HIZIR-İLYAS ALEYHUMU'S-SELÂM

Cevapla
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

HIZIR-İLYAS ALEYHUMU'S-SELÂM

Mesaj gönderen gullale »

H I D I R E L L E ZResim

Hızır ve İlyas aleyhimu's-selâm,

Mîlâdi takvimle 6 Mayıs günü Hıdırellez’dir. Hızır günleri yâni yaz mevsiminin başlangıcı sayılan 6 Mayıs günü, Rûmî senede Nisan ayının yirmi üçüncü gününe rast gelir.

Bilindiği gibi Rûmî takvimde yıl, Hızır ve Kasım (yaz ve kış) günleri olarak ikiye ayrılır. Mayıs ayının 6’sında Hızır ile yaz başlar, 186 gün sürer. Kasım ayının 8'ine kadar devam eder ve bundan sonra kış başlar. 179 gün sürer. Şubat'ın 29 çektiği artık yıllarda ise 180 gün olur.

Hıdırellez denmesinin sebebi; çeşitli dîni kaynaklarda Mûsâ aleyhi's-selâmın ümmetinden bir velî veya peygamber olduğu bildirilen ve Kur'ân-ı Kerîm’de, "Kullarımızdan bir kul…" diye anılan Hızır'ın (Hıdır) kurak bir yerde oturması ile o yerin yeşerip dalgalanmaya başladığı, hadîs-i şerîfte bildirilmiştir. Bu sebeple yaz başlangıcında ortalığın yeşermeğe başladığı güne yeşil mânâsına gelen Hıdır günü, yine bu günde Hıdır ile İlyâs'ın (aleyhimesselâm) buluştukları rivâyeti sebebiyle de Hıdırellez denmiştir.
Resim
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

Re: HIZIR-İLYAS ALEYHUMU'S-SELÂM

Mesaj gönderen gullale »

HIZIR VE İLYAS ALEYHİMU'S-SELÂMResim

Hızır aleyhi's-selâm, peygamber olması kuvvetle muhtemel, ilim ve hikmet sâhibi bir zâttır. Tasavvuf erbâbına ve hadis âlimlerine göre Hz. Hızır hayattadır, diridir. Nitekim Muhyiddîn-i Arabî (k.s.) Fütûhat-ı Mekkiye’sinde Hızır aleyhi's-selâmın hayatta olduğuna dâir bilgiler verir. İbn Salâh ve İmam Nevevî gibi bâzı zâtlar da Hızır aleyhi's-selâmın yaşadığı hakkında büyük âlimlerin görüş birliğinde olduklarını nakletmişler... Ve yeryüzünde âb-ı hayat’ın (hayat suyu) var olduğunu, ondan içenin kıyâmete kadar hayatta kalacağını, Hızır aleyhisselâmın da ondan içtiğini haber vermişlerdir.

Hızır (a.s.) zaman zaman bazı kimselere görünür, darda kalanlara yardım eder, hayırlı ve güzel yerlerde bulunur. Bâzı ALLAH dostları, sıkıntılı anlarda, Hızır aleyhi's-selâmdan istimdat için aşağıdaki beyti zaman zaman okumuşlardır.


Edrik Ebe'l-Abbas ennî münhasır
Seyyidî Belyâ’bni Melkâni'l-Hızır


"Efendim Belyâ! Melkân'ın oğlu Hızır! Yetiş ey Ebu’l-Abbas, sıkıntıdayım," demektir.

"Belyâ" Hızır aleyhi's-selâmın adı, "Melkân" babasının adıdır. Künyesi de, "Ebu'l-Abbas"tır.

Kur’ân-ı Kerim’de Hızır aleyhi's-selâmın isminden açıkça bahsedilmez. Kehf sûresinin 60-82. âyetlerinde yer alan Hz. Mûsâ ile alâkalı kıssada,
Kullarımızdan bir kul buldular ki, ona katımızdan bir rahmet vermiş ve yine ona tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.diye bahsedilen zâtın Hızır aleyhi's-selâm olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü bizzat Peygamber Efendimiz’den (s.a.v.) gelen sahih hadislerde, bu şahsın Hızır aleyhi's-selâm olduğu açıkça belirtilmiştir.
Resim
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

Re: HIZIR-İLYAS ALEYHUMU'S-SELÂM

Mesaj gönderen gullale »

HZ MÛSÂ VE HIZIR ALEYHİMU'S-SELÂM

Kehf suresinde geçen ilm-i ledün dersini aldıktan sonra Mûsâ aleyhi's-selam Hızır aleyhi's-selâma,

- “Bu ilmi sana RABBim hangi amelin karşılığında verdi? Onu bana öğret de, ben de onunla amel ederek bu ilmi elde edeyimdedi. Hızır (a.s.) da,

- “ALLAH için, mâsiyete sabr etmem sâyesindediye cevap verdi. (Şuabu'l-Îman)
Resim
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

Re: HIZIR-İLYAS ALEYHUMU'S-SELÂM

Mesaj gönderen gullale »

ResimHIZIR (A.S.) KİMLERLE BULUŞUR?

