Münir DERMAN (ks) SOHBETLERİ-26
Gönderilme zamanı: 13 Oca 2014, 14:32
Münir DERmÂN
kaddesALLAHu sırrahu
GÜLYAĞI-GÜLLÜ YAĞ
Kaydeden: “Muhterem Hocamızın bu vaaz ve nasihatleri 11 Mayıs 1968 Cumartesi günü dükkânımızda yapılmıştır.”
Es-selâtu ve’s-selâmu aleyke Yâ Resûlullah!
ALLAHumme salli alâ MuhaMMedin ve alâ âl-i MuhaMMed!
Yâ Seyyidî! Yâ ResûlALLAH!
Huz biyedihi kad dâkat hilleti edrikni!
Subhâneke Yâ Allâm, tealeyte Yâ Selâm!
Ecirnâ mine’n-nâr ve bi affike Yâ Mucir!.
ALLAHumme ente’l- Mennân!
Bedîu’s-semâvâti ve’l-ardı ze’l-Celâli ve’l-İkrâm!.
Yâ Hayyu Yâ Kayyum. Yâ ALLAH celle celâluhu!
Azîz Müslümanlar!
İnsanlara hitab ediyorum!
Hepiniz bu mübârek günde oruçlusunuz.
Bir hadis-i kudsîde ALLAH celle celâluhu insanı şöyle târif eder:
"El insani Sırrî ve ene Sırrihi - İnsan, Benim sırrım, Bende insanın sırrıyım!"
İnsan, Benim sırrım!...
Bu hadisi karıştırma! Ta’zim ile önünde eğil!
Bunun ikisi de zâten sırdır.
İnsan bir mekândır, ASLı lâ mekâna âittir.
Karıştırırsan, su ile yağ karışırsa, kandil ışık vermez.
Bunları birbirine karıştırma, yalınız beni iyi dinle!
Lâ mekâna bakan senin içinden gizli incileri çıkarmağa çavaşıyorum.
İpin ucunu dedikoduyla kaçırma, sonra mânevî düzenin bozulur!
Zâten, kendi gölgene düşman olma!
Dünyânın hiçbir yerinde emin olamazsın!
Kuş havada uçar, gölgesi de yerde kuş gibi uçar görünür!
Sözlerimiz ölçeğe benzer mânâ içindeki dânelerdir onu oruçlu Müslüman anlar.
İnsan vücûdu hakîkî bir mâbed, içinde sana senden yakın olan O var, Nûr-u Resûlullah vaar! Bunların arasında da sen varsın!
Gönül, ALLAH’ın ucunu tuttuğu bir merdivendir. Her basamağında bir Resul vardır.
Hakîkî mâbed, insan içindekidir. Bu mâbedin görünmeyen içini görmek için cömertlik lâzımdır; namsız, nişansız, hikâyesiz ve destansız büyük ALLAH Dostları vardır, onlara yanaşmak gereklidir.
Ben, Hızır’la konuşanları işittim utangaçlıklarından kimseye bunu söylemezler.
Bedenini temiz tutarsan, içe yanaşmaya kendi kendine izin vermiş olursun.
Beden, gönlün; gölgesinin, gölgesinin, gölgesinin, gölgesidir.
İnsan, gönül olduğu için ALLAH’ın sevgili mahlûku olmuştur.
Bilirsiniz bir odunu oyarlar, kurumuş bir et sinirini tel yaparlar, saz olur. Ondan tatlı nağmeler çıkar.
Bir kamışa üfülerleeer âdeta kamış konuşur.
Onun için insana da, hattâ şimdi birçok odunlar var ya onlara bile ALLAH üfülemiştir.
Kâinât bunun için, insan için yaratıldı.
ALLAH da, insan gönlünde insan sevgisi şeklinde tecellî ediyor.
O halde bu beden, mukaddeslerin mukaddesi, İlahî bir lem’a bir radyodur.
Vücud-beden bu nûrun mahfazasıdır. O halde vücûdunu temiz tut!
