Gavs-ül Azam ABDÜLKADİR GEYLANİ Hz. - İLAHİ ARMAĞAN

Abdulkadir Geylani (k.s.) hazretlerinin hayatı ve eserleri.
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Mesaj gönderen Ahmed »



21. MECLİS



Bu konuşma Salı günü öğleden sonra –veya akşamla yatsı arası- medresede yapıldı.

Konuşma tarihi: Hicrî 15 Zilkade 545, Milâdî 1150.



Dünya âhirete perdedir. Âhirete dalmaksa dünya ve öbür âlemin sahibine perdedir. Yaratılmışlara dalmak, Yaratan'dan ayırır. Hangi yaratılmışa gönül kaptırırsan, ruh pencerene perde çekmiş olursun. Halka (yaratıklara) bakma. Dünyaya, kalpten sevgi gösterme. Hak’tan gayri şeylere iltifat etme, O’nun kapısına varıncaya kadar böyle devam et. Sır adımlarını aç. Zühd hâlini geliştir. Her kötü histen soyun. O'nun varlığında hayran ol. O'ndan yardım iste. O'na sığın. O'na bak. Geçmişteki ilâhî bilginin hükmünü gözet. Kalbini O'na vardırmaya çabala. Sırrını O'na ilet, bunu gerçekleştirdiğin an, O'nun yakınlık eli seni tutar, kendine çeker. Yeni hayatla tevhid verir ve kalpler üzerine sultan olursun. Kalp âlemi tüm emrini senden alır. Hastalığı olursa şifasını sen verirsin, işte bundan sonra dünyaya bakman caiz olur. Bu üstün hâlleri benliğinde topla, sonra dünyaya dön.

İnsanlara bakmak ve iç âlemlerine yön vermek senin için bir nimet sayılır. Bunun faydası senden çok onlaradır. Onlarla yaptığın alış verişle fakirlere yaptığın iyilik, özüne has aldığın ve yediğin kısmet, bir ibadet vesilesi olur. Hakk'ı bilerek aldığın için sana selâmet getirir. Ve O'na tâat olur. Artık dünyanın güçlüğü sana dokunmaz. Ve sana gelen her çeşit şey, kir kokusundan temizdir.



* * *



Velayet hâlinin işareti vardır, o işaretler velîlerin yüzlerinden okunur. Onu anlayış sahipleri sezer. O işaretler velayet hâlini anlatmaya yeteri dile ne hacet.

Ruh esenliği dileyen, nefsini atsın. Malını kalbine koymasın. Neyi varsa Hak uğruna harcasın. Hamurdan ve sütten kıl alırcasına dünyayı iç âleminden atsın. Âhireti de aynı şekilde yapsın. Hakk'ın gayri şeylerden üryan olsun. İşte o zaman her şeyin hakkı verilir. Dünya ve âhiretten gelecek şeyler gelir. Sen onların peşine koşmazsın. Dünya, yerinde otururken yanaşma, onu ayağa kaldır. Tepsiyi başı üstüne aldır, sonra al ye! Hakk'ın kapısına durana böyle hizmet edilir; çünkü büyüktür. Nefis, önünde el pençe divan duranı zelil eder, perişan eder. Nefse hâkim olanların hemen hepsi, istiğna sahibidir. Nefse ihtiyaç arz etmekten beridirler.

İman yolcuları dünyayı yitirmeye gönüllüdür. Allah'tan her zaman hoşnut olurlar. Allah onlardan razı olduktan sonra âhiret onlara göre hiçtir. Onlar Allah'tan, Allah'ı talep ederler. Dünyalık şeylerin taksimli olduğunu bilirler; bu sebeple ona kalplerini kaptırmaktan vareste olurlar, öbür âlemde vaat olunan cennet ve nimetlerin, sahipleri için ayrılmış olduğunu bildiklerinden onun da peşine düşmezler. İşleri O'nun içindir; O'nun zatından öteye bir talep sahibi değillerdir.

Faraza onlar bir gün cennete girseler, Hak nurunu göremeyince hiç bir yere bakmazlar.

Kalbinde maddî varlıklar besleyen, yalnız kalmayı ve huzura dalmayı elde edebilir mi? Halkı ve sebepleri tesirsiz görmeyen, Peygamber kervanına katılamaz. O büyük zincire halka olamaz, olmak dileyen azla yetinmeli. Çoğu, kader eline bırakmalı. Dünyalığın azı da yeter. Çok malın olsa, çok mu yiyeceğini sanıyorsun? Rahat mı bulacağını ümit ediyorsun?

Çok şeyleri bulmak için taarruza geçme, yıkılırsın. Çok mal istenmeden gelirse iyi olur. Onun saklanması da kolaydır. Giderse üzülmezsin. Gece sabahlara kadar mal hesap edip uykunu kaçırmazsın, rahatın bozulmaz.



* * *



Hasan-ı Basrî (Allah ondan razı olsun) şöyle der: “İnsanlara sözünle ve işinle öğüt ver.”



* * *



Ey vaiz, iç âlemin temizliği ile insanlara öğüt ver. Kalbini nurlandır. Ve onun nuru ile halka nasihat et. İçin kirli olduğu zaman dışın süsü ile onlara öğüt vermeye kalkma.

İman sahiplerinin kalbi yaratılmadan imanları yazıldı. Bu geçmişin bilgisidir. Bunun üzerinde durmak caiz değildir. Ona dayanarak hüküm yürütmek doğru olmaz. Çalışmak, bütün gayreti iman yoluna harcamak iktiza eder. Bu yola girmeyi dileyen, iman ve ikan -tam iman- tahsili için gayret sarf eder. Hakk'ın nur ışığına varlığını atar. O'nun kapısından uzak duran, iman sahibi değildir.

Kalplerimiz iman nuruna ermek için gayretli olursa, Rabbimiz bize onu verir. Dilerse, çalışmadan da. O bizim çalışma ve yorulma hâlimize acır ve nurunu nasip eder.

Utanmaz mısınız, nasıl tevil eder, tebdile uğraşırsınız? Mevlâ, zâtını vasfetmiş; O’nu başkası ile değiştirmek sizin ne haddinize? Sizden önce gelen Sahâbe’ye ve onlara uyanlara yeten bir din, size nasıl yetmiyor? Aziz ve Celil olan Rabbimiz, yaratıcılık sıfatını Arş'ta yerleştirmiştir. Bunun şekli ve benzeri yoktur; yokluğu da iddia edilemez.



* * *



Allah'ım, bize başarı ver, icat edilen uygunsuz şeylerden bizi uzak eyle.

“Bize dünyada iyilik ver, âhirette iyilik ver ve bizi ateşten koru.” (el-Bakara, 2/201) Âmin!

***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Mesaj gönderen Ahmed »




22. MECLİS



Bu konuşma sabah üzeri Ribât’ta yapıldı.

Zilkade’nin son günüydü. Hicrî yılı 545, Milâdî 1150. O gün hayli uzun konuştu.



Sorucu, şöyle sordu: “Dünya sevgisi beni kapladı. Kalbimden onu atmak istiyorum, yolunu göster; nasıl edeyim?”