Ali Darîri hazretleri, Hızır aleyhi's-selâmın dünyâda bir kimseyi dost edinip, onun ziyâretine gelmesi için dört şart vardır, buyuruyor:

1. O kimse, her hal u kârda Rasûlullah’ın sünnetine uyan biri olacak.

2. Kalbinde dünyâya karşı bir his ve ihtiras olmayacak.

3. Bütün Müslümanlar için temiz bir duyguya ve kalbe sâhip olacak.

4. Hile, haset, kin gibi duygular içinde asla olmıyacak.

Devamla buyurdular ki: Bu şartlar kendinde olmıyan insan, ibâdetle melekleşse bile, yine Hızır (a.s.) ona uğramaz ve onunla arkadaşlık te’sis etmez.
Resim
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

Re: HIZIR-İLYAS ALEYHUMU'S-SELÂM

Mesaj gönderen gullale »

HASTA ZİYÂRETİNDE OKUNACAK DUÂ

Hızır aleyhi's-selâm bir veliyeAğrıyan yere elini koyarak şu âyeti okubuyuruyor:

Resim

وَبِالْحَقِّ أَنْزَلْنَاهُ وَبِالْحَقِّ نَزَلَ


Ve bi'l-hakkı enzelnâhu ve bi'l-hakkı nezel(nezele): Biz Kur’ân’ı hak olarak indirdik. O da hakkın ve gerçeğin ta kendisi olarak indi."
(İsra 17/105)
Resim
Kullanıcı avatarı
sev-guzel
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 609
Kayıt: 15 Mar 2008, 02:00

Re: HIZIR-İLYAS ALEYHUMU'S-SELÂM

Mesaj gönderen sev-guzel »

Fasil : FEZAİL BÖLÜMÜ
Konu : Bazı Peygamberlerin Faziletleri - Hz. Hızır (as)
Ravi : Ebu Hüreyre
Hadis : Resulullah (sav) buyurdular ki: "hızır’ın hızır diye isimlenmesi şuradan gelir. O, kupkuru beyazlamış ot destesinin üzerine oturmuştu. Deste, altında derhal yeşerdi."
HadisNo : 4345



Fasil : TEFSİR BÖLÜMÜ - ESBAB-I NÜZULE DAİR
Konu : Kehf Suresi
Ravi : Said İbnu Cübeyr
Hadis : İbnu Abbas (ra)’a dedim ki: "Nevfel-Bekkali, İsrailoğullarının peygamberi olan Hz. Musa (a.s.), hızır’ın arkadaşı olan Musa olmadığını zannediyor." Bana şu cevabı verdi: "Allah’ın düşmanı yalan söylüyor. Ben Übeyy İbnu Ka’b (ra)’ı dinledim.Demişti ki: "Ben Resulullah (sav)’ı işittim, şunu anlattı: "Musa (a.s.) Beni İsrail’e hutbe irad etmek üzere ayağa kalktı. Kendisine, "insanların en bilgini kimdir?" diye soruldu. O: "Benim" diye cevap verdi. Cenab-ı Hak, "Allahu a’lem (yani en iyi bilen Allah’tır)" demediği için Musa’yı azarladı. Ve: "İki denizin birleştiği yerde bulunan bir kulum senden daha alimdir" diye ona vahyetti. Hz. Musa (a.s.): "Ey Rabbim ben onu nasıl bulabilirim?" diye sordu. Kendisine: Bir zenbile bir balık koy, onu sırtına al. Balığı nerede yitirirsen o zat oradadır" dendi. Dendiği gibi yaparak yola çıktı. Kendisiyle beraber, hizmetçisi olan Yuşa İbnu Nun da yola çıktı. Beraberce yürüyerek bir kayanın yanına geldiler. Hz. Musa ve hizmetçisi dinlenmek üzere orada yattılar. Balık kımıldayarak zenbilden çıkıp denize kaydı. Allah ondan suyun akıntısını tuttu. Öyle ki su kemer gibi oldu. Balık için bir kanal meydana gelmişti. Hz. Musa (a.s.) ve hizmetçisi (balık için olduğunu bilmeksizin) bu manzaraya şaşırdılar. Günlerinin geri kalan kısmı ile o gece boyu da yürüdüler. Musa’nın arkadaşı ona, balığın gitmesini haber vermeyi unutmuştu. Sabah olunca Hz. Musa (a.s.) hizmetçisine: "Hele sabah kahvaltımızı getir. Biz bu yolculukta yorulduk" dedi. Ama emrolunduğu yere gelinceye kadar yorulmamıştı. Hizmetçi: Hani bir kayanın yanma gelmiş yatmıştık ya! Ben balığı orada unuttum. Onu hatırlatmayı, bana mutlaka şeytan unutturdu. Balık denize şaşılacak şekilde sıvışıp gitmişti" dedi. Musa (a.s.): "Bizim aradığımız orasıydı" dedi ve hemen izlerinin üzerine geri döndüler. İzlerini takiben yürüyerek kayaya kadar geldiler. Musa (a.s.) orada örtüsüne bürünmüş bir adam gördü ve ona selam verdi. hızır aleyhisselam ona: "Senin bu yerinde selam ne gezer!" "Ben Musa’yım." "Beni İsrail’in Musa’sı mı?" "Evet" "Sen, Allah’ın sana öğrettiği bir ilmi bilmektesin ki ben onu bilmem. Ben de Allah’ın bana öğrettiği bir ilmi bilmekteyim ki, onu da sen bilemezsin." "Allah’ın sana öğrettiği hakkı bana öğretmen şartıyla sana uymamı kabul eder misin?" "Sen benimle beraber olmak sabrını gösteremezsin. Mahiyet ve hikmetini bilmediğin şeye nasıl sabredeceksin ki?" "İnşaallah sen beni çok sabırlı bulacaksın. Hem ben senin hiç bir emrine karşı gelmeyeceğim." "Öyleyse gel. Ancak, madem bana tabi olacaksın, ben sana haber vermedikçe bana hiç bir şey sormayacaksın!" dedi. Hz. Musa (a.s.): "Tamam!" dedi. Hz. Musa ve Hz. hızır (a.s.) beraberce gittiler. Deniz kıyısında yürüyorlardı. Bir gemiye rastladılar. Kendilerini gemiye almalarını söylediler. Gemi sahipleri hızır (a.s.)’ı tanıdılar. Ve ücret istemeksizin onları gemiye aldılar. hızır (a.s.), gidip, geminin tahtalarından birini deldi. Hz. Musa (a.s.) ona: "Bak, bunlar bizi bedava gemilerine aldılar, sen gidip gemilerini deldin, adamları boğacakın. Hiç de yakışık olmayan bir iş yaptın!" dedi. hızır: "Ben sana, "benimle bulunmaya sabredemezsin" demedim mi?" dedi. Hz. Musa: "Unuttuğum şey sebebiyle beni sigaya çekme. Bu iş sebebiyle bana zorluk çıkarma!" ricasında bulundu. Sonra bunlar gemiden indiler. Sahil boyu yürürken, çocuklarla oynayan bir yavrucak gördüler. hızır (a.s.) yavrucağı yakaladığı gibi eliyle basını kopararak çocuğu öldürdü. Musa (a.s.): "Masum bir çocuğu kısas hakkın olmaksızın niye öldürdün. Bu çok yadırganacak bir iş!" dedi. "Ben sana demedim mi, sen benim beraberliğime sabredemezsin!" diye hızır (a.s.), Musa’ya çıkıştı. Hz. Musa: "Ama bu birinciden de şiddetli idi" dedi ve ilave etti: "Bundan sonra sana bir şey sorarsam, beni arkadaş etme, nazarımda bu hususta haklı sayılacaksın" dedi. Yola devam ettiler. Bir köye geldiler. Halktan yiyecek birşeyler istediler. Ama kimse onları ağırlamadı. Köyde yıkılmak üzere olan bir duvara rastladılar. hızır (a.s.) eliyle şöyle göstererek: "Eğilmiş" diyordu. Onu doğrulttu. Hz. Musa (a.s.) ona: Bir cemaat ki, kendilerine geliyoruz, bize ilgi gösterip, ağırlamıyorlar, yiyecek vermiyorlar. Sen onlara bedava iş yapıyorsun, dilesen ücret alabilirdin!" dedi. hızır (a.s.), Hz. Musa’ya: "Artık birbirimizden ayrılma zamanı geldi. Şimdi sana sabredemediğin şeylerin te’vilini haber vereceğim" dedi. Resulullah (sav) bu ara ilave etti: "Allah Musa’ya rahmet buyursun. Keşke, Hz. hızır’la beraberliğe sabretseydi de maceralarını bize nakletseydi, bunu ne kadar isterdim!" Ravi devam ediyor: Resulullah (sav) buyurdular ki: "Birinci (soru)su Musa’nın bir unutması idi. Bir serçe gelerek geminin kenarına kondu. Sonra denizden gagasıyla su aldı. Hz. hızır bunu göstererek Hz. Musa’ya, "Bak", dedi, "Benim ve senin ilmin ve diğer mahlukatın ilmi, Allah’ın ilminden, şu kuşun denizden eksilttiği kadar eksiltir."
HadisNo : 695
Resim
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

