MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ
- tahaakb
- Özel Üye
- Mesajlar: 1314
- Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00
MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ
MU’CEMU’s- SAĞİR TERCÜME ve ŞERHİ TABERÂNÎ
İmam Taberânî Kimdir?
İmam Taberânî’nin tam ismi, Süleyman bin Ahmed bin Eyyûb eş-Şâmi el-Lahmî'dir. Künyesi ise Ebu'l-Kâsım'dır. Ba'ka'da doğmuştur. Taberiyye'ye nispet edilerek Taberânî denilmiştir.
Hicrî 260 (M. 873) yılında doğmuş, 273 yılında hadis dinlemeye başlamış, otuz sene ilim tahsilinde bulunmuş, o devrin ağır şartlarında Kudüs, Kayseriyye, Humus, Medâin, Şam, Mısır, Arabistan, Yemen, Irak, Bağdad, Küfe, Basra, İran ve İsbahan'a seyahat yapmıştır.[6]
Taberânî, bin veya daha fazla hadis âliminden (şeyh) hadis dinlemiş ve rivayet etmiştir. Onun hadis dinlediği isimlerden bâzıları şunlardır:
Haşim bin Mersed et-Taberânî, Ebû Zur'a es-Sakafî, İshak ed-Debrî, İdris el-Attar, Beşir bin Musa, Hafs bin Amr, Ali bin Abdülaziz el-Begâvî, Mikdam bin Dâvud, Yahya bin Eyyûb el-Allâf, Ebû Abdurrahman Nesâî.
Taberânî'den de pekçok kimse hadis almıştır. Bunlardan bazıları: Ebû Halife, Ahmed bin Muhammed, Ebû Amr Muhammed bin Hüseyin Hüseyin bin Ahmed Ebû Bekir bin Ebî Ali, Ebu'l-Fazl Muhammed bin Ahmed, Ebû Nuaym el-Esbehânî.
Taberânî, hadis hafızlarının büyüklerindendir. Hadiste hüccet, yani 300 000'den fazla hadisi senetleriyle birlikte ezbere bilen unvanına sahiptir. Talebelerinden Ebû Abbas Şirazî, Taberânî'den 300 000 hadis yazdığını söyler.
İleri gelen âlimlerden Zehebî, İbni Kayyım el-Cevzî, Hafız Ebu'l-Abbas eş-Şirâzî ondan övgüyle bahsederler.[7]
Bediüzzaman da Taberânî için, "mevsuk (sika) ve sahih muhakkik" ifâdesini kullanır.[8]
O sadece hadis sahasında değil, tefsir ve fıkıh sahasında da tanınmış bir âlimdir.
Taberânî'nin büyüklü küçüklü yüz eseri vardır. Bunlardan bazıları:
Mu'cemü'l- Kebir,
Mu'cemü 'l- Evsat,
Mu'cemü's- Sagîr,
Müsned'il- Aşere,
Ma'rifeti's- Sahabe,
Müsned-i Ebî Hüreyre,
Et-Tefsir,
Delâilü'n- Nübüvve,
Müsned-i Ebî İshak,
Fezail-i Erbaati’r- Raşidin,
Ahbaru Ömer bin Abdülaziz,
el-Ehâdisü't-Tıval,
İsreti'n- Nisa,
Kitâbü'l- Evâil,
Kitâbü's-Sünne,
Kitâbü'n-Nevâdir.[9]
Hicrî 360 (M. 971) yılında. 100 yaşında iken vefat etmiştir. Kabri İsfehan şehrinin girişinde, Sahabîlerden Hammeme ed-Devsî'nin (r.a.) kabrinin yanındadır. Verdiği eserleriyle kabrine nur yağmasına vesile olmuştur. Allah kendisinden razı olsun.[10]
DiP nOtLar:
[6](Zehebî, Tezkiretü'l-Huffaz, 3:912, 913; Mu'cemü's-Sagîr, 1:4; Mu'cemü'l-Evsat, 1:9, 10.)
[7](Zehebî, Tezkire, 3:912; Mu'cemü'l-Evsat, 1:10-11.)
[8](Bediüzzaman, Mektûbat, s. 116.)
[9](Zehebî, Tezkire. 3:912.)
[10](İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/8-10.)
İmam Taberânî Kimdir?
İmam Taberânî’nin tam ismi, Süleyman bin Ahmed bin Eyyûb eş-Şâmi el-Lahmî'dir. Künyesi ise Ebu'l-Kâsım'dır. Ba'ka'da doğmuştur. Taberiyye'ye nispet edilerek Taberânî denilmiştir.
Hicrî 260 (M. 873) yılında doğmuş, 273 yılında hadis dinlemeye başlamış, otuz sene ilim tahsilinde bulunmuş, o devrin ağır şartlarında Kudüs, Kayseriyye, Humus, Medâin, Şam, Mısır, Arabistan, Yemen, Irak, Bağdad, Küfe, Basra, İran ve İsbahan'a seyahat yapmıştır.[6]
Taberânî, bin veya daha fazla hadis âliminden (şeyh) hadis dinlemiş ve rivayet etmiştir. Onun hadis dinlediği isimlerden bâzıları şunlardır:
Haşim bin Mersed et-Taberânî, Ebû Zur'a es-Sakafî, İshak ed-Debrî, İdris el-Attar, Beşir bin Musa, Hafs bin Amr, Ali bin Abdülaziz el-Begâvî, Mikdam bin Dâvud, Yahya bin Eyyûb el-Allâf, Ebû Abdurrahman Nesâî.
Taberânî'den de pekçok kimse hadis almıştır. Bunlardan bazıları: Ebû Halife, Ahmed bin Muhammed, Ebû Amr Muhammed bin Hüseyin Hüseyin bin Ahmed Ebû Bekir bin Ebî Ali, Ebu'l-Fazl Muhammed bin Ahmed, Ebû Nuaym el-Esbehânî.
Taberânî, hadis hafızlarının büyüklerindendir. Hadiste hüccet, yani 300 000'den fazla hadisi senetleriyle birlikte ezbere bilen unvanına sahiptir. Talebelerinden Ebû Abbas Şirazî, Taberânî'den 300 000 hadis yazdığını söyler.
İleri gelen âlimlerden Zehebî, İbni Kayyım el-Cevzî, Hafız Ebu'l-Abbas eş-Şirâzî ondan övgüyle bahsederler.[7]
Bediüzzaman da Taberânî için, "mevsuk (sika) ve sahih muhakkik" ifâdesini kullanır.[8]
O sadece hadis sahasında değil, tefsir ve fıkıh sahasında da tanınmış bir âlimdir.
Taberânî'nin büyüklü küçüklü yüz eseri vardır. Bunlardan bazıları:
Mu'cemü'l- Kebir,
Mu'cemü 'l- Evsat,
Mu'cemü's- Sagîr,
Müsned'il- Aşere,
Ma'rifeti's- Sahabe,
Müsned-i Ebî Hüreyre,
Et-Tefsir,
Delâilü'n- Nübüvve,
Müsned-i Ebî İshak,
Fezail-i Erbaati’r- Raşidin,
Ahbaru Ömer bin Abdülaziz,
el-Ehâdisü't-Tıval,
İsreti'n- Nisa,
Kitâbü'l- Evâil,
Kitâbü's-Sünne,
Kitâbü'n-Nevâdir.[9]
Hicrî 360 (M. 971) yılında. 100 yaşında iken vefat etmiştir. Kabri İsfehan şehrinin girişinde, Sahabîlerden Hammeme ed-Devsî'nin (r.a.) kabrinin yanındadır. Verdiği eserleriyle kabrine nur yağmasına vesile olmuştur. Allah kendisinden razı olsun.[10]
DiP nOtLar:
[6](Zehebî, Tezkiretü'l-Huffaz, 3:912, 913; Mu'cemü's-Sagîr, 1:4; Mu'cemü'l-Evsat, 1:9, 10.)
[7](Zehebî, Tezkire, 3:912; Mu'cemü'l-Evsat, 1:10-11.)
[8](Bediüzzaman, Mektûbat, s. 116.)
[9](Zehebî, Tezkire. 3:912.)
[10](İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/8-10.)
En son tahaakb tarafından 17 Haz 2016, 13:16 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
- tahaakb
- Özel Üye
- Mesajlar: 1314
- Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00
Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ-İMAM TABERÂNİ
Mu'cemler ve Mu'cemü's-Sagîr
Hadis kitapları, tarzlarına göre sahih, sünen, müsned, mu'cem gibi kısımlara ayrılır. Elinizdeki kitap bu tasnif içerisinde mu'cem kısmına dahildir.
Mu'cem, râvi isimlerine göre (ale'r-rical) hazırlanmış hadis kitaplarıdır. Mu'cemler, Sahabe, şuyuh veya beldelere göre, çoğu kere alfabatik olarak sıralanırlar.[11]
Her ikisinde de râvilerin isimleri alfabetik olarak sıralanmakla birlikte, mu'cemlerle müsnedler arasında şöyle bir fark vardır: Müsnedlerde Sahabîleri genelde alfabatik sıraya koyarak onların rivayetlerine yer verilirken; mu'cemlerde müellifler kendi hadis aldıkları hocaları alfabetik sıraya koymuşlardır. Yani müsnedler hadisin ilk râvisine göre sıralanırken, mu'cemler müellifin hadis aldığı son râviye göre sıralanır.
Mu'cem te'lifinde Ahmed ve Muhammed isimlerini öne almak, sonra diğer hocaları sıralamak usûl olmuştur.[12]
Mu'cemlerin en meşhuru, Taberânî'nin üç mu'cemidir. Bunlar:
1. el-Mu'cemü'l-Kebîr: Taberânî'nin mu'cemlerinin en büyüğüdür. İçindeki hadis sayısı 25.000, 60.000000 gibi farklı sayılarla belirtilmiştir. Mutlak olarak mu'cem denilince bu eser hatıra gelir. Eğer başka mu'cemler kastediliyorsa, bu açıkça söylenilir.[13]
Mu'cemü'l-Kebir, Irak Evkaf Vezâreti tarafından, Hamdi Abdülmecid es-Silefi'nin tahkik ve tahrici ile 1978, 1983 yılları arasında 25 cilt olarak neşredilmiştir. Ancak muhakkik eserin 200 cüzünden[14] 13, 14, 15, 16 ve 21. cüzlerini, yazmalarını bulamadığı için bastıramadığını ifâde eder.[15]
2. Mu'cemü'l-Evsat: Taberânî'nin "O benim ruhumdur" dediği bu eserin orjinali altı cilttir.[16]
Eser, Mahmud et-Tahhan'ın tahkiki ile 1985 yılında neşrolunmaya başlamış ve 1995 yılında 11 cilt olarak tamamlanmıştır. 11. cilt fihristtir.
Eser, 9485 hadis ihtiva eder.
3. Mu'cemü's-Sagir: Taberânî'nin mu'cemlerinin en küçüğü olan bu eser, bizim tercemesini, şerh ve tahkikini yaptığımız elinizdeki eseridir. Mu'cemü's-Sagîr, Taberânî'nin hocalarından bin tanesinin genellikle birer hadisini ihtiva eder. Müellif, kendilerinden hadis naklettiği hocalarının isimlerini alfabetik sıra içerisinde verir. Kitap, Ahmed bin Abdulvehhab'ın rivâyetiyle başlar, Eserde tekrarlanan hadislerle beraber 1070 hadis vardır. Biz bunlardan 816sını tercüme etmiş bulunuyoruz. Tercüme etmediğimiz hadislerin çoğu tekrar olanlar.
Eserin iki cilt halindeki baskısı 1968 yılında, Abdurrahman Muh. Osman'ın tashihi ile Medine'de Mektebetü's-Selefiyye tarafından gerçekleşmiştir.
Eserin yazma nüshaları GAS 1, 196. Târihu't-türâsil-arabî, 1, 318'de kayıtlıdır.[17]
Biz tercümemizde 1983 Beyrut baskısını esas aldık.[18]
DiP nOtLar:
[11](Kettanî, Hadis Literatürü (er-Risâletü'l-Mustadrefe) s. 280.)
[12](A. Dihlevi. Bustan, s. 77.)
[13](Hadis Literatürü (er-Risâletu'l-Musfadrefe), s. 281.)
[14](Zehebî, Tezkire, 3:913.)
[15](Mu'cemü'l-Kebir, 25:359, 16. dipnot.)
[16](Zehebî, Tezkire, 3:912.)
[17](İsmail Lütfi Çakan, Hadis Edebiyatı, s. 43; er-Risâle, s. 283.)
[18](İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/10-11.)
Hadis kitapları, tarzlarına göre sahih, sünen, müsned, mu'cem gibi kısımlara ayrılır. Elinizdeki kitap bu tasnif içerisinde mu'cem kısmına dahildir.
Mu'cem, râvi isimlerine göre (ale'r-rical) hazırlanmış hadis kitaplarıdır. Mu'cemler, Sahabe, şuyuh veya beldelere göre, çoğu kere alfabatik olarak sıralanırlar.[11]
Her ikisinde de râvilerin isimleri alfabetik olarak sıralanmakla birlikte, mu'cemlerle müsnedler arasında şöyle bir fark vardır: Müsnedlerde Sahabîleri genelde alfabatik sıraya koyarak onların rivayetlerine yer verilirken; mu'cemlerde müellifler kendi hadis aldıkları hocaları alfabetik sıraya koymuşlardır. Yani müsnedler hadisin ilk râvisine göre sıralanırken, mu'cemler müellifin hadis aldığı son râviye göre sıralanır.
Mu'cem te'lifinde Ahmed ve Muhammed isimlerini öne almak, sonra diğer hocaları sıralamak usûl olmuştur.[12]
Mu'cemlerin en meşhuru, Taberânî'nin üç mu'cemidir. Bunlar:
1. el-Mu'cemü'l-Kebîr: Taberânî'nin mu'cemlerinin en büyüğüdür. İçindeki hadis sayısı 25.000, 60.000000 gibi farklı sayılarla belirtilmiştir. Mutlak olarak mu'cem denilince bu eser hatıra gelir. Eğer başka mu'cemler kastediliyorsa, bu açıkça söylenilir.[13]
Mu'cemü'l-Kebir, Irak Evkaf Vezâreti tarafından, Hamdi Abdülmecid es-Silefi'nin tahkik ve tahrici ile 1978, 1983 yılları arasında 25 cilt olarak neşredilmiştir. Ancak muhakkik eserin 200 cüzünden[14] 13, 14, 15, 16 ve 21. cüzlerini, yazmalarını bulamadığı için bastıramadığını ifâde eder.[15]
2. Mu'cemü'l-Evsat: Taberânî'nin "O benim ruhumdur" dediği bu eserin orjinali altı cilttir.[16]
Eser, Mahmud et-Tahhan'ın tahkiki ile 1985 yılında neşrolunmaya başlamış ve 1995 yılında 11 cilt olarak tamamlanmıştır. 11. cilt fihristtir.
Eser, 9485 hadis ihtiva eder.
