بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ : “Yaratan Rabbinin ismiyle oku.”
Burada “بِاسْمِ رَبِّكَ” ile ifade edilenin "Rabbin fail oluşu" olduğunu düşünüyorum.
İkinci âyette;
خَلَقَ الْإِنسَانَ مِنْ عَلَقٍ : “İnsanı bir alaktan yarattı” meâlinden de görüldüğü gibi Rabbin fail oluşu gizlidir yani müstetirdir. O halde diyebilirim ki; insanı bir alaktan yaratan Rabb önce açık sonrada gizli olarak verilmiştir. Yani yaratıcı vasfındaki Rabb açık ve gizlidir.
Alak: Kan. Kızıl veya koyu ve uyuşuk kan. * Yapışkan veya ilişken nesne..
Fârâbî varolma için; “ÖZün fiil halidir” der. Yaratma fiilini “kim yaptı?” sorusuna “Rabb” cevabını aldığım için öze Rabb’ı yerleştirmek anlamak bakımından hatalı olmayacaktır. Aslında Rabb herhangi bir yaratılana, onları yaratanları olarak küllî şey’den biri olan bir yere yerleştirmekten münezzehtir.
Ancak anlayayım diye bunu yaptım. Bu durumda alakın tanımını şöyle yapabilirim: “(açık-gizli) Rabbın yaratma haliyle oluşan fiili çember.”
Şekilde de görüldüğü gibi, merkezde yer alan Rabb’ın yaratan olmasından dolayı fiili bir çember oluşmakta ve varolana alak denmektedir. Bu durumda çemberin açılmış hali şöyle olur:
Fârâbî’nin “ÖZ ve varoluş arasındaki fark nedir?” açıklaması: “ikisinin farklı olduğu eğer fark olmasaydı yaratılmışların ÖZleriyle varolacağı, ÖZü varoluşunun ta kendisi olan bir tek varlık olduğu ve onunda ALLAH olduğu” şeklindedir.
Kul İhvani Hocamız da Er Rabb için; “Rububiyyeti gereği EL RABB celle celâlihu Küllî ŞEY ÖZüne Yakın-AKREB-AKRABA zuhur eder durur.” demektedir.
ÖZümüze yakın zuhur edip duran Rabb celle celâluhunun, 3., 4. ve 5 âyetlerde El Ekremliğinden söz edilmektedir.
اقْرَأْ وَرَبُّكَ الْأَكْرَمُ
الَّذِي عَلَّمَ بِالْقَلَمِ
عَلَّمَ الْإِنسَانَ مَا لَمْ يَعْلَمْ : Varlığın, kaza- kaderini, nitelik-niceliğini, neden-nasılını, hangi failden ve ne için olduğu bilgisini varlığa hem gizli hem açık işleyen Rabbin Ekremliğinden söz etmektedir. Yani Rabbin Ekremliği varlığa tüm bilginin yaratılışdan itibaren eksiksiz yerleştirilmesidir. Aslında Ali efendimizin bir sözü bu durumu çok güzel izah eder:
Azîz efendim İmâm-ı Alî (keremullahi veche)’nin:
“Ey insan! Senin cirmin (cüssen, cismin) küçücüktür, fakat Âlem-i Ekber (evvel-âhir-zâhir-bâtın sırları) sende tâva (dürülüp, yerleştirilmiş) dır.
Fârâbi mutluluğa ulaşma yazısında : İnsan, "varlıkların ne ve nasıl olduğunu, hangi failden ve ne için olduğunu araştırmalıdır" diyor...Fârâbi'nin bu söylemi, Rabbin "عَلَّمَ" (öğretmek) fiilinin insan üzerinde nasıl işlediğini anlamak bakımından yararlı olacaktır diye düşünüyorum!
