BİRİNCİ FELEK
Ey necib ve hür oğlum!..
ALLAH sana muvaffakiyet versin. Åžimdi, Tevffki sana izah edeceÄŸim..
Tevffk; ebedi sa'detin anahtarı, Nebî-ı Zişânin yolunda sülûka kulu vâsıl edici ve ilâhî ahlâkla ahlâklanmasına rehberdir. Tevfîk-i ilâhi'ye nail olan kişi, büyük ganimeti eide etmiştir. Tevfik-i ilâhiden mahrum kalan kimse de hayrın tamamını yitirmiştir.
Ey Azîz!.. Tevfîk; kulun çalışarak elde edeceği bir şey değildir. TevfTk, Allah'ın kendi huzuruna seçtiği hâs kullarının kalblerine ilkâ ettiği bir nûr-u ilâhidir.
Kulun kurtuluşu ancak Tevfîk-i İlâhî ile gerçekleşir. Kul yüce derece ve mertebelere de ancak Allah'ın yardımıyla ulaşabilir.
Tevfîk hibe edilen bir sırr ve kulun kalbinede kondurulmuş bir nurdur.
Kulun İrâdesi tevfîk'in özelliklerini ve hakikâtlarını bilmesi itibariyle, tevfîkle vasıflanması ve tevfîkin kulda peyda olmasında Allah'ın İrâdesinin bağlantısı vardır. Böylece de, kul için bu irâde hâsıl olur ve o irâdeyi kendi kesbi olduğunu tahayyül eder.
Halbuki kulun tevfîkle vasıflanmasında ki gerçek sebeb; Allah Subhânehû'nun iradesidir. Fakat kul, kendisini tevfîkin talebine sevk eden irâdesinin, İlâhi Tevfîkin eseri olduğunu bilemedi.
Evet!., ilâhi Tevfîk olmamış olsaydı kulun irâdesi gerçekleşemezdi. Zira, kulun tevfîki irâde etmeside İlâhi Tevfîkdendir. Ancak insanların çoğu bunu bilincinde değildir.
Şimdi tevfîki anlattığımız tarzda isbât ettiğimizde, insanlar, ancak Hakîm, bağışlar yapan ve kula muaffakiyeti veren Zöt'tan tevfîk'in kemâlini taleb edebilirler.
Tevfîk'in kemâli ne mânâya geidiğini şöyle izah edebiliriz: Kulun bütün fiil ve hâllerinde tevfîki ilâhinin kula arkadaşlık etmesidir.
Kulun hâlleri şöyle taksîm edilmiştir. 1- İtikâd, 2- Kalb’e gelen ilhâmlar, 3- Akıl ve kalbinde doğan nûrlar, 4- Müşahedeler, 6- Mükâşafeler, 7- Zahiri ve batini bütün fiiller.
Netice-i Kelâm: Kul, bütün hâllerinde İlâhi Tevfîk'in kendisine devamlı surette arkadaş olmasını taleb etmesi, tevfîkin kemâl mânâsıdır. Öyle ise, kul zâten kendisine verilen muvaffakiyetin artmasını tâleb eder. Yoksa tevfîk bölünmeyi kabul eden bir şey değildir. Zira, tevfîk insanla kâim olan mânâlardan bir mânâdır. Mânâ ise bölünmeyi kabul etmez. Tevfîke nisbet edilen noksanlık ise, Tevfîk-i İlâhinin kulun her hangi bir fiilinde kul ile kâim olması ve diğer bir fiilinde kul ile kâim olmaması itibariyledir.
Tevfîk-i İlâhinin kulun bütün fiillerine olan beraberliği de aynı anlattığımız gibidir.
Artık bu izahlarımızda kulun tevfîki Allah'tan istemesinin hikmeti de zahir oldu.
İlerde şunu da izah edeceğiz: — Kul Allah'tan tevfîki istediği vakitte kulda Tevfîk-i İlâhin yoktu denilemez. Zira kulun isteme fiilinde yine ilâhi muvaffakiyet vardır.