Ona şunları söyledim:

“Dünyaya bir bak; enini boyunu öğren. Sahipleriyle nasıl da­laşıyor, dölleri ile nasıl beleniyor, onlara ne garip hileler yapıyor? Onlara yaptığı oyunları seyret. Onları nasıl azdırıyor ve aniden ar­kasına atıyor. Onu gözet, kendine yar olan kişilerle uğraşıyor, eğlendiriyor. Sonra onları yükseltiyor. Bir dereceden öbürüne geçiriyor. Aldattığı kimseleri, kandırması kabil olmayanların üzerine salıyor. Boyunlarına bindiriyor. Hazinelerini aldattıklarına veriyor, acayip iş­lerini onlara gösteriyor. Onlar da bunlara bakarken, varlıklarından uzak olup ferahlık duyuyorlar. Yüksekte olduklarına inanıp sevini­yorlar. İyi geçimlerine kanıyor, dünyanın kendilerine hizmet et­mesini bir nimet sayıyorlar. İşte bu hâlle dünya onları aldattı, bağ­ladı. Aradan zaman geçti, onları tepetaklak yere vurdu. Kemikleri kırıldı. Parçalandılar ve öldüler. Dünya onların bu hâlini görüyor ve gülüyordu. Ayrıca işleri karıştırmakta olan şeytan da yan gelip ke­yif çatıyordu.

Dünyanın işi budur. Birçok sultanlara böyle yaptı. Mülk sahip­lerini ve zenginlerin çoğunu yukarıda anlatılan hâle getirdi. Bu dünyanın âdetidir. Âdem Peygamber’den bu deme kadar, böyle geldi ve böyle gidiyor. O böyle yükseltir, sonra yere vurur. Kıyamete kadar bu perişanlık devam eder. Öne alır, arkaya atar, mal sevdirir, zengin eder, yedirmez, ihtiyaç içinde kıvrandırır. Bu kuvvetler dün­yaya yerilmiştir. Her iyiliği yapar, kendine çeker. Sonra boğazına bı­çağı dayar, boğazlar. Ondan kurtulan yoktur. Onun şerrinden emin olan olmaz. Ona galip gelen çok azdır. Ona mağlûp olmayan, onu yen­mek için yardım bulan ve şerrinden kurtulan büyüktür. Bu büyük, bir veya birkaç tanedir.

Ancak, dünyayı iyi bilen, şerrinden emin olur. Dünyadan kim çok sakınıyorsa, kurtulmanın fazlası ona nasip olur. Selâmete ermek için, onun bütün hâllerini öğrenmiş olmak gerektir.

Ey sorucu! Dünyaya kalbindeki gözünle bak. O gözle bakarsan, ayıplarını görürsün ve şerrinden emin olursun. Onu kalbinden çı­karmaya ancak gücün böyle yeter. Baş gözünü ona çevirir, süsleri ile uğraşmaya koyulursan ayıpları gözünden kaybolur, dolayısıyla kalbinden sevgisini çıkarıp atmak senin için mümkün olmaz. Onu, içinden atamazsın, ona ilgisizlik duygusu taşıman kabil olmaz. Bu yüzden seni öldürür. Başkalarına içirdiği zehri sana da içirir ve öl­dürür.

İçinden kopup gelen kötü duygulara cihad bayrağını aç. O duy­guların ıslâhına emin oluncaya kadar devam et. Onlar iyiye yönel­dikten sonra dünyanın ayıbını bilirsin. Ona ihtiyaç arz etmekten ken­dini alırsın.

Nefsin ıslâhı için kalbin ve sırrın sözü tutulmalıdır ve onlara uyan her duygu ıslâh olmuş sayılır. Azdırmaya yeltenen duygular ıslâh olmuş sayılmaz.

Nefsin ıslâhı için kalbin ve sırrın sözünün tutulması esastır. Ne­fis hem kalbe, hem de sırra uymalı. Onların yasak ettiği şeyi yapma­malı ve emrettiğini tereddütsüz yapmalı. Kalp ve sır nefse bir şey ve­riyorsa, az demeyip kanaatle yetinmeli. Hiç vermedikleri zaman da sabırlı olmalı. Nefsin iyi hâli böyle başlar, onda iyilik başladıktan sonra kötü hâlleri ölür. Kalbe döner. Onun emriyle hareket eder. Öy­le bir hâle gelir ki, artık ona nefis denmez, kalp denir. Başına takva tacını giyer. Yakınlık süsünü takar.

Size, iman etmek ve dile imanınızı tasdik ettirmek gerekir. Al­lah yoluna baş koyanları inkâr etmek size yakışmaz. Onlara da ina­nınız. Onlarla mücadele etmeyi bırakınız. Onlarla çekişmek size düş­mez. Onlar hem bu âlemde, hem öbür âlemde şahtır.

Hak yakınlığına onlar sahiptir. Ona sahip olunca, arta kalan ol­maz, yeryüzünde her ne ki var, onlara sahip olurlar.

Aziz ve Celil olan Hak, onların kalbine zenginlik duygusu ver­miştir. Yakınlığı ve ülfeti ile büyüklerin kalbini doldurmuştur. Nur­ları ve kerameti ile onları süslemiştir. Bu sebeple onların hiç biri, dünyalık olana bakmaz, dünyanın nimetini yiyenlere iltifat etmezler, önü hoş, ama onlar sonuna bakarlar. Dünyanın ilk yaratı­lışı ve miadı dolunca yıkılışı gözlerinin önüne gelir. Bolluğuna gurur duymaz, yokluğuna da üzülmezler.

Hak sır gözlerini bürür, başkasını görmezler, ölüm korkusu on­lara kulluk ettiremez. Melekten bir şey beklemek için kulluk etmez­ler. Onların yaratılışı Mevlâ için. O'nun sohbeti için. Hak, sebebini bilmediğiniz şeyler yaratmıştır. O istediğini yapar.



* * *



İman nurunu bir türlü ruhuna sindiremeyen münafık her sö­zünde yalan atar. Vaat ettiği zaman yerine getirmez. Emniyeti kötü­ye kullanır. Bu huyların kötülüğünü Peygamber (s.a.v) Efendimiz ha­ber vermiştir. Bunlardan kendini çeken, nifak hâlinden kurtulur. İyi huylar ayar taşıdır, daima elinde tut. İmanlı ile imanı kalbine yerleştiremeyen bunlarla ayırt edilir. Bu ayar taşını al. Bu aynayı al. Kendine bunlarla bak. Kalbine çevir ve içine yönel. Bak, hangi züm­reye dahilsin? Muvahhid misin, yoksa şirk ehli mi? İman sahibi mi­sin, yoksa münafık mı?

Dünya, tümüyle fitnedir. Bir uçtan öbür uca boş uğraşmadır. An­cak âhiret işlerinin yürütülmesi için alınan, iyi sayılır. Bunun da iyi niyetle alınması şarttır. Dünyalık şeyleri alırken iyi niyet beslenirse öbür âlem için olur. Her nimet iyi niyetle alınmalı. Ve Hakk'a şükredilmeli. Aksi hâlde nimet olmaz, felaket olur.

Allah'ın vermiş olduğu nimetleri şükürle bağlayınız. Allah'a şük­retmek iki yönden olur. Biri, kulluk etmek ve gönüllenmeden fakir­lere ihsan etmek. Diğeri ise, vereni itiraf etmek. O nimeti gönde­reni tam manasıyla anlamak. Onu gönderdiği için şükrü yoluna koş­mak. O nimeti veren, bizzat Hak Teâlâ’dır.

Bazı büyükler şöyle diyor: “Seni Allah'ı anmaktan alıkoyan her şey şomdur.”

O'nu dilden zikretmek, kalbi gafil koymak şomdur. Namaz, oruç ve diğer hayırlı işler O'nu anmak için yapılır. Yapılan işler O'nu an­maya iletmiyorsa onlar da şomdur.

O'nun sana gönderdiği nimetlere isyanla karşılık verdin. Çok önemli işler yapman gerekken önemsizlere gittin. Yalan, nifak, du­ruşunu ve hareketini kapladı. İçini dışını bozdu. Geceni ve gündü­zünü karıştırdı.

Şeytan sana neler yapmadı ki? Yalanı sana sevdirdi. Kötü işle­ri sana süsledi. Ta namazına kadar girdi. Şöyle ki, namaza başlar­ken: “Allah, en büyüktür” diyorsun; ama kalbinde küçük ilâhlar barınıyor.