“Hoca Efendi gizli-kapaklı bir çok laflar ediyorsun aceba bunları sen biliyor musun?”
İçinizde diyen olur ya oruç başına girer de!
Her türlü hîleden, nefs ve şâibeden muarra, Resûlu Ekremin buyurduğu: “El hamdulillâh!” gibi milyonlarca “El hamdulillâh!” ki ALLAH Bildirdi!
Ne çilelerden, ne ateşlerden, ne kaynamalardan, ne fırçalanmalardan sonra inanmış adam ona derler ki; her hususta kâfir ve münkir bile onun îmânına gıbta etsin!
Bir Velî’nin halvetteki hikâyesini bilirsiniz.
“Çok sıcak! Çok soğuk!” Bunlardan şikâyet etmemek lâzım!
Yaz gelir:“Aman ne sıcak!”
Kış gelir:“Aman ne soğuk, aman, aman, amannn!”
Şikâyet etmeyeceksin! Şikâyet etmemekteki gâyret etmek bu işte!
Serinlemek veya ısınmak için telaşla tevessül etmek, etmemek de gerektir, sabır da doğru değildir.
Ne demek bu?
Sabrın da ötesinde ağalar, sabrın da ötesinde!.
Atı güneşin altına koy; bir tarafa gitmez, yağmur yağar, kar yağar o orda kımıldamaz durur.
Bu sabır, bilmemezlik veya duygusuzluk demek değildir.
At'ta teslîmiyyet vardır, hiç kuvvet enerji sarfetmeden düşünmeden ööööyle duruyor!
Birisi, üzerine konan sinekleri kovmuyormuş.
Yanına gelenler, sinekler konmasın diye belki nezâket gösteriyor diye tâkip etmişler.
Fakat bir müdded yalnız kaldığı zaman kendinin üzerine konan sinekleri yine kovmamış.
Bir müdded sonra da sinekler, o herife de konmamışlar!
Aahhaa sen bunu anlarsın, bu söylediklerim bu sinek hikâyesinde gizlidir.
“Her türlü bu basit olayın bile gidişini Kader Çizgisine sokuyor” demektir bu hâdise.
ALLAH Dostu deriz, Velîyyullah deriz Hacı Bayramı Velî gibi..
Velîyyullah, her şeyi kader çizgisine sokabilen müstesnâ insandır.
Ruyâda insan uçar, uyanıkken yapamadığı şeyleri yapar.
Zîra kedini kader çizgisine terketmiş olduğundan, asıl insandaki şüphe ve tereddüdden âri olduğu için, bütün kudreti ortaya çıkar ve ruyâda uçar.
Meselâ At aç kalsa hırsızlık yapmaz, Kedi kalsa yapar, Kurt kalsa sürüye saldırır. Balıklar her gün birbirini yerler.
“Efendim sen tevekkül, sabır! Vayy bee Hoca Efendi sen insanı öküz yaptın!”
Yok efendim öyle bir şey söylemedim! Kur'ân-ı Kerîm'de: “Tedâvi olnuz, bir işe tevessül ediniz, tedbirleri alınız sonra da tevekkül ediniz!” diyor. Bunları hep biliyoruz.
Bunların hepisi insanlarda Cenâb-ı ALLAH bir mâsiyyet istediğindendir.
İbâdet de bu mâsiyyet arzulandığı için emrolunmuştur.
Bunlardaki tembellik vesîlelerle hafif terkler mâsiyyetin arzulandığının delilleri.
Bu arzunun gizlenmesini Cenâb-ı ALLAH istediğinden böyle bildirmiştir.
Günah, küfür, azab hududlarıyla aşırı gidip de sırr ortaya çıkıp infiale gidilmemesi.
Merhâmetinin ve mağfiretinin hakîki nihâyetsiz vus’atı belli olmasın diyedir.
Hakîkatte ne inkâr vardır ne küfür.
Bunlar işte böyle, fazla söylenemez azîzim.
Makam, İnsanın şâibelerden kurtulup kendi kendine yanaşarak âli ve güzel esmâlarıyla tecellî etmesidir.
