KABZ U BAST

Cevapla
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

KABZ U BAST

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

KABZ U BAST

Hemen her seviyedeki insanın, değişik buudlarda yaşa­ma yörüngesi içine girip onu tesir altına alan "kabz u bast", yaşadığı hayatın şuurunda olan ve hayatını duyarak yaşayan hemen her ferdi alâkadar eder.

Kabz; tutulma, derdest edilme, avuç içine alınma, can çı­kacak hâle gelme; ya da insanın, mânevî feyizlerin kesilmesi ve mâhiyetindeki boşlukları itibarıyla, aslında sımsıkı bir mü­nasebet içinde bulunması lâzım gelen ebedî feyiz kaynağıyla alâkasının gevşemesi ve kısmen de olsa, boşlukta kalması de­mektir. Buna karşılık "bast" ise, yayma, açma, sergileme, fe­rah-fezâ bir duruma erme; veya insanın, varlık içinde rahmet vesîlesi olma noktasına yükselip eşyâyı istiâb edecek hadde ulaşması, gönlün genişleyip şenlenmesi ve zihnin en muğlak şeyleri dahi çözebilecek seviyeye yükselmesi demektir.

Havf ü recâ (korku-ümit) irâdî birer tavır ve hak yolunun sâlikleri için bir ilk menzil ve ilk nokta olmasına karşılık; kabz u bast, bir kısım irâdî sebeplerin dışında, hakikat yolcusunun yolunu kesen veya onu şahlandırıp kanatlandıran nihâî sınır­da sırlı bir alış-veriştir.

Havf ü recâ, istikbâle ait, sevilip sevilmeyen şeylere karşı bir endişe hissi, bir ümitlenme neşvesi ise; kabz u bast, hâli­hazır itibarıyla kalbe gelen değişik boy ve renkteki dalgaların tesirinde, kalbin neşeyle atması veya kasvetle kasılması şek­linde de yorumlanabilir...

Mârifet yamaçlarında seyahat edenler için kabz ne ise, yoldakiler için havf, onlar için bast ne ise, yoldakiler için de recâ aynı şeydir.

Kabz u bast; itibarî bir mâhiyeti olan insan irâdesinin nisbî tesiri bir yana, Allah'ın elindedir. Ve "Allah hem kabz eder hem de bast eder."[1] Bütün varlık, O'nun kabza-i tasar­rufunda olduğu gibi, semâlardan insanın kalbine kadar her şeyi dilediği zaman evirip-çeviren de O'dur. "Kalb, Hazret-i Rahmân'ın parmakları arasındadır ve onu hâlden hâle çevirir ve istediği şekli verir..."[2] Peygamber (aleyhi ekmelü't-tehâ­yâ) sözü de bunu hatırlatmaktadır.

Allah, dilediği zaman kalbleri öyle sıkar, öyle ihtiyaçlara boğar ki, artık O'ndan gayri kimse o ihtiyacı gideremez.. ve istediğinde de onlara öyle genişlik ve inşirâh verir ki, gayrı hiçbir şeye ihtiyaç hissetmezler.

Kabz celâlî, bast cemâlîdir; birinde "vâhidiyet" sırrıyla azamet ve ululuk, diğerinde de rahmet ve tecelli-i tenezzül nümâyandır. Birinde, zerreden sistemlere kadar bütün varlığı elinde tesbîh daneleri gibi çeviren kudretin ürperticiliği; diğe­rinde, bu ezip-geçen akıl almaz büyüklüğün, bu her şeyi iki büklüm eden müthiş ceberûtun hayret ve dehşetiyle tir tir tit­reyen ruhlara "üns" esintileri halinde iltifât ve okşayıcılığı söz konusudur.

Ne var ki, herkes bu tecelli ve bu iltifâtı aynı seviyede duyup hissedemez. Zira kabz ve bastın tecellileri biraz da şa­hısların sînelerinin genişlik ve darlığıyla mebsûten mütenâsip (doğru orantılı) tecelli eder. Evet, bir avamın, iç sıkıntısı veya gönül inşirâhı şeklinde hissettiği şeylerle; gözleri, verâlara ara­lanmış kapı aralığından, hep gözetlenip durduğu şuurunda olan, heyecan ve endişe dolu hüşyâr bir kalbin, yerinde inbi­sât ve neşe, yerinde de endişe ve burukluğu elbette ki bir de­ğildir.

