Kuddûsî’nin Karşılaştığı Baskılar
Her büyük velîde görüldüğü gibi Şeyh Ahmed Kuddûsî de, tasavvufî çizgisinin yönlendirdiği yaşantısında birtakım kimselerin, cehâlet ve hevâ yanlısı kendini bilmezlerin sataşma ve düşmanlıklarıyla karşılaşmış, kimi tezvir, iftira ve hakaretlere maruz kalmıştır. Şeyhin evlâdı, eşleri, dost ve akrabaları ile bütün tâbîleri de bu tür sıkıntılardan paylarına düşeni almışlardır. Şeyhe yönelik, zındıklık ve dinsizlik suçlaması yanında, akıl almaz düşmanlıklar da sergilenmiştir. Bu yüzden kendisi on üç yıl evinden dışarı çıkmayarak bir nevî inzivâ ve tecrîd hayatı sürmüştür. Bu sıkıntıları destekleyici anlamda, ayrıca Kuddûsî’nin menkıbevî hayatı hakkında daha önce serdettiğimiz ihtiyâtî yaklaşımı da korumak kaydıyla, bir cuma namazından önce başka bir şehirden gelerek şeyhi ziyaret eden bir misafirle arasında geçen bir hatırayı anmak mümkündür: Misafir, şeyhin dışarı çıkma yasağından muhtemelen habersizdir ve bir an önce camiye giderek Cuma namazına yetişme arzusu içindedir, ancak onun bir türlü böyle bir hazırlıkta bulunmadığını da görmektedir. Misafirin, “haydi cuma namazına gidelim” şeklindeki her ikazına, şeyh acele etmemesini, daha vakit olduğunu söylemektedir. Nihâyet sabrı tükenen misafire “biraz daha beklesen iyi olacaktı... lâkin namazdan sonra beklerim” diyerek misafirini camiye uğurlamıştır. Bu ifadeleri, onun zikrettiğimiz çeşitli baskılar neticesinde yaşamak zorunda kaldığı inziva ve tecrid hayatı doğrultusunda anlamak mümkündür. Nitekim cuma namazından sonra eve dönen misafirine yemekle birlikte taze hurma ile o mevsimde Bor’da olmayan taze sebzeler ikram etmesiyle misafirin “efendim, bu hurma ve sebzeler buranın olamaz. Siz Cumayı nerede kıldınız?” diye sorması üzerine “evlâdım, söz dinleyip biraz daha beklesen, ihlâsının karşılığını görecek, benimle birlikte sen de cumayı Kâbeyi Muazzama’da kılacaktın” diyerek mukabelede bulunmuştur (37).
Kuddûsî Şiiri ve Eserleri Hakkındaki Görüşler
Yazdıkları yayınlanmadığı için kaybolmuş ve bu yüzden de unutulmaya mahkum olmuş nice şiir ve fikir adamlarının bulunduğu bir vasatta, Özmel’in de isabetle kaydettiği gibi, Şeyh Kuddûsî’yi yazdıkları yayınlandığı için şanslı şairlerimizden saymak mümkündür. Ne ki, şiirleri kayıt altına alınmış Kuddûsî’nin hayatı hakkında söylenenlerin, menkıbevî anlatımlardan öteye geçmemesi, hakkında sağlıklı tarihî belge ve bilgilerin fazlaca bulunmaması oldukça üzüntü vericidir. Bu yüzden Kuddûsî’yi en güzel şekilde kendi yazdığı şiirlerinden tanımaktan başka bir yol pek de kalmamaktadır (38).
Bursalı Mehmed Tâhir’in beyanına göre Kuddûsî’nin matbû ve Türkçe olan Divân’ı yanında yine basılı olan Muhtasar Vâsiyetnâmesi, Muhtasar Tıbb-ı Nebevî, Pendnâme, Nesâyıh-ı Ahmed Kuddûsî, Hazînetü’l-Esrâr ve Ganîmetü’l-Ebrâr (39), Medâyih Risâlesi, çeşitli konularda Arapça risaleleri olmak üzere çeşitli eserleri bulunmaktadır (40). Bunlardan Divanı, hem hece, hem aruz vezniyle yazılmış şiirlerle doludur ve aruz veznini kullanması Kuddûsî’yi, tekke şiirinin bir nevi Âşık Ömer’i yapmış olduğu konunun uzmanları tarafından dile getirilmektedir (41).
