Allah'tan Razi Olmak

Cevapla
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Allah'tan Razi Olmak

Mesaj gönderen MINA »

Önce 5/el-Mâide suresinde karşılaşıyoruz bu ifadeyle. Hz. İsa ve annesi Hz. Meryem'in (ikisine de selam olsun) Hristiyanlar tarafından ilah edinilmesi konusunda kıyamet günü Hz. İsa (a.s)'ın o "İslam peygamberi"nin hesaba çekileceğini kendisine sorulacak soruyu ve vereceği cevabı zikreden ayetlerden sonra Allah Teala şöyle buyuruyor: "Allah buyurur ki: "Bu işte sadıklara sadakatlerinin fayda vereceği gündür. Onlar için altlarından ırmaklar akan içlerinde ebedi kalacakları cennetler vardır. Allah onlardan razı olmuştur onlar da Allah'tan razı olmuşlardır. İşte büyük kurtuluş budur." (119. ayet)

Burada genel olarak sadıkların bir vasfı olarak zikredilen "Allah'tan razı olma" hali bir diğer ayette şöyle geçiyor: "İslam'ı ilk önce kabul eden muhâcirler ve ensar ile onlara güzelce tabi olanlar var ya Allah onlardan razı olmuştur; onlar da O’ndan razı olmuşlardır. Allah onlara altından ırmaklar akan içinde ebedî kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş budur." (9/et-Tevbe 100)

Burada da Sahabe arasında "es-Sâbikûne'l-evvelûn" (İslam'a ilk önce girenler) olma vasfıyla her zaman ayrı bir yer ihraz edecek olan "ilk sahabîler" ile onlara güzelce tabi olan Ümmet fertlerinin bir özelliği olarak zikrediliyor "Allah'tan razı olmak."

Ona rastladığımız üçüncü yer 58/el-Mücâdile suresinin son (22.) ayetidir: "Allah'a ve ahiret gününe iman eden hiçbir topluluğun babaları oğulları kardeşleri yahut kendi soy-sopları olsalar bile Allah'a ve peygamberine düşman olan kimselere sevgi beslediğini göremezsin. İşte Allah onların kalplerine imanı yazmış ve onları kendi katından bir ruh ile desteklemiştir. Onları altından ırmaklar akan ve içlerinde ebedî kalacakları cennetlere sokacaktır. Allah onlardan razı olmuş onlar da Allah'tan razı olmuşlardır. İşte onlar Allah'ın tarafında olanlardır. İyi bilin ki Allah’ın tarafında olanlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir."

Ve nihayet 98/el-Beyyine suresinin son (7.) ayetinde tekrar ediliyor bu form: Ayette gerek Ehl-i Kitap'tan gerekse putperest müşrik olan küfür ehlinin akıbeti zikredildikten sonra şöyle buyurulur: "Şüphesiz iman edip salih ameller işleyenler var ya; işte onlar mahlukatın en hayırlısıdırlar. Onların mükâafatı Rabb'leri katında altından ırmaklar akan içlerinde ebedi kalacakları Adn cennetleridir. Allah onlardan razı olmuş onlar da O'ndan razı olmuşlardır. Bu Rabbine haşyet duyanların mükâfatıdır."

Kur'an'da kendisine bu kadar yer bulmuş olan işbu "Allah'tan razı olma" halinin hakikati nedir diye baktığımızda karşımıza çıkan manzara şudur:
1. Allah'tan razı olma hali "es-Sâbikûne'l-evvelûn"dan itibaren bu Ümmet'in hayırlılarının vasfıdır.
2. Rabb olarak yaratıcı kulluk edilmesi gereken biricik varlık olarak Allah Teala'yı bilmek ve kulluğu sadece O'na yöneltmek Allah'tan razı olmanın bir göstergesidir.
3. Sadece "iman" değil aynı zamanda "salih amel" de Allah'tan razı olanların vasfı olduğuna göre bizim için esas düğüm noktası burası. Dolayısıyla Allah Teala'nın varlığına ve birliğine iman yanında O'nun gönderdiği bütün ahkâma "Radiytu billâhi Rabbâ" (Rabb olarak Allah'tan razı oldum) teslimiyeti içinde bağlanmak Allah'tan razı olmanın vazgeçilmez göstergelerinden birisidir.

Şu halde ahir zamanda Din'in birtakım hükümlerini "sıkıntılı" bulup "ele-güne izahta zorlanıyoruz" ya da "çağdaş insana yakışmıyor"… gibi gerekçelerle askıya almak isteyenler Rabb olarak Allah Teala'dan gerçekten razı olup olmadıklarını dolayısıyla O'nun rızasına nail olup olamayacaklarını tekrar tekrar düşünsünler. Zira mealini verdiğimiz ayetlerde "Allah onlardan razı olmuştur; çünkü onlar da Allah'tan razı olmuşlardır" anlamının saklı olduğu izahtan varestedir.

alıntı.....
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
katre-iNur
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 272
Kayıt: 13 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen katre-iNur »

Ne güzel duadır değil mi?

BEN RAZIYIM SENDEN , SEN DE RAZI OL BENDEN...

Es SELAM
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/katreimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen halimkok »

"Allah Teâla hazretleri şöyle ferman buyurdu: "Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse ben de ona harp ilan ederim. Kulumu bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni, ona farz kıldığım (aynî veya kifaye) şeyleri eda etmesidir. Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder, sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık ben onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı [aklettiği kalbi, konuştuğu dili) olurum. Benden birşey isteyince onu veririm, benden sığınma talep etti mi onu himayeme alır, korurum. Ben yapacağım bir şeyde, mü'min kulumun ruhunu kabzetmedeki tereddüdüm kadar hiç tereddüte düşmedim: O ölümü sevmez, ben de onun sevmediği şeyi sevmem." (Buhârî, Rikak 38.)