O zaman “Ve le Zikrullâhu ekber!” âyeti iner insana.
Yâni en büyük zikir amma; tesbih, medh, titreşim “ALLAH’ın zikri” dir.
“ALLAH’ı zikr etmek” değildir!.
Zâten ALLAHtan daha büyük zikredilecek var mıdır?
“Ben insana insandan daha yakînim. Ben insanın sırrıyım. Şah damarlarından daha yakînim.” diyor.
Her yerde Hazır ve Nâzır, Semî’u’l- Basîr olan Cenâb-ı ALLAH,
durmadan kendi tecellîsinin esmâlarıyla insanda tecellî etmesidir ki, bu işte “Ve le Zikrullâhu ekber!”dir.
Artık şâibe kalmamış, deryânın içinde kaybolmuş, onun mevcelerinin titreşimi kendisi olmuştur.
Beden ortadan kalkmış, yâni şâibe kalkmış, ölmemiş!
“Ölmeden evvel ölmek” bu demektir.
Şâibe kalmadı mı insandan gâyet güzel hareketler tecellî eder.
“Felan adam ne mübârek adam ve gâyet doğru nâmuslu!” deriz.
Böyle olan adamlarda çıkan hâdiseler normaldir.
O halde Velîyyullahtaki kerâmet, onun temizliği için normal bir iştir, bize acâib gelir.
Bu esmâların ortaya çıkmasına müsaid olarak, akıl ve irâdeyle insanın hazırlanması; ibâdet, emirlere itaat, nehiylerden sakınmak, doğruluk, fazîlet, adâlet, sabır, teslimiyyet hududlarını aşıp, esmâları tecellî ettirmek gâyesi budur.
Bu işi her babayiğit yapamaz!..
O halde onu yukarıdaki kâide ve üsullerle zedelememeye, muhafaza etmeye çalışmak gerekir.
İşte o zaman insan âbid, hakîki kul oluuur..
Bundan sonra, makamlara lâyıkıyyet ve çıkışı mürşid yapaaar.
Mürşidin süzgecinden geçemeyen de ileri gidemez.
Buradaki mürşid; hoca değil, muallim değil, şeyh değil, postnişin değil. Bunlar, mürşide yanaşmak ve hakîki kul hudûdunu aşıp mürşide dayanmış olanlardır.
Eğer Makâm-ı Hazrete müsaade edilmişlerse kendi vazîfelerini terk ederler. Âdeta ihfâ ederler kendilerini.
Bu hududlarda insan manolya çiçeği gibidir oğlum!.
Küçük bir metruh bile solmasına sebebiyet verir.
Manolya'ya dokundu mu hemen solar, kararır.
Manolya tesâdüfî bir çiçek değildir.
Gül de tesâdüfî bir çiçek değilidir.
“Efendim binlerce çiçek var onlar ne?”
Ne yapacaksın?
Hadi söyleyeyim, yâni bilmiyor diye söyleme!
Gül ile Manolya'nın esrarını gizlemek için; diğer çiçekler, renkler, binlerce çeşit ortaya girerek bu iki çiçeği maskeleyip gizlemişlerdir.
Hakîkî Gül'de, kendini gizlemek için bin türlü renk hâlinde ortaya çıkmıştır.
Kırmızı, sarı, beyaz, pembe, al, siyah, bilmem ne kadar çeşit ve cinsi vardır. Hepisinin kokusu da ayrı ayrı..
Gülden kokuyağı almak için yağda muhafaza etmek sûretiyle çabalıyorlar insanoğlu!
Niçin yağda da, suda ve diğer mahlullerde durmuyor gülün kokusu?
Yağda bile nazla duruyor.
Gül Yağı ismini veriyorlar, isim bile yanlış!
“Efendim bilmediler mi?”
Bu bir Murâd-ı İlâhîdir, yanlış öğretildi insana!
ALLAH izin vermedikten sonra insan konuşamaz!
Mekke’nin fethinde Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:
“Teslim olanları kesmesinler!”
diye haber gönderiyor, herifler Hâlid İbni Velid’e gidiyorlar:
“Peygamber memnun değil, daha kes!” diye haber gidiyor.