Her itimat ettiğin nesne sana ilâh oluyor. Korktuğun ve bir şey­ler beklediğin şeyler sana putlardır. Sözün işine uymuyor. Sözlerin­den de bir şey beklenmiyor. Ne dediğin ve ne yaptığın bilinmiyor.

Bin defa kalbinle: “Allah, en büyüktür” de, bir defa da dilinle. Kalbinde bin tanrı yatarken dilinle: “Allah, en büyüktür” demen neye yarar? İçinde bulunduğun bütün kötü hâlleri bırak. Allah'a dön.



* * *



Ve sen, ilim öğrenen zât, hâlin nicedir? Yalnız ilmin ismi ile yetindin. Sana “Âlim” desinler diye ilmi öğrendin.

Öğrendiğinle amel etmek aklına gelmedi. O bilgi sana ne fayda sağlar? Bu hâlinle âlim olduğunu söylersen, yalancı olduğunu eren­ler yüzüne vururlar. Nasıl nefsini avutmakla kaldın? Yaptığın işi başkasına emretmek de ne demek oluyor? “Yapamayacağınız işi neden söylersiniz?” (es-Sâf, 61/2) âyet-i kerimesi, seni tehdit etmiyor mu, titremiyor musun? Yazık sana, halka doğruluk söylersin, ama işin yalan. Halka Allah'ın birliğinden dem vurursun; ama işin şirk. Halka ihlâs ve sağlam işin yolunu gösterirsin; fakat sen, görsünler ve desinler diye işler tutarsın. Sen bütün kötü işleri yaptığın hâlde halkı onlardan sakındırmaya kalkarsın. Gözlerinden utanma duygusu kalktı. İman sahibi olsaydın haya duygun olurdu. Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyuruyor: “Utanma duygusu imandan gelir.”

Senin için iman lâfı edilemez. İkanın zaten yok. Sende itimat edilecek bir hâl de kalmadı. İlme hıyanet ettin. Hak katında adın hainlerle yazıldı. Sana ilâç bilmiyorum. Ancak düşünüyorum; yalnız, tevbe aklıma geliyor. Tevbe eder, üzerinde durursan, kurtulacağına inanıyorum.

Allah'a ve kaderine iman besleyen zât, bütün işlerini O'na ısmar­lar. Hiç bir işinde O'na ortak koşmak aklına gelmez.

Şirk koşma. Halkı Hakk'a ortak etme. Mevlâ'ya gitmene halk perde olmasın.

Söylediğim şeyleri yapmak, her iman sahibinin vazifesidir.

Söylediklerimizi varlığına sindirene âfetler dokunmaz. Bütün hâ­linde selâmet üzere olur. Mücerret imandan, hakikî iman hâline ge­çer. Sonra velayet, bedeliyet hâli gelir. Daha sonra gaybiyet âlemi başlar. Bunlardan sonra, kutbiyet hâli çıkar. Bu, yâni kutbiyet, hâl­lerin sonu sayılır. Allah bu hâle gelen kulu ile övünür. Cin tayfası­na, insanlara ve meleklerine onu gösterir. Ruhlar âlemine de onu tanıtır. Kendine yaklaştırır. Halkın emrini ona verir.

Bu işlerin bir temeli, bir de başlangıcı olur. Başta Allah'a ve Peygamber’e iman, sonra her ikisini de dille tasdik etmek gelir.

Bu işin temeli İslâm dinine girmekle başlar, sonra kalbi imanla doldurmakla olgunluk yolunu alır. Allah'ın Kitabı’nda bulunanlarla amel gerek. Peygamber’in (s.a.v) çizdiği yolu izlemek icap eder. Daha sonrası, kalbe tevhid nurunu yerleştirip ihlâs sahibi olmaktır. Bunlar, imanın kemâl devresi sonunda başlar.

İman sahibi amelini ve işini görmeyi bir yana bırakır. Hak var­lığını perdeleyen her şeyden habersiz durur. İşler görülür; fakat o, bunların yapılmasından haberli değildir. O zât, nefsi ile daima cihad eder. Bütün yaratılmışları Hakk'a sığınmış olarak görür. Hak yoluna koyulmayan da O'ndan ayrı değildir. Ancak, O'nun rahmet nazarına erebilmek için emrettiği yolda çalışmak lazımdır. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: “O kimseler ki, uğrumuzda cihad ederler, muhakkak onlara hidayet yollarımızı açarız.” (el-Ankebût, 29/69)

Bütün eşyaya karşı istiğna duyunuz. Cebrine boyun eğiniz. O, su arkını kader eli ile çevirir. İman sahipleri O'nun kaderine boyun eğerlerse, kudret âlemine erdirir.

Kadere uyanlara saadetler olsun. Kadere uyup kudret sahibinin işini seyre dalan ne hoştur. Kaderle iş tutan, onunla yürüyen, onun nimetlerine küfretmeyen ne kadar mübarektir.

Kudret sahibinin en büyük nimetini gösteren, kullara sonsuz rahmetidir. O rahmete ermek için yapılacak tek iş O'na yakın ol­maktır. Bütün halkın varlığını bir yana itip O'nun varlığına gidebil­mektir. Kulun kalbi, Hakk'a vasıl olduktan sonra, halkın zenginliği­ni neyler? Hakk'a yakın olduktan sonra halkın yakınlığı ona ne ya­par? Hak Teâlâ iç varlığından ona mülk verdikten sonra, halkın yö­nelttiği geçici mülkü n'eder? Yeter ki, insan iman sahibi olsun. Böyle olduktan sonra ona denir ki: “Bugün mülkümüzde eminsin.” (Yûsuf, 12/54)

O iman sahibi kutub olur; mülkün idaresi kendisine verilir. Mı­sır ülkesinin sahibi, Yusuf (a.s) Peygamber’e itimat ettikten sonra, bütün mülkünü ona verdi. Ne kadar mülkü varsa hepsini ona teslim etti. Sonra ona şöyle dedi: “Hazinelerimi ve her şeyi sana bıraktım.”

Kalp, bir mutemet şeydir. Fakat her zaman değil. Onun mutemet olduğunu Mevlâ görürse kulların kalbini ona teslim eder. Bütün kalpler bir yönden idare edilir. O da kutbun kalbidir. Asıl mutemet kalbe kutublar sahip olabilir. Kutub hâlini bulduktan sonra, o dem ona şu hitap gelir: “İşte kalpler, onlarda arzu ettiğini yap. Onlar benim hazinelerimdir; gereğini yerine getir.”

Kutub olan büyük zat için dünya ve âhiret yüce ülkeler olur. O yüce insan, Allah yolcularının uğrağı sayılır. Buna ermek herkes için sevindirici iştir. Fakat ona kolay erilmez. Bilgi sahibi olmak ge­rekir. Bilgi ile amel lâzımdır. Zahirde öğrenilen İslâmî bilgilerin hep­sini yerine getirmek lüzumlu sayılır.

Battal ve Allah'a kulluk etmekten yana tembel olan kimselerle oturmayınız, onlara uymayınız. Onlara uymak, sizi içinden çıkılmaz felâketlere sürükler.

Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyuruyorlar: “Bir kul, Allah'a kulluğu eksik kılarsa, Allah ona belâ verir. (Kalbini kederle doldurur.)”