Allah CC. KUL’unu sevdiğinde KUL’un;
işttiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı [aklettiği kalbi, konuştuğu dili) olurum.

Diyerek KUL’un fiillerini gerçekleştiren olurken…

“O ölümü sevmez, ben de onun sevmediği şeyi sevmem”

Kulun sevmediği şeyi SEVMEYEREK hislerdeki BİR’liği beyan buyuruyor.

Burada;
RAZI OLAN ve RAZI OLUNAN AYNI olmuştur…
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen MINA »

halimkok yazdı:
“O ölümü sevmez, ben de onun sevmediği şeyi sevmem”

Kulun sevmediği şeyi SEVMEYEREK hislerdeki BİR’liği beyan buyuruyor.

Burada;
RAZI OLAN ve RAZI OLUNAN AYNI olmuştur…
ÇOK GÜZEL İFADE ETMİŞSİNİZ İNŞ...Halim kardeşim..
Halinizi YA HALİM C.C güzell eylesin duası ile...

daim sevgiyle..
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen halimkok »

"ENE'L HAKK" dedi... HALLAC'ı MANSUR...

Kendi HAKİKÂT'lerinden habersiz olanlarca katledildi...

BEN HAKK'ım, HAKİKÂT'im dedi.. Haşa (Ben Allah'ım demedi)...


ALLAH CC. AYN'ada HALLA C. olarak görünmüştü...

Razı olan ve olunan KUL Sıbgatullah ile boyanmıştır...
O'nun boyasına boyanan O'nun renginde görünür...

* * *

Allah CC. razı olsun CAN MÎNA...
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

Aziz canlar ne kadar kıymetli görüşleriniz gerçekten...

Bendeniz de bakıyorum nefsimle;
Allah Teâlâ'nın rızası çok kolay;
Bir yetime bir simit alıversek, başını okşasak veya yüzüne gülsek razı..
Ama nefsimin Rabb'ımızdan rızasına baktığım da;
Şükür dediğinde bile şikayet kokusu var...
Razıyım dediğinde itiraz korkusu var..
Dünyaları da verse doymuyor vesselâm...

Bu nedenle:
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in duası ile:
Allahümme islâh ümmet-i Muhammed... Allahümme ferice an ümmeti Muhammed! Allahümme irham ümmet-i Muhammed... ammeten...:
ALLAHım! Ümmeti Muhammedi (din, dünya ve âhiretinde) islâh et!
Senin Zât-ı Âlî'yin ve onların bildikleri sonsuz sayıda problem, derd, çile ve kör düğümlerine bir ferec (çözüm, çıkış ve kurtuluş yolu) ver!..
Bir kerem kapısı aç!..
ALLAH'ım! Ümmet-i Muhammede umumen; iyi-kötü, güzel-çirkin, sâlih - fâcir v.s. ayırmadan cümlesine merhâmet et!..
Rahmetenli'l-âlemin olan sahibimiz ve her şeyimiz Muhammed (aleyhi's-selâm) yüzü suyu hürmetine hidâyetini ver!
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in şefâat (şifâlar) ini;
Ehlullah, Evliyâullah ve tüm Hakk Dostlarının himmetini (muhabbet ve merhametle hasbî hizmetlerini, iyilik dilek ve teşviklerini) nâsib eyle ki; İhânet ve dalâlet zom uykusundan uyanmak;
Cehâlet uyurgezerliğinden kurtulmak;
Gaflet sarhoşluğundan ayıkmak için kalblerimizde Muhammedî gayret oluşsun!...

ALLAHım!
Bizi islâh et, iflâh et, mûin (yardımcı) ol, tevfikini refik (yoldaş) eyle!
Hakk ne ise nâsib ve müyesser eyle!
Hüsnü hatime (iyi sonlar) nâsib kıl!...
"Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Resûlullah, şehâdet şerefine bu dünyada ulaştır!..
Ve gölgesinde ebedî yaşat!...


Âmine Yâ Muin!
Resim
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

Mesaj gönderen gullale »

Gönlümde değerli yeri olan Muhammedinur ailesinin kıymetli üyeleri, Mina ve Yeliz kardeşlerim, Konuya ilişkin nasip olanlardan sizlerle paylaşmak isterim ki;

Mina kardeşimin açmış olduğu konu çoğumuzun emelinde olan, nasiplenmek istediği, iç muradında olandır. Rıza muradı, muradın sahibi olan ALLAHU zü'l-Celal'den gelmektedir acizane. ONDAN canımıza yansıyan bir murad olarak dillenmektedir lisan-ı halimizce. Nefsin aşamalarından olarak gördüğümüz hallerimizin süluku ile ilgili sıfatlardır. Belirtildiği üzere Mutmainne aşamasından sonra birbirine bağlı, bileşik olarak zuhur eden halimizdir Razı olunmak-razı olmak...

Yeliz kardeşim gerçekten çok önemli olan bir konuya dikkat çekmektedir. İçinde bulunduğumuz süluk hali o duaya uygun mudur? Uygun değilse anlamak ve yaşamak zor olur ve ağır gelebilir. Yine acizane düşünüyorum ki, her halimizin o duaya isabet eden makamı mevcuttur ve halimizce duanın ihsanı ile yüzleşir, tanışırız. Böylelikle idrak dediğimiz seviyemiz o halin ihsanı ile bileşik kaplar misali eşitlenir.

Yanlış aktarmaktan ALLAHA sığınırım ancak anladığım kadarı ile Kulihvanımın öğrettiği bir bilgi var;

"Her nefis aşamasında dört peygamber ile 28 aşamalı eğitime tabi olduğumuz."