Tevfîk lâfzı Arap dilinde muvafakat babından Tefti babına intikâl etmek suretiyle türetilmiştir. Tevfîk de kulda sudur eden fiillerin peyda olması esnasında zâten kulda kâim bir mânâdır. Dolayısıyla kulla kâim bulunan o
Tevfîk-i İlâhi kulu, kuldan sudur edecek fiili hakkındaki islâm ölçülerine muhalefet etmesinden engeller. Fakat bu engellemesi sadece kendisinde sudur edecek olan fiilde gerçekleşir. Diğer fiilleriyle alâkası olmayabilir. Öyle ise hükmü böyle olan her mânâya tevfîk ismi verilir.
Ey Oğulcuğum!.. Günahkarı kendisi için meşru olan her hangi bir ameli yapmaya muvafık olursa o günahkar olmaz. Fakat meşru haklarından herhangi birisine muvafakati gerçekleşmezse, o zaman İslâm'a muhalefet etmiş olur. Zira kaidedir bir mahal şeyden veya onun zıtından boş kalmaz. Tabiatın boşluğu kabul etmediği gibi. Kulda yapacağı fiilinin mahalidir. Dolayısıyla ya o fiil İslâm'a muvafak veya muhalif olması zaruridir.
Bazen bir zamanda, kulun yaptığı bir fiilinde, tevfîk kendisiyle kâim olduğu gibi, aynı o anda diğer bir fiilinde kendisiyle kâim olmayabilir. Buna misâl: Gasb edilen bir evde namazı edâ eden musallidir. Zira o salâtı edâ etme fiiliyle tevfîk kendisiyle kâim olmuştur. Fakat aynı anda salâtı kendisinde edâ ettiği yeri gasb etmesinden ötürü tevfîk kendisiyle kâim değildir. Öyle ise aynı anda kulda hem tevfîk hem de hizlan kâim olabilir.
Hizlan ise; Allah'ın razı olmadığı bir fiili kulun talebi üzere Allah'ın kulda muvaffakiyet vermesine denir.
İşte bu anlattığımız sebebden dolayı kul, Mevtasından tevfîk'in kemâlini ister.. Böylece de kul, İlâhi Tevfîk'in kendisine bütün hâllerinde arkadaşlığını istemiş olur. Tâki kul, hiçbir fiilinde şeriat ölçülerine muhalefet etmesin.
Açıkladığımız tarz üzere kulla kâim olan Tevfîk-i İlâhi tam ve kâmil olursa, artık o tevfîk; Hıfz-ı İlâhi ve ismet diye ta'bir edilir. Yani, böyle olan kul, ALLAH'ın koruması altında olur.
Allah Tealâ vakitlerin aleyhimizde geçip gitmesinden ve gafletin neticelerinden cümlemizi muhafaza etsin. ALLAH, hayırlarla cömertlik yapan Cevâd-ı Mutlakdır.
Ey Oğulcuğum!.. Tevfîk: Kul yaratılmadan önce, Allah'ın katında kul için olan inâyet-i ilâhi'dir. Tevfîk: Allah kulu icâd ve hitâb ettiği esnada kulun üzerine olan en yüce ihsanıdır. Tevfîk'in İlâhi bir inayet ve ihsan olduğuna, Allah'ın şu buyruğu delâlet etmektedir.
«İmân edenlere Rab'leri indinde kendileri için muhakkak bir kadem-i sıdk olduğunu müjdele.» (Yunus sûresi, âyet: 2)
İmân edenler daha yaratılmadan önce kendileri için bu kadem İlmi İlâhide gerçekleşmiştir. Bu kadem de Allah'ın kendi Zâtına yazdığı Rahmeti İlâhidir.
Vakta ki Allah Tealâ, Kerem sıfatıyla Ayân-ı Sabiteleri icâd etti ve onların varlığını açığa çıkardı, lûtfuyla onların ihtiyaçlarını üstlendi. Artık, Allah Azze ve Celle onları tevfîk'in hakikâtlarıyla donattı ve onlara, O'na ulaştırıcı yolları açıkladı.
