MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ
- tahaakb
- Özel Üye
- Mesajlar: 1312
- Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00
Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ
Seferde Namaz
49.İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Resûlullah Mekke'den Medine'ye yolculuk yaptığında, Allah'tan başka hiç bir şeyden korkulmadığı halde dört rekatlık farz namazları ikişer rekât olarak kıldı.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/108)
İzah
Dînen seferî sayılan bir kimse için bir takım ibâdetler hafifletilmiş, bâzı kolaylıklar getirilmiştir. Bu kolaylıklardan birisi de dört rekâtlı farz namazların ikişer rekât olarak kılınmasıdır. Peygamberimizin yolculukta namazı iki rekât olarak kıldığıyla ilgili olarak bir çok hadis vardır. İşte bu hadis de bunlardan birisidir.Yolculukta namazların kısaltılması ile ilgili hüküm mezhep imamlarına göre değişiklik arz eder. Hanefî mezhebine göre, seferîlik müddeti içinde dört rekâtlı farz namazları—öğle, ikindi ve yatsı—iki rekât olarak kılmak vaciptir. Kasdî olarak terk edildiği zaman mes'uliyet altına girilmiş olur.Mâlikîler de Hanefîlere yakın görüştedirler. Ancak bu mezhebe göre yolculukta namazları kısaltmak vacip değil, sünnet-i müekkededir.Hanbelîler de seferde namazı kısaltmanın dörde tamamlamaktan daha faziletli olduğu kanaatindedirler.Şâfiîlere göre ise seferî sayılan kişi serbesttir, isterse farzları dörder rekât olarak kılar, isterse iki rekât olarak kılar. Bu mezhebe göre namazları kısaltmayıp tam kılmak azimete daha uygundur.Hadiste yer alan "Allah'tan başka hiç bir şeyden korkulmadığı halde" ifâdesi üzerinde biraz durmak istiyoruz.
Seferde namazı kısaltmakta bir mes'uliyet olmayacağını haber veren âyet-i kerimede(Nisa: 4/101)buna bir hikmet olarak, "düşmandan korkmak" gösteriliyordu. Ve"Seferde düşmanın size fenalık yapacağından endişe ederseniz, namazı kısaltmanızda bîr mes'uliyet yoktur" buyuruluyordu.Ruhsat korku karşısında verildiği için bâzıları bu ruhsatın normal zamanlarda geçerli olmadığını düşündüler. İşte yukarıdaki hadiste yer alan "Allah'tan başka hiç bir şeyden korku duyulmadığı halde" ifâdesi, bu ruhsatın sürekliliğini ifâde etmektedir. Nitekim şu olay da bu hadise kuvvet verir: Müslümanlar emniyete çıkıp düşman korkusu ortadan kalkınca, "Madem düşman korkusu kalmadı, öyle ise niçin namazı kısa kılıyoruz?" diye bir fikre kapıldılar. Hattâ bir defasında Ashaptan Hz. Ya'la bunu Hz. Ömer'e sordu. Hz. Ömer, bu meseleyi önceleri kendisinin de anlamadığını, Resûlullaha (s.a.v.) sorduğunda ondan şu cevabı aldığını söyledi:"Bu, Allah'ın size verdiği bir sadakadır. Binâenaleyh, siz Onun sadakasını kabul edin."(Müslim, Salâti'l-Misâfir:4; İbni Mâce, İkame:73; Ebû Dâvud, Sefer 1) Evet, yolculukta farz namazların iki rekât olarak kılınması müminlere Allah'ın bir ihsanı ve kolaylığıdır. Allah günah sayılan şeylerin terk edilmesini sevdiği gibi, kolaylık olsun diye verdiği ruhsatların işlenmesini sever. ( İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/108-110)
49.İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Resûlullah Mekke'den Medine'ye yolculuk yaptığında, Allah'tan başka hiç bir şeyden korkulmadığı halde dört rekatlık farz namazları ikişer rekât olarak kıldı.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/108)
İzah
Dînen seferî sayılan bir kimse için bir takım ibâdetler hafifletilmiş, bâzı kolaylıklar getirilmiştir. Bu kolaylıklardan birisi de dört rekâtlı farz namazların ikişer rekât olarak kılınmasıdır. Peygamberimizin yolculukta namazı iki rekât olarak kıldığıyla ilgili olarak bir çok hadis vardır. İşte bu hadis de bunlardan birisidir.Yolculukta namazların kısaltılması ile ilgili hüküm mezhep imamlarına göre değişiklik arz eder. Hanefî mezhebine göre, seferîlik müddeti içinde dört rekâtlı farz namazları—öğle, ikindi ve yatsı—iki rekât olarak kılmak vaciptir. Kasdî olarak terk edildiği zaman mes'uliyet altına girilmiş olur.Mâlikîler de Hanefîlere yakın görüştedirler. Ancak bu mezhebe göre yolculukta namazları kısaltmak vacip değil, sünnet-i müekkededir.Hanbelîler de seferde namazı kısaltmanın dörde tamamlamaktan daha faziletli olduğu kanaatindedirler.Şâfiîlere göre ise seferî sayılan kişi serbesttir, isterse farzları dörder rekât olarak kılar, isterse iki rekât olarak kılar. Bu mezhebe göre namazları kısaltmayıp tam kılmak azimete daha uygundur.Hadiste yer alan "Allah'tan başka hiç bir şeyden korkulmadığı halde" ifâdesi üzerinde biraz durmak istiyoruz.
Seferde namazı kısaltmakta bir mes'uliyet olmayacağını haber veren âyet-i kerimede(Nisa: 4/101)buna bir hikmet olarak, "düşmandan korkmak" gösteriliyordu. Ve"Seferde düşmanın size fenalık yapacağından endişe ederseniz, namazı kısaltmanızda bîr mes'uliyet yoktur" buyuruluyordu.Ruhsat korku karşısında verildiği için bâzıları bu ruhsatın normal zamanlarda geçerli olmadığını düşündüler. İşte yukarıdaki hadiste yer alan "Allah'tan başka hiç bir şeyden korku duyulmadığı halde" ifâdesi, bu ruhsatın sürekliliğini ifâde etmektedir. Nitekim şu olay da bu hadise kuvvet verir: Müslümanlar emniyete çıkıp düşman korkusu ortadan kalkınca, "Madem düşman korkusu kalmadı, öyle ise niçin namazı kısa kılıyoruz?" diye bir fikre kapıldılar. Hattâ bir defasında Ashaptan Hz. Ya'la bunu Hz. Ömer'e sordu. Hz. Ömer, bu meseleyi önceleri kendisinin de anlamadığını, Resûlullaha (s.a.v.) sorduğunda ondan şu cevabı aldığını söyledi:"Bu, Allah'ın size verdiği bir sadakadır. Binâenaleyh, siz Onun sadakasını kabul edin."(Müslim, Salâti'l-Misâfir:4; İbni Mâce, İkame:73; Ebû Dâvud, Sefer 1) Evet, yolculukta farz namazların iki rekât olarak kılınması müminlere Allah'ın bir ihsanı ve kolaylığıdır. Allah günah sayılan şeylerin terk edilmesini sevdiği gibi, kolaylık olsun diye verdiği ruhsatların işlenmesini sever. ( İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/108-110)
- tahaakb
- Özel Üye
- Mesajlar: 1312
- Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00
Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ
Cennet Her An Güzelleşir
50.Câbir (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem :"Allahü Teâla her gün Cennete şöyle buyurur: "Sana girecek olanlar için güzelleş!" Ardından Cennetin güzelliği daha da artar. İşte seher vaktinde insanların hissettikleri serinliğin sebebi budur. buyurdu.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/110)
50.Câbir (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem :"Allahü Teâla her gün Cennete şöyle buyurur: "Sana girecek olanlar için güzelleş!" Ardından Cennetin güzelliği daha da artar. İşte seher vaktinde insanların hissettikleri serinliğin sebebi budur. buyurdu.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/110)
- tahaakb
- Özel Üye
- Mesajlar: 1312
- Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00
Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ-İMAM TABERÂNİ
Abdest Azalarını Üçer Defa Yıkamak
51.Enes (r.a.) rivayet ediyor,abdest azalarını üçer defa yıkadığını gördüm. O, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem :"Rabbim bana böyle yapmamı emretti" buyurdu. (İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/110)
İzah
Bir kimse abdest azalarını birer defa da yıkasa abdesti sahih olur. Çünkü farz olan birer defa yıkamaktır, Abdest azalarını üçer defa yıkamak ise sünnettir. Bir kimse abdest alırken Peygamberimizi taklit ederse, ona tâbi olursa, sünnet işleme sevabı kazanır ve kıyamet gününde en muhtaç olduğu bir zamanda Resûlullahın şefaatine mazhar olur.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/110-111)
51.Enes (r.a.) rivayet ediyor,abdest azalarını üçer defa yıkadığını gördüm. O, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem :"Rabbim bana böyle yapmamı emretti" buyurdu. (İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/110)
İzah
Bir kimse abdest azalarını birer defa da yıkasa abdesti sahih olur. Çünkü farz olan birer defa yıkamaktır, Abdest azalarını üçer defa yıkamak ise sünnettir. Bir kimse abdest alırken Peygamberimizi taklit ederse, ona tâbi olursa, sünnet işleme sevabı kazanır ve kıyamet gününde en muhtaç olduğu bir zamanda Resûlullahın şefaatine mazhar olur.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/110-111)
- tahaakb
- Özel Üye
- Mesajlar: 1312
- Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00
Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ
Allah Hz. Mûsâ İle Konuştu
52.Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor,Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem :"Allah Mûsâ ile konuştuktan sonra, o, on fersah mesafeden, karanlık bir gecede kaya üzerindeki karıncanın yürüyüşünü görür oldu." buyurdu. ( İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/111)
İzah
Musa (a.s.) Mısır'ı terk etmek zorunda kalmış, Medyen'e gitmiş, orada Şuayb'ın (a.s.) büyük kızı ile evlenmiş, on sene boyunca orada kalmış, sonra tekrar Mısır'a gelmek üzere hanımıyla birlikte yola çıkmıştı. Bir ara Tur dağı eteklerinde yollarını kaybettiler. Bu arada Hz. Mûsâ bir ateş gördü. Biraz ateş almak için ateşe doğru gitti. Aslında bu bir ateş değil, Cenâb-ı Hakkın nuru idi. Yanına yaklaştıkça ateş geri çekiliyordu. Çok korktu. Elleriyle gözlerini kapadı ve yere yapıştı. Kulağına daha önce benzerini işitmedi sesler geliyordu. İsminin çağrıldığını işitti. "Lebbeyk, lebbeyk (buyur, buyur)" dedi. Sesi işitiyor, fakat sahibini görmüyordu. Ayrıca ses bir yerden değil, çeşitli yönlerden geliyordu. Cenâb-ı Hak onun korkusunu giderdi ve kendisine hitabda bulundu. İlk olarak şöyle buyurdu:"Ey Mûsâ! Ateş mahallinde olana da, çevresinde bulunana da bereket verildi. Muhakkak ki, Ben senin Rabbinim."
Allah'ın hitabı bu minval üzere devam etti. Bu konuşmayla Hz. Musa'ya peygamberlik verildi. Yukarıdaki hadiste Allah'ın hitabından sonra Musa'nın (a.s.) on fersah mesafeden, karanlık bir gecede kaya üzerindeki karıncanın yürüyüşünü görmeye başladığı bildirilmektedir. Konuşmanın tafsilatı için Tarih Aynasında Yahudiler isimli eserimizin 31-36. sayfalarına bakılabilir.
(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/111-112)
52.Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor,Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem :"Allah Mûsâ ile konuştuktan sonra, o, on fersah mesafeden, karanlık bir gecede kaya üzerindeki karıncanın yürüyüşünü görür oldu." buyurdu. ( İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/111)
İzah
Musa (a.s.) Mısır'ı terk etmek zorunda kalmış, Medyen'e gitmiş, orada Şuayb'ın (a.s.) büyük kızı ile evlenmiş, on sene boyunca orada kalmış, sonra tekrar Mısır'a gelmek üzere hanımıyla birlikte yola çıkmıştı. Bir ara Tur dağı eteklerinde yollarını kaybettiler. Bu arada Hz. Mûsâ bir ateş gördü. Biraz ateş almak için ateşe doğru gitti. Aslında bu bir ateş değil, Cenâb-ı Hakkın nuru idi. Yanına yaklaştıkça ateş geri çekiliyordu. Çok korktu. Elleriyle gözlerini kapadı ve yere yapıştı. Kulağına daha önce benzerini işitmedi sesler geliyordu. İsminin çağrıldığını işitti. "Lebbeyk, lebbeyk (buyur, buyur)" dedi. Sesi işitiyor, fakat sahibini görmüyordu. Ayrıca ses bir yerden değil, çeşitli yönlerden geliyordu. Cenâb-ı Hak onun korkusunu giderdi ve kendisine hitabda bulundu. İlk olarak şöyle buyurdu:"Ey Mûsâ! Ateş mahallinde olana da, çevresinde bulunana da bereket verildi. Muhakkak ki, Ben senin Rabbinim."