Re: HIZIR-İLYAS ALEYHUMU'S-SELÂM

Mesaj gönderen gullale »

zahidzenderun yazdı:KABiR TAŞIM


Resim

Bir gövde borcum var toprağa
Verdim borcumu.
Ruhumun toprağa borcu yok benim.
Arama toprakta beni, ben başka yerdeyim.
Toprağım temizdi, temiz teslim ettim borcumu.
Bu kabir ruhumla gövdemin ayrılış yeri.
Burada arama, burda değilim.
Azapta değil, narda değilim.


Sıkıntım kalmadı artık, aç ve yoksul değilim.
Dünyada haksızlık, sefalet, açlık, sıkıntı, dertlerle arkadaş yaşadım.
Şikayet etmedim Rabb'imden, bu nedir diye
Kırklar, yediler, dörtler, üçlerle arkadaş idim.
Hızır'la buluştum, konuştum, dertleştim, dünya yüzünde...
Şikayet etmedim kendi hâlimden.


Nefsinle uğraşma bu savaş değildir.
Kabirde azabın esası budur.
Bırak nefsini kendi hâline.
Uğraşma onunla yakışmaz sana.
Gövde, nefis, ruh başka başkadır.
Yekdiğerine karıştırıp çengelleme onları.
Nefis dünyada kalır, gövde toprakta
Ruh gider aslı olan Rabb’ine


Burada arama burda değilim.
Azapda değil, narda değilim.
Sıkıntım kalmadı, aç ve yoksul değilim.
Gövdemi verdim toprağa borçlu değilim.
Nefsimin de derdi dünyada kaldı.
Üzme kendini, ben de senin gibiyim.
Rabb'imin yanında uçar gibiyim.