Enbiyâ'ya melekler, Evliyaya da Enbiyâ'lar ve meleklere de yaratılışları vasıtasıyla açıkladığı gibi.. Böylece onlar güneşe giden aydınlık yolu üzere hidâyeti kabullendiler. Ve Mi'raca vesile olan yükseliş kanatlarına binerek uruc ettiler. Artık Tevfîk, bütün hâllerinde onları yalnız bırakmayan sadık bir arkadaş olmuştur. Tevfîk onları Allah'a yaklaştıran amellere yön vermekten de geri kalmadı.
Allah'ın rızasına vesile olacak ameller; kalbî, nefsi ve duyu organlarına mütevecih muamelattan ibarettir. Tevfîk-i İlâhi onları himmetlerinin fevkine varıncaya değin yönlendirdi..
Tevfîk-i İlâhi onları hazreti Cud ve Kerem Makamına indirdi. Onlar o ni'metler deryasında ve Cennet nimetleri içinde gark oldular. Ve Tevfîk-i İlâhi onları istivaya benzer bir makama çıkardı.. O makamda Allah'ın onlara, vermeyi takdir kıldığı nimetleri bağışladı. Bütün bu olan bitenlerin esnasında, Hak'kın onların işlerini üstlendiğini bildiler. Halbuki daha "İNSAN" namıyla yâd edilen bir şey değildiler..
Sonra, onlar için duâ etme mahallinde Allah'a sözlü yakınlıkları, o işlerden uzak olduklarını gösterdi. Zira, Allah'ın ihsan ettiği bunca cesim ve lâtif nimetlere karşı şükür etmeyi irâde ettiler. Halbuki Şâkir meşkûr ve Zâkir mezkûr idi. Dolayısıyla bu hakikât onları, irâde ettikleri sözlü Şükür'den engelledi.. Artık kul, bütün gücünü sarf etmesine rağmen, Allah'a hamd ve sena etmekten aciz oldu. Ve, bu hâlin senanın fevkinde olduğunu gördüklerinden, şaşkınlık ve hayret makamında durakladılar... Sonra, insanlar kendilerinden açığa çıkan
Allah'ı övmeleri sena etmeleri, ancak Allah'ın kendi fiiliyle Zâtını sena etmesi olduğunu bildiler.
İnsanların böyle idrâk etmelerinin lüzûmiyetini yazacağımız âyet delâlet etmektedir.
«Zaten size az bir ilimden başkası verilmemiştir.» (İsrâ Suresi, Âyet: 84)
Öyle ise, az bir ilim de Allah'ın inâyetiyle bize bağışladığı bir terazidir. Çok ilme ulaşmamız ise bizim için mümkün değildir. Öyle ise ilimde çokluk iddia edebileceğimiz şeylerden değildir.
Muhakkik şeyh, herşeyi inceleyip yontandır. Fakat o, yaptığı işlerde samimidir.
İddia sahibi ise, o da herşeyi inceleyip yontar.. Fakat o, yaptığı işlerde samimi değildir. Bu makamda Allah Rasûlü Aleyhisselâtu vesselam şöyle buyurdu;
«Senin med ve senanı sayamam, sen kendini övdüğün gibisin.» (Ebû Davud ve Tirmizi)
Ve Sıddık-ı Ekber'de - Allah ondan razı olsun- bu makamda şöyle buyurdu; — "Allah'ı idrâk, idrâk edilemeyeceğini idrâk etmektir."
Yaratıcısını idrâk etmeyi kasd edene şöyle söyle!.. — "Allah'ı idrâk, idrâk edilemeyeceğini idrâk etmektir. Kim Allah'a hayretle kulluk ederek yaklaşırsa, işte o nihayet Rahmanı idrâk edendir.
Gerçekten Allah'ı idrâk etmemek nusuk semâsında cevelan eden feleklerin doğuş sebebi olan duha vaktindeki Güneş'tir.
Tevfîk'in başlangıcı, ortası ve gayesi vardır.