Allah'ın hitabı bu minval üzere devam etti. Bu konuşmayla Hz. Musa'ya peygamberlik verildi. Yukarıdaki hadiste Allah'ın hitabından sonra Musa'nın (a.s.) on fersah mesafeden, karanlık bir gecede kaya üzerindeki karıncanın yürüyüşünü görmeye başladığı bildirilmektedir. Konuşmanın tafsilatı için Tarih Aynasında Yahudiler isimli eserimizin 31-36. sayfalarına bakılabilir.
(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/111-112)
- tahaakb
- Özel Üye
- Mesajlar: 1312
- Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00
Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ
Hicrette Çocukların Sevgi Gösterisi
53.Enes (r.a.) rivayet ediyor,Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Neccâroğullarına uğradığında onların küçük kızları defler çalıp, "Neccaroğullarının kızlarıyız biz, "Ne hoştur komşuluğu Muhammed'in" diyerek şiir okuyorlardı. Peygamberimiz onlara:"Allah biliyor ki, ben sizi gönülden seviyorum"buyurdu. (İbni Mâce, Nikâh: 21. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/112)
İzah
Peygamberimiz Mekke müşriklerinin işkenceleri karşısında Allah'ın emri ile Medine'ye hicret etmişti. Medineliler onu çok coşkulu bir şekilde karşıladılar. Her biri onu evinde misafir etmek için âdeta yarış ettiler. Fakat Peygamberimiz devesinin serbest bırakılmasını, onun çöktüğü yerde misafir kalacağını bildirdi. Deve Ensarın "Benim kapıma çökse" diye arzulu bekleyişleri arasında Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin (r.a.) kapısında çöktü. İşte Resûlullah Ebû Eyyub'un (r.a.) evine ineceği sırada Neccaroğullarının küçük kızları yukarıdaki sözleri söylediler. Resûlullah onlara,"Beni seviyormuzunuz?" diye sordu, onlar da"Evet, yâ Resûlallah" deyince de, "Allah kalbimi biliyor ki, ben sizleri seviyorum" buyurdu.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/112-113)
53.Enes (r.a.) rivayet ediyor,Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Neccâroğullarına uğradığında onların küçük kızları defler çalıp, "Neccaroğullarının kızlarıyız biz, "Ne hoştur komşuluğu Muhammed'in" diyerek şiir okuyorlardı. Peygamberimiz onlara:"Allah biliyor ki, ben sizi gönülden seviyorum"buyurdu. (İbni Mâce, Nikâh: 21. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/112)
İzah
Peygamberimiz Mekke müşriklerinin işkenceleri karşısında Allah'ın emri ile Medine'ye hicret etmişti. Medineliler onu çok coşkulu bir şekilde karşıladılar. Her biri onu evinde misafir etmek için âdeta yarış ettiler. Fakat Peygamberimiz devesinin serbest bırakılmasını, onun çöktüğü yerde misafir kalacağını bildirdi. Deve Ensarın "Benim kapıma çökse" diye arzulu bekleyişleri arasında Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin (r.a.) kapısında çöktü. İşte Resûlullah Ebû Eyyub'un (r.a.) evine ineceği sırada Neccaroğullarının küçük kızları yukarıdaki sözleri söylediler. Resûlullah onlara,"Beni seviyormuzunuz?" diye sordu, onlar da"Evet, yâ Resûlallah" deyince de, "Allah kalbimi biliyor ki, ben sizleri seviyorum" buyurdu.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/112-113)
- tahaakb
- Özel Üye
- Mesajlar: 1312
- Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00
Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ
İmama Uyma
54.Berâ bin Âzip (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile namaz kılarken, o, rükûdan ,doğrulurken "Semiallahü limen hamideh" der, biz o secdeye gidinceye kadar belimizi eğmezdik. Sonra onunla beraber secde ederdik.(Buhârî, Ezan: 52; Müslim, Salat: 198; Ebû Dâvud, Salât: 75. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/113)
İzah
İmama uyan kimse, tekbir alırken, rükûa eğilirken, secdeye giderken, rükûdan ve secdeden doğrulurken hep imamdan sonraya kalmalıdır. İmamdan önce hareket edenin namazı âlimlerin çoğunluğuna göre sahih olsa da, kendisi günahkar olur. Bir hadislerinde,"Benden önce rükû ve secdeye gideni görmeyeyim"(İbni Mace, İkame: 41)buyuran Peygamberimiz, başka bir hadislerinde de imamdan önce hareket edenleri şöyle tehdit eder:"Biriniz rükû ve secdede başını imamdan önce kaldırdığı zaman Cenâb-ı Hakkın (kıyamet gününde başını eşek başına veya suretini eşek suretine çevirerek dirilteceğinden korkmaz mı?"(Buhari, Ezan: 53; Müslim, Salât: 114) İşte yukarıdaki hadiste de Berâ bin Âzib (r.a.) Resûlullah ile namaz kılarken ondan önce hareket etmediklerini, sonraya kaldıklarını bildirmekle cemaatla kılınan namazla ilgili olarak mühim bir hususu nazara vermektedir.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/113-114)
54.Berâ bin Âzip (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile namaz kılarken, o, rükûdan ,doğrulurken "Semiallahü limen hamideh" der, biz o secdeye gidinceye kadar belimizi eğmezdik. Sonra onunla beraber secde ederdik.(Buhârî, Ezan: 52; Müslim, Salat: 198; Ebû Dâvud, Salât: 75. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/113)
İzah
İmama uyan kimse, tekbir alırken, rükûa eğilirken, secdeye giderken, rükûdan ve secdeden doğrulurken hep imamdan sonraya kalmalıdır. İmamdan önce hareket edenin namazı âlimlerin çoğunluğuna göre sahih olsa da, kendisi günahkar olur. Bir hadislerinde,"Benden önce rükû ve secdeye gideni görmeyeyim"(İbni Mace, İkame: 41)buyuran Peygamberimiz, başka bir hadislerinde de imamdan önce hareket edenleri şöyle tehdit eder:"Biriniz rükû ve secdede başını imamdan önce kaldırdığı zaman Cenâb-ı Hakkın (kıyamet gününde başını eşek başına veya suretini eşek suretine çevirerek dirilteceğinden korkmaz mı?"(Buhari, Ezan: 53; Müslim, Salât: 114) İşte yukarıdaki hadiste de Berâ bin Âzib (r.a.) Resûlullah ile namaz kılarken ondan önce hareket etmediklerini, sonraya kaldıklarını bildirmekle cemaatla kılınan namazla ilgili olarak mühim bir hususu nazara vermektedir.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/113-114)
- tahaakb
- Özel Üye
- Mesajlar: 1312
- Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00
Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ
Kurtuluş Reçetesi: Tevbe
55.Abdullah bin Mes'ud (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem :"Günahtan pişmanlık duymak tevbedir." buyurdu.(Müsned, 1:470, (3567); İbni Mâce, Zühd: 30. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/114)
İzah
Tevbenin üç temel rüknü vardır. Bunlar:
1. Günahı kesinlikle bırakmak.
2. Günahtan pişmanlık duymak.
3. Bir daha işlememeye karar vermek.
Pişmanlık duymak tevbenin en önemli bir parçası olması sebebiyle, hadiste,
"Günahtan pişmanlık duymak bir tevbedir" buyurulmuştur.
Peygamberlerden başka hiçbir insan günahsız değildir. Nefis taşıdığı için, insanın bilerek veya bilmeyerek, isteyerek veya istemeyerek günah işlemesi mümkündür. Zaten insanı meleklerden ayıran ve önüne sonsuz bir yükselme merdiveni açan sır da nefis taşıması, günah işlemeye kaabiliyetli olmasıdır. Eğer insan günah işlemeyecek fıtratta yaratılmış olsaydı, melekten farkı kalmazdı.
Evet, insan yaratılışı gereği günah işlemeye meyillidir. Şeytanın ve nefsinin de telkiniyle bir an kendini kaybedip günah işleyerek şeytanı sevindirebilir. Fakat günah işleyen bir mü'minin dikkat etmesi gereken mühim bir husus, şeytanı ikinci defa sevindirmemek, hattâ onu kahretmek olmalıdır. Şöyle ki:Her ne kadar insan günah işleyecek fıtratta yaratılmışsa da asıl olan insanın kendisini günahtan çekmesi, Allah'ın emirleri istikametinde hayatiyetini devam ettirmesidir. Nitekim Yüce Allah bir âyet-i kerimede,
"Muhakkak ki, Allah hıyanete düşkün ve günahtan çekinmeyen kimseyi sevmez" (Nisa: 4/106)buyurarak günahtan çekinmeyen kimseleri sevmediğini belirtmektedir. Evet, bir Müslüman günahlardan çekinmeli, şeytanın vesvesesine kapılmamalıdır. Fakat insan olması sebebiyle bir günah işlediğinde de şeytanın ikinci bir oyununa düşmemeli, hemen tevbe etmelidir. "Şeytanın ikinci bir oyununa düşmemeli" diyoruz. Çünkü şeytanın en mühim hilelerinden birisi de, günah işlettiği insanlara Allah'ın rahmetinden ümidini kestirmektir. Şeytanın vesveseleriyle günah bataklığına dalan bir insan, yine şeytanın "Sen artık adam olmazsın; Allah senin tevbeni kabul etmez" şeklindeki vesveseleriyle daha affedilmeyeceğini düşünerek günah bataklığına iyice daldırır. Yüce Allah bir ayet-i kerimede kullarından şeytanın bu hilesine düşmemelerini ister ve şöyle buyurur:
"De ki: Ey günahta aşırı giderek nefislerine zulmetmiş kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Muhakkak ki Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki o çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir."Öyleyse azap gelmeden önce Rabbinize dönün ve Ona teslim olun; sonra kimseden yardım göremezsiniz."(Zümer: 39/53)Kulların ümitsizliğe düşmemelerine, günahın ardından hemen tevbe kapısına sığınmalarına dikkat çeken başka âyetler de vardır. (Âl-i İmran: 15/16, Nahl: 16/47, Tevbe: 9/70, Nisa: 4/110)Pekçok âyetin sonu, "Muhakkak ki Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir" şeklinde biter.(Nisa: 4/23- 306, Ahzab: 33/50- 59; Mümtehine: 60/12)Bu da Yüce Allah'ın kullarını tevbeye ne derece teşvik ettiğini gösterir.
Ayetlerde günah işleyenler kusurunu itiraf edip Allah'tan bağışlama dilemeye teşvik edildiği gibi, hadislerde de tevbe üzerinde ehemmiyetle durulmuş, günah işleyen kullardan hemen tevbe etmeleri istenmiş ve günahkâr kullar tevbeye teşvik edilmiştir. Bu hadislerden bâzılarının meali şöyledir:"Bütün insanlar günah işlerler. Fakat günah işleyenlerin en hayırlısı, tevbe edenlerdir."
( Tirmizî, Kıyâme: 49; İbni Mâce, Zühd: 30)"Şüphesiz, can boğaza gelmedikçe Allah kulun tevbesini kabul eder." (Tirmizî, Daavât: 99; İbni Mâce, Zühd: 30)"Allah, gündüz günah işleyenlerin tevbelerini kabul etmek için gece rahmet elini açar; geceleyin günah işleyenlerin tevbesini kabul etmek için gündüzün elini açar. Bu durum güneşin batıdan doğmasına [Kıyametten önce tevbe kapısının kapanmasına] kadar devam eder."(Müslim, Tevbe: 31)"Günahından tevbe eden, hiç günahı olmayan kimse gibidir."(İbni Mâce, Zühd: 30)123 numaralı hadise ve izahına da bakınız.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/114-116)
55.Abdullah bin Mes'ud (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem :"Günahtan pişmanlık duymak tevbedir." buyurdu.(Müsned, 1:470, (3567); İbni Mâce, Zühd: 30. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/114)
İzah
Tevbenin üç temel rüknü vardır. Bunlar:
1. Günahı kesinlikle bırakmak.
2. Günahtan pişmanlık duymak.
3. Bir daha işlememeye karar vermek.
Pişmanlık duymak tevbenin en önemli bir parçası olması sebebiyle, hadiste,
"Günahtan pişmanlık duymak bir tevbedir" buyurulmuştur.
