Ahmed Kuddûsî BaBa Hayatı

Ahmed Kuddisi (k.s.) hazretlerinin hayatı ve eserleri.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Ahmed Kuddûsî BaBa Hayatı

Mesaj gönderen Gul »

Resim

Ahmed Kuddûsî BaBa
kaddesallahu sırrahu..

Anadolu velîlerinin büyüklerinden. İsmi, Ahmed bin Hâcı İbrâhim'dir.
1769 (H.1183) senesi Rabî'ul- evvel ayının on birinci gecesi, Niğde'nin Bor kazâsında doğdu.

Büyük bir velî olan babası, rüyâsında üç ay gördü. Ortadaki ay diğer aylardan daha büyük ve parlaktı. Bu rüyânın tâbirinde kendisinin üç oğlu olacağını ve ortanca oğlunun büyük bir velî ve âlim olacağını anladı.

Ahmed Kuddûsî BaBa, küçük yaşta babasından ders almaya başladı. Ahrâriyye yolunun edebini babasından öğrendi. Babasının:
"Oğlum her zaman ALLAHu TeÂLÂ’yı zikr et, benim sağlığımda boş şeylerle uğraşmaktan uzak dur." Nasîhatine uyarak onun tarîkat hakkındaki tavsiyelerine harfiyyen riâyet edip gece gündüz şevkle çalıştı, bütün amelleri gönülden yaptı. Kısa zamanda velîlik basamaklarında yükseldi.

Ahmed Kuddûsî BaBa, o zaman medreselerde okutulan ilimleri öğrenmek için de uzun müddet medrese tahsîli gördü. 1786 senesinde babası vefât edince, ilâhî bir işâret üzerine Turhal'a gitti. Turhal'daki Turhal Şeyhi denilen zâtın sohbetlerinde bulunarak kemâle erdi. Oradan bir arkadaşı ile ayrılıp Erzincan'a geldi. Sert geçen kış mevsimi yüzünden Erzincan'da birkaç ay kaldı. Yaz gelince, Erzincan'dan ayrılarak, önce Şam'a oradan da Mısır'a vardı. Daha sonra hac farîzasını yerine getirmek için Mekke-i Mükerreme’ye gitti. Bu ilk Hicâz seferinde Hira ve Uhud Dağında, Hazret-i Hamza ve Uhud harbinin diğer şehîdlerinin medfûn, gömülü bulunduğu sahada ve dağın kayalıkları arasındaki mağaralarda uzun günler uzlette kendi başına kaldı. Mescid-i Nebî çevresinde riyâzetler çekti. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin lütuf ve hitablarına kavuşarak, üstün derecelere yükseltildi. Bu sırada:
"Anadolu'ya git, orada evlen. Senin için üstün derece ve makamlar, âile kadrosu içinde hâsıl olacaktır." İkâz ve işâreti üzerine, bir sonraki sene tekrar hacc ederek Bor'a döndü. Bu müddet içerisinde, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin yüksek himmetlerine nâil olduğunu bir şiirde şöyle ifâde eder:

Dâvet etti köyüne çünkü bizi ol şâhımız,
Pes icâbet eyledik bugün açıldı râhımız..

Etti tâlim hem bize seyr-i sülûkin tarzını,
Pîşvâ-yı sâlikîn olan Resûlullahımız..

Doldu ışk-u-cezbe dil iklimine deryâ misâl,
Bu sebeple mürtefî' oldu begâyet râhımız..

Bakmanız hışm u hakâretle bize ey zâhidân,
Dost yanında mu'teber hor görünen gümrâhımız..

Yanarız ışk oduna Kuddûsîyâ leyl ü nehâr,
Kıldı âlem halkını âciz figân ü âhımız


Resim

Pes: f. Arka, art, geri. * Öyle ise, imdi...
İcâbet: Kabul olmak. Kabul etmek. * Râzı olma, rızâ gösterme, muvafakat etme.
Pîşvâ: (Pişuva) f. Reis, baş. Hâkim. * Mukteda, imâm.
Sâlik: (Sülûk. dan) Bir yolda giden. Belli bir yol tutup giden. * Bir tarikat yolunda olan.
Cezb: Kendine doğru çekme. * İçme.
Mürtefî': (Ref'. den) İrtifâ eden, yükselen, yükselmiş, yüce.
Hışm: f. Öfke, hiddet, gazap, kızgınlık.
Mu'teber: İtibâr gören. Beğenilen. * İnanılır. Güvenilir. Hatırı sayılır. Hükmü geçen.
Gümrâh: f. Yolunu şaşırmış. Doğru yoldan sapmış. * Bol, gür.
Figân: f. Ağlayıp sızlama, bağırıp çağırma.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: Ahmed Kuddûsî BaBa Hayatı

Mesaj gönderen Gul »


Ahmed Kuddûsî BaBa, ilki 1807 ve 1810 senelerinde olan Osmanlı-Rus savaşlarına katıldı. Böylece sünnete uyarak, nefsini ıslâh etmek için yaptığı halvet, yalnızlık çile ve riyâzetleri yâni cihâd-ı asgarı cihâd-ı ekberle, yâni nefsle yaptığı savaşlarla da tamamladı.