Eline geçmeyecek şeyi aramak en büyük belâdır. İbadeti eksik eden, geçim sıkıntısı çeker. Evinden eziyetler çeker. Kazancı azalır, çocukları isyan eder. Hanımından nefret duygusu görür. Hangi tara­fa yönelse ayağı tökezler. Bunların hepsi, az kulluk etmenin sonu­cudur. O’nun ibadetini bir yana atıp dünyalık işlerle uğraşmasının neticesidir. O'na kulluk eden herhalde rahat yaşar. Allah Teâlâ şöy­le buyurur: “İman edip şükür yolunu tutarsanız, Allah size niçin azap ey­lesin?” (en-Nisâ, 4/147)

Allah Teâlâ kaza ve kader hükmünün icrasında serbesttir. Her türlü tasarrufunda O’na karışan olamaz. Yaptığından ötürü hiç kim­se O'na çıkış yapmaya güçlü ve yetkili değildir. Geçmişe dayanarak, “kaderin gereği böyledir” diye, Hakk’ı ithama hiç kimse kalkışamaz.



* * *



Yazık sana... Zaman geçiyor. Sen nefsin ve çocuklarınlasın. Hak’tan ayrı durmak arzusundasın. Bu hâlin ne zamana kadar sürer?

Bazı büyükler şöyle diyor: “Yavruna her şeyin değerini öğret; sonra ondan ayrıl. Nefsini al, Rabb’inle meşgul ol.”

Yavru, eline geçen bir şeyin para edeceğini anlarsa babasını bı­rakır. Bir oyuncak hükmünü taşıyan şeyi dahi sezecek olsa, babası­nı meşgul etmez olur. Kendini oyalar. Ey baba, seni de sahibinle baş başa bırakır. O’nunla meşgul olacağın zamanı boşa geçirmiş olmaz­sın. Çocukla geçen zamanın kıymeti düşmez, Rabb’ine rahat ibadet için ona oyuncağın değerini anlat. Bir yavru için oyuncak babadan önemli sayılır.

Çocuklarınız büyüdüğünde sanat sahibi yapınız. Onlar çalışsın ve kazansın. Siz de Mevlâ'ya kulluğa koyulun. İbadeti bırakıp çocuk­ların geçimi ile olma. Onlar büyüdüğünde beslenmeleri sana düşmez. Onlar için hatalar işleme. Onların geçimi için çalışmanın bir haddi ve zamanı vardır. Hak katında senin günahını bağışlamak, onlardan uzaktır.

Kendine ve çocuklarına kanaati öğret. Kanaat sahibi olmayı, on­lara yeter gör. Yalnız, lazım olan şeyleri onlara temin et. Gereken şeyleri temin ettikten sonra onların da elinden tut, Mevlâ'nın tâatine koş. Rızkınız genişlesin diye, ibadeti bir yana atmayınız, kaderi­nizde varsa kendiliğinden gelir. Zamanlar bellidir. Bir bolluğa erersen Hak’tan bil, al ye, yavrularına da yedir. Sakın halkın eliyle gel­diği için Hakk'a ortak koşma. Onlar bir âlettir. Onu almak sana na­sıl bir vazife ise onlara da getirmek bir vazifedir.

Kanaat sahibi ol. Darlık açılır. Kanaat insanı içinden çıkılmaz felaketlerden berî kılar. Kanaat sahibi olursan, geleceğini vehmet­tiğin şey gelmeyince üzülmezsin. Hele takva sahibi olmakla zâhid libasını giymiş olman en büyük nimet sayılır.

Sakın, kullara el açma. İman sahibi, bir şeye ihtiyaç duyarsa Mevlâ’sına yalvarır. O’na karşı boynunu eğer, tevbe eder; sessizce ve­rilecek şeyi bekler. Verildiği takdirde, vereni övme yoluna gider. Ve­rilmeyecek olsa, kalbine uyar; sabra devam eder. Hakk'ın dileğine itiraz etmez. Çekinme yoluna sapmaz. Zengin olmak için dinini sat­mak zilletine düşmez. Riyakârlık ederek dünyalık almaz. İçi bozuk bir hâle girmez. Yâni senin gibi yapmaz, ey içi bozuk adam!

Riya, nifak ve isyankâr olmak fakirliğe götürür. İsyan zelil eder.

Riya yüzsüz kılar. Nifak, kapılardan kovdurur. Hak kapısına girmen kabil olmaz.

Riyakâr ve içi bozuk olan, dünyayı dini ile alır. Riyakâr adam sâlih kisvesine bürünür. Münafık olan hiç bir zaman sâlih olmaya ehil değildir. Dıştan sâlihler gibi konuştuğu görülür, onlar gibi giyer; fakat hiç bir zaman içinden koparak onların işini yapmaz. Sâlih kişi­lerin nesebinden olduğunu söyler; ama hiç bir zaman onlara nispeti sahih olmaz. “Allah'tan başka ilâh yoktur” demen bir dâvadır.

O büyük kelâmı sarf ettikten sonra Allah'a dayanman, O'na te­vekkül etmen, başkasını kalbine koymaman ise şahidindir. Şahitsiz dâvanın kazanılmasına ihtimal yoktur. Dâvayı aç, peşinden şahitleri bulmaya bak.

Ey yalancılar ve Mevlâ'dan kaçanlar! Kalbinizle Hakk'ın kapısı­na koşunuz. O'nun sâlih kullarının peşine düşünüz. Yaptığınız hata­lar için Allah'tan özür dileyiniz. İman hâlini benliğinize sindiriniz. Dünyalık alacaksanız, İslâm dininin emri dahilinde alınız. Velayet hâline ererseniz, Hakk'ın ilhamı ile alınız. Her ne yaparsanız yanı­nızda iki şahit hazır olsun. O iki şahidin biri Kitap, öbürü de Sünnet'tir. Bir gün daha ilerler, kutup veya bedel olursanız, fiil tecellisine uyarsınız. Her işinizi O'na ısmarlar; olup bitenlere seyirci kalırsınız.



* * *



Ey evlat! Nefsine abanmaktan utanç duymaz mısın? Onu her iyilikten mahrum bırakmak sana ar getirmiyor mu? Onu her türlü iyilik için başarıdan nasipsiz kılmak nasıl olur?

Bugün ibadet, yarın isyan. Bugün ihlâsla Allah'a kul olmak, yarın şirkin yolunu tutup Hakk'a karşı bayrak çekmek. “Yapan Al­lah değil, kuldur” demek! Bunları söylemekten utanma bilmiyor musun? Bugünün iyi iken yarının kötülüğe gitmesi fenadır. Peygamberimiz: “İki günü eşit geçen ziyandadır.” buyururken, halin ne ile an­latılır? Geçmiş günü hayır, geleceği hayırsızlıkla kapanan zararını ne ile ödeyebilir?

Ey evlat! Sana lazım olan varsa, onu bulmaya çalış. Bir şey eli­ne gelmiyorsa bulmaya gayret et. Çalışana Allah yardımcıdır. Bu de­nizde gayret et. Dalgalar sağa çarpa, sola vura, bir gün selâmet sa­hiline atar. Senden dua etmek; O, icabet eder. Senden çalışmak; ba­şarıyı O verir. Sen nasibini unutup kaçsan bile O sana acır, yanına koşarak gelir.

Araman candan olsun; O yakınlık kapısını gösterir. O'na koş­maya bak; düşecek olursan rahmet eli seni tutar. Mevlâ'nın rahmet, lütuf, kerem ve sevgi eli sana iştiyakla uzanır. Bu, büyük mertebe­lerden sayılır. Allah yolcuları buna ermek için çalışırlar.

Sizi artık istemiyorum. Siz, nefsin ve tabiî arzularınızın kölesi oldunuz. Nefsinizin hevâsına ve şeytanî duygulara ibadet eder oldu­nuz. Yanımda yalnız Hak vardır. Hak, öz içinde özdür. Safa içinde safadır. O’nda halktan kesilmek, Hakk'a vasıl olmak vardır. Sizin he­veslerinizi kabul edemem, ey içi bozuk adamlar. Dışınızla içiniz bir­birini tutmuyor.