Buradan anladığım o ki, nefsi emmare aşamasında, o halin süluğunda Davut a.s, Musa a.s, İsa a.s ve Muhammed Mahmud Ahmed sallallahu aleyhi ve sellem idrakınca eğitim ve öğretim verildikten sonra eğer yüklenilmesi istenilenler yerini bulmuş o makamın idrakı ol'muşsa nefsi levvame aşamasının aynı şekilde terbiyesine geçilmekte, bu şekilde kemalat aşamasına süluk edilmektedir.

Bunu anlatmaktan muradım Yeliz kardeşimin dikkatimizi gayet doğru olarak çektiği hususta zaten idrakimiz seviyesince duanın ihsanının yaşatılacağıdır.

Ancak aynı ikazı dua etmek, istemek, dilemek, murad etmek olarak genel ifade içinde ele alacak olursak, hallerimiz bilgisi, ilmi,iradesi dahilinde bulunan RABBİ'L-ALEMİN ihtiyaçlarımızı da bunların karşılığını da vermektedir. Dualarımız RABBİMİZİN izhar ettiği ihtiyaçlarımızın dile dökülüşü, sonucu ise muradın zuhurudur.

Razı olunmak ve razı olmak ikram ve ihsanına gelince, Sabır dediğimiz olana teslim olma halinin de içinde yer aldığı bir ummandır ki;

Razı olunmak, HAKKIN ilim, irade ve kudreti ile muradına süluk halinin zuhuratı olan ihtiyaç dediğimiz, arzu dediğimiz çokça isteme halinin ALLAHIN muradına tabi kılınması ile lutfedilen bir makam, Razı olmak ise bu makama erişildiğinin idrakine erdirilmemizdir.

Yazılanlarda olan eksik ve hata için RABBİME sığınır, helalliğinizi dilerim.
En son gullale tarafından 15 Kas 2008, 00:32 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen halimkok »

Allah CC. bu aciz kuluna;
“Razıyım” buyurmadıkça… Ben;”Allah’tan razıyım demeyi edepsizlik sayarım (sözüm nefsimedir)
O benden razı değilken ben nasıl O’ndan razı olduğumu söyleyebilirim… O’nun benden razı olmayışına nasıl razı olurum da ; Ben razıyım diyerek O’na yalan söyleyebilirim… hem de O’nun kâlpleri bilen olduğunu bilirken… Haşa benim hoşgörüm O’ndan fazla mıdır ki ; Allah’ım sen benden razı değilsin ama ben yine de senden razıyım… nasıl diyebilirim.

O’nun benden razı olmayışına razı olmam O’nun rızasına uygun olmaz diye inanırım.
Ama yürekten dilerim ki O benden- BİZ’den razı olsun… ki o zaman BİZ’im razı olmamamız diye bir şey sözkonusu olmaz… Çünkü O BİZ’den razı olduğunda kâlbimizden ve dilimizden söyleyen de O olur…


DENİZ durulur… DALGA kaybolur DENİZ’in İǒinde... TEK DENİZ kalır…
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
kamuran
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 183
Kayıt: 17 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen kamuran »

Değerli dostlar,

Malum olduğu üzere kelimelerle konuşuyoruz.
Konuştuğumuz kelimelerde ortak kabullerimiz olduğunu varsayarak meramımızı anlatıyoruz.
Ama genellikle dikkatimizden kaçan husus şudur; kelimelerin ve kavramların sözlük karşılığında gizli kalan incelikleri gözardı ediyoruz.
Çünkü kullandığımız kelimelerin bizde bize özel karşılıkları oluşuyor zaman içinde.
Ben zaman zaman sözlüğe bakma ihtiyacı hissederim bu yüzden.
Hergün kullandığım bir kelimenin anlamı benim algıladığım anlamdan farklı olabilir diye.

RAZI: Uygun bulan, benimseyen, isteyen, kabul eden, boyun eğen
RIZA: Razı olma, isteme, istek ve HOŞNUTLUK, MEMNUNİYET

tanımlarıyla karşılaştım Türkçe sözlükte. (kendim başta olmak üzere) bizler genellikle RIZAdan ve RAZI olmaktan bahsederken, Boyun eğmek, kabul etmek olarak anlıyoruz çoğu zaman.
Oysa bazı kabullerimizde mecburiyetlerimiz, bazı boyun eğişlerimizde çaresizliklerimiz, bazen aklen ikna olmamız vs. söz konusu.

RAZI olmakta gizli duran, uygun bulma, benimseme, hoşnutlukla ve memnuniyetle kabul etme durumlarını dikkate aldığımızda ALLAH'tan razı olmak denilen hal hakkında bir nebze fikrimiz gelişir (zaten o hali yaşayanlar elbette müstesna).

Rıza makamının itminandan sonra geliş sebebi de hoşnutluk ve memnuniyetle kabule bağlıdır.
Misal vermek ne derece uygun düşecek bilmiyorum.
Ama mesela açlık belasına yemek zorunda kaldığımız bir yemekle doyabiliriz.
Doygunluğun ardından hissettiğimiz şey şayet bu öyünü de öyle böyle geçiştirdik biçimindeyse hoşnut olduğumuzu iddia edemeyiz.
Öte yandan göze de hitap eden, lezzetli yemeklerle donatılmış bir masada ev sahibi tarafından hassasiyetle ağırlanarak çektiğimiz ziyafette de doyarız.
Neticesinde hissettiğimiz hoşnutluk, memnuniyet, şükran duygusu, aldığımız haz, Doyumun (itminan/mutmain) ardından gelen RIZA'dır diye düşünüyoruz.