3. Mu'cemü's-Sagir: Taberânî'nin mu'cemlerinin en küçüğü olan bu eser, bizim tercemesini, şerh ve tahkikini yaptığımız elinizdeki eseridir. Mu'cemü's-Sagîr, Taberânî'nin hocalarından bin tanesinin genellikle birer hadisini ihtiva eder. Müellif, kendilerinden hadis naklettiği hocalarının isimlerini alfabetik sıra içerisinde verir. Kitap, Ahmed bin Abdulvehhab'ın rivâyetiyle başlar, Eserde tekrarlanan hadislerle beraber 1070 hadis vardır. Biz bunlardan 816sını tercüme etmiş bulunuyoruz. Tercüme etmediğimiz hadislerin çoğu tekrar olanlar.
Eserin iki cilt halindeki baskısı 1968 yılında, Abdurrahman Muh. Osman'ın tashihi ile Medine'de Mektebetü's-Selefiyye tarafından gerçekleşmiştir.
Eserin yazma nüshaları GAS 1, 196. Târihu't-türâsil-arabî, 1, 318'de kayıtlıdır.[17]
Biz tercümemizde 1983 Beyrut baskısını esas aldık.[18]
DiP nOtLar:
[11](Kettanî, Hadis Literatürü (er-Risâletü'l-Mustadrefe) s. 280.)
[12](A. Dihlevi. Bustan, s. 77.)
[13](Hadis Literatürü (er-Risâletu'l-Musfadrefe), s. 281.)
[14](Zehebî, Tezkire, 3:913.)
[15](Mu'cemü'l-Kebir, 25:359, 16. dipnot.)
[16](Zehebî, Tezkire, 3:912.)
[17](İsmail Lütfi Çakan, Hadis Edebiyatı, s. 43; er-Risâle, s. 283.)
[18](İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/10-11.)
En son tahaakb tarafından 17 Haz 2016, 13:22 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
- tahaakb
- Özel Üye
- Mesajlar: 1314
- Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00
Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ-İMAM TABERÂNİ
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ALLAH (celle celâlihu) dan Neler İstedi?
1. Enes (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Rabbimden üç şey istedim. İkisini verdi, birini vermedi. Birinci olarak ümmetime kendilerinden başka düşman musallat etmemesini istedim, onu bana verdi. İkinci olarak ümmetimi [umumî bir] kıtlıkla helak etmemesini istedim, onu da bana verdi. Üçüncü olarak, onları fırkalara ayırmamasını istedim. Bu isteğimi kabul etmedi." buyurdu.
(Neseî, Kiyâmü'l-Leyl: 16; Tirmizî, Fitne: İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/55.)
İzah
Tirmizi'deki rivâyet şöyledir:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir gün namaz kıldı ve namazı uzattı. Yanındakiler: "Yâ Resûlullah, şimdiye kadar böyle uzun bir namaz kılmamıştın" dediler.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Evet. Çünkü bu namaz dilek ve korku namazıydı. Bu namazda Rabbimden üç şey istedim. İkisini verdi, birini vermedi. Birinci olarak ümmetimi [umumî bir] kıtlıkla helak etmemesini istedim, onu bana verdi. İkinci olarak ümmetime [köklerini kurutacak] kendilerinden başka düşman musallat etmemesini istedim, onu da bana verdi. Üçüncü olarak onları birbirine düşürmemesini istedim, bunu bana vermedi." buyurdu.
(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/55.)
1. Enes (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Rabbimden üç şey istedim. İkisini verdi, birini vermedi. Birinci olarak ümmetime kendilerinden başka düşman musallat etmemesini istedim, onu bana verdi. İkinci olarak ümmetimi [umumî bir] kıtlıkla helak etmemesini istedim, onu da bana verdi. Üçüncü olarak, onları fırkalara ayırmamasını istedim. Bu isteğimi kabul etmedi." buyurdu.
(Neseî, Kiyâmü'l-Leyl: 16; Tirmizî, Fitne: İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/55.)
İzah
Tirmizi'deki rivâyet şöyledir:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir gün namaz kıldı ve namazı uzattı. Yanındakiler: "Yâ Resûlullah, şimdiye kadar böyle uzun bir namaz kılmamıştın" dediler.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Evet. Çünkü bu namaz dilek ve korku namazıydı. Bu namazda Rabbimden üç şey istedim. İkisini verdi, birini vermedi. Birinci olarak ümmetimi [umumî bir] kıtlıkla helak etmemesini istedim, onu bana verdi. İkinci olarak ümmetime [köklerini kurutacak] kendilerinden başka düşman musallat etmemesini istedim, onu da bana verdi. Üçüncü olarak onları birbirine düşürmemesini istedim, bunu bana vermedi." buyurdu.
(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/55.)
- tahaakb
- Özel Üye
- Mesajlar: 1314
- Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00
Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ-İMAM TABERÂNİ
Yatarken Hangi Dua Okunmalı?
2. Berâ bin Âzib (r.a.) rivayet ediyor:
"Kişi yatağına girdiğinde şu duayı okur da, şayet o gece ölürse, affedilmiş olur: "Allah'ım, yüzümü Sana çevirdim. Arkamı Sana dayadım. İşimi Sana emânet ettim, kendimi Sana teslim ettim. Bunu azabından kaçtığım ve rahmetini umduğum için yapıyorum. Senden kaçış ve kurtuluş ancak Sanadır. Senden kurtuluş ancak sana yönelmekledir. İndirdiğin kitaba ve gönderdiğin Peygambere iman ettim."
(Tirmizi,Deavat:İmam Taberâni,Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/56.)
Tirmizî'de, şayet sabaha çıkarsan hayır kazanmış olarak sabahlamış olursun" ilâvesi vardır.
(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/56.)
2. Berâ bin Âzib (r.a.) rivayet ediyor:
"Kişi yatağına girdiğinde şu duayı okur da, şayet o gece ölürse, affedilmiş olur: "Allah'ım, yüzümü Sana çevirdim. Arkamı Sana dayadım. İşimi Sana emânet ettim, kendimi Sana teslim ettim. Bunu azabından kaçtığım ve rahmetini umduğum için yapıyorum. Senden kaçış ve kurtuluş ancak Sanadır. Senden kurtuluş ancak sana yönelmekledir. İndirdiğin kitaba ve gönderdiğin Peygambere iman ettim."
(Tirmizi,Deavat:İmam Taberâni,Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/56.)
Tirmizî'de, şayet sabaha çıkarsan hayır kazanmış olarak sabahlamış olursun" ilâvesi vardır.
(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/56.)
- tahaakb
- Özel Üye
- Mesajlar: 1314
- Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00
Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ-İMAM TABERÂNİ
Merhamete Nail Olmuş Ümmet
3. Ebû Mûsa el-Eş'ari (r.a.) rivayet ediyor: "Ümmetim merhamete nail olmuş bir ümmettir. Allah ümmetimin azabını kendi ellerinden kılmıştır. Kıyamet günü geldiğinde Müslümanlardan her birinin eline diğer din mensuplarından bir kişi verilir ve bu onun ateşten kurtuluş fidyesi olur." buyurdu.
(İbni Mâce, Zühd: 35; Taberânî, Mu'cemü'l-Evsat, 1:128. Ebû Dâvud, Fiten: 7; Müsned, 5:555, (19623) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/56-57.)
İzah
Taberânî bu hadisi "Diğer din mensupları" yerine "Ehl-i Kitaptan" ifâdesi ile Mu'cemü'l-Evsat'ında da rivayet eder. Orada ayrıca Müslümanlara "Bu senin ateşten kurtuluş fidyendir" denileceği kayıtlıdır. Bu ilâve İbni Mâce'deki rivayette de vardır.
Peygamberimizin ümmetinin diğer ümmetlerden bâzı üstünlükleri vardır. Büyük bir rahmete mazhardır. Din, onun ümmeti üzerinde kemâla ermiş ve tamamlanmıştır. Diğer ümmetler gibi suçlarına karşılık dünyada toptan helak edilmezler. Diğer ümmetlere yüklenmiş olan ağır teklifler hafifletilmiştir. Meselâ İsrâiloğulları tevbelerini ancak kendilerini öldürmekle tamamlıyorlardı. Oysa Peygamberimizin ümmetinin tevbe ettiğini dili ile söylemesi ve bir daha o günaha dönmemesi affedilmesi için yeterlidir. Merhamete nail olmanın bir yönü de âhiretin acı azabına maruz bırakılmadan azabının dünyada verilmesidir. Bunu şu hadisten öğreniyoruz:
"Şu ümmetim merhamete nail olmuştur. Ahirette azap görmeyecektir. Onun azabı ancak dünyada ağır imtihanlar, zelzeleler, öldürülmeler ve musibetler şeklinde verilir."'
Taberânî'nin Mu'cemü'l-Evsat'ta rivayet ettiği şu hadis de merhamete nail olmanın başka bir yönünü açıklamaktadır:
"Ümmetim merhamete nail olmuş bir ümmettir. Kabre günahları ile girer, mahşer günü kabrinden günahlardan kurtulmuş olarak çıkar. Mü'minlerin kendisi için yaptıkları istiğfarlarla günahlarından kurtulur."
(Mu'cemul-Evsât, 2:523 (1900)
"Hadisle ifâde edilen "âhirette azabın olmaması," kâfirlere mahsus ebedî bir azap olmaması şeklinde anlaşılmalıdır. Yoksa Peygamberimizin ümmetinin günahkârları da Cehenneme girecekler, orada cezaları bitinceye kadar kalacaklardır. Fakat sonradan Cennete gidebileceklerdir.
Hadiste sayılan musibetler Peygamberimiz ümmetine dünyevî açıdan bir azap olsa da, uhrevî açıdan bir rahmettir. Çünkü âhirette tekrar cezalandırılmayacaktır. Diğer taraftan, bu musibetlere sabrettiğinde âhirette büyük bir mükâfata nail olacaktır.
Hadisin Allah'a isyan etmeyen, Ona kullukta kusur etmeyen hususî bir topluluk için olduğu da düşünülebilir.
Bir numaralı hadiste Peygamberimiz
"Ümmetime kendilerinden başka düşman musallat etmemesini istedim, bunu bana verdi"
buyurduğuna yer vermiştik. Bu hadis, izah ettiğimiz hadisin "Allah ümmetimin azabını kendi ellerinden kılmıştır" kısmını açıklamaktadır. Tarihin her devresinde Müslümanlara başka milletler musallat olmuşlardır. Ancak bunlar bütün ümmeti içine almamış, hususî kalmıştır. Hiçbir zaman düşman Peygamberimizin ümmetinin kökünü kazımamıştır, kıyamete kadar da bu böyle olacaktır.
Müslim'de, hadisin son kısmı ile ilgili şöyle bir hadis vardır:
"Müslüman bir kimse öldüğünde, Allah ona karşılık bir Yahudi veya Hıristiyanı Cehenneme koyar."
(Müslim, Tevbe: 50.)
"Anlayabildiğimiz kadarıyla burada Yahudi ve Hıristiyanlara bir haksızlık söz konusu değildir. Çünkü Peygamberimizden önce kendi peygamberlerine inanan Yahudi ve Hıristiyanlar Cennettedir. Kendi peygamberlerine ve Peygamberimize inanmayan bu din mensupları zâten Cehenneme gireceklerdir. Allah, dilediği mü'min kulunu affeder, ona karşılık zaten Cehenneme atılmayı hak eden diğer din mensuplarını Cehenneme koyar. Yoksa Allah hangi dinden olursa olsun hiç kimseye haksızlık yapmaz ve kimseyi suçundan fazlasıyla cezalandırmaz. Ve kimseye durup dururken başkasının günahını yüklemez."Hiçbir günahkar başkasının günahını yüklenmez "âyeti " (En'am: 6/164.)"bunun en açık delilidir.
Nitekim Sindî de bu hadisin izahına böyle yaklaşır ve şöyle der:
"Bu hadisten maksat, kâfirlerin sırf Müslümanlara fidye olarak Cehenneme atılması değildir. Zaten kâfirler işlemiş oldukları küfür ve diğer günahlar yüzünden Cehennem azabını hak etmiş durumdadır. Bunların Cehenneme atılmasıyla yetinilecek, yani Cehennem bunlarla dolacak ve Müslümanların Cehenneme atılması yoluna gidilmeyecektir. Bu bakımdan kâfirler sanki Müslümanlara fidye olmuş olacaktır.
"Kâfir olan kişi Cehennemlik olunca, Cennetteki yeri Müslümana verilecek ve bunun aksine Müslümanın Cehennemdeki yeri de kâfire verilecektir."
Sindî'nin son cümlesi bir hadisin ifadesidir. Bu konudaki hadis şöyledir:
"Sizden her birinizin birisi Cennette, diğeri de Cehennemde olmak üzere iki yeri vardır. Kişi öldüğünde Cehenneme giderse. Cennetteki yeri Cennet ehline miras kalır."
(Suyutî, Câmiü'l-Kebîr, 6:304. (18926) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/57-59.)
3. Ebû Mûsa el-Eş'ari (r.a.) rivayet ediyor: "Ümmetim merhamete nail olmuş bir ümmettir. Allah ümmetimin azabını kendi ellerinden kılmıştır. Kıyamet günü geldiğinde Müslümanlardan her birinin eline diğer din mensuplarından bir kişi verilir ve bu onun ateşten kurtuluş fidyesi olur." buyurdu.
(İbni Mâce, Zühd: 35; Taberânî, Mu'cemü'l-Evsat, 1:128. Ebû Dâvud, Fiten: 7; Müsned, 5:555, (19623) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/56-57.)
İzah
Taberânî bu hadisi "Diğer din mensupları" yerine "Ehl-i Kitaptan" ifâdesi ile Mu'cemü'l-Evsat'ında da rivayet eder. Orada ayrıca Müslümanlara "Bu senin ateşten kurtuluş fidyendir" denileceği kayıtlıdır. Bu ilâve İbni Mâce'deki rivayette de vardır.
Peygamberimizin ümmetinin diğer ümmetlerden bâzı üstünlükleri vardır. Büyük bir rahmete mazhardır. Din, onun ümmeti üzerinde kemâla ermiş ve tamamlanmıştır. Diğer ümmetler gibi suçlarına karşılık dünyada toptan helak edilmezler. Diğer ümmetlere yüklenmiş olan ağır teklifler hafifletilmiştir. Meselâ İsrâiloğulları tevbelerini ancak kendilerini öldürmekle tamamlıyorlardı. Oysa Peygamberimizin ümmetinin tevbe ettiğini dili ile söylemesi ve bir daha o günaha dönmemesi affedilmesi için yeterlidir. Merhamete nail olmanın bir yönü de âhiretin acı azabına maruz bırakılmadan azabının dünyada verilmesidir. Bunu şu hadisten öğreniyoruz:
"Şu ümmetim merhamete nail olmuştur. Ahirette azap görmeyecektir. Onun azabı ancak dünyada ağır imtihanlar, zelzeleler, öldürülmeler ve musibetler şeklinde verilir."'
Taberânî'nin Mu'cemü'l-Evsat'ta rivayet ettiği şu hadis de merhamete nail olmanın başka bir yönünü açıklamaktadır:
"Ümmetim merhamete nail olmuş bir ümmettir. Kabre günahları ile girer, mahşer günü kabrinden günahlardan kurtulmuş olarak çıkar. Mü'minlerin kendisi için yaptıkları istiğfarlarla günahlarından kurtulur."
