.
Yusuf Hakiki Baba Türbesi ve Mescidi (Merkez) :
Aksaray Şeyh Hamit mahallesir17;nde Eğri Minare yakınlarında bulunan Yusuf Hakiki Baba Türbe ve Mescidir17;nin ne zaman yapıldığı bilinmemektedir.
Günümüze kitabesi gelmediği gibi kaynaklarda da onunla ilgili bilgiye rastlanamamıştır.
Türbe ve mescit bir avlu içerisinde, su kanalı üzerindeki küçük bir köprüden geçilmektedir.
Mescidr17;in L şeklinde bir planı olup, 1990 yılında onarılmıştır.
İç mekan iki pencere ile aydınlatılmıştır.
Mescit mimari yönden herhangi bir özellik taşımamaktadır.
Mescidin içerisinden Yusuf Hakiki Baba Türbesir17;ne geçilmektedir. Taştan kare planlı türbenin üzeri kubbe ile örtülüdür.
Batı ve güney yönündeki iki pencere ile aydınlatılan türbenin içerisinde Yusuf Hakiki babar17;nın sandukası vardır.
Türbe, mescit ile birlikte 1990 yılında onarılmıştır.
Mimari yönden bir özelliği bulunmamaktadır.
YÛSUF HAKÎKÎ BABA
Aksaray'da medfûn evliyâdan.
Halk arasında Somuncu Baba diye meşhur olan Hamîd-i Velî hazretlerinin oğludur.
Çocukluğundan îtibâren babasının terbiyesi altında yetişip kemâle eren Yûsuf Hakîkî Baba, Konya ve Aksaray medreselerinde de okudu. Babasından sonra vefâtına kadar Aksaray'daki hankâhda şeyhlik yaptı.
Hakîkînâme, Muhabbetnâme, Metâli-ül-Îmân kitapları yanında tasavvuf âdâbıyla ilgili eseri ve babasının Şerh-i Hadîs-i Erba'în adlı eserine hâşiyesi olan Yûsuf Hakîkî Baba'nın türbesi Aksaray'da Şeyh Hamîd Mahallesindeki hankâhın bahçesindedir.
Gönderilme zamanı: 25 Mar 2008, 19:47
gönderen kulihvani
YÛSUF-I HAKÎKÎNİN TASAVVUF RİSALESİ
Dr. Ali ÇAVUŞOĞLU
(Erciyes Üniversitesi, İlâhiyat Fak., Türk-İslâm Edebiyatı Öğr. Gör.
ÖZET
Meşhur adıyla Somuncu Babanın oğlu olan Yûsuf-ı Hakîkî edebiyatımızda yeterince tanınmamış önemli bir kişidir.
Mahabbet-nâme adlı mesnevisinin, Hakîkî-nâme adlı divanının, Tasavvuf Risalesi adlı mensur eserinin hem zengin bir kelime hazinesine hem de zengin bir içeriğe sahip olması, üzerinde önemle durmamızı gerektiriyor.
Hacı Bayram-ı Velînin Somuncu Babanın öğrencisi ve halifesi olması, Yûsufun da Hacı Bayram-ı Velî tarafından yetiştirilmesi; onun halifelerinden olması, Türk tasavvuf ve kültür hayatı açısından göz ardı edilmemesi gereken bir konumda olduğunu gösterir. Burada söz konusu edeceğimiz Tasavvuf Risalesi de onun, temsil ettiği silsilenin ve dönemin tasavvuf anlayışını ortaya koyabilmemiz açısından önemlidir. Yûsuf, bu risalede tasavvufu ve tasavvufî hayatı nasıl algıladığını anlatırken kendi görüşlerinden ziyade meşhur mutasavvıfların görüşlerinden yararlanır ve onların eserlerinden alıntılar yapar. Söz konusu görüşleri Kuran ve hadislerden nakiller yaparak da desteklemeye çalışır.