Bu durumda kendisine nimet verilenin, ikram edilenin RIZAsı ev sahibinin rızasından öncedir.
Bizim için serilen sofradan doymadan ve memnun olmadan kalkarsak, yahut hiç hoşnut kalmayıp rol yaparak teşekkür edersek ev sahibini incitmiş oluruz.
Ev sahibinin asıl hoşnutluğu misafirinin memnun olmasıdır herhalde...
Kullanıcı avatarı
kamuran
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 183
Kayıt: 17 Eki 2008, 02:00

ALLAH'IN VERDİĞİNE RAZI OLMAK (Abdulkadir Geylani)

Mesaj gönderen kamuran »

ALLAH'IN VERDİĞİNE RAZI OLMAK (Abdulkadir Geylani)

Azla yetin ve ciddi olarak böyle kal…
Daha yüksek dereceye çıkıncaya kadar haline şükret.
İyisine kavuştuğun zaman da elinde bulunanın kıymetini bil…
İlk başta sabırlı ol.
Sabırsız insana iyilik yakışmaz.
Sabır, insanın kıymetini arttırır.
Dünyanın nimeti her an değişir.
Sabırlı olursan durmadan yükselirsin, iyiliklere kavuşursun.

Şunu iyi bil ki; her şeyin ardından koşmak, ele bir şey geçirmez.
Yalnız, kısmet olan gelir.
Sabırla kısmetini beklemen, nasibini eksiltmez.
Ne her şeye hırsla koş, ne de gelecek olan gelir diye, otur. Yat….
Geleni al.
Giden için de üzülme.
Eğer bir şey nasip değilse yıllarca didinsen eline geçmez.
Hırsı bırak, sabırlı ol.
Halini muhafaza et.
Kalbine sahip ol, Kötülük koyma.
Allah’tan (CC) afiyet iste.
Sebebe yapışmayı da ihmal etme.

Allah’ın (CC) emri dışında kimseden bir şey alma.
Yine O’nun (CC) emri dışında kimseye bir şey verme.
Kendi hevesine kapılıp çeşitli işler yapma.
Kendine bu kadar fazla güvenme.
Allah’a (CC) güven. Mağrur olma.
Sonra senden daha şerli kimseleri başına bela eder.
Her şeye hakkını ver.
Zalim olma. Zalim Allah’ı (CC) aldatamaz.
Kahrından kurtulamaz.
Hakk Teala (CC) şöyle buyurdu:
- “Biz, zalimleri birbirine düşürürüz.”
Allah’ın (CC) emri kat’i, askerleri kuvvetli, saltanatı sonsuzdur.
Her emri, istisnasız yerine gelir.
Bunlara iyice inan.
Böyle bir padişahın mülkünde yaşadığını bil.
O’nun (CC) mülkü devam eder.
İlmi, bütün kainatı kuşatmıştır.
Hükmü her yerde geçer.
Her yaptığı işte adalet vardır.
Ne yerde, ne de gökte O’ndan (CC) saklanan bir şey olmaz.
Hiçbir zalimin kötülüğü yanına kalmaz.
İnsanın kendi mevhum varlığını ortaya atması da bir zulümdür.
Allah’ı (CC) bırakıp mahluka güvenmek de şirk olur.
Nefsini ve halkı bırak yalnız Allah’a (CC) kul ol.
Şirkin büyük zulüm olduğunu Allah-ü Teala (CC), şu Ayet-i Kerimelerle bize haber verir.
- “Şirk koşma, şirk büyük zulümdur.”
- “Allah (CC) şirki bağışlamaz.
Ondan gayrı her günahı isterse affeder.”
Şirke yanaşma, şirkten çok sakın.
Bütün halinde Allah’a (CC) ortak koşmaktan kork.
Kalbinle ve diğer duygularınla günah işlemekten kork.
Günahın gizlisini, aşikaresini bırak.
Allah’tan (CC) kaçma, nereye gitsen seni bulur.
Allah’ın (CC) verdiği hükümler karşı olma, sonra seni ezer.
O’nun (CC) işlerine karışma, rezil olursun.
O’ndan (CC) gafil olma, uyandırırsa utanırsın.
O’nun (CC) sırlarını yabancılara açma, mahvolursun.
Allah’ın (CC) gösterdiği yolu keyfine göre tefsir etme, yerin dibine batarsın.
Kalbin kapkara olur.
İman nurun söner.
Anlayışın yok olur.
Şeytanlar üzerine atılır.
Nefsin seni boğar.
Bütün dostların düşman olur.
Komşuların seni sevmez.
Arkadaşların senden uzaklaşır.
Evinde bulunan yılan, akrep, cinler ve bütün hayvanat sana hıyanet eder.
Dünyada kısmetin kesilir.
Ahirette ise en çetin azaba girersin.
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen halimkok »

Allah CC. razı olsun Kardeşlerimiz değerli bilgiler eklemişler...

Değerli Kamuran Kardeşimin de belirttiği gibi "KELİMELER" le konuşuyoruz.
Kelimelerin ise her gönülde bıraktığı iz farklıdır doğal olarak.
Öyle olunca İÇ-te OL-AN'ı DIŞ'ta OL-AN'a anlatmakta güçlük çekiyoruz.
Hep AYN-ı YOL'un YOLCU-larıyız. Azıklarımız farklı...

Demiş ki Değerli Kamuran Kardeşimiz;


"Doyumun (itminan/mutmain) ardından gelen RIZA'dır diye düşünüyoruz."
Ben de öyle düşünüyorum ve diyorum ki;

BEN HENÜZ DOYMADIM...

FECR SURESİ 28:“Sen O’ndan razı, O da senden razı olarak Rabbine dön!”
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
halimkok
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 3843
Kayıt: 09 Ağu 2007, 02:00

Mesaj gönderen halimkok »

Eyvallah Mîna Can...
İzledim sohbeti... sonunda dua ederken;
"Yarabbi bizi senden razı kıl.. Yarabbi bizi senin hükmünden razı kıl...."
diyerek dua etti Sn.Mustafa İslamoğlu...