(Mu'cemul-Evsât, 2:523 (1900)
"Hadisle ifâde edilen "âhirette azabın olmaması," kâfirlere mahsus ebedî bir azap olmaması şeklinde anlaşılmalıdır. Yoksa Peygamberimizin ümmetinin günahkârları da Cehenneme girecekler, orada cezaları bitinceye kadar kalacaklardır. Fakat sonradan Cennete gidebileceklerdir.
Hadiste sayılan musibetler Peygamberimiz ümmetine dünyevî açıdan bir azap olsa da, uhrevî açıdan bir rahmettir. Çünkü âhirette tekrar cezalandırılmayacaktır. Diğer taraftan, bu musibetlere sabrettiğinde âhirette büyük bir mükâfata nail olacaktır.
Hadisin Allah'a isyan etmeyen, Ona kullukta kusur etmeyen hususî bir topluluk için olduğu da düşünülebilir.
Bir numaralı hadiste Peygamberimiz
"Ümmetime kendilerinden başka düşman musallat etmemesini istedim, bunu bana verdi"
buyurduğuna yer vermiştik. Bu hadis, izah ettiğimiz hadisin "Allah ümmetimin azabını kendi ellerinden kılmıştır" kısmını açıklamaktadır. Tarihin her devresinde Müslümanlara başka milletler musallat olmuşlardır. Ancak bunlar bütün ümmeti içine almamış, hususî kalmıştır. Hiçbir zaman düşman Peygamberimizin ümmetinin kökünü kazımamıştır, kıyamete kadar da bu böyle olacaktır.
Müslim'de, hadisin son kısmı ile ilgili şöyle bir hadis vardır:
"Müslüman bir kimse öldüğünde, Allah ona karşılık bir Yahudi veya Hıristiyanı Cehenneme koyar."
(Müslim, Tevbe: 50.)
"Anlayabildiğimiz kadarıyla burada Yahudi ve Hıristiyanlara bir haksızlık söz konusu değildir. Çünkü Peygamberimizden önce kendi peygamberlerine inanan Yahudi ve Hıristiyanlar Cennettedir. Kendi peygamberlerine ve Peygamberimize inanmayan bu din mensupları zâten Cehenneme gireceklerdir. Allah, dilediği mü'min kulunu affeder, ona karşılık zaten Cehenneme atılmayı hak eden diğer din mensuplarını Cehenneme koyar. Yoksa Allah hangi dinden olursa olsun hiç kimseye haksızlık yapmaz ve kimseyi suçundan fazlasıyla cezalandırmaz. Ve kimseye durup dururken başkasının günahını yüklemez."Hiçbir günahkar başkasının günahını yüklenmez "âyeti " (En'am: 6/164.)"bunun en açık delilidir.
Nitekim Sindî de bu hadisin izahına böyle yaklaşır ve şöyle der:
"Bu hadisten maksat, kâfirlerin sırf Müslümanlara fidye olarak Cehenneme atılması değildir. Zaten kâfirler işlemiş oldukları küfür ve diğer günahlar yüzünden Cehennem azabını hak etmiş durumdadır. Bunların Cehenneme atılmasıyla yetinilecek, yani Cehennem bunlarla dolacak ve Müslümanların Cehenneme atılması yoluna gidilmeyecektir. Bu bakımdan kâfirler sanki Müslümanlara fidye olmuş olacaktır.
"Kâfir olan kişi Cehennemlik olunca, Cennetteki yeri Müslümana verilecek ve bunun aksine Müslümanın Cehennemdeki yeri de kâfire verilecektir."
Sindî'nin son cümlesi bir hadisin ifadesidir. Bu konudaki hadis şöyledir:
"Sizden her birinizin birisi Cennette, diğeri de Cehennemde olmak üzere iki yeri vardır. Kişi öldüğünde Cehenneme giderse. Cennetteki yeri Cennet ehline miras kalır."
(Suyutî, Câmiü'l-Kebîr, 6:304. (18926) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/57-59.)
- tahaakb
- Özel Üye
- Mesajlar: 1314
- Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00
Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ-İMAM TABERÂNİ
Altın Ve Gümüş Sevgisi
4. Mikdam bin Ma'di Kerih (r.a.) rivayet ediyor: "İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelirki, yanında altın ve gümüşü olmayan hayattan tad alamaz." buyurdu.(Taberânî, Mu'cemü'l-Evsat, 3:141, (2290) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/59-60.)
4. Mikdam bin Ma'di Kerih (r.a.) rivayet ediyor: "İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelirki, yanında altın ve gümüşü olmayan hayattan tad alamaz." buyurdu.(Taberânî, Mu'cemü'l-Evsat, 3:141, (2290) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/59-60.)
- tahaakb
- Özel Üye
- Mesajlar: 1314
- Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00
Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ-İMAM TABERÂNİ
İstikâmet Üzere Olmak
5. Sevban (r.a.) rivayet ediyor: "İstikâmet üzere olun. Bunu tam başaramayacaksınız. O halde en hayırlı ameliniz namazdır. Kamil mü'minden başkası iyi abdest almaya ve abdestli kalmaya özen gösteremez." buyurdu.(İbni Mâce, Tahare: 4; Muvatta, Tahare: 36; Müsned, 5:363, (22432.) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/60.)
İzah
Hadisin baş kısmı "İstikamet üzere olun. Kazanacağınız sevabı sayıp bitiremezsiniz" şeklinde de tercüme edilmiştir.
Hadiste istenilen istikamet, hakka uymak, adaletli olmak, Allah'ın emirlerini tam yapmak, yasaklarından bütünüyle sakınmak demektir.
İstikâmet, niyette, iradede, sözde, özde, kararda, hareket ve davranışlarda doğru olmak demektir.
Doğruluk, Kur'ân'da da üzerinde hassasiyetle durulan, istenilen hususlardandır.
Meselâ bir âyette Peygamberimizin şahsında bütün Müslümanlara hitaben
"Emrolunduğun şekilde dosdoğru ol" buyrulmuştur.(Hûd: 11/112.)
Şu âyette de doğruluk üzere olanlara verilecek mükâfat bildirilmektedir:
"Rabbimiz Allah'tır" deyip sonra da doğru yolda sebat edenlere gelince, onların üzerine melekler iner ve derler ki:
"Korkmayın ve üzülmeyin. Size verilen Cennetle sevinin."(Fussilet: 41/30.)
Bir Sahabînin, "Bana öyle bir söz söyle ki, bunu sizden başka kimseye sorma ihtiyacı duymayayım" demesi üzerine, Resûlullah (s.a.v.) ona,
"Allah'a inandım de ve dosdoğru ol" buyurarak yukarıdaki âyetin mânâsına dikkat çekmiştir.(Muslim, İman: 62.)
Hadiste, istikamet üzere olmanın zorluğuna dikkat çekilmiştir.
Gerçekten de istenilen mânâda bir istikamet ancak Allah'ın yardımına mazhar olan kullara mahsustur.
Nitekim istikameti bütün şekliyle en güzel bir tarzda yaşayan Peygamberimiz,
"Emrolunduğun şekilde dosdoğru ol" âyetinin kendisini ihtiyarlattığını bildirerek, istikamet üzere olmanın zorluğuna dikkat çekmiştir.
Zaten yukarıdaki hadiste de istikametin zorluğu ifâde edilmektedir.
Hadiste üzerinde durulması gereken bir diğer husus da, "Bunu tam manâsıyla başaramayacaksınız" buyrularak,
kendisini istikamet üzere görenlerin, ameline güvenenlerin gaflet ve gururdan kurtulmalarının hedeflendiğidir.
Ayrıca istikametin zorluğu ifâde edilerek istikamet üzere olmayı arzu edip de buna tam muvaffak olamayanların ümitsizliğe düşmemeleri temin edilmiştir.
Hadisin ikinci kısmında,
"Buna gücünüz yetmez. Öyle ise hiç olmazsa ibâdetin farz olan kısmına sarılın.
O da bütün ibâdet çeşitlerini içinde toplayan namazdır" buyrularak namazın ehemmiyetine dikkat çekiliyor.
Son kısımda ise ancak kâmil mü'minin abdesti koruyacağı bildirilmiştir.
Bu, namaz vakitlerinde abdestli olmak, namaza hazırlıklı olmak, temizliği koruyarak abdest almak mânâlarına gelir.
Yoksa her zaman abdestli olmak mânâsı kast edilmemiştir. Nitekim Peygamberimiz bir hadislerinde
"Ben ancak namaz kılmak istediğim zaman abdest almakla emrolundum" buyurmuştur.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/60-62.)
5. Sevban (r.a.) rivayet ediyor: "İstikâmet üzere olun. Bunu tam başaramayacaksınız. O halde en hayırlı ameliniz namazdır. Kamil mü'minden başkası iyi abdest almaya ve abdestli kalmaya özen gösteremez." buyurdu.(İbni Mâce, Tahare: 4; Muvatta, Tahare: 36; Müsned, 5:363, (22432.) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/60.)
İzah
Hadisin baş kısmı "İstikamet üzere olun. Kazanacağınız sevabı sayıp bitiremezsiniz" şeklinde de tercüme edilmiştir.
Hadiste istenilen istikamet, hakka uymak, adaletli olmak, Allah'ın emirlerini tam yapmak, yasaklarından bütünüyle sakınmak demektir.
İstikâmet, niyette, iradede, sözde, özde, kararda, hareket ve davranışlarda doğru olmak demektir.
Doğruluk, Kur'ân'da da üzerinde hassasiyetle durulan, istenilen hususlardandır.
Meselâ bir âyette Peygamberimizin şahsında bütün Müslümanlara hitaben
"Emrolunduğun şekilde dosdoğru ol" buyrulmuştur.(Hûd: 11/112.)
Şu âyette de doğruluk üzere olanlara verilecek mükâfat bildirilmektedir:
"Rabbimiz Allah'tır" deyip sonra da doğru yolda sebat edenlere gelince, onların üzerine melekler iner ve derler ki:
"Korkmayın ve üzülmeyin. Size verilen Cennetle sevinin."(Fussilet: 41/30.)
Bir Sahabînin, "Bana öyle bir söz söyle ki, bunu sizden başka kimseye sorma ihtiyacı duymayayım" demesi üzerine, Resûlullah (s.a.v.) ona,
"Allah'a inandım de ve dosdoğru ol" buyurarak yukarıdaki âyetin mânâsına dikkat çekmiştir.(Muslim, İman: 62.)
Hadiste, istikamet üzere olmanın zorluğuna dikkat çekilmiştir.
Gerçekten de istenilen mânâda bir istikamet ancak Allah'ın yardımına mazhar olan kullara mahsustur.
Nitekim istikameti bütün şekliyle en güzel bir tarzda yaşayan Peygamberimiz,
"Emrolunduğun şekilde dosdoğru ol" âyetinin kendisini ihtiyarlattığını bildirerek, istikamet üzere olmanın zorluğuna dikkat çekmiştir.
Zaten yukarıdaki hadiste de istikametin zorluğu ifâde edilmektedir.
Hadiste üzerinde durulması gereken bir diğer husus da, "Bunu tam manâsıyla başaramayacaksınız" buyrularak,
kendisini istikamet üzere görenlerin, ameline güvenenlerin gaflet ve gururdan kurtulmalarının hedeflendiğidir.
Ayrıca istikametin zorluğu ifâde edilerek istikamet üzere olmayı arzu edip de buna tam muvaffak olamayanların ümitsizliğe düşmemeleri temin edilmiştir.
Hadisin ikinci kısmında,
"Buna gücünüz yetmez. Öyle ise hiç olmazsa ibâdetin farz olan kısmına sarılın.
O da bütün ibâdet çeşitlerini içinde toplayan namazdır" buyrularak namazın ehemmiyetine dikkat çekiliyor.
Son kısımda ise ancak kâmil mü'minin abdesti koruyacağı bildirilmiştir.
Bu, namaz vakitlerinde abdestli olmak, namaza hazırlıklı olmak, temizliği koruyarak abdest almak mânâlarına gelir.
Yoksa her zaman abdestli olmak mânâsı kast edilmemiştir. Nitekim Peygamberimiz bir hadislerinde
"Ben ancak namaz kılmak istediğim zaman abdest almakla emrolundum" buyurmuştur.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/60-62.)
- tahaakb
- Özel Üye
- Mesajlar: 1314
- Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00
Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ-İMAM TABERÂNİ
En Üstün Olan İman, Hicret Ve Cihad
6. İbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor:
"En üstün iman, insanların senden emin olmasıdır. En üstün Müslümanlık, dilinden ve elinden insanların selâmette kalmasıdır. En üstün hicret, günahlardan kaçmadır. En üstün cihad, Allah yolunda şehid edilmen ve atını da boğazlamandır."
(Ebû Davud, Cihad: 2; Müslim, İman: 64, 65; Tirmîzî, Kıyame: 52; Nesaî, îman: 9, 11. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/62.)
6. İbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor:
"En üstün iman, insanların senden emin olmasıdır. En üstün Müslümanlık, dilinden ve elinden insanların selâmette kalmasıdır. En üstün hicret, günahlardan kaçmadır. En üstün cihad, Allah yolunda şehid edilmen ve atını da boğazlamandır."
(Ebû Davud, Cihad: 2; Müslim, İman: 64, 65; Tirmîzî, Kıyame: 52; Nesaî, îman: 9, 11. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/62.)
- tahaakb
- Özel Üye
- Mesajlar: 1314
- Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00
Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ-İMAM TABERÂNİ
İslâmiyetin Ahlâkî Özelliği Nedir?
7. Enes (r.a.) rivayet ediyor: "Her dinin ahlâkî bir özelliği vardır. İslâm dininin ahlâkî özelliği de hayadır."buyurdu.
(İbni Mâce, Zühd: 17. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/62-63.)
İzah
Haya ile ilgili birçok hadis vardır. Bunlardan ikisinin meali şöyledir:
Hadislerde dikkat çekilen ve "İslâmın temel huyu" olarak vasıflandırılan haya, kötü ve çirkin şeylerden sakınmak demektir.
Peygamberimiz daha pekçok hadislerinde hayanın ehemmiyetine dikkat çekmiştir. Meselâ bu hadislerden bâzıları şu mealdedir:
"Edepsizlik ve çirkin sözün girdiği şey çirkinleşir. Hayanın girdiği şey de güzelleşir"[Tirmizî, Birr: 47; İbni Mâce, Zühd: 17.]
"İnsanlardan utanmayan Allah'tan da utanmaz."[Câmiü's-Sagîr, 6:240, (9095)]
"İnsanlığın peygamberlikten ilk olarak aldığı öğüt şudur: 'Utanmadıktan sonra istediğini yap.'[Buhârî, Enbiya: 4; Ebû Dâvud, Edeb: 6.]
Bir hadislerinde de utanmayı imanın iki şubesinden biri olarak zikreden Peygamberimiz,[Tirmizî, Birr: 78.] başka bir hadislerinde şöyle buyurmuştur:
"Haya İmandandır. İman sahibi ise Cennettedir. Hayâsızlık eziyet, zulüm ve haksızlık gibi cefadan bir parçadır. Cefa eden de Cehennemdedir."[İbni Mâce, Zühd: 17.]