Her şey gibi kabz u bast da, Yaradan'ın tasarrufunda, gecelerin gündüzleri, gündüzlerin de geceleri takip etmesi mi­sillü birbirini takip eder durur. -Sebeplerin âdî birer şart telak­kî edilmeleri mahfûz- ilâhî irâde, kabz u bast dilimlerini daral­tır, genişletir ve insanı gerilimlere iter veya sevinçlerle coştu­rur. Evet, insan bazen çok geniş bir zaman dilimini, kabzın pençesine düşmeden, kuşların havada uçtukları gibi pervâz eder-geçer. Bazen de bir boşluktan bir boşluğa yuvarlanıyor gibi, kabz hâlleri sıklaşır, kabz dilimleri genişler, ruh bunalır ve insan da âdeta iki büklüm olur.

Bazen, ilâhî bir mevhibe olan makamın hakkını vereme­me, bir kabz vesîlesi olduğu gibi, çok defa günahlar da bera­berinde kabz hâlini getirirler. Bu itibarla, kabz hâli, bir mü'min için her zaman bir teyakkuz vesîlesi olmalıdır. Gaflet­lere karşı tavır alınmalı, günahlar, tevbe ve iyiliklerle savılmalı ve gönül gözü bir kere daha verâlara tevcîh edilmelidir.

Bast hâli; kabzın, hayret, ürperti, yokluk ve hiçlik melodi­leriyle gelmesine karşılık, neşe, sevinç ve şatahat şeklinde te­celli eder. Bu itibarla bast, öteleri müşâhedeye açılamamış ve uhrevîliklere göre akort olamamış bir kısım çelimsiz ruhlar için aldatıcı ve kaybettirici olabilir. Bu türlü tehlikeler kabz hâli itibarıyla da söz konusu edilebilir.. ama kat'iyen, bast ka­dar değildir. Zira, kabzla sıkışmış insan, her an vicdânıyla "sımsıkı tut beni, tut ki düşerim Sensiz!" der, cisimlerin hava boşluklarını aştıkları gibi o da hevâîlik boşluğunu aşar, O'nun inâyetiyle bütünleşir ve o kasvetli zaman diliminde, bast hâ­liyle ulaşılamayan noktalara ulaşabilir.

Onun için bast hâlinde bazı ruhların gaflet ve gevşeklik­lerine karşılık, kabz hâli hemen herkes için bir teyakkuz faslı sayılmıştır.

Ayrıca, bize ait kusur ve gafletlerle gelmiş bir kabz, ileri­deki bir bastın başlangıcı; şatahat ve gevşekliğe götüren bir bast ise, tehlikeli bir kısım kabzların sebebi olabilir...

Gerçek mü'min, her hâli kendi çerçevesi içinde değer­lendirip semere almasını bilen insandır.

Kabz u bast O'ndan birer tecellidir bilene,
Şükr içindir bast ve kabz eder insan bilene...

اَللَّهُمَّ اشْرَحْ صُدُورَنَا لِلإِسْلاَمِ وَثَبِّتْ قُلُوبَنَا عَلَى اْلإِيمَانِ وَصَلِّ وَسَلِّمْ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَآلِهِ وَأَصْحَابِهِ الْفِخَامِ
FETHULLAH GÜLEN HOCA EFENDİ



SIMSIKI TUT BENİ ALLAH'IM, TUT Kİ DÜŞERİM SENSİZ,
BIRAKMA RABB'İM KULCAĞıZIN, SONRA ŞAŞARIM SEN'SİZ,
KALDIR ÜZERİMDEN BU BASTI, HİÇLİK GİRDABINDAYIM,
DÜŞÜRME ÇÖPLÜK BATAĞINA, NASIL YAŞARIM SEN'SİZ?

