ESMAu'L- HÜSNÂ'nın KUR'ÂN-ı KERİM AÇILIMI

Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

129- Es Selâmu celle celâluhu:

Resim
Resim

Es Selâmu : Selâm, selâmet ve esenlik sahibi. Fâni, gelip geçici olmaktan, ayıp, âfet ve zevâlden beri' ve selâmette olan. Her selâmetin menbağı ve selâmete erdiren... Mutlak emân, sulh ve teslim kaynağı olan ALLAHu zü’l- CELÂL..


Resim

=>HaBîB-i YÂR-e>Es SeLÂM
EHL-i BEYt-i ZÂR-e Es SeLÂM
EBDÂL =>EBRÂR-e Es SeLÂM
AHYÂR =>AHRÂR-e Es SeLÂM!.


ZEVK 8621

KELÂMuLLAH’ı DUY!..muşuz =>KÛN feyeKÛN KeLÂMîyİZz!
RASÛLuLLAH’a UY!.muşuz =>SIRR-ı SUBHÂN SeLÂMîyİZz!
=>MuHABBet EDEBi>İLMi
HÂL-i HaZıR HAKk’a HİLMi
SÎNE’de =>SeLÂMet SİLMi
CÂNda CÂNÂN DÂRu’s- SeLÂM =>MuhaMMedî MeLÂMîyİZz!.

Yâ HAYyu’L- HUu celle celâlihu!.


27.12.17 07:28
brsbrsm..tktktrstkkmdmhmtkdryelhmdd..




Resim


Es Selâmu, Esmâu’l- Hüsnâ içinde kökü masdar olan tek esmâdır..

Silm: Barışmak, sulh, barışıklık. İtaat. İslâm, müslim olmak.
Selm: Barış, sulh. İtaat.
Selleme: Bir işten kurtulmak, berî olmak.
Esleme: Teslim olmak. Müslüman olmak. İtâat etmek.
Selleme: Tam teslim olmak. Selâmlamak.
Selleme: “Selâm ve selâmet versin, kusur ve ayıptan hâli ve beri eylesin" meâlinde duâ.
İslâm: İslâm dini. Müslümanlar.
Teslim: Bir emâneti verme. Kabul etme. Doğru ve haklı bulma. Selâmetle dua etme. Karşısındakinin hükmü altına girme. Kendini Allah'ın takdirine terketme, emri altına girme.
İslâm: (Selâm. dan) İtaat, inkıyad, bir şeye teslimiyet. Din. Ist: Hz. MuhaMMed aleyhisselâm'ın, ALLAHu zü’l- CELÂL'in emriyle insanlara bildirdiği din.
Müslüman: İslâm olan, Allah'a teslim olmuş olan, selâmette olan..

İslâm Dininde; ALLAHu zü’l- CELÂL'e itaat etmek, Peygambere tâbi' olmak ve din namına ne bildirilmişse, kalb ile dil ile tasdik ve onunla amel etmek şarttır. İslâm'ın beş şartı vardır: Kelime-i şehadet getirmek, namaz kılmak, zekât vermek, hacca gitmek ve Ramazan-ı şerif orucunu tutmaktır.

SeLL: Yavaşça çekip sıyırma. Sıyrılma. Çıkarma, çıkarılma. Çekme, çekilme.
SELL: MuhaMMMedî Zâhir ve Bâtın LutfuLLAHı, DevrÂNda SeyrÂNa ÇEKip ÇIKarma..

Es SELÂM; her Selâmetin kaynağı, kendisi ayıbdan, kusurdan ,eksiklikten, yokluktan kısacası zaaf bildiren her şeyden sâlim olan. Zâtı sonradan olmaktan, her türlü ayıbdan ve acizlikten; sıfatları noksandan, fiilleri kötülükten sâlim olandır. Bu mânâsı ile Es SELÂM ismi. Tenzihî İsimlerden olur.
Diğer taraftan Selâmet uman, Selâmet arayan, Selâmet niyaz edenleri isterse duâya icâbeti gereği; Duâ etmeyenleri de isterse hikmeti icâbı Selâmete çıkarır. Bu mânâsı ile de SELÂM Zatî İsimlerden olur..

“Selâm” kelimesi, “s-l-m” kökünden türemiştir.
Mânâsı çok kapsamlı ve çok hoş olan bir isimdir. İç huzuru, kararlılık, hem fiziksel hem de ruhsal nitelikteki her türlü kötülükten emîn olmayı ve kurtuluşa ulaşmayı ifâde eder. Ruhsal barış ve tatminkârlık fikrini de anlam olarak içerir. Selâm kelimesi; esenlik, itmi’nân, güçlülük, sağlamlık, korunma, ulaşılmazlık ve güven gibi anlamlara da gelir.

el- Müberred, “Selâm” kelimesinin Arap dilinde dört anlamının olduğunu belirtmiştir:

1-) ALLAH celle celâlihu’nun ismi.
2-) Selâmet.
3-) Vermek, ihsan etmek.
4- )Kolay kolay kırılmayan iri yapılı ve güçlü bir ağaç cinsi..
(Zeccâcî, İştikâk esmâillah, s. 215.)

Mal ve can selâmeti temin edildiği için sulh ve anlaşmaya da “silm” denir.;


وَإِن جَنَحُواْ لِلسَّلْمِ فَاجْنَحْ لَهَا وَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
Resim---"Ve in cenehû li’s- selmi fecnah lehâ ve tevekke’l- alâllâh (alâllâhi), innehu huve’s- semîul alîm (alîmu).: Ve eğer teslime (barışa) meylederlerse (yanaşırlarsa), o zaman (sen de) ona meylet (onların teklifini kabul et) ve Allah’a tevekkül et. Muhakkak ki O; en iyi işiten, en iyi bilendir.” (Enfâl 8/61)

Dünyanın her türlü sıkıntılarından uzak olduğu için cennete de “Dâru‟s- Selâm” ismi verilir;

لَهُمْ دَارُ السَّلاَمِ عِندَ رَبِّهِمْ وَهُوَ وَلِيُّهُمْ بِمَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ
Resim---"Lehum dâru’s- selâmi inde rabbihim ve huve veliyyuhum bimâ kânû ya’melûn (ya’melûne).: Rab’lerinin katında onlar için selâm yurdu (teslim yurdu) vardır. Yapmış olduklarından dolayı, O (Allah), onların dostudur.” (En’âm 6/127)

وَاللّهُ يَدْعُو إِلَى دَارِ السَّلاَمِ وَيَهْدِي مَن يَشَاء إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ
Resim---"Vallâhu yed'û ilâ dâri’s- selâm (selâmi), ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin mustekîm (mustekîmin).: Ve Allah, teslim (selâm) yurduna davet eder ve (teslim yurduna, Zat'ına ulaştırmayı) dilediği kimseyi, Sıratı Mustakîm'e ulaştırır.” (Yûnus 10/25)

Bütün yaratıkları özellikle de insanları barış ve mutluluğa götürdüğü için ALLAHu zü’L- CeLÂL’in dinine de “İslâm” denir.
Kendini ALLAH celle celâlihu‟ya teslim eden, ALLAHu zü’L- CeLÂL’in Selâmet verip azabdan koruyacağı kimseye de “Müslüman” denir.
İnsanları ALLAHu zü’L- CeLÂL’in dosdoğru yoluna ve cennete götüren Selâmet yollarına da “Sübülü’s- Selâm” denir.

Mü’minlerin şiârı ve parolası olan “es Selâmu aleykum” cümlesi “Allah‟ın Selâmeti üzerinize olsun!” demektir. Selâm kelimesi hem bu cümlede olduğu gibi “alâ” harfi ile hem de “li” cerr harfi ile kullanılır.


فَسَلَامٌ لَّكَ مِنْ أَصْحَابِ الْيَمِينِ
Resim---"Fe selâmun leke min ashâbi’l- yemîn (yemîni).: Artık, "Ashab-ı Yemin"den selâm sana.” (Vakıâ 56/91)

Ayıp ve kusurdan Selâmette olduğu için doğru söze de “Selâm” ifâdesi kullanılır.
(Zeccâcî, İştikâk esmâillah, s. 215.)

Genel olarak Araplar sözü ve konuşmayı bitirmek veya o ortamı terk etmek, oradan uzaklaşmak için selâm kelimesini kullanıllar.
(Zeccâcî, İştikâk esmâillah, s. 221.)

Şu âyetteki "selâm" kelimesi de aynı anlamdadır..:


وَعِبَادُ الرَّحْمَنِ الَّذِينَ يَمْشُونَ عَلَى الْأَرْضِ هَوْنًا وَإِذَا خَاطَبَهُمُ الْجَاهِلُونَ قَالُوا سَلَامًا
Resim---"Ve ibâdu’r- rahmânillezîne yemşûne alâ’l- ardı hevnen ve izâ hâtabehumu’l- câhilûne kâlû selâmâ (selâmen).: Ve Rahmân’ın kulları yeryüzünde tevazuyla yürür. Ve onlara cahiller hitap ettiği (lâf attığı) zaman “selâm” derler.” (Furkân 25/63)

Onlar: “O kimselere karşılık vereceğiz” diye uğraşmazlar. Onları ve o ortamı hemen terk ederler.

Kur'ÂN-ı Kerîm’de Es Selâm isminin geçtiği tek âyet:

Selâm kelimesini "elif lâm‟lı (mârife) ve ALLAHu zü’L- CeLÂL’in ismi olarak Kur'ÂN-ı Kerîm’de sadece Haşr Sûresinde Esmâ-i Hüsnâ’nın bir kısmının sayıldığı âyette görmekteyiz.


هُوَ اللَّهُ الَّذِي لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ الْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزِيزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُ سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ
Resim---"Huvallâhullezî lâ ilâhe illâ huve, el meliku’l- kuddûsu’s- selâmu’l- mu’minu’l- muheyminu’l- azîzu’l- cebbâru’l- mütekebbir (mutekebbiru), subhânallâhi ammâ yuşrikûn (yuşrikûne).: O Allah ki; O’ndan başka İlâh yoktur, Melik’tir (hükümrandır), Kuddüs’tür (mukaddestir), Selâm’dır (selâmete erdirendir), Mü’mindir (emniyet verendir), Müheymin’dir (koruyup gözetendir), Azîz’dir (yücedir), Cabbâr’dır (cebredendir), Mütekebbir’dir (pek büyük olandır). Allah, şirk koşulan şeylerden münezzehtir (uzaktır).” (Haşr 59/23)

Bu âyet-i celîlelerde, ALLAHu zü’L- CeLÂL’in Ulûhiyetinin farklı boyut ve yansımalarını anlatır. Allah kendisinin gerçek ilâh oluşunu belirttikten sonra öncelikle rahmetinin sınırsızlığını ifâde eden Er Rahmân ve Er Rahîm isimlerini zikreder. Daha sonra da El Melik ismi ile egemenlik ve hükümranlığına dikkat çeker. Dünya meliklerine benzemediğini, her türlü kusur ve ayıbdan uzak olduğunu vurgulamak için de El Kuddûs ismini belirtir. İlâhlığının ve Hâkimiyetinin zorbalıkla alâkasının olmadığını, yaratıklara barış, esenlik ve huzur veren gerçek kurtuluşun tek kaynağı olduğunu belirtmek için Es Selâm ismini hatırlatır. O, hem dünyada hem de âhirette selâmettedir. O, hem geçmişte kurtuluşun yegâne kaynağıdır hem de gelecekte. Bu âyetteki Es Selâm ismi; felâh, fevz ve necât anlamlarına geldiği gibi, dünyevî ve uhrevî başarı, kurtuluşa da delâlet eder.

Kurtardı, Selâmete ulaştırdı anlamına gelen “selleme” fiili Kur'ÂN-ı Kerîm’de sadece ALLAHu zü’L- CeLÂL için kullanılır.:


إِذْ يُرِيكَهُمُ اللّهُ فِي مَنَامِكَ قَلِيلاً وَلَوْ أَرَاكَهُمْ كَثِيرًا لَّفَشِلْتُمْ وَلَتَنَازَعْتُمْ فِي الأَمْرِ وَلَكِنَّ اللّهَ سَلَّمَ إِنَّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
Resim---"İz yurîkehumullâhu fî menâmike kalîlen, ve lev erâkehum kesîran le feşiltum ve le tenâza'tum fîl emri ve lâkinnallâhe sellem(selleme), innehu alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).: Allah, sana uykuda onları az olarak gösteriyordu. Ve şâyet sana onları çok gösterseydi mutlaka tedirgin olurdunuz ve elbette emir hakkında nizaya (anlaşmazlığa) düşerdiniz. Ve fakat Allah, sizi sâlim kıldı (selâmete çıkardı). Muhakkak ki Allah, göğüslerde olanı bilendir.” (Enfâl 8/43)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »


“s-l-m” kökü Kur'ÂN-ı Kerîm’de, insanlar için kullanıldığı zaman “Sözle esenlik, başarı, güven, emniyet ve kurtuluş dilemek” anlamı içerir.:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِذَا ضَرَبْتُمْ فِي سَبِيلِ اللّهِ فَتَبَيَّنُواْ وَلاَ تَقُولُواْ لِمَنْ أَلْقَى إِلَيْكُمُ السَّلاَمَ لَسْتَ مُؤْمِنًا تَبْتَغُونَ عَرَضَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا فَعِندَ اللّهِ مَغَانِمُ كَثِيرَةٌ كَذَلِكَ كُنتُم مِّن قَبْلُ فَمَنَّ اللّهُ عَلَيْكُمْ فَتَبَيَّنُواْ إِنَّ اللّهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرًا
Resim---"Yâ eyyuhâllezîne âmenû izâ darabtum fî sebîlillâhi fe tebeyyenû ve lâ tekûlû li men elkâ ileykumu’s- selâme leste mu’minâ (mu’minen), tebtegûne arada’l- hayâti’d- dunyâ, fe indallâhi megânimu kesîrah (kesîratun). Kezâlike kuntum min kablu fe mennallâhu aleykum fe tebeyyenû. İnnallâhe kâne bimâ ta’melûne habîrâ (habîran).: Ey iman edenler! Allah’ın yolunda (savaşmak üzere) sefere çıktığınız zaman artık (mü’mini kâfirden ayırt etmek için) iyice araştırıp açığa çıkarın. Ve size selâm verip (teslim olan) kimseye, dünya hayatının geçici metaını (çıkarını) isteyerek: “Sen mü’min değilsin.” demeyin. Oysa Allah’ın katında ganimet çoktur. Daha önce siz de öyle idiniz, o zaman Allah (lütufta bulunup) sizin üzerinize ni’met verdi. O halde iyice araştırıp açığa çıkarın. Muhakkak ki Allah, yaptığınız şeylerden haberdardır.” (Nisâ 4/94)

قَالَ سَلَامٌ عَلَيْكَ سَأَسْتَغْفِرُ لَكَ رَبِّي إِنَّهُ كَانَ بِي حَفِيًّا
Resim---"Kâle selâmun aleyk (aleyke), se estagfiru leke rabbî, innehu kâne bî hafiyyâ (hafiyyen).: İbrahim: “Sana (senin üzerine) selâm olsun.” dedi. Senin için Rabbimden mağfiret dileyeceğim. Çünkü O, bana (çok) lütufkârdır.” (Meryem 19/47)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَدْخُلُوا بُيُوتًا غَيْرَ بُيُوتِكُمْ حَتَّى تَسْتَأْنِسُوا وَتُسَلِّمُوا عَلَى أَهْلِهَا ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَّكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
Resim---"Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tedhulû buyûten gayra buyûtikum hattâ teste’nisû ve tusellimû alâ ehlihâ, zâlikum hayrun lekum leallekum tezekkerûn (tezekkerûne).: Ey iman edenler! Evlerinizden başka evlere, izin isteyip ev halkına selâm vermedikçe (içeri) girmeyin. Bu, sizin için hayırdır. Umulur ki; böylece tezekkür edersiniz.” (Nûr 24/27)

لَيْسَ عَلَى الْأَعْمَى حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْأَعْرَجِ حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْمَرِيضِ حَرَجٌ وَلَا عَلَى أَنفُسِكُمْ أَن تَأْكُلُوا مِن بُيُوتِكُمْ أَوْ بُيُوتِ آبَائِكُمْ أَوْ بُيُوتِ أُمَّهَاتِكُمْ أَوْ بُيُوتِ إِخْوَانِكُمْ أَوْ بُيُوتِ أَخَوَاتِكُمْ أَوْ بُيُوتِ أَعْمَامِكُمْ أَوْ بُيُوتِ عَمَّاتِكُمْ أَوْ بُيُوتِ أَخْوَالِكُمْ أَوْ بُيُوتِ خَالَاتِكُمْ أَوْ مَا مَلَكْتُم مَّفَاتِحَهُ أَوْ صَدِيقِكُمْ لَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ أَن تَأْكُلُوا جَمِيعًا أَوْ أَشْتَاتًا فَإِذَا دَخَلْتُم بُيُوتًا فَسَلِّمُوا عَلَى أَنفُسِكُمْ تَحِيَّةً مِّنْ عِندِ اللَّهِ مُبَارَكَةً طَيِّبَةً كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمُ الْآيَاتِ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُون
Resim---"Leyse alâ’l- a'mâ haracun ve lâ alâ a'raci haracun ve lâ alâl marîdı haracun ve lâ alâ enfusikum en te'kulû min buyûtikum ev buyûti âbâikum ev buyûti ummehâtikum ev buyûti ihvânikum ev buyûti ehavâtikum ev buyûti a'mâmikum ev buyûti ammâtikum ev buyûti ahvâlikum ev buyûti hâlâtikum ev mâ melektum mefâtihahû ev sadîkıkum, leyse aleykum cunâhun en te'kulû cemîan ev eştâtâ (eştâten), fe izâ dahaltum buyûten fe sellimû alâ enfusikum tahıyyeten min indillâhi mubaraketen tayyibeten, kezâlike yubeyyinullâhu lekumu’l- âyâti leallekum ta'kılûn (ta'kılûne).: Âmâ (kör) olana bir güçlük yoktur. Ve sakat olana, hasta olana bir güçlük yoktur. Ve size de evlerinizde veya babalarınızın evlerinde veya annelerinizin evlerinde veya erkek kardeşlerinizin evlerinde veya kız kardeşlerinizin evlerinde veya amcalarınızın evlerinde veya halalarınızın evlerinde veya dayılarınızın evlerinde veya teyzelerinizin evlerinde veya anahtarlarına sahip olduğunuz (yerlerde) veya arkadaşlarınızda yemek yemenizde bir güçlük yoktur. Topluca veya ayrı ayrı yemeniz de size günah değildir. Evlere girdiğiniz zaman birbirinize Allah’ın katından mübarek ve tayyib bir selâm ile selâm verin! İşte böylece Allah, size âyetlerini açıklıyor. Umulur ki böylece siz akıl edersiniz.” (Nûr 24/61)

إِنَّ اللَّهَ وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا
Resim---"İnnallâhe ve melâiketehu yusallûne alân nebiyyi, yâ eyyuhâllezîne âmenû sallû aleyhi ve sellimû teslîmâ (teslîmen).: Muhakkak ki Allah ve melekleri, Nebî’ye (Peygamber’e) salat ederler. Ey iman edenler! Siz (de) O’na salat edin! Ve (O’na) teslim olarak salat edin!” (Ahzâb 33/56)

“s-l-m” kökü, Kur'ÂN-ı Kerîm’de, ALLAHu zü’L- CeLÂL’e nisbet edilince ise “Hem her türlü eksiklikten Selâmette olan hem de esenliği bizzat gerçekleştiren” anlamı taşır.:

يَهْدِي بِهِ اللّهُ مَنِ اتَّبَعَ رِضْوَانَهُ سُبُلَ السَّلاَمِ وَيُخْرِجُهُم مِّنِ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ بِإِذْنِهِ وَيَهْدِيهِمْ إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ
Resim---"Yehdî bihillâhu menittebea rıdvânehu subule’s- selâmi ve yuhricuhum mine’z- zulumâti ilân nûri bi iznihî ve yehdîhim ilâ sırâtın mustakîm (mustakîmin).: ALLAH (celle celâlihu), rızasına tâbî olan kişiyi onunla (Resûlü ile) teslim yollarına hidayet eder. Kendi izniyle onları karanlıktan aydınlığa (zulmetten nura) çıkarıp Sırât-ı Mustakîm’e hidayet eder (ulaştırır).” (Mâide 5/16)

وَاللّهُ يَدْعُو إِلَى دَارِ السَّلاَمِ وَيَهْدِي مَن يَشَاء إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ
Resim---"Vallâhu yed'û ilâ dâri’s- selâm (selâmi), ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin mustekîm (mustekîmin).: Ve Allah, teslim (selâm) yurduna davet eder ve (teslim yurduna, Zat'ına ulaştırmayı) dilediği kimseyi, Sıratı Mustakîm'e ulaştırır.” (Yûnus 10/25)

قِيلَ يَا نُوحُ اهْبِطْ بِسَلاَمٍ مِّنَّا وَبَركَاتٍ عَلَيْكَ وَعَلَى أُمَمٍ مِّمَّن مَّعَكَ وَأُمَمٌ سَنُمَتِّعُهُمْ ثُمَّ يَمَسُّهُم مِّنَّا عَذَابٌ أَلِيمٌ
Resim---"Kîle yâ nûhuhbıt bi selâmin minnâ ve berakâtin aleyke ve alâ umemin mimmen meâke, ve umemun se numettiuhum summe yemessuhum minnâ azâbun elîm (elîmun).: (Şöyle) denildi: “Ey Nuh, sana ve seninle beraber olan ümmetlere (toplumlara) Bizden bir selâmetle, bereketlerle in! Ve (bazı) ümmetler (olacak ki), onları meta’landıracağız (faydalandıracağız). Sonra onlara Bizden elîm (acı) azab dokunacak.” (Hûd 11/48)

وَسَلَامٌ عَلَيْهِ يَوْمَ وُلِدَ وَيَوْمَ يَمُوتُ وَيَوْمَ يُبْعَثُ حَيًّا
Resim---"Ve selâmun aleyhi yevme vulide ve yevme yemûtu ve yevme yub’asu hayyâ (hayyen).: Ve doğduğu günde de ve öleceği günde de ve canlı olarak beas edileceği (yeniden diriltileceği) günde de ona selâm olsun.” (Meryem 19/15)

“Selâm” İsminin ıstılâh anlamları.:

Istılâh: tâbir, deyim, bir lafzı lügat mânâsından çıkararak başka bir mânada kullanmaları. Bir ilim veya mesleğe âid kelime. Terim. Erbab-ı ilim arasındaki ve herkesin anlamadığı kelime..

“Selâm” kelimesi isim olarak ALLAHu zü’L- CeLÂL için kullanıldığı zaman mahlûkatın maruz kaldığı ölüm, yokluk, eksiklik, kusur, ayıp gibi durumlardan ve âfetlerden selâmette olan anlamına gelir.

Es Selâm ismi, ALLAHu zü’L- CeLÂL’in zâtında, sıfatlarında, yaratmasında, fiillerinde, sözlerinde ve yasalarında mahlûkata ait zaaflardan uzak ve berî olduğunu bildirir.

Ayrıca Es Selâm ismi; mahlûkata Selâmet yayan, dostlarını her türlü sıkıntıdan ve azabdan uzaklaştıran şeklinde de anlamlandırılır.

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in namazda selâmdan sonra okuduğu şu duâ da bu anlamları doğrular:


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Allahumme ente’s- Selâm ve minke’s- Selâm.: Allah’ım! Selâm olan Sensin ve esenlik, barış da Sendendir.” buyurmuştur.
(Müslim, Mesâcid 136. Tirmîzî, Salât 224. İbni Mâce, İkâme, 32.)

Esmâ-i Hüsnâ konusunda çalışma yapan âlimlerimiz “Selâm” ismine şu anlamları vermişlerdir:
Selâm; her türlü eksiklikten bizzat kendisi sâlim olandır.
Selâm; gerek dünya, gerekse âhirette tehlikeye düşenleri esenliğe ulaştırandır.
Selâm, yetkinliğiyle çelişen her türlü eylemden uzak olandır.
Selâm; her Selâmetin menba’ı/kaynağı kendisi ayıp, kusur ve tehlikeden sâlim olduğu gibi, kendisinden Selâmet umulan ve esenlik arayanları Selâmete erdirendir..
(Elmalılı, Hak Dini Kur'an Dili, c. 7 s. 4872)

Selâm; dostlarına ve seçkin kullarına esenlik verendir.:


قُلِ الْحَمْدُ لِلَّهِ وَسَلَامٌ عَلَى عِبَادِهِ الَّذِينَ اصْطَفَى آللَّهُ خَيْرٌ أَمَّا يُشْرِكُونَ
Resim---"Kuli’l- hamdu lillâhi ve selâmun alâ ibâdihillezînestafâ, âllâhu hayrun em mâ yuşrikûn (yuşrikûne).: De ki: "Hamd, Allah’a aittir (Allah içindir, Allah’adır). Ve selâm, onun seçtiği kullarının üzerinedir. Allah mı, yoksa onların şirk koştuğu şeyler mi hayırlıdır?" (Neml 27/59)

Selâm; Müslüman ve mü’min kullarını azabından sâlim kılandır.
Selâm; insanlara sıkıntılara karşı kendini müdafaa edebilecek organlar bahşeden, onları verdiği gıdalarla açlıktan kurtaran, çeşitli tedavi yöntemleriyle hastalıklardan şifâya kavuşturan, ilimle cehâletten kurtaran, akıl vererek delilikten koruyan, tevhid inancı ile küfür ve şirkten koruyan, Kur'ÂN-ı Kerîm’i indirerek hak yola ulaştıran, iman ni’metiyle cehennem azabından kurtaran, önder ve lider olarak MuhaMMed aleyhisselâm’ı göndererek bizleri her türlü tehlikeden Selâmette kılan, kalblerimizi İslam’a açan, nuruna ve inâyetine hidâyet eden, kendisi de Selâmette olan, Selâmetin tek kaynağı, emniyet ve Selâmete lâyık olan kullarını emniyet ve Selâmette kılandır.

İbnu’l-Kayyim, “Bedâi’u’l- Fevâid” adlı eserinde selâm ismi hakkında şunları söyler:
“Allahu Teâlâ, her türlü ayıp ve noksanlıktan uzak olduğu için, bu isimle isimlendirilen herkesten daha çok “ Selâm” ismine lâyıktır. Her bakımdan gerçek “Selâm” O’dur. Mahlûkat, izafî/göreceli olarak “Selâm”dır. O, zatında akla hayale gelebilecek her türlü ayıbdan ve noksandan sâlimdir. Fiillerinde her türlü ayıbdan, noksanlıktan, şerden, zulümden ve hikmet dışı gerçekleşecek her davranıştan sâlimdir.. O, arkadaştan, evladdan berîdir, ortaktan berîdir..

Bu sebeble O’nun sıfatlarını tek tek incelediğin zaman her bir sıfatın kemâline aykırı olan şeylerden sâlim olduğunu görürsün. O’nun hayatı, ölümden, uyku ve uyuklamadan, kendi kendine var oluşu ve kudreti yorgunluktan ve bitkinlikten, ilmi kendisinden bir şeyin gizli kalmasından veya unutkanlık veya düşünme veya hatırlama ihtiyacından; irâdesi, hikmet ve maslahat dışına çıkmaktan, sözleri yalan ve haksızlıktan berîdir/uzaktır. Bilâkis O’nun sözleri tamamen doğruluk ve adâlettir.

Zenginliği herhangi bir şekilde başkasına muhtaç olmaktan uzaktır. Bilâkis O’nun dışındaki her şey O’na muhtaçtır ve O hiçbir kimseye muhtaç değildir.

Egemenliğinde çekişecek birisinden, ortaklıktan, yardımcıdan, destekçiden veya O’nun katında O’ndan izinsiz şefâate yeltenecek şefâatçiden beridir. İlâhlığında ortaktan beridir. Bilâkis O öyle bir ALLAH celle celâlihudur ki, kendisinden başka hiçbir ilâh yoktur.
ALLAHu zü’L- CeLÂL’in hilmi, affı, müsamahası, mağfireti ve cezâsı herhangi bir ihtiyaçtan, zilletten veya başkalarından olduğu gibi her hangi bir yapmacıklıktan uzaktır. Bilâkis bunların hepsi O’nun keremi ve ihsanıdır.

Aynı şekilde ALLAHu zü’L- CeLÂL’in azabı, intikamı, şiddetle yakalayışı, süratle cezâlandırması, zulümden, kinden, düşmanlıktan ve kabalıktan uzaktır. Bilâkis tamamen hikmet ve adâletten dolayıdır. O’nun ihsanı, sevâbı ve ni’meti övülmeye lâyık olduğu gibi azabı ve cezâsı da övülmeye lâyıktır. Eğer sevâbı ve mükâfatı azabın ve cezânın yerine koymuş olsaydı bu O’nun hikmetine ve izzetine aykırı olurdu. Cezâyı yerinde uygulamış olması O’nun adâleti, hikmeti ve izzetindendir. O, kendisini tanımayan düşmanlarının zannettikleri hikmetine muhalif şeylerden uzaktır.

ALLAHu zü’L- CeLÂL’in kazası ve kaderi abesten, zulümden, haksızlıktan ve sonsuz hikmetine aykırı bir şekilde vuku bulma vehminden uzaktır.

ALLAHu zü’L- CeLÂL’in şeriatı ve dini çelişkiden, farklılıktan, bozukluktan, kulların maslahatına aykırılıktan, ALLAHu zü’L- CeLÂL’in kullarına rahmetine ve ihsanına aykırılıktan ve hikmetine aykırılıktan uzaktır. Bilâkis O’nun şeriatının tamamı hikmet, rahmet, maslahat ve adâlettir.

ALLAHu zü’L- CeLÂL’in verdiği ni’metler herhangi bir karşılıktan veya ni’met verdiği kimselere muhtaç olmaktan beridir. O’nun ni’meti vermemesi ve kısması da cimrilikten veya fakirlik korkusundan dolayı değildir. Bilâkis O’nun vermesi bir karşılık ve ihtiyaç sebebiyle değil, sırf ihsanındandır. Vermemesi de acizliği veya cimriliğinden değil sırf hikmet ve adâletindendir.

ALLAHu zü’L- CeLÂL’in arşını istivâ etmesi, kendisini taşıyacak veya üzerinde yükseleceği herhangi bir şeye muhtaç olmaktan berîdir. Bilâkis arş da, O’na muhtaçtır, arşı taşıyan meleklerden de ve başka şeylerden de müstağnidir. Bu istivâ, herhangi bir sınırlamadan, arşa veya başka bir şeye ihtiyaç veya ALLAHu zü’L- CeLÂL’i bir şeyin kuşatması şaibesinden uzaktır. Bilâkis ALLAHu zü’L- CeLÂL var iken arş mevcud değildi ve ona muhtaç da değildi. O, her şeyden müstağnidir ve övülmüştür. O’nun egemenliğinin ve galibiyetinin bir gereğidir.

ALLAHu zü’L- CeLÂL’in her gece rahmetiyle dünya göğüne inmesi, O’nun ululuğuna ve her şeyden müstağni oluşuna zıt gelecek durumlardan münezzehtir. Rabbimiz, kemâline zıt gelen her şeyden yücedir ve uzaktır.

ALLAHu zü’L- CeLÂL’in işitmesi, görmesi ve zenginliği de her türlü kusurdan Selâmettedir. Dostlarıyla dostluğu, mahlûkatın birbiriyle dostluğunda olduğu gibi herhangi bir mecburiyetten dolayı değil rahmetinden, lütuf ve ihsanından dolayıdır.

Nitekim Kur'ÂN-ı Kerîmde ALLAHu zü’L- CeLÂL şöyle buyurur:


قُلِ الْحَمْدُ لِلَّهِ وَسَلَامٌ عَلَى عِبَادِهِ الَّذِينَ اصْطَفَى آللَّهُ خَيْرٌ أَمَّا يُشْرِكُونَ
Resim---"Kuli’l- hamdu lillâhi ve selâmun alâ ibâdihillezînestafâ, âllâhu hayrun em mâ yuşrikûn (yuşrikûne).: De ki: "Hamd, Allah’a aittir (Allah içindir, Allah’adır). Ve selâm, onun seçtiği kullarının üzerinedir. Allah mı, yoksa onların şirk koştuğu şeyler mi hayırlıdır?" (İsrâ 17/111)

ALLAH celle celâlihu, dost edinmeyi mutlak mânâda reddetmiyor, bilâkis acizlik sebebiyle dost edinmeyi reddediyor.
Aynı şekilde ALLAHu zü’L- CeLÂL’in dostlarına ve sevdiklerine olan sevgisi, mahlûkatın aralarındaki sevgilerde olduğu gibi ihtiyaçtan, yapmacılıktan ve menfaatten uzaktır.

ALLAHu zü’L- CeLÂL, kimi âyetlerinde kendisine nisbet ettiği el ve yüz gibi şeylerde de yaratıklara benzemekten uzaktır.”
(İbnu‟l-Kayyim, Bedâi‟u‟l-Fevâid, c. 2, s. 150- 152.)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim


Es Selâm isminin MuhaMMedî Mü’minlere yüklediği görev ve sorumluluklar vardır:
Öncelikle ALLAHu zü’L- CeLÂL’i Es Selâm ismiyle beraber tanımamız gerekir. Müşriklerle mü’minler arasındaki fark bu noktada ortaya çıkar ki;
Müşrikler ALLAHu zü’L- CeLÂL’e bazı eksiklikler isnad ederler. O’nu hayatlarının bir bölümünde kabul ederken birçok bölümlerin de kabul etmezler. O’nun yerine başka egemen ve hükümran güçler kabul ederler. Kitabının bir kısmını kabul edip diğer bölümlerini kabul etmezler. Yemin ederken, Kâbe’yi tavaf ederken, sıkıntı ve zorluk anlarında ALLAHu zü’L- CeLÂL’in adını anarlar. Ekonomik, siyasi, sosyal ve kültürel hayatlarında ALLAHu zü’L- CeLÂL’den başkalarına söz hakkı verirler. ALLAHu zü’L- CeLÂL’i sever gibi bazı kişileri ve güçleri severler. ALLAHu zü’L- CeLÂL’den korkar gibi zâlimlerden korkarlar. Bütün bunlar ALLAHu zü’L- CeLÂL’in Es Selâm ismi ile çelişen durumlardır.

Mü’minler ise; ALLAHu zü’L- CeLÂL’i her türlü eksiklikten uzak tanırlar. Allah‟ın hâkimiyetini hayatın her bölümünde kabul ederler. ALLAHu zü’L- CeLÂL’den başka hayata karışacak, hayatı düzenleyecek hâkim ve egemen güçleri kabul etmezler. Bireysel, ailevi, toplumsal, ekonomik ve siyasî hayatlarında ALLAHu zü’L- CeLÂL’i tek Hâkim ve Hükümran güç olarak kabul ederler. Kitabının ve yasalarının tamamını hayat programı olarak kabul ederler. ALLAHu zü’L- CeLÂL’e olan sevgileri çok şiddetlidir.

Mutlak Selâmeti, barış ve mutluluğu ALLAHu zü’L- CeLÂL’den isteyeceğiz. Gerek dünya gerekse âhiret tehlikelerinden sakınmak ve kurtulmak için O’na müracaat edeceğiz. ALLAHu zü’L- CeLÂL ile irtibatını kesen insanlar, aileler ve toplumlar kesinlikle mutluluğa ulaşamazlar. ALLAHu zü’L- CeLÂL, fıtrat kanunları denen bazı kurallar koymuştur. Bu kurallara uymayanlar fıtratların bozarlar, insâni özelliklerini yitirirler. Mutluluğu para, mal, makam, mevki gibi başka kaynaklarda ararlar. Bu geçici ni’metler insanı asla mutlu kılamaz..

İslam Dini, ALLAHu zü’L- CeLÂL’in Es Selâm isminin bize yönelik bir yansımasıdır. İslam, kişinin benliğini, hayatını, enerjilerini ve kabiliyetlerini ALLAHu zü’L- CeLÂL’e teslim etmesidir. ALLAHu zü’L- CeLÂL, İslam’dan başka bir din indirmemiştir. Bizlerden ancak din olarak İslam’ı kabul edecektir. İslam dışı batıl din ve ideolojileri benimseyenlerin dinlerini ALLAHu zü’L- CeLÂL kabul etmeyecektir.


وَمَن يَبْتَغِ غَيْرَ الإِسْلاَمِ دِينًا فَلَن يُقْبَلَ مِنْهُ وَهُوَ فِي الآخِرَةِ مِنَ الْخَاسِرِينَ
Resim---"Ve men yebtegi gayra’l- islâmi dînen fe len yukbele minhu, ve huve fîl âhirati mine’l- hâsirîn (hâsirîne).: Ve kim İslâm'dan başka bir dîn ararsa, o taktirde kendisinden asla kabul edilmez ve o, ahirette "hüsranda olanlar"dan olur.” (Âl-i İmrân 3/85)

ALLAHu zü’L- CeLÂL’in, hoşnut olduğu dini “Sübülü‟s- Selâm” diye adlandırmıştır. Çünkü İslam dini insanları esenlik, barış ve mutluluk yollarına götürür..

يَهْدِي بِهِ اللّهُ مَنِ اتَّبَعَ رِضْوَانَهُ سُبُلَ السَّلاَمِ وَيُخْرِجُهُم مِّنِ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ بِإِذْنِهِ وَيَهْدِيهِمْ إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ
Resim---"Yehdî bihillâhu menittebea rıdvânehu subule’s- selâmi ve yuhricuhum mine’z- zulumâti ilân nûri bi iznihî ve yehdîhim ilâ sırâtın mustakîm (mustakîmin).: ALLAH (celle celâlihu), rızasına tâbî olan kişiyi onunla (Resûlü ile) teslim yollarına hidayet eder. Kendi izniyle onları karanlıktan aydınlığa (zulmetten nura) çıkarıp Sırât-ı Mustakîm’e hidayet eder (ulaştırır).” (Mâide 5/16)

Müslüman ALLAHu zü’L- CeLÂL’in isteklerine teslim olan kişidir. Bu da Es Selâm isminin kökünden türeyen bir kelimedir. ALLAHu zü’L- CeLÂL, kendine teslim olan kullarını “Müslüman” olarak isimlendirmiştir. Bu isimden hoşnut olmuştur. Bu ismi bırakıp başka isimler aramak inananlara yakışmaz. Müslüman ismi, önüne ve sonuna ek ve ilave kabul etmez. Müslüman ALLAHu zü’L- CeLÂL’i, Es Selâm olarak tanır ve O’na teslim olur. ALLAHu zü’L- CeLÂL de ona Selâmet verir. Kitap ve Elçi göndererek dünya ve âhiret tehlikelerinden onu korur..

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Müslüman elinden ve dilinden diğer insanların emin ve güvencede olduğu kimsedir.” buyurmuştur.
(Müslim/İman 4. Ebu Davud/Cihad, Hadis No: 2481.)


Müslüman kısmen de olsa esenlik ve mutluluğun kaynağıdır. Kendisiyle barışık olduğu gibi diğer insanlarla da barışıktır. Onlara ne eliyle ne de diliyle eziyet eder.
“Ben Müslümanım” demek “Benden hiçbir kimseye zarar ve sıkıntı gelmez.” demektir. Müslüman insanları diliyle kötü yollara, İslam dışı ideolojilere çağırmaz. Diliyle onların kalblerini incitmez. Zan, iftıra ve gıybet gibi insanları eziyet veren kötülüklerden uzak durur.

Müslüman eliyle de diliyle de kimseye sıkıntı vermez. Zulmetmez, zulme de rıza göstermez. Eli zâlimin başına inen bir balyoz gibidir. Zâlimin yakasından tutarak zulmüne engel olur. Mazlumun da yanında yer alır. Yetimlerin başını okşar. Asla haksızlık yapmaz. Kul hakkına tecavüz etmez.

Dünyada gerçek Selâmet yoktur. Gerçek Selâmet âhiret yurdundadır. Dünyanın sıkıntılarından fesat ve bozgunculuktan uzak olduğu için cennet hayatına “Darü‟s-Selâm” denir.


لَهُمْ دَارُ السَّلاَمِ عِندَ رَبِّهِمْ وَهُوَ وَلِيُّهُمْ بِمَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ
Resim---“Lehum dâru’s- selâmi inde rabbihim ve huve veliyyuhum bimâ kânû ya’melûn (ya’melûne).: Rab’lerinin katında onlar için selâm yurdu (teslim yurdu) vardır. Yapmış olduklarından dolayı, O (Allah), onların dostudur.” (En’âm 6/127)

Dünyada güzel bir hayat yaşayan, RABB’ine kulluk edip salih ameller işleyen mü’minler âhirette ALLAHu zü’L- CeLÂL onlardan razı, onlar da ALLAHu zü’L- CeLÂL’den razı olarak cennete gireceklerdir. ALLAHu zü’L- CeLÂL samimi kullarının cennette karşılaşacakları ortamı Kur'ÂN-ı Kerîm’de şöyle haber verir:

وَأُزْلِفَتِ الْجَنَّةُ لِلْمُتَّقِينَ غَيْرَ بَعِيدٍ
Resim---"Ve uzlifeti’l- cennetu lil muttakîne gayra baîdin.: Ve cennet, takva sahipleri için uzak olmayarak yaklaştırıldı.” (Kaf 50/31)[/i]

هَذَا مَا تُوعَدُونَ لِكُلِّ أَوَّابٍ حَفِيظٍ
"Hâzâ mâ tûadûne li kulli evvâbin hafîz (hafîzin).:[/color] Bu, size vadolunandır; (gönülden Allah'a) yönelip dönen (İslam'ın hükümlerini) koruyan,”
(Kaf 50/32)

مَنْ خَشِيَ الرَّحْمَن بِالْغَيْبِ وَجَاء بِقَلْبٍ مُّنِيبٍ
Resim---"Men haşiye’r- rahmâne bi’l- gaybi ve câe bi kalbin munîbin.: Gaybda Rahmân’a huşu duyanlar ve münib (Allah’a ulaşmayı dileyen) bir kalple (Allah’ın huzuruna) gelenler (için).” (Kaf 50/33)

ادْخُلُوهَا بِسَلَامٍ ذَلِكَ يَوْمُ الْخُلُودِ
Resim---"Udhulûhâ bi selâm (selâmin), zâlike yevmu’l- hulûd (hulûdi).: Oraya selâmla (selametle) girin. İşte bu ebediyyet (sonsuzluk) günüdür.” (Kaf 50/34)

لَهُم مَّا يَشَاؤُونَ فِيهَا وَلَدَيْنَا مَزِيدٌ
Resim---"Lehum mâ yeşâûne fîhâ ve ledeynâ mezîdun.: Onlar için orada diledikleri herşey vardır. Ve katımızda daha fazlası vardır.” (Kaf 50/35)

سَلَامٌ قَوْلًا مِن رَّبٍّ رَّحِيمٍ
Resim---"Selâmun kavlen min rabbin rahîm (rahîmin).: Rahîm olan Rab’ten "selâm" sözü (vardır).” (YâSîn 36/58)

أُوْلَئِكَ يُجْزَوْنَ الْغُرْفَةَ بِمَا صَبَرُوا وَيُلَقَّوْنَ فِيهَا تَحِيَّةً وَسَلَامًا
Resim---"Ulâike yuczevne’l- gurfete bi mâ saberû ve yulekkavne fîhâ tahiyyeten ve selâmâ (selâmen).: İşte onlar, sabırlarından dolayı, (cennette) yüksek makamlarla mükâfatlandırılırlar. Ve orada tahiyyet (selâmet dilekleriyle) ve selâmla karşılanırlar.” (Furkân 25/75)

خَالِدِينَ فِيهَا حَسُنَتْ مُسْتَقَرًّا وَمُقَامًا
Resim---"Hâlidîne fîhâ, hasunet mustekarran ve mukâmâ (mukâmen).: Orada ebedî kalıcılardır. Ne güzel bir karargâh ve ne güzel ikâmet yeridir.” (Furkân 25/76)

وَأُدْخِلَ الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا بِإِذْنِ رَبِّهِمْ تَحِيَّتُهُمْ فِيهَا سَلاَمٌ
Resim---"Ve udhilellezîne âmenû ve amilû’s- sâlihâti cennâtin tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ bi izni rabbihim, tahiyyetuhum fîhâ selâm (selâmun).: İman edip salih amellerde bulunanlar, Rablerinin izniyle altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere konulmuşlardır. Orada birbirlerine olan dirlik temennileri: "Selam"dır.” (İbrahîm 14/23)

فَسَلَامٌ لَّكَ مِنْ أَصْحَابِ الْيَمِينِ
Resim---"Fe selâmun leke min ashâbi’l- yemîn (yemîni).: Artık, "Ashab-ı Yemin"den selam sana.” (Vâkıa 56/91)

Gerçek mutluluğun ve Selâmetin cennette olduğunu öğrendik. Öyleyse dünyayı gözümüzde büyütmeyeceğiz. Hesaplarımızı ve planlarımızı cennete göre ayarlamalıyız. Dünya hayatını ve geçici ni’metlerini büyükleyenlerden ALLAHu zü’L- CeLÂL, İslam’ın izzet ve heybetini kaldırır. Vahyin bereketi onlara haram kılınır. Maddenin ve eşyanın kölesi olarak dünyada zillet içinde yaşarlar. Hedefi dünya ve içindekiler olanlar ancak Allah‟ın kendileri için takdir ettiği zenginliğe kavuşabilirler. Ama onların işleri ve hayatları darmadağınıktır. Hayattan zevk almazlar. Sürekli kendilerini fakir görürler. Gözleri hep zenginlikte ve zenginlerdedir. Allah onlara yaşama sevinci vermez..