Binaenaleyh bu çalışmada esas aldığımız F.Kuyumcu’nun neşrettiği Divan’ında toplam 942 şiirle, Pendnâme, Vâsiyetnâme, İcâzetnâme ve dört mektubu yer almaktadır. Bu eserlerindeki şiirlerinde bazen oldukça ağır ve ağdalı bir dil kullanan Ahmed Kuddûsî, çoğu zaman ise sade ve akıcı bir dil kullanmakta, ayrıca mısralarında aruzun havası hemen hissedilmektedir. Çok çeşitli konuları şiirinin malzemesi yapmayı başarabilmiş olan Kuddûsî; ilim, irfan, çalışma, doğruluk, saygı, sevgi, Allah ve Peygamber muhabbeti, Mevlâna yakınlığı, taassub karşıtlığı, dönemindeki siyâsî, sosyal, coğrafî durum, ahlâkî dejenerasyon gibi bir çok tema hakkında şiirlerini oluşturmuştur (42). İbnülemin’in deyişiyle gazel ve kaside tarzında yazdığı manzum eserleri, misyon icra etmek üzere her zaman “mutasavvıfâne ve dervişâne” bir karakter içermiştir (43).
Şeyh Kuddûsî şiirlerinin, kendi yaşadığı dönemde de okur-yazar entellektüel kesim tarafından bile takip edildiği, özel günlüklere kaydedilerek yeri geldiğinde, -muhtemelen vaaz ve sohbetlerde- kullanılmak üzere yazıldığı bazı tarihî vesikalardan da anlaşılmaktadır. Örneğin 1743-1876 tarihleri arasında Sivas şehrinde yaşamış ve görev yapmış olan muhtemel üç kadı tarafından tutulmuş, şer’î ve husûsî notların yer aldığı, bugünkü deyişle bir günlükte Şeyh Kuddûsî’ye ait şiirlerin de yer alması söylediğimizi destekler görünmektedir (44). Zira Bor’da yaşayan bir şeyhin söylediği şiirlerin Sivas’taki bir kadı tarafından takip edilmesi, hatta ezberlenmesi, yeri geldiğinde de istihdam etmek üzere kaydedilmesi oldukça önemli bir detay olarak görünmektedir.
1963 yılında vefat etmiş olan büyük Kâdirî şeyhi İbrahim Edhem İskilibî de Kuddûsî Divânı hakkında şu olumlu tesbiti ifade eder: “Kuddûsî Divânı’nı okuyan Kâdirî sâliklerinin başka tasavvuf kitabı okumalarına lüzum yoktur.”(45)
1973’de vefat etmiş olan yüce Hâlidî şeyhi Dede Paşa ise şu ifadeleri serdetmektedir: “Salih Baba Divânı, tarikat âdâbı ve müridlik halleri ile mürşitlerin şânını; Fuzûlî hazretlerinin Divânı da, muhabbet ve aşk âlemini; Kuddûsî hazretlerinin Divânı ise, tasavvufun bidâyetinden nihâyetine kadar tamamını en güzel ve kemalli tarzda ifâde ve nazmeden eserlerdir.” Ayrıca “Kuddûsî Divânı’nı okuyup da idrak eden, tasavvuf ilmini kavramış olur...” sözleri de yine Dede Paşa’ya ait değerlendirmelerdendir (46).