Beş kişi gidiyor nihâyet Hazreti ALİ’yi gönderiyor:
“Git ellerinden yakala getir Huzûra!” diyor.
Dönüp geliyorlar Hazreti Halid’e:
“Ya Halid ben sana 3 defâ haber gönderdim!” diyor.
“Ya Resûlullah emrin yerine geldi!”
“Ne dediler?”
“Resûlullah memnun değil, daha kuvvetli kessin!”diye.
Çağırıyorlar adamları: “Ben size öyle mi söyledim?”
“ Hayır Yâ Resûlullah kesmesin dediniz ama, biz oraya gittik dilimiz almadı gitti!”
Sallallâhu aleyhi ve sellem o sırada iken Cebrâil geliyor: “Yâ Resûlullah Uhud Harbında şehid olan amucanız Hamza için yemin etmiştiniz: “70 parçaya ayırdılar 70 tâne Kureyşli kesilecek!” diye ve ALLAH’ın vaadi yerine gelmiştir!” diyor.
Onun için bu gül için de gülyağı için de ALLAH söyletmedi oğlum!
“Mırmır!” etme böyledir! Hindistan’a git sor!
“Efendim bilmiyor!”
Bilen bilir bu kadar!..
Gülyağı gül, gül efendi!
Gülyağı değil! GÜLlü Yağdır o, GÜLlü Yağ!
Hele bir düşün“Evet!”diyeceksin!
Ondan sonrasını zaten düşünmek için herkese izin vermiyorlar!
Vermedi mi, insan tepinmeğe başlar!
“Bu da SIRR mı Hoca Efendi?”
Hayır Efendim sırr yok!
Sırr, anlayamadığın her şey sırdır…
Bir şey zâhir oldu mu, bâtını görünmüş demektir.
Bir şey bâtın oldu mu, zâhiri de gizlenmiştir.
Gül Tohumunda renk, koku gizlidir.
Zâhir olan tohum, toprakta bâtın olur, zâhir olan renk koku, bâtın olur.
kaddesALLAHu sırrahu
GÜLYAĞI-GÜLLÜ YAĞ
Kaydeden: “Muhterem Hocamızın bu vaaz ve nasihatleri 11 Mayıs 1968 Cumartesi günü dükkânımızda yapılmıştır.”
Es-selâtu ve’s-selâmu aleyke Yâ Resûlullah!
ALLAHumme salli alâ MuhaMMedin ve alâ âl-i MuhaMMed!
Yâ Seyyidî! Yâ ResûlALLAH!
Huz biyedihi kad dâkat hilleti edrikni!
Subhâneke Yâ Allâm, tealeyte Yâ Selâm!
Ecirnâ mine’n-nâr ve bi affike Yâ Mucir!.
ALLAHumme ente’l- Mennân!
Bedîu’s-semâvâti ve’l-ardı ze’l-Celâli ve’l-İkrâm!.
Yâ Hayyu Yâ Kayyum. Yâ ALLAH celle celâluhu!
Azîz Müslümanlar!
İnsanlara hitab ediyorum!
Hepiniz bu mübârek günde oruçlusunuz.
Bir hadis-i kudsîde ALLAH celle celâluhu insanı şöyle târif eder:
"El insani Sırrî ve ene Sırrihi - İnsan, Benim sırrım, Bende insanın sırrıyım!"
İnsan, Benim sırrım!...
Bu hadisi karıştırma! Ta’zim ile önünde eğil!
Bunun ikisi de zâten sırdır.
İnsan bir mekândır, ASLı lâ mekâna âittir.
Karıştırırsan, su ile yağ karışırsa, kandil ışık vermez.
Bunları birbirine karıştırma, yalınız beni iyi dinle!
Lâ mekâna bakan senin içinden gizli incileri çıkarmağa çavaşıyorum.
İpin ucunu dedikoduyla kaçırma, sonra mânevî düzenin bozulur!
Zâten, kendi gölgene düşman olma!