Bir süre Anadolu'da kalan Kuddûsî Hazretleri tekrar Hicâz'a gitti. Uzun müddet Mekke ve Medîne arasındaki ıssız çöllerde, dağlarda nefsini tezkiyeye, sâfiyyete ulaştırmak için çektiği çileler, onun derecesini bir kat daha yükseltti. Bu sırada günlük yiyeceği, her gün belli saatte kendiliğinden gelen bir ceylanın verdiği süttü.

Ahmed Kuddûsî BaBa, Hicâz'dan Bor'a döndükten sonra, birçok din düşmanının düşmanlıkları sebebiyle, on üç yıl kadar evinde inziva hayâtı yaşadı. Bu arada, bir gün Cumâ vaktinden önce bir tanıdığı, misâfir olarak evine geldi. Cumâ vakti yaklaştığı hâlde Ahmed Kuddûsî BaBa hiçbir acelecilik göstermedi. O zât Cumâya gitmek için izin istedi. Ahmed Kuddûsî BaBa:
"Biraz daha beklesen iyi olacaktı. Namazdan sonra seni beklerim." buyurarak misâfirini uğurladı. Cumâdan sonra biraz gecikerek gelen misâfir zât, yemekle berâber tâze hurma ve o mevsimde Bor'da olmayan tâze sebzeler ikrâm edilince, çok şaşırdı ve: "Efendim, hurma ve sebzeler buranın olamaz. Siz Cumâyı nerede kıldınız?" diye sorunca, Kuddûsî Hazretleri: "Evlâdım söz dinleyip, biraz daha beklesen, ihlâsının karşılığını görecek, bizimle birlikte sen de Cumâyı Kâbe-i Muazzama’da kılacaktın." buyurdu.

O devrin ileri gelenlerinden makam sâhibi biri, bir sohbette:
"Zamânımızın büyük velîsi kim ise onunla görüşmek istiyorum." diye yakınlarına sorar. Bunun üzerine orada Kuddûsî Hazretlerini tanıyan biri: "Zamânımızın büyük velîsi Ahmed Kuddûsî BaBa'dır." deyince, kendisini İstanbul'a dâvet ederler. Ahmed Kuddûsî BaBa, İstanbul'a gelip huzûra girince, orada bulunan kimseler, onun taşralı kıyâfeti ile huzûra girmesini pek beğenmeyip, yukardan bakıcı bir tavır takınırlar. Ahmed Kuddûsî BaBa sohbet sırasında hiç konuşmaz. O makam sâhibi kimse: "Şeyh efendi! Siz de bir beyân buyursanız." Deyince: "Efendim! Bendeniz ilmi olmayan bir kişiyim. Huzûrunuzda konuşmaya hayâ ederim. Ancak emrinize uyarak başımdan geçen bir hâdiseyi anlatayım." diyerek şu hikâyeyi anlatır:

"Bir gün bendeniz Sarayburnu'nda sahil boyunca gezerken, çok güzel bir hanım sandala bindi. Gönlümü cezbeden bu güzelin peşinden başka bir sandala binerek, onu tâkib ettim. Üsküdar iskelesinde karaya çıkıp, falan sokaktaki büyük bahçeli konağa giren bu hanımı bir daha göremedimse de aslâ unutmadım. Gönlüm onun hicrânı ile rahatsızdır Efendim."
O makam sâhibi kimse, bu hikâyeyi duyar duymaz, yanında bulunanların hepsini dışarı çıkararak, Ahmed Kuddûsî BaBa'ya: "Efendi, anlattığınız benim halen içinde yaşadığım elemli hâlimin ifâdesiydi. Şu anda ise o dertten kurtuldum. O hanım gönlümden silindi."
dedi. Sonra Kuddûsî Hazretlerine görülmemiş ihsânda bulundu.

Yine bir gün Sultan, huzûrunda bulunanlara:
"Şu avucumda gizlediğim şeyi tahmin etmenizi istiyorum." dedi. Herkes bir şey söylediyse de kimse bilemedi. Bir köşede oturan Ahmed Kuddûsî BaBa'ya: "Siz de bir tahminde bulunun." dediler. Ahmed Kuddûsî BaBa da: "Yedi iklim ve yedi deryâyı gezdim. Bir balığı, yavrusunu arar gördüm." dedi. Meğerse pâdişâhın avucunda küçük bir balık varmış. Bunun üzerine Ahmed Kuddûsî BaBa'ya tâzim ve ikrâmda bulunularak, sarayda kalması teklif edildi. Fakat o: "Ben âciz bir kulum, burada kalsam dünyâ imtihânından berât edemem." buyurdu ve kalmayı kabûl etmedi.