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Ümmetim dünyaya fazlasıyla değer verirse İslam‟ın heybeti onlardan çekilip alınır. İyiliği emretme ve kötülükten sakındırma görevini ümmetim terk ederlerse vahyin bereketinden mahrum bırakılır. Birbirlerine dil uzatınca da Allah katındaki değerleri düşer.” buyurmuştur.
(Camiu’s- Sağir 416)


Yegâne hedefi âhiret olanların kalblerine Allah zenginlik duygusunu koyar. Dünya işlerini ayarlar. Onları Bâsıt ve değersiz şeylerin kulu-kölesi olmaktan korur. Dünyalarını da ma’mur eder, âhiretlerini de..

Biz de insanları Selâmet yollarına çağıracağız. İnsanları Kur'ÂN-ı Kerîm ile tanıştıracağız. Kurtuluşun ancak Kur'ÂN-ı Kerîm’in yoluna uymakta olduğunu ilan edeceğiz. Dalâlet yollarına tabi olanları uyaracağız. Yollarının yanlış olduğunu güzel bir yöntemle anlatmaya çalışacağız. İslam dışı batıl din ve ideolojilerin insanları Selâmete çıkarmadığını içinde yaşadığımız toplumdan örneklerle izâh edeceğiz. Kur'ÂN-ı Kerîm’i yaşayarak mutluluğa ve erdeme ulaşan insanlardan ve toplumlardan örnekler vereceğiz.

Herkesin insanları dünya ni’metlerine çağırdığı şu ortamda biz insanları Selâmet yurdu olan cennete çağıracağız. Gerçek kurtuluşun cennette olduğunu, dünyadaki kurtuluşların geçiciliğini izâh edeceğiz.

Câhillikte direnen insanlar bize sataştıkları zaman onlara “Selâm” deyip geçeceğiz. Onları muhatap olarak kabul etmeyeceğiz. Câhillikte ısrar eden kulağını, gözünü ve kalbini doğrulara kapamış olan kimseleri muhatab almak onlara değer vermek demektir. Gerçekleri anlamak istemeyen önyargılı ve peşin fikirli kimselerin sataşmalarına itibar etmeden onlara esenlik, barış ve mutluluk dolu sözler söyleyerek çekip gitmeliyiz. Söyleyecek sözü olmayan kapasitesiz insanlar başkalarına sataşırlar, söverler. Onlara sataşmak onların seviyesine düşmek demektir.

Müslümanların parolası olan Selâmı aramızda yaygınlaştırmaya çalışacağız. “Selâmun aleyküm” “Es Selâmu aleyküm” demek; “Benden size zarar gelmez. Ancak barış ve mutluluk gelir!.” demektir.

İslam toplumu içinde selâmı yaymak, hem ALLAHu zü’L- CeLÂL’in emri ve hem de Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in sünnetidir.
Kur'ÂN-ı Kerîminde Yüce Rabbimiz ALLAHu zü’L- CeLÂL şöyle buyurur:


يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَدْخُلُوا بُيُوتًا غَيْرَ بُيُوتِكُمْ حَتَّى تَسْتَأْنِسُوا وَتُسَلِّمُوا عَلَى أَهْلِهَا ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَّكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
Resim---"Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tedhulû buyûten gayra buyûtikum hattâ teste’nisû ve tusellimû alâ ehlihâ, zâlikum hayrun lekum leallekum tezekkerûn (tezekkerûne).: Ey iman edenler! Evlerinizden başka evlere, izin isteyip ev halkına selâm vermedikçe (içeri) girmeyin. Bu, sizin için hayırdır. Umulur ki; böylece tezekkür edersiniz.” (Nûr 24/27)

Bir başka âyette de yüce Rabbimiz ALLAH celle celâlihu şöyle buyurur:

وَإِذَا حُيِّيْتُم بِتَحِيَّةٍ فَحَيُّواْ بِأَحْسَنَ مِنْهَا أَوْ رُدُّوهَا إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ حَسِيبًا
Resim---"Ve izâ huyyîtum bi tahıyyetin fe hayyû bi ahsene minhâ ev ruddûhâ. İnnallâhe kâne alâ kulli şey’in hasîbâ (hasîben).: Ve bir selâmla selâmlandığınız zaman, o taktirde siz, ondan daha güzeli ile selâm verin veya onu (aynen) iade edin. Muhakkak ki Allah, herşeyi en iyi hesap edendir.” (Nisâ 4/86)

Bu âyetlerden selâmı yaymanın bir ALLAHu zü’L- CeLÂL’in emri olduğu açıkça anlaşılmaktadır..

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de, bir çok hadislerinde Selâmın önemi ve yaygınlaştırılmasının gereği üzerinde durmuştur.:


Resim---Bir sahabi Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'e: "İslamın hangi işi daha hayırlıdır" diye sorduğunda, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Yemek yedirmen, tanıdığına ve tanımadığına Selâm vermendir” buyurmuştur.
(Buharî, İman, 6-20)


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Üç şey imandandır: Darlık anında infâk etmek, herkese selâmı yaymak, insanın kendisine karşı ölçülü olması.” buyurmuştur.
(Rudânî, Cem’u’l- Fevâid, c. 1, Had. No:68.)


Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem namazdan sonra şöyle duâ ederdi:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Allah‟tan bağışlanma dilerim!. (üç defâ) Allah‟ım!. Sen Selâmsın, her türlü eksiklikten Selâmettesin. Selâmet sendendir. Ey azamet ve ikram sahibi! Sen yüceler yücesisin!.” buyurmuştur.
(Müslim, Mesacid 135. Ebu Davud 1513. Tirmizî 300.)


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem namazdan sonra şöyle duâ ederdi: "Allah‟ım! Bütün hamd ve övgüler Sana‟dır. Sen göklerin, yerin ve içindekilerin nurusun!.” buyurmuştur.
(Buharî, Cuma 27; Müslim, Salatu‟l-Müsafirin 17.)


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Allah‟ım!. Kabrimde ve kemiklerimde bana bir nur ver. Nurumu artır!. Nurumu artır!. Nurumu artır!. Bana nur üstüne nur ihsan et!. Allah‟ın adıyla. Salât ve Selâm Allah’ın Rasûlünün üzerine olsun. Allah’ım bana rahmetinin kapılarını aç!.” buyurmuştur.
(Nesaî, 1/90,91,92.)


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe olgun bir îmana sahip olamazsınız. Size, yabdığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şeyi haber vereyim mi? Aranızda selâmı yayınız!.” buyurmuştur.
(Müslim, Îman, 93)


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Şüphesiz ki Allah katında insanların en iyisi, önce selâm verendir.” buyurmuştur.
(Ebû Davûd, Edeb, 133)


Gerek âyetlerden ve gerekse hadîslerden anlaşıldığına göre selâmı yaymak, insanlar arasında dostluk, sevgi ve barışın yaygınlaştırılması, Müslümanların kalblerinin birbirlerine ısındırılması bakımından son derece önemlidir. O halde, İslâm toplumunda dost, arkadaş, tanıdık kısaca bütün Müslümanlarla sevgi, saygı ve samimiyet duygularının geliştirilebilmesi için, karşılıklı olarak selâm verip almak gereklidir. Selâm, yalnızca dışarıda, sokakta, iş yerlerinde verilip-alınmaz; evde de selâm verilip alınmalıdır..

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bu konuda da, yanında büyüttüğü Enes radiyallahu anhu’ya: “Oğlum!. Âilenin yanına girdiğinde selâm ver ki, sana ve ev halkına bereket olsun." buyurmuştur.
(Tirmizî, İstizân, 20)


O halde, kendi evimize geldiğimizde, kendimize ve evdekilere selâm vermemiz gerekiyor..

لَيْسَ عَلَى الْأَعْمَى حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْأَعْرَجِ حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْمَرِيضِ حَرَجٌ وَلَا عَلَى أَنفُسِكُمْ أَن تَأْكُلُوا مِن بُيُوتِكُمْ أَوْ بُيُوتِ آبَائِكُمْ أَوْ بُيُوتِ أُمَّهَاتِكُمْ أَوْ بُيُوتِ إِخْوَانِكُمْ أَوْ بُيُوتِ أَخَوَاتِكُمْ أَوْ بُيُوتِ أَعْمَامِكُمْ أَوْ بُيُوتِ عَمَّاتِكُمْ أَوْ بُيُوتِ أَخْوَالِكُمْ أَوْ بُيُوتِ خَالَاتِكُمْ أَوْ مَا مَلَكْتُم مَّفَاتِحَهُ أَوْ صَدِيقِكُمْ لَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ أَن تَأْكُلُوا جَمِيعًا أَوْ أَشْتَاتًا فَإِذَا دَخَلْتُم بُيُوتًا فَسَلِّمُوا عَلَى أَنفُسِكُمْ تَحِيَّةً مِّنْ عِندِ اللَّهِ مُبَارَكَةً طَيِّبَةً كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمُ الْآيَاتِ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُون
Resim---"Leyse alâl a'mâ haracun ve lâ alâ a'raci haracun ve lâ alâ’l- marîdı haracun ve lâ alâ enfusikum en te'kulû min buyûtikum ev buyûti âbâikum ev buyûti ummehâtikum ev buyûti ihvânikum ev buyûti ehavâtikum ev buyûti a'mâmikum ev buyûti ammâtikum ev buyûti ahvâlikum ev buyûti hâlâtikum ev mâ melektum mefâtihahû ev sadîkıkum, leyse aleykum cunâhun en te'kulû cemîan ev eştâtâ (eştâten), fe izâ dahaltum buyûten fe sellimû alâ enfusikum tahıyyeten min indillâhi mubaraketen tayyibeten, kezâlike yubeyyinullâhu lekumul âyâti leallekum ta'kılûn (ta'kılûne).: Âmâ (kör) olana bir güçlük yoktur. Ve sakat olana, hasta olana bir güçlük yoktur. Ve size de evlerinizde veya babalarınızın evlerinde veya annelerinizin evlerinde veya erkek kardeşlerinizin evlerinde veya kız kardeşlerinizin evlerinde veya amcalarınızın evlerinde veya halalarınızın evlerinde veya dayılarınızın evlerinde veya teyzelerinizin evlerinde veya anahtarlarına sahip olduğunuz (yerlerde) veya arkadaşlarınızda yemek yemenizde bir güçlük yoktur. Topluca veya ayrı ayrı yemeniz de size günah değildir. Evlere girdiğiniz zaman birbirinize Allah’ın katından mübarek ve tayyib bir selâm ile selâm verin! İşte böylece Allah, size âyetlerini açıklıyor. Umulur ki böylece siz akıl edersiniz.” (Nûr 24/61)

Akşam yatıp sabahleyin kalkıldığında da, evde bulunan herkese karşılıklı selâm verip almak gerekmektedir. Böyle davranmakla, karşılıklı olarak Müslümanların birbirlerine sağlık, huzur, barış ve esenlik dilemesi gerçekleşmiş olur. Bir aile ve toplum fertlerinin, birbirlerine bundan daha iyi bir dilekte bulunmaları düşünülemez.


Es SELÂMu celle celâluhu ZEVKİ:

Selâm ve Selâmeti anlayana, Es Selâmu celle celâluhu yâr ve yardımcı olup ulaşan ilhâmla kul, kendi zâtını ayıplardan, sıfatlarını noksanlıklardan ve fiillerini kötülüklerden ve zulümden uzaklaştırır, selâmet ve emniyet bulur... Kendi nefsi için silâ, kardeşi ile selâm, RASÛLULLAH sallallahu aleyhi ve sellem'e salâvât ve RABBü'lâlemîn'e salât... Işık gibi akmaya başlar İnşâe ALLAHu Tealâ!.
Nefsin hevâ, heves, şehvet ve gazabını akl-ı selimin emrine köle edip selâmet içinde nefsini islâm eder.
Böylece; herkes ve herşey de; böylesi kimse ELine, DİLine ve BELine SâhibOL!ur.. Ve böylesi kimsenin ELinden DİLinden ve BELinden KüLLî ŞEYy/Herkes de, SeLÂMette olur. MuhaMMedî ve EHL-i BEYtî Edeb de budur zâten...
Es SeLÂM celle celâlihu İsminin nefslerimizde tecellîleri;
Bu İsm-i CeLîL’i vird edinen kişilerin kalbini düşmanlık, çekememezlik, riyâ ve kötü huylardan, kötülük ve günaha düşünmekten uzak kılar. Bedenini haram ve zararlı şeylerden, varlığını kaza, belâ, afetlerden ve de DİLLerini yalandan uzak kılar.. İnşâe ALLAHu TEÂLÂ!.


Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

130- Es Semîu celle celâluhu:


Resim

Resim

Es Semîu: Her sesi ve sessizliği işiten ve duyan. Mutlak duyucu olan ALLAHu zü’l- CELÂL..

Resim

131- Es Sâmi'u celle celâluhu:

Resim

Es Sâmi'u : Duyumların Sahibi. Herşeyi işiten. Halkını hakkıyla duyan. Mutlak duyuculuk sahibi olan ALLAHu zü’l- CELÂL...


Kelâm sese bürünür gelir ve insanoğlu kulağıyla SÖZün Sûretini/Maddî titreşimini işitir, beyni/kakbi ise bu sözün Sîretini/Mânâsını DUYarsa ANLAr ve UYar..
Onun için ALLAHu zü’l- CELÂL Kur'ân-ı Kerîmde buyurur:


وَلاَ تَكُونُواْ كَالَّذِينَ قَالُوا سَمِعْنَا وَهُمْ لاَ يَسْمَعُونَ
Resim---“Ve lâ tekûnû kellezîne kâlû semi’nâ ve hum lâ yesmeûn (yesmeûne).: Ve işittik dedikleri halde duyup kabûl etmeyenlere benzemeyin!.” (Enfâl 8/21)

إِنَّ شَرَّ الدَّوَابَّ عِندَ اللّهِ الصُّمُّ الْبُكْمُ الَّذِينَ لاَ يَعْقِلُونَ
Resim---“İnne şerred devâbbi indallâhi’s- summu’l- bukmullezîne lâ ya’kılûn (ya’kılûne).: Gerçek şu ki, Allah katında, yerde debelenenlerin en kötüsü, (bir türlü) akıl erdirmez olan sağırlar ve dilsizlerdir.” (Enfâl 8/22)

“Semea” kökünden türemiş olan es Semi’ ismi sözlükte; işitmek, duymak, icâbet etmek, işittiğinin gereğini yerine getirmek anlamlarına gelmektedir. Mübalağa ve sübut ifâde eder.

Es Semîu ve Es Sâmi'u celle celâlihu olan ALLAHu zü’l- CELÂL;
Semi’; işitmesi ve duyması her şeyi kapsayandır.
Semi’; işitme için gerekli olan insanî özelliklere gerek duymayandır.
Semi’; gizli, açık, fısıltı ve içte saklanan bütün sesleri işitendir.
Semi’; kulak ve frekans farkı olmaksızın her şeyi işitendir.
Semi’; insanların kavrayamayacağı bir işitmeyle çokça ve devamlı olarak işitendir.
Semi’; işittiğinin gereğini mutlaka yerine getirendir.
Semi’; duâlara icâbet eden Yüce RABBımız celle celâlihudur ..

Sema’: İşitmek, dinlemek, kulak vermek, kulakla dinlemek. *. Kabul etmek. Anlamak.
Semmea: İşittirmek, duyurmak.
istemea: Dinlemek, kulak vermek, işitmek.
semmü: Kulak, işitme duyusu. İşitilen şey.
Samia: Duyma, işitme duygusu, işitme kuvveti.
Sum'a: Sumâ, gösteriş için ve duysunlar diye yapılan iş. Şöhret.
Sami’: İşiten, duyan, dinleyen.
Semi’: İşiten, duyan.
Semi’-i MutLak.: Her şeyi şeksiz, şüphesiz, mutlak surette işiten ALLAHu zü’l- CELÂL. ALLAH celle celâlihu'nun insanlar gibi zamana, âlete muhtaç olmayarak her şeyi işitmesi ve duyması. O'nun işitip duyamıyacağı hiç bir şey yoktur..
Semi’ü’d- Duâ: Duayı işiten ALLAHu zü’l- CELÂL..

Es SEMÎ’u celle celâlihu, Kur’ân-ı Kerîm’de 46 Âyette Allah celle celâlihu ya izâfe edilmiştir.
Es SEMÎ’u celle celâlihu;
32 defâ El Alîm celle celâlihu dan önce,
11 defâ El Basîr celle celâlihu dan önce,
1 defâ El Karîb celle celâlihu dan önce,
2 defâ da Semîu’d-Duâ- Duâyı işiten-kabul eden olarak geçmektedir.

Resim

ES SEMİ'U'L-ALÎMU celle celâluhu: İşitici-Bilici olan ALLAHu zü’l- CELÂL.. (32 defâ)
Bakara 2/127, 137, 181, 224, 227, 244, 256 (7 defâ); Âl-i İmrân 3/34, 35, 121 (3 defâ); Nisâ 4/148; Mâide 5/76; En'âm 6/13, 115 (2 defâ); A'râf 7/200; Enfal 8/17, 42, 53, 61 (4 defâ); Tevbe 9/98, 103 (2 defâ); Yûnus 10/65; Yûsuf 12/ 34; Enbiyâ 21/4; Nûr 24/21, 60 (2 defâ); Şûarâ 26/220; Ankebut 29/5, 60 (2 defâ); Fussilet 41/36; Duhân 44/6); Hucurât 49/1..

Resim

ES SEMİ'U'L-BASÎRU celle celâluhu: Herşeyi işitici-Herşeyi görücü (10 defa): Nisâ 4/58,134; İsrâ 17/1; Hacc 22/61, 75; Lokman 31/28; Mü'min 40/20, 56; Şûrâ 42/11; Mücâdele 58/1..

Resim

ES SEMİ'U'L-KARÎBU celle celâluhu: İşiten-Çok yakın olan. (1 defa) (Sebe' 34/50)


Es Semi’u celle celâlihu ismi, Kur'ÂN-ı Kerîm BUYruklarında;

1-) Duâları kabul eden anlamında;


وَإِذْ يَرْفَعُ إِبْرَاهِيمُ الْقَوَاعِدَ مِنَ الْبَيْتِ وَإِسْمَاعِيلُ رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّا إِنَّكَ أَنتَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
Resim---"Ve iz yerfeu ibrâhîmul kavâide mine’l- beyti ve ismâîl (ismâîlu) rabbenâ tekabbel minnâ inneke ente’s- semîu’l- alîm (alîmu).: İbrâhîm (aleyhisselâm) ve İsmail (aleyhisselâm), beyt’in (Kâbe’nin) temellerini yükseltiyorlardı (ve şöyle dua ediyorlardı): “Rabbimiz, bizden (bunu) kabul buyur. Muhakkak ki Sen, Sen, en iyi işiten ve en iyi bilensin.” (Bakara 2/127)

هُنَالِكَ دَعَا زَكَرِيَّا رَبَّهُ قَالَ رَبِّ هَبْ لِي مِن لَّدُنْكَ ذُرِّيَّةً طَيِّبَةً إِنَّكَ سَمِيعُ الدُّعَاء
Resim---"Hunâlike deâ zekeriyyâ rabbeh (rabbehu), kâle rabbi heblî min ledunke zurriyyeten tayyibeh (tayyibeten), inneke semîud duâ’ (duâi).: Zekeriyya (aleyhisselâm), işte orada Rabbine dua etti: "Rabbim, bana Senin katından temiz bir nesil bağışla, muhakkak ki sen duayı en iyi işitensin" dedi.” (Âl-i İmrân 3/38)

2-) ALLAHu zü’l- CELÂL’in peygamberlerine yardımcı ve destek olması bakımından İşiten anlamında;

قَالَا رَبَّنَا إِنَّنَا نَخَافُ أَن يَفْرُطَ عَلَيْنَا أَوْ أَن يَطْغَى
ُResim---"Kâlâ rabbenâ innenâ nehâfu en yefruta aleynâ ev en yatgâ.: (O ikisi): “Rabbimiz gerçekten biz, onun bize (karşı) ifrata (aşırı) gitmesinden veya azgın davranmasından korkuyoruz.” dediler.” (Tâ-hâ 20/45)

قَالَ لَا تَخَافَا إِنَّنِي مَعَكُمَا أَسْمَعُ وَأَرَى
Resim---"Kâle lâ tehâfâ innenî meakumâ esmau ve erâ.: (Allahû Tealâ): “İkiniz (de) korkmayın! Muhakkak ki Ben, sizinle beraberim, işitirim ve görürüm.” dedi.” (Tâ-hâ 20/45)

3-) Kâfirlerin ve müşriklerin taptıkları putların “işitme” duyusundan yoksun oldukları anlamında;


إِذْ قَالَ لِأَبِيهِ يَا أَبَتِ لِمَ تَعْبُدُ مَا لَا يَسْمَعُ وَلَا يُبْصِرُ وَلَا يُغْنِي عَنكَ شَيْئًا
ُResim---"İz kâle li ebîhi, yâ ebeti lime ta’budu mâ lâ yesmau ve lâ yubsıru ve lâ yugnî anke şey’â (şey’en).: İbrâhîm (aleyhisselam), babasına dedi ki: “Ey babacığım! İşitmeyen ve görmeyen ve sana hiçbir (şekilde bir) şeyle faydası olmayanlara niçin tapıyorsun?” (Meryem 19/42)

قَالَ هَلْ يَسْمَعُونَكُمْ إِذْ تَدْعُونَ
ُResim---"Kâle hel yesmeûnekum iz ted’ûn (ted’ûne).: (İbrâhîm aleyhisselâm): “Dua ettiğiniz zaman sizi işitiyorlar mı?” dedi.” (Şuarâ 26/72)

إِن تَدْعُوهُمْ لَا يَسْمَعُوا دُعَاءكُمْ وَلَوْ سَمِعُوا مَا اسْتَجَابُوا لَكُمْ وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ يَكْفُرُونَ بِشِرْكِكُمْ وَلَا يُنَبِّئُكَ مِثْلُ خَبِيرٍ
ُResim---"İn ted’ûhum lâ yesmeû duâekum, ve lev semiû mâstecâbû lekum, ve yevme’l- kıyâmeti yekfurûne bi şirkikum, ve lâ yunebbiuke mislu habîr (habîrin).: Eğer onlara dua ederseniz sizi, dualarınızı işitmezler. Şâyet işitmiş olsalar (bile) size icabet edemezler. Kıyâmet günü sizin şirkinizi inkâr edecekler. Ve sana bunun (bu haberin) mislini (benzerini) verecek (kimse, şey) bulunmaz (Allah’tan başkası haber veremez).” (Fâtır 35/14)

4-) ALLAHu zü’l- CELÂL, bütün kullarının şikâyetlerini işiten ve onların sorunlarına çözüm bulan anlamında;

قُلْ إِن ضَلَلْتُ فَإِنَّمَا أَضِلُّ عَلَى نَفْسِي وَإِنِ اهْتَدَيْتُ فَبِمَا يُوحِي إِلَيَّ رَبِّي إِنَّهُ سَمِيعٌ قَرِيبٌ
ُResim---"Kul in dalaltu fe innemâ edıllu alâ nefsî, ve in ihtedeytu fe bimâ yûhî ileyye rabbî, innehu semîun karîbun.: De ki: "Eğer dalâlette olursam, o zaman sadece kendi nefsim üzerine (sebebiyle) olurum. Eğer hidayete erersem, o taktirde bu Rabbimin bana vahyi sebebiyledir. Muhakkak ki O; en iyi işiten ve en yakın olandır." (Sebe 34/50)

قَدْ سَمِعَ اللَّهُ قَوْلَ الَّتِي تُجَادِلُكَ فِي زَوْجِهَا وَتَشْتَكِي إِلَى اللَّهِ وَاللَّهُ يَسْمَعُ تَحَاوُرَكُمَا إِنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ بَصِيرٌ
ُResim---"Kad semiallâhu kavlelletî tucâdiluke fî zevcihâ ve teştekî ilâllâhi, vallâhu yesmeu tehâvurakumâ, innallâhe semîun basîrun.: Allah, kocası hakkında seninle tartışan ve Allah’a şikâyet edenin (kadının) sözünü işitmişti. Ve Allah, sizin konuşmalarınızı işitir. Muhakkak ki Allah; en iyi işitendir, en iyi görendir.” (Mücâdele 58/1)

Muhakkak ki, ALLAHu zü’l- CELÂL’in mü’minlerin duâlarını işitmesi ve icâbet etmesi, uzak bir mesafeden değildir ki, ALLAH celle celâlihu küLLî ŞeYy’e Şahdamarından da AKREBdir/YaKÎNdir.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim Es SEMİ’u celle celâlihu ismi, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Hadis-i Şerîflerinde çokça geçer..

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kim sabah olduğunda üç kere “Eûzû billahi’s- semi’i’l- âlimi mine’ş- şeytâni’r- racîm: Allah‟ın rahmetinden kovulan taşlanmış şeytanın şerrinden her şeyi bilen Allah’a sığınırım” diyerek Haşr Sûresinin sonundan üç âyetini okursa Allah o kimseye yetmiş bin melek vekîl eder de o melekler akşama kadar o kimseye duâ ve istiğfar ederler. Eğer o gün ölürse şehîd olarak ölür. Akşam olunca okuyan kimse de sabaha kadar aynı durumdadır.” buyurdu.
(Darimi, Fedailu’l- Kur’ÂN 27)

هُوَ اللَّهُ الَّذِي لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ هُوَ الرَّحْمَنُ الرَّحِيمُ
Resim---"Huvallâhullezî lâ ilâhe illâ huve, âlimu’l- gaybi ve’ş- şehâdeti, huve’r- rahmânu’r- rahîm (rahîmu).: O ALLAH ki, O’ndan başka İlâh yoktur. Gaybı (OLduğu hâlde görünmeyeni) ve görüneni de O bilir. O; Rahmân’dır, Rahîm’dir.” (Haşr 59/22)

هُوَ اللَّهُ الَّذِي لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ الْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزِيزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُ سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ
Resim---"Huvallâhullezî lâ ilâhe illâ huve, el meliku’l- kuddûsu’s- selâmu’l- mu’minu’l- muheyminu’l- azîzu’l- cebbâru’l- mütekebbir (mutekebbiru), subhânallâhi ammâ yuşrikûn (yuşrikûne).: ALLAH ki; O’ndan başka İlâh yoktur, Melik’tir (hükümrandır), Kuddûs’tür (mukaddestir), Selâm’dır (selâmete erdirendir), Mü’mindir (emniyet verendir), Müheymin’dir (koruyup gözetendir), Azîz’dir (yücedir), Cabbâr’dır (cebredendir), Mütekebbir’dir (pek büyük olandır). ALLAH, şirk koşulan şeylerden münezzehtir (uzaktır)" (Haşr 59/23)

هُوَ اللَّهُ الْخَالِقُ الْبَارِئُ الْمُصَوِّرُ لَهُ الْأَسْمَاء الْحُسْنَى يُسَبِّحُ لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
Resim---"Huvallâhu’l- hâliku’l- bâriu’l- musavviru lehu’l- esmâu’l- husnâ, yusebbihu lehu mâ fî’s- semâvâti ve’l- ard (ardı) ve huve’l- azîzu’l- hakîm (hakîmu).: O ALLAH ki; Yaratan’dır, Bâri’dir (yokken var eden), Musavvir’dir (şekil verendir), güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde olanlar O’nu tesbih eder. Ve O; Azîz’dir (yücedir), Hakîm’dir (hüküm ve hikmet sahibidir).” (Haşr 59/24)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Namzda Rükû’dan doğrulurken: “ Semiallahu li-men hamideh! : Allah celle celâlihu hamdedenin hamdini duyar” buyurmuştur.
(Kütüb-i Sitte)


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir Duâsında: “Allahım!. Ürpermeyen Kalbden, Duyulmayan-Kabul olunmayan Duâdan, Doymayan Nefisten ve Fayda sağlamayan İlimden, Özelikle bu 4 şeyden Sana Sığınırım!.” buyurmuştur.
(İbn Mâce, Mukaddîme, 23; Tirmizî, da’avât, 68; Nesâî, istiâze, 64)


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kişinin her duyduğunu söylemesi kendisine yalan olarak yeter.” buyurmuştur.
(Müslim, Mukaddime 5.)


Es SEMÎ’u celle celâlihu İsmi, Allah celle celâlihu'nun ZÂTında Ezelî Sıfatır. İlim Sıfatı ile ilgili isimlerindendir.
ALLAHu zü’l- CELÂL; Gizli-Açık, Konuşma-Sükut vs. fark etmeden Küllî ŞEYye en yakın OLandır.

Es SEMÎ’u celle celâlihu ismi genellikle Zâtî-Subûtî Sıfatlardandır.
İşittiren Mânâsına gelen yerlerde ise Fiilî Sıfatlardandır.
Es SEMÎ’u celle celâlihu nun, Basîr celle celâlihu ile muhtevâ parelelliği vardır.
El Alîm ve El Habîr celle celâlihu ile de kısmen anlam yakınlığı vardır..
Es Sâmiu celle celâlihu ise, Es SEMÎ’u celle celâlihu Sıfatına sahib oluşudur..

İnsanoğlu:
BEDENle Temâs eder,
NEFİSle Görürür,
KALBle DUYar,
RUHla Koklar HAKkı ve UYar..

Kalbî DUYuş; MuhaMMedî Melâmette o kadar önemli ki, İnsÂNı MuhaMMedî Mü’min kılar..
Şu Kâinâtta, Ezelden-Ebede ve Bâtından-Zâhire Şe’ÂNuLLAH yayını yapan MuhaMMedî Merkez İstasyonunun yayını sürekli ve el ÂN mevcûddur...

Ancak HAM AKILın Kalben DUYması için;
Kur’ân-ı Kerîm Okulunda, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem baş öğretmeninde okuması, terbiye edilip, eğitilip, eritilip, süzülüp, arındırılıp, cilâlanıp, kıbleye anten ayarı yapılıp, Nur-u MuhaMMed CereyÂNı/ELektiriği bağlanıp, sağ elinin şehâdet parmağındaki tevhid mühürüyle Hacerü’l- Esved düğmesine Eûzû Besmele şerefli kelimesiyle basılıp 4 âlemi 4 kanaldan seyredebilmesi gerekir!.

İşte AKL ve NAKL TEVHiDi BUdur..

Lâ iLâhe İLLâ ALLAH!.

AŞKı DUYan Bir kUYu
UYarır =>Bin kUYUYu
Şeker Şerbet Bal Keser
Binbir kUYunun sUYu!.


İşte o zaman yerleri ve markaları farklı olan televizyon kutularından, Medine’den Merkezdeki MuhaMMedî Yayın AYNen, AKLen veNAKLen dinlenir ve seyredilir..
UYandırilân, diriltilen ve şerden hayra tebdil eden, AKL-ı SELİM:


آمَنَ الرَّسُولُ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْهِ مِن رَّبِّهِ وَالْمُؤْمِنُونَ كُلٌّ آمَنَ بِاللّهِ وَمَلآئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ لاَ نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِّن رُّسُلِهِ وَقَالُواْ سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ
Resim---"Âmene’r- resûlu bimâ unzile ileyhi min rabbihî ve’l- mu’minûn (mu’minûne), kullun âmene billâhi ve melâiketihî ve kutubihî ve rusulih (rusulihî), lâ nuferriku beyne ehadin min rusulih (rusulihî), ve kâlû semi’nâ ve ata’nâ gufrâneke rabbenâ ve ileyke’l- masîr (masîru).: Resûl, Rabbinden kendisine indirilene îmân etti ve mü’minler de, hepsi Allah’a, O’nun meleklerine, kitaplarına ve resûllerine îmân etti. “Biz, O’nun resûlleri arasından (hiç) birini, diğerinden ayırmayız.” Ve “işittik ve itaat ettik! Ve Rabbimiz, Senin mağfiretini (dileriz). Ve masîr (varış) Sana’dır (Sana doğru yola çıkarız ve Sana ulaşırız).” dediler.” (Bakara 2/285)

MuhaMmedî Mü’minler;
“Semiğnâ ve ateğnâ: Daha şimdi DUYduk ve UYduk!.” der..
“Lebbeyk yâ RABBenâ lebbeyk yâ RaSûLünâ sallallahu aleyhi ve sellem!.” der..

Ham kalan Akıl sahibi zavallı nefisler, İlâhî Tebliği MuhaMMedî Merkezden DUYar da UYmazsa:


وَإِذْ أَخَذْنَا مِيثَاقَكُمْ وَرَفَعْنَا فَوْقَكُمُ الطُّورَ خُذُواْ مَا آتَيْنَاكُم بِقُوَّةٍ وَاسْمَعُواْ قَالُواْ سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا وَأُشْرِبُواْ فِي قُلُوبِهِمُ الْعِجْلَ بِكُفْرِهِمْ قُلْ بِئْسَمَا يَأْمُرُكُمْ بِهِ إِيمَانُكُمْ إِن كُنتُمْ مُّؤْمِنِينَ
Resim---"Ve iz ehaznâ mîsâkakum ve refa’nâ fevkakumu’t- tûr (tûra), huzû mâ âteynâkum bi kuvvetin vesmeû kâlû semi’nâ ve aseynâ ve uşribû fî kulûbihimu’l- icle bi kufrihim kul bi’se mâ ye’murukum bihî îmânukum in kuntum mu’minîn (mu’minîne).: Ve sizden, misak almış ve Tûr’u üstünüze yükseltmiştik. Size verdiğimiz şeyi (Tevrat’ı) kuvvetle alın ve (emirlerimizi) işitin (demiştik). “İşittik ve isyan ettik.” dediler. Küfürleri sebebiyle buzağı (sevgisi) onların kalplerine içirildi (yerleştirildi). De ki: “Eğer siz mü’min kimseler iseniz, îmânınızın onunla size emrettiği şey ne kötü.” (Bakara 2/93)

“Semiğna ve aseynâ: DUYduk ve UYmadık/isyân ettik!.” Der ve hüsrÂNa düşer ve;
Nefsin Üst Dercelerine yükselmek ve İlliyîne ULAŞmakla EMR olunan NEFS;
Alt Derekelerin dibi olan Esfeli Sâfilinde Firâvuna Yoldaş olur ne yazık!.
Allah celle celâlihu korusun!..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

132- Eş Şâkiru celle celâluhu:


Resim

Resim

Eş Şâkiru: Kullarının şükürlerini kabul edip rızasını bahşeden şirkten şüküre geçiren. Az iyiliğe çok çok mükâfât veren. Kullarının şükürlerini kabul eden ve şükre sebeblerin tümünün mutlak sahibi ve halkedicisi olan ALLAHu zü’l- CELÂL..

Resim

133- Eş Şekûru celle celâluhu:

Resim

Resim


Eş Şekûru : Hakka inanıp salih amel işleyen kularına hesabsız sevâb veren ve şükürlerini kabul buyuran ALLAHu zü’l- CELÂL...


Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem : "İnsanlara teşekkür etmeyen ALLAH'a da şükretmez." buyurmuştur.
(Ebi Saîd (ra) dan; İmâm Ahmed, Müsnedinde ve Tirmizî)


ZÂT'ına inanan KULu için, RABBu'l-'âlemîn'in ni'metlerine gerçek şükür; lâzım ve lâyığı vechiyle murad edilen ve emredilen; yer, zaman ve hâlde kullanımdır ki, bu yol Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'in RIDVAN YOLUdur.

MuhaMMedî Müslim-Mü'min; İnsan olma şerefini ve ni'metlerini bahşeden Rabbü'lâlemîn'e tüm letâifleri ile şükranlarını samimîyetle sunar... Teşekküre en lâyık olan Eş Şâkiru'ş- Şekûru celle celâluhu'ya şükrünü arz eder. HAKk TeâLâ celle celâluhu'nun halkına teşekkürü, Teslimiyyet Tevâzu'su ve İstikâmet İttikası ile yapar İnşâe ALLAHu TeâLâ!.


Resim

KULLuk HAKk’a bOYUN Eğiş
KULu İKen ==>SuLtÂN OLuş
ŞÜKÜR =>BAŞın ARŞ-a DEĞiş
HAMDi =>CÂNda CÂNÂN OLuş..


ZEVK 8801

Eş ŞÂKİRu’ş- ŞEKÛR ALLAH =>TEVHiDuLLAH TEFEKküRü
=>GÜNEŞ-Le<->IŞIğı GiBi =>“BİZ BİR-İZ”Lik TEZEKküRü
ŞÜKÜR =>hER CÂNın =>İŞİdir
HAMD =>İNSÂN HAKk BİLİŞİdir
=>ALıp<->VERdiğimiz =>NEFES =>ŞE’ÂNuLLAH TEŞEKküRü!.


07.04.18 13:34
brsbrsm..tktktrstkkmdhssrettt..


TEFEKküR.: Fikretmek. Düşünmek. Fikri harekete getirmek.
TEZEKküR.: Zikretmek. Unutmamak. Unuttuktan sonra hatıra getirmek.
TEŞEKküR.: Yapılan iyilikten memnun kalındığını bildirmek için söylenen şükür ifadesi. Şükür etmek.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

“Şekera” kökünden türemiş olan Eş Şekûr ismi; teşekkür etmek, işin, amelin karşılığını vermek, dolu olmak, cömert olmak anlamlarına gelmektedir..

Şükr.: Şükür.. ALLAH celle celâlihu'nun ni’metlerine karşı memnunluk göstermek. Allah'a teşekkür etmek..
ŞükrÂN.: İyilik bilmek. Minnettârlık. Şükretme hâli.
Şükrgüzâr.: f. İyilik bilen, teşekkür eden.
Teşekkür.: Yapılan iyilikten memnun kalındığını bildirmek için söylenen şükür ifadesi. Şükür etmek.
Şekera: Ni’metini ve ihsanını bilip sahibine senâ etmek.
Teşekkera: Ni’meti verene memnuniyetini bildirip şükür etmek..


MuhaMMedî ŞûuRu BİLen
MuhaMMedî NûRu BULan
MuhaMMedî SüRûRda OLan
MuhaMMedî O-NûRda;
MuhaMMedî Şehâdet Şerefini ve de Şefâat Şifâsını fiilen YAŞAyan,
ALLAHu zü’l- CELÂL’in KULu, ni'metlerini bahşeden Rabbü'l- âlemîn'e tüm letâifleri ile şükrÂNlarını samîmîyetle SUNar... Teşekküre en lâyık olan Eş Şekûru celle celâluhu'ya şükrünü arz eder. HAKk TeÂLÂ celle celâluhu'nun halkına teşekkürü, tevâzu' iledir..


Şekûr; kendi rızasını kazanmak için yapılan işleri, daha fazlası ile karşılayan ve mükafatlandıran, az bir amele çok karşılık veren, ibâdet ve tatta bulunmalarından memnun olup onları senâ eden yâni öven.. şekillerinde târif edilir..

Şükür; Yaratılış özelliğinden Yaratanı ALLAHu zü’l- CELÂL’in karşısında;
Fakriyyet, Acziyyet, Zillet, İLLetini MuhaMMedî ŞÛURLa, Mutlak Azîz-GüÇLü’ye ve Mutlak GANî-KüLLî ŞEYyin Sahibine teşekkürüdür..

Eş Şekur celle celâluhu ismi, mübalağa ve devamlılık ifâde eder.
Şükür; dil ile, hâl ile, mal ile yapılır. Bunların üçünün de ortak noktası, içten, özden, kalbden gelerek yapılmaları şartıdır..
Dil ile Şükür: Kulun, ALLAHu zü’l- CELÂL’e şükrünü dili ile söyleyerek yapmasıdır.
Hal ile Şükür: Kulun, ALLAHu zü’l- CELÂL’e ibâdetle şükretmesidir ki, şükür orucu, şükür namazı, şükür secdesi gibi davranışlar. Şükrü davranışlarındaki psikolojik ÖZe indirmedir.
Mal ile Şükür: Mal varlığından fedakârlık ederek hatta bâzen feragat ederek muhtaç olanlara Allah rızası için vermesi şeklinde yapılan şükürdür. Şükür kurbanı, şükür sadakası ve şükür olarak yapılan her türlü harcamalar..

Zenginin şükrü, dil ile, hal ile ve mal iledir.
Fâkirin şükrü ise, dil ile ve hal iledir..