Dünyânın hiçbir yerinde emin olamazsın!
Kuş havada uçar, gölgesi de yerde kuş gibi uçar görünür!
Sözlerimiz ölçeğe benzer mânâ içindeki dânelerdir onu oruçlu Müslüman anlar.
İnsan vücûdu hakîkî bir mâbed, içinde sana senden yakın olan O var, Nûr-u Resûlullah vaar! Bunların arasında da sen varsın!
Gönül, ALLAH’ın ucunu tuttuğu bir merdivendir. Her basamağında bir Resul vardır.
Hakîkî mâbed, insan içindekidir. Bu mâbedin görünmeyen içini görmek için cömertlik lâzımdır; namsız, nişansız, hikâyesiz ve destansız büyük ALLAH Dostları vardır, onlara yanaşmak gereklidir.
Ben, Hızır’la konuşanları işittim utangaçlıklarından kimseye bunu söylemezler.
Bedenini temiz tutarsan, içe yanaşmaya kendi kendine izin vermiş olursun.
Beden, gönlün; gölgesinin, gölgesinin, gölgesinin, gölgesidir.
İnsan, gönül olduğu için ALLAH’ın sevgili mahlûku olmuştur.
Bilirsiniz bir odunu oyarlar, kurumuş bir et sinirini tel yaparlar, saz olur. Ondan tatlı nağmeler çıkar.
Bir kamışa üfülerleeer âdeta kamış konuşur.
Onun için insana da, hattâ şimdi birçok odunlar var ya onlara bile ALLAH üfülemiştir.
Kâinât bunun için, insan için yaratıldı.
ALLAH da, insan gönlünde insan sevgisi şeklinde tecellî ediyor.
O halde bu beden, mukaddeslerin mukaddesi, İlahî bir lem’a bir radyodur.
Vücud-beden bu nûrun mahfazasıdır. O halde vücûdunu temiz tut!
“Hoca Efendi gizli-kapaklı bir çok laflar ediyorsun aceba bunları sen biliyor musun?”
İçinizde diyen olur ya oruç başına girer de!
Her türlü hîleden, nefs ve şâibeden muarra, Resûlu Ekremin buyurduğu: “El hamdulillâh!” gibi milyonlarca “El hamdulillâh!” ki ALLAH Bildirdi!
Ne çilelerden, ne ateşlerden, ne kaynamalardan, ne fırçalanmalardan sonra inanmış adam ona derler ki; her hususta kâfir ve münkir bile onun îmânına gıbta etsin!
Bir Velî’nin halvetteki hikâyesini bilirsiniz.
“Çok sıcak! Çok soğuk!” Bunlardan şikâyet etmemek lâzım!
Yaz gelir:“Aman ne sıcak!”
Kış gelir:“Aman ne soğuk, aman, aman, amannn!”
Şikâyet etmeyeceksin! Şikâyet etmemekteki gâyret etmek bu işte!
Serinlemek veya ısınmak için telaşla tevessül etmek, etmemek de gerektir, sabır da doğru değildir.
Ne demek bu?
Sabrın da ötesinde ağalar, sabrın da ötesinde!.
Atı güneşin altına koy; bir tarafa gitmez, yağmur yağar, kar yağar o orda kımıldamaz durur.
Bu sabır, bilmemezlik veya duygusuzluk demek değildir.
At'ta teslîmiyyet vardır, hiç kuvvet enerji sarfetmeden düşünmeden ööööyle duruyor!
Birisi, üzerine konan sinekleri kovmuyormuş.
Yanına gelenler, sinekler konmasın diye belki nezâket gösteriyor diye tâkip etmişler.
Fakat bir müdded yalnız kaldığı zaman kendinin üzerine konan sinekleri yine kovmamış.
Bir müdded sonra da sinekler, o herife de konmamışlar!
Aahhaa sen bunu anlarsın, bu söylediklerim bu sinek hikâyesinde gizlidir.
“Her türlü bu basit olayın bile gidişini Kader Çizgisine sokuyor” demektir bu hâdise.