Bir süre İstanbul'da kalan Ahmed Kuddûsî BaBa, Bor'a döndü. Bor'da iken birgün Sultan, Bor'a iki memur gönderip, onun durumunu öğrenmek istedi. Gelen memurlar onu bahçesini bellerken buldular. Ahmed Kuddûsî Hazretleri onlar daha bir şey söylemeden:
"Siz İstanbul'dan geldiniz. Bizim bir şeye ihtiyacımız yok." buyurdu. Onlar: "Pâdişâhımız bizi vazifeli gönderdi. Size tahsîsât bağlayacağız." dediler. Ahmed Kuddûsî BaBa onlara: "Açın eteğinizi" diyerek her ikisinin eteğine birer kürek toprak döktü. İki memur bu toprakların altın olduğuna şâhid oldular. Bu sefer Ahmed Kuddûsî BaBa: "Eteklerinizdekileri dökün." deyince hemen yere döktüler. Bu defâ toprakların yılan-çiyan olduğuna şâhid oldular. Ahmed Kuddûsî BaBa: "Evlâtlarım! ALLAHu TeÂLÂ’nın keremi ile bizim pâdişâhımızın tahsîsatına ihtiyâcımız yoksa da, fukarâ ve âcizlere dağıtmak için bırakın." diyerek bu tahsîsâtı bir müddet alıp yoksullara dağıttı.

Ahmed Kuddûsî BaBa, bir gün Konya'ya giderek, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin kabrini ziyâret etmek istedi. Türbenin önüne vardığı zaman, türbedâr kapıları kilitleyip gidiyordu. Türbedâra türbeyi açması için ricâlar edip çok yalvardı. Fakat türbedâr:
"Akşam oldu, açma müsâdesi yoktur." diyerek kesin bir şekilde reddetti. Bunun üzerine Ahmed Kuddûsî BaBa şu medhiyeyi okumaya başladı:


Sensin velîler şâhı,
Yâ Hazret-i Mevlânâ!.
Affet şu ben gümrâhı,
Yâ Hazret-i Mevlânâ!.

Bed-kâr-u-âvâreyim,
Pür-zenb ü bî-çâreyim,
Âsî yüzü kâreyim,
Yâ Hazret-i Mevlânâ!.

Gâyet azîmdir câhın,
Mahbûbısın Allah'ın,
Dâr-ül-emân dergâhın,
Yâ Hazret-i Mevlânâ!

Sen şol ulu sultânsın,
Ki server-i merdânsın,
Hem ma'den-i irfânsın,
Yâ Hazret-i Mevlânâ!.

Çün tıfl iken ey Sultân,
Eflâki etdin seyrân,
Oldu melâik hayrân,
Yâ Hazret-i Mevlânâ!.

Muhtâcınam in'âm et,
Mihmânınam ikrâm et,
İhsânını itmâm et,
Yâ Hazret-i Mevlânâ!.

Kapunda çok muhtâcân,
Erer murâda her ân,
Devrinde sürer devrân,
Yâ Hazret-i Mevlânâ!.

Bencileyin yok gümrah,
Lâkin dedim eyvallah,
Geldim sana şey'en lillah,
Yâ Hazret-i Mevlânâ!.

Âriflerin sultânı,
Dertlilerin dermânı,
Kuddûsî'nin cânânı,
Yâ Hazret-i Mevlânâ!.


Resim

Gümrâh: f. Yolunu şaşırmış. Doğru yoldan sapmış. * Bol, gür.
Bed: f. Fenâ. Kötü. Çirkin. Yaramaz. şer. şeni'.
Âvâre: f. Başıboş, serseri, boş gezen. İşsiz güçsüz.
Pür: f. Çok, dolu, çok fazla, memlu, tekrar (mânâlarına gelir, birleşik kelimeler yapılır) *Sâhib, mâlik.
Zenb: Suç, günah, kabahat.
Câh: (Câhe) f. Makam, mansıb. Kadr, itibar.
Dâr: Yer, mekân, konak.
Emân: Korkusuzluk. * Af ve yardım dileme. Eminlik.
Server: f. Reis. Baş. Seyyid.
Merdân: (Merd. C.) Merdler. İnsanlar, erkekler, yiğitler.
Tıfl: Küçük çocuk.
Eflâk: (Felek. C.) Felekler, gökler. Dünyalar, âlemler. Asumanlar.
Melâik: (Melek. C.) Melekler. Nurdan yaratılmış, fıtratları sâfi, makamları sabit, kendileri ma'sum mahluklar.
İn'âm: Nimet vermek. İhsan etmek. * Doğruya sevketmek, hidâyete ulaştırmak. * İyilik etmek, bahşiş vermek.
Mihmân: f. Misafir.
Resim
Kullanıcı avatarı
tahaakb
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1312
Kayıt: 20 Oca 2010, 02:00

Re: Ahmed Kuddûsî BaBa Hayatı

Mesaj gönderen tahaakb »

Resim


AHMED KUDDÛSÎ KİMDİR?
Anadolu velîlerinin büyüklerinden İsmi, Ahmed bin Hâcı İbrâhim'dir 1769 (H1183) senesi Rebî'ul-evvel ayının on birinci gecesi, Niğde'nin Bor kazâsında doğdu.