Bir Müslümanın insanlardan haya etmesi gerektiği gibi, Allah'tan da layıkı ile haya etmesi gerekir.
Allah'a karşı nasıl haya edileceğini ise Peygamberimiz bir hadislerinde şöyle bildirmiştir:
"Allah'tan hakkıyla haya edin. Allah'tan hakkıyla haya eden başını ve başındaki maddî ve manevî duyularını, karnı ve içindeki organları haramdan korur.
Ölümü ve çürümeyi hatırlar. Âhireti isteyen dünya hayatının zînetini terk eder. Kim bunları yaparsa Allah'tan hakkıyla haya etmiş olur."[Tirmizî, Kıyamet: 25.]
Bediüzzaman da, Allah'a karşı hayanın sünnet-i seniyye dâiresinde hayat sürmekle mümkün olduğunu ifâde etmiştir.[ Bediüzzaman Said Nursî, Lem'alar, s. 52.]
Haya ile ilgili bizlere öğüt veren Sevgili Peygamberimiz fiilen de bizlere örnek olmuştur. Ebû Said el-Hudrî (r.a.) bununla ilgili olarak şöyle der:
"Resûlullah (a.s.m.) çadırdaki bakire kızdan daha çok haya sahibi idi. Hoşlanmadığı bîr şey gördüğünde biz bunu onun yüzünden hemen anlardık."[Buhari, Edeb: 77; Menâkıb: 23; Müslim, Fedâilü'n-Nebî: 67.] Burada dinî meseleleri sorup öğrenmek hususunda utanmanın yersiz olduğunu da ifâde edelim. Nitekim Sahabîler Peygamberimize her türlü meselelerini sormuşlar, Resülullah da (a.s.m.)
"Allah gerçeği açıklamaktan haya etmez"[Ahzab: 33/53.]
âyetini okuyarak bu suâlleri açık açık cevaplandırmıştır. Peygamberimizin bakire kızdan daha utangaç olması,
Allah'ın dinini açıklamak hususunda değildir.Hz. Âişe Validemiz de utanma duygusunun dini öğrenmeye mâni olmaması gerektiğiyle ilgili olarak şöyle demiştir:
"Ensar kadınları ne iyi kadınlardı ki, utanma duygulan onları dinî meseleleri sorup öğrenmekten alıkoymadı."
156, 158 ve 440 nolu hadislere de bakınız.[İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/63-64.]
7. Enes (r.a.) rivayet ediyor: "Her dinin ahlâkî bir özelliği vardır. İslâm dininin ahlâkî özelliği de hayadır."buyurdu.
(İbni Mâce, Zühd: 17. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/62-63.)
İzah
Haya ile ilgili birçok hadis vardır. Bunlardan ikisinin meali şöyledir:
Hadislerde dikkat çekilen ve "İslâmın temel huyu" olarak vasıflandırılan haya, kötü ve çirkin şeylerden sakınmak demektir.
Peygamberimiz daha pekçok hadislerinde hayanın ehemmiyetine dikkat çekmiştir. Meselâ bu hadislerden bâzıları şu mealdedir:
"Edepsizlik ve çirkin sözün girdiği şey çirkinleşir. Hayanın girdiği şey de güzelleşir"[Tirmizî, Birr: 47; İbni Mâce, Zühd: 17.]
"İnsanlardan utanmayan Allah'tan da utanmaz."[Câmiü's-Sagîr, 6:240, (9095)]
"İnsanlığın peygamberlikten ilk olarak aldığı öğüt şudur: 'Utanmadıktan sonra istediğini yap.'[Buhârî, Enbiya: 4; Ebû Dâvud, Edeb: 6.]
Bir hadislerinde de utanmayı imanın iki şubesinden biri olarak zikreden Peygamberimiz,[Tirmizî, Birr: 78.] başka bir hadislerinde şöyle buyurmuştur:
"Haya İmandandır. İman sahibi ise Cennettedir. Hayâsızlık eziyet, zulüm ve haksızlık gibi cefadan bir parçadır. Cefa eden de Cehennemdedir."[İbni Mâce, Zühd: 17.]
Bir Müslümanın insanlardan haya etmesi gerektiği gibi, Allah'tan da layıkı ile haya etmesi gerekir.
Allah'a karşı nasıl haya edileceğini ise Peygamberimiz bir hadislerinde şöyle bildirmiştir:
"Allah'tan hakkıyla haya edin. Allah'tan hakkıyla haya eden başını ve başındaki maddî ve manevî duyularını, karnı ve içindeki organları haramdan korur.
Ölümü ve çürümeyi hatırlar. Âhireti isteyen dünya hayatının zînetini terk eder. Kim bunları yaparsa Allah'tan hakkıyla haya etmiş olur."[Tirmizî, Kıyamet: 25.]
Bediüzzaman da, Allah'a karşı hayanın sünnet-i seniyye dâiresinde hayat sürmekle mümkün olduğunu ifâde etmiştir.[ Bediüzzaman Said Nursî, Lem'alar, s. 52.]
Haya ile ilgili bizlere öğüt veren Sevgili Peygamberimiz fiilen de bizlere örnek olmuştur. Ebû Said el-Hudrî (r.a.) bununla ilgili olarak şöyle der:
"Resûlullah (a.s.m.) çadırdaki bakire kızdan daha çok haya sahibi idi. Hoşlanmadığı bîr şey gördüğünde biz bunu onun yüzünden hemen anlardık."[Buhari, Edeb: 77; Menâkıb: 23; Müslim, Fedâilü'n-Nebî: 67.] Burada dinî meseleleri sorup öğrenmek hususunda utanmanın yersiz olduğunu da ifâde edelim. Nitekim Sahabîler Peygamberimize her türlü meselelerini sormuşlar, Resülullah da (a.s.m.)
"Allah gerçeği açıklamaktan haya etmez"[Ahzab: 33/53.]
âyetini okuyarak bu suâlleri açık açık cevaplandırmıştır. Peygamberimizin bakire kızdan daha utangaç olması,
Allah'ın dinini açıklamak hususunda değildir.Hz. Âişe Validemiz de utanma duygusunun dini öğrenmeye mâni olmaması gerektiğiyle ilgili olarak şöyle demiştir:
"Ensar kadınları ne iyi kadınlardı ki, utanma duygulan onları dinî meseleleri sorup öğrenmekten alıkoymadı."
156, 158 ve 440 nolu hadislere de bakınız.[İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/63-64.]
- tahaakb
- Özel Üye
- Mesajlar: 1314
- Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00
Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ-İMAM TABERÂNİ
Allah Yolunda Hazırlık Yapmak
8. Temim ed-Dârî (r.a.) rivayet ediyor: "Kim Allah yolunda bir at beslemek üzere arpa hazırlarsa, sonra da atını onunla yemlerse Allah her bir arpa tanesi karşılığında ona bir sevap yazar."buyurdu.
(Mu'cemü'l-Evsat, 2:8, (1155); İbni Mâce, Cihad: 14. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/64-65.)
İzah
Peygamberimizin (s.a.v.) zamanında at, savaşın vazgeçilmez bir unsuruydu.
Ordunun kuvvetli veya zayıf olması, atlarının sayısına göre tespit ediliyordu.
Bu durum Resûlullahın vefatından sonra da bir müddet devam etti.
Bunun içindir ki, Peygamberimiz pekçok hadislerinde ümmetini cihadın en mühim unsurlarından olan at beslemeye teşvik etti. İşte yukarıdaki hadis de bunlardan sadece bir tanesidir.
Günümüzde ise cihad artık atla, kılıç kalkanla ve okla değil, en modern silahlarla yapılmaktadır.
Daha da ötesi, cihad büyük ölçüde maddî olmaktan çıkmış, manevî bir alana kaymıştır.
Yani top tüfek yerine fikirle yapılır olmuştur.
Bunun için de gazete, kitap, dergi, radyo, televizyon gibi vasıtalar bu manevî cihadın önemli unsurlarını teşkil etmektedir.
Dolayısıyla izahını yaptığımız hadisi sadece at beslemeye hasretmek doğru olmaz. Bu hadisi geniş bir muhtevada düşünmek gerekir.
Böyle olunca, hadiste sayılan sevap, günümüzde ihlâslı bir şekilde basın ve yayın yolu ile faaliyet gösteren, onlara yardımcı olan insanlar içindir.
[İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/65.]
8. Temim ed-Dârî (r.a.) rivayet ediyor: "Kim Allah yolunda bir at beslemek üzere arpa hazırlarsa, sonra da atını onunla yemlerse Allah her bir arpa tanesi karşılığında ona bir sevap yazar."buyurdu.
(Mu'cemü'l-Evsat, 2:8, (1155); İbni Mâce, Cihad: 14. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/64-65.)
İzah
Peygamberimizin (s.a.v.) zamanında at, savaşın vazgeçilmez bir unsuruydu.
Ordunun kuvvetli veya zayıf olması, atlarının sayısına göre tespit ediliyordu.
Bu durum Resûlullahın vefatından sonra da bir müddet devam etti.
Bunun içindir ki, Peygamberimiz pekçok hadislerinde ümmetini cihadın en mühim unsurlarından olan at beslemeye teşvik etti. İşte yukarıdaki hadis de bunlardan sadece bir tanesidir.
Günümüzde ise cihad artık atla, kılıç kalkanla ve okla değil, en modern silahlarla yapılmaktadır.
Daha da ötesi, cihad büyük ölçüde maddî olmaktan çıkmış, manevî bir alana kaymıştır.
Yani top tüfek yerine fikirle yapılır olmuştur.
Bunun için de gazete, kitap, dergi, radyo, televizyon gibi vasıtalar bu manevî cihadın önemli unsurlarını teşkil etmektedir.
Dolayısıyla izahını yaptığımız hadisi sadece at beslemeye hasretmek doğru olmaz. Bu hadisi geniş bir muhtevada düşünmek gerekir.
Böyle olunca, hadiste sayılan sevap, günümüzde ihlâslı bir şekilde basın ve yayın yolu ile faaliyet gösteren, onlara yardımcı olan insanlar içindir.
[İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/65.]
- tahaakb
- Özel Üye
- Mesajlar: 1314
- Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00
Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ-İMAM TABERÂNİ
Peygamberimizin Lanet Ettiği Kimse
9. İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem; muhanneslere lanet etti ve "Onları evlerinize sokmayınız" buyurdu.
(İbni Mâce, Nikâh: 22; Buhâri, Libas: 62, Megâzî: 56, Nikâh: 113; Müslim, Selâm: 32; Tirmizî, Edeb: 34; Ebû Dâvud, Libas: 27; Edeb: 61; Muvatta, Vasiyyet: 5. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/66.)
İzah
Muhannes, kadınlaşan erkek demektir. Ahlâk, konuşma ve davranışında kadınlara özenen kimsedir.
Konu ile ilgili başka rivayetler de vardır. Bunların bâzıları şöyledir:
Resûlullah (s.a.v.) kadınlaşan erkeklere ve erkekleşen kadınlara lanet etti. Ve,
"Onları evlerinizden çıkarın" buyurdu.
Ümmü Seleme (r.a.) rivayet ediyor:
Resûlullah yanımda idi. Evde bir de kadınlara benzeyen erkek vardı. Bu adam, kardeşim Abdullah'a,
"Ey Abdullah, şayet Allah yarın Tâif in fethini nasib ederse, ben sana Gaylan'ın kızını göstereceğim.
Çünkü o gelirken dört, giderken sekizdir [çok alımlı yürür]" dedi.
Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.),
"Böyleleri bir daha yanınıza girmesin" buyurdu.
Buradan Resûlullahın o kimseyi önceleri erkekliği olmayan (hünsâ) biri olarak tanıdığı,
bu sözü üzerine onun kadınlara ilgi duyan biri olduğunu anladığı ve onun hanımların yanına girmesine yasak getirdiğini anlıyoruz.
Bazan kadınla erkek yaratılışı arasında olup, kadınlık tarafı ağır basan erkekler vardır.
Bunlar lanetlenmemişlerdir ve böyleleri kınanmazlar.
Hadislerin muhatabı, yaratılışlarında kadınlık duygusu olmadığı halde kendilerini buna zorlayan erkeklerdir.
Bunlara lanet edilmesinin sebebi, Allah'ın yaratışını beğenmemeleri sebebiyledir.
[İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/66-67.]
9. İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem; muhanneslere lanet etti ve "Onları evlerinize sokmayınız" buyurdu.
(İbni Mâce, Nikâh: 22; Buhâri, Libas: 62, Megâzî: 56, Nikâh: 113; Müslim, Selâm: 32; Tirmizî, Edeb: 34; Ebû Dâvud, Libas: 27; Edeb: 61; Muvatta, Vasiyyet: 5. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/66.)
İzah
Muhannes, kadınlaşan erkek demektir. Ahlâk, konuşma ve davranışında kadınlara özenen kimsedir.
Konu ile ilgili başka rivayetler de vardır. Bunların bâzıları şöyledir:
Resûlullah (s.a.v.) kadınlaşan erkeklere ve erkekleşen kadınlara lanet etti. Ve,
"Onları evlerinizden çıkarın" buyurdu.
Ümmü Seleme (r.a.) rivayet ediyor:
Resûlullah yanımda idi. Evde bir de kadınlara benzeyen erkek vardı. Bu adam, kardeşim Abdullah'a,
"Ey Abdullah, şayet Allah yarın Tâif in fethini nasib ederse, ben sana Gaylan'ın kızını göstereceğim.
Çünkü o gelirken dört, giderken sekizdir [çok alımlı yürür]" dedi.
Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.),
"Böyleleri bir daha yanınıza girmesin" buyurdu.
Buradan Resûlullahın o kimseyi önceleri erkekliği olmayan (hünsâ) biri olarak tanıdığı,
bu sözü üzerine onun kadınlara ilgi duyan biri olduğunu anladığı ve onun hanımların yanına girmesine yasak getirdiğini anlıyoruz.
Bazan kadınla erkek yaratılışı arasında olup, kadınlık tarafı ağır basan erkekler vardır.
Bunlar lanetlenmemişlerdir ve böyleleri kınanmazlar.
Hadislerin muhatabı, yaratılışlarında kadınlık duygusu olmadığı halde kendilerini buna zorlayan erkeklerdir.
Bunlara lanet edilmesinin sebebi, Allah'ın yaratışını beğenmemeleri sebebiyledir.
[İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/66-67.]
- tahaakb
- Özel Üye
- Mesajlar: 1314
- Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00
Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ-İMAM TABERÂNİ
Kişinin El Emeğini Yemesinin Fazileti
10. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor: "Dâvud da (a.s.) ancak elinin emeğini yerdi." buyurdu.
(Buhârî, Büyü: 15; İbni Mâce, Ticâret: 1. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/67.)
İzah
Bu hadis Buhârî'de şöyledir:
"Hiç kimse elinin emeğinden daha hayırlı bir yemek asla yememiştir.
Allah'ın peygamberi Dâvud (a.s.) elinin emeğini yerdi."
İbni Mâce de ise "Erkek, kendi el emeğinden daha temiz bir kazanç kazanmamıştır" şeklindedir.
Dinimiz, el emeğine büyük ehemmiyet vermiştir.