Dr. MÜNİR DERMAN


Ankara; 2.12.1989, Cumartesi

(*) Bu metin Dr. Münir Derman tarafından kabir kitabesine yazılmak üzere vasiyet edilmiş olup mezarı başındaki kitabede yer almaktadır.)
Resim
Kullanıcı avatarı
habibi
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1059
Kayıt: 26 Eki 2008, 02:00

Re: HIZIR-İLYAS ALEYHUMU'S-SELÂM

Mesaj gönderen habibi »

Resim

Aşk mıdır ki can-ı dil mülkünü yağma eyleyen
Aşk mıdır sinem içinde gelip de can eyleyen
Aşk mıdır ki boynuma takıp bela zincirini
Gezdirip mecnun gibi alemde rüsva eyleyen…
Aşk mıdır ki bivefa güller elinden geceler
İnletip bülbülleri ta subh-u güya eyleyen
Aşk mıdır ki bir keman ebru nigarın yadına
Ok gibi kaddimi büküp benim de ya eyleyen…
Aşk mıdır ki fenni derdi okutup aşıklara
Fasl-ı babı sinemin levhinde inşa eyleyen
Aşk mıdır ki bu Muhibbi sinesine dağ vurup
Ahir anın gözleri yaşını derya eyleyen…
.
Muhibbî


Ey Aşık..!
Sevgilinin hasretiyle,
Seherlerinde âh ederek, gözyaşı döktüğün geceler miktarınca;
Aşkın sana kutlu olsun..!
.


Resim
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/hbbi.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
sev-guzel
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 609
Kayıt: 15 Mar 2008, 02:00

Re: HIZIR-İLYAS ALEYHUMU'S-SELÂM

Mesaj gönderen sev-guzel »

Resim

ZEVK 3170

Tek DiriResimAŞKtır Âlemde Başkası Yok Hâl-i Hazır
Şah Damarı Destanıdır, Canda Cânân Hazır-Nazır
NûR-u MîMin Gül Bağında Bahçevan OL Kul İhvanî!
Bir Gün Sen De Dirilirsin, Kara Gül Kokusu HIZIR!..


01.05.08 12:04
Aksaray-ankara


Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
sev-guzel
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 609
Kayıt: 15 Mar 2008, 02:00

Re: HIZIR-İLYAS ALEYHUMU'S-SELÂM

Mesaj gönderen sev-guzel »

Nevrûz'un Anadolu Kökeni:
"Kübele Kültü"
Dr. Ahmed Yüksel Özemre


Eski Çağ Anadolu'sunda Frikya'da yayılmış olan Kübele (ya da Kibele, Sibele) Kültü, elimizdeki ilk kanıtları M.Ö. VIII. binyıla daya­nan Büyük Ana ya da Büyük Tanrıça kültünün Anadolu iklimine uyar­lanmış şekli olarak ortaya çıkmıştı. Bereket tanrıçası olan Kübele bir yandan vahşî hayatın melîkesi olduğuna, diğer yandan da hem beşerin ve hem de hayvanların huzurunu ve sağlığını sağladığına, müminlerini de savaşlarda koruduğuna inanılan bir tanrıça idi. Kübele'nin anısına yapılan âyinlerde ise, Doğa'nın bereketini arttırmak için bir çeşit büyü kabîlinden, histerik karakterli kollektif cinsel özgürlüğün her şekli icrâ edilmekteydi. Bu kültün sâlikleri, gerek bu türden âyinlerde gerekse bundan farklı olan diğer Kübele âyinlerinde, bilinçlerini ta'tîl ederek vahşî bir vecd ve istiğraka dalmayı ön plânda tutmaktaydılar.

Bu kültün kanıtları eski yerleşim yerlerinde yapılan kazılarda or­taya çıkan ve hâmile kadın morfolojisini sergileyen heykelcikler, re­simler ve kabartmalardır. Büyük Tanrıça heykelciği ise en çok Anado­lu'da ve: Çatal Höyük, Hacılar, Çukurkent, Erbaba, Suberde ve Can Ha­san gibi eski yerleşim yerlerinde ortaya çıkarılmıştır.



Bu kült, İkinci Pön Harbi sırasında, M.Ö. 204 yılında Roma'ya da taşınmıştır. Bu münâsebetle, bugünkü Sivrihisar'ın yakınlarındaki Ballıhisar köyünün yerindeki "Pessinus" (ya da Pessinonte) kentinde muhâfaza edilmekte olan ve Kübele'yi simgeleyen siyah (ve büyük bir olası­lıkla da meteorit kökenli) kutsal bir heykelcik de törenle Roma'ya götü­rülmüştür.

özellikle Roma aristokrasisi nezdinde i'tibâr kazanan Kübele Kültü'ne kentin Palatino Tepesi'nde M.ö. 191 yılından i'tibâren bir mâbed tahsis edilmişti. İmparator Augustus bu kültü resmen korumuş, impara­tor Claudius zamanında yapılan bir reform ile de Kübele Kültü'nün umûma açık şekli düzenlenmişti.


Kübele Kültü Anadolu'da yerleşmeden ve oradan da Roma'ya in­tikāl etmeden önce pekçok ülkede buna benzer bir inanç sistemi olarak ortaya çıkmış bulunuyordu. Bu: Hititlerdeki Kubaba, Sümer'deki Nintu, Elâm'daki Anbinini, Girit'deki Rhea, Eski Mısır'daki İsis, Suriye'de Aştarte (İştar), İngiltere'de ise Eostre kültünün aynı kapsamdaki modeli idi. Roma'ya intikālinden sonra bu kült Magna Mater (Büyük Ana) ya da Magna Divum (Büyük Tanrıça) kültü isimlerini almıştır.