Büyük bir velî olan babası, rüyâsında üç ay gördü Ortadaki ay diğer aylardan daha büyük ve parlaktı Bu rüyânın tâbirinde kendisinin üç oğlu olacağını ve ortanca oğlunun büyük bir velî ve âlim olacağını anladı.

Ahmed Kuddûsî, küçük yaşta babasından ders almaya başladı Ahrâriyye yolunun edebini babasından öğrendiBabasının; "Oğlum her zaman Allahu Teâlâyı zikr et, benim sağlığımda boş şeylerle uğraşmaktan uzak dur" nasîhatine uyarak onun tarîkat hakkındaki tavsiyelerine harfiyyen riayet edip gece gündüz şevkle çalıştı, bütün amelleri gönülden yaptı Kısa zamanda velîlik basamaklarında yükseldi.

Ahmed Kuddûsî, o zaman medreselerde okutulan ilimleri öğrenmek için de uzun müddet medrese tahsîli gördü. 1786 senesinde babası vefât edince, ilâhî bir işâret üzerine Turhal'a gitti Turhal'daki, Turhal Şeyhi denilen zâtın sohbetlerinde bulunarak kemâle erdi Oradan bir arkadaşı ile ayrılıp Erzincan'a geldi Sert geçen kış mevsimi yüzünden Erzincan'da birkaç ay kaldı. Yaz gelince, Erzincan'dan ayrılarak, önce Şam'a, oradan da Mısır'a vardı. Daha sonra hac farîzasını yerine getirmek için Mekke-i mükerremeye gitti Bu ilk Hicaz seferinde Hira ve Uhud dağında, hazret-i Hamza ve Uhud harbinin diğer şehîdlerinin medfûn, gömülü bulunduğu sahada ve dağın kayalıkları arasındaki mağaralarda uzun günler uzlette kendi başına kaldı Mescid-i Nebî çevresinde riyâzetler çekti Resûlullah efendimizin lütuf ve hitaplarına kavuşarak, üstün derecelere yükseltildi Bu sırada; "Anadolu'ya git, orada evlen Senin için üstün derece ve makamlar, âile kadrosu içinde hâsıl olacaktır" îkâz ve işâreti üzerine, bir sonraki sene tekrar hacc ederek Bor'a döndüBu müddet içerisinde, Resûlullah efendimizin yüksek himmetlerine nâil olduğunu bir şiirde şöyle ifâde eder:

Dâvet etti köyüne çünkü bizi ol şâhımız,
Pes icâbet eyledik bugün açıldı râhımız

Etti tâlim hem bize seyr-i sülûkin tarzını,
Pîşvâ-yı sâlikîn olan Resûlullahımız

Doldu ışk-u-cezbe dil iklimine deryâ misâl,
Bu sebeple mürtefî' oldu begâyet râhımız

Bakmanız hışm u hakâretle bize ey zâhidân,
Dost yanında mu'teber hor görünen gümrâhımız

Yanarız ışk oduna Kuddûsîyâ leyl ü nehâr,
Kıldı âlem halkını âciz figân ü âhımız.

Ahmed Kuddûsî, ilki 1807 ve 1810 senelerinde olan Osmanlı-Rus savaşlarına katıldı Böylece sünnete uyarak, nefsini ıslâh etmek için yaptığı halvet, yalnızlık çile ve riyâzetleri, yâni cihâd-ı asğarı cihâd-ı ekberle, yâni nefsle yaptığı savaşlarla da tamamladı.

Bir süre Anadolu'da kalan Kuddûsî hazretleri tekrar Hicaz'a gitti Uzun müddet Mekke ve Medîne arasındaki ıssız çöllerde, dağlarda nefsini tezkiyeye, safiyyete ulaştırmak için çektiği çileler, onun derecesini bir kat daha yükseltti Bu sırada günlük yiyeceği, her gün belli saatte kendiliğinden gelen bir ceylanın verdiği süttü.

Ahmed Kuddûsî, Hicaz'dan Bor'a döndükten sonra, birçok din düşmanının düşmanlıkları sebebiyle, on üç yıl kadar evinde inziva hayâtı yaşadı Bu arada, bir gün Cumâ vaktinden önce bir tanıdığı, misâfir olarak evine geldi Cumâ vakti yaklaştığı hâlde Ahmed Kuddûsî hiçbir acelecilik göstermedi O zât Cumâya gitmek için izin istedi Ahmed Kuddûsî; "Biraz daha beklesen iyi olacaktı Namazdan sonra seni beklerim" buyurarak misâfirini uğurladı Cumâdan sonra biraz gecikerek gelen misâfir zât, yemekle berâber tâze hurma ve o mevsimde Bor'da olmayan tâze sebzeler ikrâm edilince, çok şaşırdı ve; "Efendim, hurma ve sebzeler buranın olamaz Siz Cumâyı nerede kıldınız?" diye sorunca, Kuddûsî hazretleri; "Evlâdım söz dinleyip, biraz daha beklesen, ihlâsının karşılığını görecek, bizimle birlikte sen de Cumâyı Kâbe-i muazzamada kılacaktın" buyurdu.