Amin diyorum.


FECR Suresi 28-29.Ayet

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ


Ya eyyetühennefsülmutmeinnetü.

Ey o rabbına muti' olan nefsi mut'meinne


ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً

İrci'iy ila rabbiki radiyeten merdiyyeten.

Sen dön o rabbına hem râdıye olarak hem merdıyye de


"ALLAH'IN VERDİĞİNE RAZI OLMAK (Abdulkadir Geylani) "

Başlığı ile Değerli Kamuran Kardeşimin aktardığı yazıda Hz.Abdulkadir Geylani Efendimizin nasihatları mutmain olmuş bir NEFS için değildir...

NEFS'in mutmain olması içindir... NEFS bu eğitim ve edebi almalı ve MUTMAİN olmalıdır... İnşallah... Allah CC. nasip eylesin...
[img]http://www.muhammedinur.com/photos/galleries/avatars/muhammedinurimza.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »



ZEVKle okudum Dostlar,
RIZA bulasınız dilerim...


Resim



Rızâ



Mâsivâ, yâni Allâh'dan gayrı bütün varlıklar, en basitinden mükemmeline doğru bir hiyerarşiye tâbî olarak yaratılmıştır. Bu hiyerarşinin zirve noktası insandır. Çünkü o, Rabbin bütün celâl ve cemal sıfatlarından nasîb almış bir varlıktır. Bundan dolayı hayır ve şer, iki kutup, iki ayrı ve zıd temâyül ile techîz olunmuştur. Allâh'da zât-ı ulûhiyyetine mahsus bir vasıfta ve sükûnet hâlinde bulunan celâl ve cemal tezahürleri, insanda ebedî bir çatışma hâlindedir.

Eğer âdemoğlu, irâdesini müsbet temâyülleri geliştirmek istikâmetinde kullanabilir ve kalbin tasfiyesi ile şahsiyetinde hayrın galebesini sağlarsa, bundaki başarısı nisbetinde Rabbine yaklaşır. Gönüller, yolun sonuna gelen bir gurbet yolcusu gibi, âdetâ Rabbine kavuşmanın seâdet ve heyecânını yaşar.

Resim

Böylece kul ile Allâh arasındaki mesâfe kısalarak hayâtın gurbet olma vasfı zaafa uğrar. İdrâkte, en derin ve en köklü ızdırâbın kaynağı olan Allâh'dan uzak olmanın doğurduğu elemler, aslında hep aynı kalsa bile azalmaya başlar. Hattâ bu temel ızdırâbın üstüne ilâve edilen beşerî ızdırâbın doğurduğu kederler dahî, Rabb ile beraber olmanın sürûru içinde âdetâ hissedilmez hâle gelir. Dünyevî elem ve ızdıraplar, sanki narkoze edilmiş olur.

Hazret-i Alî -radıyallâhü anh-'ın, baldırına saplanmış olan bir oku, Rabbe en yakın olduğu namaz ânında çıkarttırmasındaki incelik, bunun pek bâriz bir misâlidir.

İdrâk, kalbi tasfiye ve nefsi tezkiye neticesinde seviye kazanınca, kul, kalb-i selîm sâhibi olur. O zaman büyük bir neş'e ve istiğrâk ile:

"Hoştur bana senden gelen,
Ya gonca gül, yâhud diken!"
beytindeki inceliğe erer.

Bu hâle gelen kimselerin kalb gözleri açıldığından sebebe ve vâsıtaya ehemmiyet vermezler. Hakîkî ve nihâî müsebbib ve san'atkârda, yâni Hâlık Teâlâ'da fânî olmaya gayret ederler. Bu kemâle ulaşamayanlar ise, ara sebeblerden birine takılır kalır. O sebebler ki, gönle bir olta olan Leylâ mesâbesindedir, Mevlâ'ya ulaşmaya mânî olur.

Nefsânî ve dünyevî temâyülleri aşan dertli Yûnus, gönlün merhalelerini ve kendisinin Hakk'da fânî oluşunu ne güzel ifâde eder:

Sûfîlere sohbet gerek,
Ahîlere ahret gerek,
Mecnûnlara Leylâ gerek,
Bana seni gerek seni!..


Bu kemâle ulaşmanın en feyizli vâsıtası, birer ızdırap kaynağı olan iptilâlardır. Bundan dolayıdır ki hadîs-i şerîfde de ifâde buyurulduğu gibi insanların iptilâlara en çok muhâtab olanları, peygamberlerdir. Çünkü onlar, ümmetlerine nümûnedir. Vazîfeleri îcâbı Rabbe en yakın bir mevkîde bulunmak durumundadırlar ki, bu yakınlık mevkîinin zemîni de, dosta bağlılık derecesini ölçen iptilâlardır. Nitekim aşırı sürûr ve aşırı ızdırap gibi nefse tuzak olan uç noktalara sürüklenmeyip rızâ ve bunun neticesi olan sabır ve tevekkül sâhibi olunması sâyesindedir ki, peygamberlerde hayâl edilmez bir tahammül müşâhede olunur.

Bunun içindir ki, gönle gelen sürûra râzı olup da gam ve kederden hoşnudsuzluk aslında doğru değildir. Fakat insan, kemâlâtın zirvesine varmadıkça, bu beşerî zaafdan kolay kolay kurtulamaz. Hazret-i Ya'kûb, oğlu Hazret-i Yûsuf'un hasret ve ızdırâbını sînesine gömebildi: "Bana sabr-ı cemîl düşer!" diyebildi ise, O, bunu peygamberlik sûretinde tecellî eden kemâlâtın zirvesinde bulunmaya borçlu idi. Gerçekten O, hâlini Rabbinden başka kimseye açmadı. Böylece hasreti, vuslata inkılâb etti.