Bütün ayrıntılarıyla zabtedilmiş olması hasebiye, Kübele Kül­tü'nün bu Roma döneminin: 1) hem kültün Avrupa'nın diğer yörelerine de taşınmış olması, ve 2) hem de bu kültün bugün pekçok ülkenin folk­loruna bırakmış olduğu pagan izlerin teşhisi bakımından büyük önemi vardır.


Kübele Kültü'nde en büyük dinî bayram, 21-22 Mart'daki Gündönümü'nü de kapsayan ve 15 ilâ 27 Mart'a kadar süren "İlkbahar bayra­mı" idi. Bu bayram ölümden sonra dirilmeyi ve toprağın bereketlenme­sini simgeleyen girift bir sembolizme sâhipti.


Roma döneminde Kübele Bayramı'nın İlkbahar Gündönümü'nden 1 Mayıs târihine kaymış olduğu gözlenmektedir. Bu kayma, büyük bir olasılıkla, Papa II. Giulio'nun takvimde yaptığı reformdan önceki târihler ile bugün uyguladığımız târihler arasında vuku bulan bir karı­şıklık ya da hesap hatâsından ileri gelmektedir.


Eski Kübele bayramlarında Frikyalılar'ın tanrılarından Attis'in hâtırasının anılması önemli bir yer tutuyordu. Mitolojiye göre Attis akarsular tanrısının bâkire kızı olan Nana'nın, olgun bir bâdemi kendi rahmine ithâl etmesi sonucu hâmile kalarak(!) doğurduğu oğluydu. At­tis büyüyünce çoban olmuş ve Kübele de ona bu kisvesi altında âşık ol­muştu. Attis, bir rivâyete göre bir yaban domuzu tarafından süsülüp öldürülmüştü. Ama başka bir rivâyet ise onun kendi kendini hadım etme­si sonucu kan kaybından öldüğünü, ve ölümünden sonra da çam ağacı­na dönüşmüş olduğunu yaymaktaydı. Bu sonuncu rivâyet, Kübele Kültü'nün Roma döne­minde, daha baskın çıkmıştır.


Kübele-Attis çifti aslında çok eski çağlarda aynı kapsamda biribirine yakıştırılmış olan "tanrıça-tanrı" çiftlerinin bir başka vechesidir. Eski Sümer'de İştar-Temmuz, eski Yunan'da Afrodit-Adonis, eski Mısır'da ise İsis-Osiris çiftleri kapsam ve işlev bakımından aynı bir îtikādî realitenin farklı isimleri gibi görünmektedirler.


Roma döneminden önce, Kübele kültüne özgü ilkbahar bayramı esnâsında davulların ve zurnaların kulakları sağır eden gürültülerinin eşliğinde "Gallos"lar (ya da, tanrı Attis'e benzemek için kendi kendile­rini hadım etmiş olan Attis Râhipleri) şeytanî bir vecd içinde biribirlerini kırbaçlar ve kan revân içinde kalırlardı. Bu hareketlerin hâsıl etti­ği kollektif histeriye kapılan pekçok delikanlı da büyük bir vecd içinde cinsel organlarını keserek sokaklarda koşar bu kanlı parçaları teşhir eder ve bunları evlerin içine atarlardı. Buna karşılık onlara kadın kıyâfetleri hediye edilirdi. Bu bayram çoğu kez büyük bir cinsel saldır­ganlığa da dönüşür ve, ensest dâhil, hiç bir sınır tanımıyan cinsel öz­gürlüğün doruğa ulaştığı kollektif bir bereket(!) âyini olurdu.


Daha sonra Roma döneminde "Hilaria" (yâni neş'e) bayramları denilen bu bayramlarda Baş Gallos, tanrı Attis'in kendini hadım etmesi ve delikanlıların da ona benzemek için bu bayramlarda kendilerini ale­nen hadım etmeleri fiilini anımsatmak için yalnızca kollarını kesip ka­natmakla ve altı yaşındaki bir boğayı kurban edip kanında abdest al­makla iktifâ etmeğe başlamıştır. Bu arada diğer Galloslar da kendilerini döve döve akıttıkları kanlarla Büyük Tanrıça'nın Attis'in ölümünden duyduğu yasa iştirâk ederlerdi. Ayrıca Palatino Tepesi'ndeki Kübele mabedine de, törenle, Attis'in kanından doğduğuna inanılan mor me­nekşelerle süslenmiş bir çam ağacı götürülürdü. Bu çam ağacının tanrı Attis'in yeniden doğuşunun ve ölümsüzlüğün bir simgesi olduğuna ina­nılırdı.


Hıristiyanlığın zuhûruyla bu pagan bayramları birdenbire ortadan kalkamadı. Kilisenin bunları M.S. IV. yüzyılda yasaklamayı akletmesine kadar bunlar halkın örf ve âdetlerinde zâten derin bir kök salmış bu­lunuyorlardı. Kilisenin koyduğu yasak bunların kökünü kazıyamadı. Ama bu bayramlar gitgide histerik ve delice unsurlarından soyutlanarak yumuşak bir biçimde, Hıristiyanlık şartlarına adapte oldular. Meselâ 25 Mart, Hazret-i Cebrâil'in Bâkire Meryem'e İsâ isminde bir oğlunun doğacağını haber verdiği gün olarak Kilise tarafından M.S. VII. yüzyıldan i'tibâren "Anonsiyasyon Yortusu" diye kabûl edildi.