Ey davacılar ve yalancılar, yüzünüze söz etmekten çekinmiyo­rum artık. Sizden nasıl utanır ve çekinirim? Çünkü siz, Rabb’inizden utanmaz oldunuz. O'na kötülük isnat etmektesiniz. Aklınıza göre Rabb’inize ihanet yolunu tutuyorsunuz. O'nun vazifeli meleklerine karşı iyi edep tavrı takınmıyorsunuz.

Yanımda doğruluk kılıcı vardır. Onunla her dinsizin ve münafı­ğın kellesini keserim. Hele yalancılar, vuruşumdan kurtulamazlar. Onlar ne tevbe bilir, ne de sır yolu ile Rabb’lerine dönebilirler, özür dilemek ve tevbe yolunu tutmak onlara yakışmıyor mu ki, yapmı­yorlar?

Bazı büyükler şöyle derler: “Doğruluk yeryüzünde Allah'ın kılıcıdır. Hangi şeyin üzerine konsa, onu keser.”

Sözlerimi kabul edin ve candan bana yönelin. Size nasihat et­mekteyim. Sizi, sizin için diliyorum. Sizin için ölü sayılırım. Diriliğim Hak’ladır. Beni tasdik eden iflah olur. Sohbetimden faydalanan kur­tulur. Beni tasdik etmeyen, yolunu sapıtır. Sohbetime devam etme­yen, dünyada ve âhirette çetin cezalara çarpılır.

İrfan sahibi olmayan, sohbetimden anlayamaz. İrfan yoluna gö­türen sebepler arasında Hak’la çekişmeyi bırakmak vardır. O'na iti­raz etmeyen irfan sahibi sayılır. O'nun yaptığı işlere uyarlık göste­ren, marifet sırlarına ermiştir. Bu yüzden Malik bin Dinar, bazı talebelerine şöyle der: “Mevlâ'ya irfan sahibi olmak arzusunda isen, O'nun tedbirine, hükmüne ve kaderine uy. Nefsini, şahsî arzularını ve iradeni ona eş tutmaya kalkma.”

Ey canları sağ olanlar, işleriniz tümden dağınık. Rabb’imize kar­şı neler kaybetmediniz ki? Kalbiniz, kaybettiğinizi bir bilseydi, has­retiniz artardı. Yaptığınıza nadim olurdunuz. Ayık olunuz.



* * *



Ey cemaat! Yakında ölüler olacaksınız. Size ağlayacaklar. Onlar ağlamaya başlamadan siz göz yaşlarınızı akıtınız. Sizin bir yığın ha­talarınız var. O hataların sonu nereye kadar uzar, bilinmez. Kalpleriniz, dünya sevgisi ile hasta. Dünya hırsı gönlünüzü sarmış. Dün­yadan, kalbinizi beri alın ve temizleyin. Dünyayı bırakın, Hakk'a yö­nelin.

Dinin selâmeti sermayedir. İyi işler de onun kârıdır. Sizi azdıracak şeyi aramayınız. Size yeten ne ise onu bulunuz. Aklı başında olan dünyalık işlerde ferahlanacak şey bulamaz. Helâl yoldan gelenin hesabı vardır; haram olanın ise cezası olur. Sizin çoğunuz hesap vermeyi ve ceza çekmeyi unuttu.



* * *



Ey evlat! Kalbini buruşturan dünyalığı alma. Ama ne diyelim, sende akıl kalmamış. Her yanın kötülük timsali, nefis olmuş. Tabii arzu ve hevâ ile dolmuşsun. Kalp sahipleri ile otur. Akıllı ve olgun yaşlılara yakın ol. Sana onlar lazımdır. Allah'ın hükmü ile amel ede­ni ara. Sana terbiyeyi o öğretir. Bilgiyi o verir. Nasihati o yapar.

Ey her şeyi karşılık almadan satan zavallı. Her şeyini veren ve bir şey almayan adam. Dünyayı, âhirete karşılık aldın. Âhireti verdin dünyayı buldun. Hevesle dolusun. Yokluğa gömüldün. Cehalet her yanını kapladı. Hayvanlar nasıl yerse öyle yemektesin. Aramazsın sormazsın, hesap vermek aklına gelmez. Niyetsiz oldun. Emri bilmi­yorsun. Bir iman sahibi gibi iş tuttuğun yok.

İman sahibi dinin emriyle yer; velî kul, buna ilâhî ve mânevi emri de ekler. Kalbinden gelen yasağı da dinler. Varlığına Hak var­lığı katar. Bir iş için gayret sarf etmez. Hak fiiller onda tecellisini gös­terir. O, bu hâlinde Rabb’i ile olur. İlâhî emir, velî kulun her yanını kaplar. Ayakta duruşu onunla olur. Varlığından soyunan, bir şeyi seçme kudretine sahip değildir. Hâllerin hangisi kula gelse, İslâm dininin esaslarını yapmak zorundadır.

Fena hâline eren Mevlâ tarafından esirgenir. Sonra kudret de­nizine atılır. Kudret denizinin dalgası insanı, bazen gizler, bazen de açığa çıkarır. Bazen sahile atar, bazen de dalgaların ortasında kor. Onların bazısı Ashâb-ı Kehf'e benzer. Hak Teâlâ, Ashâb-ı Kehf için şöyle buyurdu: “Biz onları bazen sağa, bazen de sola çeviririz.” (el-Kehf, 18/18)

Fena hâline eren kimsede akıl hüküm süremez. Onların tedbir ve duygu ile ilgileri yoktur, lütuf evinde otururlar. Ve yakınlık yu­vasına sığınırlar. Hak katına çıkınca iç ve dış gözlerini yumarlar.

Bunları Hak yapar. Onların gözünü dalgalardan saklayan Mev­lâ'dır. Bu sebeple onlar, yalnız Mevlâ'ya bakar, O'ndan işitirler.

Allah'ım, bizi zatınla gayrından yok eyle. Her şeyi seninle bul­dur.

“Dünyada iyilik ver. Âhirette iyilik ver. Bizi ateş azabından ko­ru.” (el-Bakara, 2/201) Âmin!

***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Mesaj gönderen Ahmed »




23. MECLİS



Bu konuşma Cuma sabahı medresede yapıldı.

Konuşma tarihi: Hicrî 12 Zilhicce 545, Milâdî 1150.



Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurdu: “Şu kalpler, paslanır. Onların cilâsı, Kur'an okumak, ölümü düşünmek ve zikir meclisinde hazır bulunmaktır.”

Kalp pas tutunca, sahibi anlar, gidermeye çalışırsa, pekâlâ. Aksi hâlde fena kararır. Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in emrettiği şekle geçilmediği takdirde, kalp fena hâlde paslanır ve bu pasın giderilmesi imkânsız olur. Kalbin kararmasına sebep olacak çok şeyler vardır. İman nurundan uzak kalındığı için kararır. Dünyayı sevdiği için ka­rarır. Sakınmadan dünyaya abanan kimse, kalbini mutlaka karartır.

Bir kimse, kendisini dünyaya kaptırırsa kalbi kararır. Sakınma duygusu da ölür. Haram demez, helâl demez, mal toplamaya başlar. Mal toplarken helâl veya haram olduğuna önem vermeyince utan­ma duygusu da ölür. Ve murakabe hâlinden mahrum olur.



* * *



Ey cemaat! Peygamber’inizi dinleyiniz. Onun kelâmı ile kalbinize cila vurunuz. Kalbinizin cila ilâcını size o haber verdi. Sizden biri hasta olsa, doktoru ilâç tavsiye etse, kullanmadan şifa bulabilir mi? Bulamaz. İlâcı kullanmadığı süre, hastalığı eksilmez, belki artar.