Peygamberlerden başka hiçbir insan günahsız değildir. Nefis taşıdığı için, insanın bilerek veya bilmeyerek, isteyerek veya istemeyerek günah işlemesi mümkündür. Zaten insanı meleklerden ayıran ve önüne sonsuz bir yükselme merdiveni açan sır da nefis taşıması, günah işlemeye kaabiliyetli olmasıdır. Eğer insan günah işlemeyecek fıtratta yaratılmış olsaydı, melekten farkı kalmazdı.
Evet, insan yaratılışı gereği günah işlemeye meyillidir. Şeytanın ve nefsinin de telkiniyle bir an kendini kaybedip günah işleyerek şeytanı sevindirebilir. Fakat günah işleyen bir mü'minin dikkat etmesi gereken mühim bir husus, şeytanı ikinci defa sevindirmemek, hattâ onu kahretmek olmalıdır. Şöyle ki:Her ne kadar insan günah işleyecek fıtratta yaratılmışsa da asıl olan insanın kendisini günahtan çekmesi, Allah'ın emirleri istikametinde hayatiyetini devam ettirmesidir. Nitekim Yüce Allah bir âyet-i kerimede,
"Muhakkak ki, Allah hıyanete düşkün ve günahtan çekinmeyen kimseyi sevmez" (Nisa: 4/106)buyurarak günahtan çekinmeyen kimseleri sevmediğini belirtmektedir. Evet, bir Müslüman günahlardan çekinmeli, şeytanın vesvesesine kapılmamalıdır. Fakat insan olması sebebiyle bir günah işlediğinde de şeytanın ikinci bir oyununa düşmemeli, hemen tevbe etmelidir. "Şeytanın ikinci bir oyununa düşmemeli" diyoruz. Çünkü şeytanın en mühim hilelerinden birisi de, günah işlettiği insanlara Allah'ın rahmetinden ümidini kestirmektir. Şeytanın vesveseleriyle günah bataklığına dalan bir insan, yine şeytanın "Sen artık adam olmazsın; Allah senin tevbeni kabul etmez" şeklindeki vesveseleriyle daha affedilmeyeceğini düşünerek günah bataklığına iyice daldırır. Yüce Allah bir ayet-i kerimede kullarından şeytanın bu hilesine düşmemelerini ister ve şöyle buyurur:
"De ki: Ey günahta aşırı giderek nefislerine zulmetmiş kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Muhakkak ki Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki o çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir."Öyleyse azap gelmeden önce Rabbinize dönün ve Ona teslim olun; sonra kimseden yardım göremezsiniz."(Zümer: 39/53)Kulların ümitsizliğe düşmemelerine, günahın ardından hemen tevbe kapısına sığınmalarına dikkat çeken başka âyetler de vardır. (Âl-i İmran: 15/16, Nahl: 16/47, Tevbe: 9/70, Nisa: 4/110)Pekçok âyetin sonu, "Muhakkak ki Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir" şeklinde biter.(Nisa: 4/23- 306, Ahzab: 33/50- 59; Mümtehine: 60/12)Bu da Yüce Allah'ın kullarını tevbeye ne derece teşvik ettiğini gösterir.
Ayetlerde günah işleyenler kusurunu itiraf edip Allah'tan bağışlama dilemeye teşvik edildiği gibi, hadislerde de tevbe üzerinde ehemmiyetle durulmuş, günah işleyen kullardan hemen tevbe etmeleri istenmiş ve günahkâr kullar tevbeye teşvik edilmiştir. Bu hadislerden bâzılarının meali şöyledir:"Bütün insanlar günah işlerler. Fakat günah işleyenlerin en hayırlısı, tevbe edenlerdir."
( Tirmizî, Kıyâme: 49; İbni Mâce, Zühd: 30)"Şüphesiz, can boğaza gelmedikçe Allah kulun tevbesini kabul eder." (Tirmizî, Daavât: 99; İbni Mâce, Zühd: 30)"Allah, gündüz günah işleyenlerin tevbelerini kabul etmek için gece rahmet elini açar; geceleyin günah işleyenlerin tevbesini kabul etmek için gündüzün elini açar. Bu durum güneşin batıdan doğmasına [Kıyametten önce tevbe kapısının kapanmasına] kadar devam eder."(Müslim, Tevbe: 31)"Günahından tevbe eden, hiç günahı olmayan kimse gibidir."(İbni Mâce, Zühd: 30)123 numaralı hadise ve izahına da bakınız.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/114-116)
- tahaakb
- Özel Üye
- Mesajlar: 1312
- Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00
Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ
Cennetin Çoğunu Müslümanlar Teşkil Edecek
57.Abdullah bin Mes'ud (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem :"Cennet ehli yüz yirmi saf olacak. Bunun seksen saffı ümmetimdir." buyurdu.(Tirmizî, Cennet: 13; İbni Mâce, Zühd; 34. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/117-118)
57.Abdullah bin Mes'ud (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem :"Cennet ehli yüz yirmi saf olacak. Bunun seksen saffı ümmetimdir." buyurdu.(Tirmizî, Cennet: 13; İbni Mâce, Zühd; 34. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/117-118)
- tahaakb
- Özel Üye
- Mesajlar: 1312
- Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00
Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ
İsâ (a.s.) İnecektir
58.Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem :"Sizden yaşayanların Hz. İsa'nın adaletli bir hâkim olarak indiğini görmesi yakındır. O, Hıristiyanlardan cizyeyi kaldırır, Haç'ı kırar, domuzu öldürür ve savaş sona erer." buyurdu.(Müslim, İman: 242, 243; Buhârî, Büyü: 102; Mezâlim: 131, Enbiyâ: 49; Ebû Dâvud, Melâhim: 14; Tirmizî, Fiten: 54; Müsned, 2:315, 541, (7264; 9296) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/118)
İzah
Zikrettiğimiz kaynaklarda,
"O zaman mal öylesine artar ki, kimse onu kabul etmez. Tek bir secde dünya ve içindekilerin tamamından daha hayırlı olur." "Bütün düşmanlıklar, küsüşmeler, hasetlik muhakkak kalkacak" "Dava bir olur" gibi ilâveler vardır.Yüce Allah, insanın ecelini ömründe gizlediği gibi, kıyametin vaktini de kâinatın ömründe gizlemiştir. Bununla beraber, kıyamete yakın onu haber veren bâzı alâmetler çıkacaktır. İşte bu alâmetlerden birisi de Hz. İsa'nın yeryüzüne inmesidir. Yüce Allah bir âyette, "İsâ kıyamet için bir alâmettir" buyurmuştur.(Zuhruf: 43/61)Hz. İsa'nın yeryüzüne inmesinin kıyamet alâmetlerinden olduğunu ifâde eden birçok da hadis vardır. Meselâ bu hadislerden birisi şöyledir:"Sizler on alâmeti görmedikçe hiçbir zaman kıyamet kopmaz....İsa'nın inmesi."( Müslim, Fiten: 39.)İşte yukarıdaki hadiste de Hz. İsâ'nın âdil bir hükümdar olarak ineceği, haçı kıracağı, domuzu öldüreceği, cizyeyi kaldıracağı ifâde edilmektedir. Domuzun öldürülmesi, haçın kırılması, cizyenin kaldırılması, Müslümanların yayılmasından, Hıristiyanlığın zayıflamasından, hattâ yok olmasından kinayedir.İsâ (a.s.) indiğinde hadislerde de ifâde edildiği gibi, Hristiyanlarla Müslümanlar arasındaki asırlık düşmanlık, hasetleşme ve kin ortadan kalkacaktır.Burada Hz. İsa'nın bir peygamber olarak değil, Peygamberimize tâbi birisi olarak ineceğini de hatırlatalım. Çünkü Resûlullah ile peygamberlik kapası kapatılmıştır. Artık daha başka bir peygamber gelmeyecektir. Zaten.... numara ile tercüme ettiğimiz hadiste bu gerçek ifâde edilmiştir. İsa'nın (a.s.) inmesi ile ilgili tafsilatlı bilgi için Kıyamet Alâmetleri isimli eserimize bakınız.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/118-119)
58.Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem :"Sizden yaşayanların Hz. İsa'nın adaletli bir hâkim olarak indiğini görmesi yakındır. O, Hıristiyanlardan cizyeyi kaldırır, Haç'ı kırar, domuzu öldürür ve savaş sona erer." buyurdu.(Müslim, İman: 242, 243; Buhârî, Büyü: 102; Mezâlim: 131, Enbiyâ: 49; Ebû Dâvud, Melâhim: 14; Tirmizî, Fiten: 54; Müsned, 2:315, 541, (7264; 9296) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/118)
İzah
Zikrettiğimiz kaynaklarda,
"O zaman mal öylesine artar ki, kimse onu kabul etmez. Tek bir secde dünya ve içindekilerin tamamından daha hayırlı olur." "Bütün düşmanlıklar, küsüşmeler, hasetlik muhakkak kalkacak" "Dava bir olur" gibi ilâveler vardır.Yüce Allah, insanın ecelini ömründe gizlediği gibi, kıyametin vaktini de kâinatın ömründe gizlemiştir. Bununla beraber, kıyamete yakın onu haber veren bâzı alâmetler çıkacaktır. İşte bu alâmetlerden birisi de Hz. İsa'nın yeryüzüne inmesidir. Yüce Allah bir âyette, "İsâ kıyamet için bir alâmettir" buyurmuştur.(Zuhruf: 43/61)Hz. İsa'nın yeryüzüne inmesinin kıyamet alâmetlerinden olduğunu ifâde eden birçok da hadis vardır. Meselâ bu hadislerden birisi şöyledir:"Sizler on alâmeti görmedikçe hiçbir zaman kıyamet kopmaz....İsa'nın inmesi."( Müslim, Fiten: 39.)İşte yukarıdaki hadiste de Hz. İsâ'nın âdil bir hükümdar olarak ineceği, haçı kıracağı, domuzu öldüreceği, cizyeyi kaldıracağı ifâde edilmektedir. Domuzun öldürülmesi, haçın kırılması, cizyenin kaldırılması, Müslümanların yayılmasından, Hıristiyanlığın zayıflamasından, hattâ yok olmasından kinayedir.İsâ (a.s.) indiğinde hadislerde de ifâde edildiği gibi, Hristiyanlarla Müslümanlar arasındaki asırlık düşmanlık, hasetleşme ve kin ortadan kalkacaktır.Burada Hz. İsa'nın bir peygamber olarak değil, Peygamberimize tâbi birisi olarak ineceğini de hatırlatalım. Çünkü Resûlullah ile peygamberlik kapası kapatılmıştır. Artık daha başka bir peygamber gelmeyecektir. Zaten.... numara ile tercüme ettiğimiz hadiste bu gerçek ifâde edilmiştir. İsa'nın (a.s.) inmesi ile ilgili tafsilatlı bilgi için Kıyamet Alâmetleri isimli eserimize bakınız.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/118-119)
- tahaakb
- Özel Üye
- Mesajlar: 1312
- Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00
Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ
Allah Yahudilere Lanet Etsin
59.İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem :"Allah Yahudilere lanet etsin. Allah onlara büyük ve küçük baş hayvanların iç yağlarını haram kıldı da, onlar bunu satıp parasını yediler." buyurdu.(İbni Mâce, Eşribe: 7; Müslim, Müsakât: 71-74; Mu'cemü'l-Evsat, 1:432(774) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/119)
İzah
Müslim'de, "Allah Yahudilerin belâsını versin" şeklinde rivayetler de vardır. Yahudiler Allah'ın pekçok ihsanına rağmen defalarca Allah'a ve peygamberlerine isyan etmişlerdir. Onlar âsi oldukça Allah da onlara dinî hükümleri ağırlaştırmıştır. Bu cümleden olarak hayvanların iç yağlarını da bir ceza olarak haram kılmıştır. Konu ile ilgili âyet şu mealdedir:"Yahudilere de Biz bütün tırnaklı hayvanları haram kıldık. Onlara sığır ve koyunların sırtlarına veya bağırsaklarına yapışan veya kemiğe karışan yağlar dışındaki iç yağlarını da haram kıldık. Bunu, zulümleri yüzünden onlara bir ceza olarak verdik. Muhakkak ki doğruyu bildiren Biziz."(En'âm: 6/146)Ancak Yahudiler daha önce de olduğu gibi, bu yasağı da çiğnediler. Hadiste de ifâde edildiği gibi, haram kılınan yağları satarak parasını yediler. Oysa Allah bir şeyi haram kıldığında onun satılıp parasının yenilmesini de haram kılmıştır. Meselâ içki haramdır, içkiyi satmak da haramdır.İşte hadiste bu hususa dikkat çekilmekte ve Allah'ın haramını ihlâl eden Yahudiler için,