ALLAHu zü’l- CELÂL, KULunun, MuhaMMedî bir Sadakat ve Samîmiyyetle yaptığı ŞÜKRüne, Eş ŞEKÛR ALLAH’ı celle celâlihu olarak;


وَإِذْ تَأَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِن شَكَرْتُمْ لأَزِيدَنَّكُمْ وَلَئِن كَفَرْتُمْ إِنَّ عَذَابِي لَشَدِيدٌ
Resim---"Ve iz teezzene rabbukum le in şekertum le ezîdennekum ve le in kefertum inne azâbî le şedîd (şedîdun).: Ve o zaman Rabbiniz size bildirmişti ki; eğer şükrederseniz (ni’metlerinizi) artırırım, eğer küfredenlerden olursanız muhakkak ki azabım şiddetlidir.” (İbrâhîm 14/7)

إِن تَكْفُرُوا فَإِنَّ اللَّهَ غَنِيٌّ عَنكُمْ وَلَا يَرْضَى لِعِبَادِهِ الْكُفْرَ وَإِن تَشْكُرُوا يَرْضَهُ لَكُمْ وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى ثُمَّ إِلَى رَبِّكُم مَّرْجِعُكُمْ فَيُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ إِنَّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
Resim---"İn tekfurû fe innallâhe ganiyyun ankum, ve lâ yerdâ li ıbâdihil kufra, ve in teşkurû yerdahu lekum, ve lâ teziru vâziratun vizra uhrâ, summe ilâ rabbikum merciukum fe yunebbiukum bimâ kuntum ta’melûn (ta’melûne), innehû alîmun bi zâti’s- sudur (sudûri).: Eğer inkâr ederseniz, muhakkak ki Allah, sizden Gani’dir (size ihtiyacı yoktur). Ve O, kulları konusunda küfre razı olmaz. Ve eğer şükrederseniz sizden razı olur. (Hiç) bir günahkâr, diğerinin (başkasının) günahını yüklenmez. Sonra dönüşünüz Rabbinizedir. Böylece size yapmış olduklarınızı haber verecek. Muhakkak ki O, sadrlarda/sînelerde olanı bilendir.” (Zümer 39/7)

Şüphesizdir ki ALLAHu zü’l- CELÂL’in Bizim Şükrümüze ihtiyacı yoktur ve ŞÜKÜR Bizim MuhaMMedî Hakikatımıza ULAŞım ULULuğudur;

قَالَ الَّذِي عِندَهُ عِلْمٌ مِّنَ الْكِتَابِ أَنَا آتِيكَ بِهِ قَبْلَ أَن يَرْتَدَّ إِلَيْكَ طَرْفُكَ فَلَمَّا رَآهُ مُسْتَقِرًّا عِندَهُ قَالَ هَذَا مِن فَضْلِ رَبِّي لِيَبْلُوَنِي أَأَشْكُرُ أَمْ أَكْفُرُ وَمَن شَكَرَ فَإِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِهِ وَمَن كَفَرَ فَإِنَّ رَبِّي غَنِيٌّ كَرِيمٌ
Resim---"Kâlellezî indehu ilmun minel kitâbi ene âtîke bihî kable en yertedde ileyke tarfuke, fe lemmâ raâhu mustekırran indehu kâle hâzâ min fadlı rabbî, li yebluvenî e eşkur em ekfur(ekfuru), ve men şekere fe innemâ yeşkuru li nefsihî ve men kefere fe inne rabbî ganiyyun kerîm(kerîmun).: Kendi yanında kitaptan ilmi olan biri dedi ki: "Ben, (gözünü açıp kapamadan) onu sana getirebilirim." Derken (Süleyman) onu kendi yanında durur vaziyette görünce dedi ki: "Bu Rabbimin fazlındandır, O'na şükredecek miyim, yoksa nankörlük edecek miyim diye beni denemekte olduğu için (bu olağanüstü olay gerçekleşti). Kim şükrederse, artık o kendisi için şükretmiştir, kim nankörlük ederse, gerçekten benim Rabbim Ganî (hiç bir şeye ve kimseye ihtiyacı olmayan)dır, Kerîm olandır.” (Neml 27/40)

MuhaMMedî İLim, İrade, İdrak ve İştirak sonUÇu OLuşan ŞÜKÜR, o KULu; Eş Şekür celle celâlihu isminin tecellîsiyle Kemâlî YAKÎNe ERdirir ve Ni’metine, Rahmetine, Bereketine mazhar kılar. KULun ŞÜKRü o KULu, Eş Şekür celle celâlihu’ya taşır.:

مَّا يَفْعَلُ اللّهُ بِعَذَابِكُمْ إِن شَكَرْتُمْ وَآمَنتُمْ وَكَانَ اللّهُ شَاكِرًا عَلِيمًا
Resim---"Mâ yef’alullâhu bi azâbikum in şekertum ve âmentum. Ve kânallâhu şâkiran alîmâ(alîmen).: Eğer siz, Allah’ın ni’metlerine şükreder ve iman ederseniz, Allah size neye azab etsin? Allah şükredenlerin mükâfatını verici, yaptıklarını bilicidir.” (Nisâ 4/147)

Demek ALLAHu zü’l- CELÂL, şükredene azab etmez. Zirâ şükreden temizdir, yücedir, HAKk TeÂLÂ celle celâluhu’ya yakındır, razı olunanlardandır..

Yâ RABBeNÂ!.
Ey mutlak yaratıcı, mutlak kudret, azabından kurtulmaktan önce rızan için sana şükrediyorum!.

Ni’metine şükrediyorum, rahmetine, lütfuna şükrediyorum. Bunlardan faydalandığımdan çok, bunları yaratma kudretin var olduğu için şükrediyorum!.

Bende ve tüm canlıda faydalanma duygusunu yaratma kudretine şükrediyorum!.

Bitkine, meyvene, sebzene, onlarda tecellî eden yaratma kudretine, onlarda tecellî eden El Vehhâb celle celâluhu ismine, lütfuna, Rahmetine şükrediyorum!.

Bütün yarattıklarına, bunları bol bol ihsan ettiğin için şükrediyorum. İhsan etme kudretine şükrediyorum!.

Görme denen, işitme denen, tatma denen, nefes alma denen, düşünme denen, sevinç, haz, neşe, keder, sıkıntı, sevgi, muhabbet denen aklı çatlatan oluşumları yaratma kudretine şükrediyorum!.

Akıl, kalb, duyum gibi kavrayan, sezen, hisseden ama benim kendilerini kavramaktan âciz olduğum melekeleri var etme kudretine şükrediyorum!.

Yâ RABBenâ! Fakriyyet, Acziyyet, Zillet, İLLetini MuhaMMedî ŞÛURLa, Mutlak Azîz-GüÇLü’ye ve Mutlak GANî-KüLLî ŞEYyin Sahibi SANA ŞÜKRettiğime şükrediyorum!.

Yâ RABBenâ!. Şu Şe’ÂNuLLAHta Şükrümün devamını sağlaman için SANA şükrediyorum!.

لِيُوَفِّيَهُمْ أُجُورَهُمْ وَيَزِيدَهُم مِّن فَضْلِهِ إِنَّهُ غَفُورٌ شَكُورٌ
Resim---"Li yuveffîyehum ucûrahum ve yezîdehum min fadlihi, innehu gafûrun şekûr (şekûrun).: Onların ecirleri (mükâfatları) onlara vefa edilir (ödenir). Ve (Allah), onlara fazlından artırır. Muhakkak ki O; Gafûr’dur (mağfiret eden), Şekûr’dur (şükredilen).” (Fâtır 35/30)

لِيَكْفُرُوا بِمَا آتَيْنَاهُمْ فَتَمَتَّعُوا فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ
Resim---"Li yekfurû bimâ âteynâhum, fe temetteû fe sevfe ta’lemûn (ta’lemûne).: Onlara verdiklerimizi inkâr etsinler. Böylece metalansınlar (faydalansınlar). Yakında bilecekler.” (Rûm 30/34)

ذَلِكَ الَّذِي يُبَشِّرُ اللَّهُ عِبَادَهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ قُل لَّا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ أَجْرًا إِلَّا الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبَى وَمَن يَقْتَرِفْ حَسَنَةً نَّزِدْ لَهُ فِيهَا حُسْنًا إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ شَكُورٌ
Resim---"Zâlikellezî yubeşşirullâhu ibâdehullezîne âmenû ve amilûs sâlihât(sâlihâti), kul lâ es’elukum aleyhi ecran illâl meveddete fîl kurbâ ve men yakterif haseneten nezid lehu fîhâ husnâ(husnen), innallâhe gafûrun şekûr(şekûrun).: İşte bu sevabdır ki, Allah iman edib salih ameller işliyen kullarını (onunla) müjdeliyor. (Ey Rasûlüm, tebliğde bulunmakta olduğun kimselere) de ki: “- Ben, (bu tebliğimden dolayı) sizden Allah’a ibadet ve yakınlıkta, sevgiden başka bir mükâfat istemiyorum.” Kim iyi bir amel kazanırsa, biz onun bu iyiliğinin sevabını artırırız. Muhakkak ki Allah Gafûr’dur= çok bağışlayandır, Şekûr’dur= az amele çok sevab verendir.” (Şûrâ 42/23)

يُسَبِّحُ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
Resim---"Yusebbihu lillâhi mâ fî’s- semâvâti ve mâ fî’l- ard (ardı), lehu’l- mulku ve lehu’l- hamdu ve huve alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).: Göklerde ve yerde olan herşey Allah’ı tesbih eder. Mülk O’nundur ve hamd O’nadır. Ve O, herşeye Kaadir’dir (gücü yetendir).” (Tegâbun 64/1)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

ResimAziz Kardeşlerim;

Şâkir: ALLAHu zü’L- CELÂL’e şükreden. Hâlinden memnuniyetini bildiren.
Şükr: (Şükür) ALLAHu zü’L- CELÂL’in ni’metlerine karşı memnunluk göstermek. Allah'a teşekkür.
Şekera: Ni’metini ve ihsanını bilip sahibine senâ etmek.
Teşekkera: Ni’meti verene memnuniyetini bildirip şükür etmek.
Ni’met: lezzetlenmeye sebeb olan şeydir..

Şükr; ALLAH celle celâlihu'nun ni’metlerine karşı memnunluk göstermek. ALLAH celle celâlihu'ya teşekkür.
Şükür; Beden, Nefs, Kalb ve Rûh ile ki, Dil ile Gönülle olur. Ni’met veren El MEvLÂ celle celâlihu'ya MuhaBBet etmek ve itaat etmek de şükürdendir. Şükür eden, her ni’meti ALLAHu zü’L- CELÂL’in râzı olduğu yere sarfeder.
Şükür; ALLAHu zü’L- CELÂL’in, kullarının iyi amellerine mükâfat karşılığı vermesidir. Sebeplerin çokluğundan dolayı ŞÜKÜR, tüm CANLıları kapsar ve AKLı olanlara mahsus HAMDden daha geneldir. ŞÜKÜR, TAMM MuhaMMedî Şûuurla bağlılık yönünden özeldir. HAMD, TAMM MuhaMMedî Şûuurla bağlılık yönünden daha geneldir, sebebler yönünden daha özeldir..
Kur'an-ı Hakîm, nasıl ki şükrü netice-i hilkat gösteriyor, öyle de Kur'an-ı Kebir olan şu kâinat dahi gösteriyor ki, netice-i hilkat-i âlemin en mühimi şükürdür. Çünkü kâinâta dikkat edilse görünüyor ki, kâinâtın teşkilâtı şükrü intac edecek/meydana getirecek bir sûrette her bir şey bir derece şükre bakıyor ve ona müteveccih oluyor. Güya şu şecere-i hilkatin en mühim meyvesi şükürdür... Görüyoruz ki her şey nasıl ki rızkın etrafında toplanmış, ona bakıyor; öyle de rızık dahi bütün çeşitleriyle mânen ve maddeten, hâlen ve kalen şükür ile kâimdir; şükür ile oluyor; şükrü yetiştiriyor, şükrü gösteriyor. Çünkü rızka iştiha ve iştiyak, bir nevi şükr-ü fıtrîdir. Ve telezzüz ve zevk dahi gayr-i şuuri bir şükürdür ki bütün hayvanatta bu şükür vardır. Yalnız insan dalâlet ve küfür ile o fıtrî şükrün mahiyetini değiştiriyor, şükürden şirke gidiyor... Şükrün mikyası: Kanaattir ve iktisattır ve rızâdır ve memnuniyettir. Şükürsüzlüğün mizânı; hırstır ve isrâftır, hürmetsizliktir. Haram helâl demeyip rast geleni yemektir. Evet hırs şükürsüzlük olduğu gibi hem sebeb-i mahrumiyettir, hem vasıta-i zillettir... Hem şükrün envaı var. O nevilerin en câmii ve fihriste-i umumiyesi namazdır..

Şekûr: Çok şükreden. ALLAH celle celâlihu’nun lütuflarına karşı pek fazla memnuniyetini, sevincini gösteren. Az şükredene dahi çok ni’met veren ALLAH celle celâlihu..
Şekûr İsmi şerifi içeriğinde;
Şekûr; kendisi için amel edenlerin mükâfatını bol bol verendir.
Şekûr; az veya çok her itaati ödüllendirendir.
Şekûr; kullarının az ibâdetine karşılık çok ecir ve mükâfat veren, kat kat artırandır.
Şekûr; kulunu yaptığı amelin en güzeliyle değerlendirendir.
Şekûr; kullarını övüp onların derecesini yükseltendir.

Şekûr ismi Kur'ÂN-ı Kerîmde 3 kez Ğafur ismiyle birlikte kullanılmıştır:


لِيُوَفِّيَهُمْ أُجُورَهُمْ وَيَزِيدَهُم مِّن فَضْلِهِ إِنَّهُ غَفُورٌ شَكُورٌ
Resim---"Li yuveffîyehum ucûrahum ve yezîdehum min fadlihi, innehu gafûrun şekûr (şekûrun).: Onların ecirleri (mükâfatları) onlara vefa edilir (ödenir). Ve (Allah), onlara fazlından artırır. Muhakkak ki O; Gafûr’dur (mağfiret eden), Şekûr’dur (şükredilen).” (Fâtır 35/30)

وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي أَذْهَبَ عَنَّا الْحَزَنَ إِنَّ رَبَّنَا لَغَفُورٌ شَكُورٌ
Resim---"Ve kâlû’l- hamdu lillâhillezî ezhebe annâ’l- hazen (hazene), inne rabbenâ le gafûrun şekûr (şekûrun).: “Ve bizden hüznü gideren Allah’a hamdolsun, muhakkak ki Rabbimiz, gerçekten Gafûr’dur (mağfiret eden), Şekûr’dur (şükredilen).” dediler (derler).” (Fâtır 35/34)

ذَلِكَ الَّذِي يُبَشِّرُ اللَّهُ عِبَادَهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ قُل لَّا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ أَجْرًا إِلَّا الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبَى وَمَن يَقْتَرِفْ حَسَنَةً نَّزِدْ لَهُ فِيهَا حُسْنًا إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ شَكُورٌ
Resim---"Zâlikellezî yubeşşirullâhu ibâdehullezîne âmenû ve amilû’s- sâlihât (sâlihâti), kul lâ es’elukum aleyhi ecran illâ’l- meveddete fî’l- kurbâ ve men yakterif haseneten nezid lehu fîhâ husnâ (husnen), innallâhe gafûrun şekûr (şekûrun).: İşte Allah’ın, âmenû olan (Allah’a ulaşmayı dileyen) ve salih amel (nefs tezkiyesi) işleyen kullarını müjdelediği budur. De ki: “Ben, ona (tebliğe) karşı bir ücret istemiyorum, yakınlıkta sevgiden başka.” Ve kim hasene işlerse onun için güzellikleri artırırız. Muhakkak ki Allah, Gafûr’dur (mağfiret eden), Şükredilen’dir.” (Şûrâ 42/23)

Şekûr ismi Kur'ÂN-ı Kerîmde 1 kez Halîm ismiyle birlikte geçmektedir:

إِن تُقْرِضُوا اللَّهَ قَرْضًا حَسَنًا يُضَاعِفْهُ لَكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْ وَاللَّهُ شَكُورٌ حَلِيمٌ
Resim---"İn tukridûllâhe kardan hasenen yudâıfhu lekum ve yagfir lekum, vallâhu şekûrun halîm (halîmun).: Eğer Allah’a güzel bir borç verirseniz, onu size kat kat arttırarak öder ve sizi mağfiret eder. Ve Allah; Şekur’dur (şükredilendir, şükrün karşılığını verendir), Halîm’dir.” (Teğâbün 64/17)

Eş-Şâkir, şükr kökünden türemiş bir ism-i faildir.
Şükr/iyiliği anmak, sahibini övmek, mükafat vermek sözlük mânâsını ifâde eder.
Buna göre Şâkir, “iyiliği anan, iyilik edeni öven, iyilik edene mükafat veren” demek olur.
Bu mânâlar; hem ALLAHu zü’L- CeLÂL’in Şâkir/kulunun iyiliğine ve şükrüne karşılık veren oluşuna hem de; kulların şâkir/şükreden oluşuna göredir.
Sâdece ALLAHu zü’L- CeLÂL için kullanıldığında Eş-Şâkir, “kulunun iyiliğinden razı olan, iyilik eden kulunu öven ve onu, fazlasıyla karşılık vererek mükafatlandıran” mânâsına gelir.

Şâkir İsmi, Kur'ÂN-ı Kerîmde insanlar için12 kez zikredilmiştir:
Âl-i 3/144,145; En'âm 6/53,63; A'râf 7/17,144,189; Yûnus 10/22; Nahl 16/121; Enbiyâ 21/80; Zümer 39/66; İnsân 76/3.

Şâkir İsmi Kur'ÂN-ı Kerîmde ALLAHu zü’L- CeLÂL’e izâfeten İsim olarak Kur'ÂN-ı Kerîmde içerisinde 4 kez zikredilmiştir:


إِنَّ الصَّفَا وَالْمَرْوَةَ مِن شَعَآئِرِ اللّهِ فَمَنْ حَجَّ الْبَيْتَ أَوِ اعْتَمَرَ فَلاَ جُنَاحَ عَلَيْهِ أَن يَطَّوَّفَ بِهِمَا وَمَن تَطَوَّعَ خَيْرًا فَإِنَّ اللّهَ شَاكِرٌ عَلِيمٌ
Resim---"İnne’s- safâ ve’l- mervete min şeâirillâh (şeâirillâhi), fe men hacce’l- beyte evı’temera fe lâ cunâha aleyhi en yettavvefe bi himâ ve men tetavvaa hayran, fe innallâhe şâkirun alîm (alîmun).: Muhakkak ki Safa ve Merve, Allah’ın (ibadet yerlerini gösterir dîni) şiarlarındandır (işaretlerindendir). Artık kim beyt’i (Kâbe’yi) hacceder veya umre (niyetiyle) ziyareti yaparsa, o taktirde, iki (niyetle) tavaf etmesinde bir günah yoktur. Her kim de isteyerek (kendiliğinden) hayır olarak (fazladan tavaf) yaparsa mutlaka Allah Şakir’dir (şükrün karşılığını verendir) ve Alîmdir (en iyi bilendir).” (Bakara 2/158)

مَّا يَفْعَلُ اللّهُ بِعَذَابِكُمْ إِن شَكَرْتُمْ وَآمَنتُمْ وَكَانَ اللّهُ شَاكِرًا عَلِيمًا
Resim---"Mâ yef’alullâhu bi azâbikum in şekertum ve âmentum. Ve kânallâhu şâkiran alîmâ (alîmen).: Eğer siz şükrederseniz ve âmenû olursanız (yaşarken Allah’a ulaşmayı dilerseniz ve mürşidinize ulaşıp tâbî olursanız, böylece kalbinizin içine îmân yazılıp mü'min olursanız), Allah size azap etmez. Ve Allah Şâkir'dir (şükrün karşılığını verendir), Alîm'dir (en iyi bilendir).” (Nisâ 4/147)

ALLAHu zü’l- CELÂL, İnsanoğlunu, KULLuk İmtihÂNı olan bu dünyada, iki yol ayrımında; Şükür ya da nankörlük TERCİhi ile başbaşa bırakmıştır .:

إِنَّا هَدَيْنَاهُ السَّبِيلَ إِمَّا شَاكِرًا وَإِمَّا كَفُورًا
Resim---"İnnâ hedeynâhu’s- sebîle immâ şâkiran ve immâ kefûran.: Muhakkak ki Biz, onu (Allah’a ulaştıran) yola hidayet ettik. Fakat o, ya (Allah’a ulaşmayı diler) şükreden olur, ya da (Allah’a ulaşmayı dilemez) küfreden olur.” (İnsân 76/3)

بَلِ اللَّهَ فَاعْبُدْ وَكُن مِّنْ الشَّاكِرِينَ
Resim--"Belillâhe fa’bud ve kun mine’ş- şâkirîn (şâkirîne).: Öyleyse artık Allah’a kul ol! Ve şükredenlerden ol!” (Zümer 39/66)

ALLAHu zü’l- CELÂL, şükrün önemini ve şükür DUÂmızı buyurmaktadır.:

قَالَ الَّذِي عِندَهُ عِلْمٌ مِّنَ الْكِتَابِ أَنَا آتِيكَ بِهِ قَبْلَ أَن يَرْتَدَّ إِلَيْكَ طَرْفُكَ فَلَمَّا رَآهُ مُسْتَقِرًّا عِندَهُ قَالَ هَذَا مِن فَضْلِ رَبِّي لِيَبْلُوَنِي أَأَشْكُرُ أَمْ أَكْفُرُ وَمَن شَكَرَ فَإِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِهِ وَمَن كَفَرَ فَإِنَّ رَبِّي غَنِيٌّ كَرِيمٌ
Resim---"Kâlellezî indehu ilmun mine’l- kitâbi ene âtîke bihî kable en yertedde ileyke tarfuke, fe lemmâ raâhu mustekırran indehu kâle hâzâ min fadlı rabbî, li yebluvenî e eşkur em ekfur (ekfuru), ve men şekere fe innemâ yeşkuru li nefsihî ve men kefere fe inne rabbî ganiyyun kerîm (kerîmun).: Kitaptan ilmi olan kişi (Hızır aleyhisselâm): “Ben onu, sen gözünü açıp kapamadan önce sana getiririm.” dedi. (Süleyman aleyhisselâm) böylece onun yanında (önünde) durduğunu görünce: “Bu Rabbimin bir fazlıdır (lütfudur), ben şükredecek miyim yoksa küfür (nankörlük) mü edeceğim diye beni imtihan etmek için.” dedi. Ve kim şükrederse sadece kendi nefsi için şükreder. Ve kim küfrederse o taktirde muhakkak ki benim Rabbim Gani'dir, Kerim'dir.” (Neml 27/40)

وَوَصَّيْنَا الْإِنسَانَ بِوَالِدَيْهِ إِحْسَانًا حَمَلَتْهُ أُمُّهُ كُرْهًا وَوَضَعَتْهُ كُرْهًا وَحَمْلُهُ وَفِصَالُهُ ثَلَاثُونَ شَهْرًا حَتَّى إِذَا بَلَغَ أَشُدَّهُ وَبَلَغَ أَرْبَعِينَ سَنَةً قَالَ رَبِّ أَوْزِعْنِي أَنْ أَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّتِي أَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلَى وَالِدَيَّ وَأَنْ أَعْمَلَ صَالِحًا تَرْضَاهُ وَأَصْلِحْ لِي فِي ذُرِّيَّتِي إِنِّي تُبْتُ إِلَيْكَ وَإِنِّي مِنَ الْمُسْلِمِينَ
Resim---"Ve vassaynâ’l- insâne bi vâlideyhi ihsânen, hamelethu ummuhu kurhen ve vadaathu kurhen, ve hamluhu ve fisâluhu selâsûne şehran, hattâ izâ belega eşuddehu ve belega erbaîne seneten kâle rabbi evzı’nî en eşkure ni’metekelletî en’amte aleyye ve alâ vâlideyye ve en a’mele sâlihan terdâhu ve aslıh lî fî zurriyyetî, innî tubtu ileyke ve innî mine’l- muslimîn (muslimîne).: İnsana, anne ve babasına ihsanla davranmasını vasiyet ettik. Annesi onu güçlükle taşıdı ve onu güçlükle doğurdu. Ve onun taşınması ve sütten kesilmesi 30 aydır. Nihayet erginlik çağına ulaştığı zaman 40 yaşını tamamladı. Şöyle dedi: “Rabbim! Bana, anne ve babama verdiğin ni’metlere şükretmekte, Senin razı olduğun salih amel (nefs tezkiyesi) yapmakta beni başarılı kıl. Ve zürriyetimi ıslâh et. Muhakkak ki ben, Sana tövbe ettim ve muhakkak ki ben (Sana) teslim olanlardanım.” (Ahkâf 46/15)

Unutmamalıyız ki, MuhaMMedî Şûurla Şükredenlerden ALLAHu zü’L- CELÂL razı olur:

إِن تَكْفُرُوا فَإِنَّ اللَّهَ غَنِيٌّ عَنكُمْ وَلَا يَرْضَى لِعِبَادِهِ الْكُفْرَ وَإِن تَشْكُرُوا يَرْضَهُ لَكُمْ وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى ثُمَّ إِلَى رَبِّكُم مَّرْجِعُكُمْ فَيُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ إِنَّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
Resim---"İn tekfurû fe innallâhe ganiyyun ankum, ve lâ yerdâ li ıbâdihil kufra, ve in teşkurû yerdahu lekum, ve lâ teziru vâziratun vizra uhrâ, summe ilâ rabbikum merciukum fe yunebbiukum bimâ kuntum ta’melûn (ta’melûne), innehû alîmun bi zâti’s- sudur (sudûri).: Eğer inkâr ederseniz, muhakkak ki Allah, sizden Gani’dir (size ihtiyacı yoktur). Ve O, kulları konusunda küfre razı olmaz. Ve eğer şükrederseniz sizden razı olur. (Hiç)bir günahkâr, diğerinin (başkasının) günahını yüklenmez. Sonra dönüşünüz Rabbinizedir. Böylece size yapmış olduklarınızı haber verecek. Muhakkak ki O, sinelerde olanı bilendir.” (Zümer 39/7)

Ve unutmamalıyız ki, şükredenlere ALLAHu zü’L- CELÂL tam karşılık verir:

نِعْمَةً مِّنْ عِندِنَا كَذَلِكَ نَجْزِي مَن شَكَرَ
Resim---"Ni’meten min indina, kezâlike neczî men şeker (şekere).: Katımızdan bir ni’met olarak, şükreden kimseyi işte Biz, böyle mükâfatlandırırız.” (Kamer 54/35)

Unutmamalıyız ki, şükredenlere ALLAHu zü’L- CELÂL azab etmez:

مَّا يَفْعَلُ اللّهُ بِعَذَابِكُمْ إِن شَكَرْتُمْ وَآمَنتُمْ وَكَانَ اللّهُ شَاكِرًا عَلِيمًا
Resim---"Mâ yef’alullâhu bi azâbikum in şekertum ve âmentum. Ve kânallâhu şâkiran alîmâ (alîmen).: Eğer şükreder ve iman ederseniz, Allah azabınızla ne yapsın? Allah şükrün karşılığını verendir, bilendir.” (Nisâ 4/147)

Unutmamalıyız ki, şükredenlere ALLAHu zü’l- CELÂL âyetlerden ibret almayı kolaylaştırır:

أَلَمْ تَرَ أَنَّ الْفُلْكَ تَجْرِي فِي الْبَحْرِ بِنِعْمَتِ اللَّهِ لِيُرِيَكُم مِّنْ آيَاتِهِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ
Resim---"E lem tera enne’l- fulke tecrî fî’l- bahri bi ni’metillâhi li yuriyekum min âyâtihî inne fî zâlike le âyâtin li kulli sabbârin şekûr (şekûrin).: Gemilerin denizde Allah’ın ni’metiyle (yüzerek) seyrettiğini görmedin mi? Âyetlerinden size göstermek için. Muhakkak ki bunda, çok sabredenlerin ve şükredenlerin hepsi için elbette âyetler (deliller, ibretler) vardır.” (LokmÂn 31/81)

ResimResûLuLLah sallallahu aleyhi vesellem DİLinden Şükür;

Resim---Muaz bin Cebel (radiyallahu anhu) şöyle anlatıyor: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem. bir gün elimden tuttu ve bana şöyle buyurdu: “Ey Muaz! Vallahi ben seni seviyorum!”
Ben de: “Anambabam sana fedâ olsun Yâ Resûlullah! Vallahi ben de seni seviyorum” dedim. Bunun üzerine: “Ey Muaz! Sana bir şey tavsiye edeceğim: “Allah‟ım! Seni zikretmek, Sana şükretmek ve güzel bir şekilde ibâdet etmek konusunda bana yardım et.” Bu duâyı mutlaka her namazın ardından oku.”
buyurdu.
(Ebu Davûd 1522; Nesaî Sehv 60)

Resim---Ömer radiyallahu anhu bir adamın: “Allah’ım! Beni azlardan kıl!” diye duâ ettiğini duydu ve: “Ey Allah‟ın kulu! Azlar nedir?” diye sordu.
Adam da: “Sen şu âyetleri duymadın mı?” dedi.


حَتَّى إِذَا جَاء أَمْرُنَا وَفَارَ التَّنُّورُ قُلْنَا احْمِلْ فِيهَا مِن كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ وَأَهْلَكَ إِلاَّ مَن سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ وَمَنْ آمَنَ وَمَا آمَنَ مَعَهُ إِلاَّ قَلِيلٌ
Resim---“Hattâ izâ câe emrunâ ve fârat tennûru kulnâhmil fîhâ min kullin zevceynisneyni ve ehleke illâ men sebeka aleyhil kavlu ve men âmene, ve mâ âmene meahû illâ kalîl (kalîlun).: Sonunda emrimiz geldiğinde ve tandır feveran ettiği zaman, dedik ki: "Her birinden ikişer çift (hayvan) ile aleyhlerinde söz geçmiş olanlar dışında, aileni ve iman edenleri ona yükle." Zaten onunla birlikte çok azından başkası iman etmemişti.” (Hûd 11/40)

يَعْمَلُونَ لَهُ مَا يَشَاء مِن مَّحَارِيبَ وَتَمَاثِيلَ وَجِفَانٍ كَالْجَوَابِ وَقُدُورٍ رَّاسِيَاتٍ اعْمَلُوا آلَ دَاوُودَ شُكْرًا وَقَلِيلٌ مِّنْ عِبَادِيَ الشَّكُورُ
Resim---"Ya’melûne lehu mâ yeşâu min mehârîbe ve temâsîle ve cifânin ke’l- cevâbi ve kudûrin râsiyâtin, i’melû âle dâvûde şukrâ (şukran), ve kalîlun min ibâdiye’ş- şekûr (şekûru).: Ona dilediği şeyleri, mihraplar (mescidler, saraylar, yüksek binalar), heykeller, havuz gibi büyük çanaklar, sabit kazanlar yapıyorlar(dı). Ey Dâvud ailesi, şükrederek çalışın! Ve kullarımdan, çok şükredenler azdır.” (Sebe 34/13)

“Allah‟ın; “Onunla (Hz. Nuh) beraber ancak çok az kimse iman etmiştir.”
Âyetlerini duymadın mı? dedi.
Bunun üzerine Ömer radiyallahu anhu de: “Herkes Ömer’den daha fâkih/dinde derin ve ince anlayış sahibi..”
buyurdu.
(Kitabu’z-Zühd, Ahmed bin Hanbel 592)

ALLAHu zü’l- CELÂL, şükrün karşılığında bol bol ni’metler vermekte büyük küçük hiçbir iyiliği küçümsemememizi Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Dİliyle BİLdirir..:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Allah’tan korkup takvâya sarıl. Kuyudan su çekmek isteyen kardeşinin kovasına kendi kovandan su boşaltmak veya kardeşinle güler yüzle konuşmak şeklinde de olsa hiçbir iyiliği küçümseme…” buyurdu.
(Buharî/el-Edebu‟l-Müfred 1182)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Yarım hurmayla da olsa ateşten sakının. Eğer onu da bulamazsanız güzel ve hoş söz söyleyerek bunu yapın.” buyurdu.
(Müslim/Zekat 20. Ebu Davud/Zekat 46. Nesai 2506. Ahmed/Müsned 4/256. Taberâni/Mu‟cemu‟l-Kebir 12/164. Beyhaki/İuabu‟l-İman 5/225. Darekutni/Sünen 2/125. İbni Ebi Şeybe/Musannef 3/110)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Sizden her kim içiyle ve dışıyla müslüman olursa, yaptığı her hayirâ en az on katından, yedi yüz katına kadar sevâb yazılır. İşlediği her günah da sadece bir katıyla yazılır. Bu durum, Allah'a kavuşuncaya kadar böyle devam eder.” buyurdu.
(Buharî, İman 31, Müslim, İman 205)

Resim---Bir adam Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e yularlanmış bir deve getirerek: “Yâ Resûlullah! Bu Allah yolunda sadakadır” dedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de: “Bu bir deveye karşılık, kıyamet gününde senin için yularlanmış yedi yüz deve vardır.”
buyurdu.
(Müslim/İmara 37. Nesai/Cihad 46)

Elbette vermiş olduğu ni’metleri itıraf ederek Rabbimize şükretmeliyiz. Çünkü şükrün bir kısmı da, ni’meti itıraf etmektir.:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem her sabah ve akşam “Seyyidu’l- İstiğfar/İstiğfarın Efendisi Duâsını okuyarak ALLAHu zü’L- CELÂL’in ni’metlerini i'tiraf eder ve bağışlanma isterdi: “ALLAH’ım! SEN benim RABBimsin. SENden başka hiçbir ilâh yoktur. Beni SEN yarattın, ben de SENin kulunum. Gücümün yettiği kadar SANA vermiş olduğum ahdine ve va’dine bağlıyım. Yaptıklarımın şerrinden SANA sığınırım. Üzerimde olan ni’metini ve işlediğim günahlarımı i'tiraf ediyorum. Öyleyse beni bağışla. Günahları SENden başka bağışlayacak olan yoktur.”.. Kim bu duâyı akşam vakti içtenlikle ve inanarak söyler de o gece ölürse cennete girer. Sabah okursa akşama kadar da ölürse cennete girer.”
buyurdu.
(Buharî, Daavât 27; Nesai, İstiaze 17)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kime bir ni’met verilir de, onu anar ve dile getirirse ni’mete şükretmiş olur. Kim de kendisine verilen ni’meti gizler ve dile getirmezse, ni’mete nankörlük etmiş olur.” buyurdu.
(Ebu Davûd 4814; Ebu Nuaym, Hılyetu’l- Evliyâ 6/147)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kime bir iyilik edilirse, ona iyilikle karşılık versin. Eğer verecek bir şey bulamazsa, kendisine iyilik yapanı hayırla ansın. Kendisine iyilik yapanı hayırla andığı zaman, ona teşekkür etmiş olur. Eğer bu iyiliği gizlerse, ona karşı nankörlük etmiş olur. Kim, kendisine yapılmayan bir iyiliği yapılmış gibi gösterirse, sanki o, iki yalan elbisesi giymiş gibidir.” buyurdu.
(Tirmizî 2103. Buharî/el-Edebu’l-Müfred 215. İ. Ahmed, Müsned, 6/90.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Aza şükretmeyen kimse çoğa da şükredemez. İnsanlara teşekkür etmeyen Allah’a da şükredemez. Allah’ın ni’metini anmak ve dile getirmek şükürdür. Ni’meti gizleyip dile getirmemek ise, nankörlüktür. İslam cemâatinde bulunmak rahmet, ondan ayrılmak ise azabdır.” buyurdu.
(İ. Ahmed, Müsned, 4/278.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Allah’ın verdiği rızka karşı şükrü, O’nu yalanlamakla mı yerine getiriyorsunuz?”

وَتَجْعَلُونَ رِزْقَكُمْ أَنَّكُمْ تُكَذِّبُونَ
Resim---“Ve tec’alûne rızkakum ennekum tukezzibûn (tukezzibûne).: Ve rızkınızı (Kur'ÂN'dan yararlanma ni’metini bırakıp onu) mutlaka yalan saymaktan ibâret mi kılıyorsunuz?” (Vâkıa 56/82)

Âyeti hakkında: “Yâni şükrünüzü ve teşekkürünüzü Allah’a yapmanız gerekirken Falan ve filan yıldız sâyesinde bize yağmur yağdı. Falan ve filan yıldızın düşmesiyle falan oldu… gibi şeyler söylüyorsunuz.” buyurdu.
(Tirmizî 3295. İ. Ahmed, Müsned, 639.)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

134- Eş Eş Şedîdu celle celâluhu:

Resim

Resim

Eş Şedîdu: Azâbı çok sıkı ve şiddetli olan. Mutlak şiddet, kuvvet ve kudret sahibi olan ALLAHu zü’L- CELÂL..

Resim


Eş Şedîdu: Azâbı çok sıkı ve şiddetli olan. Mutlak şiddet, kuvvet ve kudret sahibi olan ALLAHu zü’L- CELÂL.
Şedde: Bir şeyi sağlam bağlamak, Şedde.
Şedde: Kuvvetli, şiddetli olmak.
Şiddet: Şiddet, kuvvet, sertlik, katılık, âfet.


Eş-Şedîdu celle celâlihu, ALLAHu zü’L- CeLÂL’in CeLÂL Sıfatlarındandır.
İbni Mâce'nin Listesindeki 100 Esmâü'l-Hüsnâdan birisidir.



Kur'ÂN-ı Kerîmde Eş Şedîd celle celâlihu.:


Ennellahe şedîdu’l- azâb:
Bakara 2/165,196,211.

مِنَ النَّاسِ مَن يَتَّخِذُ مِن دُونِ اللّهِ أَندَاداً يُحِبُّونَهُمْ كَحُبِّ اللّهِ وَالَّذِينَ آمَنُواْ أَشَدُّ حُبًّا لِّلّهِ وَلَوْ يَرَى الَّذِينَ ظَلَمُواْ إِذْ يَرَوْنَ الْعَذَابَ أَنَّ الْقُوَّةَ لِلّهِ جَمِيعاً وَأَنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعَذَابِ
Resim---"Ve mine’n- nâsi men yettehızu min dûnillâhi endâden yuhıbbûnehum ke hubbillâh (hubbillâhi), vellezîne âmenû eşeddu hubben lillâh (lillâhi), ve lev yerâllezîne zalemû iz yeravnel azâbe, enne’l- kuvvete lillâhi cemîan, ve ennellâhe şedîdu’l- azâb (azâbi).: Ve insanlardan bir kısmı, Allah’tan başka “eş ve ortak (putlar)” edinenler, onları (eş ve ortak edindikleri şeyleri), Allah’ı sever gibi severler. (Oysa) âmenû olanların Allah’a olan sevgileri çok daha kuvvetlidir. Ve zulmedenler, azâb görecekleri (azâba uğrayacakları) zaman, bütün kuvvetin tamamen Allah’a ait olduğunu ve Allah’ın şiddetli azâbı olduğunu keşke görselerdi (bilselerdi).” (Bakara 2/165)



Azâbun şedîd.: Âl-i İmrân ¾,56; En'âm 6/124; A'râf 7/164; Yûnus 10/70; İbrâhim 14/2,7; İsrâ 17/58; Hacc 22/2; Mü'minûn 23/77; Neml 27/21; Sebe' 34/46; Fâtır 35/7,10; Sâd 39/26; Fussilet 41/27; Şûrâ 42/16,26; Kaf 50/26..

مِن قَبْلُ هُدًى لِّلنَّاسِ وَأَنزَلَ الْفُرْقَانَ إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ بِآيَاتِ اللّهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ وَاللّهُ عَزِيزٌ ذُو انتِقَامٍ
Resim---"Min kablu huden li’n- nâsi ve enzele’l- furkân (furkâne), innellezîne keferû bi âyâtillâhi lehum azâbun şedîd (şedîdun), vallâhu azîzun zuntikâm (zuntikâmin).: Daha önce insanlar için, hidayete erdirici olarak (Tevrat'ı ve İncil'i indirdi) ve (sonra da) Furkan'ı (Hak ile bâtılı ayıran Kur'ân’ı) indirdi. Muhakkak ki onlar, Allah'ın âyetlerini inkâr ettiler. Onlar için şiddetli azâb vardır. Ve Allah Azîz'dir, intikam sahibidir (intikam alandır).” (Âl-i İmrân ¾)



İnnellahe şedîdu’l- ikâb.: Mâide 5/2,98; Enfâl 8/13,25..

اعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ وَأَنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---"I’lemû ennellâhe şedîdu’l- ikâbi ve ennellâhe gafûrun rahîm (rahîmun).: Allah’ın cezâsının şiddetli olduğunu ve Allah’ın Gafur (mağfiret eden), Rahîm (rahmet nurunu gönderen ve merhametli) olduğunu biliniz!” (Mâide 5/98)



Vallahu şedîdu’l- ikâb.: Âl-i İmrân 3/11; Enfâl 8/48..

كَدَأْبِ آلِ فِرْعَوْنَ وَالَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ كَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا فَأَخَذَهُمُ اللّهُ بِذُنُوبِهِمْ وَاللّهُ شَدِيدُ الْعِقَابِ
Resim---"Ke de’bi âli fir’avne, vellezîne min kablihim kezzebû bi âyâtinâ, fe ehazehumullâhu bi zunûbihim vallâhu şedîdu’l- ıkâb (ıkâbi).: (Onların durumu) Firavun ailesinin ve onlardan öncekilerin durumu gibidir. Âyetlerimizi yalanladılar, bunun üzerine Allah, onları günahları sebebiyle yakaladı. Ve Allah ikâbı (azâbı) şiddetli olandır.” (Âl-i İmrân 3/11)



Şedîdu’l- ikâb.: Enfâl 8/25,52; Ra’d 13/6; Mü'min 40/22..

وَاتَّقُواْ فِتْنَةً لاَّ تُصِيبَنَّ الَّذِينَ ظَلَمُواْ مِنكُمْ خَآصَّةً وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ
Resim---"Vettekû fitneten lâ tusîbennellezîne zalemû minkum hâssah (hâssaten), va'lemû ennallâhe şedîdu’l- ıkâb (ıkâbi).: Ve sizden (içinizden), sadece zâlim kimselere isabet etmeyen, onlara has (özel) olmayan (diğerlerine de isabet eden) fitneden sakının (takva sahibi olun). Allah’ın azâbının çok şiddetli olduğunu biliniz.” (Enfâl 8/25)



Şedîdu’l- mihal.: Ra’d 13/13..

وَيُسَبِّحُ الرَّعْدُ بِحَمْدِهِ وَالْمَلاَئِكَةُ مِنْ خِيفَتِهِ وَيُرْسِلُ الصَّوَاعِقَ فَيُصِيبُ بِهَا مَن يَشَاء وَهُمْ يُجَادِلُونَ فِي اللّهِ وَهُوَ شَدِيدُ الْمِحَالِ
Resim---"Ve yusebbihur ra’du bi hamdihî ve’l- melâiketu min hîfetihî, ve yursilus savâıka fe yusîbu bihâ men yeşâu ve hum yucâdilûne fîllâh (fîllâhi), ve huve şedîdu’l- mihâl (mihâli).: Gök gürültüsü ve melekler, O'nu, hamd ile ve O'nun (Allah’ın) korkusundan tesbih ederler. Ve yıldırımları, O gönderir. Böylece onlar, Allah hakkında mücâdele ederlerken, dilediği kimseye onu isabet ettirir. Ve O, karşı koyulması mümkün olmayandır.” (Ra’d 13/13)



Elimun şedîd.: Hûd 11/102..

وَكَذَلِكَ أَخْذُ رَبِّكَ إِذَا أَخَذَ الْقُرَى وَهِيَ ظَالِمَةٌ إِنَّ أَخْذَهُ أَلِيمٌ شَدِيدٌ
Resim---"Ve kezâlike ahzu rabbike izâ ehazel kurâ ve hiye zâlimetun, inne ahzehû elîmun şedîd (şedîdun).: Halkı zâlim olan ülkeleri ahzettiği zaman senin Rabbinin yakalaması işte böyledir. Onun ahzı (yakalaması), muhakkak ki çok şiddetlidir, çok elîmdir.” ((Hûd 11/102))

قَيِّمًا لِّيُنذِرَ بَأْسًا شَدِيدًا مِن لَّدُنْهُ وَيُبَشِّرَ الْمُؤْمِنِينَ الَّذِينَ يَعْمَلُونَ الصَّالِحَاتِ أَنَّ لَهُمْ أَجْرًا حَسَنًا
Resim---"Kayyimen li yunzira be'sen şedîden min ledunhu ve yubeşşire’l- mu'minînellezîne ya'melûne’s- sâlihâti enne lehum ecren hasenâ (hasenen).: (Kur’ân-ı Kerim), kayyum (kıyâmete kadar devam edecek) olarak, katından şiddetli azâbla uyarmak ve salih amel yapan mü’minlere en güzel ecrin onların olduğunu müjdelemek için (indirildi).” (Kehf 18/2)


İnne azâbî le şedîd.: İbrâhîm 14/7..