Gizli ve açıkta Allah'ı kendinize yakın biliniz. O'nu, gözünüzün hedefi olarak tutunuz. O'nu görür gibi olunuz. Siz O'nu görmeseniz bile, O sizi görür. Asıl Allah'ı zikir kalple olur. Kalbi ile Allah'ı zikre­den, Allah'ı zikretmiş olur. Kalbi bırakıp yalnız dille Allah'ı zikre­den, Allah'ı zikretmiş sayılmaz. Dil kalbin yavrusudur; yavru, ana­ya uyar.

Öğüt verilen yerlere devam et. Kalp, öğüt dinlemeyi bırakınca körelir. Tevbenin hakikî mânası Hakk'ı üstün görmek ve saygı duy­maktır. Bu sebeple bazı büyükler, şöyle der: “Hayır, iki kelime üzerinde toplanmıştır: Allah'ın emrini yüce bilmek ve kullarına şefkat göstermek.”

Allah'ın emrini yüce bilmeyen yaratılmışlara şefkat duyamaz. Allah'a yakın olamaz; rahmetinden nasip alamaz.

Allah Teâlâ, Musa (a.s) Peygamber’e şöyle vahyetti: “Yâ Musa, şefkat duygusu besle ki, Ben de sana rahmet na­zarımla bakayım. Şefkat duygusuna sahip olana rahmetimi yağdırırım. Cennetime koyarım. Kalbinde merhamet duygusu taşıyana saadetler olsun.”

Bütün ömrünüz çürüdü. “Yediler, yedik; giydiler, giydik; biz top­ladık, onlar topladı...” gibi laflarla ömrünüzü bitirdiniz.

Kurtuluş yolunu arayan, nefsini haram olan şeylerden alsın. Şüpheli şeyleri bıraksın. Şehvet duygularını kalbinde taşımasın. Al­lah'ın emrini yerine getirmek için nefsini sabırlı kılsın. Yasaklardan uzak dursun. Kader işlerine boyun eğsin.

Allah yolunun sadık yolcuları, Allah'a sabra alıştılar. O'ndan ay­rı kalmaya dayanamazlar. O'nun için ve O'nun varlığında sabretti­ler. O'nunla olabilmek için her çeşit güçlüğe karşı durdular. O'na ya­kın olmayı arzuladılar. Nefislerinin barınağını bıraktılar. Hevâ ve tabiî isteklerini bir yana attılar. Onlar İslâm dinine sahip olurlar; Mevlâ'ya O'nunla varırlar. Yollarında önlerine âfet, belâ, musibet, gam, keder, açlık, susuzluk, çıplaklık ve her türlü sefalet çıkar. Fa­kat onlar hiç birine önem vermeden yürür giderler. Yollarından dön­meleri imkânsızdır. Bulundukları hâli değiştiremezler. Onlar öncü­dür. Yolları kesik değildir. Kalbin ve kalıbın selâmetini buluncaya kadar hâlleri yolculuktur, giderler, giderler...

Ey cemaat! Hak Teâlâ ile karşılaşacağınızı biliniz; işlerinizi ona göre yapınız. O'nun karşısına çıkmadan önce haya duygusuna sahip olunuz. İman sahibi önce Allah'tan utanır, sonra da kullardan. Ak­si hâlde dine girmiş sayılmaz, imam tam olmaz. İman ölçülerini aş­mış olur. İman sahibine utanmaz olmak yaraşmaz. Hem utanmak, hem de dinin esaslarını yerine getirmek icap eder. O'nun esaslarını esirgemek her imanlıya düşen bir vazifedir. Her emir yerine getiril­melidir. Allah yolundan sizi, şefkat duygunuz alıkoymasın.

Peygamber'e (s.a.v) uyan, zırhını giyer, bütün güzelliğini alır. Gümüş bileziğini koluna takar. Kılıcını da alır. Bir yandan sertlik, bir yandan da mülâyemet duygusu besler. Her çeşit güzelliğini Pey­gamber’in (s.a.v) âdetinden alır. Onun güzel huyları ile bezenir. Bun­ları yapmakla ruhunda şenlik duyar. Bu hâlleri ruhunda bulan, Pey­gamber’in tam ümmetinden olur. Onun vekili olur. Hak kapısına da­vet eder. Zaman gelir, ölürse yerine başkası gelir. Bu cins ümmet çok azdır. Binde bir çıkar. Kulları Hakk'a çağırmak ve onların cefa­sına tahammül etmek kolay değildir. Bu kolay olmayanı, o büyük­ler yapar. Kullardan gelen her çeşit ezâ ve cefaya dayanırlar. On­lar, münafıkları yola getirmek için dıştan yüzlerine gülerler. Fâsık kişiler onlara güler, oyun eder, kandırır.

Kullar onlara ne yaparsa yapsın, tahammül ederler. Bütün ga­yeleri onları Hak kapısına götürmekten ibarettir. Büyüklerin dediği gibi içi bozuklara, yalnız Allah yolcuları güler yüz gösterir. İrfan sa­hibi, fâsık kişiye güler. Fâsık adam, içini bilen yok sanır. Halbuki arif olan, onun içindeki karanlığı bilir. Kalp gözünün karardığını ve hileli işlerinin çokluğunu anlar. Münafık ve fâsıklar, işlerinin gizli kaldığını sanır, yanılırlar. Sanki kendilerinin bozukluğunu sezen yok­tur. Bu hâlleri onları çok yanıltır. Onların erenlere karşı saklı hâlleri yoktur. Fâsık ve münafık olanı, her hâli gösterir. Elleri, tenleri ve bakışları belli eder. İçte ve dışta, duruşlarında ve hareketlerinde on­ların ne olduğu kolay sezilir.

Yazıklar olsun size, Allah yolcularından saklı iş tutacağınızı sa­nıyorsunuz. Ne zamana kadar ömrünüzü boş yere harcayacaksınız? Sizi, öbür âlemin iyilik kapılarına iletecek birini arayınız. Ey öbür âlemden gafil kişiler, kendinize geliniz. Allah, en büyüktür. Onun büyüklüğünü biliniz, işlerinizi ona göre yürütünüz.

Ey kalpleri ölü olanlar. Ve ey sebepleri ilâh olarak kabul eden­ler ve ey etrafında toplanan kullara ve kuvvet sahiplerine tapan­lar, siz ne hâl olacaksınız? Ağalara ve bölge sultanlarına ibadet eden­ler, sonunuzu düşününüz. Onlar hiç bir yönü bilmezler; onları bıra­kın Allah'a dönün. Kârı ve zararı Allah'tan bilmeyen O'na kulluk edemez. Herhangi bir şeyi kimden görmekte isen onun kulusun. Al­lah'tan görürsen O'nun kulu olursun.

İmansız, bugün sıkıntı ve darlık ateşi içindedir. Yarın cehen­nem azabına girecektir. Cehennem azabından ancak ittika ve ihlâs sahibi muvahhidler kurtulur. Tevbe edenler selâmete ererler. Tevbeyi önce kalbinizle yapınız, sonra dilinizle.

Tevbe bir kuvvettir. O her iyiliğin kalbi sayılır. Kendine göre kuvveti vardır. Tevbe yapıldığı zaman nefsin, şeytanın, kötü arka­daşların saltanatı yıkılır; onlara harcanan kuvvet gözüne ve kalbine gelir. Tevbe ile varlığın kuvvet bulur. İç âlemin temizlenir. İçtiğin su helâl olur. Yediğin yemek pâk olur. Şüphe ve haram kokusundan uzak işler tutarsın. İşlerini ayık yaparsın. Alışını verişini doğru kılarsın; lütuf, kerem ve sevgi eli sana iştiyakla uzanır. Bu, büyük mertebe-larsın. Bütün gayretini Mevlâ'ya yöneltirsin. Âdet olan şeyler gider; yerine Allah kulluğu gelir. Masiyet kalkar, yerine itaat girer. Sonra her şeyin hakikatini anlamaya koyulursun. İslâm dininin icaplarını yerine getirirsin. Her amelini dinin şehadetiyle yaparsın. Din emri­nin hazır olmadığı yerde zındıklık başlar. İyi hâli bulursan, fenâ de­recesini bulursun. Fenâ, Hak varlığında yok olmaktır. Yok olunca kötü huylar gider, halkı görmez olursun. Dışın mahfuz olur. Kötü­lük görünmez. İç âlemin Hak ile meşgul olur.