Eser temelde şeyh-mürid arasındaki ilişki, iyi ve kötü şeyh ile mürid tanımlamaları, tasavvufun ne olduğu, bir şeyhe bağlanmanın gerekleri, şöhretin ne denli büyük bir bela olduğu ve müminin nasıl bir insan olduğu konuları üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bu ve benzer konular çerçevesinde tasavvuf hayatıyla ilgili olarak onun ulaştığı görüşleri şu şekilde ifade edebiliriz: Kişi, iç dünyasını düzenlemek ve bazı ruhsal üstünlüklere erişmek amacıyla kâmil bir şeyhe bağlanmalı; fakat bir kez bağlanınca da nitelik araştırması yapmadan işine bakmalı, söylenenleri yerine getirmelidir. Çünkü bilinmeyen bir yola ancak bir rehber eşliğinde girilebilir. Yûsufa göre tasavvuf; bir bilinmezlik içerisinde olmak; addan ve sandan arınmak, yüce yaratıcıya ulaşmaya çalışmaktır. İyi bir müminin dayanağı Allah, rehberi ise Peygamberdir.
İyi bir mümin bal arısı gibi olmaktır. İyi bir mümin bal arısı gibi sürekli başkaları için çalışır ve onlara bal verir.
Anahtar Kelimeler: Yûsuf-ı Hakîkî, Tasavvuf, Sofi, Hacı Bayram-ı Velî,
Giriş :
Yûsuf-ı Hakîkî, Somuncu Baba adıyla anılan Hâmid-i Aksarâyînin (1) oğludur; dedesi de Mûsâ-yı Kayserî adıyla anılan meşhur bir zattır. Aslen Türkistanlı oldukları bilinmektedir. Kayseriye ne zaman geldikleri kaynaklarda belirtilmiyor ise de Şeyh Hâmid-i Aksarâyînin neslinin Yûsufla devam ettiği ifade edilir. Yûsuf, Hakîkî-nâme adlı eserinde yer alan, Zikr-i isnâd-ı Hırka başlıklı şiirde ailesi ve tarikatı hakkında bilgi verir.
Yûsuf-ı Hakîkînin ne zaman doğduğu belli değildir, fakat babasının 815 (m.1412)te öldüğü ve oğlu Hakîkînin eğitimini müridi Hacı Bayrama havale ettiği (2) düşünülecek olursa o sıralarda henüz bir çocuk olmalıdır. Zira Mahabbet-nâmenin Manisa nüshası müstensihinin, eserin sonunda verdiği tarih de bunu göstermektedir. Mahabbet-nâmenin Manisa nüshasının müstensihi eserin sonuna ilave ettiği ve kendisine ait olan on beş beyitlik Târih bölümünde yaşının 86 olduğunu söylerken kitabı temize çektiği tarihin de müellifin ölümünden bir sene sonra olduğunu ifade ederMahabbetnâmenin Manisa nüshasının ketebe kaydı ise 894tür. Milâdî takvime göre bu da 1488dir; bir eksiği ise Yûsuf-ı Hakîkînin vefat tarihidir. Kabri Aksaraydadır.
Evliya Çelebi ondan : El-Hac Bayram Velî (3) öğrencilerinden olup Ankarada ledün ilmini tamamlayıp Aksarayda Bayramî tarîkatinde öncü olmuştur. (4) diye söz eder.
Osmanlı Müelliflerinde ilim ve irfan sahibi bir zat olduğu, Hakîkî-nâme isminde iki cilt üzerine tertip edilmiş bir divanının, Mahabbet-nâme ve Metaliul-İman adlı eserlerinin de olduğundan söz edilir (5). Yûsuf-ı Hakîkînin, Türkiye kütüphanelerinde, hususî kütüphanelerde ve yurt dışında bulunan, kendisine ait olduğunu tespit ettiğimiz yedi eseri bulunmaktadır. Bunlar:
Hakîkî-nâme adıyla anılan divanı;
Mahabbet-nâme isimli tasavvuf ve ahlâka dair olan mesnevisi;
Tasavvuf Risâlesi isimli, tasavvufa dair mensur eseri;
BabasınınHadîs-i Erbaînine yazdığı bir şerh;
Tercüme bir eser olan Metâliul-İman;
Ayrıcaet-Tesnîm;
Ve er-Rahîk el-Mahtum isimli eserlerdir.