Böylece kişiyi işsizlik, tenbellik ve başkasına muhtaç olmaktan kurtarmak; nefsin gururunu kırmak hedeflenmiştir.
Konu ile ilgili daha bir çok hadis vardır. Meselâ bu hadislerden birisi şu mealdedir:
"Kim işinden yorulmuş olarak geceyi geçirirse, Allah'ın bağışlamasına mazhar olarak gecelemiş demektir."
Hadisde Davud'un da (a.s.) elinin emeğini yediğine dikkat çekilmesi ibretlidir.
Çünkü Kur'ân'ı Kerimde bildirildiğine göre, o yeryüzünün halifesi idi.
(Sa'd: 38/26.)
Dolayısıyla bizzat başında çalışmadığı yerlerden başka helâl gelirleri de vardı.
Fakat bir demirci olan Dâvud (a.s.), el emeğiyle zırh yapar, onun gelirini yerdi.
Diğer peygamberler de el emeğiyle geçinmişlerdir. Âdem (a.s.) çiftçilikle geçinmiş,
Nuh (a.s.) marangozluk yaparak, Hz. İdris terzilik, Hz. Musa da çobanlık yaparak geçinmişlerdir.
( İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/67-68.)
10. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor: "Dâvud da (a.s.) ancak elinin emeğini yerdi." buyurdu.
(Buhârî, Büyü: 15; İbni Mâce, Ticâret: 1. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/67.)
İzah
Bu hadis Buhârî'de şöyledir:
"Hiç kimse elinin emeğinden daha hayırlı bir yemek asla yememiştir.
Allah'ın peygamberi Dâvud (a.s.) elinin emeğini yerdi."
İbni Mâce de ise "Erkek, kendi el emeğinden daha temiz bir kazanç kazanmamıştır" şeklindedir.
Dinimiz, el emeğine büyük ehemmiyet vermiştir.
Böylece kişiyi işsizlik, tenbellik ve başkasına muhtaç olmaktan kurtarmak; nefsin gururunu kırmak hedeflenmiştir.
Konu ile ilgili daha bir çok hadis vardır. Meselâ bu hadislerden birisi şu mealdedir:
"Kim işinden yorulmuş olarak geceyi geçirirse, Allah'ın bağışlamasına mazhar olarak gecelemiş demektir."
Hadisde Davud'un da (a.s.) elinin emeğini yediğine dikkat çekilmesi ibretlidir.
Çünkü Kur'ân'ı Kerimde bildirildiğine göre, o yeryüzünün halifesi idi.
(Sa'd: 38/26.)
Dolayısıyla bizzat başında çalışmadığı yerlerden başka helâl gelirleri de vardı.
Fakat bir demirci olan Dâvud (a.s.), el emeğiyle zırh yapar, onun gelirini yerdi.
Diğer peygamberler de el emeğiyle geçinmişlerdir. Âdem (a.s.) çiftçilikle geçinmiş,
Nuh (a.s.) marangozluk yaparak, Hz. İdris terzilik, Hz. Musa da çobanlık yaparak geçinmişlerdir.
( İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/67-68.)
- tahaakb
- Özel Üye
- Mesajlar: 1314
- Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00
Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ-İMAM TABERÂNİ
Makamın Hesabı Da Sorulacak
11. İbni Ömer (r.a.) Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'den şöyle işittiğini rivayet ediyor: "Allah kıyamet gününde kullarından birini çağırır huzurunda durdurarak malının hesabını sorduğu gibi, makamının hesabını da sorar." buyurdu.
(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/68.)
İzah
Bir âyet-i kerimede insanın bütün nimetlerden hesaba çekileceğine dikkat çekilerek,
"Size verilen nimetlerden hesaba çekileceksiniz" buyurulmuştur
(Tekasür: 102/8.)
İşte insanın hesaba çekileceği nimetlerden birisi de makamdır.
Çünkü makam büyük nimetlerdendir,her büyük nimet gibi büyük mes'uliyetleri vardır.
Her şeyden önce makam sahibi birisi idare ettiklerinden mes'uldür.
Ayrıca makam bir emânettir. Bu emânetin hakkını vermek gerekir.
Peygamberimiz bir hadislerinde bu gerçeği şöyle ifâde ederler:
"İdarecilik bir emânettir. Şüphesiz hakkı verilmediğinde bu emânet kıyamet gününde hüsran ve pişmanlık getirir.
Ancak bu vazifeyi üzerine alıp da hakkıyla yerine getirenler müstesnadır."
( Müslim, İmâre; 16.)
Diğer taraftan, makam bir hizmet mevkii olarak bilinmelidir.
Tahakküm olarak kullanılmamalıdır.
Kişi sahip olduğu makamını zulme vasıta yaparsa, hakkın sahiplerine ulaşması uğrunda kullanmazsa,
makamın hakkını vermemiş olur ve bundan dolayı kıyamet gününde mes'ul tutulur.
Kişi maddî makamından dolayı hesaba çekileceği gibi, mânevî makamı sebebiyle de hesaba çekilecektir.
Allah'ın kendine ihsan ettiği manevî makamın gerçekten hakkını verdi mi, o makamı dünyalık kazanmak için mi kullandı,
insanlara tahakküm için mi kullandı, şan ve şöhret yolunda mı kullandı.
Kul bütün bunlardan da hesaba çekilecektir.
( İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/68-69.)
11. İbni Ömer (r.a.) Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'den şöyle işittiğini rivayet ediyor: "Allah kıyamet gününde kullarından birini çağırır huzurunda durdurarak malının hesabını sorduğu gibi, makamının hesabını da sorar." buyurdu.
(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/68.)
İzah
Bir âyet-i kerimede insanın bütün nimetlerden hesaba çekileceğine dikkat çekilerek,
"Size verilen nimetlerden hesaba çekileceksiniz" buyurulmuştur
(Tekasür: 102/8.)
İşte insanın hesaba çekileceği nimetlerden birisi de makamdır.
Çünkü makam büyük nimetlerdendir,her büyük nimet gibi büyük mes'uliyetleri vardır.
Her şeyden önce makam sahibi birisi idare ettiklerinden mes'uldür.
Ayrıca makam bir emânettir. Bu emânetin hakkını vermek gerekir.
Peygamberimiz bir hadislerinde bu gerçeği şöyle ifâde ederler:
"İdarecilik bir emânettir. Şüphesiz hakkı verilmediğinde bu emânet kıyamet gününde hüsran ve pişmanlık getirir.
Ancak bu vazifeyi üzerine alıp da hakkıyla yerine getirenler müstesnadır."
( Müslim, İmâre; 16.)
Diğer taraftan, makam bir hizmet mevkii olarak bilinmelidir.
Tahakküm olarak kullanılmamalıdır.
Kişi sahip olduğu makamını zulme vasıta yaparsa, hakkın sahiplerine ulaşması uğrunda kullanmazsa,
makamın hakkını vermemiş olur ve bundan dolayı kıyamet gününde mes'ul tutulur.
Kişi maddî makamından dolayı hesaba çekileceği gibi, mânevî makamı sebebiyle de hesaba çekilecektir.
Allah'ın kendine ihsan ettiği manevî makamın gerçekten hakkını verdi mi, o makamı dünyalık kazanmak için mi kullandı,
insanlara tahakküm için mi kullandı, şan ve şöhret yolunda mı kullandı.
Kul bütün bunlardan da hesaba çekilecektir.
( İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/68-69.)
- tahaakb
- Özel Üye
- Mesajlar: 1314
- Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00
Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ-İMAM TABERÂNİ
Hz. Hatice'nin Fazileti
12. Abdullah bin Ebî Evfa (r.a.) rivayet ediyor: "Cebrail bana şöyle dedi: "Hatice'yi Cennette inciden bir sarayla müjdele. Orada ne gürültü patırtı vardır, ne de yorgunluk ve meşakkat." buyurdu.
(Buhârî, Bedü'1-Halk: 145; Müslim, Fezâilü's-Sahabe: 71. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/69.)
İzah
Hadiste kendisine Cennetin müjdelendiği Hatice, Peygamberimizin evlendiği ilk kadındır. Peygamberimiz yirmi beş yaşında iken o kırk yaşında ve dul bir kadındı. Peygamberimize yaptığı evlilik teklifi kabul edilince onunla evlendi.
Zengin bir kadın olan Hz. Hatice bütün servetini onun emin ellerine teslim etti.Peygamberimizin Hz. Hatice'den ikisi erkek, dördü kız olmak üzere altı çocuğu oldu. Peygamberlikle görevlendirildiğinde ona ilk iman eden Hz. Hatice idi. Peygamberimiz onu,
"Hatice, Allah'a ve Muhammed'e iman hususunda bütün kadınları geçti" buyurarak(Cûmiü's-Sagîr, 3:432.)onun bu fazîletine dikkat çekti. Hz. Hatice, en sıkıntılı günlerinde sevgili beyine çok büyük destek oldu.
Peygamberimiz Hz. Hatice'yi diğer bütün hanımlarından daha çok severdi. Öyle ki vefatından sonra da ondan övgü ile bahseder, onun keremkârlığını, en sıkışık ânında kendine yaptığı büyük yardımları her zaman zikrederdi.
Akraba ve arkadaşlarına iyilik yapmaktan geri durmazdı. Yıllar sonrasında yine Hatice'nin (r.a.) iyiliklerinden bahsetmişti.
Aişe (r.a.) kadınlık duygusuyla, "Devamlı Hatice'den bahsediyorsun.Oysa Allah size ondan daha genç ve güzel hanımlar verdi" dedi. Resûlullah şöyle buyurdu:"Hayır, Allah bana ondan daha hayırlısını vermedi. Çünkü o, herkesin küfür içerisinde olduğu zamanda beni tasdik etti.Herkesin herşeyî benden esirgediği bir zamanda, o beni malına ortak etti. Ve Allah bana ondan çocuklar ihsan etti."
(Müslim, Fezâilü's-Sahabe: 74; Tirmizî, Menâkıb: 62.)
İşte Hz. Hatice bütün fedakârlıklarının mükâfaatı olarak izahını yaptığımız hadisteki müjdeye mazhar oldu. Allah ondan razı olsun.( İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/69-70.)
12. Abdullah bin Ebî Evfa (r.a.) rivayet ediyor: "Cebrail bana şöyle dedi: "Hatice'yi Cennette inciden bir sarayla müjdele. Orada ne gürültü patırtı vardır, ne de yorgunluk ve meşakkat." buyurdu.
(Buhârî, Bedü'1-Halk: 145; Müslim, Fezâilü's-Sahabe: 71. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/69.)
İzah
Hadiste kendisine Cennetin müjdelendiği Hatice, Peygamberimizin evlendiği ilk kadındır. Peygamberimiz yirmi beş yaşında iken o kırk yaşında ve dul bir kadındı. Peygamberimize yaptığı evlilik teklifi kabul edilince onunla evlendi.
Zengin bir kadın olan Hz. Hatice bütün servetini onun emin ellerine teslim etti.Peygamberimizin Hz. Hatice'den ikisi erkek, dördü kız olmak üzere altı çocuğu oldu. Peygamberlikle görevlendirildiğinde ona ilk iman eden Hz. Hatice idi. Peygamberimiz onu,
"Hatice, Allah'a ve Muhammed'e iman hususunda bütün kadınları geçti" buyurarak(Cûmiü's-Sagîr, 3:432.)onun bu fazîletine dikkat çekti. Hz. Hatice, en sıkıntılı günlerinde sevgili beyine çok büyük destek oldu.
Peygamberimiz Hz. Hatice'yi diğer bütün hanımlarından daha çok severdi. Öyle ki vefatından sonra da ondan övgü ile bahseder, onun keremkârlığını, en sıkışık ânında kendine yaptığı büyük yardımları her zaman zikrederdi.
Akraba ve arkadaşlarına iyilik yapmaktan geri durmazdı. Yıllar sonrasında yine Hatice'nin (r.a.) iyiliklerinden bahsetmişti.
Aişe (r.a.) kadınlık duygusuyla, "Devamlı Hatice'den bahsediyorsun.Oysa Allah size ondan daha genç ve güzel hanımlar verdi" dedi. Resûlullah şöyle buyurdu:"Hayır, Allah bana ondan daha hayırlısını vermedi. Çünkü o, herkesin küfür içerisinde olduğu zamanda beni tasdik etti.Herkesin herşeyî benden esirgediği bir zamanda, o beni malına ortak etti. Ve Allah bana ondan çocuklar ihsan etti."
(Müslim, Fezâilü's-Sahabe: 74; Tirmizî, Menâkıb: 62.)
İşte Hz. Hatice bütün fedakârlıklarının mükâfaatı olarak izahını yaptığımız hadisteki müjdeye mazhar oldu. Allah ondan razı olsun.( İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/69-70.)
- tahaakb
- Özel Üye
- Mesajlar: 1314
- Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00
Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ-İMAM TABERÂNİ
Kamet Getirildiğinde Farzdan Başka Namaz Kılmak
13. Ebü Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor: "Namaz için kamet getirildiğinde, artık kendisi için kâmet getirilen farz namazdan başka namaz kılınmaz." buyurdu.(İbni Mâce, İkâme: 103; Müslim, Müsâfirîn: 63, 64; Dârimî, Salat: 149; Ebû Dâvud, Tatavvu: 5; Tirmizî, Salat: 312; Müsned, 2:437, (8354.) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/70-71.)
İzah
Kamet, ezana "kad kaameti's-salat (Namaz başladı)" cümlesinin ilâve edildiği sözlerdir. İster tek başına kılınsın, isterse cemaatla kılınsın, farz namaza başlamadan önce erkeklerin kamet getirmeleri sünnettir. Kadınlar ise kamet getirmezler. Onların kâmet getirmesi mekruhtur.
Hadis, farz bir namaza başlamak için kamet getirildikten sonra başka namaz kılmayı yasaklıyor görünse de, aslında bir yasak söz konusu değildir. Çünkü kamet getirilirken kılanın namazın âlimlerin ekseriyetine göre sahih olduğu hususunda şüphe yoktur. Hadis, kamet getirilirken başlanılan başka bir namazın mükemmel bir namaz olmadığı mânâsındadır. Zira farz bir namaz için kamet getirilirken başka bir namaz kılmak, başından itibaren farza yetişmiş olmak, imamla beraber iftitah tekbirini almak gibi faziletlerden mahrum kalmak demektir.
Böyle biri başladığı namaz sebebiyle imama hiç yetişemese, bu durumda cemaat sevabından da mahrum kalır. Camiye farz için değil de sünnet veya kaza namazı kılmak için gelmiş olur.
Öyle ise sünnet olan, kamet getirilirken başka namaza başlamamak, imamla beraber kamet getirilen farz namaza durmakır. Kılınan öğle namazı ise kişi dört rekât ilk sünneti farzdan sonra kılar. İkindi ve yatsı namazı ise, sonradan sünnetleri kılmaz.
Sabah namazında ise durum biraz farklıdır. Bâzı âlimlere göre kişi imama yetişeceğini anlarsa önce sünneti kılar, sonra imama uyar. Bâzı âlimlere göre ise sünnete hiç başlamaz, hemen imama uyar. İkinci görüşü savunanlar Taberânî'nin de rivayet ettiği şu hadisi delil gösterirler:
"Resûlullah sabah namazının farzını kılarken, bir zâtı iki rekât sünneti kılmakla meşgul görmüştü. Namazdan sonra adama,
"Sen bu iki namazdan hangisini namaz sayıyorsun? Yalnız kıldığın namazı mı, yoksa bizimle birlikte kıldığın namazı mı?"