وَإِذْ تَأَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِن شَكَرْتُمْ لأَزِيدَنَّكُمْ وَلَئِن كَفَرْتُمْ إِنَّ عَذَابِي لَشَدِيدٌ

Resim---"Ve iz teezzene rabbukum le in şekertum le ezîdennekum ve le in kefertum inne azâbî le şedîd (şedîdun).: Ve o zaman RABBiniz size bildirmişti ki; eğer şükrederseniz (ni’metlerinizi) artırırım, eğer küfredenlerden olursanız muhakkak ki azâbım şiddetlidir.” (İbrâhîm 14/7)

Şedîd.: Sert, sıkı, şiddetli. Musibet, belâ.
Azâb.: Dünyada işlenen suç ve kabahate karşılık olarak âhirette çekilecek cezâ. Eziyet. Büyük sıkıntı. Şiddetli elem.
İkab.: Şiddetli azâb, eziyet, cezâ.
Elim.: (Elime) Acı veren, acıtan, ağrıtan. Çok şiddetli ağrı veren.
Mihâl.: Mukavemet edilemeyen, dayanılmaz, karşı koyulmaz..
Be's.: Azâb, şiddet. Korku. Zarar, ziyan. Zorluk, meşakkat, zahmet..
GAZAB.: Hiddet, öfke, dargınlık, kızgınlık.
Buğz.: Sevmeme. Birisi hakkında gizli ve kalbi düşmanlık hissetme. Kin, husûmet..
Sehıte.: Öfkelenme, GAZAB etme, kızma..
Makten.: Büyük suç, kızdırıcı husus..


ALLAHu zü’L- CeLÂL, bu muhteşem Kâinâtını HizbuLLAHı tercih eden ve bu yüzden Halifesi ilân ettiği kullarının emrine tahsis etmiştir. DUYup UYmaları gerekeni KeLÂMuLLAHı Kur'ÂN-ı Kerîm ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’i İle BİLdirmiştir.:

خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ بِالْحَقِّ يُكَوِّرُ اللَّيْلَ عَلَى النَّهَارِ وَيُكَوِّرُ النَّهَارَ عَلَى اللَّيْلِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ كُلٌّ يَجْرِي لِأَجَلٍ مُسَمًّى أَلَا هُوَ الْعَزِيزُ الْغَفَّارُ
Resim---"Halaka’s- semâvâti ve’l- arda bilhakk, yukevviru’l- leyle alân nehâri ve yukevvirun nehâre alâ’l- leyli ve sahhara’ş- şemse ve’l- kamer (kamere), kullun yecrî li ecelin musemmâ (musemmen), e lâ huve’l- azîzu’l- gaffâr (gaffâru).: (Allah), gökleri ve yeri hak ile yarattı. Geceyi gündüze, gündüzü geceye çevirir. Güneş’i ve Ay’ı musahhar (emre amade) kıldı. Hepsi belirlenmiş bir zamana kadar (yörüngelerinde) akar (gider). O; Azîz (yüce ve üstün), Gaffar (çok mağfiret eden) değil midir? (Zümer 39/5)

وَسَخَّرَ لَكُم مَّا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا مِّنْهُ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لَّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
Resim---"Ve sahhara lekum mâ fî’s- semâvâti ve mâ fî’l- ardı cemîan minhu, inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn (yetefekkerûne).: Ve göklerde ve yerde olanların hepsini kendinden (bir lütuf olarak) size musahhar (emre âmâde) kıldı. Muhakkak ki bunda, tefekkür eden bir kavim için mutlaka âyetler (ibretler) vardır.” (Câsiye 45/13)

Ne Acıdır ki, bu HÜKMuLLAHı DUYUp UYmayış;
ALLAHu zü’L- CeLÂL’in bu şiddetli azâbının ana sebebi, şu Şehâdet Âleminde, KULLUk DENEmesi Hayatımızda, EMRuLLAHı hafife alıp ya da âhiretesallayıp da neticedebu ÂLEMde, DUYup UYmamaya GAZAB/Hiddet, öfke, dargınlık ve kızgınlığı sonUÇu, şiddetle Azâb edeceğini pekçok âyet-i celîlede beyÂN buyurmuştur.



KeLÂMuLLAHta, Kur'ÂN-ı Kerîmde GAZAB Ayet-i Celîleri;

Fâtiha 1/7; Bakara 2/61,90; Âl-i İmrân 3/112,152,162; A'râf 71,152; Mâide 5/60,80; Enfâl 8/16; Nahl 16/106; Tâhâ 20/81; Nûr 24/9; Fâtır 35/39; Şûrâ 42/16; Muhammed 47/28; Fetih 48/6; Mücâdele 58/14; Mümtehine 60/13; Saff 61/3..

بِئْسَمَا اشْتَرَوْاْ بِهِ أَنفُسَهُمْ أَن يَكْفُرُواْ بِمَا أنَزَلَ اللّهُ بَغْياً أَن يُنَزِّلُ اللّهُ مِن فَضْلِهِ عَلَى مَن يَشَاء مِنْ عِبَادِهِ فَبَآؤُواْ بِغَضَبٍ عَلَى غَضَبٍ وَلِلْكَافِرِينَ عَذَابٌ مُّهِينٌ
Resim---"Bi’semeşterav bihî enfusehum en yekfurû bi mâ enzelallâhu bagyen en yunezzilallâhu min fadlihî alâ men yeşâu min ibâdih (ibâdihî), fe bâû bi gadabin alâ gadab (gadabin), ve li’l- kâfirîne azâbun muhîn (muhînun).: Onların, Allah’ın kullarından dilediği kimse üzerine, fazlından indirmekte olduğuna (vahye), hased ederek Allah’ın indirdiği şeyi inkâr etmeleri ve onunla kendilerini sattıkları şey ne kötü. Böylece GAZABtan GAZABa uğradılar ve kâfirler için “alçaltıcı AZAB” vardır.” (Bakara 2/90)

أَفَمَنِ اتَّبَعَ رِضْوَانَ اللّهِ كَمَن بَاء بِسَخْطٍ مِّنَ اللّهِ وَمَأْوَاهُ جَهَنَّمُ وَبِئْسَ الْمَصِيرُ
Resim---"E femenittebea rıdvânallâhi ke men bâe bi sehatin minallâhi ve me’vâhu cehennem (cehennemu), ve bi’se’l- masîr (masîru).: Artık, Allah'ın rızasına tâbî olan kimse, Allah'dan GAZABa uğramış ve barınacağı yer cehennem olan kimse gibi midir? Ve (o) ne kötü varış yeri.” (Âl-i İmrân 3/162)

تَرَى كَثِيرًا مِّنْهُمْ يَتَوَلَّوْنَ الَّذِينَ كَفَرُواْ لَبِئْسَ مَا قَدَّمَتْ لَهُمْ أَنفُسُهُمْ أَن سَخِطَ اللّهُ عَلَيْهِمْ وَفِي الْعَذَابِ هُمْ خَالِدُونَ
Resim---"Erâ kesîran minhum yetevellevnellezîne keferû le bi’se mâ kaddemet lehum enfusuhum en sehıtallâhu aleyhim ve fî’l- azâbi hum hâlidûn (hâlidûne).: Onlardan bir çoğunun kâfirlere döndüğünü (dost olduğunu) görürsün. Nefislerinin, onlar için takdim ettiği ise "Allah’ın onlara öfkelenmesi" ki ne kötü şey. Ve onlar azâp içinde devamlı kalacak olanlardır.” (Mâide 5/80)

لُوا مِن طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَلَا تَطْغَوْا فِيهِ فَيَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَبِي وَمَن يَحْلِلْ عَلَيْهِ غَضَبِي فَقَدْ هَوَى
Resim---"Kulû min tayyibâti mâ razaknâkum ve lâ tatgav fîhi fe yahılle aleykum gadabî ve men yahli’l- aleyhi gadabî fe kad hevâ.: Sizi rızıklandırdığımız temiz şeylerden yeyin. Ve onda (yediğiniz şeylerde) azgınlık (nankörlük) etmeyin. Aksi halde size GAZABım iner. Ve kimin üzerine GAZABım inerse, artık o heva olmuştur (nefsinin hevasına tâbî olup dalâlete düşmüştür).” (Tâhâ 20/81)

هُوَ الَّذِي جَعَلَكُمْ خَلَائِفَ فِي الْأَرْضِ فَمَن كَفَرَ فَعَلَيْهِ كُفْرُهُ وَلَا يَزِيدُ الْكَافِرِينَ كُفْرُهُمْ عِندَ رَبِّهِمْ إِلَّا مَقْتًا وَلَا يَزِيدُ الْكَافِرِينَ كُفْرُهُمْ إِلَّا خَسَارًا
Resim---"Huvellezî cealekum halâife fî’l- ardı, fe men kefere fe aleyhi kufruhu, ve lâ yezîdu’l- kâfirîne kufruhum inde rabbihim illâ maktâ (makten), ve lâ yezîdul kâfirîne kufruhum illâ hasârâ (hasâran).: Sizi yeryüzünde halifeler kılan O’dur. Artık kim inkâr ederse, o zaman onun küfrü kendi aleyhinedir. Kâfirlere küfürleri, Rab’lerinin huzurunda, GAZABdan başka bir şey artırmaz ve kâfirlere küfürleri, hasardan (ziyandan) başka bir şey artırmaz.” Fâtır 35/39)

إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا يُنَادَوْنَ لَمَقْتُ اللَّهِ أَكْبَرُ مِن مَّقْتِكُمْ أَنفُسَكُمْ إِذْ تُدْعَوْنَ إِلَى الْإِيمَانِ فَتَكْفُرُونَ
Resim---"İnnellezîne keferû yunâdevne le maktullâhi ekberu min maktikum enfusekum iz tud’avne ilâ’l- îmâni fe tekfurun (tekfurûne).: İnkâr edenlere mutlaka nida edilir (seslenilir): "Muhakkak ki Allah’ın gadabı, sizin nefslerinize (birbirinize) olan gadabınızdan daha büyüktür. Îmâna davet edildiğiniz zaman siz inkâr ediyordunuz.” (Mü'min 40/10)

وَالَّذِينَ يُحَاجُّونَ فِي اللَّهِ مِن بَعْدِ مَا اسْتُجِيبَ لَهُ حُجَّتُهُمْ دَاحِضَةٌ عِندَ رَبِّهِمْ وَعَلَيْهِمْ غَضَبٌ وَلَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ
Resim---"Vellezîne yuhâccûne fîllâhi min ba’di mâstucîbe lehu huccetuhum dâhıdatun inde rabbihim ve aleyhim gadabun ve lehum azâbun şedîd (şedîdun).: O’na (Allah’ın) davetine icabet edildikten sonra Allah hakkında tartışanlar; onların huccetleri (delilleri), Rab’lerinin indinde bâtıldır. Onların üzerinde (Allah’ın) GAZABı ve şiddetli AZAB vardır. (Şûrâ 42/16)

Netice OLarak; ALLAHu zü’L- CeLÂL’in EMRuLLHının, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem DİLİyle Kur'ÂN-ı Kerîmde OKUmak-DUYmak ve Fiilen UYmaktır. ÖZünden kopuk alışkanlık haline dönüşmüş, Uygulamaya önem vermeden bir şeyler yapacağını söyleyip durmak, GAZABı gerektiren ve azabı getiren büyük bir suç ve kızdırıcı husustur..

كَبُرَ مَقْتًا عِندَ اللَّهِ أَن تَقُولُوا مَا لَا تَفْعَلُونَ
Resim---“Kebure makten indallâhi en tekûlû mâ lâ tef’alûn (tef’alûne).: Yapmayacağınız bir şeyi söylemeniz Allah’ın katında, büyük suç oldu.” (Saff 61/3)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim


Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de, Hadis-i Şerîf BUYruklarında,
ALLAHu zü’L- CeLÂL’in GAZÂB ve AZÂBının ŞİDDEtini BİLdirmiştir.:



AZÂB.: Dünyada işlenen suç ve kabahate karşılık olarak âhirette çekilecek ceza. Eziyet. Büyük sıkıntı. Şiddetli elem.
GAZÂB.: Hiddet, öfke, dargınlık, kızgınlık..


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Mü’min, Allah katında olan AZABı bilmiş olsaydı, hiç kimse cennete göz dikmezdi. Kâfir de Allah katında olan RAHMETi bilmiş olsaydı, hiç kimse cennetten ümidini kesmezdi.” buyurmuştur.
(Ebu Hüreyre radiyallahu anhu’dan; Müslim, Tevbe 23, (2755); Tirmizî, Da'avât 100, (3542)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kıyamet günü, insanların en şiddetli AZABa uğrayanı, ilminde fayda görmeyen (ilmiyle amel etmeyen bidat ehli) âlimlerdir.” buyurmuştur.
(Mecmau’z- Zevâid, 1/185)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kıyamet günü, insanların en şiddetli AZABa uğrayanı, halkına zulmeden zâlim hükümdarlardır.” buyurmuştur.
(Mecmau’z- Zevâid, 5/197)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Havf ve recâ/korkmak ve ummak arasında bulunan mü’min, umduğuna kavuşur, korktuğundan emin olur.” buyurmuştur.
(Tirmizî, Sünen)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Havf ve recâ arasında bulunan mü’min, umduğuna kavuşur, korktuğundan emin olur.” buyurmuştur.
(Tirmizî, Sünen)

Havf, ALLAHu zü’L- CeLÂL’in Kudret ve Azametinden çekinmek, korkmaktır.
Recâ da, ALLAHu zü’L- CeLÂL’in sonsuz rahmetini ümit etmek demektir..


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Allah korkusu, her hikmetin başıdır” buyurmuştur.
(Taberanî)

ALLAHu zü’L- CeLÂL, her Hâlükârda KULlarının İslahını ve İflahınıhiç kapanmayan Tevbe Kapısına Çağırmaktadır.:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Can boğaza dayanmadıkça ALLAH celle celâlihu, kulun tevbesini kabul eder.” buyurmuştur.
(Tirmizî, Sünen)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Güneş batından doğmadan kıyamet kopmaz. Güneş batıdan doğunca, onu gören bütün insanlar iman edecekler. Fakat bu ÂN, (KurÂN’da zikredilen) “Rabbinin alâmetlerinden biri geldiği gün, daha önce iman etmeyen yahut imanıyla hayır kazanmayan hiçbir kimseye o günkü imanı asla fayda vermez” (Enam, 6/158) âyetinde ifâde edilen zamandır” buyurmuştur.
(Ebu Hureyre radiyallahu anhu’dan; Buharî, Tefsir, 9, Rikak, 40)

هَلْ يَنظُرُونَ إِلاَّ أَن تَأْتِيهُمُ الْمَلآئِكَةُ أَوْ يَأْتِيَ رَبُّكَ أَوْ يَأْتِيَ بَعْضُ آيَاتِ رَبِّكَ يَوْمَ يَأْتِي بَعْضُ آيَاتِ رَبِّكَ لاَ يَنفَعُ نَفْسًا إِيمَانُهَا لَمْ تَكُنْ آمَنَتْ مِن قَبْلُ أَوْ كَسَبَتْ فِي إِيمَانِهَا خَيْرًا قُلِ انتَظِرُواْ إِنَّا مُنتَظِرُونَ
Resim--- "Hel yanzurûne illâ en te’tiyehumu’l- melâiketu ev ye’tiye rabbuke ev ye’tiye ba’du âyâti rabbike, yevme ye’tî ba’du âyâti rabbike lâ yenfeu nefsen îmânuhâ lem tekun âmenet min kablu ev kesebet fî îmânihâ hayrâ (hayran), kulintezırû innâ muntezırûn (muntezırûne).: Onlar (illâ), onlara meleklerin gelmesini mi veya Senin Rabbinin gelmesini mi veya Senin Rabbinden bazı âyetlerin gelmesini mi bekliyorlar? Rabbinden bazı âyetlerin (mucizelerin) geldiği gün, daha önce îmân etmemişse) veya îmânıyla bir hayır kazanmamışsa onun îmânı kendisine bir fayda vermez. De ki: “Bekleyin! Muhakkak ki; Biz de bekleyenleriz.” (En’âm 6/158)

Yoksa, koskaca yarım NEFeslik Ömrünü; hep UYUyan, NeFsinin hevâ ve hevesi peşinde harcayıp yok edip son NEFeste ölüm bastırınca Tövbe ettim!.” Mânâsızdır elbette..

وَلَيْسَتِ التَّوْبَةُ لِلَّذِينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّئَاتِ حَتَّى إِذَا حَضَرَ أَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ إِنِّي تُبْتُ الآنَ وَلاَ الَّذِينَ يَمُوتُونَ وَهُمْ كُفَّارٌ أُوْلَئِكَ أَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَابًا أَلِيمًا
Resim--- "Ve leyseti’t- tevbetu lillezîne ya’melûne’s- seyyiât (seyyiâti), hattâ izâ hadara ehadehumu’l- mevtu kâle innî tubtul âne ve lâllezîne yemûtûne ve hum kuffâr (kuffârun). Ulâike a’tednâ lehum azâben elîmâ (elîmen).: Ve onlardan birine (kendilerine) ölüm gelinceye kadar seyyiat işleyenlerden (kötülük yapanlardan), “Gerçekten ben, şimdi tövbe ettim.” diyen birinin tövbesi, tövbe değildir. Ve kâfir olarak ölenlerin tövbesi de (tövbe değildir). İşte onlar, onlar için "elim azab" hazırladık.” (Nisâ 4/18)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “HAKk TeÂLÂ: “Kulun günahı göklere kadar yükselse, tevbe ederse affederim.” buyurmuştur.
(Tirmizî, Sünen)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “ALLAHu TeÂLÂ, kullarına bu kadının çocuğuna olan merhametinden daha merhametlidir.” buyurmuştur.
(Buharî)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, ölmek üzere olan bir gence: “Kendini nasıl buluyorsun?" diye sorar, o genç de: "Yâ Resûlullah!. Allah'tan ümidim var, ancak günahlarımdan korkuyorum." diye cevap verir. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Bu durumda olan bir kulun kalbinde (ümit ve korku) birleşti mi Allah o kulun ümit ettiği şeyi mutlak verir ve korktuğu şeyden de onu emin kılar." buyurmuştur.
(Tirmizî, Cenâiz 11, (983); İbnu Mâce, Zühd 31, (4261)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Hadis-i Şerîf BUYrukLarında GAZAB.:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Allah'ın en çok GAZAB ettiği kimse, düşmanlıkta aşırı gidendir.” buyurmuştur.
(Âişe radiyallahu anha’dan; Camiü's- Sağir)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: Fâsık biri methedildiğinde Allah GAZABlanır ve bundan dolayı Arş sallanır.” buyurmuştur.
(Enes radiyallahu anhu’dan; Camiü's- Sağir)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Şüphesiz Allah bir kulunu sevdiğinde Cebrâil'i çağırıp şöyle buyurur: “Ben falanı seviyorum. Sen de onu sev!.” Bunun üzerine Cebrâil onu sever. Sonra gök ehline seslenerek şöyle der: "Allah falanı seviyor, siz de onu seviniz!." Gök ehli de onu sever. Sonra onun itibâr ve değeri yer yüzüne de yerleştirilir. Allah bir kula GAZAB ettiğinde de Cebrâil'i çağırıp, şöyle buyurur: "Ben falana GAZAB ediyorum, sen de GAZAB et!." Bunun üzerine Cebrâil ona GAZAB eder. Sonra gök ehline şöyle seslenir: "Allah falana buğz ediyor, siz de buğz ediniz!.” Bunun üzerine onlar da buğz ederler. Daha sonra ona olan nefret yer yüzüne de yerleştirilir.” buyurmuştur.
(Ebu Hüreyre radiyallahu anhu’dan; Buharî)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Allah, günahları pervasızca işleyen şuursuz mü'mine GAZAB eder.” buyurmuştur.
(Ebu Hüreyre radiyallahu anhu’dan; Camiü's- Sağir)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “İki çeşit gülme vardır: Bir gülme vardır ki Allah sever. Bir gülme de vardır ki, Allah ona GAZAB eder. Allah'ın sevdiği gülme şudur: Kişi görmeyi arzuladığı bir din kardeşiyle ansızın karşılaşır ve sevincinden güler. Allah'ın GAZAB ettiği gülme ise kişi incitici, kaba ve boş bir sözü hem gülmek, hem de başkalarını güldürmek için söyler. Bu yüzden yetmiş sene Cehennem uçurumundan aşağı yuvarlanır.” buyurmuştur.
(Hasan-ı Basrî radiyallahu anhu’dan; Camiü's- Sağir)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “ALLAHu TeÂLÂ: "Bana dua etmeyene GAZAB ederim." buyurmuştur.
(Ebu Hüreyre radiyallahu anhu’dan; Camiü's- Sağir)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kim kendisini büyük görür ve böbürlenerek yürürse, Allah'ın huzuruna Allah kendisinden GAZAB etmiş olarak varır.” buyurmuştur.
(İbni Amr'dan radiyallahu anhu’dan; Camiü's- Sağir)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kişi, münâfık birine: "Efendim" dediğinde Rabbini kızdırmış olur.” buyurmuştur.
(Büreyde radiyallahu anhu’dan; Hakim’in Müstedrek’inden ve Beyhaki’nin Şi’bü’l-İman’ından)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Fâsık biri methedildiğinde Allah GAZABlanır ve bundan dolayı Arş sallanır.” buyurmuştur.
(Enes radiyallahu anhu’dan; İbni Adiyy’in el-Kamil’i nden)

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: Biriniz bir yerde konakladığında: "Yarattığı şeylerin şerrinden Allah'ın eksiksiz sıfatlarına sığınırım!" diye duâ ederse, oradan ayrılıncaya kadar hiçbir şey ona zarar vermez.” buyurmuştur.
(Havle bint-i Hakîm radiyallahu anhu’dan; Müslim, Daavât:54,55)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Merhamet ediniz ki, size de merhamet edilsin. Başkasını affediniz ki, affedil esiniz. Söz dinlemeyenlere yazıklar olsun. Yaptıkları işin kötü olduğunu bile bile onda ısrar edenlere yazıklar olsun!.” buyurmuştur.
(İbni Amr radiyallahu anhu’dan; Müsned, 2:165,219)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Ölüm gelmeden önce ölüme hazırlanın!.” buyurmuştur.
(Tarık el-Muharibî radiyallahu anhu’dan; Taberanî’nin Kebir’i, Hakim’in Müstedrek’i , Beyhaki’nin Şi’bü’l-İman’ından)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “İstikâmet üzere ol. İnsanlara karşı ahlâkın güzel olsun!.” buyurmuştur.
(İbni Amr radiyallahu anhu’dan; Müsned, Taberanî’nin Kebir’i, Hakim’in Müstedrek’i, Beyhaki’nin Şi’bü’l-İman’ından)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “İstikâmet üzere olunuz. İstikâmet üzere olmak ne güzeldir.” buyurmuştur.
(Ebû Ümâme radiyallahu anhu’dan; İbni Mâce, Tahare: 4)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kadınlara hayır ve iyilik tavsiyesinde bulunurum. Çünkü kadın eğri kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Kaburganın en eğri yeri de üst tarafıdır. Eğer onu doğrultma yoluna gidersen kırarsın. Eğer kendi haline bırakırsan eğri kalmaya devam eder. Kadınlar hakkında hayır ve iyilik tavsiyesinde bulunurum.” buyurmuştur.
(Ebû Hüreyre radiyallahu anhu’dan; Buharî, Enbiyâ; 1; Nikâh; 80; Muşum, Rada; 62; Tirmizî, Rada: 1 î; Tefsîr-i Sûre: 9)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Zinâ edenlere Allah şiddetle GAZAB eder.” buyurmuştur.
(Enes radiyallahu anhu’dan; Deylemî’nin Müsnedü’l-Firdevs’i nden)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Allah'tan başka yardımcı bulamayan birine zulmedene Allah şiddetle GAZAB eder” buyurmuştur.
(Ali kerremallahu vechehu’den; Deylemî’nin Müsnedü’l-Firdevs’inden)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Dünyada insanlara en çok eziyet veren Kıyamet Günü Allah katında en çok AZAB görecek olanlardır.” buyurmuştur.
(Hâlid bin Velid radiyallahu anhu’dan; Müsned, 3:403; 4:90)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kıyamet Günü en şiddetli AZAB görecek olan zâlim idarecidir.” buyurmuştur.
(Ebû Saîd radiyallahu anhu’dan; Mûsned, 3:22,55;. Ebu Ya’lâ’nın Müsned’i, Taberanî’nin Evsat’ı ndan)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kıyamet Günü AZABı en şiddetli olan hiçbir hayra sahip olmadığı halde kendisini insanlara hayırlı imiş gibi gösteren kimsedir.” buyurmuştur.
(İbni Ömer radiyallahu anhu’dan; Deylemî’nin Müsnedü’l-Firdevs’inden)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kıyamet Gününde AZABı en şiddetli olan, ilmi kendisine fayda vermeyen âlimdir.” buyurmuştur.
(Ebû Hüreyre radiyallahu anhu’dan; İbni Adiyy’in el-Kâmil’i nden; Beyhakî’nin Şi’bü’l- İman’ı; Taberanî’nin Sağir’inden)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “ Sıkıntının en şiddetlisine maruz kalanlar peygamberlerdir. Sonra da derecelerine göre diğer insanlar gelir. Kişi dinine bağlılığına göre musîbete maruz kalır. Dinine bağlılığı kuvvetli ise, musibeti de şiddetli olur. Dinine bağlılığı zayıfsa musibeti de az olur. Musibet, günahsız olarak yer yüzünde dolaşacak bir hale gelinceye kadar mü'min kulun yakasını bırakmaz." buyurmuştur.
(Sa'd bin Ebî Vakkas radiyallahu anhu’dan; Tirmizî, Zühd; 57; İbni Mâce, Fiten: 23; Dârimî, Rikak; 67)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Şüphesiz ben peygamber ve sâlih kimseyi, sizlerin Allah'ın ihsanı¬na sevindiğinizden daha çok belâ ve musîbete sevindiklerini görüyorum.” buyurmuştur.
(Ebû Saîd radiyallahu anhu’dan; Müsned, 3:94)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kıyamet Gününde en çok hasret çekecek olan, ilim öğrenme fırsatı verildiği halde öğrenmeyen ve ilminden başkaları istifade ettiği halde kendisi faydalanamayan kimsedir.” buyurmuştur.
(Enes radiyallahu anhu’dan; İbni Asakir'den)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “En güçlünüz öfkelendiğinde kendisine hâkim olandır. En yumuşak huylunuz intikama gücü yettiği halde affedendir.” buyurmuştur.
(Ali kerremallahu vechehu’dan; İbni Ebi’d-Dünya’dan)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Ümmetimin en şereflileri Kur'ân okuyanlar ve gece kalkıp ibâdet yapanlardır.” buyurmuştur.
(İbni Abbas radiyallahu anhu’dan; Taberanî’nin Kebir’i; Beyhaki’nin Şi’bü’l-İman’ından)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “En üstün îman, insanların senden emin olmasıdır. En üstün Müslümanlık, dilinden ve elinden insanların selâmette kalmasıdır. En üstün hicret, günahlardan kaçmadır. En üstün cihad, Allah yolunda şehid edilmen ve atının da boğazlanmasıdır. En üstün zühd, kalbinin sana verilenle huzur bulmasıdır. Allah'tan isteyeceğin en üstün dilek, din ve dünya hakkında afiyet istemendir.” buyurmuştur.
(İbni Ömer radiyallahu anhu’dan; Taberanî’nin Sağir’inden)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim


135- Eş Şehîdu celle celâluhu:


Resim


Resim

Eş Şehîdu: Halkettiği küllî şeyy için olmuş, olan ve olacakta mutlak Şâhid olan ALLAHu zü'L-CELÂL. Herkese ve herşeye; her zaman, her yerde, her hâlde ve hernefeste zâhire mutlak şâhid olan. Âdil, hakça, samimî ve i'tibar edilir Şâhid.. Hakkı isbatta ilmen ve şühûden hükme beyyine olan. İlminden asla bir şey kaybolmayan, herşey ilminde hazır olan ALLAHu zü'L-CELÂL..


Resim
136- Eş Şâhidu celle celâluhu:


Eş Şâhidu : Halkettiği küllî şeyy için olmuş, olan ve olacakta mutlak Şâhid olan ALLAHu zü'L-CELÂL. Herkese ve herşeye; her zaman, her yerde, her hâlde ve hernefeste zâhire mutlak şâhid olan. Âdil, hakça, samimî ve i'tibar edilir Şâhid olmaya hak sahibi.. Hakkı isbatta ilmen ve şühûden hükme beyyine olan. İlminden asla bir şey kaybolmayan, herşey ilminde hazır olan ALLAHu zü'L-CELÂL..


Resim
137- El Meşhûdu celle celâluhu:


El Meşhûdu : Kafa Gözü basarla sonsuz eserlerinde görünen ve seyredilen, Gönül Gözü basiretle en içten hissedilip bizzât bilinen ve şehâdet edilen mutlak GÖrücü ALLAHu zü’l- CELÂL..


Eş Şâhid; ALLAHu zü’l- CELÂL, insan için AKLından dolayı izafî olduğu halde gerçek sandığı Zaman ve Mekânda, ZÂTen Hâzırdır ve Nâzırdır. Yüce Yaratanımız ALLAH celle celâlihu, Şe’ÂNULLAHta her ÂN yeniden Yaratmakta olduğu KüLLî ŞEYy’e Mutlak Sahib ALLAHu zü’l- CELÂLdir..

Eş Şehîd; ALLAHu zü’l- CELÂL, insan için AKLından dolayı izafî olduğu halde gerçek sandığı Zaman ve Mekânda, ZÂTen Hâzırdır ve Nâzırdır. Yüce Yaratanımız ALLAH celle celâlihu, Şe’ÂNULLAHta her ÂN yeniden Yaratmakta olduğu KüLLî ŞEYy’e Mutlak Sahibdir ve de fiilen uygulayıcısı ve uygulatanı ALLAHu zü’l- CELÂLdir.
Tıpkı Âlim ve Alîm esmâları gibidirler..

El Meşhûd; Eserleri KüLLî ŞEYy’de görülüp seyredilen ALLAHu zü’l- CELÂLdir…


Resim

“Şehede” kökünden türemiş olan Eş Şehîd ALLAH celle celâlihu ismi, her şeye Şâhid olan, gözetleyici ve bilen anlamlarına gelmektedir..

Şehîd; Her olaya ve hadiseye bizzat şâhid olan, tanık olandır.
Şehîd; Mekanî bir yakınlık olmadan her şeyin iç yüzüne vakıf olandır.
Şehîd; Her yerde hazır ve nâzır olandır..


Şehude: Şâhidlik yapmak.
Şehade: Bir meclisde hazır olmak. İdrak etmek. Muttâli olmak.
Şâhid: Şâhid olan, delil.
Şehâdet: Şehâdet, ikrâr, ikrâr edilen şey, delil.
Alemü'ş- Şehâdet: Gayb Âleminin karşıtı olan Hâl-i hazır Âlem.
Meşhûd.: Görünen. Şehadet edilen.


Şehîd, kelime mânâsıyla: “En ileri derecede Şâhid, En büyük Şâhid” mânâsına gelir ve sâhib olduğu Şehâdetine Fiilen Yaratır ve YAŞAtır..

Resim

Eş Şehîd ALLAH celle celâlihu, ilminden asla bir şey kaybolmayan, bütün soyut somut herbir şeyler İLMinde hazır olan ALLAHu zü’L- CeLÂL demektir..

ALLAHu zü’L- CeLÂL;
AÇık Gizli her Şeyi BİLici El ALîm ALLAH celle celâlihu,
AÇık Gizli her Şeyden haberdâr El Habîr ALLAH celle celâlihu,
AÇık Gizli her Şeye şâhid olması açısından da Eş Şehîd ALLAH celle celâlihudur..
ŞEHÎD; Hazır olan, idrak eden, şâhid olan, görerek, işiterek bilen sözlük mânâlarını ifâde eder..

“Şâhede” kökünden türemiş olan eş Şehîd ismi, her şeye Şâhid olan, gözetleyici ve bilen anlamlarına gelmektedir..
Eş Şâhidu celle celâlihu ve El Meşhûdu İsimleri de aynı köktendir.

Eş Şehîdu celle celâlihu, Eş Şâhidu celle celâlihu ve El Meşhûdu İsimleri; NÛRundan yaratmakta olduğu KüLLî ŞEYy’i BizZâtihi Şâhidi olduğunu beyân eden isimlerden sübütî mânâda Şe'NuLLaH'a şâhid olan ALLAHu zü’l- CELÂL’i nitelendiren İsimlerdendir..

Şehîd ismi; ALLAHu zü’l- CELÂL’in mutlak ilmi ile bildiği, iç tarafından, başkalarının müşahâdesinin mümkün olmadığı yanlarından El Habîr ismi ile haberdâr olduğu varlık ve olayların zâhirini, gizli de olsa müşahâdeye açık olan yanlarını bizzat müşahâde edip, şâhid olmasını ifâde eder. Alîm, Habir, Şehîd olarak Esmâ-i Hüsnâ da mevcud, hemen hemen aynı mânâyı ifâde eden, ALLAHu zü’l- CELÂL’in bu üç ismi arasındaki farkı,
İmam-ı Gazali radiyallahu anhu şöyle ifâde eder: “İlim mutlak olarak nazar-ı itibâra alındığında, ALLAH celle celâlihu Alîmdir. Gabya izâfe edildiğinde ALLAH celle celâlihu Habîr dir. Zahirî işlere izâfe edildiğinde ALLAH celle celâlihu Şehîd dir.” (Maksadü’l- Esmâ)

ALLAHu zü’l- CELÂL’in bizzât görmesi, işitmesi sûretiyle şâhid olmasının dışında, hiçbir varlık, hiçbir hareket, hiçbir olay ve faaliyet olamaz. ALLAH celle celâlihu insan AKLı için, ÂNıldığı ÂNda Hazır ve Nâzırdır.
Her NEFS/İnsan, herkesten uzak, beşerî müşâhedenin tamamı ile dışında, her nerede, her ne HÂL içinde olursa olsun, ALLAHu zü’l- CELÂL’in müşâhedesi dahilindedir.

Bir yerde olmaktan münezzeh ALLAHu zü’l- CELÂL, dünya, gezegenler, galaksiler, galaksi sistemlerinde ki kâinâtın tamamında meydana gelen olayları aynı ÂNda Yaratandır ki, ZERREsi-KÜRResi müşâhedesi altındadır..


وَللّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَانَ اللّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُّحِيطًا
Resim--- "Ve lillâhi mâ fî’s- semâvâti ve mâ fî’l- ard (ardı). Ve kânallâhu bi kulli şey’in muhîtâ (muhîtan).: Göklerde ve yerde ne varsa tümü Allah'ındır. Allah, her şeyi kuşatandır.” (Nisâ 4/126)

الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَاللَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ
Resim--- "Ellezî lehu mulku’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), vallâhu alâ kulli şey’in şehîd (şehîdun).: Ki O (Allah), göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Allah, her şeyin üzerinde ŞÂHİD olandır.” (Burûc 85/9)

KeLÂMuLLAHı DUYup, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e UYup, KULLuk İmtihÂNı gereği Hayır ve Şerr TERCİHinin KULdan, YARATılmasının mutlaka ALLAHu zü’L- CeLÂL’den olduğuna imÂN İslâmın şartıdır..

“Şuhûd” ve “şehâdet” masdarı asılda, “huzur/hazırlanma” demektir. ŞEHÂDET bir nesnenin hakikatine müttâli/haberli ki, bilgisi olan ve kesin şekilde bilmek mânâsınadır.
“Kafa Gözüyle AzametuLLAHı Basar ve Kalb GÖZüyle KudretuLLAHı Basîretle müşâhede etmek” demek olur ki, bu Tahkik İLİMdir. Şuhûd ise, bir yerde hazır olmaktır ki, orada bulunmamak karşıtıdır.

“Şehîd”, kelime olarak ya ism-i fâilin mübâlağası ya da ism-i mef’uldür. ALLAHu TeÂLÂ’nın her şeyi gözleyip bildiğini, “Şâhid” olduğunu, hiçbir şeyin kendisinden gizli kalmadığını, “Meşhûd” olduğunu belirtir.

Şehîd, bir olayın vukuu sırasında orada bulunup gerçekleşmesine bizzat tanık olan kimse anlamındaki şâhid’in mübalağa şeklidir. Bir olaya şâhid olmak öncelikle olayın gerçekleştiği mekânda hazır bulunma düşüncesini akla getirir. Şâhidliği diğer bilme türlerinden ayıran özellik de esasen bu olayın gerçekleştiği yerde bulunma/huzurda HAZIR OLma ÖZelliğidir. Bilmek mutlak olarak düşünüldüğünde ALLAHu zü’L- CeLÂL, El Alîm, gaybla ilgili olarak düşünüldüğünde Habîr, zâhirî durumlarıyla ilgili düşünüldüğündeyse de Şehîd olarak nitelendirilir..

“ALLAH celle celâlihu, Her yerde, Her zaman, Her HÂLde ve Her Nefeste hâzır ve nâzırdır” ifâdesi bu hazır bulunmayı ve O’nun her şeye yakınlığının aynı, eşit olduğunu beyan eder. Bu AKREB/yakınlıktan ötürü yapılan her işi görmekte ve her sözü işitmektedir..

Şâhid, bir hakkı isbatla şehâdetine yani orada hazır bulunmaktan hasıl olan bir yolla edindiği bilgisi dolayısıyla vereceği habere müracaat olunan ve hükme beyyine/delil kabul edilen kimsedir. Şâhid, âdil ve hakkı söyler, sözü dinlenilir ve muteber bir kimse olur. Bu münâsebet dolayısıyla fiil ve hal itibariyle örnek kabul edilen, kendisine uyulan ve önde giden kimselere de “şâhid” denilir.

Göz ile BAKmak ve Kalb ile GÖRmek/BİLmek arasında sıkı bir bağlantı vardır. Bir şeye delâlet de o şeye şâhidlik olarak adlandırılır. Çünkü bu delâlet kendisiyle şâhidin, şâhid vasfını kazandığı bir şeydir. Bir şeyi haber veren, durumunu ortaya koyan o şeyin delili sayıldığı için bu şeyi haber veren kişi de “şâhid” diye adlandırılır.

ALLAHu zü’L- CeLÂL’in şâhid olmadığı şehâdet bulunamaz. ALLAHu TeÂLÂ şâhid tutulmadan hiçbir şehâdet yapılamaz. ALLAH celle celâlihudan büyük şâhid tasavvur olunamaz. ALLAHu zü’L- CeLÂL’in şehâdeti de bahşettiği yakinî ilimle zâhir olur. Bu İlm-i Yakîn de HAKk TeÂLÂ’nın her yerde hâzır ve nâzır olduğudur. Şâhidliğin edâsı, yerinegetirilmesi de aslında bu ilmi/bilgiyi haber vermekten ibarettir..

Şâhid, bir başkasının diğeri aleyhine hakkını ihbar edene denir. Başkasının kendi aleyhindeki hakkını haber vermeye ikrâr, kendisin diğeri aleyhindeki hakkını haber vermeye, taleb etmeye “davâ” denilir.

Şehâdet huzurî bir ilimle, orada olmaktan kaynaklanan yakînen bildiği bir şeyi HAKk TeÂLÂ’nın huzurunda bulunduğu kanaatiyle dosdoğru haber vermektir. Bundan dolayı fâkihler: “Şehâdet, yemin mânâsını da içine alan çok özel bir haber vermektir” demişlerdir.
Şehîd, fî-SebiluLLAH/Karşılıksız ve sadece Allah rızası için savaşırken katledilen kimseye de “Şehîd” denilir.
Bunlara “Şehîd” ismi verilmesi şu sebebler dolayısıyla olabilir:

1-) Onların gaslinde veya naklinde rahmet melekleri hazır bulunurlar.. meşhûd..
2-) HAKk TeÂLÂ ve melekler onun cennet ile ni’metlenmesi hususunda şâhid olmuşlardır.. meşhûd..
3-) Kıyamet günü geçmiş ümmetler hakkında şâhidlikleri istenecek ümmettendirler.. meşhûd..
4-) Mütessir olarak arz üzerine düşerler..şâhid..
5-) Vefât etmeyip Huzur-ı İlâhide HerÂN HAYY/DİRİ ve hazır bulunurlar..şâhid..
6-) Mülk ve Melekût Âlemini müşâhede ederler..şâhid..

Sufîlere göre şuhûd, KULun Nefsini; Her yerde, Her zaman, Her HÂLde ve Her Nefeste Şahdamarından da AKRABa olan RABBısıTeÂLÂ’nı HUZURunda HAZıR BİLip, BULup, OLup vede YAŞAmasıdır.. CihÂNda, CÜMLLe İle CEMMü’L- CEMde KULLuk BİZ BİR-İzliğini HAZZetmesidir..
Bu MuhaMMedî ÖZELLik ve GÜZELLik ise ÜMMet-i MuhaMMed’e bahşedilen bir LutfuLLAH ve İhsÂNuLLAHtır ki, onlar;
HAKk’ın Halkı İçinde HAKk TeÂLÂ İLe-BİLedirler. Hak söyler, âdil, müstakîm, ahlâkının güzelliğiyle ilim ve irfânıyla mümtaz, şâhid kabul edilmeye lâyık, merkezi bir câzibe/Merkez Çekiş önderliğine haiz, kendilerine uyulan, önde giden bir CÂNda CÂNÂN Cemaatı ve tam mânâsıyla âdil bir ümmettir.. Diğer ümmetler arasında ÜMMet-i MuhaMMed’in ayrıca böyle bir görevi de vardır. Bu görev unutulmamalıdır. Çünkü onun Peygamberi Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, harekât ve sekenâtında MutLak Şâhid ve MutLakİmam ve Numune-yi İmtisâl eşsiz bir örnek oldunu BİLerek DUYup Uyması şarttır..