O devrin ileri gelenlerinden makam sâhibi biri, bir sohbette; "Zamânımızın büyük velîsi kim ise onunla görüşmek istiyorum" diye yakınlarına sorar Bunun üzerine orada Kuddûsî hazretlerini tanıyan biri; "Zamânımızın büyük velîsi Ahmed Kuddûsî'dir" deyince, kendisini İstanbul'a dâvet ederler Ahmed Kuddûsî, İstanbul'a gelip huzûra girince, orada bulunan kimseler, onun taşralı kıyâfeti ile huzûra girmesini pek beğenmeyip, yukardan bakıcı bir tavır takınırlarAhmed Kuddûsî sohbet sırasında hiç konuşmaz O makam sâhibi kimse; "Şeyh efendi! Siz de bir beyân buyursanız" deyince; "Efendim! Bendeniz ilmi olmayan bir kişiyim, huzûrunuzda konuşmaya hayâ ederim Ancak emrinize uyarak başımdan geçen bir hâdiseyi anlatayım" diyerek şu hikâyeyi anlatır:

"Bir gün bendeniz, Sarayburnu'da sahil boyunca gezerken, çok güzel bir hanım sandala bindi Gönlümü cezbeden bu güzelin peşinden başka bir sandala binerek, onu tâkib ettim Üsküdar iskelesinde karaya çıkıp, falan sokaktaki büyük bahçeli konağa giren bu hanımı bir daha göremedimse de aslâ unutmadım Gönlüm onun hicrânı ile rahatsızdır efendim."

O makam sâhibi kimse, bu hikâyeyi duyar duymaz, yanında bulunanların hepsini dışarı çıkararak, Ahmed Kuddûsî'ye; "Efendi, anlattığınız benim halen içinde yaşadığım elemli hâlimin ifâdesiydi Şu anda ise o dertten kurtuldum O hanım gönlümden silindi" dedi Sonra Kuddûsî hazretlerine görülmemiş ihsânda bulundu.

Yine bir gün sultan, huzûrunda bulunanlara; "Şu avucumda gizlediğim şeyi tahmin etmenizi istiyorum" dedi Herkes bir şey söylediyse de kimse bilemedi Bir köşede oturan Ahmed Kuddûsî'ye; "Siz de bir tahminde bulunun" dediler Ahmed Kuddûsî de; "Yedi iklim ve yedi deryâyı gezdim Bir balığı, yavrusunu arar gördüm" dedi Meğerse pâdişâhın avucunda küçük bir balık varmış Bunun üzerine Ahmed Kuddûsî'ye tâzim ve ikrâmda bulunularak, sarayda kalması teklif edildiFakat o; "Ben âciz bir kulum, burada kalsam dünyâ imtihânından berât edemem" buyurdu ve kalmayı kabûl etmedi

Bir süre İstanbul'da kalan Ahmed Kuddûsî, Bor'a döndü Bor'da iken birgün sultan, Bor'a iki memur gönderip, onun durumunu öğrenmek istedi Gelen memurlar onu bahçesini bellerken buldular Ahmed Kuddûsî hazretleri onlar daha bir şey söylemeden; "Siz İstanbul'dan geldiniz Bizim bir şeye ihtiyacımız yok" buyurdu Onlar; "Pâdişâhımız bizi vazifeli gönderdi Size tahsîsât bağlayacağız" dediler Ahmed Kuddûsî onlara; "Açın eteğinizi" diyerek her ikisinin eteğine birer kürek toprak döktü İki memur bu toprakların altın olduğuna şâhid oldular Bu sefer Ahmed Kuddûsî; "Eteklerinizdekileri dökün" deyince hemen yere döktüler Bu defâ toprakların yılan-çiyan olduğuna şâhid oldularAhmed Kuddûsî; "Evlâtlarım! Allahu Teâlânın keremi ile bizim pâdişâhımızın tahsîsatına ihtiyâcımız yoksa da, fukarâ ve âcizlere dağıtmak için bırakın" diyerek bu tahsîsâtı bir müddet alıp yoksullara dağıttı

Ahmed Kuddûsî, bir gün Konya'ya giderek, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin kabrini ziyâret etmek istedi Türbenin önüne vardığı zaman, türbedâr kapıları kilitleyip gidiyordu Türbedâra türbeyi açması için ricâlar edip çok yalvardı Fakat türbedâr; "Akşam oldu, açma müsâdesi yoktur" diyerek kesin bir şekilde reddetti Bunun üzerine Ahmed Kuddûsî şu medhiyeyi okumaya başladı;

Sensin velîler şâhı,
Yâ hazret-i Mevlânâ!
Affet şu ben gümrâhı,
Yâ hazret-i Mevlânâ!

Bed-kâr-u-âvâreyim,
Pür-zenb ü bî-çâreyim,
Âsî yüzü kâreyim,
Yâ hazret-i Mevlânâ!

Gâyet azîmdir câhın,
Mahbûbısın Allah'ın,
Dâr-ül-emân dergâhın,
Yâ hazret-i Mevlânâ!

Sen şol ulu sultânsın,
Ki server-i merdânsın,
Hem ma'den-i irfânsın,
Yâ hazret-i Mevlânâ!