Hadîs-i şerîfde nakledilmiştir ki, Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, Hazret-i Cebrâîl'e sordu:

"-Ya'kûb'un Yûsuf'a hicrânı ne dereceye varmıştı?"

Cebrâîl -aleyhisselâm-:

"-Evlâdını kaybeden yetmiş ananın toplam hicrânına!." dedi.

Bunun üzerine Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-:

"-O hâlde onun sevâbı ne kadardır?" deyince, o da:

"-Yüz şehîd sevâbıdır. Çünkü o, Allâh'a bir an bile sû-i zan etmedi..." dedi. (Hak Dîni Kur'ân Dili, V, 83)

Yâni gamlar ve çileler, hayâtta şâd olmaya mânî gibi görünürse de, öyle değildir. Sabretmesini, Allâh'dan gelenlere rızâ göstermesini bilenler için belki daha büyük bir sürûra ulaşmak içindir.

Resim



Gam, çile ve ızdırâb, nefsânî temâyülleri zaafa uğratan ve neticede insan rûhunu yücelten en büyük müessirdir. Bundan dolayıdır ki, insanlara yol göstermeye me'mûr olan hakîkat ve gönül erleri, mutlakâ şiddetli bir ızdırâbın haddesinden geçerler. Izdırâbın en kazandırıcı vâsıtası ise, aşktır. Bu sebepledir ki şâir:

"Yâ Rab, belâ-yı aşk ile kıl âşinâ beni,

Bir dem belâ-yı aşkdan etme cüdâ beni!.."
demiştir.

Nitekim Mûsâ -aleyhisselâm-'ın asâsının karşısında acze düşen sihirbazlar:

"-Biz Mûsâ ve Hârûn'un Rabbine secde ediyoruz!" dediler.

Firavun, onları tattıracağı ızdırap ile tehdîd etti:

"-Sizlerin kollarınızı ve ayaklarınızı çapraz kestirerek hurma dallarına asarım! Ölümün en acı şeklini sizlere tattırırım!" dedi.

Sihirbazlar cevâben:

"-Senin fiilin (çektireceğin ızdırab), bize bir zarar vermez! Nasıl olsa Rabbimize döndürüleceğiz!"

deyip dünyevî ızdırapların gel-geç ve fânî olduğunu ahmak Firavun'a âdetâ telkîn ederek, onun tehditlerine meydan okudular. Çünkü büyük bir hakîkate ulaşmanın rûhî sürûru, -evvelce temas edildiği gibi- ulvî ızdırapları idrâkte küçültür, ehemmiyetsiz kılar.

Önce ülû'l-azm bir peygamber ile müsâbakaya çıkan sihirbazlar, yüce hakîkati idrâk edince, büyük bir îmân vecdi içinde Mûsâ -aleyhisselâm-'ı tasdîk ettiler. Büyük bir îmân heyecanı ile şehâdet şerbetini içmeyi tercîh ettiler. Dünyâya âid ızdıraplara büyük bir tevekkülle meydan okuyarak, ilâhî sonsuzluk yolculuğunun seyyâhı oldular. Böylece işkence gibi gözüken bir zulüm, onlar için ebedî kazanç vâsıtası oldu. Hakk'dan gelen kahrı da lutuf olarak kabûllenen sâlihlerden oldular.

Firavun ise, iblîs gibi gurûruna mağlûb olarak âşikâr hakîkati inkâra devâm etti.


Resim

Sâdıklar için Hakk'ın cefâsı, bu geçici hayâl ve serap âleminin sürûr ve bayramlarından bin kere evlâdır! Onlar, avâmın yöneldiği lutuf zannedilen şeylerden el çekmişlerdir. Hazret-i Mevlânâ güzel tasvîrlerine devamla:


"Avâm için tamamiyle lutuf olan şeyler, nâzenînler, yâni ehlullâh için kahırdır."


"Şu halde halk, belâ ve elem çekmeli ki, bunlar arasındaki farkı anlasın!" buyurur.

Hastalığının en şiddetli günlerinde Eyyûb -aleyhisselâm-'a hanımı Rahîme hatun:

"-Sen bir peygambersin! Allâh Teâlâ'dan sıhhat ve âfiyet istesen de bu dertlerden halâs olsan!" deyince Eyyûb -aleyhisselâm-:

"-Sıhhat ve âfiyetle geçen günlerimiz ne kadardı?" diye sordu.

Rahîme hatun:

"-Seksen yıl idi." dedi.

Bunun üzerine Hazret-i Eyyûb:

"-Ey Rahîme! Şiddet ve belâ zamânı en az sıhhat ve safâ süresi kadar olmadan Cenâb-ı Mevlâ'ya şikâyet etmekten hayâ ederim.. Allâh Teâlâ, bizlere nîmetler verirken, biz O'ndan gelen belâlara niçin sabretmeyelim?! Ben Rabbimden râzıyım!" dedi.

Eyyûb -aleyhisselâm-'ın bu ifâde ve hâli, rızânın en güzel örneğini sergiler. Eyyûb -aleyhisselâm-, hastalandığı sırada, bütün musîbet ve sıkıntılarına rağmen, hâlinden şikâyet eder bir duruma düşmemek ve takdîre rızâda îcâb eden sabrı göstermek için, hastalığını Cenâb-ı Hakk'a arzetmekten, sıhhat ve âfiyet istemekten bile çekinmiştir. Nihâyet zevcesinin ısrârı ile sadece:

"Sen merhametlilerin en merhametlisisin!" diye niyâzda bulunmuştur.