GÜLİZAR
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim


cAN KÂRdeşimiz haYY Dost!..

DüŞmek N-dir? TuTmak N-dir?
HiÇ ken HeP i YuTmak N-dir?
SeN ZâR-hoş musun ihvÂNîm?
UY-k-UY-u UY-utmak N-dir?


Resim

ZEVK 3935

YÂRım Nefeslik BeNliğim!.. YÂRım Nefes Kabz u Bastım!
ŞaH Damarımdan YAKINın “KUL” u OLmak Azm ü Kastım!
İŞte İmkANla İmtihAN!.. cANların cENGİNde cihAN!
“Mûtu kable ente mûtu!” DOSTum Omuzumda Postum!..


19.11.09 00:02
kuRBda…


Kabz-ü bast (a): Tasavvufta iç âlemin kapanıp açılması, daralıp genişlemesi ve sıkıntı-neş'e hâli. Tavasvvuf Tenceresindeki NEFSin, Naz-Niyâz Öğretim ve Eğitim Çölü Çilesi...

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Mûtu kable ente mûtu: Ölmeden önce ölünüz!...” buyurmuştur. (Keşfü’l-Hâfâ II-291-2669)
En son kulihvani tarafından 19 Kas 2009, 10:11 tarihinde düzenlendi, toplamda 2 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

TELVİN MAKAMI

Mesaj gönderen meryemnur »



Sevgili Hayy-Dost ablam, dilerim Mevlam hepimizi garip Yunus'umuz gibi hâlden hâle girmekten kurtarıp Fenâfillah'a ulaştırır..

sevgilerimle..








.:TELVİN MAKAMI:.


Hak bir gönül verdi bana hâ demeden hayran olur
Bir dem gelir şâdî kılur, bir dem gelir giryân olur.

Bir dem sanasın kış gibi, şol zemherî olmuş gibi
Bir dem beşaretten doğar hoş bağ ile bostan olur.

Bir dem gelir söyleyemez, bir sözü şerh eyleyemez
Bir dem dilinden dür döker, dertlilere derman olur.

Bir dem çıkar Arş üzere, bir dem iner tahtesserâ
Bir dem sanasın katredir, bir dem taşar umman olur.

Bir dem cehalette kalur, hiç nesneyi bilmez olur.
Bir dem dalar hikmetlere Calinus u Lokman olur.

Bir dem dîv olur ya perî, viraneler olur yeri
Bir dem uçar Belkıys ile, sultanı ins ü cân olur.

Bir dem varır mescidlere, yüz sürer anda yerlere
Bir dem varır deyre girer, İncil okur, ruhban olur.

Bir dem gelir İsî gibi ölmüşleri diri kılar
Bir dem girer kibr evine, Fir'avn ile Hâman olur.

Bir dem döner Cebrail'e rahmet saçar her mahfile
Bir dem gelir gümrâh olur, miskin Yunus hayran olur.




Tasavvufta "telvin" renkten renge, "hâlden hâle" girme makamıdır. Umumî görüş bu makamın tam olgunluk tam ermişlik doruğu olmadığıdır.

Telvin'in görmeden ve ermeden ermişe sık sık uğrayan hasret, korku, pişmanlık, neşe, sevinç, keder, ıstırap, saadet gibi değişik ruh halleri olduğunu belirten tasavvuf nazariyatçıları da vardır.

Tasavvufta "telvin" denen bu hâle lâik bakışla (umumî sözlükte) belki "psikolojik değişkenlik" denebilir. İşte bu hâlden hâle, psikolojiden psikolojiye geçmenin tasvirlerine Yunus Emre'nin şiirlerinde sık sık rastlanılmaktadır.

Bu şiirde dile gelen hayaller ve isteklerin yanı sıra, insan oğlunun zaafları, çok yönlü mizacı da söylenmiştir. Hepimizin içinde böbürlenme ve alçak gönüllülük bir arada yaşar. Hepimizin çok âlim çok cahil olduğumuz konular vardır. Bir masal dünyasının dev'i perisi ve onlara hükmeden Belkıys ile Süleyman saltanatına özenmek hissi hepimizde vardır.