Çün tıfl iken ey Sultân,
Eflâki etdin seyrân,
Oldu melâik hayrân,
Yâ hazret-i Mevlânâ!

Muhtâcınam in'âm et,
Mihmânınam ikrâm et,
İhsânını itmâm et,
Yâ hazret-i Mevlânâ!

Kapunda çok muhtâcân,
Erer murâda her ân,
Devrinde sürer devrân,
Yâ hazret-i Mevlânâ!

Bencileyin yok gümrah,
Lâkin dedim eyvallah,
Geldim sana şey'en lillah,
Yâ hazret-i Mevlânâ!

Âriflerin sultânı,
Dertlilerin dermânı,
Kuddûsî'nin cânânı,
Yâ hazret-i Mevlânâ!

Son dörtlüğü söylediği anda, kapılar kendiliğinden açıldı Ahmed Kuddûsî, türbedârın şaşkın bakışlarından habersiz, ziyâretini yaparak oradan ayrıldı Ertesi gün bu hâdiseyi duyan Mevlevî şeyhleri ile bir kısım ulemâ; "Bu mutlakâ Bor'lu Kuddûsî'dir" dediler

Medîne-i münevverede saatçılık yapmakta olan Ali Osman isimli İzmirli bir Türk vardı Bu zât Medîne-i münevvereye hicret ettikten bir müddet sonra, mesleği olan işi yapmak üzere bir dükkân açmak için izin almaya çalıştı Uzun süre bunu sağlayamadı Parası bitti Bir gece Allahu Teâlâya iltica ile yalvardı O gece rüyâsında esmer, kır sakallı, uzunca boylu bir zât; "Evladım, resmî dâireye girdiğinde sağ tarafında gördüğün şu üçüncü şahsa mürâcaat et Gerisine karışma buyurdu Ali Osman Efendi sabahleyin doğruca denilen şahsın yanına gitti O şahıs, Ali Osman Efendi'ye; "Seni Kuddûsî hazretleri mi gönderdi? Git hemen dükkânını aç, işine başla" dedi Ali Osman hemen gidip dükkânı izin almış gibi açtı O şahıs izin belgesini sonradan gönderdi Bir müddet sonra rüyâsında aynı zâtı gördü O zât; "Oğlum bana Kuddûsî derler Cebine bir hediye koydum, onu al ve amel et" dedi Ali Osman Efendi uyandığında cebinde Kuddûsî hazretlerinin şu şiirinin yazılmış olduğu kâğıdı buldu:

Ey rahmeti bol pâdişâh,
Cürmüm ile geldim sana,
Ben eyledim hadsiz günâh,
Cürmüm ile geldim sana

Hadden tecâvüz eyledim,
Deryâ-yı zenbi boyladım,
Ma'lûm sana ki neyledim,
Cürmüm ile geldim sana

Senden utanmayup hemân
Ettim hatâ gizlü ayân,
Urma yüzüme el-emân,
Cürmüm ile geldim sana

Aslım çü bi katre menî,
Halk eyledin andan benî,
Aslım denî, fer'îm denî,
Cürmüm ile geldim sana

Gerçi kesel fısk-ü-fücûr,
Ayb-ı-zelel çok hem kusûr,
Lâkin senin adın Gafûr,
Cürmüm ile geldim sana

Zenbim ile doldu cihân,
Sana ayân zâhir nihân,
Ey lutfü bî-had Müste'ân,
Cürmüm ile geldim sana

Adın senin Gaffâr iken,
Ayb örtücü Settâr iken,
Kime gidem sen vâr iken,
Cürmüm ile geldim sana

Hiç sana kulluk etmedim,
Rah-ı rızâna gitmedim,
Hem buyruğunu tutmadım,
Cürmüm ile geldim sana

Bin kerre bin ol pâdişâh,
Etsem dahî böyle günâh,
Lâ-taknetû yeter penâh,
Cürmüm ile geldim sana

İsyânda Kuddûsî şedîd,
Kullukda bir battal pelîd,
Der kesmeyip senden ümîd,
Cürmüm ile geldim sana

Ali Osman Efendi, o günden sonra bu şiiri okumadan işine gitmedi ve verilen vazifeleri devamlı yaptı

Ahmed Kuddûsî hazretleri, gerek şiirlerinde, gerekse mektup ve sâir yazılarında, hak yolundaki tehlikelere dikkatleri çekerek, bu yoldaki sâdıklarla, sapıkların hâl ve durumlarını tekrar tekrar anlatmaktadır Ehl-i dünyâ ile mülhid ve dinsize yaklaşmamayı, câhil ve inatçı sofulardan kaçınmayı, küfür ehli ile münâfıklardan şiddetle sakınmayı, hased, kin, istihzâ ve nemîme, dedi-kodu ehlinden uzaklaşıp onlarla berâber olmamayı tavsiye ederdi