Kezâ Hazret-i İsâ'nın çarmıhdan sonra dirilişini simgeleyen "Paskalya Yortusu" da M.S. IV. yüzyıldan i'tibâren 21 ilâ 25 Mart arasına tesâdüf eden ama her yıl değişen bir günde kutlanmaktadır.


XI. yüzyılda Kübele Bayramları'nın ayrıntılarından artık yalnızca, kendini hadım etmiş Attis'i simgeleyen çam ağacının törenle taşınıp di­kilmesi âdeti kalmıştı. Eskiden bu çam ağacı yünden şeritlerle sarılırdı. Bugün dahî İngiltere'de bu "Mayıs Ağacı" (ya da "Mayıs Direği") uzun ve renkli rübanlarla süslenir. Ve Avrupa'da bâzı yerlerde de genç kızlar ve delikanlılar geceleyin Mayıs Ağacı'nın etrafında delicesine dans et­tikten sonra ormana dalarak eski orjilerdeki ibâhayı tatbik mevkiine ko­yarlar. Hattâ bu konuda püriten bir İngiliz yazarı olan Phillip Stubbes Anatomy of Abuses isimli 1583 târihli Londra baskılı kitabında, bu pagan kalıntısı âdetleri şiddetle eleştirir ve Mayıs Direği eğlencelerinden son­ra her üç kızdan ikisinin evlerine kirletilmiş olarak dönmekte olduğunu söyleyerek bu ahlâkî çöküntüden şiddetle yakınır.


Nasıl ki Hıristiyanlığın zuhûruyla Hıristiyan âlemi'nde Kübele Kültü'ne ait uygulamalar ortadan kalkamamış ise İslâm'ın zuhûruyla da İslâm'ın yayıldığı alanda da söz konusu uygulamalar birdenbire ortadan kalkamamıştır. Orta Doğu ülkelerinin bâzılarında, Hindistan'da, Bali'de ve Okyanusya'da bâzı çok kapalı topluluklarda hâlâ bu kabil orjiler yıl­da bir kez tatbik mevkiine konulmaktadır.


Anadolu'da halk arasında büyük bir nefretle anılan Mumsöndü âyinleri de aslında gene Anadolu'da yeşermiş olan Kübele Kültü'nün bugün çok mahdud ve çok kapalı gruplar tarafından uygulanmakta olan menfûr kalıntılarından başka bir şey değildir.


Ancak, İslâm'dan etkilenmiş olan ve Anadolu Alevîleri gibi yük­sek bir edebe sâhib bâzı toplulukların icrâ ettikleri âyîn-i Cem ya da Görgü âyini gibi âyinlerinde ise, bir bakıma, Kübele Bayramları'ndaki Baş Gallos'un yerini tutan Dede'lerin, yere yatırdıkları iki musâhib ile herbirinin ayak ucuna diz çöküp kapanan zevcelerine elindeki tarik de­nen kayın ağacından kesilmiş bir sopa ile dokunduğu bilinmektedir. Bu sopanın Attis'i simgeleyen çam ağacı yerine geçmiş, ve karı-kocaların da toprağın bereketini arttırmak üzere icrâ edilen orji yerine edeble ikāme edilmiş olmaları kuvvetle muhtemeldir. Alevî geleneği ile içiçe gelişmiş olan Bektaşî geleneğinde ise mücerred (yâni cinsî münâsebette bulunmamaya yeminli ve hiç evlenmeyen) Bektaşî Babaları'nın ise kendini hadım etmiş olan Attis Râhipleri ile paralelliği de ilgi çekicidir.


Nevrûz'un İran Ve Şiî Kökeni

Nevrûz'un Anadolu'da yeşeren ve buradan yayılan Kübele Kül­tü'nün kalıntılarıyla donanmış olarak kutlanmasının yanısıra görünüşte bu kültle ilgili olmaksızın da gelişmiş olan bir Nevrûz kavramına da es­ki İran'da Ahemenîler hânedanı (M.ö. 550-330) zamanında rastlanıl­maktadır. Eski İran'da da Nevrûz, Güneş'in Koç Burcuna girdiği 21-22 Mart günü kutlanmaktadır. Nevrûz, zâten, farsçada "yeni gün" demek­tir.


Selçuklu Sultânı Celâleddin Melikşah'ın emriyle ömer Hayyâm'ın başkanlığında Ebu-l Muzaffer İsfizârî, Meymûn bin Necib el-Vâsıtî, Abdurrahmân Hâris ve Muhammed Hâzin'den oluşan bir astronomlar heyeti 1079 yılında tertib ettikleri, şemsî bir takvim olan Celâli Takvimi'nde yılbaşı olarak, Güneş'in Koç burcuna girdiği gün olan 21 Mart'ı, yâni Nevrûz'u kabûl etmişlerdir.


Türklerde ve özellikle de Mâverâünnehir'deki ve doğusundaki Türk kavimlerinde Nevrûz'un bu kapsamda bir bayram havasıyla kut­lanması Celâli Takvimi'nin uygulanmasından sonradır. Daha önce Orta Asya Türklerinde, Şaman töresinin bir öğesi olarak, ilkbahar kutlan­maktaydı ama bu bugünkü takvime göre 9 Mayıs'a tesâdüf eden günde kutlanırdı. Daha sonra Nevrûz'un Türklerin Ergenekon'dan çıkış günü olarak telâkki edilmesinin ise yalnızca bir yakıştırma olması muhtemel­dir.