Bu duâ üzerine Allâh Teâlâ, kullukta dâim olanlara bir rahmet hâtırâsı olmak üzere onun derdini gidermiş ve hastalığına şifâ vermiştir. Böylece sabır, şükür, teslîmiyyet ve aşkullâhın neticesinde eski zinde hayâtı Eyyûb -aleyhisselâm-'a iâde edilmiştir.

Allâh Teâlâ, Hazret-i Eyyûb'u, bütün bu olup bitenler sırasında rızâ hâlinde sabırlı bir kul olarak bulduğunu beyan buyurmuştur.

Eyyûb -aleyhisselâm-'ın sabrı ve rızâ hâli, Hakk yoluna giren sâlik ve dervişlerin nasîb alacağı en güzel bir örnektir.

Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'in Tâif'de katlandığı ızdırap ve çile, hiçbir kula nasîb olmayan "Mi'râc" hâdisesinin zemînini teşkîl ediyordu.

Bir başka tecellîye mazhariyetle Halîlullâh kılınan İbrâhîm -aleyhisselâm-'ın hâli de, Hakk'a meclûbiyetin daha değişik bir tezâhürünü arzeder:

İbrâhîm -aleyhisselâm- ateşe atılırken Cebrâîl -aleyhisselâm- geldi:

"-Bir hâcetin var mı? Benden bir arzun var mı?"
dedi.

O da:

"-Hâcetim var, ama sana değil!" dedi.

Sonra Cebrâîl'e sordu:

"-Ateşe yakma gücünü veren kimdir?"

Neticede, İbrâhîm -aleyhisselâm-'ın Allâh'a olan aşkının tecellîsi, dünyâ ateşini bir anda helâk etti. Çünkü İbrâhîm -aleyhisselâm-'da eşyânın isimlerinin sırları tecellî etmiş ve O, Hakk'da fânî olmuştu.

Resim

Hakk'da fânî olan evliyâullâh için Allâh'dan ister lutuf, ister kahır, ne gelirse gelsin, hepsi kulun yükselişinin hayrına delâlet eder. Kahırlar, çileler ve ızdıraplar, onlar için bir lutuftur. Aynen Hazret-i İbrâhîm -aleyhisselâm- gibi Cebrâîl'i dahî vâsıta olarak kullanmaktan imtinâ ederler. Çünkü onlar, Hakk'ın mazharı olmuşlardır. Işığa nâil olmak için kendini helâk eden kelebeklerden bir farkları kalmamıştır.

Ancak şuna dikkat etmek lâzımdır ki;

Hazret-i İbrâhîm'i yakmayan ateşi örnek alarak, bir kimsenin kendisi hakkında da aynı neticenin zuhûrunu beklemesi, haddini bilmemek olur. Bunun sonu ise hüsrândır.

Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh- bu husûsu şöyle açıklar:

"Allâh yolunda ateşe girmek vardır. Lâkin ateşe atılmadan önce, kendinde İbrâhîm'lik olup olmadığını araştır! Çünkü ateş seni değil, İbrâhîmler'i tanır ve yakmaz!.."

Hâsılı bir kimsenin, kemâl sâhibi ve makâmı yüce gerçek büyüklerle kendisini kıyâslaması, yersiz bir cehâlet ve tehlikeli bir âkıbettir.

Bize düşen, tedbîr imkânları içinde çârelere başvurmak, neticesine tevekkül etmek, Allâh'a sığınmaktır.

Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem- buyurur:

"Allâh katındaki mevkîini bilmek isteyen, Allâh Teâlâ'nın kendi indindeki mevkîine baksın! Zîrâ Allâh Teâlâ, kulunu, onun kendisini indirdiği mevkîye indirir!" (Hâkim, Câbir'den)

Şu misâl bu hakîkati ne güzel ifâde eder:

Rivâyete göre Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem- Hârise -radıyallâhü anh-'e sordular:

"-Yâ Hârise! Nasıl sabâhladın?"

Hârise:

"-Hakîkî bir mü'min olarak!" cevâbını verdi.

Bu defâ Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-:

"-Yâ Hârise! Senin îmânının hakîkatinin delîli nedir?" dedi.

Hârise -radıyallâhü anh-:

"-Yâ Rasûlallâh! Nefsimi dünyâdan çektim. O kadar ki, dünyânın taşı ile altını, çamuru ile gümüşü, (gam ile sürûru) bana müsâvî oldu. Gecelerimi uykusuz, gündüzlerimi susuz geçiriyorum. O hâle geldim ki, şimdi Rabbimin arşını âşikâr bir şekilde görür gibiyim..."
dedi.

Bunun üzerine Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem-:

"-Tamam yâ Hârise! Gönlünü bu hâliyle muhâfaza et! İşte istikâmet budur!.." buyurdular.

İşte bu hâl, âyet-i kerîmede:

"Allâh onlardan râzıdır, onlar da Allâh'dan râzıdır." (el-Beyyine, 8) diye ifâde buyurulan sâlihlerin hâlidir.

Hakk yolunda insanın varabileceği en yüce makâm, Allâh Teâlâ'nın kulundan râzı olmasıdır ki, bu da kulun Allâh'dan râzılığı ve O'na teslîmiyyetinin bir mükâfâtıdır.

Rızâ, muhabbetin nihâî meyvasıdır. Gönlü aşk ile dolu olan kul, Rabbinden gelen her şeyi sevgisi nisbetinde kucaklar. Hattâ âşık, elemin acısını duysa bile buna o kadar râzıdır ki, ızdırâba rağbet ve heves dahî edebilir. Bu, ilerde alacağı mükâfât için şimdiki geçici eleme râzı olmaktır. Nitekim Şakîk-i Belhî:

"Sıkıntının mükâfâtını bilen, ondan kurtulmağa heves etmez!" demektedir.