Yine Ahmed Kuddûsî hazretleri, Allahu Teâlânın rızâsını taleb etmeyi, mal, mevkî, şöhret ile dünyâya ve maddeye âit her şeyin sevgisini kalbden çıkarmayı tavsiye etmekte, kalbde yerleşmiş sevgisi olmayan; mal, mülk, makam ve mevkînin de bir mahzuru olmadığını belirtmektedir Ahmed Kuddûsî, İslâmı tek bir bütün olarak görür İslâmiyete uyanı ve İslâmın yüceliğini anlatmak için, devrindeki sağlam idârecilerle pâdişahları birçok defâ methetmiş ve onlara itâatı tavsiye etmiştir Müslümanların eğer fitneye uyup, din ve devletine ihânet etmezse, yer ve gök ehlinden duâ ve yardım alacaklarını, şâyet din ve devletine ihânet ederlerse zulüm ve belâlara uğrayacaklarını belirterek şöyle buyurmaktadır:

Zulm eylemez nâsa zerrece Hudâ,
Lâyık olduk geldi bize bu şifâ,
Amele göredir herkese cezâ,
Taksîr iden lâ-büd cezâsın bulur

Kalbinden adâlet merhamet gitti,
Pâdişâhı bize musallat etti,
Emr-i Hallâk ile halkı incitti,
Anlamayan onu kul itti sanır

Uzattın kat'et sözün Kuddûsî,
Uyandırmak kasdın pend idip nâsî,
Vir nefsine öğüt ey kalbi kâsî,
Gözsüzleri nice edebilir kör

Ahmed Kuddûsî, farz, vâcib ve sünnet olan ilimleri bilip, kendisine kâfi olanını öğrendikten sonra, ilmi ile amel ederek, Allahu Teâlâyı anmaya devâm etmeyi bütün eserlerinde tekrarlamaktadır Baş olmak, dünyâlık elde etmek veyâ halkı başına toplayıp, onların hürmet ve hizmetlerini celbetmenin, insanı şeytana oyuncak edeceğini tekrar tekrar anlatan Ahmed Kuddûsî; Azâzil'i (şeytanı), Bel'âm bin Baûrâ'yı, Bersisa'yı ve sahâbeden iken dünyâlıklara mağlûb olan Sa'lebe'yi anlatmaktadır Allahu Teâlâya kulluğu, Allahu Teâlâ'nın emri için yapmayı; yeterince ilim ve bilgiyi kazanıp, farz-ı ayn olan bilgileri edinmeyi; bu şartların kazanılmasından sonra da ihlâs ile zikir, fikir ve şükür ibâdetlerini gücü yettiği nisbette yerine getirmeyi, tavsiye etmektedir

Ahmed Kuddûsî, Kuddûsî mahlasını almasını şöyle anlatmaktadır:

Ben, daha doğmadan önce ana karnında iken, Kuddûs Kuddûs diye Allahu Teâlâyı zikr ediyormuşum Bir gün annem babama bu durumu söyleyince, babam; "Kimseye söyleme, bu oğlumuz kemâl sâhibi olur inşâallah" demiş

1849 (H 1265) senesi Cemâziyelâhir ayında Bor'da vefât etti Vasiyeti üzerine Eski Mezarlık'a defnedildi Aynı gün köylünün biri kırılan saban demirini tamir ettirmek üzere Bor'a geldiğinde çok kalabalık bir cemâatın cenâze namazına hazırlandığını görünce, abdestini tazeleyerek cenâze namazını kılar Hemen işine dönmek niyetinde olduğundan, yakındaki bir demirci dükkanına girerek, tamir etmesi için saban demirini ustaya verir Demirci, ocağa koyduğu demirin bir türlü kızarmadığını, saatlerce uğraştığı halde dövülecek hale gelmediğini görünce şaşkın bir halde düşünceye dalarBu sırada yakın bir tanıdığı dükkana girer Demirci durumu ona anlatır O da köylüye; "Sen nerelisin, bu demiri nereden getirdin?" diye sorar Köylü; "Ben filan köydenim Bu demir, dün çift sürerken bir kayaya takılıp kırıldı Tamir ettirmek için bugün buraya getirdim Şehre girdiğimde eşini görmediğim bir cemâata katılarak cenaze namazını kıldıktan sonra doğru bu dükkana geldim" deyince o kişi; "Senin, adını sormadan namazına iştirâk ettiğin büyük evliyâ, âşık-ı Hak Şeyh Ahmed Kuddûsî hazretleriydi Allahu Teâlâ, değil onun namazını kılanı, o cenâzede hazır olan âlet ve edevâtı da ateşten muhâfaza etmiştir" der Îmân sâhibi olan bu köylü, yeni bir saban alıp köyüne döner