"Allah Yahudilere lanet etsin" buyurulmaktadır. Zaten Allah kıyamete kadar okunacak kitabında Yahudilere lanet etmiştir. Meselâ bu âyetlerden birisi şudur:
"İsrailoğullarından inkâr edenler, Davud'un Meryem oğlu İsa'nın diliyle lanetlendiler. Çünkü onlar isyan etmişler ve hadlerini aşmışlardır."(Mâide: 5/78)"Onlar, İsa'yı inkar etmeleri, Meryem'e pek büyük bir iftirada bulunmaları ve 'Allah'ın Resulü Meryemoğlu Mesih İsa'yı biz öldürdük' demeleri sebebiyle de lanete uğramışlardır."(Nisa: 4/156-157)Yahudiler hakkında geniş bilgi için Tarih Aynasında Yahudiler isimli eserimize bakılabilir.( İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/120-121)
59.İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem :"Allah Yahudilere lanet etsin. Allah onlara büyük ve küçük baş hayvanların iç yağlarını haram kıldı da, onlar bunu satıp parasını yediler." buyurdu.(İbni Mâce, Eşribe: 7; Müslim, Müsakât: 71-74; Mu'cemü'l-Evsat, 1:432(774) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/119)
İzah
Müslim'de, "Allah Yahudilerin belâsını versin" şeklinde rivayetler de vardır. Yahudiler Allah'ın pekçok ihsanına rağmen defalarca Allah'a ve peygamberlerine isyan etmişlerdir. Onlar âsi oldukça Allah da onlara dinî hükümleri ağırlaştırmıştır. Bu cümleden olarak hayvanların iç yağlarını da bir ceza olarak haram kılmıştır. Konu ile ilgili âyet şu mealdedir:"Yahudilere de Biz bütün tırnaklı hayvanları haram kıldık. Onlara sığır ve koyunların sırtlarına veya bağırsaklarına yapışan veya kemiğe karışan yağlar dışındaki iç yağlarını da haram kıldık. Bunu, zulümleri yüzünden onlara bir ceza olarak verdik. Muhakkak ki doğruyu bildiren Biziz."(En'âm: 6/146)Ancak Yahudiler daha önce de olduğu gibi, bu yasağı da çiğnediler. Hadiste de ifâde edildiği gibi, haram kılınan yağları satarak parasını yediler. Oysa Allah bir şeyi haram kıldığında onun satılıp parasının yenilmesini de haram kılmıştır. Meselâ içki haramdır, içkiyi satmak da haramdır.İşte hadiste bu hususa dikkat çekilmekte ve Allah'ın haramını ihlâl eden Yahudiler için,
"Allah Yahudilere lanet etsin" buyurulmaktadır. Zaten Allah kıyamete kadar okunacak kitabında Yahudilere lanet etmiştir. Meselâ bu âyetlerden birisi şudur:
"İsrailoğullarından inkâr edenler, Davud'un Meryem oğlu İsa'nın diliyle lanetlendiler. Çünkü onlar isyan etmişler ve hadlerini aşmışlardır."(Mâide: 5/78)"Onlar, İsa'yı inkar etmeleri, Meryem'e pek büyük bir iftirada bulunmaları ve 'Allah'ın Resulü Meryemoğlu Mesih İsa'yı biz öldürdük' demeleri sebebiyle de lanete uğramışlardır."(Nisa: 4/156-157)Yahudiler hakkında geniş bilgi için Tarih Aynasında Yahudiler isimli eserimize bakılabilir.( İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/120-121)
- tahaakb
- Özel Üye
- Mesajlar: 1312
- Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00
Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ
Kur'ân Yedi Harf Üzere Nazil Oldu
60.İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem :"Cebrail (a.s.) bana Kur'ân'ı bir harf üzerine okudu. Ondan artırmasını istedim. Yedi harfe kadar artırdı." buyurdu.(Buhari, Bedü'1-Halk: 6; Fezâilü'l-Kur'ân: 4; Tirmizî, Kıraat: 11; Müsned, 1:271,(2716) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/121)
İzah
Hadisin başka bir rivayeti şöyledir:
"Şüphesiz bu Kur'ân yedi harf üzere nazil olmuştur. Onlardan hangisi kolayınıza gelirse öyle okuyunuz."(Ebû Dâvud, Vitr: 22; Buhârî, Fezâilü'l-Kur'ân: 5, Tevhid: 37;. Müslim, Müsâfirîn: 264, 270, 272; Tirmizî, Kur'ân: 9; Muvatta)Kur'ân'ın nazil olmaya başladığı yıllarda, Arapların çoğunluğu, okuma yazma bilmeyen câhil kimselerdi. Çoğu, sadece kendi kabilesinin konuştuğu Arapçayi biliyor, diğer kabilelerin konuştuğu lehçeyi iyi anlamıyorlardı. Diğer taraftan Müslüman olanlar içerisinde pekçok köle vardı.Böyle olunca da yeni Müslüman olanlardan bazılarının Kureyş lehçesi ile nazil olan Kur'ân'ın her âyetini, her kelimesini öğrenip ezberlemeleri kolay olmuyordu. Oysa kalpleri ve ruhları aydınlatan Kur'ân nurunun bir an evvel bütün Arap kabileleri arasında yayılması gerekiyordu. Bu müşkülü halletmek, ümmete kolaylık göstermek icab ediyordu. Bu gaye ile Peygamberimiz (s.a.v.) Kur'ân-ı Kerimin yalnız Kureyş lehçesi ile değil, Arap kavimlerinin konuştukları diğer lehçelerle de nazil olmasını istiyordu. İşte yukarıdaki hadis, Kur'ân'ın bir lehçe ile değil de yedi lehçe olarak okunmasına izin verildiğini gösterir. Tirmizi'de bu hadise biraz daha tafsilatlı olarak şöyle anlatılır:Peygamberimiz Cebrail'e, "Ey Cebrail! Ben okuma yazma bilmeyen bir kavme peygamber gönderildim. Bunların içinde genci var, ihtiyarı var, köle ve cariyesi var. Yazılı hiçbir şeyi okumamış olanlar var [Okuma hususu kolaylaşsa!]" dedi.Resûlullahın bu talebi üzerine Cebrail (a.s.) Allah'tan aldığı emri tebliğ ederek, "Kur'ân yedi lügat üzere nazil oldu" dedi.(Tirmizî, Kıraat: 11)Konu ile ilgili bir başka hadis şu mealdedir:"Cebrail bana Kur'ân'ı bir okunuş üzere okuttu, ben de durmadan bunun artmasını istedim. Tâ yedi türlü okunuşa erişinceye kadar bu dileğimde ısrar ettim."(Buhari, Bedü'1-Halk: 6; Fezâilü'l-Kur'ân: 4)Bundan sonra Kur'ân'ı Kerim, Müslümanlara kolaylık olarak başta Kureyş olmak üzere, Huzeyl, Sakİf, Tay, Hevazin, Yemen, Temim kabilelerinin lehçeleri üzre nazil oldu.Burada yedi lügatla ilgili bâzı hususları belirtmek istiyoruz:
1. Yedi lügat Kur'ân'ın her kelimesi için değil, bâzı kelimeleri için geçerlidir.2. Kelimeler farklı da olsa mânâlar aynıdır. Bu, "Geliniz" mânâsına gelen "helümme, akbil, te'al" demek gibidir ki, hepsi de aynı kapıya çıkar. Meselâ günahkâr mânâsına gelen "esîm" kelimesi, aynı mânâya gelen "fâcir" kelimesi ile de nazil olmuştur. Bunun birçok misâlleri vardır.3. Kur'ân'ın yedi lügat üzere nazil olması hicretten sonra, çevre kabilelerin toplu halde Müslüman olmalarının ardından gerçekleşmiştir. Böyle olunca da Kur'ân'ın büyük bir kısmının sadece Kureyş lehçesi ile nazil olduğu ortaya çıkar.4. Resûlullah (s.a.v.) vefatından biraz önce, Kur'ân'ın tamamını Cebrail'e (a.s.) Kureyş lehçesiyle arz etmiştir.5. Peygamberimiz vahiy katiplerine âyetleri yazdırırken de, namazlarda okurken de Kureyş lehçesini tercih ederdi.Hz. Osman'ın halifeliği döneminde Hz. Osman Sahabîlerle yaptığı istişare sonucunda Kur'ân'ı Kureyş lehçesi üzerinde toplatmış ve diğer lügatlarla okumayı yasaklamıştır. Konunun tafsilatı için Dört Halife Devri isimli eserimizin, 221-229. sayfalarına bakılabilir.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/121-123)
[/quote]
60.İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem :"Cebrail (a.s.) bana Kur'ân'ı bir harf üzerine okudu. Ondan artırmasını istedim. Yedi harfe kadar artırdı." buyurdu.(Buhari, Bedü'1-Halk: 6; Fezâilü'l-Kur'ân: 4; Tirmizî, Kıraat: 11; Müsned, 1:271,(2716) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/121)
İzah
Hadisin başka bir rivayeti şöyledir:
"Şüphesiz bu Kur'ân yedi harf üzere nazil olmuştur. Onlardan hangisi kolayınıza gelirse öyle okuyunuz."(Ebû Dâvud, Vitr: 22; Buhârî, Fezâilü'l-Kur'ân: 5, Tevhid: 37;. Müslim, Müsâfirîn: 264, 270, 272; Tirmizî, Kur'ân: 9; Muvatta)Kur'ân'ın nazil olmaya başladığı yıllarda, Arapların çoğunluğu, okuma yazma bilmeyen câhil kimselerdi. Çoğu, sadece kendi kabilesinin konuştuğu Arapçayi biliyor, diğer kabilelerin konuştuğu lehçeyi iyi anlamıyorlardı. Diğer taraftan Müslüman olanlar içerisinde pekçok köle vardı.Böyle olunca da yeni Müslüman olanlardan bazılarının Kureyş lehçesi ile nazil olan Kur'ân'ın her âyetini, her kelimesini öğrenip ezberlemeleri kolay olmuyordu. Oysa kalpleri ve ruhları aydınlatan Kur'ân nurunun bir an evvel bütün Arap kabileleri arasında yayılması gerekiyordu. Bu müşkülü halletmek, ümmete kolaylık göstermek icab ediyordu. Bu gaye ile Peygamberimiz (s.a.v.) Kur'ân-ı Kerimin yalnız Kureyş lehçesi ile değil, Arap kavimlerinin konuştukları diğer lehçelerle de nazil olmasını istiyordu. İşte yukarıdaki hadis, Kur'ân'ın bir lehçe ile değil de yedi lehçe olarak okunmasına izin verildiğini gösterir. Tirmizi'de bu hadise biraz daha tafsilatlı olarak şöyle anlatılır:Peygamberimiz Cebrail'e, "Ey Cebrail! Ben okuma yazma bilmeyen bir kavme peygamber gönderildim. Bunların içinde genci var, ihtiyarı var, köle ve cariyesi var. Yazılı hiçbir şeyi okumamış olanlar var [Okuma hususu kolaylaşsa!]" dedi.Resûlullahın bu talebi üzerine Cebrail (a.s.) Allah'tan aldığı emri tebliğ ederek, "Kur'ân yedi lügat üzere nazil oldu" dedi.(Tirmizî, Kıraat: 11)Konu ile ilgili bir başka hadis şu mealdedir:"Cebrail bana Kur'ân'ı bir okunuş üzere okuttu, ben de durmadan bunun artmasını istedim. Tâ yedi türlü okunuşa erişinceye kadar bu dileğimde ısrar ettim."(Buhari, Bedü'1-Halk: 6; Fezâilü'l-Kur'ân: 4)Bundan sonra Kur'ân'ı Kerim, Müslümanlara kolaylık olarak başta Kureyş olmak üzere, Huzeyl, Sakİf, Tay, Hevazin, Yemen, Temim kabilelerinin lehçeleri üzre nazil oldu.Burada yedi lügatla ilgili bâzı hususları belirtmek istiyoruz:
1. Yedi lügat Kur'ân'ın her kelimesi için değil, bâzı kelimeleri için geçerlidir.2. Kelimeler farklı da olsa mânâlar aynıdır. Bu, "Geliniz" mânâsına gelen "helümme, akbil, te'al" demek gibidir ki, hepsi de aynı kapıya çıkar. Meselâ günahkâr mânâsına gelen "esîm" kelimesi, aynı mânâya gelen "fâcir" kelimesi ile de nazil olmuştur. Bunun birçok misâlleri vardır.3. Kur'ân'ın yedi lügat üzere nazil olması hicretten sonra, çevre kabilelerin toplu halde Müslüman olmalarının ardından gerçekleşmiştir. Böyle olunca da Kur'ân'ın büyük bir kısmının sadece Kureyş lehçesi ile nazil olduğu ortaya çıkar.4. Resûlullah (s.a.v.) vefatından biraz önce, Kur'ân'ın tamamını Cebrail'e (a.s.) Kureyş lehçesiyle arz etmiştir.5. Peygamberimiz vahiy katiplerine âyetleri yazdırırken de, namazlarda okurken de Kureyş lehçesini tercih ederdi.Hz. Osman'ın halifeliği döneminde Hz. Osman Sahabîlerle yaptığı istişare sonucunda Kur'ân'ı Kureyş lehçesi üzerinde toplatmış ve diğer lügatlarla okumayı yasaklamıştır. Konunun tafsilatı için Dört Halife Devri isimli eserimizin, 221-229. sayfalarına bakılabilir.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/121-123)
[/quote]
- tahaakb
- Özel Üye
- Mesajlar: 1312
- Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00
Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ
Kimler Cennete Girecek?