وَكَذَلِكَ جَعَلْنَاكُمْ أُمَّةً وَسَطًا لِّتَكُونُواْ شُهَدَاء عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَهِيدًا وَمَا جَعَلْنَا الْقِبْلَةَ الَّتِي كُنتَ عَلَيْهَا إِلاَّ لِنَعْلَمَ مَن يَتَّبِعُ الرَّسُولَ مِمَّن يَنقَلِبُ عَلَى عَقِبَيْهِ وَإِن كَانَتْ لَكَبِيرَةً إِلاَّ عَلَى الَّذِينَ هَدَى اللّهُ وَمَا كَانَ اللّهُ لِيُضِيعَ إِيمَانَكُمْ إِنَّ اللّهَ بِالنَّاسِ لَرَؤُوفٌ رَّحِيمٌ
Resim--- "Ve kezâlike cealnâkum ummeten vasatan li tekûnû şuhedâe ale’n- nâsi ve yekûne’r- resûlu aleykum şehîdâ (şehîden), ve mâ cealnâ’l- kıbletelletî kunte aleyhâ illâ li na’leme men yettebiu’r- resûle mimmen yenkalibu alâ akibeyh (akibeyhi), ve in kânet le kebîreten illâ alellezîne hedallâh (hedallâhu) ve mâ kânallâhu li yudîa îmânekum innallâhe bi’n- nâsi le raûfun rahîm (rahîmun).: Ve işte böylece insanların üzerine (hak) şâhidler olmanız için Biz, sizi vasat (ikisi arasında) (hayırlı ve faziletli) bir ümmet kıldık. Resûl de sizin üzerinize ŞÂHİD olsun.Ve Biz, sadece Resûl’e uyanı, topukları üzerinde geriye dönenden ayırıp bilmemiz (belirtmemiz) için, halen o üzerine (yönelmekte) olduğunuz (Kâbe’yi) kıble yaptık. Ve bu, elbette zor bir iştir, ancak Allah’ın hidâyete erdirdiği kimseler hariç (bu onlara zor gelmez). Ve Allah sizin îmânınızı zayi edecek değildir. Muhakkak ki Allah, insanlara çok şefkatlidir, merhametlidir.” (Bakara 2/143)

MuhaMMedî ŞûuRu BİLen,
MuhaMMedî NûuRu BULan,
MuhaMMedî SüRûRda OLan
MuhaMMedî o-NûRu YAŞAyıp da,


Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemi DUYup UYan Tahkik MuhaMMedî Mü’minler için ŞEHÂDetin ÖNemini;

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Yalan şehâdet Allah'a şirkle bir tutulmuştur!" buyurdu ve şu âyeti okudu. (Meâlen): "...Putlara tapmak gibi bir pislikten ve yalan sözden de kaçının." (Hâcc 30). buyurmuştur.
(Eymen İbnu Hureym İbni Fâtik radiyallahu anhu’dan; Tirmizi, Şehâdât 3, (2300, 2301); Ebu Dâvûd, Akdiye 15, (3599); İbnu Mâce, Ahkâm 32, (2372))

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Yalan şehâdet ALLAH celle celâlihu’ya şirk koşmakla denk tutulmuştur” buyurdu ve şu âyeti okudu.:

ذَلِكَ وَمَن يُعَظِّمْ حُرُمَاتِ اللَّهِ فَهُوَ خَيْرٌ لَّهُ عِندَ رَبِّهِ وَأُحِلَّتْ لَكُمُ الْأَنْعَامُ إِلَّا مَا يُتْلَى عَلَيْكُمْ فَاجْتَنِبُوا الرِّجْسَ مِنَ الْأَوْثَانِ وَاجْتَنِبُوا قَوْلَ الزُّورِ
Resim--- "Zâlike ve men yuazzım hurumâtillâhi fe huve hayrun lehu inde rabbihî, ve uhıllet lekumu’l- en’âmu illâ mâ yutlâ aleykum fectenibû’r- ricse mine’l- evsâni vectenibû kavle’z- zûr (zûri).: İşte böyle, kim Allah’ın haramlarına (yasaklarına) hürmet ederse, o zaman bu, Rabbinin katında kendisi için hayırlıdır. Ve size okunanlar (yasak olduğu bildirilen hayvanlar) hariç, hayvanlar size helâl kılındı. Artık putların pisliğinden ve yalan sözden içtinâb edin (kaçının).” (Hac 22/30)

حُنَفَاء لِلَّهِ غَيْرَ مُشْرِكِينَ بِهِ وَمَن يُشْرِكْ بِاللَّهِ فَكَأَنَّمَا خَرَّ مِنَ السَّمَاء فَتَخْطَفُهُ الطَّيْرُ أَوْ تَهْوِي بِهِ الرِّيحُ فِي مَكَانٍ سَحِيقٍ
Resim--- "Hunefâe lillâhi gayra muşrikîne bihî, ve men yuşrik billâhi fe ke ennemâ harra mine’s- semâi fe tahtafuhut tayru ev tehvî bihi’r- rîhu fî mekânin sahîk (sahîkın).: Hanifler (tek Allah’a teslim olan kullar), onunla (putlarla), O’na şirk koşmayanlardır. Ve kim Allah’a şirk koşarsa o taktirde sanki o, gökyüzünden düşmüş de böylece onu, kuş kapmış gibi veya rüzgâr, onu uzak bir mekâna (yere) atmış gibidir.” (Hac 22/31)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem devamla: "Pis putlardan kaçının, yalan sözden kaçının. ALLAH celle celâlihu’ya ortak koşmaksızın O’nu birleyenler olun!.” buyurmuştur.
(Kütübü Sitte Trc. 14/112)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

ResimKÛN/eş Şehîd =>feyeKÛN/Şe’ÂN ŞeYyLeri Meşhûdu..

ALLAH celle celâluhu Küllî Şeyi, olayı, zamanı ve zannı gören eş Şehîd celle celâluhudur:

وَالْوَالِدَاتُ يُرْضِعْنَ أَوْلاَدَهُنَّ حَوْلَيْنِ كَامِلَيْنِ لِمَنْ أَرَادَ أَن يُتِمَّ الرَّضَاعَةَ وَعلَى الْمَوْلُودِ لَهُ رِزْقُهُنَّ وَكِسْوَتُهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ لاَ تُكَلَّفُ نَفْسٌ إِلاَّ وُسْعَهَا لاَ تُضَآرَّ وَالِدَةٌ بِوَلَدِهَا وَلاَ مَوْلُودٌ لَّهُ بِوَلَدِهِ وَعَلَى الْوَارِثِ مِثْلُ ذَلِكَ فَإِنْ أَرَادَا فِصَالاً عَن تَرَاضٍ مِّنْهُمَا وَتَشَاوُرٍ فَلاَ جُنَاحَ عَلَيْهِمَا وَإِنْ أَرَدتُّمْ أَن تَسْتَرْضِعُواْ أَوْلاَدَكُمْ فَلاَ جُنَاحَ عَلَيْكُمْ إِذَا سَلَّمْتُم مَّآ آتَيْتُم بِالْمَعْرُوفِ وَاتَّقُواْ اللّهَ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
Resim--- "Vel vâlidâtu yurdı’ne evlâdehunne havleyni kâmileyni li men erâde en yutimmer radâah(radâate), ve alel mevlûdi lehu rızkuhunne ve kisvetuhunne bil ma’rûf(ma’rûfi), lâ tukellefu nefsun illâ vus’ahâ, lâ tudârra vâlidetun bi veledihâ ve lâ mevlûdun lehu bi veledihî ve alel vârisi mislu zâlik(zâlike), fe in erâdâ fısâlen an terâdın min humâ ve teşâvurin fe lâ cunâha aleyhimâ ve in eradtum en testerdıû evlâdekum fe lâ cunâha aleykum izâ sellemtum mâ âteytum bil ma’rûf(ma’rûfi), vettekullâhe va’lemû ennellâhe bi mâ ta’melûne basîr (basîrun).: Emzirmeyi tamamlamak isteyenler için anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler. Onların (annelerin) yiyeceği, giyeceği bilinen (örf)e uygun olarak, çocuk kendisinin olana (babaya) aittir. Kimseye güç yetireceğinin dışında (yük ve sorumluluk) teklif edilmez. Anne, çocuğu, çocuk kendisinin olan baba da çocuğu dolayısıyla zarara uğratılmasın; mirâsçı üzerinde (ki sorumluluk ve görev) de bunun gibidir. Eğer (anne ve baba) aralarında rizâ ile ve danişârak (çocuğu iki yıl tamamlanmadan) sütten ayırmayı isterlerse, ikisi için de bir güçlük yoktur. Ve eğer çocuklarınızı (bir süt anneye) emzirtmek isterseniz, vereceğinizi örfe uygun olarak ödedikten sonra size bir sorumluluk yoktur. Allah'tan korkup sakının ve bilin ki, Allah yaptıklarınızı görendir.” (Bakara 2/233)

ALLAH celle celâluhu Küllî Şeyi, Şe’ÂN Küllî ŞeYYLeri her ÂN yeniden yaratan eşsiz ŞÂHİD celle celâluhudur.:

سْأَلُهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِي شَأْنٍ
Resim--- “Yes’ eluhu men fis semâvâti vel ard(ardı), kulle yevmin huve fî şe’nin.: Göklerde ve yerde olanlar, O'ndan isterler (dilerler). O hergün (her an) bir şe'n (ayrı bir tecellî, yeni bir oluş) üzerindedir.” (Rahmân 55/29)

يَوْمَ هُم بَارِزُونَ لَا يَخْفَى عَلَى اللَّهِ مِنْهُمْ شَيْءٌ لِّمَنِ الْمُلْكُ الْيَوْمَ لِلَّهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ
Resim--- "Yevme hum bârizûn(bârizûne) lâ yahfâ alâllâhi min hum şey’un, li menil mulku’l- yevm(yevme), lillâhi’l- vâhidi’l- kahhâr: O gün, orta yere çıkarlar. Onlardan hiçbir şey Allah'a karşı gizli kalmaz. (Allah sorar:) "Bugün mülk kimindir? Bir olan, Kahhâr olan Allah'ındır." (Mü’min 40/16)

Elbette ALLAHu zü’L- CeLÂL’in Şehâdeti ZÂTına mahsus ve mutlaktır. Hiçbir yatattığıyla kıyaslanamaz;

الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَاللَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ
Resim--- "Ellezî lehu mulku’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), vallâhu alâ kulli şey’in şehîd (şehîdun).: Ki O (Allah), göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Allah, her şeyin üzerinde ŞÂHİD olandır.” (Burûc 85/9)

ALLAHu zü’L- CeLÂL; Mutlak Şâhiddir çünkü, KüLLîŞEyy’i çepeçevre kuşatmıştır.“Gökte ve yerde olan her şey Allah’a aittir. Ve O her şeyi kuşatmıştır.”

وَللّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَانَ اللّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُّحِيطًا
Resim--- "Ve lillâhi mâ fî’s- semâvâti ve mâ fî’l- ard (ardı). Ve kânallâhu bi kulli şey’in muhîtâ (muhîtan).: Göklerde ve yerde ne varsa tümü Allah'ındır. Allah, her şeyi kuşatandır.” (Nisâ 4/126)

Eş Şehîd celle celâlihu ismi Kur’ÂN-ı Kerîmde 35 âyette geçmektedir. Bunların 20’si ALLAHu zü’L- CeLÂL'e, haber ve sıfat olarak izâfe edilmiştir ki, harf-i târifli elif-lâmlı/mârife) olarak gelmemiştir..

Kur’ÂN-ı Kerîm-ı Kerîmde Şehîd ismi, isim sigası ile 19 âyette geçmektedir. Bunlar da şu âyetlerdir:

Bakara 2/143,233; Âl-i İmrân 3/18,98; Nisâ 4/1,33,41,79,126,135,166; Mâide 5/117; En’âm 6/19; Yûnus 10/29,46; Ra’d 13/43; İsrâ 17/96; Kehf 18/51; Enbiyâ 21/78; Hacc 22/17,30,31,78; Ankebût 29/52; Secde 32/6; Ahzâb 33/45,55; Sebe’ 34/47; Zümer 39/36; Mü’min 40/16; Fussilet 41/20,53; Ahkâf 46/8; Fetih 48/8,28; Rahmân 55/29; Mücâdele 58/6; Haşr 59/22; Münâfıkûn 63/1; Burûc 85/3,9..


وَلِكُلٍّ جَعَلْنَا مَوَالِيَ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالأَقْرَبُونَ وَالَّذِينَ عَقَدَتْ أَيْمَانُكُمْ فَآتُوهُمْ نَصِيبَهُمْ إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدًا
Resim--- "Ve li kullin cealnâ mevâliye mimmâ terake’l- vâlidâni ve’l- akrabûn (akrabûne). Vellezîne akadet eymânukum fe âtûhum nasîbehum. İnnallâhe kâne alâ kulli şey’in şehîdâ (şehîden).: Ve ana- babanın ve yakın akrabaların bıraktıklarından, herkesi mirascı kıldık. Ve artık, yeminlerinizin bağlandığı kimselere de paylarını verin. Muhakkak ki Allah herşeye ŞÂHİDdir.” (Nisâ 4/33)

لَّكِنِ اللّهُ يَشْهَدُ بِمَا أَنزَلَ إِلَيْكَ أَنزَلَهُ بِعِلْمِهِ وَالْمَلآئِكَةُ يَشْهَدُونَ وَكَفَى بِاللّهِ شَهِيدًا
Resim--- "Lâkinillâhu yeşhedu bi mâ enzele ileyke enzelehu bi ılmihî, ve’l- melâiketu yeşhedûn (yeşhedûne). Ve kefâ billâhi şehîdâ (şehîden).: Öyle ki, Allah sana indirdiği şeyi (Kur’ÂN’ı), kendi ilmi ile indirdiğine şâhidlik eder. Ve melekler de şâhidlik ederler. Ve Allah ŞÂHİD olarak kâfidir.” (Nisâ 4/166)

مَا قُلْتُ لَهُمْ إِلاَّ مَا أَمَرْتَنِي بِهِ أَنِ اعْبُدُواْ اللّهَ رَبِّي وَرَبَّكُمْ وَكُنتُ عَلَيْهِمْ شَهِيدًا مَّا دُمْتُ فِيهِمْ فَلَمَّا تَوَفَّيْتَنِي كُنتَ أَنتَ الرَّقِيبَ عَلَيْهِمْ وَأَنتَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ
Resim--- "Mâ kultu lehum illâ mâ emertenî bihî eni’budûllâhe rabbî ve rabbekum, ve kuntu aleyhim şehîden mâ dumtu fîhim, fe lemmâ teveffeytenî kunte ente’r- rakîbe aleyhim ve ente alâ kulli şey’in şehîd (şehîdun).: Onlara, bana emrettiğin: “Benim de Rabb'im, sizin de Rabb'iniz olan Allah'a kul olmaları”ndan başka birşey söylemedim. Onların arasında bulunduğum sürece, onların üzerlerine şâhid oldum. Fakat beni vefat ettirince (aralarından alınca) onların üzerine gözetleyici Sen oldun. Ve Sen herşeye ŞÂHİDsin.” (Mâide 5/117)

قُلْ أَيُّ شَيْءٍ أَكْبَرُ شَهَادةً قُلِ اللّهِ شَهِيدٌ بِيْنِي وَبَيْنَكُمْ وَأُوحِيَ إِلَيَّ هَذَا الْقُرْآنُ لأُنذِرَكُم بِهِ وَمَن بَلَغَ أَئِنَّكُمْ لَتَشْهَدُونَ أَنَّ مَعَ اللّهِ آلِهَةً أُخْرَى قُل لاَّ أَشْهَدُ قُلْ إِنَّمَا هُوَ إِلَهٌ وَاحِدٌ وَإِنَّنِي بَرِيءٌ مِّمَّا تُشْرِكُونَ
Resim--- "Kul eyyu şey’in ekberu şehâdeten, kulillâhu şehîdun, beynî ve beynekum ve ûhiye ileyye hâzâl kur’ânu li unzirakum bihî ve men belag (belaga), e innekum le teşhedûne enne meallâhi âliheten uhrâ, kul lâ eşhed (eşhedu), kul innemâ huve ilâhun vâhidun ve innenî berîun mimmâ tuşrikûn (tuşrikûne).: “Hangi şey ŞÂHİD olarak en büyüktür?” de. “Benimle sizin aranızda Allah ŞÂHİDdir. Bu Kur’ân bana, onunla, sizi ve kime ulaşırsa onu, uyarmam için vahyolundu. Siz, muhakkak Allah ile beraber başka ilâhların olduğuna gerçekten ŞÂHİDlik ediyor musunuz? Ben ŞÂHİDlik yapmam.” de. “O, sadece tek bir ilâhtır. Muhakkak ki ben, sizin şirk koştuklarınızdan uzağım.” de.” (En’âm 6/19)

فَكَفَى بِاللّهِ شَهِيدًا بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ إِن كُنَّا عَنْ عِبَادَتِكُمْ لَغَافِلِينَ
Resim--- "Fe kefâ billâhi şehîden beynenâ ve beynekum in kunnâ an ibâdetikum le gâfilîn (gâfilîne).: Artık ŞÂHİD olarak bizim ve sizin (bizimle sizin) aranızda Allah kâfidir. Biz, sizin ibadetinizden gerçekten gâfildik (habersizdik).” (Yûnus 10/29)

وَإِمَّا نُرِيَنَّكَ بَعْضَ الَّذِي نَعِدُهُمْ أَوْ نَتَوَفَّيَنَّكَ فَإِلَيْنَا مَرْجِعُهُمْ ثُمَّ اللّهُ شَهِيدٌ عَلَى مَا يَفْعَلُونَ
Resim--- "Ve immâ nurîyenneke ba’dellezî naıduhum ev neteveffeyenneke fe ileynâ merciuhum summallâhu şehîdun alâ mâ yef’alûn (yef’alûne).: Ama sana, onlara vaadettiğimizin bir kısmını göstersek veya seni vefat ettirsek de o zaman (sonunda) onların dönüşü, Bizedir. Sonra Allah, onların yaptığı şeylere de ŞÂHİDdir.” (Yûnus 10/46)

وَيَقُولُ الَّذِينَ كَفَرُواْ لَسْتَ مُرْسَلاً قُلْ كَفَى بِاللّهِ شَهِيدًا بَيْنِي وَبَيْنَكُمْ وَمَنْ عِندَهُ عِلْمُ الْكِتَابِ
Resim--- "Ve yekûlullezîne keferû leste murselâ (murselen), kul kefâ billâhi şehîden beynî ve beynekum ve men indehu ilmul kitâb (kitâbi).: Ve kâfirler: “Sen, resûl olarak gönderilmiş değilsin.” derler. De ki: “Allah ve kitabın ilmi yanında olanlar, benimle sizin aranızda ŞÂHİD olarak kâfidir.” (Ra’d 13/43)

قُلْ كَفَى بِاللَّهِ بَيْنِي وَبَيْنَكُمْ شَهِيدًا يَعْلَمُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالَّذِينَ آمَنُوا بِالْبَاطِلِ وَكَفَرُوا بِاللَّهِ أُوْلَئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ
Resim--- "Kul kefâ billâhi beynî ve beynekum şehîdâ (şehîden), ya’lemu mâ fî’s- semâvâti ve’l- ard(ardı), vellezîne âmenû bi’l- bâtılı ve keferû billâhi ulâike humu’l- hâsirûn (hâsirûne).: De ki: "Sizinle benim aramda ŞÂHİD olarak Allah, kâfidir. Göklerde ve yerde ne varsa bilir." Batıla inananlar ve Allah’ı inkâr edenler, işte onlar hüsranda olanlardır.” (Ankebût 29/52)

لَّا جُنَاحَ عَلَيْهِنَّ فِي آبَائِهِنَّ وَلَا أَبْنَائِهِنَّ وَلَا إِخْوَانِهِنَّ وَلَا أَبْنَاء إِخْوَانِهِنَّ وَلَا أَبْنَاء أَخَوَاتِهِنَّ وَلَا نِسَائِهِنَّ وَلَا مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُنَّ وَاتَّقِينَ اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ كَانَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدًا
Resim--- "Lâ cunâha aleyhinne fî âbâihinne ve lâ ebnâihinne ve lâ ihvânihinne ve lâ ebnâi ihvânihinne ve lâ ebnâi ehavâtihinne ve lâ nisâihinne ve lâ mâ meleket eymânuhunne, vettekînallâh (vettekînallâhe), innallâhe kâne alâ kulli şey’in şehîdâ (şehîden).: (Peygamber Eşleri’nin); babalarına, oğullarına, kardeşlerine, erkek kardeşlerinin oğullarına, kız kardeşlerinin oğullarına, kadınlara ve ellerinin (altında) malik oldukları (câriyelere) görünmeleri hususunda, onların üzerine günah yoktur. Allah’a karşı takvâ sahibi olun. Muhakkak ki Allah, herşeye ŞÂHİDdir.” (Ahzâb 33/55)

قُلْ مَا سَأَلْتُكُم مِّنْ أَجْرٍ فَهُوَ لَكُمْ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى اللَّهِ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ
Resim--- "Kul mâ seeltukum min ecrin fe huve lekum, in ecriye illâ alâllâhi, ve huve alâ kulli şeyin şehîd (şehîdun).: De ki: "Ben sizden bir ecir (ücret) istemedim. Öyleyse o (ecriniz) sizin olsun. Benim ecrim sadece Allah’a aittir. Ve O, herşeye ŞÂHİDdir." (Sebe’ 34/47)

أَمْ يَقُولُونَ افْتَرَاهُ قُلْ إِنِ افْتَرَيْتُهُ فَلَا تَمْلِكُونَ لِي مِنَ اللَّهِ شَيْئًا هُوَ أَعْلَمُ بِمَا تُفِيضُونَ فِيهِ كَفَى بِهِ شَهِيدًا بَيْنِي وَبَيْنَكُمْ وَهُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ
Resim--- "Em yekûlûnefterâhu, kul inifteraytuhu fe lâ temlikûne lî minallahi şey’â (şey’en), huve a’lemu bi mâ tufîdûne fîhi, kefâ bihî şehîden beynî ve beynekum ve huve’l- gafûru’r- rahîm (rahîmu).: Yoksa “Onu uydurdu.” mu diyorlar? De ki: “Eğer onu ben uyduruyorsam, o taktirde Allah’tan bana gelecek bir şeye siz mani olamazsınız. O, O’nun (Kur’ân) hakkında daldığınız şeyleri (yaptığınız iftiraları) en iyi bilir. Benimle sizin aranızda O’na (Kur’ân-ı Kerim’e) ŞÂHİD olarak O (Allah) yeter. Ve O; Gafur’dur, Rahîm’dir.” (Ahkâf 46/8)

هُوَ الَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ وَكَفَى بِاللَّهِ شَهِيدًا
Resim--- "Huvellezî ersele resûlehu bi’l- hudâ ve dîni’l- hakkı li yuzhirahu alâd dîni kullihî, ve kefâ billâhi şehîdâ (şehîden).: O’dur ki, Resûl’ünü hidayetle ve hak dîn ile bütün dînlere izhar etmesi (açıklaması) için gönderdi ve ŞÂHİD olarak Allah yeter.” (Fetih 48/28)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim Kur'ÂN-ı Kerîm Buyruklarınca;

1-) ALLAHu zü’L- CeLÂL, kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmadığına şâhidlik eder:

شَهِدَ اللّهُ أَنَّهُ لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ وَالْمَلاَئِكَةُ وَأُوْلُواْ الْعِلْمِ قَآئِمَاً بِالْقِسْطِ لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
Resim--- "Şehîdallâhu ennehû lâ ilâhe illâ huve, vel melâiketu ve ulûl ilmi kâimen bil kıst (kıstı), lâ ilâhe illâ huve’l- azîzu’l- hakîm (hakîmu).: Allah, şehâdet (şâhidlik) etti: Muhakkak ki O'ndan başka ilâh yoktur. Melekler ve ilim sahibleri de adaletle kâim oldular (şâhid oldular) ki, O'ndan başka ilâh yoktur, (O) Azîz'dir, Hakîm'dir.” (Âl-i İmrân 3/18)

Bu Âyet-i Celîledeki Şehâdet-İlâhiyenin mânâsı;

1-) Bir hakkı nasıl olursa olsun bildirmek, beyan ve ızhâr etmek,
2-) Delilleriyle ortaya çıkarmak, isbat etmek,
3-) Şuhûdî ilimle hükmetmek.. demektir…

Er Rakîb/dâimâ görüp kontrol eden, gözeten ALLAH celle celâlihu..
Eş Şehîd/ KüLLîŞEyy İlminde olan ve İlminden asla birşey kaybolmayan, bütün şeyler ilminde hazır olan ALLAH celle celâlihu..

Er Rakîb ve Eş Şehîd İsimleri EŞ Anlamlıdırlar.:

Müşâhid.: Gören, seyreden. Görmekle tetkik eden.
Mürakıb: Murakabe eden. Teftiş ve kontrol eden kimse. Hıfzeden. ALLAH celle celâlihu'ya bağlanmış olan..


يَا أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُواْ رَبَّكُمُ الَّذِي خَلَقَكُم مِّن نَّفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالاً كَثِيرًا وَنِسَاء وَاتَّقُواْ اللّهَ الَّذِي تَسَاءلُونَ بِهِ وَالأَرْحَامَ إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَقِيبًا
Resim--- "Yâ eyyuhâ’n- nâsuttekû rabbekumullezî halakakum min nefsin vâhidetin ve halaka minhâ zevcehâ ve besse minhumâ ricâlen kesîran ve nisââ (nisâen), vettekûllâhellezî tesâelûne bihî ve’l- erhâm (erhâme). İnnallâhe kâne aleykum rakîbâ (rakîben).: Ey insanlar, Rabbiniz'e karşı takvâ sahibi olun. O ki, sizi bir tek nefsten (Âdem aleyhi’s- selâm’dan) yarattı. Ve ondan zevcesini yarattı ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yaydı. Ve O’nunla (O’nun adı ile) birbirinize dilekte bulunduğunuz Allah’a karşı takvâ sahibi olun ve rahîmlerden (akrabalık haklarından) sakının. Muhakkak ki Allah, sizin üzerinizde MURAKIBtır (görüp, gözetip, kontrol edendir).” (Nisâ 4/1)

يَوْمَ يَبْعَثُهُمُ اللَّهُ جَمِيعًا فَيُنَبِّئُهُم بِمَا عَمِلُوا أَحْصَاهُ اللَّهُ وَنَسُوهُ وَاللَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ
Resim--- "Yevme yeb’asuhumullâhu cemîan fe yunebbiuhum bi mâ amilû, ahsâhullâhu ve nesûhu, vallâhu alâ kulli şey’in şehîd (şehîdun).: O gün Allah hepsini beas edecek (yeniden diriltecek). Sonra onlara, yaptıkları şeyleri haber verecek. Allah, onların unuttuklarını (tek tek) saydı (kaydetti). Allah, herşeye ŞÂhİDdir.” (Mücâdele 58/6)


2-) ALLAHu zü’L- CeLÂL, kullarının yaptığı her şeye Şâhidlik eder:

يَوْمَ يَبْعَثُهُمُ اللَّهُ جَمِيعًا فَيُنَبِّئُهُم بِمَا عَمِلُوا أَحْصَاهُ اللَّهُ وَنَسُوهُ وَاللَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ
Resim--- "Yevme yeb’asuhumullâhu cemîan fe yunebbiuhum bi mâ amilû, ahsâhullâhu ve nesûhu, vallâhu alâ kulli şey’in şehîd (şehîdun).: O gün Allah hepsini beas edecek (yeniden diriltecek). Sonra onlara, yaptıkları şeyleri haber verecek. Allah, onların unuttuklarını (tek tek) saydı (kaydetti). Allah, herşeye ŞÂhİDdir.” (Mücâdele 58/6)

مَّا أَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّهِ وَمَا أَصَابَكَ مِن سَيِّئَةٍ فَمِن نَّفْسِكَ وَأَرْسَلْنَاكَ لِلنَّاسِ رَسُولاً وَكَفَى بِاللّهِ شَهِيدًا
Resim--- "Mâ esâbeke min hasenetin fe minallâh (minallâhi), ve mâ esâbeke min seyyietin fe min nefsike. Ve erselnâke li’n- nâsi resûlâ (resûlen). Ve kefâ billâhi şehîdâ (şehîden).: Sana iyilikten (hasenatdan) ne isabet ederse, işte o Allah’tandır. Ve sana kötülükten (seyyiattan) ne isabet ederse, o taktirde o, kendi nefsindendir (derecât kaybedecek bir şey yapmandan dolayıdır). Ve seni, insanlara Resûl olarak gönderdik ve şâhid olarak Allah yeter.” (Nisâ 4/79)


3-) Şâhidliği en büyük ve geçerli olan ALLAHu zü’L- CeLÂLdir:

مَّا أَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّهِ وَمَا أَصَابَكَ مِن سَيِّئَةٍ فَمِن نَّفْسِكَ وَأَرْسَلْنَاكَ لِلنَّاسِ رَسُولاً وَكَفَى بِاللّهِ شَهِيدًا
Resim--- "Mâ esâbeke min hasenetin fe minallâh (minallâhi), ve mâ esâbeke min seyyietin fe min nefsike. Ve erselnâke li’n- nâsi resûlâ (resûlen). Ve kefâ billâhi şehîdâ (şehîden).: Sana iyilikten (hasenatdan) ne isabet ederse, işte o Allah’tandır. Ve sana kötülükten (seyyiattan) ne isabet ederse, o taktirde o, kendi nefsindendir (derecât kaybedecek bir şey yapmandan dolayıdır). Ve seni, insanlara Resûl olarak gönderdik ve şâhid olarak Allah yeter.” (En’âm 6/19)

قُلْ أَيُّ شَيْءٍ أَكْبَرُ شَهَادةً قُلِ اللّهِ شَهِيدٌ بِيْنِي وَبَيْنَكُمْ وَأُوحِيَ إِلَيَّ هَذَا الْقُرْآنُ لأُنذِرَكُم بِهِ وَمَن بَلَغَ أَئِنَّكُمْ لَتَشْهَدُونَ أَنَّ مَعَ اللّهِ آلِهَةً أُخْرَى قُل لاَّ أَشْهَدُ قُلْ إِنَّمَا هُوَ إِلَهٌ وَاحِدٌ وَإِنَّنِي بَرِيءٌ مِّمَّا تُشْرِكُونَ
Resim--- "Kul eyyu şey’in ekberu şehâdeten, kulillâhu şehîdun, beynî ve beynekum ve ûhiye ileyye hâzâ’l- kur’ânu li unzirakum bihî ve men belag (belaga), e innekum le teşhedûne enne meallâhi âliheten uhrâ, kul lâ eşhed (eşhedu), kul innemâ huve ilâhun vâhidun ve innenî berîun mimmâ tuşrikûn (tuşrikûne).: “Hangi şey ŞÂHİD olarak en büyüktür?” de. “Benimle sizin aranızda ALLAH ŞÂHİDdir. Bu Kur’ân bana, onunla, sizi ve kime ulaşırsa onu, uyarmam için vahyolundu. Siz, muhakkak Allah ile beraber başka ilâhların olduğuna gerçekten ŞÂHiDlik ediyor musunuz? Ben ŞÂHİDlik yapmam.” de. “O, sadece tek bir ilâhtır. Muhakkak ki ben, sizin şirk koştuklarınızdan uzağım.” de.” (En’âm 6/19)


4-) BİZ BİR-İZ NAHNu-sunda Eş Şâhid HAKk’tır, Meşhûd/şehâdet edilen Mükevvenât ÂLeMidir/Yapılmış tümm İŞLer ve tümm Yaratılmışlar ÂLeMidir.. GÜNEŞ İle IŞIğı gibi..
ALLAHu zü’L- CeLÂL, zâtı hakkında bazen “NahNu-Biz” zamirini kullanmaktadır.:


وَدَاوُودَ وَسُلَيْمَانَ إِذْ يَحْكُمَانِ فِي الْحَرْثِ إِذْ نَفَشَتْ فِيهِ غَنَمُ الْقَوْمِ وَكُنَّا لِحُكْمِهِمْ شَاهِدِينَ
Resim--- "Ve dâvude ve suleymâne iz yahkumâni fî’l- harsi iz nefeşet fîhi ganemu’l- kavm (kavmi), ve kunnâ li hukmihim şâhidîn (şâhidîne).: Dâvud (aleyhisselâm) ve Süleyman (aleyhisselâm), bir kavmin koyunlarının gece (çobansız olarak) içinde yayılıp otladığı ekinler hakkında hüküm veriyorlardı. Ve BİZ, onların hükmüne ŞÂHİDdik.” (Enbiyâ 21/78)

وَشَاهِدٍ وَمَشْهُودٍ
Resim--- "Ve şâhidin ve meşhûdin.: Ve şâhid olana ve şâhid olunana (görene ve görülene) (andolsun).” (Burûc 85/3)

Eş Şehîd celle celâlihu İsm-i Şerîfi ALLAHu zü’L- CeLÂL AÇIsından;

1-) ALLAH celle celâlihu, her şeye ZÂTen şâhiddir;

ZâtuLLAHa izâfeten;


قُلْ يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَكْفُرُونَ بِآيَاتِ اللّهِ وَاللّهُ شَهِيدٌ عَلَى مَا تَعْمَلُونَ
Resim--- "Kul yâ ehle’l- kitâbi lime tekfurûne bi âyâtillâhi, vallâhu şehîdun alâ mâ ta’melûn (ta’melûne).: De ki: "Ey Kitab ehli! Niçin Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz? Ve Allah, yapmakta olduğunuz şeylere şâhid." (Âl-i İmrân 3/98)

قُلْ كَفَى بِاللّهِ شَهِيدًا بَيْنِي وَبَيْنَكُمْ إِنَّهُ كَانَ بِعِبَادِهِ خَبِيرًا بَصِيرًا
Resim--- "Kul kefâ billâhi şehîden beynî ve beynekum, innehu kâne bi ıbâdihî habîran basîrâ (basîren).: De ki: “Benimle sizin aranızda, Allah ŞÂHİD olarak yeter.” Muhakkak ki O, kullarından HABERDÂR olandır, (onları) görendir.” (İsrâ 17/96)

إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَالَّذِينَ هَادُوا وَالصَّابِئِينَ وَالنَّصَارَى وَالْمَجُوسَ وَالَّذِينَ أَشْرَكُوا إِنَّ اللَّهَ يَفْصِلُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ
Resim--- "İnnellezîne âmenû vellezîne hâdû ve’s- sâbiîne ve’n- nasârâ ve’l- mecûse vellezîne eşrakû innallâhe yafsılu beynehum yevme’l- kıyâmeti, innallâhe alâ kulli şey’in şehîd (şehîdun).: Gerçekten iman edenler, Yahudiler, yıldıza tapanlar (Sabii), Hristiyanlar, ateşe tapanlar (Mecusi) ve şirk koşanlar; şüphesiz Allah, kıyamet günü aralarını ayıracaktır. Doğrusu Allah, her şeyin üzerindeŞÂHİD olandır.” (Hacc 22/17)

سَنُرِيهِمْ آيَاتِنَا فِي الْآفَاقِ وَفِي أَنفُسِهِمْ حَتَّى يَتَبَيَّنَ لَهُمْ أَنَّهُ الْحَقُّ أَوَلَمْ يَكْفِ بِرَبِّكَ أَنَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ
Resim--- "Se nurîhim âyâtinâ fî’l- âfâkı ve fî enfusihim hattâ yetebeyyene lehum ennehu’l- hakku, e ve lem yekfi bi rabbike ennehu alâ kulli şey’in şehîd (şehîdun).: Âyetlerimizi afakta (ruhumuzun baş gözüyle) ve enfüste (nefsimizin kalb gözüyle) onlara göstereceğiz. O’nun hak olduğu onlara tebeyyün etsin (açıkça belli olsun) diye. Rabbinin herşeye ŞÂHİD olması kâfi değil mi?” (Fussilet 41/53)

2-) ALLAH celle celâlihu, her şey kendisine şâhidtir,; Gizli-açık, O’nun için söz konusu olmaz,
3-) ALLAH celle celâlihu, her zaman ve mekânda hâzır ve nâzırdır ve Müşâhiddir.:


ذَلِكَ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ
Resim--- "Zâlike âlimu’l- gaybi ve’ş- şehâdeti’l- azîzu’r- rahîm (rahîmu).: İşte O, gaybı (görünmeyeni) ve görüneni/ MÜŞÂHEDE edilebileni de bilen Azîz’dir (yüce), Rahîm’dir (Rahîm esmâsıyla tecelli eden).” (Secde 32/6)

أَلَيْسَ اللَّهُ بِكَافٍ عَبْدَهُ وَيُخَوِّفُونَكَ بِالَّذِينَ مِن دُونِهِ وَمَن يُضْلِلِ اللَّهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ
Resim--- "E leysallâhu bi kâfin abdehu, ve yuhavvifûneke billezîne min dûnihî, ve men yudlilillâhu fe mâ lehu min hâdin.: Allah, kuluna yeterli değil mi? Seni O'ndan başkalarıyla korkutuyorlar. Allah, kimi saptırırsa, artık onun için bir yol gösterici yoktur.” (Zümer 39/36)

هُوَ اللَّهُ الَّذِي لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ هُوَ الرَّحْمَنُ الرَّحِيمُ
Resim--- "Huvallâhullezî lâ ilâhe illâ huve, âlimu’l- gaybi ve’ş- şehâdeti, huve’r- rahmânu’r- rahîm (rahîmu).: O Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur. Gaybı da, MÜŞÂHEDE edilebileni de bilendir. Rahman, Rahim olan O'dur.” (Haşr 59/22)

Müşâhede.: Gözle görmek. Seyrederek anlamak. Seyretmek. Muayene, kontrol.

4-) ALLAH celle celâlihu, Hakkı beyan eder, ızhâr eder, bildirir.
5-) ALLAH celle celâlihu, Âlemde sayıya gelmez şâhidler ve deliller yaratıp vahdaniyetini ızhâr etmiştir.:


مَا أَشْهَدتُّهُمْ خَلْقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَلَا خَلْقَ أَنفُسِهِمْ وَمَا كُنتُ مُتَّخِذَ الْمُضِلِّينَ عَضُدًا
Resim--- "Mâ eşhedtuhum halka’s- semâvâti ve’l- ardı ve lâ halka enfusihim ve mâ kuntu muttehıze’l- mudıllîne adudâ (aduden).: Ben, onları (iblis ve zürriyyetini) semaların ve arzın yaratılışına ve onların (kendilerinin de) yaratılışına ŞÂHİD tutmadım. Ve Ben, dalâlette bırakanları yardımcı edinmedim.” (Kehf 18/51)

6-) ALLAH celle celâlihu, Kendisine kimlerin şâhidlik edeceğini belirler.:

إِذَا جَاءكَ الْمُنَافِقُونَ قَالُوا نَشْهَدُ إِنَّكَ لَرَسُولُ اللَّهِ وَاللَّهُ يَعْلَمُ إِنَّكَ لَرَسُولُهُ وَاللَّهُ يَشْهَدُ إِنَّ الْمُنَافِقِينَ لَكَاذِبُونَ
Resim--- "İzâ câeke’l- munâfikûne kâlû neşhedu inneke le resûlullâh (resûlullâhi), vallâhu ya’lemu inneke le resûluhu, vallâhu yeşhedu inne’l- munâfikîne le kâzibûn (kâzibûne).: Münafıklar sana geldikleri zaman: "Biz gerçekten şehadet ederiz ki, sen kesin olarak Allah'ın elçisisin" dediler. Allah da bilir ki sen elbette O'nun elçisisin. Allah, şüphesiz münafıkların yalan söylediklerine ŞÂHiDlik eder.” (Münâfıkûn 63/1)

Eş Şehîd celle celâlihu İsm-i Şerîfin Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemde NÛR-u MuhaMMed Yanasıma Nâsibi;

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de “ŞEHîD” sıfatıyla anılmaktadır. Çünkü O, hem kendi ÜMMeti için, hem bütün insanlar için bir “ŞÂHiD” olarak görevli kılınmıştır. O’na inanan mü’minler de insanlar üzerin “ŞEHîD” olmaktadırlar.:


فَكَيْفَ إِذَا جِئْنَا مِن كُلِّ أمَّةٍ بِشَهِيدٍ وَجِئْنَا بِكَ عَلَى هَؤُلاء شَهِيدًا
Resim--- "Fe keyfe izâ ci’nâ min kulli ummetin bi şehîdin ve ci’nâ bike alâ hâulâi şehîdâ (şehîden).: Artık her ümmetten bir ŞÂHİD (resûl) getirdiğimiz zaman ve seni de onların üzerine ŞÂHİD olarak getirdiğimiz zaman (halleri) nasıl olacak?” (Nisâ 4/41)

وَجَاهِدُوا فِي اللَّهِ حَقَّ جِهَادِهِ هُوَ اجْتَبَاكُمْ وَمَا جَعَلَ عَلَيْكُمْ فِي الدِّينِ مِنْ حَرَجٍ مِّلَّةَ أَبِيكُمْ إِبْرَاهِيمَ هُوَ سَمَّاكُمُ الْمُسْلِمينَ مِن قَبْلُ وَفِي هَذَا لِيَكُونَ الرَّسُولُ شَهِيدًا عَلَيْكُمْ وَتَكُونُوا شُهَدَاء عَلَى النَّاسِ فَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَاعْتَصِمُوا بِاللَّهِ هُوَ مَوْلَاكُمْ فَنِعْمَ الْمَوْلَى وَنِعْمَ النَّصِيرُ
Resim--- "Ve câhidû fîllâhi hakka cihâdihî, huvectebâkum ve mâ ceale aleykum fîd dîni min haracin, millete ebîkum ibrâhîm (ibrâhîme), huve semmâkumu’l- muslimîne min kablu ve fî hâzâ li yekûne’r- resûlu şehîden aleykum ve tekûnû şuhedâe alâ’n- nâsi, fe ekîmû’s- salâte ve âtu’z- zekâte va’tesımû billâhi, huve mevlâkum, fe ni’me’l- mevlâ ve ni’me’n- nasîr (nasîru).: Ve Allah'da hakkıyla cihad edin. O, sizi seçti. Dînde sizin için bir zorluk kılmadı ki; o, babanız İbrâhîm (aleyhisselâm)’ın dînidir. O, sizi daha önce de “müslümanlar” (Allah’a teslim olanlar) olarak isimlendirdi. Bunda da (Kur’ân-ı Kerim’de de), RESÛL size ŞÂHİD olsun ve siz de insanlara ŞÂHİDler olasınız diye. Öyleyse namazı ikame edin (kılın), zekâtı verin, Allah’a sarılın (Allah’ın Zat’ında yok olun). O, sizin Mevlâ’nız. (O), ne güzel Mevlâ (dost) ve ne güzel yardımcı.” (Hacc 22/78)

إِنَّا أَرْسَلْنَاكَ شَاهِدًا وَمُبَشِّرًا وَنَذِيرًا
Resim--- "İnnâ erselnâke şâhiden ve mubeşşiran ve nezîrâ (nezîren).: Muhakkak ki Biz, seni ŞÂHİD, müjdeleyen ve uyarıcı olarak gönderdik.” (Fetih 48/8)

يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ إِنَّا أَرْسَلْنَاكَ شَاهِدًا وَمُبَشِّرًا وَنَذِيرًا
Resim--- "Yâ eyyuhân nebiyyu innâ erselnâke şâhiden ve mubeşşiran ve nezîrâ (nezîran).: Ey Nebî (Peygamber)! Muhakkak ki Biz, seni ŞÂHİD, Müjdeleyici ve Nezîr (uyarıcı) olarak gönderdik.” (Ahzâb 33/45)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

ResimResûlullah sallallahu aleyhi vesellem;

1-) ALLAHu zü’L- CeLÂL’in şâhidliğini yeterli görürdü.
2-) Her zaman ve mekânda ALLAHu zü’L- CeLÂL’i hâzır ve nâzır bilirdi.
3-) Hiçbir şeyin ALLAHu zü’L- CeLÂL’den gizli kalmayacağına inanırdı ve KüLLî ŞeYyLe arasında ki Şâhid ALLAHu zü’L- CeLÂL idi..


قُلْ كَفَى بِاللّهِ شَهِيدًا بَيْنِي وَبَيْنَكُمْ إِنَّهُ كَانَ بِعِبَادِهِ خَبِيرًا بَصِيرًا
Resim--- "Kul kefâ billâhi şehîden beynî ve beynekum, innehu kâne bi ıbâdihî habîran basîrâ(basîren).: De ki: “Benimle sizin aranızda, Allah şâhid olarak yeter.” Muhakkak ki O, kullarından haberdâr olandır, (onları) görendir.” (İsrâ 17/96)

4-) Şehîdlerin kimler olduğunu açıklamıştı.
5-) Şâhidliğin kıymetini, yalan şâhidliğin de kötülüğünün boyutunu izâh buyurdu.


Resim---Bir seferinde Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ile bazı ashabının yanlarından bir cenâze geçti. Ashab-ı kiram bu cenâzeyi hayırla andılar. Nebî aleyhisselâm da: “Vâcib oldu!” buyurdu. Sonra başka bir cenâze geçti. Ashab-ı Resûl bunu da şerle andılar. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de yine: “Vâcib oldu!” buyurdu. Bunun üzerine Ömer b. Hattab radiyallahu anhu: “Ne vâcib oldu Yâ Rasûlallah?” dedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Şu önce geçen cenâzeyi hayır ile yâd ettiniz ona cennet vâcib oldu. Sonrakini de şerle andınız buna da cehennem vâcib oldu. Çünkü siz yeryüzünde ALLAH celle celâlihu’nun şâhidlerisiniz”
buyurdu.
(Sahih-i Buharî Muhtasarı/Tecrid-i Sârih 4/565.)