6. ve 7. Âyetler ise şöyledir:
كَلَّا إِنَّ الْإِنسَانَ لَيَطْغَى
أَن رَّآهُ اسْتَغْنَى :
"كَلَّا" ile anlatılmak istenenin ise insanın kendini bilemeyişi ve bu yüzden de Rabb’ini bilemeyişi ve bulamayışı olduğunu sanıyorum. Bu ise büyük bir yanılgıdır. Yukarıda sözü edilen insanın iç yapısına işlenmiş bilgileri insan dışardan öğrendim sanır. Ve bu yüzden dışarıdan öğrendim sandıklarını da bir türlü içselleştiremez.Buda insanın kendini müstağni görme sonucunu doğurur. Aslında Ekrem Rabb'in "öğretme filini: alleme" insan üzerinde nasıl uyguladığı anlaşılmış olsa idi yani 4. âyette geçen " عَلَّمَ بِالْقَلَمِ : meâlen, kalem ile öğretti" bilgisi üzerinde durulup idrak edilmeye çalışılsa idi insan öğrendim sandığı şeylere sahip çıkmayıp Rabbe teslim etmiş olacaktı ve Rabbine dönecekti. "
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin: “Men arefe nefsehu fekad arefe RaBBehu: Nefsini Tanıyan-Bilen, RABBini Tanır-BİLir ” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II/343 (2532)
Bu bölümün son (8.) âyetinde ise,
إِنَّ إِلَى رَبِّكَ الرُّجْعَى : Meâlen; Dönüşün muhakkak Rabb’e olduğu bildirilmiştir..
Dışa bağlı olarak kendini geliştiren insan Rabb’inden uzaklaşmıştır. Peki bu insanın muhakkak yani Kul İhvâni Hocamızın deyişiyle kesin bir BİLiş-BULuş-OLuş ve YAŞAyışla RaBBine DÖNmesi nasıl olacaktır? Bu sorunun cevabını ise Fârâbi'nin şu tespitiyle birlikte bulmaya çalışıyorum.
Farabi, insanın varlıkların ne ve nasıl olduğunu, hangi failden ve ne için olduğunu araştırmasını istemektedir. Bu araştırmayla ortaya çıkacak ilkelerin hiç birisinin kendisinde olmayan (ne olduğu, neden olduğu ve niçin olduğu) fakat kendisi adı geçen bütün varlıkların ilk ilkesi olan varlığa ulaşana kadar bu bilgi edinme sürecinin devam etmesi gerektiğini savunmaktadır ki bence bu da insanın muhakkak Rabbine döneceği ayeti çok güzel izah etmektedir.
İnsan, varlık bilgisinin, “alaka”nın yaradılışından itibaren, yaratılan varlığın bilgisinin kendisine, İÇ-DIŞ yani “Lâ ilâhe illa ALLAH” tevhidi olarak işlendiğini BİLip -BULup-OLup-YAŞAdığı zaman mutlaka (إِنَّ), şeksiz-şüphesiz Rabbine dönmüş olacaktır.
Fârâbi O'nun için diyor ki; "O(Yaratan), adı geçen nesnelerin kendisiyle, kendisinden ve kendisi için var oldukları varlıktır. Kul İhvâni Hocamızın; Hakk'ta, Hakk'tan, Hakk'a, Hakk'la dörtlüsü bu durumu açıklamaktadır.
Bu sekiz âyette iki defa tekrarlanan “ اقْرَأْ” emir fiilidir. Yani zamanı ve mekanı yoktur. Yarattı, öğretti gibi geçmiş zamana ait eylemlerin şu an ( her ne zaman okunuyorsa o zaman) okunulması istenmiştir. Burada Rabb’in eylemlerinin zamansız (okunduğu an) olduğunu anlıyorum. Ayrıca bir mekanda gösterilmemiştir. Ne oku emrinde ne de eylemin yapıldığı anda bir mekan yoktur. O zaman, zamansız ve mekansız bir okuma istenmektedir. Yani zaman-mekan çerçevesi olmayan tamamen İÇten-ÖZden bir okuyuş istenmektedir. Ki bu içten okuyuş bir mekan değil bir niteliktir (İhlaslı bir okuyuş diyebiliriz..)..