61.Câbir (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem :"Size Cennet ehlinin kimler olduğunu haber vereyi mi? Her ağırbaşlı, nazik, cana yakın, Allah'a ve istekleri yerine getirilmesi gereken kimselere karşı itaatkar olan her kimse Cennet ehlidir." buyurdu.
(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/123)
İzah:
Hadiste geçen "istekleri yerine getirilmesi gereken kimseler" idareciler, anne baba ve kadın için kocasıdır. Ancak bu kimselere Allah'a isyan hususunda itaat etmek haramdır. Bir çocuk anne ve babasının Allah'a isyanla ilgili ermine itaat edemez. İdareci ve kadının kocasına itaati için de aynı husus geçerlidir.
(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/123)
61.Câbir (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem :"Size Cennet ehlinin kimler olduğunu haber vereyi mi? Her ağırbaşlı, nazik, cana yakın, Allah'a ve istekleri yerine getirilmesi gereken kimselere karşı itaatkar olan her kimse Cennet ehlidir." buyurdu.
(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/123)
İzah:
Hadiste geçen "istekleri yerine getirilmesi gereken kimseler" idareciler, anne baba ve kadın için kocasıdır. Ancak bu kimselere Allah'a isyan hususunda itaat etmek haramdır. Bir çocuk anne ve babasının Allah'a isyanla ilgili ermine itaat edemez. İdareci ve kadının kocasına itaati için de aynı husus geçerlidir.
(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/123)
- tahaakb
- Özel Üye
- Mesajlar: 1312
- Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00
Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ
Fitneye Geri Dönmemek
62.Vasile bin Eska (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem :"Siz benden sonraya kalacağınızı [benim size sürekli yol göstereceğimi mi] mı sanıyorsunuz? Dikkat edin! Ben sizden evvel vefat edeceğim. Siz de birer ikişer peşimden geleceksiniz. Benden sonra birbirinizin boynunu mu vuracaksınız?" buyurdu.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/124)
62.Vasile bin Eska (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem :"Siz benden sonraya kalacağınızı [benim size sürekli yol göstereceğimi mi] mı sanıyorsunuz? Dikkat edin! Ben sizden evvel vefat edeceğim. Siz de birer ikişer peşimden geleceksiniz. Benden sonra birbirinizin boynunu mu vuracaksınız?" buyurdu.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/124)
- tahaakb
- Özel Üye
- Mesajlar: 1312
- Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00
Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ
Secde Azaları Hangilerdir?
63.İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem :"Ben yedi azâ üzerine secde etmekle emrolundum. Saçı ve elbiseyi toplamaktan nehyedildim." buyurdu.(Buhari, Ezan: 133, 134; Müslim, Salât: 226-231; Ebû Dâvud, Salât: 1515; Tirmizi Salat: 203; Nesai, İftitah: 130, Tatbik: 40, 43; Mâce, İkâme: 19. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/124)
İzah:
Ebû Dâvud'da konu ile ilgili olarak şöyle bir hadis vardır:"Alnın secde etmesi gibi, eller de secde eder. Öyle ise biriniz alnını secdeye koyduğunda ellerini de koysun. Alnını secdeden kaldırdığında ellerini kaldırsın." Namazın farzlarından biri de secdedir. Mükemmel bir secde, hadiste de ifâde edildiği gibi, yedi azâ üzerine yapılan secdedir. Peygamberimiz bir başka hadislerinde bu azaların yüz, eller, dizler ve ayaklar olduğunu bildirmiştir.1 Yüzden maksat alın ve burundur.Secdede alın ve burnu birlikte yere koymak vaciptir. Özür sebebiyle biri yere konulmasa da secde caizdir.İki ayağın veya bir ayağın parmakları yere konulmadıkça secde caiz olmaz. Secde esnasında ayaklar yerden kesilse, secde yine caiz değildir. Özürsüz olarak ayaklardan birinin yerden kesilmesi mekruh olmakla birlikte, yapılan secde caizdir. Ayağı yere koymak demek, ayak parmaklarını yere koymak demektir. Tek bir parmağın yere konmuş olması da kâfidir. Sıcak veya soğuktan korunmak gibi bir özre binaen eller üzerine secde yapılabilir.Hadisin ikinci kısmında Resûlullah rükû ve secdeye giderken saç ve elbisesini toplamaktan nehyedildiğini bildirmiştir.Secdeye giderken iki el ile pantolunu çekmek namazı bozmaz. Fakat ütüsü bozulmaması için böyle bir hareket yapmak mekruhtur. Ama rahat haraket etmek için yapılırsa, bir sıkıntıyı gidermek düşünüldüğünden, mekruh olmaz. Ancak bu bir alışkanlık haline getirilmemelidir. Daha da güzeli, rahatça namaz kılabilecek bir pantolon giymektir.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/123)
63.İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem :"Ben yedi azâ üzerine secde etmekle emrolundum. Saçı ve elbiseyi toplamaktan nehyedildim." buyurdu.(Buhari, Ezan: 133, 134; Müslim, Salât: 226-231; Ebû Dâvud, Salât: 1515; Tirmizi Salat: 203; Nesai, İftitah: 130, Tatbik: 40, 43; Mâce, İkâme: 19. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/124)
İzah:
Ebû Dâvud'da konu ile ilgili olarak şöyle bir hadis vardır:"Alnın secde etmesi gibi, eller de secde eder. Öyle ise biriniz alnını secdeye koyduğunda ellerini de koysun. Alnını secdeden kaldırdığında ellerini kaldırsın." Namazın farzlarından biri de secdedir. Mükemmel bir secde, hadiste de ifâde edildiği gibi, yedi azâ üzerine yapılan secdedir. Peygamberimiz bir başka hadislerinde bu azaların yüz, eller, dizler ve ayaklar olduğunu bildirmiştir.1 Yüzden maksat alın ve burundur.Secdede alın ve burnu birlikte yere koymak vaciptir. Özür sebebiyle biri yere konulmasa da secde caizdir.İki ayağın veya bir ayağın parmakları yere konulmadıkça secde caiz olmaz. Secde esnasında ayaklar yerden kesilse, secde yine caiz değildir. Özürsüz olarak ayaklardan birinin yerden kesilmesi mekruh olmakla birlikte, yapılan secde caizdir. Ayağı yere koymak demek, ayak parmaklarını yere koymak demektir. Tek bir parmağın yere konmuş olması da kâfidir. Sıcak veya soğuktan korunmak gibi bir özre binaen eller üzerine secde yapılabilir.Hadisin ikinci kısmında Resûlullah rükû ve secdeye giderken saç ve elbisesini toplamaktan nehyedildiğini bildirmiştir.Secdeye giderken iki el ile pantolunu çekmek namazı bozmaz. Fakat ütüsü bozulmaması için böyle bir hareket yapmak mekruhtur. Ama rahat haraket etmek için yapılırsa, bir sıkıntıyı gidermek düşünüldüğünden, mekruh olmaz. Ancak bu bir alışkanlık haline getirilmemelidir. Daha da güzeli, rahatça namaz kılabilecek bir pantolon giymektir.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/123)
- tahaakb
- Özel Üye
- Mesajlar: 1312
- Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00
Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ
Her Derdin Devası Vardır
64.Ebû Said el-Hudrî (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem :"Allah, ölümden başka, devasını yaratmadığı hiçbir dert yaratmamıştır." buyurdu.(Mu'cemü'l-Evsat, 2:33û (1507.) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/125)
İzah
Mu'cemü'l-Evsat'ta, "Bilen bu ilacı bilir, bilmeyen bilmez" ilâvesi vardır. Yüce Allah'ın binlerce ismi vardır. Bunlardan birisi de "şifâ verici" mânâsına gelen "Şâfi"dir. Allah'ın "rızık verici" mânâsındaki "Rezzak" ismi acıkmayı gerektirdiği gibi, Şâfi ismi de hasta olmayı icab ettirir. Rabbimiz Rezzak ismiyle hayvan olsun, insan olsun rızka muhtaç olan mahlukatın imdadına koşarak onlara rızık yetiştirirken; Şâfi ismiyle de hayvan olsun, insan olsun, hastalık verdiği mahlukâtına şifâ ihsan eder.Mahlukatına şifâ dağıtmayı hiçbir sebep olmadan doğrudan doğruya verebileceği gibi; bir ismi de Hakîm olduğundan ve hikmeti gereği herşeyi bir sebebe bağladığından, bir hastanın iyi olmasını da çoğu zaman tedavi şartına bağlamıştır. Dolayısıyla hastalığına uygun tedaviyi bulan bir insan genelde iyileşir. Genelde iyileşir diyoruz. Çünkü her tedavi olan hasta iyileşmeyebilir. Bir hastanın iyileşmesi, gerekli tedavi imkanının temin edilmesinin yanı sıra Allah'ın dilemesine, iyileşmesini takdir etmesine bağlıdır. Şayet Allah bir hastanın iyileşmesini takdir etmemişse, o hasta gerçekten hastalığına uygun olarak binler tedaviden de geçse, iyileşmesi mümkün olmaz. Bunu, fiilen yaşadıkları için doktorlar daha iyi bilirler. Mesleğinde tecrübe sahibi olmuş hemen her doktorun, tıbbın bütün gereklerini yerine getirdikleri halde iyileştiremedikleri veya ölümden kurtaramadıkları hastaları mutlaka olmuştur. Evet, bir insanın eğer eceli gelmişse, tedavisi bilinen bir hastalıktan da olsa, dünyanın en gelişmiş hastanesinde, dünyanın en başarılı doktorla tarafından dahi kurtarılamaz. Diğer taraftan, eğer hastanın eceli gelmediyse, veya Allah onun iyileşmesini takdir ederse, dünyanın en başarılı doktorunun "Bu hasta iyileşmez. Bu hasta üç aya kalmaz vefat eder" dediği nice hasta, iyileşir, hatta öyle diyen doktorun vefatını görür. Hiç kimse bu hakikate itiraz edemez. Çünkü birçok kimsenin tıbbın bütün imkanlarına karşı kurtarılamayan; veya sahalarında otoriter hekimlerin "Bu hasta kurtulmaz" dediği halde tam olarak sıhhatine kavuşan bir yakını olmuştur.