Eş Şehîd celle celâlihu İsm-i Şerîfin Biz HAKk TeÂLÂ’nın KULLarı ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin ÜMMetlerinde KULLuk İmtihÂNı HAYyatımızda YAŞAma Nâsibimizde Eş Şehîd isminin bize yüklediği görev ve sorumluluklar VARdır.:

1-) Maddî Manevî Her HÂLimizle ALLAHu zü’L- CeLÂL’in şâhidleri olduğumuzu unutmamak ve göstermek. Ve biz bir kimseye görüldüğümüzde ALLAH celle celâlihunun anılacağı bir insan olmak.


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Allah’ın kullarından en hayırlı olanları, görüldükleri zaman Allah hatıra gelir. Allah’ın kullarından en kötüleri ise, fitnecilik için söz gezdiren, birbirini seven kimselerin arasını açan ve masum insanları günaha ve sıkıntıya sokmak isteyen kimselerdir." buyurmuştur..
(Mecmau’z- Zevâid, h. no: 13140.)

Resim---Ashabı Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme: "Hangi kimselerle beraber olmak daha hayırlıdır?" diye sordular. Peygamberimiz aleyhisselâm: "Görülmesi Allah'ı hatırlatan kimselerle." buyurdu.
(Mecmeu’z- Zavaid, 1/226.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Ümmetimin en hayırlıları, görüldüklerinde Allah hatırlanan kim-selerdir. En şerlileri ise, söz götürüp getiren, birbirini seven insanların arasını açan, suçsuz ve masumlara sıkıntı vermeyi meslek edinen kimselerdir." buyurmuştur..
(İ. Ahmed, (Müsned, IV/277.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e: "Allah’ın velî kulları kimlerdir?" diye sorulduğunda Peygamberimiz aleyhisselâm: "Onlar öyle kimselerdir ki, görüldükleri zaman Allah Celle Celaluhü Hazretleri hatıra gelir." buyurmuştur..
(Taberî, 4/2731.)

Resim---Ashabı Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme: "Kendileriyle oturduklarımızın hangisi daha hayırlıdır, yâ Rasûlallah?" diye soruldu. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Görüldüklerinde size Allah'ı hatırlatan, konuştuğunda ilminizi arttıran ve ameli size ahireti hatırlatan kimselerdir." buyurdu.
(Abd b. Humeyd, İbn-i Hacer el-Askalanî, Metalibu Aliye, Tevhid Yayınları: 3/123.)

2-) ALLAHu zü’L- CeLÂL’in MutLak İLMini hiçbir şeyle sınırlamamak,
3-) MutLak Şâhid ALLAHu zü’L- CeLÂL’i yeterli görmek. Ve Bu MuhaMMedî İNÂNcı sonUÇunda; Yalan söylememek, yalan şâhidlik yapmamak, gönlünde herhangi bir mü’mine buğz, kin, nefret, hased etmemek, söz taşımamak, kötü zann düşünmemek ve asla kimseyi hakir görmemek,
4-) ALLAHu zü’L- CeLÂL’in Dîninin uygulanışını tam bir şâhid olarak gerçekleştirmek ve hayat tarzı haline getirmek,
5-) HAKk TeÂLÂ Şâhidliğini, her NEFeste “şehîd”likle taçlandırmak ve ÖLüp ÖLüp DİRİLmek..


Resim--- Mukarreb Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “ Mutü kable en temutu: ÖLmeden önce ÖLünüz!. ” buyurmuştur..
(Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II-291-2669.)

6-) ALLAHu zü’L- CeLÂL, üzerimizde her ÂN Her Hususta şâhid iken ALLAHu TeÂLÂ’nın âyetlerini inkar etmemeliyiz. KeLÂMuLLAH Kur’ÂN-ı Kerîm'e karşı sorumluluğumuzu yerine getirmeliyiz. Çünkü bu konuda hem ALLAHu zü’L- CeLÂL, hem de Kur’ÂN-ı Kerîm şâhidlik edeceklerdir:

قُلْ يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَكْفُرُونَ بِآيَاتِ اللّهِ وَاللّهُ شَهِيدٌ عَلَى مَا تَعْمَلُونَ
Resim--- "Kul yâ ehle’l- kitâbi lime tekfurûne bi âyâtillâhi, vallâhu şehîdun alâ mâ ta’melûn (ta’melûne).: De ki: "Ey Kitab ehli! Niçin Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz? Ve Allah, yapmakta olduğunuz şeylere şâhid." (Âl-i İmrân 3/98)

7-) Her ÂN ihsÂN DUYgusu İÇinde BULunmalıyız. ALLAHu zü’L- CeLÂL'in üzerimizde şâhid olduğunu ve yaptığımız her şeyi sayıp karşımıza getireceğini unutmamalıyız..
8-.) Yaptığımız amellere kulaklarımız, gözlerimiz ve derilerimiz şâhidlik edecektir. Yeryüzünün her parçası üzerinde işlenen şeyleri bir bir haber verecektir. İşte öyle bir günün dehşetinden Allah'a sığınmalı ve o gün için hazırlık yapmalıyız..


حَتَّى إِذَا مَا جَاؤُوهَا شَهِدَ عَلَيْهِمْ سَمْعُهُمْ وَأَبْصَارُهُمْ وَجُلُودُهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Resim--- "Hattâ izâ mâ câûhâ şehîde aleyhim sem’uhum ve ebsâruhum ve culûduhum bimâ kânû ya’melûn (ya’melûne).: Sonunda oraya (ateşe) geldikleri zaman, işitme, görme (duyuları) ve derileri kendi aleyhlerine şâhidlik edecektir.” (Fussilet 41/20)

9-) Hakkı adâletle ayakta tutan ve buna şâhidlik eden seçkin kimselerden olmalıyız. Kendi aleyhimize veya sevdiklerimizin aleyhine de olsa âdil şâhidlikten vazgeçmemeliyiz..

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ كُونُواْ قَوَّامِينَ بِالْقِسْطِ شُهَدَاء لِلّهِ وَلَوْ عَلَى أَنفُسِكُمْ أَوِ الْوَالِدَيْنِ وَالأَقْرَبِينَ إِن يَكُنْ غَنِيًّا أَوْ فَقَيرًا فَاللّهُ أَوْلَى بِهِمَا فَلاَ تَتَّبِعُواْ الْهَوَى أَن تَعْدِلُواْ وَإِن تَلْوُواْ أَوْ تُعْرِضُواْ فَإِنَّ اللّهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرًا
Resim--- "Yâ eyyuhâllezîne âmenû kûnû kavvamîne bi’l- kıstı şuhedâe lillâhi ve lev alâ enfusıkum evi’l- vâlideyni ve’l- akrabîn (akrabîne), in yekun ganiyyen ev fakîran fallâhu evlâ bihimâ fe lâ tettebiûl hevâ en ta’dilû, ve in telvû ev tu’rıdû fe innallâhe kâne bi mâ ta’melûne habîrâ (habîran).: Ey iman edenler! Kendinize, anne ve babanıza ve yakınlarınıza bile olsa, zengin veya fakir de olsalar, Allah için adaleti yerine getiren ŞÂHiDler olun. Çünkü Allah, ikisine de daha yakındır. Adaletli davranmak için, artık hevânıza (nefsinize) uymayın. Ve eğer dilinizi eğip bükerseniz (sözü değiştirirseniz) veya (haktan, adaletten) yüz çevirirseniz o taktirde muhakkak ki Allah, yaptıklarınızdan haberdar olandır.” (Nisâ 4/135)

10-) Kur’ÂN-ı Kerîm ve sünnete şâhid bir hayat yaşamalıyız. Sözlerimiz ve amellerimiz Allah'ın hükümlerine ve nizamına her fırsatta şâhidlik etmeli.. Öyle ki şâhid bir hayatın ardından şehîdçe bir ölüme talip olmalıyız. Şâhid olduğumuz hakikatlere damarlarımızdaki kanla destek vermeli ve ALLAHu TeÂLÂ’dan şehâdeti istemeliyiz..

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, ALLAHu TeÂLÂ’den şehâdeti isteyerek: “MuhaMMed’in hayatı elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Allah yolunda yaralanan bir kimse, kıyamet günü yaralandığı şekilde gelir. Yarasının rengi kan rengi, kokusu ise misk kokusudur. Canımı elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, eğer benden ayrı kalmak istemeyen bazı mü’minler olmasaydı, Allah yolunda savaşa giden hiçbir seriyyeden geri kalmazdım. Fakat savaşa çıkmak için imkân bulamayan, benim de kendilerine bir şey veremediğim ve benden ayrı kalmak istemeyen mü’minler var. Canımı elinde tutan Allah‟a yemin ederim ki, Allah yolunda cihad ederek öldürülmemi, sonra tekrar dirilip tekrar öldürülmemi, sonra yine dirilip yine öldürülmemi/ŞEHîD Olmamı arzu ederdim” buyurmuştur..
(Buharî, Kitabu’l- Cihad ve’s- Sîyer 14; Müslim, Kitabu’l-İmân 103.)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

138- Et TÂMMu celle celâluhu.:

Resim


Et TÂMMu: Mutlak tam, tamam, bütün, noksansız, mükemmel, eksiksiz, sonunda mutlak galib olan ALLAHu zü’L- CELÂL..

Resim


Temme: Tam, kâmil olmak. Kısımları tam olmak.Tam etmek. Tamamlamak.
Etemme: Bir şeyi tamamlamak. Tam ve kâmil kılmak.
Temmeme: Bir şeyi tamam eylemek, kâmil eylemek.
Tetimme: Tetimme. Tamamlayıcı. Noksanı kendisiyle tamam olan.
Temâm: Tamam. Kemâl. Noksanı kendisiyle tam olan şey.
Temâmen: Tamamiyle. Mükemmel.
Tâmme.: Tâmmât/Kıyamet vakti..


ResimEt TÂMMu celle celâlihu, ALLAHu zü’L- CeLÂL’in CeLÂL Sıfatlarındandır.
İbni Mâce'nin Listesindeki 100 Esmâü'l-Hüsnâdan birisidir.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

139- Et TEVVÂBU celle celâluhu.:

Resim


Resim


Et TEVVÂBU: Kullarını tevbeye sevk edici ve tevbe (günâhtan vazgeçip pişman olup af dileme) leri çok çok kabul edici olan. Kendisine tevbe-rücû' edici kulları çok olan. Tevbe edeni hiç günâh işlememiş gibi aff-ü-rahmeti ile bağışlayıp bahtiyâr eden. Kullarının tevbelerini dâimâ ve çok kabul edici olan ALLAHu zü’l- CELÂL..

Resim
Tâbe: Hatasından mâsiyyetten ALLAHu zü’l- CELÂL'e dönmek.
Tâballahu aleyhi:
ALLAHu zü’l- CELÂL tevbesini Kabul etmek, günahını afvetmek.
Tevbe: Tevbe, nedâmet, pişmanlık. Kulun ibâdetiyle HaKk TeâLâ’ya dönüşüdür.
Tâib: Tevbe eden. Günahlarından pişman olan..


TEVBE kökü; dönmek, yönelmek, Alla’ın dinine ve emrine dönmek, isyandan itaate dönmek anlamlarına gelir.

TEVVÂB; kullarının yönelişlerini ve dönüşlerini kabul edendir.
TEVVÂB; kendisine dönen kullarına af ve bağış kapılarını açandır.
TEVVÂB; kullarının dönmesini bekleyendir.

ALLAHu zü’L- CELÂL; Kullarını KuLLuk gereği işlediği günahlarından sonra TÖVBE etmeye sevk edip, TÖVBE etmeleri için imkanlar ve fırsatlar sağlayan, yaratan, TÖVBElerini kabul buyurandır.

İnsÂNoğLu; Sonsuz İmkÂNLar içinde KULLuk İmtihÂNında Fıtraten, Eşyâ-OLay-ZamÂN ve ZANN içinde İÇ DENGE ve DIŞ DÜZENini İlâhî EMirLere Uygun tutması na görevidir..
HAKk’a İnanıp, Hayrı İşlemesi emredilendir.
BâtıLa İnanmayıp, Şerri İşlememesi emredilendir.

TEVBEnin Geçerliliğinde;
1-) Yaptıklarının kötülüğünü kavrayıp ÖZden hissetmesi,
2-) Yaptığı olumsuzluklardan samimî pişmanlık duyması,
3-) Olumsuzluklardan vazgeçip bir daha yapmamağa kesin karar vermesidir..


TÖVBE; hırsı tevekkülde, tamahı kanaatta, ihtırası rızada, kini merhamette, nefreti muhabbette, ifrat ve tefriti itidâlde/müsamahada, bencilliği BİZlikte, düşmanlığı dostlukta bitirme şûuruna erişmenin ilk basamağıdır..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim TEVVÂB celle celâlihu İsmi Kur’ÂN-ı Kerîm'de 11 âyette Zikredilmiştir.:

Et TEVVÂB celle celâlihu olarak.:

فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَاسْتَغْفِرْهُۜ اِنَّهُ كَانَ تَوَّابًا
Resim--- “Fesebbih bihamdi rabbike vestaġfirh(u)(c) innehu kâne tevvâbâ(n).: Artık RABBini hamd ile tesbih et ve O'ndan bağışlanma dile. Şüphesiz O leri kabul edendir.” () (Nasr 110/3)


TEVVÂBun HAKÎM celle celâlihu olarak.:

وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ وَاَنَّ اللّٰهَ تَوَّابٌ حَك۪يمٌ۟
Resim--- “Velevlâ fadlu(A)llâhi ‘aleykum verahmetuhu veenna(A)llâhe tevvâbun hakîm(un).: Eğer ALLAH'ın üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı ve ALLAH gerçekten leri kabul eden hüküm ve hikmet sahibi olmasaydı (ne yapardınız)?” (Nûr 24/10)


TEVVÂBu’r- RAHÎM celle celâlihu olarak.:

وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِه۪ يَا قَوْمِ اِنَّكُمْ ظَلَمْتُمْ اَنْفُسَكُمْ بِاتِّخَاذِكُمُ الْعِجْلَ فَتُوبُٓوا اِلٰى بَارِئِكُمْ فَاقْتُلُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ عِنْدَ بَارِئِكُمْۜ فَتَابَ عَلَيْكُمْۜ اِنَّهُ هُوَ التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ
Resim--- “Ve-iż kâle mûsâ likavmihi yâkavmi innekum zalemtum enfusekum bittiḣâżikumu-l’icle fetûbû ilâ bâri-ikum faktulû enfusekum żâlikum ḣayrun lekum ‘inde bâri-ikum fetâbe ‘aleykum(c) innehu huve-ttevvâbu-rrahîm(u).: Hani Musâ, kavmine: “Ey kavmim, gerçekten siz, buzağıyı (tanrı) edinmekle kendinize zulmettiniz. Hemen, kusursuzca yaratan (gerçek ilâh)ınıza edip nefislerinizi öldürün: bu, yaratıcınız katında sizin için daha hayırlıdır” demişti. Bunun üzerine (ALLAH) lerinizi kabul etti. Şüphesiz O leri kabul edendir, esirgeyendir.” (Bakara 2/54)

رَبَّنَا وَاجْعَلْنَا مُسْلِمَيْنِ لَكَ وَمِنْ ذُرِّيَّتِنَٓا اُمَّةً مُسْلِمَةً لَكَۖ وَاَرِنَا مَنَاسِكَنَا وَتُبْ عَلَيْنَاۚ اِنَّكَ اَنْتَ التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ
Resim--- “Rabbenâ vec’alnâ muslimeyni leke vemin żurriyyetinâ ummeten muslimeten leke veerinâ menâsikenâ vetub ‘aleynâ(s) inneke ente-ttevvâbu-rrahîm(u).: “Rabbimiz, ikimizi sana teslim olmuş (müslümanlar) kıl ve soyumuzdan sana teslim olmuş (müslüman) bir ümmet (ver). Bize ibâdet yöntemlerini (yer veya ilkelerini) göster ve mizi kabul et. Şüphesiz, Sen leri kabul eden ve esirgeyensin.” (Bakara 2/128)

اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا وَاَصْلَحُوا وَبَيَّنُوا فَاُو۬لٰٓئِكَ اَتُوبُ عَلَيْهِمْۚ وَاَنَا التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ
Resim--- “İlle-lleżîne tâbû veaslehû vebeyyenû feulâ-ike etûbu ‘aleyhim(c) ve enâ-ttevvâbu-rrahîm(u).: Ancak edenler, (kendilerini) ıslah edenler ve (indirileni) açıklayanlar(a gelince); artık onların lerini kabul ederim. Ben, leri kabul edenim, esirgeyenim.” (Bakara 2/160)

وَالَّذَانِ يَأْتِيَانِهَا مِنْكُمْ فَاٰذُوهُمَاۚ فَاِنْ تَابَا وَاَصْلَحَا فَاَعْرِضُوا عَنْهُمَاۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ تَوَّابًا رَح۪يمًا
Resim--- “Velleżâni ye/tiyânihâ minkum feâżûhumâ(s) fe-in tâbâ ve aslehâ fea’ridû ‘anhumâ inna(A)llâhe kâne tevvâben rahîmâ(n).: Sizlerden fuhuş yapanların, her ikisine eziyet edin. Eğer ederler de ıslah olurlarsa artık onlardan vazgeçin. Şüphesiz ALLAH, leri kabul edendir, esirgeyendir.” (Nisâ 4/16)

وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ اِلَّا لِيُطَاعَ بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَلَوْ اَنَّهُمْ اِذْ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ جَٓاؤُ۫كَ فَاسْتَغْفَرُوا اللّٰهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُوا اللّٰهَ تَوَّابًا رَح۪يمًا
Resim--- “Vemâ erselnâ min rasûlin illâ liyutâ’a bi-iżni(A)llâh(i)(c) velev ennehum iż zalemû enfusehum câûke festaġferû(A)llâhe vestaġfera lehumu-rrasûlu levecedû(A)llâhe tevvâben rahîmâ(n).: Biz elçilerden hiç kimseyi ancak ALLAH'ın izniyle kendisine itaat edilmesinden başka bir şeyle göndermedik. Onlar kendi nefislerine zulmettiklerinde şayet sana gelip ALLAH'tan bağışlama dileselerdi ve elçi de onlar için bağışlama dileseydi, elbette ALLAH'ı leri kabul eden, esirgeyen olarak bulurlardı.” (Nisâ 4/64)

اَلَمْ يَعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ هُوَ يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبَادِه۪ وَيَأْخُذُ الصَّدَقَاتِ وَاَنَّ اللّٰهَ هُوَ التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ
Resim--- “Elem ya’lemû enna(A)llâhe huve yakbelu-tte ‘an ‘ibâdihi veye/ḣużu-ssadekâti veenna(A)llâhe huve-ttevvâbu-rrahîm(u).: Onlar bilmiyorlar mı ki, gerçekten ALLAH kullarından leri kabul edecek ve sadakaları alacak olan O'dur. Şüphesiz, leri kabul eden, esirgeyen O'dur.” (Tevbe 9/104)

وَعَلَى الثَّلٰثَةِ الَّذ۪ينَ خُلِّفُواۜ حَتّٰٓى اِذَا ضَاقَتْ عَلَيْهِمُ الْاَرْضُ بِمَا رَحُبَتْ وَضَاقَتْ عَلَيْهِمْ اَنْفُسُهُمْ وَظَنُّٓوا اَنْ لَا مَلْجَاَ مِنَ اللّٰهِ اِلَّٓا اِلَيْهِۜ ثُمَّ تَابَ عَلَيْهِمْ لِيَتُوبُواۜ اِنَّ اللّٰهَ هُوَ التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ۟
Resim--- “Ve’alâ-śśelâśeti-lleżîne ḣullifû hattâ iżâ dâkat ‘aleyhimu-l-ardu bimâ rahubet vedâkat ‘aleyhim enfusuhum vezannû en lâ melcee mina(A)llâhi illâ ileyhi śümme tâbe ‘aleyhim liyetûbû(c) inna(A)llâhe huve-ttevvâbu-rrahîm(u).: (Savaştan) Geri bırakılan üç (kişiyi) de (bağışladı). Öyle ki, bütün genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar gelmişti, nefisleri de kendilerine dar (sıkıntılı) gelmişti ve O'nun dışında (yine) ALLAH'tan başka bir sığınacak olmadığını iyice anladılar. Sonra etsinler diye onların sini kabul etti. Şüphesiz ALLAH, (yalnızca) O, leri kabul edendir, esirgeyendir.” (Tevbe 9/118)

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اجْتَنِبُوا كَث۪يرًا مِنَ الظَّنِّۚ اِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ اِثْمٌ وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا يَغْتَبْ بَعْضُكُمْ بَعْضًاۜ اَيُحِبُّ اَحَدُكُمْ اَنْ يَأْكُلَ لَحْمَ اَخ۪يهِ مَيْتًا فَكَرِهْتُمُوهُۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ تَوَّابٌ رَح۪يمٌ
Resim--- “Yâ eyyuhâ-lleżîne âmenû-ctenibû keśîran mine-zzanni inne ba’da-zzanni iśm(un)(s) velâ tecessesû velâ yaġteb ba’dukum ba’dâ(an)(s) eyuhibbu ehadukum en ye/kule lahme eḣîhi meyten fekerihtumûh(u)(c) vettekû(A)llâh(e)(c) inna(A)llâhe tevvâbun rahîm(un).: Ey iman edenler, zandan çok kaçının; çünkü zannın bir kısmı günahtır. Tecessüs etmeyin (birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın). Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın (arkasından çekiştirmesin.) Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte, bundan tiksindiniz. ALLAH'tan korkup-sakının. Şüphesiz ALLAH, leri kabul edendir, çok esirgeyendir.” (Hucurât 49/12)

ALLAHu zü’L- CELÂL, Kur'ÂN-ı Kerîminde yi DUYurup-BUYurup AÇIKLarken;

1-) TEVBEde pişmanlık duyguları ve samimiyet esastır.:

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا تُوبُٓوا اِلَى اللّٰهِ تَوْبَةً نَصُوحًاۜ عَسٰى رَبُّكُمْ اَنْ يُكَفِّرَ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ وَيُدْخِلَكُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۙ يَوْمَ لَا يُخْزِي اللّٰهُ النَّبِيَّ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُۚ نُورُهُمْ يَسْعٰى بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَبِاَيْمَانِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اَتْمِمْ لَنَا نُورَنَا وَاغْفِرْ لَنَاۚ اِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
Resim--- “Yâ eyyuhâ-lleżîne âmenû tûbû ila(A)llâhi ten nasûhan ‘asâ rabbukum en yukeffira ‘ankum seyyi-âtikum ve yudḣilekum cennâtin tecrî min tahtihâ-l-enhâru yevme lâ yuḣzi(A)llâhu-nnebiyye velleżîne âmenû me’ah(u)(s) nûruhum yes’â beyne eydîhim vebi-eymânihim yekûlûne rabbenâ etmim lenâ nûranâ vaġfir lenâ(s) inneke ‘alâ kulli şey-in kadîr(un).: Ey iman edenler, ALLAH'a kesin (nasuh) bir ile edin. Olabilir ki, ALLAH kötülüklerinizi örter ve altından ırmaklar akan cennetlere sokar. O gün ALLAH, Peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri küçük düşürmeyecektir. Nurları, önlerinde ve sağ yanlarında koşar-parıldar. Derler ki: “RABBimiz nurumuzu tamamla, bizi bağışla. Şüphesiz Sen, her şeye güç yetirensin.” (Tahrîm 66/8)


2-) ALLAH celle celâlihu’nun öncelikle kabul edeceği TEVBE; bilmeden yapılan kötülüğün hemen ardından yapılan TEVBEdir.:

اِنَّمَا التَّوْبَةُ عَلَى اللّٰهِ لِلَّذ۪ينَ يَعْمَلُونَ السُّٓوءَ بِجَهَالَةٍ ثُمَّ يَتُوبُونَ مِنْ قَر۪يبٍ فَاُو۬لٰٓئِكَ يَتُوبُ اللّٰهُ عَلَيْهِمْۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يمًا حَك۪يمًا
Resim--- “İnnemâ-ttu ‘ala(A)llâhi lilleżîne ya’melûne-ssû-e bicehâletin śümme yetûbûne min karîbin feulâ-ike yetûbu(A)llâhu ‘aleyhim(k) vekâna(A)llâhu ‘alîmen hakîmâ(n).: ALLAH'ın (kabulünü) üzerine aldığı , ancak cehâlet nedeniyle kötülük yapanların, sonra hemencecik edenlerin(kidir). İşte ALLAH, böylelerinin lerini kabul eder. ALLAH, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Nisâ 4/17)


3-) Kötülükleri yapıp yapıp ta ölüm gelip çatınca, gözlerinin önüne âhiret halleri gelmeye başlayan kimsenin yapacağı TEVBE kabul edilmez.:

وَلَيْسَتِ التَّوْبَةُ لِلَّذ۪ينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّـَٔاتِۚ حَتّٰٓى اِذَا حَضَرَ اَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ اِنّ۪ي تُبْتُ الْـٰٔنَ وَلَا الَّذ۪ينَ يَمُوتُونَ وَهُمْ كُفَّارٌۜ اُو۬لٰٓئِكَ اَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَابًا اَل۪يمًا
Resim--- “Veleyseti-ttu lilleżîne ya’melûne-sseyyi-âti hattâ iżâ hadara ehadehumu-lmevtu kâle innî tubtu-l-âne velâ-lleżîne yemûtûne vehum kuffâr(un)(c) ulâ-ike a’tednâ lehum ‘ażâben elîmâ(n).: ne, kötülükleri yapıp-edip de onlardan birine ölüm çatınca: “Ben şimdi gerçekten ettim' diyenler, ne de kafir olarak ölenler için değil. Böyleleri için acı bir azab hazırlamışızdır.” (Nisâ 4/18)


4-) Cehennemin en alt katına lâyık olan, asla yardımcı da bulamayacak olan münafıklardan;
a-) Samîmiyetle pişman olarak TEVBE edip,
b-) Hâllerini düzeltenler,
c-) Bundan sonra da ibâdetlerini sade ALLAH celle celâlihu için yapanlar Mü’minlerle aynı haklara sahip olurlar..:


اِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ فِي الدَّرْكِ الْاَسْفَلِ مِنَ النَّارِۚ وَلَنْ تَجِدَ لَهُمْ نَص۪يرًاۙ
Resim--- “İnne-lmunâfikîne fî-dderki-l-esfeli mine-nnâri velen tecide lehum nasîrâ(n).: Gerçekten münafıklar, ateşin en alçak tabakasındadırlar. Onlara bir yardımcı bulamazsın.” (Nisâ 4/145)

اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا وَاَصْلَحُوا وَاعْتَصَمُوا بِاللّٰهِ وَاَخْلَصُوا د۪ينَهُمْ لِلّٰهِ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَعَ الْمُؤْمِن۪ينَۜ وَسَوْفَ يُؤْتِ اللّٰهُ الْمُؤْمِن۪ينَ اَجْرًا عَظ۪يمًا
Resim--- “İllâ-lleżîne tâbû veaslehû va’tesamû bi(A)llâhi veaḣlesû dînehum li(A)llâhi feulâ-ike me’a-lmu/minîn(e)(s) vesevfe yu/ti(A)llâhu-lmu/minîne ecran ‘azîmâ(n).: Ancak edenler, ıslah edenler, ALLAH'a sımsıkı sarılanlar ve dinlerini katıksız olarak ALLAH için (halis) kılanlar başka; işte onlar mü'minlerle beraberdirler. ALLAH mü'minlere büyük bir ecir verecektir.” (Nisâ 4/146)


5-) Mü’minlerden de kim bilmeden bir kötülük yapar, sonra ardından TEVBE edip te kendisini ıslah ederse onu ALLAH celle celâlihu bağışlar, çünkü ALLAH celle celâlihu merhamet etmeyi kendine yazmıştır.:

وَاِذَا جَٓاءَكَ الَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِاٰيَاتِنَا فَقُلْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ كَتَبَ رَبُّكُمْ عَلٰى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَۙ اَنَّهُ مَنْ عَمِلَ مِنْكُمْ سُٓوءًا بِجَهَالَةٍ ثُمَّ تَابَ مِنْ بَعْدِه۪ وَاَصْلَحَ فَاَنَّهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Resim--- “Ve-iżâ câeke-lleżîne yu/minûne bi-âyâtinâ fekul selâmun ‘aleykum(s) ketebe rabbukum ‘alâ nefsihi-rrahme(te)(s) ennehu men ‘amile minkum sû-en bicehâletin śümme tâbe min ba’dihi ve asleha fe-ennehu ġafûrun rahîm(un).: Âyetlerimize iman edenler sana geldiklerinde, onlara de ki: “Selâm olsun size. RABBiniz rahmeti kendi üzerine yazdı ki, içinizden kim cehâlet sonucu bir kötülük işler sonra eder ve (kendini) ıslah ederse şüphesiz, O, bağışlayandır, esirgeyendir.” (En’âm 6/54)
وَالَّذ۪ينَ عَمِلُوا السَّيِّـَٔاتِ ثُمَّ تَابُوا مِنْ بَعْدِهَا وَاٰمَنُواۘ اِنَّ رَبَّكَ مِنْ بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ
Resim--- “Velleżîne ‘amilû-sseyyi-âti śümme tâbû min ba’dihâ veâmenû inne rabbeke min ba’dihâ leġafûrun rahîm(un).: Kötülük işleyip bunun ardından edenler ve iman edenler; hiç şüphesiz RABBin, bundan (den) sonra elbette bağışlayandır, esirgeyendir.” (A’râf 7/153)

ثُمَّ اِنَّ رَبَّكَ لِلَّذ۪ينَ عَمِلُوا السُّٓوءَ بِجَهَالَةٍ ثُمَّ تَابُوا مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ وَاَصْلَحُٓواۙ اِنَّ رَبَّكَ مِنْ بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ۟
Resim--- “Śumme inne rabbeke lilleżîne ‘amilû-ssû-e bicehâletin śümme tâbû min ba’di żâlike veaslehû inne rabbeke min ba’dihâ leġafûrun rahîm(un).: Sonra gerçekten RABBin, cehâlet sonucu kötülük işleyen, sonra bunun ardından eden ve ıslah olanlar(la beraberdir). Şüphesiz RABBin bundan sonra bağışlayandır, esirgeyendir.” (Nahl 16/119)

وَاِنّ۪ي لَغَفَّارٌ لِمَنْ تَابَ وَاٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا ثُمَّ اهْتَدٰى
Resim--- “Ve-innî leġaffârun limen tâbe veâmene ve’amile sâlihan śümme-htedâ.: Gerçekten Ben, eden, inanan, salih amellerde bulunup da sonra doğru yola erişen kimseyi şüphesiz bağışlayıcıyım.” (TâHâ 20/82)


6-) ALLAH’a celle celâlihu şirk koşan, haksız yere adam öldüren ve zinâ edenler önce TEVBE etmeli, sonra iman etmeli, sonra Salih Amel işlemelidir.:

وَالَّذ۪ينَ لَا يَدْعُونَ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهًا اٰخَرَ وَلَا يَقْتُلُونَ النَّفْسَ الَّت۪ي حَرَّمَ اللّٰهُ اِلَّا بِالْحَقِّ وَلَا يَزْنُونَۚ وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ يَلْقَ اَثَامًاۙ
Resim--- “Velleżîne lâ yed’ûne me’a(A)llâhi ilâhen âḣara velâ yaktulûne-nnefse-lletî harrama(A)llâhu illâ bilhakki velâ yeznûn(e)(c) vemen yef’al żâlike yelka eśâmâ(n).: Ve onlar, ALLAH ile beraber başka bir ilâh'a tapmazlar. ALLAH'ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmezler ve zina etmezler. Kim bunları yaparsa 'ağır bir ceza ile' karşılaşır.” (Furkân 25/68)

يُضَاعَفْ لَهُ الْعَذَابُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَيَخْلُدْ ف۪يه۪ مُهَانًاۗ
Resim--- “Yudâ’af lehu-l’ażâbu yevme-lkiyâmeti veyaḣlud fîhi muhânâ(n).: Kıyamet günü, azab ona kat kat arttırılır ve içinde aşağılanmış olarak temelli kalır.” (Furkân 25/69)

اِلَّا مَنْ تَابَ وَاٰمَنَ وَعَمِلَ عَمَلًا صَالِحًا فَاُو۬لٰٓئِكَ يُبَدِّلُ اللّٰهُ سَيِّـَٔاتِهِمْ حَسَنَاتٍۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُورًا رَح۪يمًا
Resim--- “İllâ men tâbe ve âmene ve’amile ‘amelen sâlihan feulâ-ike yubeddilu(A)llâhu seyyi-âtihim hasenât(in)(k) vekâna(A)llâhu ġafûran rahîmâ(n).: Ancak eden, iman eden ve salih amellerde bulunup davranan başka; işte onların günahlarını ALLAH iyiliklere çevirir. ALLAH çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.” (Furkân 25/70)


7-) Günahtan sonra TEVBE etmemek zulmün kendisidir.:

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا يَسْخَرْ قَوْمٌ مِنْ قَوْمٍ عَسٰٓى اَنْ يَكُونُوا خَيْرًا مِنْهُمْ وَلَا نِسَٓاءٌ مِنْ نِسَٓاءٍ عَسٰٓى اَنْ يَكُنَّ خَيْرًا مِنْهُنَّۚ وَلَا تَلْمِزُٓوا اَنْفُسَكُمْ وَلَا تَنَابَزُوا بِالْاَلْقَابِۜ بِئْسَ الِاسْمُ الْفُسُوقُ بَعْدَ الْا۪يمَانِۚ وَمَنْ لَمْ يَتُبْ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ
Resim--- “Yâ eyyuhâ-lleżîne âmenû lâ yesḣar kavmun min kavmin ‘asâ en yekûnû ḣayran minhum velâ nisâun min nisâ-in ‘asâ en yekunne ḣayran minhun(ne)(s) velâ telmizû enfusekum velâ tenâbezû bil-elkâb(i)(s) bi/se-l-ismu-lfusûku ba’de-l-îmân(i)(c) vemen lem yetub feulâ-ike humu-zzâlimûn(e).: Ey iman edenler, bir kavim (bir başka) kavimle alay etmesin, belki kendilerinden daha hayırlıdırlar; kadınlar da kadınlarla (alay etmesin), belki kendilerinden daha hayırlıdırlar. Kendi nefislerinizi (kendi kendinizi) yadırgayıp-küçük düşürmeyin ve birbirinizi “olmadık-kötü lakablarla” çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir isimdir. Kim etmezse, işte onlar, zalim olanların ta kendileridir.” (Hucurât 49/11)


8-.) Bütün bunarlın yanında ALLAH celle celâlihu dilediği kullarının TEVBEsini kabul eder.:

ثُمَّ يَتُوبُ اللّٰهُ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Resim--- “Śumme yetûbu(A)llâhu min ba’di żâlike ‘alâ men yeşâ(u)(k) va(A)llâhu ġafûrun rahîm(un).: Bunun ardından ALLAH, dilediği kimseden sini kabul eder. ALLAH, bağışlayandır, esirgeyendir.” (Tevbe 9/27)


9-) ALLAH celle celâlihu TEVBE edenleri sever.:

وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْمَح۪يضِۜ قُلْ هُوَ اَذًىۙ فَاعْتَزِلُوا النِّسَٓاءَ فِي الْمَح۪يضِۙ وَلَا تَقْرَبُوهُنَّ حَتّٰى يَطْهُرْنَۚ فَاِذَا تَطَهَّرْنَ فَأْتُوهُنَّ مِنْ حَيْثُ اَمَرَكُمُ اللّٰهُۜ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ التَّوَّاب۪ينَ وَيُحِبُّ الْمُتَطَهِّر۪ينَ
Resim--- “Veyes-elûneke ‘ani-lmehîd(i)(s) kul huve eżen fa’tezilû-nnisâe fi-lmehîd(i)(s) velâ takrabûhunne hattâ yathurn(e)(s) fe-iżâ tetahherne fe/tûhunne min hayśu emerakumu(A)llâh(u)(c) inna(A)llâhe yuhibbu-ttevvâbîne veyuhibbu-lmutetahhirîn(e).: Sana “kadınların aybaşı halini” sorarlar. De ki: “O, bir rahatsızlık (ezâ)dır. Aybaşı halinde kadınlardan ayrılın ve temizlenmelerine kadar onlara (cinsel anlamda) yaklaşmayın. Temizlendiklerinde, ALLAH'ın size emrettiği yerden onlara gidin. Şüphesiz ALLAH, edenleri sever, temizlenenleri de sever.” (Bakara 2/222)

Günahlardan arınmak için ALLAH celle celâlihu’ya yönelmeyi iki ana kelime ile ifâde eder Kur’ÂN-ı Kerîm. Biri TEVBE diğeri İSTİĞFÂRdır. Bunlar aynı şey gibi görünse de aralarında farklar vardır. Şöyle ki;
TEVBE; Kötülükten pişmanlık duyulup, ondan vaz geçmeye ve bir daha işlememeğe karar vermek mânâsı ifâde ederken;
İSTİĞFÂR; duyguları ile ALLAH’tan celle celâlihu bağışlanmayı dilemektir.


لِيُعَذِّبَ اللّٰهُ الْمُنَافِق۪ينَ وَالْمُنَافِقَاتِ وَالْمُشْرِك۪ينَ وَالْمُشْرِكَاتِ وَيَتُوبَ اللّٰهُ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُورًا رَح۪يمًا
Resim--- “Liyu’ażżiba(A)llâhu-lmunâfikîne velmunâfikâti velmuşrikîne velmuşrikâti veyetûba(A)llâhu ‘alâ-lmu/minîne velmu/minât(i)(k) vekâna(A)llâhu ġafûran rahîmâ(n).: Şundan ki: ALLAH, münafık erkekleri ve münafık kadınları, müşrik erkekleri ve müşrik kadınları azablandıracak; mü'min erkeklerin ve mü'min kadınların sini kabul edecektir. ALLAH çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.” (Ahzâb 33/73)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Hatalarınız göğe ulaşsa sonra istiğfar etseniz yine de ALLAH kulun sini kabul eder.” buyurmuştur..
(İbni Mâce, Kitabu’z- Zühd 4248.).

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Ey insanlar! Rabbinize istiğfar edin. Canımı elinde bulunduran ALLAH’a yemin ederim ki, ben günde yetmiş defâdan fazla Rabbime istiğfar ederim.” buyurmuştur..
(Darimî, Kitabu’r- Rikak 2726.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kul istiğfar edince ALLAH celle celâlihu birinizin kaybolan hayvanını bulduğu andaki duyduğu sevinçten daha çok sevinir.” buyurmuştur..
(İbni Mâce, Kitabu‟z- Zühd 4247.)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Her âdemoğlu çok hata işler. Hata işleyenlerin de en hayırlısı istiğfâr edenler (nâdim olarak hatasından dönenler) dir.” buyurmuştur..
(Tirmizî.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Günahlarınız semâya ulaşacak kadar bile olsa, arkadan istiğfâr etmişseniz, günahınız mutlaka affedilir.” buyurmuştur..
(Kütüb-i Sitte.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Günahlarından istiğfâr eden kimse hiç günah işlememiş gibidir.” buyurmuştur..
(Tirmizî.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Hata yaparsanız, hatta günahlarınız göğe yükselecek kadar çok da olsa istiğfâr ettiğinizde ALLAH tevbenizi kabul eder, günahlarınızı bağışlar” buyurdu..
(Tergib ve Terhib.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Şüphesiz ki ALLAH, ile beraber bütün bunları (bütün günahları) bağışlamaktadır. Günahları ne kadar büyük ve çok olursa olsun hiçbir kul ALLAH'ın rahmetinden asla ümidini kesmemelidir. Zira Tevbe-stiğfâr ve rahmet kapısı geniştir.” buyurmuştur..
(İbn-i Kesir.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “İstiğfâr eden, günah işlememiş gibi olur.” buyurmuştur..
(Berîka.)

Resim---Bir adam Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in huzuruna giderek: “Ne dersin, bütün günahları işleyen, yapmadık kötülük bırakmayan bir kimse Tevbe-İstiğfâr etse kabul olunur mu?” deyince,
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “İslam dinine girdin mi?” buyurdu. Adam: “Ben ALLAH’dan başka ibâdet ve taate lâyık hiçbir ilâh olmadığına, şehadet ederim” dedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Hayır, işler yapar, kötülükleri bırakırsın. O zaman ALLAH geçmişteki bütün yaptıklarını hayır amellere çevirir” buyurdu.
Adam: “İşlediğim günahları ve kötülükleri de mi?” dedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Evet” buyurdu.
Adam gözden kayboluncaya kadar: “ALLAHu Ekber!. ALLAHu Ekber!. ALLAHu Ekber!.”
buyurmuştur..
(Taberânî.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “ALLAH’ın kulunun Tevbesinden duyduğu sevinç, birinizin çölde kaybetmiş olduğu devesini bulmasından dolayı duyduğu sevinçten daha fazladır.” buyurmuştur..
(Müslim, Tirmizî.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Mü’min, kulluk elbisesi günahlarla yıprandığında onu tevbesiyle yamayandır. Bahtiyâr, tevbesisi üzere ölendir.” buyurmuştur..
(El-Bezzâr.)

Günahların Ruh ve Kalblerde yaptığı müthiş tahribata karşı =>en mühim tamirat ve en kuvvetli silâh =>TEVBE ve İSTİĞFÂRdır.

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kul bir hata işleyince kalbine siyah nokta düşer. Günah işlemekten vaz geçer, TEVBE ve İSTİĞFÂR ederse kalbi temizlenir. Günah işlemekte devam ederse nokta çoğalır, tamamen kalbini kaplar.” buyurmuştur..
(Tirmizî.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “ALLAH celle celâlihu, TEVBE ve İSTİĞFÂRa devam eden kişiye her sıkıntıdan bir kurtuluş ve her darlıktan bir genişlik verir ve ummadığı yerden kendisini rızıklandırır.” buyurmuştur..
(Nesâî.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "…Beni ateşten korumanı istiyorum, günahlarımı bağışlamanı talep ediyorum. Çünkü senden başka günahları affeden yoktur" diye duâ eder, (yalvar yakar olursa) ALLAH TeÂLÂ Hazretleri, ona (rahmet) yüzüyle teveccüh eder ve yetmiş bin melek de kendisi için İSTİĞFÂR eder." buyurmuştur..
(Kütüb-i Sitte.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Günahkârlara karşı nefsinde merhamet duymayan kimse, hiç olmazsa onların lehine (onlar için) TEVBE ve İSTİĞFÂR ile duâ etsin. Zirâ yeryüzündekilere ALLAH celle celâlihu’dan mağfiret dilemek meleklerin ahlâkındandır.” buyurmuştur..
(Kütüb-ü Sitte.)

Resim---Enes bin Malik (radiyallahu anhu)’den şöyle dediği rivâyet edildi: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’i işittim buyuruyordu ki: “ALLAH TeÂLÂ buyurdu ki: “Ey Âdemoğlu bana duâ ettikçe ve beni ümid ettikçe senden ne ortaya çıkarsa affederim, umursamam. Ey Âdemoğlu şâyet günahların gökyüzüne kadar ulaşsa sonra bendn mağfiret (bağışlama) dilesen seni bağışlarım. Ey Âdemoğlu eğer bana yeryüzü dolusu hatalarla gelsen, sonra bana bir şeyi şirk koşmadan kavuşsan sana yeryüzü dolusu kadar bağışlamamla gelirim!.”
buyurmuştur..
(Hadis-i kudsî, sahihtir. Tirmizî tahric etti (3534.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:“ ALLAH TeÂLÂ buyuruyor ki: “Kim bana bir karış yaklaşırsa ona bir zira’ (el ile dirsek arası) yaklaşırım, kim bana bir zira’ yaklaşırsa, ona bir kulaç yaklaşırım, kim bana yürüyerek gelirse, ona koşarak gelirim, kim bana bir şeyi şirk koşmadan yeryüzü dolusu hata ile kavuşsa, onu mağfiret ile karşılarım!.” buyurmuştur..
(Ebu Zer radiyallahu anhu’den; Mülim sahihinde.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “İcâbete kesin inanarak Allah duâ ediniz çünka Allah gâfil, oynayan kalbten duâ kabul etmez.” buyurmuştur..
(Ebu Hureyre radiyallahu anhu’den; Tirmizî (3474).)