Yunus Emre'nin sadece mutasavvıf oluşunun değil şüphesiz daha şair ve sanatkâr oluşunun, ilham'dan çoraklığa yükselten alçağa gidip gelişlerinin sonucudur.
Halden hale geçen ruhu, dile getiren pek çok şiiri vardır. Fakat tam bütünlük gösteren bir şiiri vardır ki Yunus Emre’nin bir "iç romanı" sayılabilir. Hattâ hiç bir roman, hiç bir tahlil, belki hiçbir sanatkârı bu kadar büyük ustalıkla anlatamaz. Yunus'un veli şahsiyetinden daha çok sanat kişiliğini aksettiren ve mizacının karanlık köşelerini ele veren bu şiiri yukarıya aldık.

Bu şiirde dile gelen hayaller ve isteklerin; oğlunun zaafları, çok yönlü, çok türlü mizacıda söylenmiştir. Hepimizin içinde böbürlenme ve alçak gönüllülük bir arada yaşar. Hepimizin çok âlim çok cahil olduğumuz konular vardır. Bir masal dünyasının dev'i perisi ve onlara hükmeden Belkıys ile Süleyman saltanatına özenmek hissi hepimizde vardır.

Efsanelere, mitologyalara vücut veren insan duygusu budur... Mescid'de en bitimsiz kulluk duygularıyla secdeye kapanan arif kişinin içinden kiliseler, İncil ve Papaz duyguları geçebilir. Bu imanın koyusundan şüphenin koyusuna, başka imanların düşüncesine geçmektir.

İnsanda öldürmek, zulmetmek hırsı ile.. İnsanlığı ihya etmek, hastayı sağaltmak, ölüyü diriltmek.. Zulüm ile şefkat muhabbet tutkusu ard arda, hastalık nöbeti gibi gelebilir.

Bakarsınız Îsâ gibi bir kurtarıcı, bakarsınız Firavun ve baş veziri Hâman gibi bir öldürücü zâlim olmuşuzdur.

Tahlilini kısa geçiştirdiğimiz bu beyitlerde, Yunus Emre kendisi ile birlikte İNSAN'ı ve insanlığı da anlatmıştır. Telvin özellikle din, ilahiyat, tasavvuf, aşk, sanat konuları ile haşırneşir olan her insanın ara sıra uğraşıp kaçıştığı hallerdir.

Aynı şiirde Yunus'un insanı anlatmakla birlikte, daha çok kendi ruh hallerini ifade eden bölümler vardır Bir manâ entelektüeli ve sanatkâr olan şairimiz güzelliğe çabuk kapı¬lan; tabiatın ve insanın harikaları karşısında şaşkınlıklara, hayretlere kapılıp buradan ilâhî aşka,
hayranlığına varan bir yaratılıştadır.

Şu âşık mizaç onu kutuptan kutba sürükler:
Bakarsınız kendine güveni gitmiş, zemheride bir ot gibi uyuşuk, değer¬siz görüyor kendini; bakarsınız yukarıdan müjdeyi almış gibi yeniden doğar, bağ ve bostanı meydana getiren bir bahar oluverir. Bakarsınız nutku tutulmuş, canı lâf etmek bile istemiyor, bakarsınız şaşılacak bir talâkat, ikna gücü, çare buluculuk içinde her derdin tesellisini, dermanını Yunus veriyor. Daha bir ân önce hiçbir şey bilmediği üzüntüsüne kapılan bu insan, bakarsınız Lokman ve Calinus hekimler gibi etrafa şifalar yağdırıyor.
Yunus Emre'nin şiirine uygulamaya çalıştığımız TELVİN’i şimdi de Kuşeyrî'nin "Risâle-i Kuşeyrî" (Bak: Tasavvufun ilkeleri, Çev: Tahsin Yazıcı, Tercüman 1001 Temel Eser 1978, 125 s.156) ve Abdülkerim Ciylî'nin "İnsan-i Kâmil" (Bak: Tercüme: Abdurrahman Ayyıldız, Ulu Çınar Yayınlan, 1972) eserlerine bakarak ayrıca ve Eşrefoğlu Rûmî ile Şeyh Galib'den iki metin alarak derinleştirmek istiyorum.