ALLAH Dostu deriz, Velîyyullah deriz Hacı Bayramı Velî gibi..
Velîyyullah, her şeyi kader çizgisine sokabilen müstesnâ insandır.
Ruyâda insan uçar, uyanıkken yapamadığı şeyleri yapar.
Zîra kedini kader çizgisine terketmiş olduğundan, asıl insandaki şüphe ve tereddüdden âri olduğu için, bütün kudreti ortaya çıkar ve ruyâda uçar.
Meselâ At aç kalsa hırsızlık yapmaz, Kedi kalsa yapar, Kurt kalsa sürüye saldırır. Balıklar her gün birbirini yerler.
“Efendim sen tevekkül, sabır! Vayy bee Hoca Efendi sen insanı öküz yaptın!”
Yok efendim öyle bir şey söylemedim! Kur'ân-ı Kerîm'de: “Tedâvi olnuz, bir işe tevessül ediniz, tedbirleri alınız sonra da tevekkül ediniz!” diyor. Bunları hep biliyoruz.
Bunların hepisi insanlarda Cenâb-ı ALLAH bir mâsiyyet istediğindendir.
İbâdet de bu mâsiyyet arzulandığı için emrolunmuştur.
Bunlardaki tembellik vesîlelerle hafif terkler mâsiyyetin arzulandığının delilleri.
Bu arzunun gizlenmesini Cenâb-ı ALLAH istediğinden böyle bildirmiştir.
Günah, küfür, azab hududlarıyla aşırı gidip de sırr ortaya çıkıp infiale gidilmemesi.
Merhâmetinin ve mağfiretinin hakîki nihâyetsiz vus’atı belli olmasın diyedir.
Hakîkatte ne inkâr vardır ne küfür.
Bunlar işte böyle, fazla söylenemez azîzim.
Makam, İnsanın şâibelerden kurtulup kendi kendine yanaşarak âli ve güzel esmâlarıyla tecellî etmesidir.
O zaman “Ve le Zikrullâhu ekber!” âyeti iner insana.
Yâni en büyük zikir amma; tesbih, medh, titreşim “ALLAH’ın zikri” dir.
“ALLAH’ı zikr etmek” değildir!.
Zâten ALLAHtan daha büyük zikredilecek var mıdır?
“Ben insana insandan daha yakînim. Ben insanın sırrıyım. Şah damarlarından daha yakînim.” diyor.
Her yerde Hazır ve Nâzır, Semî’u’l- Basîr olan Cenâb-ı ALLAH,
durmadan kendi tecellîsinin esmâlarıyla insanda tecellî etmesidir ki, bu işte “Ve le Zikrullâhu ekber!”dir.
Artık şâibe kalmamış, deryânın içinde kaybolmuş, onun mevcelerinin titreşimi kendisi olmuştur.
Beden ortadan kalkmış, yâni şâibe kalkmış, ölmemiş!
“Ölmeden evvel ölmek” bu demektir.
Şâibe kalmadı mı insandan gâyet güzel hareketler tecellî eder.
“Felan adam ne mübârek adam ve gâyet doğru nâmuslu!” deriz.
Böyle olan adamlarda çıkan hâdiseler normaldir.
O halde Velîyyullahtaki kerâmet, onun temizliği için normal bir iştir, bize acâib gelir.
Bu esmâların ortaya çıkmasına müsaid olarak, akıl ve irâdeyle insanın hazırlanması; ibâdet, emirlere itaat, nehiylerden sakınmak, doğruluk, fazîlet, adâlet, sabır, teslimiyyet hududlarını aşıp, esmâları tecellî ettirmek gâyesi budur.
Bu işi her babayiğit yapamaz!..
O halde onu yukarıdaki kâide ve üsullerle zedelememeye, muhafaza etmeye çalışmak gerekir.
İşte o zaman insan âbid, hakîki kul oluuur..
Bundan sonra, makamlara lâyıkıyyet ve çıkışı mürşid yapaaar.
Mürşidin süzgecinden geçemeyen de ileri gidemez.