Şiirinin edebiyat tekniği açısından değeri konusunda ise Vasfi Mahir Kocatürk’ün tesbit ve değerlendirmelerine yer vermek istiyoruz. Nitekim Kocatürk’e göre Kuddûsî’de orijinal bir ruh ve çoşkun bir ilham bulunmamakta ancak, yer yer didaktik olan orta bir lirizm içinde genişlik, kolaylık, halka yakınlık ve konuya fikrî hâkimiyet görünmektedir. Sahip olduğu mümeyyez hasletleri sayesinde aynı zamanda kültürlü bir şahsiyet olan şâir, XIII. yy.dan zamanımıza kadar -Bektâşîlik hariç- bütün Türk Tekke şairlerinin, hatta ruh ve eda bakımından kısmen divan ve saz şairlerinin özü konumundadır. Şair Ahmed Kuddûsî, Türk şiirinin sahip olduğu genel özelliklerini, bilhassa tekke şiirini, halkın ruhuna ve seviyesine göre ifadelendirmede büyük başarı kaydetmiştir. Bu yüzden Şair Kuddûsî, Yunus Emre ve Niyâzi Mısrî’den sonra tekke şiirinin halk arasında en çok tanınan siması olmuştur. Öte yandan Kuddûsî şiirinde nazım dili, genellikle ritmik ve mükemmel olmadığı belirtilmektedir. Her şeye rağmen XIX. yy. ortalarında çöküşünü tamamlayan sünnî ruhlu tekke şiirinin son büyük temsilcisidir ve Kuddûsî’den sonra bu sahada önemli bir şahsiyetin yetişmediği görülmektedir (47).
(37) Kuddûsî Divânı, s. 29-30.
(38) Bkz. Özmel, Niğde’li Şair ve Yazarlar, 22.
(39) Şeyhin Hazînetü’l-Esrâr ve Ganîmetü’l-Ebrâr adıyla bizzat kaleme aldığı Arapça
eseri üzerine Hüseyin Sunar tarafından 1998’de Prof.Dr.Mustafa Tahralı danışmanlığında Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’ne bağlı olarak bir yüksek lisans tezi hazırlanmış; bu çalışmada ilim, namaz ve zikir konularına tahsis edilmiş olan eserin tercüme, tahlil ve tahrici yapılmış ve aynı yıl Ahmed Kuddûsî Vakfı’nca da yayınlanmıştır. Bkz. Kuddûsî, Ahmed, Hazînetü’l-Esrâr ve Ganîmetü’l-Ebrâr, çev.Hüseyin Sunar, İstanbul 1998, Borlu Ahmed Kuddûsî Vakfı.
(40) Bkz. Bursalı, Osmanlı Müellifleri, I, 150 ; İstanbul Kütüphaneleri Türkçe
Yazma Divanlar Kataloğu, c.IV, Fasikül:III, s. 986 ; Develioğlu, Büyük İnsan- lar, 318 ; Kuddûsî, Hazînetü’l-Esrâr, 25-29 ; Köksal, Ahmed Kuddûsî, 56-57.
(41) Kocatürk, Türk Edebiyatı Tarihi, 613, 614.
(42) Ayrıca bkz. Özmel, Niğde’li Şair ve Yazarlar, 24.
(43) İbnülemin, Son Asır Türk Şairleri, II, 771.
(44) İlgili defterin hâlâ yazma olarak Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Fen-Edebiyat
Fakültesi Tarih Bölümü öğretim üyelerinden Doç.Dr. Ömer Demirel’in elinde bulunduğunu ve aynı ilim adamı tarafından neşre hazırlık çalışmalarının son aşamasına gelindiğini haber vermek istiyoruz. Mevzu bahis günlüğün Kuddûsî şiirlerine yer vermesiyle ilgili olarak bkz. Demirel, Ömer, “Bir Osmanlı Kadısı’nın Not Defteri Yahut Kitab-ı Sakkı”, Uluslar Arası Kuruluşunun 700.Yıl Dönümünde Bütün Yönleriyle Osmanlı Devleti Kongresi 7-9 Nisan 1999, Konya 2000, Selçuk Üniversitesi Yay., s.203.
(45) Kuddûsî Divânı, s. 70.
(46) Kuddûsî Divânı, s. 70.
(47) Bkz. Kocatürk, Türk Edebiyatı Tarihi, 614.