Kalbini düzelt. Dünya bütün varlığı ile sana gelir. Sen onda hoş kalırsın. Halk tümü ile sana uyar. Gelmiş ve gelecek hiç bir şey sa­na zararlı olamaz. Mevlâ'nın kapısından seni alamaz. Çünkü sen, O'nunlasın. Yalnız O'na dönmüş ve O'nun emirlerini gözetiyorsun. O'nun Cemâl ve Celâl sıfatının tecellisini seyretmektesin. Celâl te­cellisini gördüğün zaman dağınık hâle gelirsin. Cemâl tecellisine ka­vuşunca dağınık hâllerin toplanır. Celâl sıfatı sezilince korkulur. Bu korku başka bir korkuya benzemez. Cemâl sıfatının tecellisini görün­ce de bir şeyler ümit etmeye koyulursun. Celâl sıfatının büyük tecellisi seni yokluğa götürür. Cemâl sıfatı tecelli edince yerinde sabit du­rur bir yere gitmek istemezsin.

Bu anlatılanları tadanlara ne mutlu!


***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Mesaj gönderen Ahmed »



24. MECLİS



Bu konuşma pazar günü Ribât’ta yapıldı.

Konuşma tarihi: Hicrî 14 Zilhicce 545, Milâdî 1150.



Nefislerinizi, uygunsuz arzularınızı ve kuru isteklerinizi bir ya­na atınız; onları, Aziz ve Celil olan Hakk'a karşı çıkarmayınız. Ken­diniz için ve başkaları için ondan korunmaya bakınız. Bazı büyükler şöyle der: “Halkı Hakk'a çevirmeye bak; Hakk'ı halka çevirmek için bo­şuna gayret sarf etme; bu olmaz. Emeklerin boşa gider.”

Yıkılmaya layık olanı, hemen yere vur. Baş kaldıranın kafasını ez. Nefsini yık, Hak ve hakikate uyuncaya kadar başına sopanla vur.

Sâlih kullara koşunuz. Hak emirlere uymayı onlardan öğreni­niz. Onlar, Hakk'a tam uyarlar.

Bilgi, işleri iyi tutmak için yaratılmıştır. Onu yalnız ezber etmek işe yaramaz. İlmi ezber eden, gereğini yapmadıktan sonra kurtula­maz. Halka nutuk irat etmekten bir fayda gelmez. Sözünden fayda alıp kurtulan olur; ama sen batarsın. Bil, bilginin gösterdiği yolu tut. Öğrendiklerine uyan işi yaparsan, sustuğun zaman işlerin konu­şur. Bir sanat ilmini öğrenen bir eser icat ederse, dili konuşmadığı zaman eseri onun namına konuşmayı yapar. İyi işlerini çoğalt. Tâ ki, sustuğun zaman onlar konuşsunlar. İlminden fayda almayan, baş­kasına da kolay kolay faydalı olamaz. Bir büyük şöyle anlatır: “Bir anlık hareketi, seni memnun etmeyenin öğüdü faydasız­dır. İlmi ile âmil olanın bütün hâlleri faydalıdır. Hem kendisi, hem
de başkası için.”



* * *



Allah, beni dilediği ve istediği gibi konuşturur. Konuşmam huzu­rumda olanların hâline göre şekil alır. Onların ihtiyacı kadar konuş­mak bana nasip olmuştur. Aklınıza kendiliğimden söz ettiğim gelme­sin. Sizin aklınıza çok şeyler gelir. Aleyhimde her türlü sözü söyledi­niz. Sanki aramızda bir düşmanlık vardır. Beni hiç istemezsiniz. Her şeyimi dilinize dolar, sayar dökersiniz. Şerefim aranızda sanki pay edilmiştir. Her biriniz bir yerimi yırtar oldunuz. Ama unutmayın, o şeref benim değildir. Sahibi büyüktür. Zaten varlığımda hiç bir şeye sahip olmadım. Eğer varlığım olsaydı, hepsini size vermekten çekin­mezdim. Elinize aldığınız şeyleri toplamak da benim için imkânsız­dır. Siz de bunu biliyorsunuz. Her çeşit şeyleri söylemektesiniz; buna karşılık size bir iş etmek haddim değil. Niçin bu düşmanlığınız? Si­ze yalnız öğüt vermekteyim. Onu da Allah için yapmaktayım. Kuv­vetim O'nundur. Öğütlerimi dinlerseniz, sizin için iyi olur. Benim için olacak olmuş demektir.

Kadere uy; aksi hâlde yere serilirsin. Yoluna onunla devam et. Yürüyemiyorsan zorla yürümeye gayret et. Bir gün gelir yürüyecek hâli kaybedersen hâlini anlayan olur, sırtına alır, götürür. Sen de rahat ve hoşça yoluna devam edersin.

Allah yolunun tam yolcuları, ilk zamanda çalışırlar. Dünyalıkla­rını kazanarak yemeğe gayret ederler. Fazla almazlar, başkalarına dağıtırlar. Her aldıkları şey, İslâm dininin esas emirlerine göre olur. Bir zaman gelir, maddî yapıları çalışamaz olur. Ruhî durumları, on­ları çalışmaktan alıkoyar. Böylece tevekkül yoluna girmiş olurlar. Kalpleri Hak sevgisi ile dolar ve mühürlenir. Bütün duyguları kötülü­ğe karşı bağlanır. Görenler, memnun olur. Dünyalık ihtiyaçlarını ko­lay alırlar. Zorluk bilmezler; yorgunluk akıllarına gelmez.

Yakınlık derecesini bulan birinci sınıf velîler, öbür âleme geçtik­leri zaman nimet içine düşerler. Nimeti sevdikleri için değil, Hakk'a uydukları için verilmiştir onlar. Dünyada nasıl nimetleri rahat bu­lurlarsa, öbür âlemde de cennet nimetlerini öyle bulurlar. Allah'a tam kul olabilmek zor. Yoksa O, her şeyi verir; hem de bol bol. O, kullarına zulmetmez.



* * *



Ey evlat! Gayretin kadar alırsın. Ne kadar çalışırsan, şerefin o kadar olur. Her şey karşılıklıdır; çalışmadan verilmez. Kalbinden halk sevgisini atmayana Hak yakın olmaz. Halkı var bilme. Görecek­sin ki, Hak'la aranda karanlık perdeler kalkmış.

Nefsini manen ölü gör. Kendini ve halkı var bilme. Göreceksin ki, Hak'la arandaki bütün karanlık perdeler kalkmış.

“Ölmek nasıl olur?” diyene şöyle derim: Nefse uymayı yık, kötü işleri yok et. Hakk'ın emirleri varken halkın buyruğuna koşma. Sebepler sana yüklenmesin. Mevlâ'dan gayri her şeyden ümitsiz ol. Kullar Hakk'ın ortağı olmasın. Hak'tan başkasından bir şey umma, bekleme, arama. Her işin Allah rızası için olsun. O'nun rızası önünde başka nimetleri bekleme. O'nun yaptığı işlere razı ol. Hükmü önünde sessiz ol. Bunları yaparsan ölmüş sayılırsın. Bilirsen, asıl dirilik budur. O istediği yana seni çevirir. O'nun yakınlık kâbesi yine kalbin olur. Sen o kâbenin perdelerine yapışır, zikredersin. Başkaları aklında olmaz.