Ey Oğulcuğum!.. Tevfîk, her fazilete yönlendirici, temiz sıfatlara uiaştıncı ve gözleri cilalayan, sırlan islah eden ve kalbe hulûsiyeti veren bütün güzel ahlâklarıda celb edici olduğunu bil.
Tevfîk kalbde ki kilitleri açan, kalblerde ki şek ve şüpheleri gideren, kalblerin varlık hikmetini bağışlayan ve azâmet-i İlâhiyeyi öğretendir.
Tevfîk, kulun istikâmeti taleb etmesine sevk eden, esas muharrik ve kulu selâmet yoluna ulaştırıcıdır. Tevfîkle vasıflanan her kul, hidâyete erip doğruluk üzere olur. Tevfıkden mahrum kalan da rezil ve rusva olur..
ALLAH emirlerine muhalif olmaktan ALLAH a sığınırız.
Tevfîkin başlangıcı İslâmı, ortası imânı ve nihayeti ihsanı sana verir.
Tevfîkin başlangıcı olan İslâm, kan ve malı korur.
Tevfîkin ortası olan imân, nefisleri sapıtma ve saptırma zulmünden muhafaza eder.
Tevfîk'in sonu olan ihsan, ruhu Allah'tan başkasına bakmaktan engellediği gibi rûh'a murakabe ve Allah'tan utanmayı bağışlar.
Öyle ise... Nefis, Cennette şehvetlerini yerine getirmekle mutlu olur. Göz, Rahmanı görmekle huzur bulur. Ruh, nimetlerin hakikâtlarından lezzet alır.
Ey OÄŸulcuk!..
Tevfîkin ulaştırdıklarında tefekkür et!.. Öyle ise, bütün hâllerinde seni tevfîk'e davet eden, hiçbir iyilik yoktur ki Allah sana vermesin. Artık sana düşen, onları geri çevirmemektir. Tevfîkin mebdei, sana ilim ve ameli ihsan eder. Ortası, seni pis hedeflerden temizler. Sonu, varlık ve ezelin sırrlarım verir. Tevfîkin başlangıcı seni hislerinden, ortası nefsinden uzaklaştırır ve sonu sana senin güneşinle cömertlikte bulunur. Tevfîkin başlangıcı sana kerametleri ihsan eder.. Ortası, seni sıfatlardan fâni kılar.. Sonu, seni Zâtla mutlu eder. Tevfîkin başlangıcı sana Cennetle, ortası varlıkla ve sonu varlığın fenasıyla şahidlikte bulunur.
ALLAH'tan başka umutlarımızı bağlayabileceğimiz bir varlık mevcûd değildir.
Menân ve bütün nimetleri bağışlayan ALLAH bütün noksan sıfatlardan münezzehtir.
TEVFÎK İN KISIMLARI
Ey OÄŸulcuÄŸum!..
ALLAH seni muvaffak kılsın.
Tevfîk. GENEL ve ÖZEL olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır..
1) GENEL TEVFÎK; bütün insanların kendisinde müşterek oldukları tevfîkdir. Müslüman ve müslüman olmayanlar eşittir. Genel tevfîkde iki kısma ayrılmaktadır.
a) Hikmete muvafak olan tevfîk. Bu tevfîk, hikmetle eşyanın yaratılışında ki sırları bilmekle gerçekleşir,
b) Şahsın maksadına muvafık olan tevfîkdir.
Bu tevfîkde; 1) Maksada muvafık olan, 2) Hikmete muvafık olan, diye ikiye ayrılır.
1) Maksada muvafık olan tevfîki şöyle izah ederiz: Su bulunmayan bir yerde hangi dinde olursa olsun bir kimsenin kuyu kazıp su çıkarması oradan gelip geçen kimselerin maksadına o suyun çıkması muvafıkıdır,
2) Hikmete muvafık olan tevfîki de şöyle açıklayabiliriz: Nesnelerin arasındaki mesafeyi ve onların asıllarını bildiği için nesneleri birbirinden ayıran kimsenin tevfîkidir. Zira, bu tür bir çalışmaya her hak sahibine hakkını vermek denir.