Son ikisi Kahirede Hidiviye Kütüphanesinde bulunmaktadır; ancak bu eserlerin katologda belirtildiği şekilde varlıkları, içerikleri ve hacimleri henüz tespit edilememiştir.
Burada Tasavvuf Risalesini içerik olarak günümüz Türkçesiyle vermeye çalışacağım. Hayatı ve Eserleri ile ilgili daha geniş bilgi için Yûsuf-ı Hakîkînin Mahabbet-nâmesinin Tenkitli Metni ve İncelenmesi adındaki doktora çalışmamıza bakılabilir (6).
Kaynaklarda Yûsuf-ı Hakîkînin Tasavvuf Risalesinin varlığından söz edilmez. Eserin içinde de ismiyle ilgili herhangi bir bilgi bulamayız; ancak Süleymaniye, Hacı Mahmud, 2974 numarada kayıtlı Metâliul-Îmânla bir arada bulunup 27a-57a varaklar arasındadır. Her iki eser de aynı hatla yazılmıştır ve eserin başında başka bir hatla Yusuf Hakîkînin Tasavvuf Risâlesi kaydı bulunmaktadır.
Tasavvuf Risâlesinde andığı isimler ve eserin içeriği de kültür çevresi bakımından bu eserin ona ait olduğu konusundaki düşüncemizi desteklemektedir.
Ayrıca bu eserdeki şiirlerinin bir kısmı Hakîkî-nâme adlı eserinde daha hacimli olarak yer almaktadır.
Tasavvuf Risalesi, Müellifin eserde andığı meşhur mutasavvıflar, onların sözlerinden nakiller ve bir takım yorumlar içermesi dolayısıyla tasavvuf tarihi bakımından önemli bir eserdir. Bu itibarla günümüz Türkçesiyle, anlaşılır bir hâlde eserin içeriğini yayınlamayı düşündüm.
Eseri içerik olarak vermeye çalışırken aslında olan tekrarlardan burada kaçınmaya çalıştım. Bir de çok sık yer alan Farsça şiirlerden ve çok az yer alan müellifin kendisine ait olan Türkçe şiirlerden birer ikişer beyit alabildim.
Metnin hacimli olması dergi ilkelerine göre basma güçlüğü doğurduğundan
Hakîkînin naklettiği hikâyelerin bir kısmını da kısaltarak vermek zorunda kaldık. Bu da hâliyle bazı varakların hacimce daha az görünmesine sebep oldu.
Risalenin içerik olarak daha anlaşılır bir hâle gelmesi için risaledeki konuları her bölümün başında konu başlıkları olarak kullandım. Şimdi risaleyi günümüz Türkçesiyle tanımaya çalışalım.
DİPNOTLAR :
(1) Hakîkînin babası, Somuncu Baba adıyla meşhur, aslen Kayserili Şeyh Hâmid bin Musadır. Somuncu Baba Künhül-Ahbarda söylendiğine göre zâhir ve bâtın ilimlerinde şöhret sahibi olmuş, kendisini gizlemek için Bursada ekmekçilik yaparak geçimini sağlamış ve Şemseddin Fenâri kendisinin öğrencisi olmuştur. Bayezidin, yaptırdığı camide ona vaizlik vermesi ve halkın kendisine teveccühünün artması üzerine burayı terk etmiş ve Aksaraya yerleşmiştir. Zâhiren Şeyh Alî-i Erdebilîden tarîk alıp Veysîlere dahil olmakla birlikte, bâtınen Bayezid-i Bistâmî hazretlerinin ruhaniyyetinden istifade etmiş olduğu ve Hazret-i Hızırla sohbette bulunduğunun ehl-i keşfin şehâdetleriyle sabit olduğu da ifade edilir. Hacı Bayram-ı Velînin mürşidi olan Somuncu Baba h.815te vefat etmiş ve buna Tâc-ı Ârifîne terkibiyle tarih düşülmüştür.