Son yıllarda mezarlıkları şehir dışına nakletme hususundaki genel bir karar üzerine, Ahmed Kuddûsî hazretlerinin kabri bugünkü kabristandaki ziyaretgâh olan yerine nakledildi Bu nakil esnâsında halk karşı çıkmış ise de, devrin kaymakamı, belediye başkanı ve jandarma komutanı olaya müdâhale ederek, Ahmed Kuddûsî hazretlerinin kabrine karşı hoş olmayan bâzı sözler sarfedip, edep dışı davranışta bulundular Hepsi bir belâya mâruz kaldılar Kabr-i şerîfi yıkmaya kimse râzı olmayınca hapishaneden getirilen mahkûmlar, kabri yıktı Bu esnâda orada olan jandarma komutanı kabrin taşına tekme vurarak kazın diye emir verdiği anda yere düşerek beni kurtarın diye bağıra bağıra öldüKabri açtıklarında, Ahmed Kuddûsî hazretlerinin kefeninin bembeyaz duruyor olduğunu gördüler O anda kabirden çok güzel bir koku etrafa yayıldı Yine o gün hava çok sıcak iken, semâ âniden bulutlanarak yağmur çiseleyip serinlik ve ferahlık hâsıl oldu Ahmed Kuddûsî hazretlerinin nâşı yeni kefene sarılarak bugünkü kabrine nakledildi

Ahmed Kuddûsî'nin eserleri şunlardır:
1) Dîvân-ı Kuddûsî,
2) Külliyât-ı Kuddûsî Efendi,
Bu külliyât, şu eserlerden meydana gelmiştir:
Dîvân, Pendnâme, Vasiyetnâme, İcâzetnâme, Nesâyih-ı Ahmed Kuddûsî, Hazînet-ül-Esrâr ve Ganîmet-ül-Ebrâr, Medâyıh Risâlesi, Muhtasar Tıbb-ı Nebevî, Mektuplar, Çeşitli konularda Arabça risâleler

KEFENİMİ NİĞDE BEZİNDEN YAPIN

Ahmed Kuddûsî hazretlerinin vasiyetnâmesi şöyledir:

Ey evlâdım, eşim, akrabâ-ı taallukatım! Size vasiyet ederim ki: Allahu Teâlâya ve Resûlüne (sallallahü aleyhi ve sellem) itâat edesiniz, benim için ağlamayasınız Gece vefât edersem, gasl edip sabah namazının akabinde birkaç komşu ile cenâze namazımı kılıp, Eski Mezâr'da uygun bir yere defnedin Halka zahmet olmasın Beni medhetmeyin Zîrâ kabirde; 'bu söylenilen sıfatlar sende var mıydı?', diye melekler sorarlarmış Hemen duâ ve istiğfâr edin Kur'ân-ı kerîm ve tevhîd okuyup, rûhuma hediye edersiniz Nasîhat kitaplarımı okuyup, nasîhat alasınız İnşâallah bana ve size faydalı olur Beni seven talebelerim; evlâdıma nasîhat, hüsn-i nazar ve terbiye etsinler Nasîhatta esrâr ve çok faydalar vardır Zikr ederken Allahu Teâlânın emrine yapışmak niyeti ile etmelidir

Kefenimi Niğde bezinden yapın Cesedime ve kefenime yazı yazmayın Kabristanda tegannî ile Kur'ân-ı kerîm okuyarak, oradaki Müslümanları bıktırmayın Allahu Teâlâ benden râzı olur ise, tegannîsiz üç İhlâs-ı şerîf yeter Allah korusun râzı olmaz ise her biriniz bir hatm-i şerîf okusanız fayda vermez

İlmi, tâliplerine ve fukarânın sâlihlerine verin Dostlarınızın ne kadar kusurları çok olursa da, onlara muhabbet besleyin ve ihsân edin Dervişlerin İslâm dînine uymayanlarından uzaklaşın Ekseri sihir ve simyâ kullanarak herkesi aldatıp, mürşid-i kâmiliz derler Kıyâmet, yeryüzünde âlim var iken kopmayıp, câhil üzerine ve Allahu Teâlânın ism-i şerîfini bilip söylemeyen kimselerin üzerine kopacaktır Siz bu durum karşısında mağrur olup, nefsin hevâsına tâbi ve Allahu Teâlânın mekrinden emîn olmayasınız İblis ve emsâlini düşünesiniz Sâlih amel işledikten sonra hamd ve şükür etmeliBeşeriyet sebebiyle günâh sâdır olur ise hemen istiğfâr etmeli, Allahu Teâlâ'nın rahmetinden ümîd kesmemeli Bu vasiyetnâmemi mümin kardeşlere gösteresiniz

ÖLÜM VAR

Cem' eyleme bu cîfe-i murdârı ölüm var,
Kenz etme sakın dirhem-ü-dînarı ölüm var

Şeddâd ile Nemrûd'u ölüm neyledi fikr et,
Mahv oldu kamu asker-ü câhları ölüm var

Kârun ile Fir'avn'ı düşün var ise aklın,
Kurtaramadı kenzleri anları ölüm var.

Zikr eylese çok ölümü insan uyanır hemân,
Der nefsine hiç işleme evzârı ölüm var

Kuddûs-i miskîn sözünü tut, sana der ki,
Hak isteyelim, neydelim ağyârı ölüm var

1) Osmanlı Müellifleri; c1, s150
2) Sicilli Osmânî; c4, s58
3) Kuddûsî Dîvânı.
Resim
Cevapla

“►Ahmed Kuddisi◄” sayfasına dön