Meselâ; eşyanın hikmetini bilen bir adam elekle su içmeye ve bardakla un elemeye teşebbüs eden bir şahsı gördüğünde, derhal unu eleğe ve suyu bardağa boşaltır.. Ve o şahsa da şöyle der; "Bu elek un elemek ve bardak su için yapılmıştır."
Görüldüğü gibi nesnelerin hikmetini bilen şahıs, ilmi ve ameli olarak bütün nesnelerin yaratılış gayesine riayetederek muamele eder. İşte bu hikmet tevfîkidir.
2) ÖZEL TEVFÎK; seni zulumattan nura çıkaran ve bütün mertebeleriyle ebedî saadete velev ateşe girsende seni ulaştıran tevfîkdir.
Bu Özel tevfîkde; ÖZEL ve GENEL olmak üzere iki kısma ayrılır.
a) Özel Tevfik'in Genel kısmı: Allah'a, Rasûllere ve Allah'ın katından gelenlere imân etmekten ibarettir.
b) Özel Tevfîk'in Özel kısmı: Meşru olan ilimlerle amel etmekten ibarettir.
Şöyle de açıklayabiliriz... 1) Genel olan Özel Tevfîk ki sadece Farzların edasından ibarettir.
«Zümman ibnu Sa'lebe Allah Rasûlü Aleyhisselatu Vesselama;
- "Farz ibâdetler nelerdir?" diye sorduğunda Allah Rasûlü Aleyhisselâtu Vesselam da ona cevap verdikten sonra Zümmam;
- "Saydıklarının dışında üzerine başka Farzlar var mıdır?" diye sordu. Allah Rasûlü Aleyhisselâtu Vesselam;
- "Hayır yoktur. Yalnız dilersen nafilelerle meşgul olursun." buyurunca Zümmame;
-Allah'a yemin ederim üzerime farz olanlardan ne noksanlık ve ne de fazlalık yaparım.." dedi. Allah Rasûlü Aleyhisselâtu Vesselam o gittikten sonra;
- "Söylediklerinde sadık olursa kurtuluşa erdi." buyurdu.» İşte bu Hadis'te Özel Tevfîk'in Genel bölümünü böylece ğrenmiş bulunmaktayız.
2) Özel Tevfîk'in Özel bölümüne gelince, o da kalbi tasfiyeye, marifete, boş şeylerden arınmaya, riyâzat ve mücâhedeye seni ulaştırandır.
Bu kısımda a) Genel ve b) Özel olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır.
Bu kısmın;
a) Genel tevfîki; senin için bütün ulvi ahlâkları ve Rabbani sıfatları meyve verendir.
b) Özel tevfîki ise, tahkik etmek mânâsını ve ahlâk sırlarını senin için meyve verir.
Tahkik etmek mânâsı ve ahlâk sırları da;
1) Özel ve 2) Genel olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır.
1) Genel kısmı, sana ahlâklanacağın hususları ve o ahlâkların sırlarını ihsan eder.
2) Özel kısmı da, seni muhtaç olmak mülâhazasından musteğni kılar.
Öyleyse, kulun zahiri ve kalbi bütün hareketlerinde ve durgunluklarında kula arkadaşlık eden tevfîk, ilmiyle âmil ve veresatu enbiyâ olan Ariflerin tevfîkidir.
Hareket ve durgunluğun bazısında kulla arkadaşlık eden tevfîkde o ba'za nisbet edilir ve özellikle o kula varlık mertebelerinden verdiği şeye muzafdır. İşte bu da, sadece Arif, Zahid, Abid ve bunlardan başka suluk ve makamat erbabından olanların tevfîkidir.
Tevfîkin peyda olması da muhakkikin ulema katında, iki kısma ayrılmaktadır.
1) Allah'ın vasıtalı sende var ettiği tevfîk, 2) Allah'ın vasıtasız olarak sende icâd ettiği Tevfîk.