Bâzı Alevî toplulukları için Nevrûz Hazret-i Alî'nin doğum günü­dür; bâzıları için Hazret-i Fâtıma ile evlendiği gündür; diğer bâzıları için de onun halîfe olduğu gündür; ya da Hazret-i Hüseyin'in doğum günüdür. Nevrûz'un Hazret-i âdem'in yaratıldığı gün olduğunu ya da Hazret-i Nûh'un gemisinin karaya oturduğu gün olduğunu iddia edenler de vardır.

Sonuç

Bugünkü araştırmaların ışığında İlkbahar Gündönümü'nde kutla­nan bayramın, ismi ne olursa olsun, biribirlerinden bağımsız gibi görü­nen iki ayrı kökeni olduğu anlaşılmaktadır. Bunlardan birinin Kübele Kültü olduğunda şüphe yoktur. Diğeri ise İran kökenlidir. Zaman için­de çeşitli topluluklarda bunların kökenine ait bilgiler unutulmuş ve or­tada, bir olgu olarak, yalnızca İlkbahar Gündönümü'nde kutlanan ilkba­har bayramı kalmıştır. Bununla ilgili örf ve âdetler de hem Hıristiyanlı­ğın ve hem de İslâmiyetin etkisiyle köklü değişikliklere uğramıştır. Ay­rıca bu bayramın halâ geçerli olduğu yörelerde yaşamakta olan toplu­luklara has yeni örf ve âdetler de bunlara eklenmiş bulunmaktadır. Bu durumda Nevrûz bayramının hem hıristiyan ve hem de müslüman top­lulukları için kendi dinlerinden doğan dinî bir kökeni yoktur. Bu hem hıristiyanlık ve hem de İslâm için dindışı bir bid'attir.


Ayrıca Nevrûz'un Türklerin Ergenekon'dan çıkışları dolayısıyla kutladıkları millî bir bayram olduğu iddiası da bir yakıştırma gibi gö­rünmektedir. Kutlandığı târih dolayısıyla Şaman geleneğindeki ilkbahar bayramının ise Kübele Kültü ile İran kökenli Nevrûz'dan tamamen ba­ğımsız bir gelenek olması kuvvetle muhtemeldir.



Kaynakça
* İslâm Ansiklopedisi; MEB Yayınları, Kızılbaş ve Nevrûz maddeleri.
* Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Târih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, MEB Yayınları, Nevrûz maddesi.
* Abdülkadir İnan, Târihte ve Bugün Şamanizm, Materyeller ve Araştırmalar, Türk Tarih Kurumu Yay./1954.
* Orhan Hançerlioğlu, İnanç Sözlüğü, Remzi Kitabevi, 1975.
* Mehmet Eröz, Türkiye'de Alevîlik Ve Bektaşîlik, Kültür Bakan­lığı Yay., l990.
* Serge Hutin, Dictionnaire deş Religions, Presses Univemtaires de France, Paris, 1954.
* E.O.James, Le Culte de la Déesse-Mère Dans L'Histoire des Religions, Payot, Paris, 1960.
* Paul Chalus, L'Homme et la Religion, Albin Michel, Paris, 1963.
* Mircea Eliade, Traité d'Histoire des Religions, Payot, Paris, 1968.
* G. van der Leeuw, La Religion Dans Son Essence Et Ses Manifestations, Payot, Paris, 1970.
* Dictionnaire des Religions, ed. Paul Pouppard; Presses Universitaires de France, Paris, 1984.
Resim
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

Re: HIZIR-İLYAS ALEYHUMU'S-SELÂM

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

Hızır ve Ilyas (a.s)`ın her bahar başlangıcında buluştuklarına inanılan milâdi 6 Mayıs, Rumî 23 Nisan`a rastlayan güne verilen isim. Söz konusu günde Hızır ve Ilyas (a.s)`ın buluşarak sohbet ederler ve bu günlerde vakitlerini Allah yolunda olmanın ve birlikteliklerinin verdiği sevinçle kuvvet bulurlardı. Hızır (a.s)`ın Allah`ın lütfu ile dolaştığı yerde yeşillikler çıkar ve çorak yerler çiçeklere bezenirdi. Işte bu olaya dayanarak, halk zamanla bu günlerde buluşup Hızır ve Ilyas (a.s) ın geleneğini sürdürmek amacıyla özel anda ve dua günleri tertib eder olmuşlar.

Hızır, Hıdır yahut Hadır Arapça bir kelime olup, yeşillik mânasına gelmektedir (Tecrîd-i sarîh Tercümesi, IX,144). Islâm âlimlerinin çoğuna göre Kur`ân-ı Kerîm`in Kehf sûresinde geçen Salih adam kıssasından Hızır (a.s)`ın anlaşıldığı ve onun Peygamber olduğu görüşü müfessirlerin bazılarının tercih ettiği bir görüştür (Ibn Kesîr, Tefsir, V,179; el-Kehf,18/65). Ancak bazı âlimler tarafından da Nebî değil Velî olduğu görüşü ileri sürülmektedir (Tecridî Sarîh tercümesi, IX, 145). Ebû Hureyre (r.a)`den nakledildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.s), Hızır (a.s)`a Hızır denmesinin sebebini izah ederken; "Hızır otsuz kuru bir yere oturduğunda ansızın o otsuz yer yeşillenerek hemen dalgalanırdı"buyurmaktadır (Tecrîdî Sarıh tercümesi, IX, 144).

Hızır (a.s) Kur`ân-ı Kerîm`in Kehf suresinde "Kullarımdan birisi..." şeklinde sabit olmuştur. Veli olduğunu dahi kabul etsek, "Ikinci Tabaka-i Hayatta bulunmaktadır. Bu mertebede aynı anda çok yerde bulunmak mümkündür."