Bu bilgilere ilave olarak Ali Rıza Karabulut, Kayseri İlmiyye Tarihinde Meşhur Mutasavvıflar isimli eserinde Somuncu Babanın mezarının Aksarayda olduğunu ve bu hususta eski kaynakların hiçbir şüpheye mahal vermeyecek kadar ittifak içerisinde olduklarını kaydeder (Bak. Ali Rıza Karabulut Kayseri İlmiyye Tarihinde Meşhur Mutasavvıflar., s. 118, Seyyid Burhaneddin Hazretleri Hizmet Vakfı Yay., Kayseri 1994)
Somuncu Babanın eserleri şunlardır:
(1)Şerhu Hadis-i Erbain,
(2) Risaletüz-zikr (Bu eser de Ali Rıza Karabulut tarafından tercüme edilerek adı geçen eserinde nakledilmiştir.)
(3)Silahul-Müridîn
(4) Kâşiful-Esdâr an-Vechil-Esrâr ve ayrıca şiirleri de bulunmaktadır. (Bak. Ali Rıza Karabulut a.g.e.) (Bak. Hayrettin İvgin, Somuncu Babanın Yeni Bulunan Bir Eseri ve Diğer Eserleri, Erciyes Yöresi 1. Folklor, Halk Edebiyatı ve Etnoğrafya Sempozyumu Bildirileri, s. 55 Kayseri 1991)
Karamanlı Şeyh Şücâ, Sultan Şücâeddin de Hâmid-i Kayserînin öğrencilerindendir.
(Bak. Ali Rıza KARABULUT, Kayseri İlmiyye Tarihinde Meşhur Mutasavvıflar, s.64, Kayseri 1994)
(2) Ahmet AKGÜNDÜZ, Somuncu Baba, s.138
(3)Hacı Bayram-ı Velî: Tarîkat silsilesi için bak. Şakâik-ı Nûmaniyye ve Zeyilleri, I. Hadâikuş-Şakâyık, Haz. Dr. Abdulkâdir ÖZCAN, Çağrı yay., c.1 s.64, İstanbul 1989;
Bak. Selçuk ERAYDIN, Tasavvuf ve Tarikatler, Marifet Yayınları, s.255, İstanbul 1981
(4) Evliya Çelebi, Seyahatname, Haz. Üçdal Neşriyat, c.3, s.845, İstanbul (Tarihsiz)
(5) Bursalı M. TAHİR, Osmanlı Müellifleri, Meral Yayınevi, c.1, s.224, İstanbul (Tarihsiz)
(6) Ali Çavuşoğlu, Yûsuf-ı Hakîkînin Mahabbet-nâmesinin Tenkitli Metni ve İncelenmesi
Gönderilme zamanı: 25 Mar 2008, 20:06
gönderen kulihvani
YÛSUF-I HAKÎKÎNİN TASAVVUF RİSALESİ
Dr. Ali ÇAVUŞOĞLU
(Erciyes Üniversitesi, İlâhiyat Fak., Türk-İslâm Edebiyatı Öğr. Gör.
1. Giriş :
Besmele, Hamdele, Salvele
(27a) Bismillahirrahmânirrahîm
El-hamdu lillahi Rabbil-âlemîn. Ves-salâtu alâ Resûlihî seyyidil-enbiyâi vel-mürselîn. Ve alâ âlihî ve eshâbihî ecmaîn.