(İbni Mâce, İkâmet: 103; Müslim, Müsafirîn: Taberânî, Mu'cemü'l-Evsat, 2:273.)Bu sözlerin açıklaması şudur:
"Sen mescide hangi namazı kılmak için geldin, kendin kıldığın sünnet için mi, yoksa bizimle beraber kıldığın farz için mi? Farz için geldi isen niçin gelir gelmez buna başlamadın da sünnetle meşgul oldun?"
Kametten önce başlanılan bir namazı bitirmekte ise bir mahzur yoktur.
(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/71-72.)
13. Ebü Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor: "Namaz için kamet getirildiğinde, artık kendisi için kâmet getirilen farz namazdan başka namaz kılınmaz." buyurdu.(İbni Mâce, İkâme: 103; Müslim, Müsâfirîn: 63, 64; Dârimî, Salat: 149; Ebû Dâvud, Tatavvu: 5; Tirmizî, Salat: 312; Müsned, 2:437, (8354.) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/70-71.)
İzah
Kamet, ezana "kad kaameti's-salat (Namaz başladı)" cümlesinin ilâve edildiği sözlerdir. İster tek başına kılınsın, isterse cemaatla kılınsın, farz namaza başlamadan önce erkeklerin kamet getirmeleri sünnettir. Kadınlar ise kamet getirmezler. Onların kâmet getirmesi mekruhtur.
Hadis, farz bir namaza başlamak için kamet getirildikten sonra başka namaz kılmayı yasaklıyor görünse de, aslında bir yasak söz konusu değildir. Çünkü kamet getirilirken kılanın namazın âlimlerin ekseriyetine göre sahih olduğu hususunda şüphe yoktur. Hadis, kamet getirilirken başlanılan başka bir namazın mükemmel bir namaz olmadığı mânâsındadır. Zira farz bir namaz için kamet getirilirken başka bir namaz kılmak, başından itibaren farza yetişmiş olmak, imamla beraber iftitah tekbirini almak gibi faziletlerden mahrum kalmak demektir.
Böyle biri başladığı namaz sebebiyle imama hiç yetişemese, bu durumda cemaat sevabından da mahrum kalır. Camiye farz için değil de sünnet veya kaza namazı kılmak için gelmiş olur.
Öyle ise sünnet olan, kamet getirilirken başka namaza başlamamak, imamla beraber kamet getirilen farz namaza durmakır. Kılınan öğle namazı ise kişi dört rekât ilk sünneti farzdan sonra kılar. İkindi ve yatsı namazı ise, sonradan sünnetleri kılmaz.
Sabah namazında ise durum biraz farklıdır. Bâzı âlimlere göre kişi imama yetişeceğini anlarsa önce sünneti kılar, sonra imama uyar. Bâzı âlimlere göre ise sünnete hiç başlamaz, hemen imama uyar. İkinci görüşü savunanlar Taberânî'nin de rivayet ettiği şu hadisi delil gösterirler:
"Resûlullah sabah namazının farzını kılarken, bir zâtı iki rekât sünneti kılmakla meşgul görmüştü. Namazdan sonra adama,
"Sen bu iki namazdan hangisini namaz sayıyorsun? Yalnız kıldığın namazı mı, yoksa bizimle birlikte kıldığın namazı mı?"
(İbni Mâce, İkâmet: 103; Müslim, Müsafirîn: Taberânî, Mu'cemü'l-Evsat, 2:273.)Bu sözlerin açıklaması şudur:
"Sen mescide hangi namazı kılmak için geldin, kendin kıldığın sünnet için mi, yoksa bizimle beraber kıldığın farz için mi? Farz için geldi isen niçin gelir gelmez buna başlamadın da sünnetle meşgul oldun?"
Kametten önce başlanılan bir namazı bitirmekte ise bir mahzur yoktur.
(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/71-72.)
- tahaakb
- Özel Üye
- Mesajlar: 1314
- Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00
Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ-İMAM TABERÂNİ
İlim Öğrenmek Farzdır
14. Enes bin Mâlik (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:"İlim öğrenmek her Müslümana farzdır." buyurdu.(İbni Mâce, Mukaddime: 17(224). İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/72.)
İzah
İbni Mâce'de,
"İlmi lâyık olmayana öğreten domuzun boynuna yakut, inci ve altın takan kimse gibidir" ilâvesi vardır.
Hadiste geçen her Müslüman ifâdesi, erkeği de, kadını da içine alır. Ancak kadın erkek her Müslümanın öğrenmesi farz olan ilim, bütün ilimler değildir. Çünkü insanın bütün ilimleri öğrenmesi mümkün değildir, öğrenilmesi farz olan ilim, kişinin kâinatın Yaratıcısını tanımak, Onun birliğini ve Resûlullahın peygamberliğini bilmek, namaz, oruç gibi ibâdetlerle ilgili bilgi edinmek, helal ve haram olan şeyleri öğrenmektir. Daha genel bir ifâde ile ibâdetlerle, helal ve haramla ilgili bir meselesi olduğunda bunu çözmek, araştırıp öğrenmek farzdır.
(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/72-73.
14. Enes bin Mâlik (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:"İlim öğrenmek her Müslümana farzdır." buyurdu.(İbni Mâce, Mukaddime: 17(224). İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/72.)
İzah
İbni Mâce'de,
"İlmi lâyık olmayana öğreten domuzun boynuna yakut, inci ve altın takan kimse gibidir" ilâvesi vardır.
Hadiste geçen her Müslüman ifâdesi, erkeği de, kadını da içine alır. Ancak kadın erkek her Müslümanın öğrenmesi farz olan ilim, bütün ilimler değildir. Çünkü insanın bütün ilimleri öğrenmesi mümkün değildir, öğrenilmesi farz olan ilim, kişinin kâinatın Yaratıcısını tanımak, Onun birliğini ve Resûlullahın peygamberliğini bilmek, namaz, oruç gibi ibâdetlerle ilgili bilgi edinmek, helal ve haram olan şeyleri öğrenmektir. Daha genel bir ifâde ile ibâdetlerle, helal ve haramla ilgili bir meselesi olduğunda bunu çözmek, araştırıp öğrenmek farzdır.
(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/72-73.
- tahaakb
- Özel Üye
- Mesajlar: 1314
- Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00
Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ-İMAM TABERÂNİ
Harp Hiledir
15. Aişe (r.a.) rivayet ediyor,Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:"Savaş hiledir." buyurdu.(Buhari, Cihad: 157; Müslim, Cihad: 17, 18; Ebû Dâvud, Cihad: 92; İbni Mâce, Cihad: 28; Tirmizî, Cihad: 5. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/73.)
İzah
Bu hadiste, siyâsî ve askerî bir düstura dikkat çekilmektedir. O da düşmanı tuzağa düşürebilmek, onu aldatabilmek için hîle yapılabileceğidir. Peygamberimiz (a.s.m.) bunu kendi hayatında da tatbik etmiştir. Meselâ Mekke'nin fethine çıkarken orduya hazırlanmaları emrini vermiş, fakat nereye gideceklerini gizli tutmuştur. Bu Bir hîledir.
Diğer taraftan, Ka'b bin Mâlik (r.a.) savaşa çıkacağı zaman Peygamberimizin maksadından aksi bir istikamete gidip düşmanı yanılttığını, sonra asıl hedefine yönelip "Harp hîledir" buyurduğunu bildirmiştir.(Buhârî, Cihad: 103; Ebû Dâvud, Cihad: 92; Müslim, Tevbe: 54.)
Yine Peygamberimiz bir harp hilesi olarak Hamrâü'1-Esed seferinde beş yüz yere ateş yakılmasını, Mekke'nin fethine giderken de on bin ateş yakılmasını emrederek düşmana İslâm ordusunun kalabalık olduğu intibaını vermişti.
Seyfullah, Allah'ın kılıncı olarak isimlendirilen Hâlid bin Velid de (r.a.) Müte savaşında iki ordu birbirinden ayrıldıktan sonra sağ kanattaki askerleri sol kanada, sol cenahtakileri sağ cenaha, arka saftakileri de ön safa alarak düşmana yardımcı kuvvet geldiği intibaını vermişti. Ertesi gün farklı sîmaları karşılarında gören düşman askerleri, Müslümanlara destek kuvveti geldiğini zannederek paniğe kapılmıştı.Bu hadis, bir yandan Müslümanlara savaşta düşmana karşı hîle yapabilecekleri ruhsatını verirken, diğer taraftan düşmanın da bu yola baş vurabileceğini ihtar ederek dikkatli olmaya davet etmektedir. Zaten hadisin ilk kelimesi "hudea" şeklinde okunduğu zaman, "Harp çok aldatıcıdır, hilelerle doludur" mânâsına gelmektedir.Savaş hilelerinden birisi de düşmanı yanlış bilgilendirmektir. Yalana kesinlikle cevaz vermeyen dinimiz bu konuda düşmanın ordunun yeri ve sayısı hakkında yanlış bilgilendirilerek yanıltılabileceğine de izin vermiştir.Sonra bunu bozmanın bir burada düşman tarafıyla sözleşip hîle olmadığını, aksine böyle yapmanın büyük bir mes'uliyet getirdiğini de ifâde edelim.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/73-74.)
15. Aişe (r.a.) rivayet ediyor,Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:"Savaş hiledir." buyurdu.(Buhari, Cihad: 157; Müslim, Cihad: 17, 18; Ebû Dâvud, Cihad: 92; İbni Mâce, Cihad: 28; Tirmizî, Cihad: 5. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/73.)
İzah
Bu hadiste, siyâsî ve askerî bir düstura dikkat çekilmektedir. O da düşmanı tuzağa düşürebilmek, onu aldatabilmek için hîle yapılabileceğidir. Peygamberimiz (a.s.m.) bunu kendi hayatında da tatbik etmiştir. Meselâ Mekke'nin fethine çıkarken orduya hazırlanmaları emrini vermiş, fakat nereye gideceklerini gizli tutmuştur. Bu Bir hîledir.
Diğer taraftan, Ka'b bin Mâlik (r.a.) savaşa çıkacağı zaman Peygamberimizin maksadından aksi bir istikamete gidip düşmanı yanılttığını, sonra asıl hedefine yönelip "Harp hîledir" buyurduğunu bildirmiştir.(Buhârî, Cihad: 103; Ebû Dâvud, Cihad: 92; Müslim, Tevbe: 54.)
Yine Peygamberimiz bir harp hilesi olarak Hamrâü'1-Esed seferinde beş yüz yere ateş yakılmasını, Mekke'nin fethine giderken de on bin ateş yakılmasını emrederek düşmana İslâm ordusunun kalabalık olduğu intibaını vermişti.
Seyfullah, Allah'ın kılıncı olarak isimlendirilen Hâlid bin Velid de (r.a.) Müte savaşında iki ordu birbirinden ayrıldıktan sonra sağ kanattaki askerleri sol kanada, sol cenahtakileri sağ cenaha, arka saftakileri de ön safa alarak düşmana yardımcı kuvvet geldiği intibaını vermişti. Ertesi gün farklı sîmaları karşılarında gören düşman askerleri, Müslümanlara destek kuvveti geldiğini zannederek paniğe kapılmıştı.Bu hadis, bir yandan Müslümanlara savaşta düşmana karşı hîle yapabilecekleri ruhsatını verirken, diğer taraftan düşmanın da bu yola baş vurabileceğini ihtar ederek dikkatli olmaya davet etmektedir. Zaten hadisin ilk kelimesi "hudea" şeklinde okunduğu zaman, "Harp çok aldatıcıdır, hilelerle doludur" mânâsına gelmektedir.Savaş hilelerinden birisi de düşmanı yanlış bilgilendirmektir. Yalana kesinlikle cevaz vermeyen dinimiz bu konuda düşmanın ordunun yeri ve sayısı hakkında yanlış bilgilendirilerek yanıltılabileceğine de izin vermiştir.Sonra bunu bozmanın bir burada düşman tarafıyla sözleşip hîle olmadığını, aksine böyle yapmanın büyük bir mes'uliyet getirdiğini de ifâde edelim.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/73-74.)
- tahaakb
- Özel Üye
- Mesajlar: 1314
- Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00
Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ-İMAM TABERÂNİ
Namazda Gözleri Yummak
16. İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor,Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:"Biriniz namaz kılarken gözünü yummasın." buyurdu.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/74.)
16. İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor,Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:"Biriniz namaz kılarken gözünü yummasın." buyurdu.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/74.)
- tahaakb
- Özel Üye
- Mesajlar: 1314
- Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00
Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ-İMAM TABERÂNİ
Ticârette Komşu Hakkı
17. Câbir (r.a.) rivayet ediyor,Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:"Şuf'a, ortaklardan birisinin diğerine teklif etmeden satma hakkına sahip olmadığı ev veya bir bahçedeki ortaklık hakkıdır. Kendisine arzedilen şahıs ya teklif edilen yeri satın alır veya almaz." buyurdu.(Müslim, Müsâkat: 133-135. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/74-75.)
İzah
Ev, bahçe, tarla, arsa gibi taşınmaz bir mala iki kişi ortaksa, ve ortaklardan birisi hissesini satmayı düşünüyorsa, onu ilk olarak ortağına teklif etmesi gerekir. Ortağı alırsa alır, almazsa ancak o zaman başkasına teklif edebilir. Ortağına teklif etmeden başkasına satması mekruhtur.
Hanefî mezhebine göre taşınmaz mallarda sadece ortak için değil, komşu için de şuf'a hakkı vardır. Yani bir kimse sahip olduğu taşınmaz bir malını satışa çıkarıyorsa, bunu ilk olarak yakın komşusuna teklif etmelidir. Bu konuda bir hadis şöyledir:
"Komşu, bitişiğindeki taşınmaz malı satın almaya öncelikle hak sahibidir."( İbni Mûce, Şufa: 2.)
Şafiî, Mâlikî ve Hanbelî mezheplerine göre ise bu hadis bir hakkı değil, bir yardımlaşmaya, bir iyiliğe davettir. Komşunun şuf'a hakkı yoktur. Yani kişi satmak istediği bir ev, arsa veya tarlayı komşusuna teklif etmeden başkasına satabilir.Biz bunun dinî bir hak olmasa da komşuluk hakkı olduğunu düşünüyoruz. Bir kimse eğer taşınmaz bir mülkünü satışa çıkarıyorsa, bunu ilk olarak bitişik komşusuna teklif etmelidir. Böyle yapmak insaniyet açısından önemlidir. En azından Peygamberimizin tavsiyesidir.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/75-76.)
17. Câbir (r.a.) rivayet ediyor,Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:"Şuf'a, ortaklardan birisinin diğerine teklif etmeden satma hakkına sahip olmadığı ev veya bir bahçedeki ortaklık hakkıdır. Kendisine arzedilen şahıs ya teklif edilen yeri satın alır veya almaz." buyurdu.(Müslim, Müsâkat: 133-135. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/74-75.)