Bunun içindir ki, Sevgili Peygamberimiz pekçok hadislerinde ümmetini tedavi olmaya teşvik etmiştir. İşte yukarıdaki hadislerinde de Allah'ın ölümden başka her derdin devasını yarattığını bildirerek ümmetini tedavi olmaya teşvik etmektedir, konu ile ilgili başka hadisler de vardır. Onlardan bir kaçının meali şöyledir:"Her derdin bir devası vardır. Eğer o derdin ilacı bulunursa, Allah'ın izniyle o hastalık iyileşir."(Müslim, Selâm: 69)Sahabîler Peygamberimize sordular:"Yâ Resulallah, tedavi olmamızda bize bir günah var mı?"Peygamberimiz cevap verdi:"Tedavi olunuz ey Allah'ın kulları, çünkü Allah yaşlılıktan başka, her hastalıkla beraber bir de deva yaratmıştır."(İbni Mâce, Tib: 1)Bir Sahabî Peygamberimize sordu: "Yâ Resulallah, yapageldiğimiz tedavi ve tehlikelerden sakınmamız, Allah'ın kaderinden herhangi bir şeyi geri çevirir mi?"Peygamberimiz şöyle buyurdu:"Tedavi de Allah'ın kaderindendir."(Tirmizî, Tıb: 21)Peygamberimiz bu hadisiyle, kişinin hasta olması takdir edildiği gibi, tedavi olan birisinin tedavi olacağı da her şeyi aynı anda bilen ve gören Allah tarafından takdir edildiğine, tedavi sonunda iyi olan birisinin kaderin dışına çıkmadığına dikkat çekmektedir.İnsan kaderinin nasıl yazıldığını önceden bilmediğinden, belki o hastalıktan şifâ bulması, doktora gitmesine, sebeplere teşebbüs etmesine bağlıdır. İyileşmesi tedavi şartına bağlanan hasta, doktora giderse iyileşebilir. Gitmediği takdirde ise şartı yerine getirmediğinden hastalığı devam eder.Dolayısıyla, tedaviden kaçmak ve "Doktor mu iyi edecek? Kaderimde varsa iyi olurum" düşüncesi İslama zıttır. Tedaviye karşı çıkmak, kaderi ve Cenâb-ı Hakkın Hakîm ismini anlamamak, kâinata koyduğu kanunlara karşı çıkmak demektir.Evet, Cenâb-ı Hak yarattığı her dert için bir de derman yaratmıştır. Fakat insanları çalışmaya, araştırmaya, kâinata koyduğu âdetullah kanunlarını araştırmaya teşvik için bunu gizlemiştir. İnsana düşen araştırıp bu devaları bulmaktır. Hastalıkların devası maddî olabileceği gibi, manevî de olabilir. Hadis kitaplarında "Tıb" başlığı altında bâzı hastalıkların maddi ve manevî ilaçlarına dikkat çekilmiştir. Ehil olanın hastaya okuması da hadislerde yer alan bir tedavi şeklidir. Tıbbın âciz kaldığı bâzı hastalıkların okumayla iyileştiği de bir gerçektir.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/126-128)
64.Ebû Said el-Hudrî (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem :"Allah, ölümden başka, devasını yaratmadığı hiçbir dert yaratmamıştır." buyurdu.(Mu'cemü'l-Evsat, 2:33û (1507.) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/125)
İzah
Mu'cemü'l-Evsat'ta, "Bilen bu ilacı bilir, bilmeyen bilmez" ilâvesi vardır. Yüce Allah'ın binlerce ismi vardır. Bunlardan birisi de "şifâ verici" mânâsına gelen "Şâfi"dir. Allah'ın "rızık verici" mânâsındaki "Rezzak" ismi acıkmayı gerektirdiği gibi, Şâfi ismi de hasta olmayı icab ettirir. Rabbimiz Rezzak ismiyle hayvan olsun, insan olsun rızka muhtaç olan mahlukatın imdadına koşarak onlara rızık yetiştirirken; Şâfi ismiyle de hayvan olsun, insan olsun, hastalık verdiği mahlukâtına şifâ ihsan eder.Mahlukatına şifâ dağıtmayı hiçbir sebep olmadan doğrudan doğruya verebileceği gibi; bir ismi de Hakîm olduğundan ve hikmeti gereği herşeyi bir sebebe bağladığından, bir hastanın iyi olmasını da çoğu zaman tedavi şartına bağlamıştır. Dolayısıyla hastalığına uygun tedaviyi bulan bir insan genelde iyileşir. Genelde iyileşir diyoruz. Çünkü her tedavi olan hasta iyileşmeyebilir. Bir hastanın iyileşmesi, gerekli tedavi imkanının temin edilmesinin yanı sıra Allah'ın dilemesine, iyileşmesini takdir etmesine bağlıdır. Şayet Allah bir hastanın iyileşmesini takdir etmemişse, o hasta gerçekten hastalığına uygun olarak binler tedaviden de geçse, iyileşmesi mümkün olmaz. Bunu, fiilen yaşadıkları için doktorlar daha iyi bilirler. Mesleğinde tecrübe sahibi olmuş hemen her doktorun, tıbbın bütün gereklerini yerine getirdikleri halde iyileştiremedikleri veya ölümden kurtaramadıkları hastaları mutlaka olmuştur. Evet, bir insanın eğer eceli gelmişse, tedavisi bilinen bir hastalıktan da olsa, dünyanın en gelişmiş hastanesinde, dünyanın en başarılı doktorla tarafından dahi kurtarılamaz. Diğer taraftan, eğer hastanın eceli gelmediyse, veya Allah onun iyileşmesini takdir ederse, dünyanın en başarılı doktorunun "Bu hasta iyileşmez. Bu hasta üç aya kalmaz vefat eder" dediği nice hasta, iyileşir, hatta öyle diyen doktorun vefatını görür. Hiç kimse bu hakikate itiraz edemez. Çünkü birçok kimsenin tıbbın bütün imkanlarına karşı kurtarılamayan; veya sahalarında otoriter hekimlerin "Bu hasta kurtulmaz" dediği halde tam olarak sıhhatine kavuşan bir yakını olmuştur.
Bunun içindir ki, Sevgili Peygamberimiz pekçok hadislerinde ümmetini tedavi olmaya teşvik etmiştir. İşte yukarıdaki hadislerinde de Allah'ın ölümden başka her derdin devasını yarattığını bildirerek ümmetini tedavi olmaya teşvik etmektedir, konu ile ilgili başka hadisler de vardır. Onlardan bir kaçının meali şöyledir:"Her derdin bir devası vardır. Eğer o derdin ilacı bulunursa, Allah'ın izniyle o hastalık iyileşir."(Müslim, Selâm: 69)Sahabîler Peygamberimize sordular:"Yâ Resulallah, tedavi olmamızda bize bir günah var mı?"Peygamberimiz cevap verdi:"Tedavi olunuz ey Allah'ın kulları, çünkü Allah yaşlılıktan başka, her hastalıkla beraber bir de deva yaratmıştır."(İbni Mâce, Tib: 1)Bir Sahabî Peygamberimize sordu: "Yâ Resulallah, yapageldiğimiz tedavi ve tehlikelerden sakınmamız, Allah'ın kaderinden herhangi bir şeyi geri çevirir mi?"Peygamberimiz şöyle buyurdu:"Tedavi de Allah'ın kaderindendir."(Tirmizî, Tıb: 21)Peygamberimiz bu hadisiyle, kişinin hasta olması takdir edildiği gibi, tedavi olan birisinin tedavi olacağı da her şeyi aynı anda bilen ve gören Allah tarafından takdir edildiğine, tedavi sonunda iyi olan birisinin kaderin dışına çıkmadığına dikkat çekmektedir.İnsan kaderinin nasıl yazıldığını önceden bilmediğinden, belki o hastalıktan şifâ bulması, doktora gitmesine, sebeplere teşebbüs etmesine bağlıdır. İyileşmesi tedavi şartına bağlanan hasta, doktora giderse iyileşebilir. Gitmediği takdirde ise şartı yerine getirmediğinden hastalığı devam eder.Dolayısıyla, tedaviden kaçmak ve "Doktor mu iyi edecek? Kaderimde varsa iyi olurum" düşüncesi İslama zıttır. Tedaviye karşı çıkmak, kaderi ve Cenâb-ı Hakkın Hakîm ismini anlamamak, kâinata koyduğu kanunlara karşı çıkmak demektir.Evet, Cenâb-ı Hak yarattığı her dert için bir de derman yaratmıştır. Fakat insanları çalışmaya, araştırmaya, kâinata koyduğu âdetullah kanunlarını araştırmaya teşvik için bunu gizlemiştir. İnsana düşen araştırıp bu devaları bulmaktır. Hastalıkların devası maddî olabileceği gibi, manevî de olabilir. Hadis kitaplarında "Tıb" başlığı altında bâzı hastalıkların maddi ve manevî ilaçlarına dikkat çekilmiştir. Ehil olanın hastaya okuması da hadislerde yer alan bir tedavi şeklidir. Tıbbın âciz kaldığı bâzı hastalıkların okumayla iyileştiği de bir gerçektir.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/126-128)
- tahaakb
- Özel Üye
- Mesajlar: 1312
- Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00
Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ
Fazla Maldan Yardımda Bulunmak
65.Amr bin Şebib babasından rivâvet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem :"Her kime amcasının oğlu gelir fazla olan malından ister de vermezse, Allah da onu kıyamet günü fazlından mahrum eder. Umuma âit olan meranın fazlasını başkasına kaptırmamak için kendisine âit olan suyun fazlasını başkasından esirgerse, Allah da kıyamet gününde ondan fazlını esirger." buyurdu.Müslim'de bu hadise benzer şöyle bir hadis vardır:"Kimin yanında fazla hayvan varsa onu hayvanı olmayana versin. Kimin fazla azığı varsa onu azığı olmayana versin." buyurdu.(Müslim, Lukata: 18. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/128-129)
65.Amr bin Şebib babasından rivâvet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem :"Her kime amcasının oğlu gelir fazla olan malından ister de vermezse, Allah da onu kıyamet günü fazlından mahrum eder. Umuma âit olan meranın fazlasını başkasına kaptırmamak için kendisine âit olan suyun fazlasını başkasından esirgerse, Allah da kıyamet gününde ondan fazlını esirger." buyurdu.Müslim'de bu hadise benzer şöyle bir hadis vardır:"Kimin yanında fazla hayvan varsa onu hayvanı olmayana versin. Kimin fazla azığı varsa onu azığı olmayana versin." buyurdu.(Müslim, Lukata: 18. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/128-129)
- tahaakb
- Özel Üye
- Mesajlar: 1312
- Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00
Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ
Âhirzaman Mehdisi
66.Ebû Eyyûb el-Ensârî (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Fâtıma'ya şöyle buyurdu :Peygamberimiz peygamberlerin hayırlısıdır. O, babandır. Şehidimiz, şehitlerin hayırlısıdır. O, babanın amcası Hamza'dır. İki kanadıyla Cennette dilediği yerde uçan bizdendir. O, babanın amcasının oğlu Ca'ferdir. Ve bu ümmetin torunları Hasan ve Hüseyin bizdendir. Onlar senin oğlundur. Mehdi de bizdendir. buyurdu.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/129)
İzah:
Hadiste Peygamberimizin, Uhud savaşında şehid düşen Peygamberimizin amcası Hz. Hamza'nın, Mûte savaşında şehid düşen Peygamberimizin amcasının oğlu Hz. Cafer'in ve Resûlullahın torunları Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin'in fazîletine dikkat çekildikten sonra, Mehdinin de ehl-i beytten olduğu nazara verilmektedir.Mehdi, kelime olarak Allah tarafından kendisine yol gösterilen mânâsına gelir. Dinî mânâsı ise, kıyamet kopmadan önce gelecek ve kendisinden önce zulümle dolmuş olan dünyayı adaletle dolduracak olan ehl-i beytten bir zâttır. Kıyametin büyük alâmetlerindendir. Mehdi hakkında birçok hadisler vardır. Bu hadislerden her asırda bir veya birkaç mehdi geleceği anlaşılmaktadır. Âhir zaman Mehdisi ise bu mehdilerin en büyüğüdür. İslâm Deccali olarak bilinen Süfyanı mağlub edecektir.Bununla beraber, mehdi, inanç esaslarından değildir. Mehdinin geleceğine inanmayan dinden çıkmış olmaz. Ancak Mehdi inancı, ümitsizliğe düşen insanlar için bir şevk kaynağıdır. Bununla beraber, tenbel tenbel oturup Mehdi beklemek doğru değildir. Ona zemin hazırlamak gerekir.Müslümanların âhir zamanda bir Mehdi beklemesi sû-i istimal edilmiş, tarih boyunca birçok yalancı mehdiler çıkarak Müslüman kanı akmasına yol açmışlardır. Konu hakkında tafsilat için Kıyamet Alâmetleri ve Tarihte ve Günümüzde Câferilik isimli eserlerimize bakılabilir.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/129-130)
66.Ebû Eyyûb el-Ensârî (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Fâtıma'ya şöyle buyurdu :Peygamberimiz peygamberlerin hayırlısıdır. O, babandır. Şehidimiz, şehitlerin hayırlısıdır. O, babanın amcası Hamza'dır. İki kanadıyla Cennette dilediği yerde uçan bizdendir. O, babanın amcasının oğlu Ca'ferdir. Ve bu ümmetin torunları Hasan ve Hüseyin bizdendir. Onlar senin oğlundur. Mehdi de bizdendir. buyurdu.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/129)