2. Hakkı Talep ve Bir Mürşide Bağlanmak :
Amma bad. İyi bil ki Hakkı talep edenler bu yolda dünyayı ve nefislerini
terk ederek mesafe almışlardır. Bu yola gösteriş, iki yüzlülük ve gururla girilmez. Bu yola ancak bir mürşide bağlanılarak girilir; er-refîk sümmet-tarîk (7).
Allah buyurur: Yâ eyyühel-lezîne âmenût-tekullâhe veb-tegû ileyhil-vesîlete ve câhidû fî sebîlihî lealleküm tuflihûn" (8).
Allah yine Mûsâya: Hel ettebiuke âlâ en tuallimeni mimmâ ullimte rüşden (9), buyurur.
Necmü Dâye (10) şöyle der:
Mûsâ aleyhis-selâm nübüvvet ve risalete sahip olduğu hâlde on yıl Şuayb aleyhis-selâma hizmet etti (27b). Böylece Allahla bizzat konuşma derecesine, Ve kellemallâhu Mûsâ teklîmen (11) ve ve ketebnâ lehu fil-elvâhı min külli şeyin illâ (12) ulaştı.
Saadete ulaşan kimseler kâmil şeyhlerin kontrolünde süluka girenlerdir.
Şeyh Evhadüd-din-i Kirmânî (13) rahmetul-lâhi aleyh buyurur: Herkes önce yoldaş arar / O zaman yola düşer (28a) Er dediğin kişi şeriate tam bağlanır ve kulluk makamında doğru yolu bularak şeyhine saygı içerisinde hizmet eder.(28b) Çünkü sâlikin kalbi zikre devam ederek temizlenir; ruh tecellîlerine kabiliyetli bir hâle gelir; Enel-Hak ve Sübhânî zevki ona yüz gösterir.
Şâyet bir şeyhin yardımı olmazsa aklı bunu anlayamaz, hulûl ve ittihâd belâsına düşer. Bu durumda imanının gitmesinden korkulur.
Necmü Dâye şöyle der:
Eğer kerametlerini kendinden bilirsen Sen bir firavunluk ve Tanrılık iddiasında bulunmuş olursun
Pek çok insan doğruluktan ayrılarak sapıtmışlardır. Bu anlamda Şeyh
Attâr (14) şöyle buyururur:
O senin için bir nûrsa da o ateşten başka bir şey değildir. Sen bu cılız gurur ışığında yürüme
Hz. Peygamber de şöyle buyurur: Şerrül-umûrı muhdesâtühâ ve küllü muhdesetin bidatün ve küllü bidatin" (29a) dalâletün (15).
DİPNOTLAR :
(7) Önce yoldaş, sonra yol.
(8) El-Mâide 5/35 : Ey iman edenler! Allahtan sakının, ona yaklaşmak hususunda vesile arayın, yolunda cihad edin ki felah bulasınız.
(9) El-Kehf 18/66 : Musa ona Sana öğretilen rüşd ve hayır ilminden bana öğretmek üzere sana tabi olayım, olur mu? dedi.
(10) Necmeddin Dâye: 1256da ölen Necmeddin Dâye Râzî, Anadoluda yaşıyordu ve o devirde Kübrevîliğin en büyük temsilcisi idi. Onun Mirsadul-İbad adlı eseri Alâeddin Keykubad adına yazılmıştır. Sadreddin Konevî ve Mevlâna ile sohbetlerde bulunan bu mutasavvıf Kübrevîliğin Anadoluda yayılmasında büyük rol oynamıştır. Bu akımın bir temsilcisi de Mevlânanın babası Bahaeddin Veled idi (öl.1230).(Mehmet Bayraktar,
Davudül-Kayserî, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay. Ankara 1988, s.4)
(11) En-Nisa 4/164 : ... Allah Musa ile söz söylemiştir.