Çünkü şifâ için hastalar, ilâcların acılığına aldırmaz, hattâ çok ağır ve riskli ameliyatları bile kendi istekleriyle kabûl ederler.

Ancak rızânın daha üst mertebesi, mahbûbun gönlünü hoş etmek maksadına bağlıdır. Rabbin rızâsı ise, cennet nîmetlerinden daha üstündür. Bu makâmda kulu saran kavurucu aşk, onu acıyı duymayacak bir âlemde yaşatır. Bu mest hâli, bütün dünyevî elemlerin ömrünü tüketir.

Bütün bu ahvâle rağmen şu husûsu da îzâh etmek gerekir:

Izdırap ve çilelere rızânın mükâfâtının büyük olmasına bakarak Hakk'dan belâ ve musîbetle imtihân istenmemelidir. Çünkü kul, kendisinin taşıyabileceği yükün vüs'atini iyi tâyin edemeyebilir ve üstesinden gelemeyeceği sıkletlerin altında eziliverir. Ama Hakk'dan gelirse, bilmelidir ki Cenâb-ı Allâh, hiçbir kula çekemeyeceği bir şeyi yüklemez!

Ayrıca günâh işleri ve insanı fıska götüren şeyleri kabûllenmek de rızâ değildir. İsyân, fücûr ve küfre rızâ, en büyük gaflet ve cehâlettir. Bu husûsda sayılamayacak kadar îkâz-ı ilâhî vardır:

"Mü'minler, mü'minleri bırakıp kâfirleri dost edinmesinler!" (Âl-i İmrân, 28)

Yâni kötülüklere ve kötülere karşı sükût, rızâ değildir.

Büyük zâtların nasıl yüce bir kemâlât sâhibi mümtaz şahsiyetler olduklarına dikkat edildiğinde, hepsinin de, binbir çile, elem ve ızdırap ateşleriyle kavrularak bu olgunluğu elde ettikleri müşâhede edilir.

Şâyân-ı dikkattir ki, gönül dünyâlarını rûhâniyeti ile aydınlatan büyük velî Bahâeddîn Nakşibend -kuddise sirruh- Hazretleri, mürşidi Emîr Külâl -kuddise sirruh- tarafından, yedi sene insanlara hizmet etmek, yedi sene herkesin uzaklaştığı hasta hayvanları tedâvî etmek, yedi sene de insanların gelip geçtiği yolları temizlemek gibi vazîfelere me'mûr edilmişti. O da bütün bunları vecd içinde îfâ etti. Nihâyet bu hizmetlerdeki cefâlar, çileler ve ızdıraplar, O'nu erişilmez makâmların ilâhî esrârına müstağrak kıldı. O'nun bu ulvî makâmını, şu mısrâlar ne güzel göstermektedir:

Âlem buğday ben saman,
Herkes yahşî ben yaman!


Ancak ızdırap ve cefâlar, intibâha (uyanmağa) sebep olamazsa, ehl-i dünyâ, yâni nefs-i emmârenin arzusu yolunda yaşamayı seâdet sananlar, nefsin azgınlığının pençesinde helâk olurlar. İşte ehlullâha göre hakîkî kahır budur.

Dünyânın geçici câzibesine ve aldatıcı nağmelerine kanmamalıdır. Nitekim Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'in zevce-i muhteremeleri Hafsâ vâlidemiz, Allâh Rasûlü'nün dünyâya tavır koymasının bir misâlini şu şekilde anlatır:

"Biz kilimi ikiye katlar da O'na yatak yapardık. Bir defâsında dörde katlamıştık da, gece namaza kalkamamış ve: {REF altına ne serildiğini} sorarak, her zamanki serginin serilmesini taleb etmiş, istirâhatı ile fazla meşgûl olunmasından hoşnûd olmamıştı." (Tirmizî, Şemâil, 261)

Resim

İlâhî ünsiyetin yolu muhabbettir. Sevilenleri taklîddir. Sevenler, sevdiklerinden geleni hoş karşılamak mecbûriyetindedirler. Sevenler, sevdiklerini dillerinden ve gönüllerinden düşürmezler. Îmân hayâtının zevk u safâsını yaşamak isteyen gönüller de, zikri, kalblerinde devâm ettirirler. Ayakta, otururken, yatarken zikirde bulunup semâvât ve arzın yaradılmasındaki ince, nâzenîn hikmetlere dalarlar da:

"Yâ Rabbî! Bunları boşuna ve abes yaratmadın! Noksanlardan münezzeh bir sübhânsın! Cehennem azâbından bizleri koru Allâhım!.." (Âl-i İmrân, 191) derler.

Allâh Teâlâ da, kendisinden bu şekilde râzı olan her kuluna:

"Sen O'ndan râzı, O da senden râzı olarak Rabbine dön! (Seçkin ve sâlih) kullarım arasına katıl ve cennetime gir!.." (el-Fecr, 28-30) buyurur.

Onları ebedî nîmetleriyle taltîf eder ve cemâliyle müşerref kılar.

Yâ Rab! Bizleri rızâna nâil olan mütevekkil ve teslîm ehli kullarından eyle!


Âmîn!..

Resim

Osman Nuri Topbaş

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
habibi
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1059
Kayıt: 26 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen habibi »




Kanadı yaralarım, belki her gün sızlanır, ağlarım

Çok canım yandı artık, Senin aşkınla yak beni

Yoluna revan et beni..

Fakat Senin takdirinden başkasına tevekkül etmedim

Senin buyurduğuna razıyım ben Rabbim…

Bu kulun Senden Seni dilenir ister

Rızana ulaştır beni, o bana yeter..
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/hbbi.jpg[/img]
Cevapla

“Tasavvuf” sayfasına dön