İzah:
Hadiste Peygamberimizin, Uhud savaşında şehid düşen Peygamberimizin amcası Hz. Hamza'nın, Mûte savaşında şehid düşen Peygamberimizin amcasının oğlu Hz. Cafer'in ve Resûlullahın torunları Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin'in fazîletine dikkat çekildikten sonra, Mehdinin de ehl-i beytten olduğu nazara verilmektedir.Mehdi, kelime olarak Allah tarafından kendisine yol gösterilen mânâsına gelir. Dinî mânâsı ise, kıyamet kopmadan önce gelecek ve kendisinden önce zulümle dolmuş olan dünyayı adaletle dolduracak olan ehl-i beytten bir zâttır. Kıyametin büyük alâmetlerindendir. Mehdi hakkında birçok hadisler vardır. Bu hadislerden her asırda bir veya birkaç mehdi geleceği anlaşılmaktadır. Âhir zaman Mehdisi ise bu mehdilerin en büyüğüdür. İslâm Deccali olarak bilinen Süfyanı mağlub edecektir.Bununla beraber, mehdi, inanç esaslarından değildir. Mehdinin geleceğine inanmayan dinden çıkmış olmaz. Ancak Mehdi inancı, ümitsizliğe düşen insanlar için bir şevk kaynağıdır. Bununla beraber, tenbel tenbel oturup Mehdi beklemek doğru değildir. Ona zemin hazırlamak gerekir.Müslümanların âhir zamanda bir Mehdi beklemesi sû-i istimal edilmiş, tarih boyunca birçok yalancı mehdiler çıkarak Müslüman kanı akmasına yol açmışlardır. Konu hakkında tafsilat için Kıyamet Alâmetleri ve Tarihte ve Günümüzde Câferilik isimli eserlerimize bakılabilir.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/129-130)
- tahaakb
- Özel Üye
- Mesajlar: 1312
- Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00
Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ
Rekât Sayısında Tereddüt Etmek
67.Abdullah bin Mes'ud (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:"Biriniz namazda kaç rekât kıldığı hususunda tereddüde düşerse kaç rekât kıldığını buluncaya kadar kalben araştırma yapsın. Sonra namazını kanaat getirdiği rekat üzerine tamamlasın. Ardından da sehiv secdesi yapsın." buyurdu.(Ebû Dâvud, Salat: 190, 191; Müslim, Mesâcid: 88; Tirmizi Salat: 291; İbni Mâce, İkâme: 132; Nesai Sehv: 24; Muvatta. Salat: 62. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/130)
İzah:
Zikrettiğimiz kaynaklarda bu rivayet farklı şekillerde geçer. Meselâ bunlardan ikisi şöyledir:"Biriniz namazda şaşırır da bir rekât mı, iki rekât mı kıldığını bilmezse, namazını bir üzerine tamamlasın. İki mi üç mü kıldığını bilemezse, iki üzerine tamamlasın. Üç mü dört mü kıldığını bilmezse üç üzerine tamamlasın. Sonra da selâm vermeden önce sehiv secdesi yapsın.""Biriniz namazda iki rekât mı, üç rekât mı kıldığı hususunda şüpheye düşerse şüpheyi atsın ve tatmin olduğu sayıyı esas alsın. Sonra da selâm vermeden önce iki secde yapsın. Eğer beş rekât kılmışsa, sehiv secdesiyle namazını çift (altı rekât) yapmış olur. İlâve ettiği rekâtla, sehiv secdesi nafile sayılır. Dört rekâtı tam kıldıysa, yaptığı iki secde ile [namazda vesvese veren] şeytanın burnunun sürtmüş olur."
Namaz kılan birçok kimse, zaman zaman kıldığı rekât sayısında şüpheye düşer. Hadisler bu durumda takip edilecek yolu göstermektedir. Konuyu fıkhî açıdan biraz daha açalım:Bir kimse sabah namazını kılarken "Bir rekât mı, iki rekât mı kıldım?" diye tereddüte düşerse, düşünür, şayet bir rekât kıldığı hükmüne varırsa, bir rekat daha kılar. Tereddütünden dolayı da sehiv secdesi yapar. İki rekât kıldığı hükmüne varsa oturur. Selâmdan sonra sehiv secdesi yapar. Kaç rekât kıldığına karar veremezse az olanı tercih eder. Çünkü az olanda kesinlik vardır. Bir rekât kıldığına karar verdiğinde oturur, çünkü bunun ikinci rekât olma ihtimali vardır. Sonra ikinci rekâta kalkar. Namaz bittiğinde ise sehiv secdesi yapar.Dört rekâtlı bir namazda birinci rekâtta mı, ikinci rekâtta mı olduğu hususunda şüpheye düşen kimse, bir neticeye varamazsa bir rekât kıldığını kabul eder ve ihtiyaten her rekâtta tahiyyata oturur. Çünkü birinci sayılan rekâtin ikinci, ikinci sayılan rekâtın dördüncü olma ihtimali vardır. Böyle yapan bir kimse vacip olan ilk oturuşu veya farz olan son oturuşu terk etmemiş olur. Ezan Cami Namaz'ın 270-275 549-551. sayfalarına bakılabilir.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/131-132)
67.Abdullah bin Mes'ud (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:"Biriniz namazda kaç rekât kıldığı hususunda tereddüde düşerse kaç rekât kıldığını buluncaya kadar kalben araştırma yapsın. Sonra namazını kanaat getirdiği rekat üzerine tamamlasın. Ardından da sehiv secdesi yapsın." buyurdu.(Ebû Dâvud, Salat: 190, 191; Müslim, Mesâcid: 88; Tirmizi Salat: 291; İbni Mâce, İkâme: 132; Nesai Sehv: 24; Muvatta. Salat: 62. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/130)
İzah:
Zikrettiğimiz kaynaklarda bu rivayet farklı şekillerde geçer. Meselâ bunlardan ikisi şöyledir:"Biriniz namazda şaşırır da bir rekât mı, iki rekât mı kıldığını bilmezse, namazını bir üzerine tamamlasın. İki mi üç mü kıldığını bilemezse, iki üzerine tamamlasın. Üç mü dört mü kıldığını bilmezse üç üzerine tamamlasın. Sonra da selâm vermeden önce sehiv secdesi yapsın.""Biriniz namazda iki rekât mı, üç rekât mı kıldığı hususunda şüpheye düşerse şüpheyi atsın ve tatmin olduğu sayıyı esas alsın. Sonra da selâm vermeden önce iki secde yapsın. Eğer beş rekât kılmışsa, sehiv secdesiyle namazını çift (altı rekât) yapmış olur. İlâve ettiği rekâtla, sehiv secdesi nafile sayılır. Dört rekâtı tam kıldıysa, yaptığı iki secde ile [namazda vesvese veren] şeytanın burnunun sürtmüş olur."
Namaz kılan birçok kimse, zaman zaman kıldığı rekât sayısında şüpheye düşer. Hadisler bu durumda takip edilecek yolu göstermektedir. Konuyu fıkhî açıdan biraz daha açalım:Bir kimse sabah namazını kılarken "Bir rekât mı, iki rekât mı kıldım?" diye tereddüte düşerse, düşünür, şayet bir rekât kıldığı hükmüne varırsa, bir rekat daha kılar. Tereddütünden dolayı da sehiv secdesi yapar. İki rekât kıldığı hükmüne varsa oturur. Selâmdan sonra sehiv secdesi yapar. Kaç rekât kıldığına karar veremezse az olanı tercih eder. Çünkü az olanda kesinlik vardır. Bir rekât kıldığına karar verdiğinde oturur, çünkü bunun ikinci rekât olma ihtimali vardır. Sonra ikinci rekâta kalkar. Namaz bittiğinde ise sehiv secdesi yapar.Dört rekâtlı bir namazda birinci rekâtta mı, ikinci rekâtta mı olduğu hususunda şüpheye düşen kimse, bir neticeye varamazsa bir rekât kıldığını kabul eder ve ihtiyaten her rekâtta tahiyyata oturur. Çünkü birinci sayılan rekâtin ikinci, ikinci sayılan rekâtın dördüncü olma ihtimali vardır. Böyle yapan bir kimse vacip olan ilk oturuşu veya farz olan son oturuşu terk etmemiş olur. Ezan Cami Namaz'ın 270-275 549-551. sayfalarına bakılabilir.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/131-132)
- tahaakb
- Özel Üye
- Mesajlar: 1312
- Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00
Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ
Hayırlı Ümmet
68.Semüre bin Cündeb (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:"Ümmetimin en hayırlısı benim içinde gönderildiğim asırdakilerdir. Sonra onları takip edenler, sonra da onları takip edenlerdir." buyurdu.(Müslim, Fezâilü's-Sahabe: 211-213. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/132)
İzah:
Hadiste "ümmetin hayırlısı" olarak bildirilenler Sahabîlerdir, sonra onlardan ders alanlar, yani Tabiîn, sonra da onların talebeleri olan Tebe-i Tabiîn sayılmaktadır. Peygamberimiz bir hadislerinde "Ümmetimin en hayırlısı başı ve sonudur. Ortasında ise bulanıklık vardır" buyurmuştur.(Camiü’s Sagir, 3:483.İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/132)
68.Semüre bin Cündeb (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:"Ümmetimin en hayırlısı benim içinde gönderildiğim asırdakilerdir. Sonra onları takip edenler, sonra da onları takip edenlerdir." buyurdu.(Müslim, Fezâilü's-Sahabe: 211-213. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/132)
İzah:
Hadiste "ümmetin hayırlısı" olarak bildirilenler Sahabîlerdir, sonra onlardan ders alanlar, yani Tabiîn, sonra da onların talebeleri olan Tebe-i Tabiîn sayılmaktadır. Peygamberimiz bir hadislerinde "Ümmetimin en hayırlısı başı ve sonudur. Ortasında ise bulanıklık vardır" buyurmuştur.(Camiü’s Sagir, 3:483.İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/132)
- tahaakb
- Özel Üye
- Mesajlar: 1312
- Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00
Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ
Katili Diyet Karşılığında Affetmek
69. İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:"Katil, maktulün velîsi olan din kardeşi tarafından bir bedel mukabilinde affa uğrayacak olursa, o zaman kısas düşer. O takdirde affedenin, akıl ve dinin uygun gördüğü miktarı kabul etmesi, katilin de bu diyeti güzelce ödemesi gerekir. Bu, Rabbiniz tarafından bir hafifletmedir ve bir rahmettir" âyetini okudu, (Bakara: 2/178.) sonra da şöyle dedi:"İsrâiloğulları kendilerinden birini kasten öldürdüğü zaman onlara fidye ödemek helal değildi. Mutlaka kısas gerekirdi. Size diyet helâl kılındı. Affedenin akıl ve dinin uygun gördüğü miktarı kabul etmesi, katilin de diyeti güzelce ödemesi emredildi. Bu, Rabbiniz tarafından size bir hafifletmedir."buyurdu.( İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/132-133)
İzah:
Ayetin baş tarafı şöyledir:"Ey iman edenler! Kasten öldürülenler hakında sizin üzerinize kısas farz olmuştur. Katil olan hür, öldürülen hür yerine, katil köle, öldürülen köle yerine, katil kadın da öldürdüğü köle yerine kısas olunur."Bir sonraki âyette de şöyle buyurulur:"Kısasta sizin için hayat vardır, ey akıl sahipleri! Umulur ki haksız yere kan dökmekten böylece sakınırsınız."İsrâiloğulları, isyanları sebebiyle ceza olarak Allah tarafından çok ağır hükümlere maruz kaldılar. Peygamberimizin ümmetinden ise o ağır hükümler kaldırıldı. Bunlardan birisi de diyet karşılığında katilin affedilmesidir. Bu, Peygamberimizin fazileti sebebiyle Allah'ın onun ümmetine bir rahmetidir.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/133)
69. İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:"Katil, maktulün velîsi olan din kardeşi tarafından bir bedel mukabilinde affa uğrayacak olursa, o zaman kısas düşer. O takdirde affedenin, akıl ve dinin uygun gördüğü miktarı kabul etmesi, katilin de bu diyeti güzelce ödemesi gerekir. Bu, Rabbiniz tarafından bir hafifletmedir ve bir rahmettir" âyetini okudu, (Bakara: 2/178.) sonra da şöyle dedi:"İsrâiloğulları kendilerinden birini kasten öldürdüğü zaman onlara fidye ödemek helal değildi. Mutlaka kısas gerekirdi. Size diyet helâl kılındı. Affedenin akıl ve dinin uygun gördüğü miktarı kabul etmesi, katilin de diyeti güzelce ödemesi emredildi. Bu, Rabbiniz tarafından size bir hafifletmedir."buyurdu.( İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/132-133)