Cîylî, Hallac-ı Mansûr ölçülerinde cesur ve atak davranarak, Allahın bütün sıfatlarını, onun kulu ve üstün "tecel-ligâhı" olan insana bağlıyor. Şu sindirilmez sözlerle "hâl" ehli, kişiyi anlatıyor:


"Dünyada ve âhirette... Mutlak fezadan zerrelere... Arş'tan Refrefe... Sidre-i Münteha 'dan, salsala-i ceres'e... Parlak yıldızlardan, gönüllerin dileği olan Adn cennetine... Mülk'ten Melekût'a kadar olan her-şey ben'im...

Ancak, dikkat et! Bütün bunlara rağmen Mevlâsına tövbe ederek dönen aciz kul da yine ben'im. Fakiyrim, hakiyrim, boyun eğenim, zillete düşmüşüm. ve günahlarımın esiriyim."

İnsanın Allaha kadar ulaşan büyüklüğü ve şeytanlara "oh" dedirten küçüklüğü, burada anlatılıyor. Hak yoluna giren, onda yok olmak isteyen kişi ise böylece hâl'den hâle, yücelikten düşkünlüğe gidip geliyor. İşte "telvin" budur.
Eşrefoğlu
"Divan"ındaki şu beyitler de, hem "melâmet'e hem de Telvin'e kaçarak, renkten renge girişi izah ediyor:


“Senin aşkın kime ki düştü ey Cân (Allah)
Ne mezhep koydu ne dîn ü îmân.

Bu aşkın oynuna hiç kimse doymaz.
Kapılarda kul oldu nice sultân.

Bu aşk zincirine çünkim çekildi.
Koyundan dahi yavaş oldu arslan

Şunun kim aşk alıptır cümle varın
Oladır der (kilise) ü Kabe ona yeksan (aynı)

Bu aşk esrarın (sırlarını) Eşrefoğlu Rûmî
Ko söyleme ki bilmez bunu inşân. “



Şeyh Galib de, Tercî-i Bend'inde, insanoğlunu, Kur'an diliyle yüceltiyor; hem de onun hâlden hâle, zandan zanna geçişini, inanılmaz kuvvette bir üslûpla anlatıyor. O şiirin sadece 4.bend'ini alıyorum:

"Sendedir mahzen-i esrâr-ı muhabbet sende
Sendedir ma'den-i envâr'ı fütüvvet sende.
Gizli gizli dahi vardır nice halet sende
Ma'rifet sende, hüner sende, hakiykat sende..
Nazar etsen yer ü gök, dûzah u cennet sende..
Arş u Kürsiy ü melek sendedir elbet sende..
Hoşça bak zâtına ki zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen!


Açıklama:

(Ey insanoğlu! Sevgi sırlarının mahzeni (saklandığı yer) sendedir. Yiğitlik (fütüvvet) nurlarının madeni sendedir. Gizli gizli (bilinmeyen) daha nice hâller sende vardır: Marifet, hüner ve hakikat sendedir. Bakmasını bilsen: yer ve gök, cehennem ve cennet Arş ve Kürsi (en yüce, ilâhi makamlar) ve melekler de sendedir.
Kendine iyi (hoş gözle, bilgi ile) bak: Sen âlemin özüsün; varlıkların, (kâinatın) gözünün bebeği olan İNSANSIN sen.)

Yunus'un "hâlden hâle geçiş"indeki hikmetleri ve zirvelerden çukurlara gidip gelen "devr-i dâimini" Şeriatte ve Tarikatta eşsiz bilgin Nîşâbûr'lu Kuşeyrî'nin sözleri ile "ilimleştirme" yolunu arayalım şimdi:
Kuşeyrî'ye göre: "Temkinin sürekli olması da mümkün değildir." Doğrusu şudur ki,
kul yükselmede oldukça Telvin sahibidir.. Kul beşerî sıfatlarını arkada bırakırsa, her
türlü kusurdan münezzeh (arınmış) olan tanrı, o kulunu, (nefsin hasta ettiği beşerî
hâllere sataştırmamak suretiyle) Temkin sabhibi yapar."