İzah
Ev, bahçe, tarla, arsa gibi taşınmaz bir mala iki kişi ortaksa, ve ortaklardan birisi hissesini satmayı düşünüyorsa, onu ilk olarak ortağına teklif etmesi gerekir. Ortağı alırsa alır, almazsa ancak o zaman başkasına teklif edebilir. Ortağına teklif etmeden başkasına satması mekruhtur.
Hanefî mezhebine göre taşınmaz mallarda sadece ortak için değil, komşu için de şuf'a hakkı vardır. Yani bir kimse sahip olduğu taşınmaz bir malını satışa çıkarıyorsa, bunu ilk olarak yakın komşusuna teklif etmelidir. Bu konuda bir hadis şöyledir:
"Komşu, bitişiğindeki taşınmaz malı satın almaya öncelikle hak sahibidir."( İbni Mûce, Şufa: 2.)
Şafiî, Mâlikî ve Hanbelî mezheplerine göre ise bu hadis bir hakkı değil, bir yardımlaşmaya, bir iyiliğe davettir. Komşunun şuf'a hakkı yoktur. Yani kişi satmak istediği bir ev, arsa veya tarlayı komşusuna teklif etmeden başkasına satabilir.Biz bunun dinî bir hak olmasa da komşuluk hakkı olduğunu düşünüyoruz. Bir kimse eğer taşınmaz bir mülkünü satışa çıkarıyorsa, bunu ilk olarak bitişik komşusuna teklif etmelidir. Böyle yapmak insaniyet açısından önemlidir. En azından Peygamberimizin tavsiyesidir.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/75-76.)
- tahaakb
- Özel Üye
- Mesajlar: 1314
- Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00
Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ-İMAM TABERÂNİ
Rahmet Ve Azap Taşıyıcısı
18. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:Ömer bin Hattab (r.a.), "Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme rüzgar hakkında sormadığıma pişman olduğum kadar hiçbir şeye pişman olmadım" dedi.Ben (Ebû Hüreyre) rüzgar hakkında Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme sordum. "Yâ Resûlallah, rüzgar neyden meydana geliyor?" dedim. "Rüzgar Allah'ın estirmesiyledir. Onu rahmet veya azap için gönderir." buyurdu.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/76.)
İzah
Hadiste de ifâde edildiği gibi, Allah rüzgarla hem rahmet, hem de azap göndermektedir, Kur'ân'da rüzgarın bu her iki vazifesine de dikkat çekilir. Meselâ bir âyette rüzgarın rahmet yüklü bulutları taşıdığı şöyle nazara verilir:"Rüzgarları rahmetinin önünde müjdeci olarak gönderen Odur. Nihayet o rüzgarlar ağır bulutları yüklendiklerinde, Biz onu ölmüş bir beldeye sevk eder, suyu oraya indirip onunla her cinsten meyveler çıkarırız."( A'raf: 7/57)
Yine Kur'ân'da gemilerin hoş bir rüzgarla denizlerde akıp gittiği bildirilir.(Yunus: 10/22)
Aynı rüzgarı Allah bitkileri aşılama vazifesinde de kullanır.Rüzgarın rahmet yönü yanında, bir de azap tarafı vardır. Kur'ân'da bâzı peygamberlerin ümmetlerinin şiddetli rüzgarla helak edildikleri bildirilir. Meselâ bu âyetlerden birisi şudur:"Allah'ın azabını vadilerine gelen bir bulut şeklinde görünce, 'Bu bize yağmur getiren bir buluttur' dediler. Hûd, 'Hayır, o sizin çabuklaştırılmasını istediğiniz azabın tâ kendisidir. O bir rüzgardır ki, içinde pek acı bir azap vardır' dedi."(Ahkâf: 46/24)
Âd kavmine de köklerini kazıyan bir rüzgar gönderildiği bildirilir.(Zâriyat: 51/41)
Bir âyette de kavurucu rüzgarın zâlimlerin ekinini mahvettiği bildirilir.(Al-i İmran: 3/117)
Kur'ân'da Allah inkarcıları üzerlerine taşlar savuran bir kasırga göndermekle, fırtına göndererek boğmakla tehdit eder.(İsrâ: 17/68- 69)
Rüzgarın bu azap getiren yönü de olduğu içindir ki, Peygamberimiz (a.s.m.) fırtına şeklinde şiddetli bir rüzgar estiğinde şöyle duâ etmiştir:
"Allah'ım, Senden bu rüzgarın hayrını, hayır getirmesini isterim. Şerrinden, şer ve belâ getirmesinden de Sana sığınırım."(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/76-77.)
18. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:Ömer bin Hattab (r.a.), "Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme rüzgar hakkında sormadığıma pişman olduğum kadar hiçbir şeye pişman olmadım" dedi.Ben (Ebû Hüreyre) rüzgar hakkında Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme sordum. "Yâ Resûlallah, rüzgar neyden meydana geliyor?" dedim. "Rüzgar Allah'ın estirmesiyledir. Onu rahmet veya azap için gönderir." buyurdu.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/76.)
İzah
Hadiste de ifâde edildiği gibi, Allah rüzgarla hem rahmet, hem de azap göndermektedir, Kur'ân'da rüzgarın bu her iki vazifesine de dikkat çekilir. Meselâ bir âyette rüzgarın rahmet yüklü bulutları taşıdığı şöyle nazara verilir:"Rüzgarları rahmetinin önünde müjdeci olarak gönderen Odur. Nihayet o rüzgarlar ağır bulutları yüklendiklerinde, Biz onu ölmüş bir beldeye sevk eder, suyu oraya indirip onunla her cinsten meyveler çıkarırız."( A'raf: 7/57)
Yine Kur'ân'da gemilerin hoş bir rüzgarla denizlerde akıp gittiği bildirilir.(Yunus: 10/22)
Aynı rüzgarı Allah bitkileri aşılama vazifesinde de kullanır.Rüzgarın rahmet yönü yanında, bir de azap tarafı vardır. Kur'ân'da bâzı peygamberlerin ümmetlerinin şiddetli rüzgarla helak edildikleri bildirilir. Meselâ bu âyetlerden birisi şudur:"Allah'ın azabını vadilerine gelen bir bulut şeklinde görünce, 'Bu bize yağmur getiren bir buluttur' dediler. Hûd, 'Hayır, o sizin çabuklaştırılmasını istediğiniz azabın tâ kendisidir. O bir rüzgardır ki, içinde pek acı bir azap vardır' dedi."(Ahkâf: 46/24)
Âd kavmine de köklerini kazıyan bir rüzgar gönderildiği bildirilir.(Zâriyat: 51/41)
Bir âyette de kavurucu rüzgarın zâlimlerin ekinini mahvettiği bildirilir.(Al-i İmran: 3/117)
Kur'ân'da Allah inkarcıları üzerlerine taşlar savuran bir kasırga göndermekle, fırtına göndererek boğmakla tehdit eder.(İsrâ: 17/68- 69)
Rüzgarın bu azap getiren yönü de olduğu içindir ki, Peygamberimiz (a.s.m.) fırtına şeklinde şiddetli bir rüzgar estiğinde şöyle duâ etmiştir:
"Allah'ım, Senden bu rüzgarın hayrını, hayır getirmesini isterim. Şerrinden, şer ve belâ getirmesinden de Sana sığınırım."(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/76-77.)
- tahaakb
- Özel Üye
- Mesajlar: 1314
- Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00
Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ-İMAM TABERÂNİ
Abdesti Tamamlamak
19.Ebû Bekir (r.a.) rivayet ediyor:Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber oturuyordum. Bir adam geldi, abdest aldı. Ayaklarında kuru bir yer kaldı. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ona, "Git, abdestini tamamla" buyurdu.O da gidip tamamladı.
(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/77-78.)
19.Ebû Bekir (r.a.) rivayet ediyor:Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber oturuyordum. Bir adam geldi, abdest aldı. Ayaklarında kuru bir yer kaldı. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ona, "Git, abdestini tamamla" buyurdu.O da gidip tamamladı.
(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/77-78.)
- tahaakb
- Özel Üye
- Mesajlar: 1314
- Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00
Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ-İMAM TABERÂNİ
Yasaklanan Bâzı Ticâret Şekilleri
20. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:"Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem muhakaladan, müzâbeneden ve mülâbeseden nehyetti. Sigar nikâhını da yasakladı" (Buhari, Büyü: 82; Müslim, Büyü: 105; Neşet, Muzam'a: 45; Muvatta: Büyü: 23-25; Ebû Dâvud, Büyü: 18. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/78.)
İzah
Hadisin ilk kısmı Câhiliyye devrinde sıklıkla yapılan bâzı ticarî muamelelerle ilgilidir. Hadiste geçen muhakala, başağından ayrılmamış buğdayın tahmini olarak o miktar buğday karşılığı satılmasıdır.
Müzâbene, hurma, üzüm gibi şeylerin daha daha dalında iken tahmin edilerek belirli ölçüdeki kuru hurma veya üzüm karşılığında satılmasıdır. Müzâbenenin başka tarifleri de vardır. Bunlardan birisi de meyveyi daha dalında iken, mahsulün alınıp alınmayacağı bilinmediği halde satılmasıdır. Bu durumda daldaki olgunlaşmamış meyve bir âfete maruz kalsa, alıcı zarara uğrar.Bu çeşit alış verişler yapılmasının sebebi şuradan kaynaklanıyordu: Kişi henüz mahsûlü olgunlaşmadan ona ihtiyaç duyuyordu. Bu durumda kuru hurma veya üzüm karışlığında daldaki hurma veya üzümünü satıyordu. Yine tarladaki buğdayını hasad edilmiş buğday karşılığında satıyordu. Bu durumda her iki tarafın da zarara uğraması söz konusu idi. Kuru meyve veren karşılığında fazlasını istiyordu. Tarladaki buğday veya daldaki meyvenin hasad edilme garantisi olmadığı, ya da kuruduğunda fazlasıyla azaldığı için de satıcı zarar edebiliyordu.
Mülâbese ise, genelde katlanmış olarak veya karanlıkta getirilen kumaşı iyice görüp anlamadan sadece el değmesiyle alım satımın kesinleşmesidir. Bu durumda kumaşın sahibi, "Kumaşı sana elle dokunman bakıp görme yerine geçmesi şartıyla şu fiyata sattım, bakınca geri iade etme hakkına sahip değilsin" der. Müşteri de "Kabul ettim" der ve böylece akit gerçekleşir.Bu çeşit satışlarda aldatma olacağı izah edilmeyecek kadar açıktır. Bunun içindir ki, alıcı ve satıcının zarara uğramaması için hükümler koyan Peygamberimiz, haksız kazanca sebep olan bu çeşit alış verişleri yasaklamıştır. Her üç alış veriş şekli de bütün mezheplere göre ittifakla caiz değildir.Hadisin ikinci kısmında ise sigar nikâhı yasaklanmaktadır. Bununla da kadınların hakkı korunmuştur. İbni Ömer'in (r.a.) rivayet ettiği şu hadis sigar nikâhını açıklamaktadır:"Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sigar nikâhını yasakladı. Bu, kişinin kızını veya kız kardeşini, karşılığında karşı tarafın kızını veya kız kardeşini almak üzere bir erkeğe vermesi, aralarında mehir ödemeyi kaldırmalarıdır."( Buhârî, Nikâh: 28; Müslim, Nikâh: 57; Ebû Dâvud, Nikâh: 15.)
Bu evlilik şeklinde mehir vermemek suretiyle kadına zulmedildiğinden, Peygamberimiz bunu yasaklamıştır. Fakat iki taraf da gelin aldıkları kimseye mehir verirlerse, yapılan nikah geçerlidir.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/78-79.)
20. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:"Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem muhakaladan, müzâbeneden ve mülâbeseden nehyetti. Sigar nikâhını da yasakladı" (Buhari, Büyü: 82; Müslim, Büyü: 105; Neşet, Muzam'a: 45; Muvatta: Büyü: 23-25; Ebû Dâvud, Büyü: 18. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/78.)
İzah
Hadisin ilk kısmı Câhiliyye devrinde sıklıkla yapılan bâzı ticarî muamelelerle ilgilidir. Hadiste geçen muhakala, başağından ayrılmamış buğdayın tahmini olarak o miktar buğday karşılığı satılmasıdır.
Müzâbene, hurma, üzüm gibi şeylerin daha daha dalında iken tahmin edilerek belirli ölçüdeki kuru hurma veya üzüm karşılığında satılmasıdır. Müzâbenenin başka tarifleri de vardır. Bunlardan birisi de meyveyi daha dalında iken, mahsulün alınıp alınmayacağı bilinmediği halde satılmasıdır. Bu durumda daldaki olgunlaşmamış meyve bir âfete maruz kalsa, alıcı zarara uğrar.Bu çeşit alış verişler yapılmasının sebebi şuradan kaynaklanıyordu: Kişi henüz mahsûlü olgunlaşmadan ona ihtiyaç duyuyordu. Bu durumda kuru hurma veya üzüm karışlığında daldaki hurma veya üzümünü satıyordu. Yine tarladaki buğdayını hasad edilmiş buğday karşılığında satıyordu. Bu durumda her iki tarafın da zarara uğraması söz konusu idi. Kuru meyve veren karşılığında fazlasını istiyordu. Tarladaki buğday veya daldaki meyvenin hasad edilme garantisi olmadığı, ya da kuruduğunda fazlasıyla azaldığı için de satıcı zarar edebiliyordu.
Mülâbese ise, genelde katlanmış olarak veya karanlıkta getirilen kumaşı iyice görüp anlamadan sadece el değmesiyle alım satımın kesinleşmesidir. Bu durumda kumaşın sahibi, "Kumaşı sana elle dokunman bakıp görme yerine geçmesi şartıyla şu fiyata sattım, bakınca geri iade etme hakkına sahip değilsin" der. Müşteri de "Kabul ettim" der ve böylece akit gerçekleşir.Bu çeşit satışlarda aldatma olacağı izah edilmeyecek kadar açıktır. Bunun içindir ki, alıcı ve satıcının zarara uğramaması için hükümler koyan Peygamberimiz, haksız kazanca sebep olan bu çeşit alış verişleri yasaklamıştır. Her üç alış veriş şekli de bütün mezheplere göre ittifakla caiz değildir.Hadisin ikinci kısmında ise sigar nikâhı yasaklanmaktadır. Bununla da kadınların hakkı korunmuştur. İbni Ömer'in (r.a.) rivayet ettiği şu hadis sigar nikâhını açıklamaktadır:"Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sigar nikâhını yasakladı. Bu, kişinin kızını veya kız kardeşini, karşılığında karşı tarafın kızını veya kız kardeşini almak üzere bir erkeğe vermesi, aralarında mehir ödemeyi kaldırmalarıdır."( Buhârî, Nikâh: 28; Müslim, Nikâh: 57; Ebû Dâvud, Nikâh: 15.)
Bu evlilik şeklinde mehir vermemek suretiyle kadına zulmedildiğinden, Peygamberimiz bunu yasaklamıştır. Fakat iki taraf da gelin aldıkları kimseye mehir verirlerse, yapılan nikah geçerlidir.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/78-79.)