İcâbet-i DuÂ.: Duânın kabul olması. Duâya cevap verilmesi. Muvafakat edilmesi.

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Bu kalbler kaplardır, bazısı bazısından daha kavrayıcıdır, Allah’tan bir şey istediğiniz zaman icâbete kesin inarak isteyiniz, çünkü Allah gâfil kalbten şey istediğiniz zaman icâbete kesin inanarak isteyiniz, çünkü Allah gâfil kalbten çıkan kulun duâsına icâbet etmez.” buyurdu...
(Abdullah bin Amr radiyallahu anhu’den; İ. Ahmed, Müsned.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Duâdan âciz olmayın, çünkü duâyla beraber kimse helak olamayacaktır” buyurdu..
(Enes bin Malik radiyallahu anhu’den;; Hakim ve Ukayli Duafa’da, ibni Adiy Kamil de.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Hehangi bir kimse bir duâ ile duâ ederse Allah onun isteğini verir veya ondan benzer bir kötülüğü def eder, günahla veya sıla-i rahmi kesmekte duâ etmediği müddetçe böyledir.” buyurdu...
(Câbir radiyallahu anhu’den; İ. Ahmed, Müsned; Tirmizî; Terğib ve Terhib 2/491.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Hangi müslüman içerisinde günah olmayan veya sıla-i rahmi kesecek birşey olmayan bir duâ ile duâ etsin. Allah üç şeyden biriyle ona (istediğini) verir: Ya duâsını acele kabul eder, ya da onun için âhiret azığı olarak biriktirir, ya da ondan benzer bir kötülüğü defeder” buyurunca dediler ki: “O halde çoğaltalım” Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de: “ALLAH daha çok yapıcıdır.” buyurdu...
(Ebu Said radiyallahu anhu’den; Hadis sahihtir, İ. Ahmed, Bezzâr ve Ebu Alâ güzel isnadlarla tahric etti ve Hakim dedi ki: İsnadı sahihtir, Zehebi de ikrar etti. (Tergib ve Terhib: 2/148.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “ALLAH TeÂLÂ buyuruyor ki: “Ben kulumun bana zannıyla beraberim (bana nasıl zan beslerse ona öyle muamele ederim), bana dilediği gibi zan beslesin” bir rivâyette de: “Allah’a ancak hayır zanda bulunun” buyurdu...
(Ebu Davûd ve Tirmizî (3554)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Bir kul bir günah işledi ve dedi ki: RABBim bir günah işledim, beni bağışla, ALLAH TeÂLÂ buyurdu ki: “Kulum günahı bağışlayan ve ondan hesaba çeken bir RABBı olduğunu bildi, kulumu bağışladım, sonra ALLAH’ın dilediği kadar kaldı ve bir başka günah daha işledi ve dedi ki: “RABBim bir günah işledim, beni bağışla!. , ALLAH TeÂLÂ buyurdu ki: “Kulum günahı bağışlayan ve ondan hesaba çeken bir RABBı olduğunu bildi, kulumu bağışladım.. kulum birincisi gibi diğer iki kere daha zikretti.” buyurmuştur..
(Ebu Hureyre radiyallahu anhu’den; Buharî ve Müslim tahric etti.)

Açıkçası şudur ki muradı ısrar etmemekle beraber yapılan istiğfârdır, bunun için;

Resim---Ebu Bekir Sıddık radiyallahu anhu Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in şöyle buyurğunu rivâyet etti: “İstiğfar eden ısar etmez, bir günde yetmiş kere dönse de!.” buyurmuştur..
(Ebu Davûd ve Tirmizî (3554) tahric etti.)

Ömer radiyallahu anhu şöyle buyurmuştur: “İstiğfâr edenlerle oturun, onların kalbleri yumuşak olur.”
(Kütüb-ü Sitte)

Cafer-i Sadık kaddesallahu sırrahu buyuruyor ki: “Bir kimse, rızkı azaldığı zaman çok TEVBE ve İstiğfâr etsin! Zirâ ALLAH-u TeÂLÂ Nûh Sûresinde ve İSTİĞFÂR edenlerin, günahlarını bağışlayacağını ve rızıklarını arttıracağını vaad ediyor.”

Katâde radiyallahu anhu buyurdu ki: “Size, hastalığınızı teşhis ettirip, tedâvi çârelerini bulduran Kur’ÂN-ı Kerim'dir. Hastalığınız günah işlemek, tedâvisi ise, TEVBE ve İSTİĞFÂRdır.”
(Kütüb-ü Sitte)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

140- El VÂCİDu celle celâluhu.:


Resim



Resim


El VÂCİDu: Vücûd sahibi oluşta tek!... Mevcûdları vücûda getiren; geçici ve izâfî vücûd veren; varlıklı, gâni ve zengin olan, dileğinde (meşiyeti) hür ve dilediği olan...Mutlak vücûd sahibi ve halkını mevcûd kılıcı olan ALLAHu zü’l- CELÂL..


MuhaMMedî KâmiL Ârif =>AHADiYyeti =>AYNi’L- VüCÛD GÖReBİLendir:

لَوْ كَانَ فِيهِمَا آلِهَةٌ إِلَّا اللَّهُ لَفَسَدَتَا فَسُبْحَانَ اللَّهِ رَبِّ الْعَرْشِ عَمَّا يَصِفُونَ
Resim--- “Lev kâne fîhimâ âlihetun illâllâhu le fesedetâ, fe subhânallâhi rabbi’l- arşi ammâ yasıfûn (yasıfûne).: Eğer ikisinde de (semâda ve arzda), ALLAH'tan başka ilâhlar olsaydı, ikisi de (yer de, gök de) mutlaka fesada uğrardı. Arşın RABBi ALLAH, onların vasıflandırdığı (isnad ettikleri) şeylerden münezzehtir.” (Enbiyâ 21/22)

El VÂCİD.: VüCÛDa getiren. Varlıklı. Fâtır. Gâni ve zengin. MevCÛD olan.
El mevcûdat.: Mevcûdlar, kâinât.
El mevcûd.: Mevcûd; geçici, sınırlı ve sorumlu vücûd verilen.
El vecdü.: Su birikinti yeri. Aşk. Vecd. Şiddetli sevgi.
El vücdü.: Zenginlik, bolluk.
El vicdanü.: Vicdan. Nefis ve bâtınî kuvvetleri. İç duygusu.
El mûcidü.: İcâd eden. Ortaya çıkaran.Mevcûd kılan..
Vecede.: İstediğini bulmak. Elde etmek. Bilmek.
Vecide vecceden.: Birini pek şiddetli sevmek.
Vecede vecden.: Mal sahibi olmak.
Evcede.: Yartmak. Mevcûd kılmak. Kâinâtta var etmek. Mal sahibi kılmak. Tercih hakkı, cüz'i irâde ve uygulama imkanı sağlayıp, lâzım ve lâyıkı olanı verip, zayıf iken kuvvet ve güc sahibi etmek..


Resim

VÂCİD İsmi;
VÂCİD; zengin olan ve hiçbir şeye muhtaç olmayandır.
VÂCİD; kullarının taleblerini yerine getirmekte hiçbir zaman aciz kalmayandır.
VÂCİD; istediğini istediği an huzurunda bulandır.
VÂCİD; kendisinden kaçış ve kurtuluşun mümkün olmadığı yegâne zattır.
VÂCİD; kullarının bütün yaptıklarını görendir.
VÂCİD; kullarını rızıklandırmaya, hidâyet etmeye ve cezâlandırmaya gücü yetendir..

Resim

VÂCİD İsmi;
“Vücd” ve “Cide” mastarlarından türemiş olup; bilmek, bulmak, istediğini elde etmek, çok sevmek, üzülmek, öfkelenmek, zengin ve mâlik olmak anlamlarına gelmektedir.


VÂCİD İsmi; Arabça’daki “VeCeDe” kökünden türeyen, üç çeşit mastarın ism-i failidir.:

1-) Vecden.: İstediğini bulmak, elde etmek ve ayrıca da bilmek olup bu anlamda.:
ALLAH celle celâlihu’dan başka hiçbir şey gizli kalmaz, hiçbir şey kendini ALLAH celle celâlihu’dan gizleyemez. Hiçbir şey kendini ALLAH celle celâlihu’nun ilim, kudreti, irâdesi dışında bulunduramaz.
Bir şey ne kadar küçük olsa da, hangi gizlilikler de bulunsa da ALLAH celle celâlihu isterse onu gözler önüne çıkarır, ortaya getirir.:


يَا بُنَيَّ إِنَّهَا إِن تَكُ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِّنْ خَرْدَلٍ فَتَكُن فِي صَخْرَةٍ أَوْ فِي السَّمَاوَاتِ أَوْ فِي الْأَرْضِ يَأْتِ بِهَا اللَّهُ إِنَّ اللَّهَ لَطِيفٌ خَبِيرٌ
Resim--- "Yâ buneyye innehâ in teku miskâle habbetin min hardalin fe tekun fî sahratin ev fî’s- semâvâti ev fî’l- ardı ye’ti bihâllâhu, innellâhe latîfun habîr (habîrun).: "Ey oğlum, (yaptığın iş) gerçekten bir hardal tanesi ağırlığında olsa da, (bu,) ister bir kaya parçasından ya da göklerde veya yer(in derinliklerinde) de bulunsa bile, ALLAH onu getirir (açığa çıkarır). Şüphesiz ALLAH, latif olandır, (her şeyden) haberdârdır." (Lokmân 31/16)

2-) Vücd.: Zenginlik, muhtaç olmamak, müstağni olmak.:
Bu mânâya göre Vâcid; zengin olan, hiçbir şeye ve hiçbir kimseye muhtaç olmayıp, müstağni olandır ki, her şeyle beraber, her zenginliği ve zenginlik duygusunu da yaratan ALLAH celle celâlihu ihtiyaçtan münezzeh ve müstağnidir.

3-) Vücûd.: Var olmak ve var etmek. Mevcûd olmak, mevcûd kılmak.. Vâcid, var olan ve var edip mevcûd kılan.:
Nitekim Elmalılı Hamdi Yazır Hazretleri Hak Dini Kur’ÂN-ı Kerîm Dili Tefsirinde Duha Sûresinin açıklamalarında;


أَلَمْ يَجِدْكَ يَتِيمًا فَآوَى
Resim--- "E lem yecidke yetîmen fe âvâ.: Rabbin seni yetim olarak mevcud edip ( var edip ) de barındırmadı mı?” (Duhâ 93/6)

أَلَمْ يَجِدْكَ يَتِيمًا فَآوَى
Resim--- "E lem yecidke yetîmen fe âvâ.: Seni yol bilmez olarak var edip te yola iletmedi mi?” (Duhâ 93/7)

وَوَجَدَكَ عَائِلًا فَأَغْنَى
Resim--- "Ve vecedeke âilen fe agnâ.: Seni yoksul olarak var edip te zengin etmedi mi?” (Duhâ 93/8)

Resim

VÂCİD İsmi, Kur’ÂN-ı Kerîmde RABBimiz TeâLâ için kullanılmamıştır. Tirmizî ve İbni Mâce'nin Esmâ-i Hüsnâ hadisleri listesinde zikredilmektedir..

VÂCİD İsmi Kur’ÂN-ı Kerîm’de isim sigası ile hiç geçmezken, fiil halinde 5 âyette geçmektedir.: A'râf 7/102; Sâd 38/44; Duhâ 93/6,7,8..


وَمَا وَجَدْنَا لأَكْثَرِهِم مِّنْ عَهْدٍ وَإِن وَجَدْنَا أَكْثَرَهُمْ لَفَاسِقِينَ
Resim--- "Ve mâ vecednâ li ekserihim min ahdin, ve in vecednâ ekserehum le fâsikîn (fâsikîne).: Onların çoğunu ahdlerini yerine getirir (ahdlerine vefâ eder) bulmadık. Ve onların çoğunu gerçekten fâsıklar olarak bulduk.” (A'râf 7/102)

وَخُذْ بِيَدِكَ ضِغْثًا فَاضْرِب بِّهِ وَلَا تَحْنَثْ إِنَّا وَجَدْنَاهُ صَابِرًا نِعْمَ الْعَبْدُ إِنَّهُ أَوَّابٌ
Resim--- "Ve huz bi yedike dıgsen fadrıb bihî ve lâ tahnes, innâ vecednâhu sâbirâ (sâbiran), ni’me’l- abdu, innehû evvâb (evvâbun).: "Ve (Ey Eyub!) eline bir deste (sap) al, böylece onunla vur ve andını bozma." Gerçekten, Biz onu sabredici bulduk. O, ne güzel kuldu. Çünkü o, (daima ALLAH'a) yönelip dönen biriydi.” (Sâd 38/44)

Resim

VÂCİD İsminin Kur’ÂN-ı Kerîmde;

1-) VeCeDe fiili, görmek ve bulmak anlamında kullanılmıştır.:


فَإِذَا انسَلَخَ الأَشْهُرُ الْحُرُمُ فَاقْتُلُواْ الْمُشْرِكِينَ حَيْثُ وَجَدتُّمُوهُمْ وَخُذُوهُمْ وَاحْصُرُوهُمْ وَاقْعُدُواْ لَهُمْ كُلَّ مَرْصَدٍ فَإِن تَابُواْ وَأَقَامُواْ الصَّلاَةَ وَآتَوُاْ الزَّكَاةَ فَخَلُّواْ سَبِيلَهُمْ إِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim--- "Fe izânseleha’l- eşhuru’l- hurumu faktulû’l- muşrikîne haysu vecedtumûhum ve huzûhum vahsurûhum vak'udû lehum kulle marsad (marsadin), fe in tâbû ve ekâmûs salâte ve âtû’z- zekâte fe hallû sebîlehum, innallâhe gafûrun rahîm (rahîmun).: Böylece haram aylar çıktığı zaman artık müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün ve onları yakalayın ve onları muhasara edin (kuşatın). Gözetleme yerlerinin hepsine oturun (onları gözaltında tutun). Bundan sonra eğer tövbe ederlerse ve namaz kılar ve zekât verirlerse o taktirde onların yolunu serbest bırakın. Muhakkak ki ALLAH; Gafur’dur, Rahîm’dir.” (Tevbe 9/5)

2-) VeCeDe fiili, güç yetirmek anlamında kullanılmıştır.:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَقْرَبُواْ الصَّلاَةَ وَأَنتُمْ سُكَارَى حَتَّىَ تَعْلَمُواْ مَا تَقُولُونَ وَلاَ جُنُبًا إِلاَّ عَابِرِي سَبِيلٍ حَتَّىَ تَغْتَسِلُواْ وَإِن كُنتُم مَّرْضَى أَوْ عَلَى سَفَرٍ أَوْ جَاء أَحَدٌ مِّنكُم مِّن الْغَآئِطِ أَوْ لاَمَسْتُمُ النِّسَاء فَلَمْ تَجِدُواْ مَاء فَتَيَمَّمُواْ صَعِيدًا طَيِّبًا فَامْسَحُواْ بِوُجُوهِكُمْ وَأَيْدِيكُمْ إِنَّ اللّهَ كَانَ عَفُوًّا غَفُورًا
Resim--- "Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ takrabû’s- salâte ve entum sukârâ hattâ ta’lemû mâ tekûlûne ve lâ cunuben illâ âbirî sebîlin hattâ tagtesilû. Ve in kuntum mardâ ev alâ seferin ev câe ehadun minkum mine’l- gâiti ev lâmestumun nisâe fe lem tecidû mâen fe teyemmemû saîden tayyiben femsehû bi vucûhikum ve eydîkum. İnnallâhe kâne afuvven gafûrâ (gafûran).: Ey iman edenler, sarhoş iken, ne dediğinizi bilinceye ve cünüb iken de -yolculukta olmanız hariç- gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta veya yolculukta iseniz ya da biriniz ayak yolundan (hacet yerinden) gelmişseniz yahud kadınlara dokunmuş da su bulamamışsanız, bu durumda, temiz bir toprakla teyemmüm edin, (hafifçe) yüzlerinize ve ellerinize sürün. Şüphesiz, ALLAH, bağışlayandır, esirgeyendir.” (Nisâ 4/43)

3-) VeCeDe fiili, zenginlik anlamında kullanılmıştır.:

أَسْكِنُوهُنَّ مِنْ حَيْثُ سَكَنتُم مِّن وُجْدِكُمْ وَلَا تُضَارُّوهُنَّ لِتُضَيِّقُوا عَلَيْهِنَّ وَإِن كُنَّ أُولَاتِ حَمْلٍ فَأَنفِقُوا عَلَيْهِنَّ حَتَّى يَضَعْنَ حَمْلَهُنَّ فَإِنْ أَرْضَعْنَ لَكُمْ فَآتُوهُنَّ أُجُورَهُنَّ وَأْتَمِرُوا بَيْنَكُم بِمَعْرُوفٍ وَإِن تَعَاسَرْتُمْ فَسَتُرْضِعُ لَهُ أُخْرَى
Resim--- "Eskinûhunne min haysu sekentum min VUCDikum ve lâ tudârrûhunne li tudayyikû aleyhinne, ve in kunne ulâti hamlin fe enfikû aleyhinne hattâ yada’ne hamlehunne, fe in erda’ne lekum fe âtûhunne ucûrahunne, ve’temirû beynekum bi ma’rûf(ma’rûfin), ve in teâsertum fe se turdıu lehû uhrâ.: (Boşadığınız) Kadınları, gücünüz oranında oturmakta olduğunuz yerin bir yanında oturtun, onlara “darlık ve sıkıntıya düşürmek amacıyla” zarar vermeyin. Eğer onlar hamile iseler, yüklerini bırakıncaya (doğumlarını yapıncaya) kadar onlara nafaka verin. Şayet sizler için (çocuğu) emzirirlerse, onlara ücretlerini ödeyin. (Durum ve ilişkilerinizi) Kendi aranızda maruf (güzellikle ve İslam'a uygun bir tarz) üzere görüşüp konuşun. Eğer güçlük içine girerseniz, bu durumda (çocuğu) onun (babası) için bir başkası emzirebilir.” (Talâk 65/6)

4-) VeCeDe fiili, Eyyûb aleyhisselâm için kullanılmıştır.:

وَخُذْ بِيَدِكَ ضِغْثًا فَاضْرِب بِّهِ وَلَا تَحْنَثْ إِنَّا وَجَدْنَاهُ صَابِرًا نِعْمَ الْعَبْدُ إِنَّهُ أَوَّابٌ
Resim--- "Ve huz bi yedike dıgsen fadrıb bihî ve lâ tahnes, innâ vecednâhu sâbirâ (sâbiran), ni’me’l- abdu, innehû evvâb (evvâbun).: "Ve (Ey Eyyûb!) eline bir deste (sap) al, böylece onunla vur ve andını bozma." Gerçekten, Biz onu sabredici bulduk. O, ne güzel kuldu. Çünkü o, (daima ALLAH'a) yönelip dönen biriydi.” (Sâd 38/44)

Resim

El VÂCİD celle celâlihu İsminin bize yüklediği görev ve sorumluluklar vardır.:

RABBimiz TeâLâ, Şahdamarımızdanda AKREB, her ÂN hazır ve işlediğimiz küçük büyük bütün fiillerimizi/amellerimizi önümüze koyacaktır ki, ve bu bilinç içinde yaşamalıyız. Geçmişimize Tevbe, Yarınımıza DUÂ ve Şu ÂN’ımıza RIZÂ içinde YAŞAmamızı ve gerekirse hicret etmemizi Kur’ÂN-ı Kerîminde BUYURmuştur-DUYURmuştur;


وَوُضِعَ الْكِتَابُ فَتَرَى الْمُجْرِمِينَ مُشْفِقِينَ مِمَّا فِيهِ وَيَقُولُونَ يَا وَيْلَتَنَا مَالِ هَذَا الْكِتَابِ لَا يُغَادِرُ صَغِيرَةً وَلَا كَبِيرَةً إِلَّا أَحْصَاهَا وَوَجَدُوا مَا عَمِلُوا حَاضِرًا وَلَا يَظْلِمُ رَبُّكَ أَحَدًا
Resim--- "Ve vudıa’l- kitâbu fe terâ’l- mucrimîne muşfikîne mimmâ fîhi ve yekûlûne yâ veyletenâ mâ li hâzâ’l- kitâbi lâ yugâdiru sagîraten ve lâ kebîraten illâ ahsâhâ, ve vecedû mâ amilû hâdırâ (hâdıran), ve lâ yazlimu rabbuke ehadâ (ehaden).: (Önlerine) Kitab konulmuştur; artık suçlu günahkarların, onda olanlardan dolayı dehşetle korkuya kapıldıklarını görürsün. Derler ki: "Eyvahlar bize, bu kitaba ne oluyor ki, küçük büyük bırakmayıp her şeyi sayıp döküyor?" Yapıp ettiklerini (önlerinde) hazır bulmuşlardır. RABBin hiç kimseye zulmetmez.” (Kehf 18/49)

وَالَّذِينَ كَفَرُوا أَعْمَالُهُمْ كَسَرَابٍ بِقِيعَةٍ يَحْسَبُهُ الظَّمْآنُ مَاء حَتَّى إِذَا جَاءهُ لَمْ يَجِدْهُ شَيْئًا وَوَجَدَ اللَّهَ عِندَهُ فَوَفَّاهُ حِسَابَهُ وَاللَّهُ سَرِيعُ الْحِسَابِ
Resim--- "Vellezîne keferû a’mâluhum ke serâbin bi kîatin yahsebuhu’z- zam’ânu mâen, hattâ izâ câehu lem yecidhu şey’en ve vecedallâhe indehu fe veffâhu hisâbehu, vallâhu serîu’l- hısâb (hısâbi).: Ve kâfirlerin amelleri düz arazideki serâb gibidir. Susamış olan, onu su zannetti. Ona ulaştığı zaman, bir şey bulamadı. Ve yanında (karşısında) ALLAH’ı buldu. Böylece (ALLAH), onun hesabını ona tam olarak ödedi. Ve ALLAH, hesabı seri (çabuk) görendir.” (Nûr 24/39)

وَمَن يُهَاجِرْ فِي سَبِيلِ اللّهِ يَجِدْ فِي الأَرْضِ مُرَاغَمًا كَثِيرًا وَسَعَةً وَمَن يَخْرُجْ مِن بَيْتِهِ مُهَاجِرًا إِلَى اللّهِ وَرَسُولِهِ ثُمَّ يُدْرِكْهُ الْمَوْتُ فَقَدْ وَقَعَ أَجْرُهُ عَلى اللّهِ وَكَانَ اللّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا
Resim--- "Ve men yuhâcir fî sebîlillâhi yecid fî’l- ardı murâgamen kesîran veseah (veseaten). Ve men yahruc min beytihî muhâciran ilâllâhi ve resûlihî summe yudrikhu’-l mevtu fe kad vakaa ecruhu alâllâh (alâllâhi). Ve kânallâhu gafûran rahîmâ (rahîmen).: Ve kim, ALLAH YOLUnda hicret (göç) ederse, yeryüzünde göç edilecek birçok geniş yer bulur. Ve kim, ALLAH ve O'nun elçisine hicret etmek için evinden çıkar, sonra da kendisine ölüm yetişirse, artık onun ecri (mükâfatı) ALLAH'a ait olmuştur. Ve ALLAH, Gafûr’dur, Rahîm'dir.” (Nisâ 4/100)

وَمَن يَعْمَلْ سُوءًا أَوْ يَظْلِمْ نَفْسَهُ ثُمَّ يَسْتَغْفِرِ اللّهَ يَجِدِ اللّهَ غَفُورًا رَّحِيمًا
Resim--- "Ve men ya’mel sûen ev yazlim nefsehu summe yestagfirillâhe yecidillâhe gafûran rahîmâ (rahîmen).: Kim kötülük işler veya nefsine zulmedip sonra ALLAH'tan bağışlanma dilerse ALLAH'ı bağışlayıcı ve merhamet edici olarak bulur.” (Nisâ 4/110)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

141- El VÂHİDu celle celâluhu.:


Resim


Resim


El VÂHİDu: Zât-ı Şerîfinden şirket (ortaklık) olmayan; eşi, benzeri, cüz'ü parçası, tümleyeni olmayan kesretsiz mutlak tek olan Zâtı itibariyle mûnferid (tek). Sayının ilki, teki ve emsâlsizi… Mutlak, tek, yalnız, eşsiz, münferit ve yegâne olan ALLAHu zü’l- CELÂL.

Temelde “Ehad” kökünden türemiş olan eLVâhid İsmi; TEK olan, ikincisi olmayan, başkan, reis, söz Sâhibi, bölünmeyen, parçalanmayan anlamlarına gelmektedir..

Vâhid; TEK ve bir olan, ikincisi olmayandır.
Vâhid; çoğalmayan, çoğalma kabul etmeyendir.
Vâhid; bölünme ve parçalanma kabul etmeyendir.
Vâhid; başkan, reis, söz sâhibi ve karar verme makamıdır.
Vâhid; herhangi bir ortağı ve örneği bulunmayandır.
Vâhid; sayısının artması mümkün olmayandır.

Vehede.: Biricik olmak, yegânelik, yalnız kalmak.
Vahhade tevhîden.: ALLAHu zü’l- CELÂL'in birliğine imân etmek. Zihinlerde ve vehimlerde hayal olunmadan ve bütün tasavvurların dışında olarak Zât-i İlâhiye'yi tecrid edip, bir, tek ve eşsiz bilip inanmak. Monoteizm.
İttahade.: İki şey tek olmak.
El Evâhadu.: Vahdeniyyet sahibi Cenâb-ı Hakk.
Vahhadu.: Şeriksiz olan Cenâb-ı Hakkın birliğine imân.
El Vahdetü.: Yalnızlık, uzlet, çokluk zıttı, birlik, ittihad.
El Vahdâniyyetü.: ALLAHu zü’l- CELÂL'in bir olması, zâtında, sıfat, esmâ ve işlerinde tek olup, eşi, benzeri ve ortağı olmaması.

VAHDÂNîYyet.: ALLAHU zü'L-CELÂL’in; Zâtında, Sıfatlarında ce İŞLerinde TEK-BİR OLup, EŞi, Benzeri ve Ortağı Olmadığını BİLdiren Sıfatlarından birisi..

TEVHiD.: Şeksiz/şüphesiz ve zansız OLan ALLAHU zü'L-CELÂL’in TEK-BİRLiğineiman edip, zihinlerde ve vehimlerde/mânâsız ve belirsiz korkularda hayal etmeden ve bütün Aklî Tasavvurların/şekiller tasarlamanın dışında OLarak ZÂTuLLAH’ı maddî-mânevî KüLLî Şeyy ve Düşünceden tecrid edip/ kabden çıkarıp EL VÂHiDu’L- AHAD OLan Allah'a ALLAHU zü'L-CELÂL’e YÖNELmek..

TEVHiDuLLAH.: ALLAHU zü'L-CELÂL’e İMÂN ve AMELin BAŞı ve SON-UÇu OLAN, ŞARtı OLmayan ancak kendisi İsLÂN DİNİ Şartı OLan;

TeVHiDuLLAH TEK-BİRdir ve =>“ =>İLÂHE =>İLL =>ALLAH”dır..

RaBBu'L-ÂLeMîN’in KULLarı MuhaMMedî ÂRiF OLur, HiKMet BULur, diğer söyleyiş şekilleri ile de ifâde edebilirler..
Netice Ulûhiyyette
ALLAHÜ ZܒL-CELÂL’i eşsiz ve ortaksız bilip Ferdâniyet, Vahdânîyyet ve Ahadîyyetine İmÂN ve bu İmÂN üzerine İbâdet ve AmeLdir...
Zâten HiKMet, SÖZ ve AmeLde HAKk'a isabet kaydedip CehâLetten =>KemâLâta GEÇiştir iİsÂNoğLu için...

ALLAHU zü'L-CELÂL, Kur'ÂN-ı Kerîmde ZÂTINı BİLdirir;


هُوَ الْأَوَّلُ وَالْآخِرُ وَالظَّاهِرُ وَالْبَاطِنُ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---“Huve'l- evvelu ve'l- âhiru ve'z- zâhiru ve'l- bâtın(bâtınu), ve huve bi kulli şey’in alîm (alîmun): O, Evveldir, Âhirdir, Zâhirdir, Bâtındır. O, her şeyi bilendir.” (Hadîd 57/3)

İNSÂNoğLunun ERgin, KâmiL ve SiLm AKLı bu KULLuk İmtihÂNı DÜNYÂsında;
ZÂHİR-Maddî ÂLEMde VAHDÂNÎYyet AZAMEtini ve BÂTIN-Mânevî ÂLEMinde ise AHADÎYyet KUDREtini YAŞAr ve SEYRÂN EYyLer..
Ve Hiçbir zamÂN, EVVEL ve ÂHİR’e ULAŞıp YAŞAyamaz!.

El VÂHİDu celle celâlihu İsm-i Şerifi Kur'ÂN-ı Kerîmde.:

İlâhen Vâhidâ- Tek bir İlâh Olarak 16 Âyet-i Kerimde.:

Bakara 2/133,163; Nisâ 4/171; Mâide 5/73; En'âm 6/19; Tevbe 9/31; İbrâhim 14/52; Nahl 16/22,51; Kehf 18/110; Enbiyâ 21/108; Hac 22/34; Ankebût 29/46; Sâffât 37/4; Sâd 38/5; Fussilet 41/6..


Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Allah'ın İsm'i Azam'ı şu iki âyettedir:
1-) İlahınız, tek olan İLÂHdır, ondan başka İLÂH yoktur, O Rahmân ve Rahim'dir." (Bakara 2/163).
2-) Al-i İmran süresinin baş kısmı: Elif-Lam-Mim. O ALLAH ki, O'ndan başka İLÂH yoktur, O HAYy ve KAYyumdur" (Âl-i İmrân 3/1-2).
buyurdu.

(Esmâ Bintu Yezid radiyaallahu anhudan; Ebu Davûd, Salât 358, (1496); Tirmizî, Da'avât 65, (3472)

وَإِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ لاَّ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الرَّحْمَنُ الرَّحِيمُ
Resim---“Ve ilâhukum ilâhun vâhid (vâhidun), lâ ilâhe illâ huver rahmânur rahîm (rahîmu).: İLÂHınız bir tek ALLAH'tır. O'ndan başka İLÂH yoktur. O, Rahmândır, Rahîmdir.” (Bakara 2/163)

الم
اللّهُ لا إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ
Resim---"Elif lâm mîm.. Allâhu lâ ilâhe illâ huve’l- hayyu’l- kayyum (kayyûmu).: Elif lâm mîm.. ALLAH ki, O'ndan başka İLÂH yoktur, O, HAYy'dır (hayattadır), KAYyum'dur (ezelî ve ebedîdir).” (Âl-i İmrân 3/1-2)

قُلْ أَيُّ شَيْءٍ أَكْبَرُ شَهَادةً قُلِ اللّهِ شَهِيدٌ بِيْنِي وَبَيْنَكُمْ وَأُوحِيَ إِلَيَّ هَذَا الْقُرْآنُ لأُنذِرَكُم بِهِ وَمَن بَلَغَ أَئِنَّكُمْ لَتَشْهَدُونَ أَنَّ مَعَ اللّهِ آلِهَةً أُخْرَى قُل لاَّ أَشْهَدُ قُلْ إِنَّمَا هُوَ إِلَهٌ وَاحِدٌ وَإِنَّنِي بَرِيءٌ مِّمَّا تُشْرِكُونَ
Resim---"Kul eyyu şey’in ekberu şehâdeten, kulillâhu şehîdun, beynî ve beynekum ve ûhiye ileyye hâzâ’l- kur’ânu li unzirakum bihî ve men belag (belaga), e innekum le teşhedûne enne meallâhi âliheten uhrâ, kul lâ eşhed (eşhedu), kul innemâ huve ilâhun vâhidun ve innenî berîun mimmâ tuşrikûn (tuşrikûne).: “Hangi şey ŞÂHİD olarak en büyüktür?” de. “Benimle sizin aranızda ALLAH ŞÂHİDdir. Bu Kur’ân bana, onunla, sizi ve kime ulaşırsa onu, uyarmam için vahyolundu. Siz, muhakkak ALLAH ile beraber başka ilâhların olduğuna gerçekten ŞÂHİDlik ediyor musunuz? Ben ŞÂHİDlik yapmam.” de. “O, sadece tek bir ilâhtır. Muhakkak ki ben, sizin şirk koştuklarınızdan uzağım.” de.” (En’âm 6/19)

EL VÂHİDU'L-KAHHÂRU celle celâluhu .: Kur'ÂN-ı Kerîmde 6 Âyet-i Kerimde.: Yûsuf 12/39; Ra’d 13/16; İbrâhim 14/48; Sâd 38/65; Zümer 39/4; Mü’min 40/16..

Kur'ân-ı Kerîm'de esmâ olarak, şirki reddedip tevhidi esas alan
Vâhid İsminden sonra Yusuf 12/39, Ra'd 13/16, Sâd 38/65, Zümer 39/4 âyet-i celîlelerinde. Kıyametin anlatımında, İbrahîm 14/48, Mü'mim 40/16 âyet-i celîlelerinde geçmektedir..


EL VÂHİDU'L-KAHHÂRU celle celâluhu : Vâhid olan-Çok kahredici olan. (6 defa)
(Yûsuf 12/39)( Ra'd 13/16)(İbrâhim 14/48)(Sâd 38/65) (Zümer 39/4)(Mü'min 40/16)

Resim

يَا صَاحِبَيِ السِّجْنِ أَأَرْبَابٌ مُّتَفَرِّقُونَ خَيْرٌ أَمِ اللّهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ
Resim---Yâ sâhibeyis sicni e erbâbun muteferrikûne hayrun emillâhul vâhıdu’l- kahhâr (kahhâru).: "Ey zindan arkadaşlarım, birbirinden ayrı (bir sürü) Rabler mi daha hayırlıdır, yoksa kahhar (kahredici) olan bir tek ALLAH mı?" (Yûsuf 12/39)

قُلْ مَن رَّبُّ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ قُلِ اللّهُ قُلْ أَفَاتَّخَذْتُم مِّن دُونِهِ أَوْلِيَاء لاَ يَمْلِكُونَ لِأَنفُسِهِمْ نَفْعًا وَلاَ ضَرًّا قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الأَعْمَى وَالْبَصِيرُ أَمْ هَلْ تَسْتَوِي الظُّلُمَاتُ وَالنُّورُ أَمْ جَعَلُواْ لِلّهِ شُرَكَاء خَلَقُواْ كَخَلْقِهِ فَتَشَابَهَ الْخَلْقُ عَلَيْهِمْ قُلِ اللّهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ وَهُوَ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ
Resim---"Kul men rabbus semâvâti vel ard(ardı), kulillâh(kulillâhu), kul e fettehaztum min dûnihî evliyâe lâ yemlikûne li enfusihim nef’an ve lâ darrâ(darren), kul hel yestevil a’mâ vel basîru em hel testevîz zulumâtu ven nûr(nûru), em cealû lillâhi şurekâe halakû ke halkıhî fe teşâbehel halku aleyhim, kulillâhu hâliku kulli şey’in ve huvel vâhidul kahhâr(kahhâru).: Resûlüm!) De ki: "Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?" De ki: "ALLAH'tır." O halde de ki: "O'nu bırakıp da kendilerine fayda ya da zarar verme gücüne sahip olmayan dostlar mı edindiniz?" De ki: "Körle gören bir olur mu hiç? Ya da karanlıklarla aydınlık eşit olur mu?" Yoksa O'nun yarattığı gibi yaratan ortaklar buldular da bu yaratma onlarca birbirine benzer mi göründü? De ki: ALLAH her şeyi yaratandır. Ve O, birdir, karşı durulamaz güç sahibidir. (Ra'd 13/16)

يَوْمَ تُبَدَّلُ الأَرْضُ غَيْرَ الأَرْضِ وَالسَّمَاوَاتُ وَبَرَزُواْ للّهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ
Resim---"Yevme tubeddelul ardu gayrel ardı ves semâvâtu ve berezû lillâhil vâhıdil kahhâr(kahhâri).: Yerin başka bir yere, göklerin de (başka göklere) dönüştürüldüğü gün, onlar tek olan, kahhar olan ALLAH'ın huzuruna çıka(rıla)caklardır. (İbrâhim 14/48)

قُلْ إِنَّمَا أَنَا مُنذِرٌ وَمَا مِنْ إِلَهٍ إِلَّا اللَّهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ
Resim---"Kul innemâ ene munzirun ve mâ min ilâhin ilallahul vâhıdul kahhâr(kahhâru).: De ki: "Ben, yalnızca bir uyarıcıyım. Bir olan, kahreden ALLAH'tan başka bir ilah yoktur." (Sâd 38/65)

لَوْ أَرَادَ اللَّهُ أَنْ يَتَّخِذَ وَلَدًا لَّاصْطَفَى مِمَّا يَخْلُقُ مَا يَشَاء سُبْحَانَهُ هُوَ اللَّهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ
Resim---"Lev erâdallâhu en yettehıze veleden lastafâ mimmâ yahluku mâ yeşâu subhâneh(subhânehu), huvallâhul vâhıdul kahhâr(kahhâru).: Eğer ALLAH bir evlât edinmek isteseydi, elbette yarattıklarından dilediğini seçerdi. O yücedir. O, tek ve kahhâr olan ALLAH'tır. (Zümer 39/4)

يَوْمَ هُم بَارِزُونَ لَا يَخْفَى عَلَى اللَّهِ مِنْهُمْ شَيْءٌ لِّمَنِ الْمُلْكُ الْيَوْمَ لِلَّهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ
Resim---"Yevme hum bârizûn(bârizûne) lâ yahfâ alâllâhi min hum şey’un, li menil mulkul yevm(yevme), lillâhil vâhidil kahhâr(kahhâri).: O gün onlar (kabirlerinden) meydana çıkarlar. Onların hiçbir şeyi ALLAH'a gizli kalmaz. Bugün hükümranlık kimindir? Kahhâr olan tek ALLAH'ındır.(Mü'min 40/16)]


Resim
Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim EL AHADu ALLAH celle celâlihu..

EL AHADu celle celâlihu.: Her türlü BİLinemezlikte ve ERişilemzlikte ZÂTına Mahsus TEK-BİR ve EŞsiz OLan ALLAHU zü'L-CELÂL.. FeRDÎYYette demektir..

Ahad İsmi ile Vâhid İsmi arasındaki fark;
=>El VÂHiD, ZÂT îtibariyle Münferiddir.
=>El AHAD ise MâNâ îtibariyle Münferid/Tek başına, tek, yalnız, kendi başınadır.


ZÂT =>Sıfat (Meleküt->Bâtında) =>Esmâ =>EŞyâ (Mülk->Zâhirde)..


Meleküt-Bâtında.:

فَسُبْحَانَ الَّذِي بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
Resim ---“Fe subhânellezî bi yedihî melekûtu kulli şey’in ve ileyhi turceûn (turceûne).: Her şeyin melekutu (hükümranlık ve mülkü) elinde bulunan (ALLAH) ne yücedir. Siz O'na döndürüleceksiniz.”
(YâSîn 36/83)


Melekût: Tam bir hâkimiyyetle, Saltanat-ı İlâhiyyenin müessiriyyet ve idâresinin esrarı. Her şeyin kendi mertebesinde, o mertebeye münâsib ruhu, canı, hakikatı. Bir şeyin iç yüzü, iç ciheti. * Hükümdarlık. Saltanat. * Ruhlar âlemi. (Bak: Arş)(İnsan mülk ciheti ile kalbe zarf olur, melekut cihetiyle de mazruf olur. M.N.)


Mülk-Zâhirde.:

يَوْمَ هُم بَارِزُونَ لَا يَخْفَى عَلَى اللَّهِ مِنْهُمْ شَيْءٌ لِّمَنِ الْمُلْكُ الْيَوْمَ لِلَّهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ
Resim ---“Yevme hum bârizûn (bârizûne) lâ yahfâ alâllâhi min hum şey’un, li meni’l- mülkü’l- yevm (yevme), lillâhi’l- Vâhidi’l- Kahhâr (kahhâri).: O gün, orta yere çıkarlar. Onlardan hiçbir şey ALLAH'a karşı gizli kalmaz. (ALLAH sorar:) "Bugün mülk kimindir? Bir olan, Kahhar olan ALLAH'ındır."
(Mü’min 40/16)


Mülk: Mal. Yer. Bina. Hüküm ile bir şeyin zabt ve tasarrufu. İzzet, azamet, şevket. Bir şeyin dış yüzü. İnsanın sahip ve malik olduğu şey. Akıl sahiplerini tasarruf etmek. Mâlik olmak..


KûN (Emr) =>feye KûN (OLuş)..:

إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
Resim ---“İnnemâ emruhû izâ erâde şey’en en yekûle lehu kun fe yekûn.: Bir şey yaratmak istediği zaman Onun yaptığı "OL!" demekten ibarettir. Hemen OLuVERir.”
(YâSîn 36/82)


وَمَا أَمْرُنَا إِلَّا وَاحِدَةٌ كَلَمْحٍ بِالْبَصَرِ
Resim ---“Ve mâ EMRunâ illâ VÂHIDetun ke lemhın bi’l- basar (basari).: Bizim emrimiz, bir göz kırpma gibi yalnızca “bir keredir.”
(Kamer 54/50)


ke lemhin: bir anlık gibi.
bi el basari: göz ile bakış..


وَإِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ لاَّ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الرَّحْمَنُ الرَّحِيمُ
Resim ---"Ve İlâhukum İlâhun Vâhid (vâhidun), lâ ilâhe illâ huver Rahmânur Rahîm (rahîmu).: İlâhınız bir tek ALLAH'tır. O'ndan başka İlâh yoktur. O, Rahmândır, Rahîmdir.”
(Bakara 2/163)


Resim

Lâ ilâhe illâ ALLAHu’l- Celîlu’l- Cebbâru!.
Lâ ilâhe illâ ALLAHu’l- Vâhidu’l- Kahhâru!.
Lâ ilâhe illâ ALLAHu’l- Muttali’u’l- Settâru!.
Lâ ilâhe illâ ALLAHu’l- Hâliku'l- Leylu ve’n- Nehâru!.
Lâ ilâhe illâ ALLAHu vahdehu lâ şerike lehu İlâhen Vâhiden ve nahnu lehu âbidun!.
Lâ ilâhe illâ ALLAHu vahdehu lâ şerike lehu İlâhen Vâhiden ve nahnu lehu hâmidun!.
Lâ ilâhe illâ ALLAHu vahdehu lâ şerike lehu İlâhen Vâhiden ve nahnu lehu şâkirun!.
Lâ ilâhe illâ ALLAHu vahdehu lâ şerike lehu MuhaMMedun Rasûlullahi Yâ Hayyu Yâ Kayyum!.
Salavâtullahu alâ hayri halkihi MuhaMMedin ve âlihi ve sahbihi ecmaîn!.
Eşhedu enneke Rabben Hâliken!.
Allahume’gfir lî Yâ ALLAH!. Yâ ALLAH!. Yâ ALLAH!.
Birahmetike Yâ Erhame’r-Rahimîn!..

Âmin Yâ Latîf ALLAH celle celâluhu!.
Âmin Yâ Kerîm ALLAH celle celâluhu!.
Âmin Yâ Rahîm ALLAH celle celâluhu!.
Âmin Yâ Vedûd ALLAH celle celâluhu!.
Âmin Yâ Fettâh ALLAH celle celâluhu!.
Âmin Yâ Gaffâr ALLAH celle celâluhu!.
Âmin Yâ Settâr ALLAH celle celâluhu!.
Âmin Yâ ALLAH ALLAH celle celâluhu!..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

El AHADu ALLAH celle celâlihu..
El VÂHİDu ALLAH celle celâlihu..