Buradaki mürşid; hoca değil, muallim değil, şeyh değil, postnişin değil. Bunlar, mürşide yanaşmak ve hakîki kul hudûdunu aşıp mürşide dayanmış olanlardır.
Eğer Makâm-ı Hazrete müsaade edilmişlerse kendi vazîfelerini terk ederler. Âdeta ihfâ ederler kendilerini.
Bu hududlarda insan manolya çiçeği gibidir oğlum!.
Küçük bir metruh bile solmasına sebebiyet verir.
Manolya'ya dokundu mu hemen solar, kararır.
Manolya tesâdüfî bir çiçek değildir.
Gül de tesâdüfî bir çiçek değilidir.
“Efendim binlerce çiçek var onlar ne?”
Ne yapacaksın?
Hadi söyleyeyim, yâni bilmiyor diye söyleme!
Gül ile Manolya'nın esrarını gizlemek için; diğer çiçekler, renkler, binlerce çeşit ortaya girerek bu iki çiçeği maskeleyip gizlemişlerdir.
Hakîkî Gül'de, kendini gizlemek için bin türlü renk hâlinde ortaya çıkmıştır.
Kırmızı, sarı, beyaz, pembe, al, siyah, bilmem ne kadar çeşit ve cinsi vardır. Hepisinin kokusu da ayrı ayrı..
Gülden kokuyağı almak için yağda muhafaza etmek sûretiyle çabalıyorlar insanoğlu!
Niçin yağda da, suda ve diğer mahlullerde durmuyor gülün kokusu?
Yağda bile nazla duruyor.
Gül Yağı ismini veriyorlar, isim bile yanlış!
“Efendim bilmediler mi?”
Bu bir Murâd-ı İlâhîdir, yanlış öğretildi insana!
ALLAH izin vermedikten sonra insan konuşamaz!
Mekke’nin fethinde Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:
“Teslim olanları kesmesinler!”
diye haber gönderiyor, herifler Hâlid İbni Velid’e gidiyorlar:
“Peygamber memnun değil, daha kes!” diye haber gidiyor.
Beş kişi gidiyor nihâyet Hazreti ALİ’yi gönderiyor:
“Git ellerinden yakala getir Huzûra!” diyor.
Dönüp geliyorlar Hazreti Halid’e:
“Ya Halid ben sana 3 defâ haber gönderdim!” diyor.
“Ya Resûlullah emrin yerine geldi!”
“Ne dediler?”
“Resûlullah memnun değil, daha kuvvetli kessin!”diye.
Çağırıyorlar adamları: “Ben size öyle mi söyledim?”
“ Hayır Yâ Resûlullah kesmesin dediniz ama, biz oraya gittik dilimiz almadı gitti!”
Sallallâhu aleyhi ve sellem o sırada iken Cebrâil geliyor: “Yâ Resûlullah Uhud Harbında şehid olan amucanız Hamza için yemin etmiştiniz: “70 parçaya ayırdılar 70 tâne Kureyşli kesilecek!” diye ve ALLAH’ın vaadi yerine gelmiştir!” diyor.
Onun için bu gül için de gülyağı için de ALLAH söyletmedi oğlum!
“Mırmır!” etme böyledir! Hindistan’a git sor!
“Efendim bilmiyor!”
Bilen bilir bu kadar!..
Gülyağı gül, gül efendi!
Gülyağı değil! GÜLlü Yağdır o, GÜLlü Yağ!
Hele bir düşün“Evet!”diyeceksin!
Ondan sonrasını zaten düşünmek için herkese izin vermiyorlar!
Vermedi mi, insan tepinmeğe başlar!
“Bu da SIRR mı Hoca Efendi?”
Hayır Efendim sırr yok!
Sırr, anlayamadığın her şey sırdır…
Bir şey zâhir oldu mu, bâtını görünmüş demektir.
Bir şey bâtın oldu mu, zâhiri de gizlenmiştir.
Gül Tohumunda renk, koku gizlidir.
Zâhir olan tohum, toprakta bâtın olur, zâhir olan renk koku, bâtın olur.