- tahaakb
- Özel Üye
- Mesajlar: 1314
- Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00
Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ-İMAM TABERÂNİ
Cafer Bin Ebî Tâlib'in Fazileti
21.Ebû Cuheyfe babasından rivayet ediyor,Cafer bin Ebî Tâlib Habeşistan'dan dönmüştü.Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onu karşıladı, alnından öptü ve:"Hangisine sevineceğimi bilemiyorum. Hayber'in fethine mi, yoksa Cafer'in dönüşüne mi sevineyim?" buyurdu.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/80.)
İzah
Cafer bin Ebî Tâlib, Peygamberimizin amcası Ebû Tâlib'in oğlu, Hz. Ali'nin de kardeşidir. İlk Müslümanlardandır. Müşriklerin eziyeti dayanılmaz bir hal alınca Habeşistan'a hicret etmişti. Müşrikler Muhacirlerin geri gönderilmesi için Habeşistan kralı Necâşî'ye elçiler gönderdiğinde, oradaki muhacirleri temsilen Hz. Cafer bir konuşma yapmış ve bu konuşmasıyla Necâşî'yi etkilemişti. Necâşî onlara sahip çıkmış, müşriklerin elçilerini de gerisin geriye göndermişti.
İşte Hz. Cafer'in Habeşistan'dan dönmesi, Peygamberimizin Hayber'i fethettiği zamana rastlamaktadır. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yukarıdaki sözünü onun Habeşistan'dan dönmesi üzerine söylemiştir.Cafer (r.a.) Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme vücut ve ahlakça en çok benzeyen Sahabî idi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Rumların üzerine göndermek üzere hazırladığı orduya ikinci sırada onu kumandan tayin etmişti. Zeyd bin Hârise'nin şehid edilmesi durumunda kumandayı onun almasını istemişti. Gerçekten de Mûte savaşında Hz. Zeyd şehid düştüğünde kumandayı Hz. Cafer aldı. Kahramanca savaştı, sonunda o da şehid düştü. Bu arada iki kolu da kesilmişti. Televizyon ekranından seyreder gibi harp savhasını temaşa eden sevgili Peygamberimiz bu durumu Ashabına haber verdi, "Allah ona kesilen iki koluna karşılık iki kanat verdi. Onlarla Cennete uçtu" buyurdu.Bundan sonra Hz. Cafer iki kanatlı mânâsında "Zülcenâheyn" ve uçan mânâsında "Tayyar" ünvanlarıyla anıldı. Allah ondan razı olsun.(Üsdü'l-Gâbe, 1:358. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/80-81.)
21.Ebû Cuheyfe babasından rivayet ediyor,Cafer bin Ebî Tâlib Habeşistan'dan dönmüştü.Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onu karşıladı, alnından öptü ve:"Hangisine sevineceğimi bilemiyorum. Hayber'in fethine mi, yoksa Cafer'in dönüşüne mi sevineyim?" buyurdu.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/80.)
İzah
Cafer bin Ebî Tâlib, Peygamberimizin amcası Ebû Tâlib'in oğlu, Hz. Ali'nin de kardeşidir. İlk Müslümanlardandır. Müşriklerin eziyeti dayanılmaz bir hal alınca Habeşistan'a hicret etmişti. Müşrikler Muhacirlerin geri gönderilmesi için Habeşistan kralı Necâşî'ye elçiler gönderdiğinde, oradaki muhacirleri temsilen Hz. Cafer bir konuşma yapmış ve bu konuşmasıyla Necâşî'yi etkilemişti. Necâşî onlara sahip çıkmış, müşriklerin elçilerini de gerisin geriye göndermişti.
İşte Hz. Cafer'in Habeşistan'dan dönmesi, Peygamberimizin Hayber'i fethettiği zamana rastlamaktadır. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yukarıdaki sözünü onun Habeşistan'dan dönmesi üzerine söylemiştir.Cafer (r.a.) Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme vücut ve ahlakça en çok benzeyen Sahabî idi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Rumların üzerine göndermek üzere hazırladığı orduya ikinci sırada onu kumandan tayin etmişti. Zeyd bin Hârise'nin şehid edilmesi durumunda kumandayı onun almasını istemişti. Gerçekten de Mûte savaşında Hz. Zeyd şehid düştüğünde kumandayı Hz. Cafer aldı. Kahramanca savaştı, sonunda o da şehid düştü. Bu arada iki kolu da kesilmişti. Televizyon ekranından seyreder gibi harp savhasını temaşa eden sevgili Peygamberimiz bu durumu Ashabına haber verdi, "Allah ona kesilen iki koluna karşılık iki kanat verdi. Onlarla Cennete uçtu" buyurdu.Bundan sonra Hz. Cafer iki kanatlı mânâsında "Zülcenâheyn" ve uçan mânâsında "Tayyar" ünvanlarıyla anıldı. Allah ondan razı olsun.(Üsdü'l-Gâbe, 1:358. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/80-81.)
- tahaakb
- Özel Üye
- Mesajlar: 1314
- Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00
Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ-İMAM TABERÂNİ
Şüpheli Şeylerden Sakınmak
22. İbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor,Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:"Helâl de bellidir, haram da bellidir. Öyle ise helâl mı haram mı olduğunda şüphe ettiğin şeyi bırak, şüphe vermeyene bak." buyurdu.(İbni Mâce, Fiten: 14. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/81.)
İzah
İbni Mâce'de bu hadisin tamamı şöyledir:
"Helâl olan şeyler bellidir. Haram olan şeyler de bellidir. Helâl ile haram arasında da helâl mi, haram mı olduğunu çok kimsenin bilmediği bir takım şüpheli şeyler vardır. Bu itibarla, kim şüpheli şeylerden sakınırsa, dinini noksanlıktan, şeref ve haysiyetini halkın dilinden kurtarmış olur. Şüpheli şeylere dalan kimse de girilmesi yasak olan koru etrafında davarlarını otlatan kimse gibidir. O çobanın koru içine dalması an meselesidir. Bilmiş olunuz ki, her hükümdarın özel bir komşu vardır. Dikkat ediniz! Allah'ın yer yüzündeki komşu da haram ettiği şeylerdir."Haberiniz olsun, insanın vücudunda bir lokmacık et parçası vardır ki, iyi olduğu zaman bütün cesed iyi olur, o bozulduğu zaman bütün cesed bozulur. Bilmiş olunuz ki o et parçası kalptir."(Müslim, Müsâkat: 107)
Hadîste helal ve haramın belli olduğu ifâde edilmektedir. Meselâ yiyeceklerden bâzı şeylerin helal olduğu herkesçe bilinen bir gerçektir. Yine suyun, sütün ve bir çok gıda maddesinin helâl olduğunu herkes bilir.Bunun gibi haramlar da bellidir. Meselâ faizin, içkinin, kumarın, zinanın, gıybetin, yalan söylemenin ve buna benzer şeylerin haram olduğunu herkes bilir.Bir de haram ve helâl olduğu açıkça bilinmeyen, ancak bir âlimin ilmine müracaat edilerek anlaşılacak olan şüpheli şeyler vardır. Hadis, bu şüpheli şeylere karşı Müslümanları ikaz etmekte, en azından hükmü öğrenil inceye kadar onun terkedilmesi istenmektedir. Ki böyle yapmak dinin selâmeti açısından çok faydalıdır. Çünkü terk edilen şey helâl ise terk etmekle dinen bir zarara girilmiş olmaz. Haram ise terk edilmekle dînen büyük bir sevap kazanılmış olunur. Terk edilmediği takdirde ise bir haram işlenilmiş olunur.İzahta yer verdiğimiz hadisde şüpheli şeyler güzel bir benzetme ile koruluğa benzetilmiştir. Koruluğun etrafındaki koyunların yasak bölgeye girmeleri an meselesidir. Her an içeri dalabilirler. İşte şüpheli şeyler de böyledir. Kişi şüpheli şeylerin etrafında dolaşa dolaşa sonunda içine dalabilir.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/81-82)
22. İbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor,Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:"Helâl de bellidir, haram da bellidir. Öyle ise helâl mı haram mı olduğunda şüphe ettiğin şeyi bırak, şüphe vermeyene bak." buyurdu.(İbni Mâce, Fiten: 14. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/81.)
İzah
İbni Mâce'de bu hadisin tamamı şöyledir:
"Helâl olan şeyler bellidir. Haram olan şeyler de bellidir. Helâl ile haram arasında da helâl mi, haram mı olduğunu çok kimsenin bilmediği bir takım şüpheli şeyler vardır. Bu itibarla, kim şüpheli şeylerden sakınırsa, dinini noksanlıktan, şeref ve haysiyetini halkın dilinden kurtarmış olur. Şüpheli şeylere dalan kimse de girilmesi yasak olan koru etrafında davarlarını otlatan kimse gibidir. O çobanın koru içine dalması an meselesidir. Bilmiş olunuz ki, her hükümdarın özel bir komşu vardır. Dikkat ediniz! Allah'ın yer yüzündeki komşu da haram ettiği şeylerdir."Haberiniz olsun, insanın vücudunda bir lokmacık et parçası vardır ki, iyi olduğu zaman bütün cesed iyi olur, o bozulduğu zaman bütün cesed bozulur. Bilmiş olunuz ki o et parçası kalptir."(Müslim, Müsâkat: 107)
Hadîste helal ve haramın belli olduğu ifâde edilmektedir. Meselâ yiyeceklerden bâzı şeylerin helal olduğu herkesçe bilinen bir gerçektir. Yine suyun, sütün ve bir çok gıda maddesinin helâl olduğunu herkes bilir.Bunun gibi haramlar da bellidir. Meselâ faizin, içkinin, kumarın, zinanın, gıybetin, yalan söylemenin ve buna benzer şeylerin haram olduğunu herkes bilir.Bir de haram ve helâl olduğu açıkça bilinmeyen, ancak bir âlimin ilmine müracaat edilerek anlaşılacak olan şüpheli şeyler vardır. Hadis, bu şüpheli şeylere karşı Müslümanları ikaz etmekte, en azından hükmü öğrenil inceye kadar onun terkedilmesi istenmektedir. Ki böyle yapmak dinin selâmeti açısından çok faydalıdır. Çünkü terk edilen şey helâl ise terk etmekle dinen bir zarara girilmiş olmaz. Haram ise terk edilmekle dînen büyük bir sevap kazanılmış olunur. Terk edilmediği takdirde ise bir haram işlenilmiş olunur.İzahta yer verdiğimiz hadisde şüpheli şeyler güzel bir benzetme ile koruluğa benzetilmiştir. Koruluğun etrafındaki koyunların yasak bölgeye girmeleri an meselesidir. Her an içeri dalabilirler. İşte şüpheli şeyler de böyledir. Kişi şüpheli şeylerin etrafında dolaşa dolaşa sonunda içine dalabilir.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/81-82)
- tahaakb
- Özel Üye
- Mesajlar: 1314
- Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00
Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ-İMAM TABERÂNİ
İşçi Hakkı
23. Câbir (r.a.) rivayet ediyor,Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:"İşçinin ücretini alın teri kurumadan veriniz." buyurdu.(İbni Mâce, Rehine: 4. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/82-83.)
İzah
Dinimizde haklar üzerinde hassasiyetle durulur. Allah hakkı, anne baba hakkı, kul hakkı, komşu hakkı, karı koca hakkı, hayvan hakkı bu haklardan bâzılarıdır. İşte dinimizin üzerinde hassasiyetle durduğu bu haklardan birisi de işçi hakkıdır.
Yüzyıllarca burjuva tabakası işçiyi ezmiş, onun sırtından geçinmiştir. Hala da bu durum devam etmektedir. Tarihe bakılsa ihtilallerin temelinde işçilerin istismar edilmeleri yatar.İşte dinimiz, bin dört yüz sene öncesinden işçi haklarını savunmuş, onlara haksızlık yapılmaması gerektiği üzerinde durulmuştur. Hadiste geçen "alın teri kurumadan" ifadesi bir teşbihtir. İşçi terlemeyeceği bir iş de yapmış olabilir. Maksat ücretinin hemen verilmesi gerektiğidir. Hak edilmiş bir hakkın geciktirilmesi haksızlıktır, zulümdür.İbni Mâce'de yer alan bir başka hadisde Peygamberimiz bir işçi tutup çalıştırıp da ücretini vermeyen, konuştuğu miktardan daha azını veren kimsenin kıyamet gününde hasmı olacağını bildirmiş, ve "Ben kimin hasmı isem kıyamet gününde onu mağlup ederim" buyurmuştur.İşçinin ücretinin tam ve zamanında verilmesi, işin sürekliliği, kalitesi ve istismar edilmemesi açısından çok önemlidir.
Burjuva sınıfı işçilere haksızlık yaparken, işçiler de zaman içerisinde sadece haklarını alma peşinde mücâdele etmemişler, haksız grevlerle hak etmedikleri bir ücreti de talep eder olmuşlardır. İşverenin işçinin ücretini vermemesi veya geciktirmesi ne kadar haksızlıksa, işçilerin iş vereni zor durumda bırakarak ondan fazla ücret talep etmeleri de aynen onun gibi haksızlıktır.
(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/83.)
23. Câbir (r.a.) rivayet ediyor,Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:"İşçinin ücretini alın teri kurumadan veriniz." buyurdu.(İbni Mâce, Rehine: 4. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/82-83.)
İzah
Dinimizde haklar üzerinde hassasiyetle durulur. Allah hakkı, anne baba hakkı, kul hakkı, komşu hakkı, karı koca hakkı, hayvan hakkı bu haklardan bâzılarıdır. İşte dinimizin üzerinde hassasiyetle durduğu bu haklardan birisi de işçi hakkıdır.
Yüzyıllarca burjuva tabakası işçiyi ezmiş, onun sırtından geçinmiştir. Hala da bu durum devam etmektedir. Tarihe bakılsa ihtilallerin temelinde işçilerin istismar edilmeleri yatar.İşte dinimiz, bin dört yüz sene öncesinden işçi haklarını savunmuş, onlara haksızlık yapılmaması gerektiği üzerinde durulmuştur. Hadiste geçen "alın teri kurumadan" ifadesi bir teşbihtir. İşçi terlemeyeceği bir iş de yapmış olabilir. Maksat ücretinin hemen verilmesi gerektiğidir. Hak edilmiş bir hakkın geciktirilmesi haksızlıktır, zulümdür.İbni Mâce'de yer alan bir başka hadisde Peygamberimiz bir işçi tutup çalıştırıp da ücretini vermeyen, konuştuğu miktardan daha azını veren kimsenin kıyamet gününde hasmı olacağını bildirmiş, ve "Ben kimin hasmı isem kıyamet gününde onu mağlup ederim" buyurmuştur.İşçinin ücretinin tam ve zamanında verilmesi, işin sürekliliği, kalitesi ve istismar edilmemesi açısından çok önemlidir.
Burjuva sınıfı işçilere haksızlık yaparken, işçiler de zaman içerisinde sadece haklarını alma peşinde mücâdele etmemişler, haksız grevlerle hak etmedikleri bir ücreti de talep eder olmuşlardır. İşverenin işçinin ücretini vermemesi veya geciktirmesi ne kadar haksızlıksa, işçilerin iş vereni zor durumda bırakarak ondan fazla ücret talep etmeleri de aynen onun gibi haksızlıktır.
(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/83.)