El Ahadu : Her türlü bilinemezlikte zâtına mahsus tek, bir ve eşsiz olan ALLAHU ZÜ'L-CELÂL..
Ferd demektir. Ahad ile vâhid arasındaki farka, Vâhid, ZÂT îİ’ibariyle münferiddir, Ahad ise MÂN ݒtibariyle münferiddir.

Bir, yegâne ve her hususta bir tek olan anlamı taşıyan El Ahadu ismiyle El Vâhidu ismi yakın anlamlıdır..
El Vâhid celle celâlihu İsmi, ALLAHu zü’L-CELÂL'in Sıfatları bakımından da bir olduğunu ifâde etmektedir. .
El Ahad celle celâlihu İsmi ise, her türlü nisbî (nisbetle olan, kıyaslama olan, birine göre olan) kesreti (çokluğu) reddeder.
El Vâhid ise adedî kesreti reddeder.

AHADİYYET, bütün isim ve sıfatlardan mücerred /soyulmuş, çıplak olarak ALLAHu zü’L-CELÂL'in Zâtının TEK ve BİR olduğunu ifâde eder.
Ezelen ve ebeden insan aklınca idrak edilemez olan Ahadiyyet Tekliği nasslarda bildirildiği kadar anlaşılabilinmektedir..

El Ehadu.: Her türlü bilinemezlikte zâtına mahsus tek, bir ve eşsiz olan ALLAHu zü’L-CELÂL..
Ehhade : Çok şe'yi bir yapmak.
Ehadiyyet : Birlik, eşsizlik.

El Ahadu celle celâlihu ismi Kur'ân-ı Kerîm'de İhlâs 112/1 âyetinde doğrudan, bazı âyetlerde de (Beled 90/5,7) dolaylı olarak ALLAHu zü’L-CELÂL'e nisbet edilmiştir..


قُلْ هُوَ اللَّهُ أَحَدٌ
Resim---"Kul huvallâhu ehad (ehadun).: De, o: ALLAH tek bir (ehad)dir. (İhlâs 112/1)

أَيَحْسَبُ أَن لَّن يَقْدِرَ عَلَيْهِ أَحَدٌ
Resim---“E yahsebu en len yakdira aleyhi ehad (ehadun).: İnsan, hiç kimsenin kendisine güç yetiremeyeceğini mi sanıyor?”(Beled 90/5)

أَيَحْسَبُ أَن لَّمْ يَرَهُ أَحَدٌ
Resim---“E yahsebu en lem yerahû ehad (ehadun).: Kimse onu görmedi mi sanıyor?” (Beled 90/7)

El Vâhid celle celâlihu İsmi ise Kur'ân-ı Kerîm'de 15 âyette İlâh isminin sıfatı, 1 âyette ALLAHu zü’L-CELÂL'e sıfat, 1 âyette ALLAHu zü’L-CELÂL'e raci' zâmirin haberi olarak buyurulmuştur. 6 âyette Vâhidu’l- Kahhâr ikil esmâlar olarak buyurulmuştur.

Ahad celle celâlihu İsmi ancak ALLAHu zü’L-CELÂL için kullanılabilinir ve bu yüzden çoğulu yoktur.
Kur'ân-ı Kerîm'de; zâtında ve sıfatlarında bilinemezlikte eşi, benzeri ve zıddı olmayan ve bu vasfıyla da tek ve yegâne olan ALLAHu zü’L-CELÂL'in SIRR Sıfatı olarak yer alan El AHAD celle celâlihu;
Kur'ân-ı Kerîm'de İhlâs 112/1 âyetinde ALLAHu zü’L-CELÂL'in ZÂT’ının akılca bilinemezliği erişilemzliği TEK-BİR-liği bakımından bir olduğunu ifâde etmektedir..

El Vâhid ise, ALLAHu zü’L-CELÂL'in Sıfatları bakımından da TEK-BİR OLduğunu ifâde etmektedir..
El Vâhid, ALLAH celle celâlihu’nun Selbî Sıfatlarındandır ki;
Bunlar mahlûkatta bulunmayan sıfatları ifade eder.
Bunlar ALLAH'a mahsus sıfatlardır.
ALLAH'ı mahlûkattan herhangi birine şu veya bu şekilde benzetmemek için, bunların mahlûkatta olmadığını bilmek ve belirtmek gerekir.
Bunu belirtmekten maksad, ALLAH'ı tenzihtir, mahlûkattan başka ve ayrı olduğunu beyandır.
Esâsen selbetmek, ayırmak, soymak gibi mânâlara gelir.

Kıyam binefsihî: Varlığı kendi zâtının gereğidir, var olmak için bir yaratıcıya, bir başka şeye muhtaç değildir.
Halbuki bütün mahluklar var olabilmek, varlığını devam ettirebilmek için çok şeylere muhtaçtır.

VAHDÂNİYYET; ALLAH'ın zât, sıfat ve fiillerinden biridir, tektir, yardımcı ve ortağı bulunmaz demektir. Zıddı kesrettir, çokluktur.
O'nun dışında her varlık mürekkeptir, ALLAH ise mürekkep değildir, Vâhiddir.

Şu hususu iyice anlamalıyız ki;
El Ahad celle celâlihu, her türlü Nisbîlikte/nisbetle olan, kıyaslama olan, birine göre olan Kesreti/çokluğu reddeder.
El Vâhid celle celâlihu ise Nicelikte/sayısal olarak adedi kesreti/çokluğu reddeder..

AHADİYYET, bütün isim ve sıfatlardan mücerred/soyulmuş, çıplak olarak ALLAHu zü’L-CELÂL'in zâtının tek ve bir olduğunu ifâde eder.
Ezelen ve ebeden insan aklınca idrak edilemez olan ahadiyyet tekliği nasslarda bildirildiği kadar anlaşılabilinmektedir..
Kesin bilmekte; bilen, bilinen ve bilme fiilinin varlığı vardır ki bu hâliyle kesrettir ve Ahad'in zıddıdır.

AHADİYYET; İlâhî bilinemezlik karanlığında/a'mâsında, körlüğünde bilen, bilinen ve bilme “BİLe” dir ve ZÂTULLAH’da mahv olmuştur.

MuhaMMedî Tasavvuftaki AHAD ve VÂHİD'in Teknik İzâhı ise.:

Matematikte sayı; bir, tek, yegâne ve “1” dir.
Bu ilk ve son olan “1” AHAD gibidir, ASILdır, ANAdır ve bütün rakamların masdarıdır.
Sonraki 2, 3, 4, …… sonsuz rakamları incelersek: 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8,9, bir rakam ve kaptır.
“0” ise sonsuz gibi târifsizdir. Varlıktan bahsetmeyiştir. Yokluktur..

“2” demek, tüm özellikleri eşit gözüken ama ayrı koordinat ve kimlikte olan iki adet “1” in bir kapta yani rakamda bulunuşunun adıdır.
1 + 1 = 2 rakamı kesret gözükürken gerçekte vahdet torbasıdır..

Bu İzâha sebeb =>Kesretten >Vahdete.. =>Vahdetten>Kesrete Seyir Zevkine Çağrıdır.
TEKk SAYıya SAYgıyı BİLen, BULan ve SAYgıLı OLÂN-YAŞAyan MuhaMMedî Matematikçilere MEŞKktir..

“1” tanelik =>Teklik =>Eşsizlik =>benzersizlik..
Bu ÖZELLik sadece ve sadece Sistemin Sahibi SubhÂN ALLAHu zü'L-CELÂL'e ait bir ÖZELLik, GÜZELLik ve Vasıftır.
AHADîYyet ve VÂHİDîYyet..

El AHAD celle celâluhu =>Zâtîdir..
El VâHiD celle celâluhu =>Sıfatîdir..

İkRÂRda =>ALLAHu zü’l- CELÂL ULuhiyyeti Bölünemeyen EL İLÂH celle celâluhudur.:


وَإِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ لاَّ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الرَّحْمَنُ الرَّحِيمُ
Resim---“Ve ilâhukum ilâhun vâhid (vâhidun), lâ ilâhe illâ huve’r- rahmânu’r- rahîm (rahîmu).: Sizin ilâhınız tek bir ilâhtır. O'ndan başka ilâh yoktur. O, rahmân'dır rahîm'dir.” (Bakra 2/163)

İnKÂRdaysa =>MuhaMMedî TâLim ve Terbiyeden yoksun ham/yoz insan AKLı =>ALLAHu zü’l- CELÂL’in ULuhiyyetini ANLAmaz ve=>AKLınca EŞLer/İlâhlar BİLip-BULup onlarla OLup Yaşayarak bir ÖMRü mahveder ne yazık ki.:

أَلَا لِلَّهِ الدِّينُ الْخَالِصُ وَالَّذِينَ اتَّخَذُوا مِن دُونِهِ أَوْلِيَاء مَا نَعْبُدُهُمْ إِلَّا لِيُقَرِّبُونَا إِلَى اللَّهِ زُلْفَى إِنَّ اللَّهَ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ فِي مَا هُمْ فِيهِ يَخْتَلِفُونَ إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي مَنْ هُوَ كَاذِبٌ كَفَّارٌ
Resim---“E lâ lillâhid dînul hâlis(hâlisu), vellezînettehazû min dûnihî evliyâ, mâ na’buduhum illâ li yukarribûnâ ilâllâhi zulfâ, innallâhe yahkumu beynehum fî mâ hum fîhi yahtelifûn (yahtelifûne), innallâhe lâ yehdî men huve kâzibun keffâr (keffârun).: Halis dîn, ALLAH içindir, öyle değil mi? Ve O'ndan (ALLAH'tan) başka dostlar edinenler: "Biz, onlara (putlara) sadece bizi ALLAH'a yakın bir makama yaklaştırmaları için tapıyoruz." (dediler). Muhakkak ki ALLAH, hakkında ihtilâf ettikleri şey için onların aralarinda hüküm verir. Muhakkak ki ALLAH, yalanlayan ve inkar ederleri hidâyete erdirmez.” (Zümer 39/3)


Resûlullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)'den sahih bir hacet duası:

Resim--- Enes radiyallahu anhu'ya Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Yâ Enes! Bir hacet dileyeceksen ve çabuk olmasını istiyorsan şöyle de: "Lâ ilâhe illâllahu vahdehu lâ şerike lehu'l-Âlîyyü'l-Azîm! Lâ ilâhe illâllahu vahdehu lâ şerike lehu'l-Halîmü'l-Kerîm! Bismillâhi'l-lezi Lâ ilâhe illâ Hüve'l-Hayyü'l-Halîm! Subhanallahi Rabbi'l-Arşi'l-Azîm! Elhamdulillahi Rabbi'l-âlemîn! "Keennahum yevme yerevne mâ yu'adune lem yelbesûne illâ saaten min neharin belâgun. Fe hel yühlekü ille'l-kavmü'l-fâsikûn." (Ahkâf 46/35) ! Allahümme! İnnî es'elüke mûcibâti rahmetike ve azaime magfiretike ve's-selamete min küllî ismin ve'l-ganîmete min küllî birrin ve'l-fevze bi'l-cenneti ve'n-necâte mine'n-nâr! Allahümme! Lâ ted'a lî zemben illâ gafertehu velâ hemmen illâ ferectehu velâ deynen illâ kazeytehu velâ hâcetun min havaici'd-dünya ve'l-âhireti illâ kazeyteha birahmetike yâ Erhame'r-Rahîmin!" buyurmuştur.
(Enes radiyallahu anhu'dan; Taberânî, Dua)

Mânâsı: Vâhid (tek) olan ALLAH'dan başka ilâh yoktur. O'nun ortağı da yoktur. El Âlîyyü'l-Azîmdir (çok yüce ve uludur). Vâhid (tek) olan ALLAH'dan başka ilâh yoktur. O'nun ortağı da yoktur. El Halîmü'l-Kerîmdir (çok yumuşak ve ikram edicidir). O'ndan başka İlâh olmayan El Hayyü'l-Halîm (dâima diri ve kullarına hilm sahibi). ALLAH'ın ismiyle yüce Arş'ın Rabbi ALLAH Tealâ'yı tesbih ederim (tüm noksanlıklardan uzak olduğuna inanır ve söylerim). Hamd âlemlerin Rabbi ALLAH'a mahsustur (O'nun hakkıdır, O'nun içindir). "Sanki onlar kendilerine va'dedileni (sonu, azabı) gördükleri gün dünyada sadece gündüzün bir saati kadar kaldıklarını sanırlar. Bu (yeterli, yerinde, açık) bir tebliğdir! Yoldan çıkmış topluluklardan başkası helâk edilir mi hiç!" (Ahkaf 46/35)
ALLAH'ım! Senden rahmetine mûcibâtı (kabul etmeyi, kabul edilmeyi, uymayı, vesilelerin gereğini yapmayı… Bizim için Rahmetenli'l-âlemin olan Resûlullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)'i duymayı ve her hususta uymayı), mağfiretini (bağışlamanı) sağlayacak her türlü azaimi (azm, irade, karar, gayret), her türlü ism'den (suç, günah, hata, zenb, kötülük) selâmeti (salimliği, eminliği, korku ve endişesiz şekilde kurtulmayı ve korunmayı), her türlü birr (iyilik, güzellik, hayr, bağışta bulunma)'den ganîmeti (çalışmaksızın, emeksiz ve beklenmedik nâsib ve kısmet, zenginlik payı), cennette fevzi (selâmetle ulaşıp kurtuluş zaferine kavuşmayı) ateşten (cehennemden) necâtı (kurtuluşu, halâsı) isterim (dilerim)!
ALLAH'ım! Bana bağışlamayacağın bir günâh, ferec (çıkış yolu, ferahlık, çözüm) vermeyeceğin bir hemm (gam, keder, tasa, kaygı, sıkıntı, problem), ödettirmeyeceğin bir borç, yerine getiremeyeceğim dünya ve ahiret havicinden (ihtiyaçlar, hacetler, lüzûm, gereklik, muhtaçlık, zaruret) bir hacete ihtiyaç bırakma! (isteme, gerektirme, denkleştirme, muhtaç etme)
Ey merhametlilerin en merhametlisi olan ALLAH'ım rahmetinde ihsan eyle! (Yâ Rabbenâ! Âmin!)

Arapça’da TEKiL vardır: => “1”.. Mutlak TEK olan el Ahadu’l- Vâhid ALLAHu zü’l- CELÂL…

Arapça’da iKiL vardır: => “2”.. ALLAH ve NÛRu.. Ki NÛRunun SON-UÇu;
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selem’i DUYuş-UYuşLa =>HizBULLAH’a ÇIKmaktadır..
Vey İbLis’i DUYuş-UYuşLa =>HizbuşşeytÂN-lığa ÇIKmaktadır..

Arapça’da ÇOGuL vardır: =>“3” den sonrası sonsuza kadar ÇOĞULdur..


قُلْ مَن رَّبُّ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ قُلِ اللّهُ قُلْ أَفَاتَّخَذْتُم مِّن دُونِهِ أَوْلِيَاء لاَ يَمْلِكُونَ لِأَنفُسِهِمْ نَفْعًا وَلاَ ضَرًّا قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الأَعْمَى وَالْبَصِيرُ أَمْ هَلْ تَسْتَوِي الظُّلُمَاتُ وَالنُّورُ أَمْ جَعَلُواْ لِلّهِ شُرَكَاء خَلَقُواْ كَخَلْقِهِ فَتَشَابَهَ الْخَلْقُ عَلَيْهِمْ قُلِ اللّهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ وَهُوَ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ
Resim---“Kul men rabbu's- semâvâti ve'l- ard (ardı), kulillâh (kulillâhu), kul e fettehaztum min dûnihî evliyâe lâ yemlikûne li enfusihim nef’an ve lâ darrâ (darren), kul hel yestevi'l- a’mâ ve'l- basîru em hel testevî'z- zulumâtu ve'n- nûr (nûru), em cealû lillâhi şurakâe halakû ke halkıhî fe teşâbehe'l- halku aleyhim, kulillâhu hâliku kulli şey’in ve huve'l- VÂHİDu'l- KAHHÂR (kahhâru)..: De ki: "Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?" De ki: “ALLAH'tır.” De ki: “Öyleyse, O'nu bırakıp kendilerine bile yarar ve zarar sağlamaya güç yetiremeyen birtakım veliler mi (tanrılar) edindiniz?” De ki: “Hiç görmeyen (a'ma) ile gören (basiret sahibi) eşit olabilir mi? Veya karanlıklarla nur eşit olabilir mi?” Yoksa ALLAH'a, O'nun yaratması gibi yaratan ortaklar buldular da, bu yaratma, kendilerince birbirine mi benzeşti? De ki: “ALLAH, her şeyin yaratıcısıdır ve O, tektir, kahredicidir.” (Ra’d 13/16)

Bu âyet, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ve ALLAH celle celâluhu adına hükmeden ve halkı kendine çekerek sapıtan zavallı mürşid bozuntularına, mutlak kahredici el Vâhidu’l- Kahhâr ALLAH celle celâluhu’nun şiddetli bir TEHDİD UYARısıdır..



Resim

TeVHiDuLLAH tektir ve =>“ İLÂHE İLL ALLAH”dır.
Rabbü’l-âlemin’in kulları ârif olur, hikmet bulur, diğer söyleyiş şekilleri ile de ifâde edebilirler.
Netice Ulûhiyyette ALLAHÜ ZܒL-CELÂL’i eşsiz ve ortaksız bilip Ferdâniyet, Vahdâniyet ve Ahadiyetine imân ve bu imân üzerine ibâdet ve ameldir...
Zâten hikmet, söz ve amelde hakka isabet kaydedip cehâletten kemâlâta geçiştir insanoğlu için...
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim EL VAHİD ALLAH celle celâlihu..

VÂHİD: “Vahdâniyet/ALLAH celle celâlihu’ın ZÂT’ında tek, Sıfatlarında tek, Fiillerinde tek, İsimlerinde tek!.” olduğunu ifâde eden Zâtî Sıfatıdır.
EL- VAHİD celle celâlihu ise bu mânâdaki İsm-i Şerifidir..

ALLAH celle celâlihu, ZÂT’ında TEK-BİRdir. Ne bir dengi vardır, ne bir eşi, ne bir benzeri, O mutlak VAR OLşunn Sâhibidir. Mutlak ise ancak TEK olur. Sıfat, Fiil ve İsimleri her ne kadar çok olsa da bunların her biri farklı özelliklerin adları olduğu ve her biri ayrı ayrı mutlak olduğu için yine TEKtirler ve TEKi işâret ve ifâde ederler. ALLAHu zü’L- CeLÂL, Mutlak Yaratıcı olarak TEKtir, Mutlak İlim Sâhibi olarak TEKtir, mutlak kudret Sâhibi olarak TEKtir…. Bu TEKlerin hepsi mutlak varlığın ve mutlak zatın TEKliğini ifâde ederler.

ALLAHu zü’L- CeLÂL, Kur'ÂN-ı Kerîmde KULunun İMANına hitab eder. KULnun sonUÇ İMANı TEVHiDULLAH TEKliği Şartsız şartıdır.
Kur’ÂN-ı Kerîm da 41 âyette.: “ALLAH celle celâlihu’dan başka/veyâ O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur!.”
Şeklinde ZÂT’ının TEKliğini kesin ifâdelerle Buyurur..
Ayrıca; Nûh, Hûd, Sâlih, Şuayib aleyhumusselâm ağzından, onların ümmetlerine ve bizlere hitaben: A’râf 7/59-65-73-85..


لَقَدْ أَرْسَلْنَا نُوحًا إِلَى قَوْمِهِ فَقَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُواْ اللَّهَ مَا لَكُم مِّنْ إِلَهٍ غَيْرُهُ إِنِّيَ أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ
Resim---"Lekad erselnâ nûhan ilâ kavmihî fe kâle yâ kavmi’budûllâhe mâ lekum min ilâhin gayruhu,, innî ehâfu aleykum azâbe yevmin azîm (azîmin).: Andolsun, Nuh (aleyhisselâm)’ı kavmine gönderdik. O zaman şöyle dedi: “Ey kavmim, ALLAH’a kul olun! Sizin için O’ndan başka ilâh yoktur. Muhakkak ki; ben, o büyük günün azabının üzerinize olmasından korkuyorum.”(A’râf 7/59)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in şahsında bize hitaben:


وَلَا تَدْعُ مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ إِلَّا وَجْهَهُ لَهُ الْحُكْمُ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
Resim---"Ve lâ ted’u meallâhi ilâhen âhar(âhara), lâ ilâhe illâ huve, kullu şey’in hâlikun illâ vechehu, lehul hukmu ve ileyhi turceûn(turceûne).: Ve ALLAH ile beraber başka bir İlâh’a dua etme (ibadet etme). O’ndan başka İlâh yoktur. O’nun Zat’ı hariç herşey helâk olucudur. Hüküm O’nundur. Ve O’na döndürüleceksiniz.”(Kasas 28/88)

ALLAHu zü’L- CeLÂL Kur'ÂN-ı Kerîmde, KULLarının İz’ÂNına/ANLAyış Kabiliyetine hitab ederek TEK-BİRLik VAHDÂNiYyetini İlâhî bir LetâifLe BUYurup DUYUrur;

أَمَّنْ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَأَنزَلَ لَكُم مِّنَ السَّمَاء مَاء فَأَنبَتْنَا بِهِ حَدَائِقَ ذَاتَ بَهْجَةٍ مَّا كَانَ لَكُمْ أَن تُنبِتُوا شَجَرَهَا أَإِلَهٌ مَّعَ اللَّهِ بَلْ هُمْ قَوْمٌ يَعْدِلُونَ
Resim---"Em men halakas semâvâti vel arda ve enzele lekum mines semâi mâen, fe enbetnâ bihî hadâika zâte behcetin, mâ kâne lekum en tunbitû şecerehâ, e ilâhun meallâh(meallâhi), bel hum kavmun ya’dilûn(ya’dilûne).: Veya semaları ve yeryüzünü yaratan ve sizin için gökten su indiren mi? Böylece onunla güzel bahçeler yetiştirdik. Onun ağaçlarını dahi yetiştirmeniz sizin için (mümkün) olamaz. ALLAH ile beraber bir (başka) ilâh mı? Hayır, onlar (ALLAH’a başka bir ilâhı) denk tutan bir kavim.” (Neml 27/60)

أَمَّن جَعَلَ الْأَرْضَ قَرَارًا وَجَعَلَ خِلَالَهَا أَنْهَارًا وَجَعَلَ لَهَا رَوَاسِيَ وَجَعَلَ بَيْنَ الْبَحْرَيْنِ حَاجِزًا أَإِلَهٌ مَّعَ اللَّهِ بَلْ أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
Resim---"Em men cealel arda karâren ve ceale hılâlehâ enhâren ve ceale lehâ ravâsiye ve ceale beynel bahreyni hâcizâ(hâcizen), e ilâhun meallâh(meallâhi), bel ekseruhum lâ ya’lemûn(ya’lemûne).: Yoksa arzı karar yeri kılan ve onun aralarında (yeryüzünde) nehirler kılan (akıtan) ve orada (sabit) dağlar kılan ve iki deniz arasında perde kılan mı? ALLAH ile beraber bir (başka) ilâh mı? Hayır, onların çoğu bilmezler.”(BeleNeml 27/61)

أَمَّن يُجِيبُ الْمُضْطَرَّ إِذَا دَعَاهُ وَيَكْشِفُ السُّوءَ وَيَجْعَلُكُمْ خُلَفَاء الْأَرْضِ أَإِلَهٌ مَّعَ اللَّهِ قَلِيلًا مَّا تَذَكَّرُونَ
Resim---"Em men yucîbul mudtarra izâ deâhu ve yekşifus sûe ve yec’alukum hulefâel ard(ardı), e ilâhun meallâh(meallâhi), kalîlen mâ tezekkerûn(tezekkerûne).: Yoksa darda kalan kişi, ona dua ettiği zaman icabet eden, kötülüğü gideren ve sizi yeryüzünde halifeler kılan mı? ALLAH ile beraber bir (başka) ilâh mı? Ne kadar az tezekkür ediyorsunuz?” (Neml 27/62)

أَمَّن يَهْدِيكُمْ فِي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَمَن يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْرًا بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِهِ أَإِلَهٌ مَّعَ اللَّهِ تَعَالَى اللَّهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ
Resim---"Em men yehdîkum fî zulumâtil berri vel bahri ve men yursilur riyâha buşren beyne yedey rahmetihî, e ilâhun meallâh(meallâhi), teâlallâhu ammâ yuşrikûn(yuşrikûne).: Yoksa sizi, denizin ve karanın karanlığından hidayete erdiren mi? Rahmetinin önünde müjdeleyici olarak rüzgârlar gönderen mi? ALLAH ile beraber bir (başka) ilâh mı? Yüce ALLAH, onların şirk koştuğu şeylerden yücedir (münezzehtir).”(Neml 27/63)

أَمَّن يَبْدَأُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ وَمَن يَرْزُقُكُم مِّنَ السَّمَاء وَالْأَرْضِ أَإِلَهٌ مَّعَ اللَّهِ قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ
Resim---"Em men yebdeul halka summe yuîduhu ve men yerzukukum mines semâi vel ard(ardı), e ilâhun meallâh(meallâhi), kul hâtû burhânekum in kuntum sâdikîn(sâdikîne).: Yoksa ilk defa yaratan sonra da onu (geri) döndürecek olan ve sizi gökten ve yerden rızıklandıran mı? ALLAH ile beraber bir (başka) ilâh mı? (Onlara) de ki: "Eğer siz doğru söyleyenlerseniz, delillerinizi getirin."(Neml 27/64)

İÇinde yaşamakta Olduğumuz KÂİNÂtta milyonlarca yıldan beri Yer ve Gök, galaksiler ve Yıldız Takımları, Güneş ve Gezegenler, Maddî Mânevî Canlılar ve Cansızlar, en ayrıntılı İÇ DENGELeri ve DIŞ DÜZENLeri ile âhenkli bir şekilde ve nizam içinde varlıklarını EL HAYyumu’L- KAYyum Sırrı ile, TEK İrâdeye ve TEK Kudrete bağlı OLarak EL ELe, CÂNdan CÂN-a SÜRürüp Gitmekteler..

ALLAHu zü’L- CeLÂL Kur'ÂN-ı Kerîmde, MutLak TEKliğini ve Benzersiliğini İlâhî bir LetâifLe BUYurup DUYUrur.. İki ya da Üç OLmakktan Münezzeh EZEL-EBED TEK-BİRdir.:


لَّقَدْ كَفَرَ الَّذِينَ قَالُواْ إِنَّ اللّهَ ثَالِثُ ثَلاَثَةٍ وَمَا مِنْ إِلَهٍ إِلاَّ إِلَهٌ وَاحِدٌ وَإِن لَّمْ يَنتَهُواْ عَمَّا يَقُولُونَ لَيَمَسَّنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ مِنْهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
Resim---"Lekad keferellezîne kâlû innallâhe sâlisu selâsetin ve mâ min ilâhin illâ ilâhun vâhid (vâhidun) ve in lem yentehû ammâ yekûlûne le yemessennellezîne keferû minhum azâbun elîm (elîmun).: Andolsun ki, “ALLAH üçün, üçüncüsüdür (üç ilâh’tan biridir).” diyenler kâfir olmuşlardır. Ve tek bir ilâhdan başka bir ilâh yoktur. Ve eğer bu söyledikleri sözlerden vazgeçmezlerse, onlardan (bu sözlerinde ısrar edip) kâfir olanlara, mutlaka "elîm azab" dokunacaktır.” (de 5/73)

ذَلِكُمُ اللّهُ رَبُّكُمْ لا إِلَهَ إِلاَّ هُوَ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ فَاعْبُدُوهُ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ وَكِيلٌ
Resim---"Zâlikumullâhu rabbukum, lâ ilâhe illâ huve, hâliku kulli şey’in fa’budûhu, ve huve alâ kulli şey’in vekîl (vekîlun).: Rabbiniz, işte bu ALLAH’tır. O’ndan başka ilâh yoktur. Herşeyi yaratandır. Artık O’na kul olun! Ve O, herşeye vekildir.”(En’âm 6/102)

لَ اللّهُ لاَ تَتَّخِذُواْ إِلهَيْنِ اثْنَيْنِ إِنَّمَا هُوَ إِلهٌ وَاحِدٌ فَإيَّايَ فَارْهَبُونِ
Resim---"Ve kâlallâhu lâ tettehızû ilâheynisneyn (ilâheynisneyni), innemâ huve ilâhun vâhıd (vâhıdun), fe iyyâye ferhebûni.: Ve ALLAH, şöyle dedi: “İki ilâh edinmeyin! O, sadece tek bir ilâhtır. O halde sadece Benden korkun!”(Nahl 16/51)

لَوْ كَانَ فِيهِمَا آلِهَةٌ إِلَّا اللَّهُ لَفَسَدَتَا فَسُبْحَانَ اللَّهِ رَبِّ الْعَرْشِ عَمَّا يَصِفُونَ
Resim---"Lev kâne fîhimâ âlihetun illâllâhu le fesedetâ, fe subhânallâhi rabbi’l- arşi ammâ yasıfûn (yasıfûne).: Eğer ikisinde de (semada ve arzda), ALLAH’tan başka ilâhlar olsaydı, ikisi de (yer de, gök de) mutlaka fesada uğrardı. Arşın Rabbi ALLAH, onların vasıflandırdığı (isnat ettikleri) şeylerden münezzehtir.”(Enbiyâ 21/22)

مَا اتَّخَذَ اللَّهُ مِن وَلَدٍ وَمَا كَانَ مَعَهُ مِنْ إِلَهٍ إِذًا لَّذَهَبَ كُلُّ إِلَهٍ بِمَا خَلَقَ وَلَعَلَا بَعْضُهُمْ عَلَى بَعْضٍ سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يَصِفُونَ
Resim---"Mâttehazallâhu min veledin ve mâ kâne meahu min ilâhin izen le zehebe kullu ilâhin bimâ halaka ve le alâ ba’duhum alâ ba’d (ba’dın), subhânallâhi ammâ yasıfûn (yasıfûne).: ALLAH çocuk edinmemiştir. Ve O’nunla beraber (başka) bir ilâh (hiç) olmamıştır. Öyle olsaydı bütün ilâhlar mutlaka (kendi) yarattığını giderirdi (yok ederdi). Ve mutlaka onların bir kısmı bir kısmına üstün olurdu. ALLAH, onların vasıflandırdıkları şeylerden münezzehtir.” (Mu’minûn 23/91)

أَفَرَأَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ إِلَهَهُ هَوَاهُ وَأَضَلَّهُ اللَّهُ عَلَى عِلْمٍ وَخَتَمَ عَلَى سَمْعِهِ وَقَلْبِهِ وَجَعَلَ عَلَى بَصَرِهِ غِشَاوَةً فَمَن يَهْدِيهِ مِن بَعْدِ اللَّهِ أَفَلَا تَذَكَّرُونَ
Resim---"E fe raeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveten, fe men yehdîhi min ba’dillâhi, e fe lâ tezekkerûn (tezekkerûne).: Hevasını kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü? Ve ALLAH, onu ilim (onun faydasız ilmi) üzere dalâlette bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve kalbini mühürledi. Ve onun basar (görme) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Bu durumda ALLAH’tan sonra onu kim hidayete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?” (Câsiye 45/23)

Kur’ÂN-ı Kerîmde ALLAHu zü’L- CeLÂL’in BİR-Liği çoğunlukla “VÂhid” ve bir âyette/İhlâs Sûresinde de “Ehad” sözleri ile ifâde edilir.
Bunların her ikisi de ALLAHu zü’L- CeLÂL’in BİR-Liğini ifâde etmekle beraber aralarında şu mânâ farkları olduğu ilim adamlarımız ve müfessirlerimizce ifâde edilir.

EHAD.: ALLAHu zü’L- CeLÂL’in BİR-Liğini Selbî veya Tenzihî Sıfatları açısından ifâde eder. Yâni ALLAHu zü’L- CeLÂL’in BİR-Liğini, O’nun ne olmadığı bakımından ifâde eder. O’nun eşi, dengi, benzeri olmayan TEK-liği gibi.. EZELî BİRLiği.. CeLâL Sıfatları İÇindedir..

VÂHİD ise.: ALLAHu zü’L- CeLÂL’in BİR-Liğini Sübutî Sıfatları açısından anlatır. Yâni ALLAHu zü’L- CeLÂL’in BİR-Liğini, O’nun ne olduğu bakımından ifâde eder. “ALLAHu zü’L- CeLÂL’in BİR-dir, kendi ZÂT’ı iLe BİRdir, MutLak BİRdir, Sıfatlarında ve İsimlerinde ve Fiillerinde TEK-BİR-dir.” gibi.. EBEDî BİRLiği.. CeMâL Sıfatları İÇindedir..

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in TEVHİDULLAH’ı TEBLİĞİnin ilk Yıllarında Müslüman olan alt tabaka ki çoğu köleler İMANlarını gizlemekteydiler.
Müşrikleri en çok kızdıran ise: “Müslümanların ALLAH celle celâlihu’ya.: “AHAD-TEK-BİR” demeleriydi.”
Bu kölelerden birisi olan Bilâl-i Habeşî radiyallahu anhu ise açıkça: “Ahad!. Ahad!. ALLAH BİRdir!. ALLAH BİRdir!.” Diyordu.. Ve ÇİLLeLerin en çetini kızgın KUMLardaydı..
NÂRın =>NÛR ve CeheNNeM’in =>CeNNet OLuşu!. MuhaMMedî İmÂN ve AMELin İLk ÖRneği..



Resim

Allahumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebiyyike ve
Rasûlike ve
Nebiyyi'l- ÜMMiyyi ve alâ âlihi, Ehl-i Beytihi ve's- Sahbihi ve ÜMMetihi...

ALLAHımız celle celâluhu!
BİZe MuhaMMedî Gayret,
PÎRimizden Hâl-i HiMMet,
RASÛLünden ŞiFâ-yı ŞeFâat,
ZÂTından İnâyet-Hidâyet-Selâmet
İZZet-i İhsÂNınla LûTFet-BİZi de TEVHİDULLAH'a CEM’ et,
RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem’in SÎNEsÎnde İnşae ALLAH!..

Âmin!. Yâ Muîn!. Yâ Rabbenâ!.


ResimMuhaMMedî MuhabbetLerimİZLe...
Resim
Aytül
Yeni Üye
Yeni Üye
Mesajlar: 4
Kayıt: 19 Oca 2019, 22:30

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen Aytül »

Allah razi olsun..
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

ResimEZMİZ..


بلال الحبشي

L-i HABEŞî..

Ebû Abdillâh (Ebû Abdilkerîm veya Ebû Amr) Bilâl b. Rebâh (ö. 20/641)

RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem’in İLk Müezzini OLan Sahâbîsi.

Gizli davet devresinde İslâm ile şereflenen ve bundan dolayı müşriklerin şiddetli işkencelerine maruz kalan ilklerden biri de Bilâl-i Habeşî diye bilinen, Bilâl bin Rebah radiyallahu anhu'dur.
Bilâl-i Habeşî radiyallahu anhu, Müslümanların amansız düşmanı Ümeyye b. Halef'in kölesi iken, Hazret-i Ebû Bekir vasıtasıyla İslâmla şereflenmiştir.
(İbni Sa'd, Tabakât 3/332.)

Bir anda gönlünü çepeçevre saran imân nûru, Bilâl-i Habeşî radiyallahu anhu, için hadsiz bir cesaret kaynağı oluvermişti. Öyle ki, bir köle iken, efendisini ve müşriklerin her türlü baskı, işkence ve eziyetlerini hiçe sayarak Müslümanlığını açıkça ilân etmekten çekinmedi.
İmanın girmediği kalb taştan daha katı, ALLAH korkusunun bulunmadığı vicdan, kayalardan daha hissizdir. Böyle bir kalb ve vicdana sahip bir insanda acıma, şefkat ve merhamet aramak abestir. O insan, artık bu hâliyle mânen canavarlaşmıştır. Hatta tahribatı cihetiyle canavarları bile geride bırakmıştır.

İşte İslâmın diğer bütün amansız düşmanları gibi Ümeyye bin Halef de böyle bir kalb ve vicdanın sahibiydi. Ve Bilâl-i Habeşî radiyallahu anhu, merhamet ve şefkat yoksunu bu kalb sahibinin kölesi idi. Bu merhamet yoksunu adamın nazarında, Bilâl-i Habeşî radiyallahu anhu'un kendisini yaratan TEK-BİR ALLAH celle celâlihu'ya îmân etmesi ve Onun gönderdiği Peygamberi MuhaMMed Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'e sadâkat elini uzatması büyük suçtu! Bunun için de o, en amansız işkencelere tâbi tutuluyordu. Bazen yirmi dört saat aç, susuz bırakılıyor, bazen boynuna ip takılarak, Mekke'nin ücretle tutulan çocukları tarafından sokak sokak dolaştırılıyordu.
Ümeyye bin Halef'in bütün bu gayretleri boşunaydı. Bilâl-i Habeşî radiyallahu anhu, bir kere îmân etmişti ve ALLAH celle celâlihu'ya teslim olmuştu. Gönlü Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in muhabbetiyle gülşen olmuştu. Onun için, bu eziyet ve işkenceler altında inim inim inlerken bile, davasını müşriklerin yüzlerine yüzlerine haykırmaktan geri durmuyordu:

“AHAD!. AHAD!. ALLAH BİRdir!. ALLAH BİRdir!.”

İnandığı İslâm davasından her türlü eziyete rağmen zerre kadar taviz vermeyen Bilâl-i Habeşî radiyallahu anhu, bu sefer efendisi Ümeyye bin Halef, kavurucu sıcaklar altında, sırtını, güneşin sıcaklığından ateş parçası haline gelmiş kızgın taş ve kumlara sürttürüp yaktırır, ağzına güneşte kurumuş bir lokma et verdikten sonra, göğsüne kocaman bir kaya parçası koydurur ve şöyle derdi.:
"Andolsun ki; sen ölmedikçe, yahud MuhaMMed'i ve Onun dinini inkâr ve reddederek Lât'a, Uzzâ'ya tapmadıkça bu azabı üzerinden eksik etmeyeceğim!."

Fakat, vücudunun bütün zerreleriyle âdeta bir îmân abidesi kesilmiş olan Bilâl-i Habeşî radiyallahu anhu, ölümü göze alarak şöyle haykırırdı:
"Ben, Lât ve Uzzâ'yı kabul etmem!. ALLAHu AHAD!. ALLAHu AHAD!. ALLAH BİRdir!. ALLAH BİRdir!"
(İbni Hişâm, Sîre, 1/340; İbni Sa'd, Tabakât 3/232.)
Bu sözleri duyan Ümeyye bin Hâlef bütün bütün çileden çıkar, Bilâl-i Habeşî radiyallahu anhu’n işkencesini bayılıp kendinden geçinceye kadar arttırırdı. Sonra da çekip giderdi. Bilâl-i Habeşî radiyallahu anhu nice sonra kendine gelirdi..

Bilâl-i Habeşî radiyallahu anhu'n, bütün bu dayanılmaz eziyetlere, bu çekilmez işkenceye karşı tek dayanak noktası, o haşmetli ve azametli îmânıydı. İman, evet, kâinatı kabza-i tasarufunda tutan Cenâb-ı Hakka îmân, Onun sonsuz kudretine i'timad, insan için sarsılmaz, yıkılmaz bir istinad noktasıdır. O, bu kahramanca tavrıyla âdeta: "Îmân hem nurdur, hem kuvvettir. Hakiki îmânı elde eden adam kâinata meydan okuyabilir." hakikatını bütün dünyaya ilân ediyordu.


Yine bir gün, Ümeyye bin Halef in onu işkenceden işkenceye uğrattığı bir sırada, oradan geçen Hz. Ebû Bekir bu durumu gördü.
Ümeyye'ye.: "Sen hiç ALLAH'tan korkmaz mısın? Bu zavallıya daha ne zamana kadar işkence edeceksin!." dedi.
Ümeyye.: "Onun i’tikadını sen bozdun, kurtulmasını istiyorsan, onu satın al da kurtar!." diye cevap verdi.
Hz. Ebû Bekir.: "Ey Ümeyye, benim, senin dininden siyah bir kölem var. Bundan daha güçlü, daha kuvvedidir. Onu Bilâl'e karşılık sana vereyim, kabul eder misin?" dedi.
Ümeyye.: "Kabul ettim." dedi. Sonra da gülerek, "Vallahi, kölenin karısını da vermedikçe olmaz!." diye konuştu.
Hz. Ebû Bekir.: "Olur!.." dedi.
Ümeyye yine sinsi sinsi güldü ve.: "Vallahi, bana kölenin karısı ile birlikte kızını da vermedikçe olmaz!" dedi.
Hz. Ebû Bekir, bu teklife de: "Olur!.." diye cevap verdi.
Fakat, azılı müşrik Ümeyye, âdeta işi yokuşa sürmek istiyormuşçasına davranıyordu. Bu sefer hâince gülüşler arasında şu istekte bulundu.: "Vallahi, bana onlarla birlikte 200 dinar da üste vermedikçe olmaz!"
Onun bu durumuna sinirlenen Hz. Ebû Bekir hiddetle.: "Sen, ne utanmaz adamsın. Boyuna yalan söyleyip duruyorsun." dedi.
Ümeyye bu sefer.: "Hayır, Lât'a, Uzzâ'ya and olsun ki, artık bunları bana verirsen, dediğimi yapacağım!." dedi.
Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir.: "Onların hepsi senin olsun." dedi ve Bilâl-i Habeşî radiyallahu anhu'yu bu zâlim adamın elinden kurtardı..


Bilâl-i Habeşî radiyallahu anhu'i alan Ebû Bekir'e Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Yâ Ebâ Bekir, onun üzerinde bir hakkın olacak mı?" dedi,
Hz. Ebû Bekir.: "Hayır, yâ Resûlallah, Onu azâd ettim." dedi.

(İbni Hişâm, Sîre, 1/340; İbni Sa'd, Tabakât, 3/328; İnsanü'l-Uyun, 1/299.)


Bilâl-i Habeşî radiyallahu anhu’yu Ümeyye bin Hâlef gibi azılı bir müşrikin elinden kurtarıp hürriyetine kavuşturan Hz. Ebû Bekir, bir müddet sonra onun gibi köle olan annesi Hamâme'yi de satın alıp âzad etti.
(İbni Hişâm, Sîre, 1/340; İbni Sa'd, Tabakât, 3/328; İnsanü'l-Uyun, 1/299.)

Bilâl-i Habeşî radiyallahu anhu, Resûlullah Efendimizin has müezzini idi. Bir an olsun Onun yanından ayrılmak istemezdi. Fahr-i Kâinat'ın dâr-ı bekâya irtihâlleri üzerine, Zâtına ve yüksek ahlâkına olan muhabbetinden dolayı Medine-i Münevvere'de kalmaya tahammül edemedi ve oradan ayrılmaya mecbur kaldı. Bu esnada Halife olan Hz. Ebû Bekir, yanında kalması için ısrar edince.:
Bilâl-i Habeşî radiyallahu anhu.: "Yâ Ebâ Bekir, beni, kendin için satın aldınsa yanında tut!. Yok eğer ALLAH rızası için satın aldınsa, serbest bırak da, ALLAH yolunda cihada katılayım!."
Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir, kendisine müsâade etti. O da Şâm'a gitti. Hz. Ebû Bekir'in hilâfeti sırasında orada vukû bulan gazâlara iştirâk etti..
(İbni Sa'd, Tabakât, 3/238; İbn Hacer, İsâbe, 1/169.)
Resim
Cevapla

“Kul İhvani Divanında Esmalar” sayfasına dön