Bunları da şöyle açıklarız: Vasıtalı sende icâd edilen tevfîk; ana ve babanın telkin ettikleri İslâm Dinini kabul etmen gibidir. Zira, her çocuk İslâm fıtratı üzere doğar. Anne ve babası onu ya Yahudi ya Mecûsi ya da Hıristiyan yaparlar. Bu anlattıklarımız Allah Rasûlü’nden rivayet edilen bir Hadis'in mefhumudur.
Veya hiç ummadığın bir anda yoluna, seni çirkin ameller işlemekten engelleyen nasihâtlarda bulunan bir şahsın çıkması gibi, Yapılan nasihâttan ötürü sen gaflet uykusundan uyanırsan, Allah Subhânehû, senin kalbine tevfîk nurunu ilkâ eder... O şahsın vasıtasıyla gönlüne İlkâ edilen tevfîk nuru, seni nefsin hilelerinden kurtulmaya ve sai'dler zümresine girmeye sevk eden ilâhi bir rehber olur.
2) Vasıtasız olarak sende hâsıl olan ilâhi tevffk'e gelince; o da kimsenin yardımı olmaksızın Allah'ın senin ayıblannı görme duygusunu sana bahş etmesidir, öyle duygu ki işlemiş olduğun çirkin amellerinden ötürü nefsin ve hâlin sana buğz ettiğini idrâk edersin...
Bu duygun güçlendikçe kurtuluş yoluna ve senin için ezeli olarak takdir edilen güzel amellere seni süratle sevk eden ilâhi bir rehber olur. Özel Tevfîk'in makamlarının ilki hiç şüphesiz Allah'ın sana tahsil etmeni emrettiği şer'i ilimlerle iştigâl etmendir.
Özel tevfîk'in seninle arkadaşlık etmesi yönüyle son makamı da, şayet özel tevfîk'in bütün makamları tamamlanırsa, aklı hiçbir şeyin kendisiyle oluşması mümkün olmayan Tevhîd-i Zât sende kendi Tevhîdiyle hâsıl olmasıdır.
Velev ki bazı huzûr-u vücûdiye ve kerem-i lûtûfiye sende noksan olsa da bu durum değişmez.
Netice-i Kelâm; cehaletle birlikte ne hayat ne de makam söz konusu olmaz.. Yani, şer-i ilimlerden cahil olan bir şahsın ne hayatının ne de makamının hiçbir kıymeti harbisi yoktur.
BÖLÜM: Bu bölüm, zahiri ahkamlarla bağlantısı olan muamelelerde tevfîkin hâsıl olacak neticeleri ile alâkalıdır. İnsanlar bu neticelerin hâsıl olması itibariyle iki kısma ayrılır.
1) Kendilerine tam neticelerin hasıl olduğu kimseler ki "Zamanın Sahibi" diye işaret edilen Kutub'lardır.
2) Kutubların dışındakilerdir ki, Alîm ve Hakîmin onlar için ezelî ilmînde neyi takdir etmişse, onların ona ulaşmasıdır.
Ey Oğulcuğum!.. Eğer tevfîkin sıhhatli olursa, - ki sıhhatli oluşu da ancak şer'i ilimleri tahsil etmekle gerçekleşir...
Artık tevfîk, sana inâbeyi, inâbe de tevbeyi, tevbe de hüzünü, hüzün de havf'u, havf'da insanlardan uzaklaşmayı, insanlardan uzaklaşmada, halveti, halvette tefekkürü, tefekkür de huzuru, huzurda murakabeyi, murakabe de haya etmeyi, haya etmede edebi, edeb de İslâm'ın hükümlerine riâyet etmeyi, Allah'ın emir ve yasaklarına riâyet etmekte yakınlığı, yakınlıkta visali, visâlda ünsü, üns de nazlanmayı, nazlanmakta istemeyi ve istemekte Allah icabet etmesini netice verir. İşte bütün bu makamlara bir kısım Tasavvuf Ehlî MARİFET ve diğer kısmı da İLİM diye isimlendirmiştir.
istemek -duâ etmek- kendi açısından çok çeşitli olduğundan kişinin bulunduğu durumda kesin bildiği makama bakar. Bu da kendi hâlini müşâhade etme makamıdır.