Ilyas (a.s) Israiloğulları Peygamberlerinden olup Kur`ân-ı Kerîm`de ismi geçen ve Tevrat`ta "Elia" diye zikrolunan Peygamberdir. M.Ö. IX. asırda yaşadığı ve daha sonra zamanın hükümdarları ile çok mücadele ettiği, çoğu zaman mağaralarda yaşadığı kaydedilmektedir.

Hz. Ilyas (a.s) yada "Ilyasîn" şeklinde ismi zikredilen (es-Sâffât, 37/130). Peygamberliği bildirilen "Hiç Şüphe yok ki Ilyas gönderilen Peygamberlerdendir" (es-Sâffât, 37/123), şeklinde hitab edilen Ilyas (a.s.) Israiloğullarına Allah`ın elçisi olarak gittiğinde onlar "Ba`l" adında dört cepheli put`a tapıyorlardı. Hz. Ilyas`ın bütün gayretlerine rağmen Israiloğulları bu puta tapınmaktan vazgeçmemiş Hz. Ilyas`ın Peygamberliğini yalanlayarak (es-Saffât, 37/ 124). Onu ülkeleri olan Ba`lbak`ten çıkarmışlardı. Fakat Allah`ın gazabı bunların üzerine geldiğinde pişman olmuşlar ve Ilyas (a.s)`ı geri çağırmışlardı. Ancak tekrar nankörlük etmişler, bunun üzerine Ilyas (a.s) oradan uzaklaşmıştır.

Ilyas (a.s)`ın Israiloğullarından ayrılması Hızır (a.s) ile buluşması gerçekleşti. Bu buluşma "Hızır Ilyas" iken sonradan Hıdrellez şeklinde değiştirilmiştir.

Bazı konular halk örfünde kabuk bağlayıp özünden uzaklaşır duruma girebilmektedir. Mayıs ayının başında kutlanan Hıdırellez bayramında da böyle bir kabuk bağlama durumu söz konusudur. Olayın aslını şöyle ifade edebiliriz:

Hazret–i Musa aleyhisselam zamanında hükümdarın birinin temiz niyetli bir oğlu kendini dine verir, dinî hayat yaşayıp dinî hizmetlerle hayatını değerlendirmek ister. Babasının hükümdarlığı, makamı, mevkii onu tatmin etmez. Hükümdar oğlunun kendini dinî hizmetlere adaması, çevrenin irşadına yönelmesi Rabb'imizin de hoşuna gider. Ona kerametler ihsan eder. Bu sebeple bu genç irşat için gezerken uğradığı çorak araziler yeşillenmeye başlar. Kupkuru çöllerin yemyeşil hale gelişi, oradan hükümdarın oğlunun geçtiğini göstermiş olur.

Arapça da yeşilin bir adı da (hazr) olduğundan çorak yerlerin yeşillendiğini gören halk buradan Hızır geçmiştir diyerek Hızır ismini meşhurlaştırmaya başlarlar. Bir ara bu genç, zamanın peygamberi İlyas aleyhisselamla da buluşur. Böylece İlyas aleyhisselamla buluştuğu güne halk Hızır–İlyas buluşma günü olarak isim verirler. Sonraları bu isim yuvarlanarak Hıdırellez şekline dönüşür. Tıpkı hoca merhumun, oğlunuzun adını Eyyüb koyarsanız dikkat edin, sora söylene söylene ip kalır, sözündeki gibi, Hızır ile İlyas da Hıdırellez olup çıkar..

Hızır’ın aslında geçtiği yerleri yeşillendiren bir veli mi, yoksa ayrıca bir de peygamber mi olduğu konusunda çeşitli rivayetler vardır. Fakat gerçek olan odur ki, velilerin hayatını yaşamakta olan Hızır aleyhisselam, beş çeşit hayat derecesinin ikinci derecesinde yaşamaktadır. Bu derecedeki hayat bizim gibi maddi şartlarla bağlı değildir. Bir anda birçok yerlerde farklı görüntülerle bulunabilir.

Bu yüzden halk arasında da Hızır aleyhisselam erişmiştir imdadına diye de söylentiler yayılmaktadır..

Bazen Hızır makamına çıkıp da Hızır’dan ders alan velilerin de olduğu, bunların Hızır gibi darda kalanların imdadına koştuğu, bu yüzden de onların da Hızır'ın kendisi sanıldığı anlaşılmaktadır.

Bediüzzaman Hazretleri'nin Mektubat’ında bu konudaki soru cevapta, Hızır aleyhisselam hayattadır, ancak onun hayatı ikinci derecede hayat olduğundan birçok alimler hayatta olmadığını düşünmektedir, şeklinde bilgi vardır.

Hızır–İlyas buluşma günü olarak bildiğimiz altı mayıs Hıdırellez bayramına bu bilgi ve ilgi bakılırsa herhalde gerçeğe daha yakın bir bakışla bakılma ve kutlama söz konusu olur.

Bugüne ait ateş yakılıp üzerinden atlanılması, oyuncak evler yapıp gerçeğine kavuşulacağının düşünülmesi.. gibi âdetler halkın iyilik temennilerinden ibaret arzulardan sayılırlar. Kesinlik arz eden gerçekler olarak kabul edilmezler ve islami değildir.
Resim
Cevapla

“Tasavvuf” sayfasına dön