Kuşeyrî, "Telvin" kavramının yanma, yine tasavvuftaki "Temkin" kavramını da koyarak, iki kavramın, bir ölçüde zıtlığını da ifade ediyor:
"Telvin, hâl sahibinin, Temkin ise hakikat ehlinin sıfatıdır. Kul, hak yolunda oldukça Telvin içindedir. Çünkü, o bir hâlde kalmayıp bir hâlden ötekine yükselir ve bir sıfattan ötekine geçer. Bir evden çıkar, baharda bir bahçeye konar...
Telvin sahibi sürekli artmaktadır.Temkin sahibi ise, vuslata erer sonra birleşir..



Şeyh Ebû Ali El-Dakkak , diyordu ki:
Hz.Musa (selâm üzerine olsun) Telvîn sahibi idi. Bu sebeple Allanın kelâmını dinlemekten döndü ve hâli kendisine tesir ettiği için yüzünü örtmek gereğini duydu. Peygamberimiz ise (Allahın selât ve selâmı üzerine olsun) Temkin sahi¬bi idi.Bu sebeple (Mi'râc'a) gittiği gibi döndü. Çünkü Mi'râc gecesinde gördüğü şey, kendisine tesir etmedi.

Kuşeyrî, Telvin'le Temkin'in farklarını, daha iyi anlatmak için Yusuf-Züleyha kıssasını hatırlatıyor:
"Yusuf ('un güzelliğini) gören kadınlar (bir şey doğrarlarken) ellerini kestiler .Bunu sebebi ise, Yusuf'u ansızın görmekten dolayı üzerlerine gelen hâl'dir. Halbuki, Mısır azizinin karısı Züleyha Yusuf a tutkunlukta hepsinden daha "tam" olduğu halde, o görüşte kılı kıpırdamadı. (Çünkü her zaman gördüğü ve gerçekten sevdiği) Yusuf konusunda, o Temkin sahibi idi."


Kuşeyrî'ye göre: "Temkinin sürekli olması da mümkün değildir." Doğrusu şudur ki, kul yükselmede oldukça Telvin sahibidir.. Kul beşerî sıfatlarını arkada bırakırsa, her türlü kusurdan münezzeh (arınmış) olan Allah, o kulunu, (nefsin hasta ettiği beşerî hâllere sataştırmamak suretiyle) Temkin sahibi yapar."

Kısacası, Allah'a dönen aşk'ın, insanı Telvin'den Temkin'e, geçirmesi yine Allah'ın iradesi ile olur.

Fakat, bu iki durumun, yani Telvin ve Temkin'in de olmadığı bir makam ve hâl vardır ki, o da Allah'ta yok olma, (Fenâfillâh) makamıdır .Kul, nefsinden , duygusundan ve kâinatta mevcut her şeyden de (Mâsivâ) sıyrılıp kaybolduktan sonra, bu kaybolma kendisinde devam ediyorsa, mahv'e yani yok olmaya ermiştir.
Bu bilgilerin sonunda varacağımız hüküm şudur ki, yukarıda "Telvin" başlığı koyduğumuz şiirde, Yunus Emre, henüz oluş halindedir.

Daha sonra
Yunus Emre, merhaleleri aşarak: telvin'den "fenâfillah"a nasıl geçtiğini ermiş'in diliyle anlatacaktır.


"Kuru idik yaş olduk,
Ayag idik baş olduk
Kanatlandık kuş olduk,
Uçtuk Elhamdülillah!

Diri illi pınar idik,
İrkildik ırmağ olduk
Aktık denize daldık,
Tasdik Elhamdülillah!