(12) El-Araf 7/145. Biz, Musa için elvahta din ve dünya için muhtaç olan her bir şeyi..(mevizeyi ve tafsilî ahkamdan hepsini) yazdık...
(13) Anadoluda İşrâkîliğin temsilcisi olan Evhadüd-din-i Kirmânî İran doğumlu olup (ö.685/1238)de ölmüş. Muhyiddin İbni Arabî ile Konyada görüşmüş. Hayatı hakkında en önemli kaynak kendi adıyla anılan menakıb-namesidir. Malatya, Konya, Sivasta ikâmet etmiş, fakat çoğunlukla Kayseride kalmıştır. Mirsâdül-İbâd müellifi Necmeddin Dâye ile muhtemelen Sivasta görüşmüş. Horasan ve Maveraünnehir seyahati sırasında Necmeddin-i Kübrâ ile görüşdüğü rivâyet edilmektedir. Bir süre Erdebilde kaldıktan sonra Şamda İbni Arabînin sohbetlerine katılmıştır. Şehabeddin-i Sühreverdînin (634/1237)de ölümü üzerine Bağdadda Merzubâniyye Hankâhına şeyh tayin edildi. 21 Mart 1238de vefat etti. Evhadüddin, Allahın cemâl sıfatının tecellîlerini varlıkta temaşa etmeyi esas alan Şâhid-bâzî denilen tasavvufî meşrebe sahip bir sufîdir. Gençlerle sema etmekten büyük zevk duyduğu söylenmektedir. Bidatçi olduğu gerekçesiyle Sühreverdî, Mevlânâ ve Şems-i Tebrizî tarafından tenkit edilmiştir.
(Daha fazla bilgi için bak. DİA.,c.11, s.519)
(14) Feridüddin Attâr(ö.618/1221); Horasan Selçukluları zamanında Nişaburda doğmuş.
Gençliğinde attarlıkla uğraşmış; tasavvufî bilgiler edinmiş, şeyhlere hizmet etmiş. Kendisi bizzat peygamberler ve velîlerle ilgili pek çok kitap okuduğunu, otuz dokuz yıl müddetle tasavvufla ilgili şiir ve hikayeler topladığını söyler. Pek çok seyahatten sonra Nişaburda inzivaya çekildi. Mevlâna, Mahmud-ı Şebüsterî, Sadî, Hâfız ve Molla Câmî onun önderlik ettiği kişilerdir. Özellikle Mevlâna, Attarı âşıkların önderi sayar. Eserlerinde Attar, Ehl-i beyte hürmet ve sevgide kusuru bulunmayan, müsamahalı ve taassuba karşı bir sünnîdir. Yanlış olarak ona şiilik isnad edilmiştir. Gazellerinde özellikle vahdet- i vücud düşüncesini işler. Kasidelerinde dünyanın geçiciliğinden bahsederek insanı hak yola davet eder. Attar, tasavvufun esası kabul edilen tarikat, marifet ve hakikat merhalelerini talep, aşk, marifet, istiğna, tevhid, hayret ve fenâdan ibaret yedi merhaleye çıkarır. Son makama çok önem verir: İnsan vücudu Hakkın aynası ve cilvegâhıdır. - Farkına varmadan bazan ittihad, bazan hulul akîdelerine yaklaşmıştır.- Şiirlerinin yüz bin beyiti aştığı söylenir; en çok hikaye anlatımına yer vermiştir.
Eserleri arasında başlıcaları: İlâhî-nâme, 2. Esrar-nâme, 3. Musîbet-nâme, 4. Hüsrev-nâme, 5. Muhtarnâme 6. Mantıkut-Tayr, 7. Divan, 8. Tezkiretül-Evliya
(Daha fazla bilgi için bak. M. Nazif Şahinoğlu, Attar, DİA., c.4,s. 95-98)
(15) İşlerin en kötüsü sonradan ihdas edilenlerdir ve her sonradan konan bidattir ve bütün bidatler dalâlettir.