Kimi bir resmi, kimi bir alâmeti, kimi hayret ve şaşkınlığı ve kimi de acziyeti duâ etme makamında kendisinde müşahede eder. Herkes kendi durumuna uygun olan meşrebini bilir.
Bütün bu makamlar ise ancak RESMİ ve ZEVKÎ ilimleri tahsil etmekle gerçekleşir.
RESMİ ilimleri iki bölümde ele alabiliriz. 1) Akaid bilgilerine bağlantısı olan Aklî ilimler. 2) Mükellef olduğun amellerin İslâm da ki hükümlerini bilmekle alâkalı olan Şer'i ilimler.
Bu ilimlerden ihtiyacı miktarı öğrenmek zaruridir. Zaten ilim mertebesinde ilerde bu ilimlerden ne kadarını öğrenmek gerekir İnşaallahu Teâia açıklayacağız.
ZEVKÎ ilim’den maksat ise, şer'i ilimlerle amel etme neticeleri olan sırrlardır. Bu da Allah'ın senin kalbine ilkâ ettiği ilâhi bir nurdur. Sen, bu nûr vasıtasıyla mevcûd mânâların hakikâtlarına, Hakk'ın kullarında gizlediği sırrlara ve nesnelerde ki yaratılış hikmetlerine vakıf olursun. Bu ilme; "İLM-İ HÂL" derler. Zira kul, Esmâ-ı İlâhiden herhangi birisiyle ahlâklanırsa kendi halini o Esma ile müşahede eder.
Kişinin hâlinin delilleri ya onun hâlinin doğruluğuna veya yanlışlığına şâhidlik yapar.
Ey Oğulcuğum!.. Taleb edlien saadeti ebediye veya başka bir şey için kendisiyle tevfîkin kâim olduğu şahsın delileri ya onun da'va ettiğini tasdik veya tekzib eder. Hâlinin delilleri iki kısma ayrılmaktadır.
1- Bir şeyi iddia eden şahısla kâim olan deliller. 2- Başkasıyla kâim olan deliller. Yalnız başkasının hâli, iddia edicinin iddia ettiği şeyleri bir fiil icraat etmekle vasıflı olması şarttır. Bu husûsda üçüncü bir delil yoktur.
Birinci delil: Hâl sahibinin durumunu gösteren delile gelince, o da korkuda yüzünün sararması, utandığında kızarması ve ilâhi hükümlerde Allah'a karşı itirazları terk etmektir. Mutlak surette kadere teslim ve kaza-ı ilâhiyeye razı olduğunu iddia eden bir kimsenin kendisine isabet eden musibetlere karşı sabırlı olması da o hâlinin delilidir.
İkinci delil, Başkasının haliyle kâim olan delildir. Öyle delil ki hâl sahibinin bulunduğu durumu, hâl lisanıyla bildirmektedir.
Bu durum şöyle tasvir edilebilir. Kendisinden vücûd diliyle muayyen bir şeyin ayrıldığını söyleyen şahsın hâli gibi.. Bu da iki çeşit olur.
1) Maharetiyle kendisinden ayrılan muayyen şeye ulaşması mümkündür. Halbuki bu kimsenin daha önceki hâlinin müşahedesi onda böyle bir maharetin olmadığını bildirmektedir.
2) Yahud o ayrılan muayyen şeyin, insan gücünün haricindedir. Artık bu da tekrar ulaşması ancak bir lûtfû ilâhi gerekir. Buraya kadar yaptığımız izahatlar kısaca hâllerin belirtilerini bildirmek içindir. Zaten bu kitabtaki ana gayemiz, veciz bir tarz ile bu risaleyi yazıp tebliğ etmektir. Yoksa sadece şöhret bulmak ve mevzuları gereksiz uzatmalarla izah etmek değildir.
Her yönüyle mükemmel vecîz kelâmla maksat Allah'ın izniyle hâsıl olur. Zira, bıkkınlığa sebebiyet ancak gereksizce kelâmı uzatmaktır. Hakiki Mürşid ALLAH Tealâdır. Ondan başka Rab'ler yoktur.
|