Ahmet Kabaklı


En son meryemnur tarafından 19 Kas 2009, 17:14 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Kullanıcı avatarı
HAYY-DOST
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1856
Kayıt: 16 May 2009, 02:00

Mesaj gönderen HAYY-DOST »

Sevgili hocamız,
ALLAH CC dostu RESULALLAH hayranı VE HİZMETKARI
KULİHVANi Pirimiz e
ve sevgili kardeşim MERYEM NURa
can içinden teşekkür ederim. Dün bütün gün
yaşadığım bu haller sanki BENi öldürüyordu.
Bu gün BAŞKAYIM Dünyamıza geri döndüm. Yüreğimi
sıkan el gevşedi. Ufkum ve Kalbim genişledi.
Dün üzerimde çok fazla yabancı nazarlar vardı.
ve dünya işleri ile fazlaca meşgul olmak durumunda
kaldım. Belki de beni MUHAMMEDi prizden
çektiler .Arada bir böyle oluyor ve FARKı FARK ettiriyorlar.
Ben BENde kalınca bir damla misali, kurumaya
başlıyorum. Bugün IRMAKtayım ve bir hayli ıslağım. ALLAH CC
cümlenizden razı olsun. MÜŞTEREK dualarınızda olabilmek
imidiyle.A.E.O...es.se....

Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5155
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Mesaj gönderen Gul »

Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5155
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Mesaj gönderen Gul »

Can'ım hayy-dost... Dün akşamda bana öyle bir şey oldu. Durup dururken otururken içimde bir güneş açtı. Hz. Hatice Anamız konuk oldu yüreğime...

Kanın gövdeyi götürdüğü, İbrahim (a.s)'ın unutulduğu, kız evlatlarının zalimce katledildiği (aydınlıkların daha doğarken toprağa gömüldüğü) hainlerin, zalimlerin,katillerin yaşadığı o dönemde dahi içindeki o HAYYat doluluğu her sabah güneşin doğuşuyla tekrar yaşayan Hz Hatice Anamız. Her daim korku ve ümit içerisinde, sıkıntılara,çevresindeki cehalete, vahşete, sabah güneş doğuşunda içinde kımıldayan o genişlik ile şahit Hz Hatice Anamız...Her daim kurtuluş ümidini yüreğinde barındıran , bu cehaletin elbette sonu gelecektir diye DUYan Hz. Hatice Anamız.

Kim diyebilir ki kız çocuklarının diri diri bugün toprağa gömülmediğini. Kim diyebilir?...Ben şahidim bu katliama...Nur topu gibi doğan bir bebek doğduğu an daha hırsın, öfkenin, kinin pençesine düşüyor. Ebu Cehil'den hiç farkı olmayan, ve işiyle evi arasında 360 tane putuna her gün defalarca tapan, nur topu gibi bebekleri sevgisizlikle, ilgisizlikle, zalimce, haince toprağa diri diri gömenlere bugün lise köşelerinde ellerinde sigara, uyuşturucu ile dolaşan ve oradanda bar bar gezen, Rabbimizden haberdar olmamış ve ata yadigarı putları kanlarında gezdiren gençleri görerek şahidim. Şahitliğim kendi hatalarımız yüzünden yaşadığımız sıkıntılar sonucu Rabbimiz'in el Kabız ismi şerifine olan şahitliktir, kaderim kadar...Had safhalarda bir sıkıntı yumağıyım.. Hz Hatice anamızın o cehalete tanık olduğu gibi...O cehalet bugün şu an yaşanıyor...

Hz. Hatice Anamızın sabahları çöle dalarak, güneşle beraber aydınlanan yüreği gibi, İsa (a.s)'ın müjdesini beklediği gibi her sabah bende evimin karşısındaki dağa bakarak, İsa (as)'ın müjdelediği Nebi'yi duyacağım ümidi içerisinde Rabbimiz'in el Basit oluşuna şahit olacağım ümidi içerisindeyim....

İşte hayy- dost akşam bir ferahlık geldi bana...Ama bu ferahlık bu yazıyı renklendirmeme izin vermiyor.

Teşekkür ediyorum güzel paylaşımın için...
Resim
Cevapla

“Tasavvuf” sayfasına dön