İzah:
Ayetin baş tarafı şöyledir:"Ey iman edenler! Kasten öldürülenler hakında sizin üzerinize kısas farz olmuştur. Katil olan hür, öldürülen hür yerine, katil köle, öldürülen köle yerine, katil kadın da öldürdüğü köle yerine kısas olunur."Bir sonraki âyette de şöyle buyurulur:"Kısasta sizin için hayat vardır, ey akıl sahipleri! Umulur ki haksız yere kan dökmekten böylece sakınırsınız."İsrâiloğulları, isyanları sebebiyle ceza olarak Allah tarafından çok ağır hükümlere maruz kaldılar. Peygamberimizin ümmetinden ise o ağır hükümler kaldırıldı. Bunlardan birisi de diyet karşılığında katilin affedilmesidir. Bu, Peygamberimizin fazileti sebebiyle Allah'ın onun ümmetine bir rahmetidir.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/133)
- tahaakb
- Özel Üye
- Mesajlar: 1312
- Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00
Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ
Abdestsiz Namaz Ve Haramdan Sadaka
70.Üsâme bin Ümeyr el-Hüzelî rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:"Allah abdestsiz ve gerekli temizliğe riayet etmeden kılınan namazı, haram maldan verilen sadakayı kabul etmez." âyetini okudu, (İbniMâce, Tahâre: 1. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/134)
70.Üsâme bin Ümeyr el-Hüzelî rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:"Allah abdestsiz ve gerekli temizliğe riayet etmeden kılınan namazı, haram maldan verilen sadakayı kabul etmez." âyetini okudu, (İbniMâce, Tahâre: 1. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/134)
- tahaakb
- Özel Üye
- Mesajlar: 1312
- Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00
Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ
Günah Çeşitleri
71.Selmân-ı Fârisi (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:"Günah vardır, bağışlanmaz, günah vardır, kişinin yanına bırakılmaz, günah vardır bağışlanır. Bağışlanmayacak günah Allah'a ortak koşmaktır. Kişinin yanına bırakılmayacak günah, insanların birbirlerine zulmetmesidir. Bağışlanacak olan günah ise Allah ile kul arasında kalan günahtır." buyurdu.(Mu'cemü'l-Evsat, 8:290, (7591) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/134)
İzah:
Hadiste de ifâde edildiği gibi, Allah'a şirk koşmak bağışlanmayacak günahlardandır. Başka hadislerde Allah'ın, kendisine ortak koşmanın dışında bütün günahları bağışlayabileceği bildirilmiştir.Hadiste insanların birbirine zulmetmeleri kişinin üzerine bırakılmayacak günah olarak zikredilmektedir. Yüce Allah kıyamet gününde mazlumun hakkını zâlimden muhakkak surette alacaktır. Bu konuda çok kuvvetli va'di vardır ve O va'dinden dönmez. Hadiste Allah ile kul arasında kalan günahların da bağışlanacağı bildirilmiştir. Yüce Allah bilhassa dünyada açığa çıkarmadığı, gizlediği günahları âhirette de açıklamayacak ve o günahın sahibini bağışlayacaktır.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/134-135)
71.Selmân-ı Fârisi (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:"Günah vardır, bağışlanmaz, günah vardır, kişinin yanına bırakılmaz, günah vardır bağışlanır. Bağışlanmayacak günah Allah'a ortak koşmaktır. Kişinin yanına bırakılmayacak günah, insanların birbirlerine zulmetmesidir. Bağışlanacak olan günah ise Allah ile kul arasında kalan günahtır." buyurdu.(Mu'cemü'l-Evsat, 8:290, (7591) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/134)
İzah:
Hadiste de ifâde edildiği gibi, Allah'a şirk koşmak bağışlanmayacak günahlardandır. Başka hadislerde Allah'ın, kendisine ortak koşmanın dışında bütün günahları bağışlayabileceği bildirilmiştir.Hadiste insanların birbirine zulmetmeleri kişinin üzerine bırakılmayacak günah olarak zikredilmektedir. Yüce Allah kıyamet gününde mazlumun hakkını zâlimden muhakkak surette alacaktır. Bu konuda çok kuvvetli va'di vardır ve O va'dinden dönmez. Hadiste Allah ile kul arasında kalan günahların da bağışlanacağı bildirilmiştir. Yüce Allah bilhassa dünyada açığa çıkarmadığı, gizlediği günahları âhirette de açıklamayacak ve o günahın sahibini bağışlayacaktır.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/134-135)
- tahaakb
- Özel Üye
- Mesajlar: 1312
- Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00
Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ
Peygamberimizin Şefaat Etmesi
72.Abdullah bin Ömer (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:"Müslümanlardan, Cehenneme Allah'tan başkasının sayamayacağı kadar insan girer. Bu, Allah'a isyanları, günah işlemeye olan cüretleri ve emirlerini yerine getirmemeleri sebebiyledir; Sonra bana şefaat etmem için izin verilir. Ben Allah'ı ayakta iken sena ettiğim gibi secde hâlinde de sena ederim." buyurdu.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/135)
İzah:
Hadisin devamı şöyledir:"Bunun üzerine şöyle bir ses gelir: "Başını kaldır. Bütün dileklerin sana verilecek. Dilediğine şefaat et, şefaatin kabul edilecektir."Bundan sonra Peygamberimiz dilediği kimselere şefaat eder. Onları Cehennemden çıkarır.
(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/135)
72.Abdullah bin Ömer (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:"Müslümanlardan, Cehenneme Allah'tan başkasının sayamayacağı kadar insan girer. Bu, Allah'a isyanları, günah işlemeye olan cüretleri ve emirlerini yerine getirmemeleri sebebiyledir; Sonra bana şefaat etmem için izin verilir. Ben Allah'ı ayakta iken sena ettiğim gibi secde hâlinde de sena ederim." buyurdu.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/135)
İzah:
Hadisin devamı şöyledir:"Bunun üzerine şöyle bir ses gelir: "Başını kaldır. Bütün dileklerin sana verilecek. Dilediğine şefaat et, şefaatin kabul edilecektir."Bundan sonra Peygamberimiz dilediği kimselere şefaat eder. Onları Cehennemden çıkarır.
(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/135)
- tahaakb
- Özel Üye
- Mesajlar: 1312
- Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00
Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ
Aksırma Adabı
73.Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem aksırdığında yüzünü gizlerdi.(Tirmizî, Edeb: 6; Mecmaü'l-Evsat, 2:505, (1870)Tirmizideki rivayet şöyledir:Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem aksıracağı zaman eli veya elbiseninin bir tarafı ile yüzünü kapar ve aksırma esnasında sesini kısardı.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/136)
73.Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem aksırdığında yüzünü gizlerdi.(Tirmizî, Edeb: 6; Mecmaü'l-Evsat, 2:505, (1870)Tirmizideki rivayet şöyledir:Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem aksıracağı zaman eli veya elbiseninin bir tarafı ile yüzünü kapar ve aksırma esnasında sesini kısardı.(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/136)
- tahaakb
- Özel Üye
- Mesajlar: 1312
- Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00
Re: MU’CEMU’S-SAĞİR TERCÜME VE ŞERHİ
Ödememek Niyetiyle Borçlanmak
74.Meymûne el-Kerdî babasından rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem :"Bir kimse az veya çok bir mehir karşılığında evlenir onu aldatarak ve kafasında kadının hakkı olan mehri ödememe düşüncesi bulunur da hakkını ödemeden ölürse kıyamet gününde Allah'ın huzuruna zinâkâr olarak çıkar.","Bir kimse de ödememek ve borç aldığı kimseyi aldatmak düşüncesiyle borçlanır da borcunu ödemeden ölürse, Allah'ın huzuruna hırsız olarak çıkar." buyurdu.(İbni Mâce, Sadaka: 11. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/136-137)(Hadisin ikinci kısmı için)
İzah:
Hadiste geçen mehir, İslâm hukukunda nikâh sebebiyle kadının erkekten almaya hak kazandığı para veya mala denir. Evlenen erkeğin evlendiği kadına mehir vermesi farzdır. Bununla ilgili olarak bir âyet-i kerimede şöyle buyurur: "Evlendiğiniz kadınlara mehirlerine gönül hoşluğu ile verin...."(Nisa: 4/4.)Mehir, nikâh esnasında verilebileceği gibi, nikâhtan sonra da verilebilir. Hattâ ölünceye kadar vermek mümkündür. Ancak mehrin verilmemesi haramdır.Yukarıdaki hadiste Peygamberimiz, "Mehrinin azını veya çoğunu vermemek ve aldatmak niyetiyle bir kadınla evlenir de mehrini vermeden vefat ederse kıyamet gününde Allah'ın huzuruna zina etmiş olarak çıkar" buyurarak bunun dehşetine dikkat çekmiştir. Geniş bilgi için Hanefi ve Şâfitlere Göre Evlilik Aile isimli eserimizin 129-135. sayfalarına bakılabilir.Hadisin ikinci kısmında, "Ödememek ve borç aldığı kimseyi aldatmak düşüncesiyle borçlanan ve borcunu ödemeden ölen kimsenin, Allah'ın huzuruna hırsız olarak çıkacağı" bildirilmektedir. Böyleleri, kıyamet gününde hırsızların çarptırılacağı cezaya çarptırılacaklardır. Bir çok hadiste Peygamberimiz borçluları tehdit etmiştir. Bunlardan birisinde borçlunun borcu ödeninceye kadar kabrinde azap çekeceği bildirilmiştir. Resûlullah (s.a.v.) borçlu olduğunu öğrendiği birisinin cenaze namazını kılmamıştır. (İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/137)
74.Meymûne el-Kerdî babasından rivayet ediyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem :"Bir kimse az veya çok bir mehir karşılığında evlenir onu aldatarak ve kafasında kadının hakkı olan mehri ödememe düşüncesi bulunur da hakkını ödemeden ölürse kıyamet gününde Allah'ın huzuruna zinâkâr olarak çıkar.","Bir kimse de ödememek ve borç aldığı kimseyi aldatmak düşüncesiyle borçlanır da borcunu ödemeden ölürse, Allah'ın huzuruna hırsız olarak çıkar." buyurdu.(İbni Mâce, Sadaka: 11. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/136-137)(Hadisin ikinci kısmı için)
İzah:
Hadiste geçen mehir, İslâm hukukunda nikâh sebebiyle kadının erkekten almaya hak kazandığı para veya mala denir. Evlenen erkeğin evlendiği kadına mehir vermesi farzdır. Bununla ilgili olarak bir âyet-i kerimede şöyle buyurur: "Evlendiğiniz kadınlara mehirlerine gönül hoşluğu ile verin...."(Nisa: 4/4.)Mehir, nikâh esnasında verilebileceği gibi, nikâhtan sonra da verilebilir. Hattâ ölünceye kadar vermek mümkündür. Ancak mehrin verilmemesi haramdır.Yukarıdaki hadiste Peygamberimiz, "Mehrinin azını veya çoğunu vermemek ve aldatmak niyetiyle bir kadınla evlenir de mehrini vermeden vefat ederse kıyamet gününde Allah'ın huzuruna zina etmiş olarak çıkar" buyurarak bunun dehşetine dikkat çekmiştir. Geniş bilgi için Hanefi ve Şâfitlere Göre Evlilik Aile isimli eserimizin 129-135. sayfalarına bakılabilir.Hadisin ikinci kısmında, "Ödememek ve borç aldığı kimseyi aldatmak düşüncesiyle borçlanan ve borcunu ödemeden ölen kimsenin, Allah'ın huzuruna hırsız olarak çıkacağı" bildirilmektedir. Böyleleri, kıyamet gününde hırsızların çarptırılacağı cezaya çarptırılacaklardır. Bir çok hadiste Peygamberimiz borçluları tehdit etmiştir. Bunlardan birisinde borçlunun borcu ödeninceye kadar kabrinde azap çekeceği bildirilmiştir. Resûlullah (s.a.v.) borçlu olduğunu öğrendiği birisinin cenaze namazını kılmamıştır. (İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/137)