Kelime-i tevhid cennetin bugünkü anahtarıdır. Yarınki anahtarı ise varlıktan soyunmak, Hak varlığına bürünmektir. Büyüklerin cenneti, Hak yakınlığıdır. O'ndan uzak kalmak, sevgili kullara ateş­tir. Cennet denince akla Hak yakınlığı gelir. Cehennem ise, O'ndan uzak kalmak olur. Ateş nedir ki, iman sahibi ondan korksun? Ateş, iman sahibini görünce Allah'a sığınır. Ateş, iman sahibinden korkar ve kaçar. İman ve ihlâs sahiplerinden kaçmamak, o cehennem ateşi­nin haddine mi düşmüş?

İman sahibinin hâli, dünya ve âhirette o kadar güzel olur ki... Bir defa üzüntüsüzdür. Rabb’i kendinden razı olduktan sonra düşü­necek başka neyi kalır ki? Bunu bilir, Rabb’inden kendi de razı olur. Yitirdiğini aynı yerde bulur. Hangi yöne dönse ilâhî nur onunladır. Ona göre karanlık yoktur. Her yaptığı işaret O'nu gösterir. Her hâ­linde O'na dayanır. Her an O'na tevekkül üzere bulunur.

İman sahibine eziyet etmekten sakın. Ona eziyet, o eziyeti ya­panın cesedine öldürücü zehir tesiri yapar. İman sahibine eziyet eden, fakre düşer, öbür âlemde cezaya uğrar.

Ey Allah'ı ve O’nun seçme kullarını bilmeyen adam, o kulları çe­kiştirme. Onları gıybetle anma. Onların gıybeti, ölüm saçan zehirdir. Sakın, sakın! Sonra yine sakın! İman sahiplerine taarruz etme. Onlara kötülük isnat etme. Onlara, üzerinde titreyen bir sahip bu­lunmaktadır.

Ey münafık, nifak şüphesi kalbini sardı. Nifak hâlleri hem içi­ne, hem de dışına hükmetmeye başladı. Her hâlinde, tevhid ve ihlâs ilâcını kullan, şifa onlardadır. İhlâs ve tevhide sarılırsan nifak has­talığından kurtulursun.

İslâm dininin emirlerini ne acayip şekilde bozuyorsunuz? Tak­va zırhını parçaladınız. Tevhid elbisesini kirlettiniz. İman nurunu söndürmeye gayret etmektesiniz. Yaratan’ınıza karşı öfke duygusu besliyorsunuz. Bu durum her hâlinizde kendini gösteriyor. Faraza, bu kötü hâllerden az beri olan, aklınca iyi iş yapmakta; ne yazık ki, onu da keyfine göre yaptığı için gösteriş karıştırmaktadır. Kendini beğeniyor, işinden bir övülme bekliyor.

Allah'a can ve gönülden ibadet etmek niyetinde olanlar, yara­tılmışlardan beri olsun. Kalbini kullara kaptırmasın ve yaptığı işle­re karşılık beklemesin. Bir iş yapınca, kullardan bir şey ummak iş­leri boşa çıkarır.

Peygamber (s.a.v) Efendimiz: “Sizi uzlet paklar” buyuruyor.

Uzlet bir ibadettir. Uzlet sizden önce gelenlerin âdeti idi. Uzletin tasavvufî mânası; kalbe yalnız Allah sevgisi koymak, ona sızacak yersiz bir şey olursa hemen ondan kaçmaktır.

İman ediniz. Sonra, imanınızı ilerletiniz, ikan sahibi olunuz. Son­ra maddî varlığınızdan geçiniz. Sonra Hak varlığı ile var olunuz. Si­ze gereken bunlardır. Haddini bil. Nefsini ve başkasını bırak.

Peygamber’in rızasını gözeterek işler yapınız. Kur'ân'a uyunuz. İşleri, onun emri dahilinde yapmadıktan sonra, yapılan her iş boş­tur. Onunla amel etmedikten sonra, Allah kelâmı olduğunu kuru kuru iddia etmek neye yarar? Daima iki yüzlü olan, bir yüzünü bize, öbür yüzünü şahsî arzularına uyduran şahıstan bize ne hayır ge­lir? Sonra kendisi neye yarar? Her yönüyle bizim yolumuzu tutan, Kur'ân'a uyar. Ona uymadıktan sonra kurtuluş yoktur.

Yalnız Allah'a kul olmak lâzımdır. O'na kesimli kul olmalısınız. O'na bağlanmanız gerek. Söylediklerimi yapınız. O size yeter. Dün­ya ve âhiret işlerinde O sizi tutar. Ölüm anında ve dirilik zamanında sizi korur. Her hâlinizde kötülüğü eritir.

Şu dünyalık işler beyaz görünse bile yapma. Öbür âleme dair olanlar sana siyah bile gelse yap. Allah yoluna çalış. Sana da çalı­şan olur. Kalp elinden tutulur. Aziz ve Celil olan zâtın huzuruna çı­karılırsın.

Hak yolda çalışmak, kalp kanatlarına can getirir. O canlanan kanatla Hak Teâlâ canibine uçulur.



* * *



Ey sofu elbisesi giyen, onu önce içine giy. Sonra nefsine. Sonra bedenine. Zühdün ilki buradan başlar; yâni içten. Dışa doğru sü­zülür. Dıştan içe pek geçmez. Bir insanın iç âlemi temiz olunca kal­bi nurla dolar; oradan nefsine, duygularına, yemesine, içmesine ve diğer hâllerine de tesir eder.

Önce evin içini yap. Kapısını sonra takarsın. İç yapılmadan dı­şın yapılmasında hayır yoktur. Yaratıcı olmadan yaratılmış olmaz, ev olmayan yerde kapı da olmaz. Harap olmuş yere kilit asan olmaz. Âhiret olmayan yerde dünya da olmaz.

Ey Hâlık'ı bilmeyip halka tapan, kıyamet günü, yapmış olduğun işlerin hiç biri sana yaramayacak. Belki de zararı olacak. Birçok şey­ler topladın; fakat hiç biri sana satış temin etmez. Onları kimse al­maz. Kazanç temin edemezsin. Dağarcığında riya, nifak ve isyan vardır. Bunlar âhiret pazarında geçmez.

İslâm dininde olduğunu doğrula; ruhunu temizle. Sonra dışını düzeltmek için yemeklerini ye. “İslâm” kelimesi teslim olmak ve bu yolda çalışmak mânasına gelir. Allah'ın emrine teslim ol. Nefsini O'na ver. O'na itimat et. Etrafını unut. Yaptığın iyi işleri gösteriş vesilesi yapma. Haksız olan işler boştur. İhlâssız amel, içsiz kabuk­tan ibarettir. Uzayan kuru kamışa benzer. Ruhsuz ceset gibidir. Mâna taşımayan bir heykele benzer. Yaptığın işler, içi bozukların işi­dir.



* * *



Ey evlat! Halkın hepsi bir âlettir. Onlarda iş tutan Hak kuvve­tidir. Onlarda olan, işlerin tasarrufudur ve Allah Teâlâ'ya aittir. Bunu tam bir anlayışla kavrayan âletlere bağlı kalmaktan kurtu­lur, onların tasarrufunu elinde tutana bağlanır.

Halkın işine bağlanmak sıkıntı, zorluk ve derttir. Hak'la olmak güzellik ve gönül rahatlığıdır. Sen sağlam yoldan ayrılmışsın. Geç­miş büyüklerle aranda hiç bir bağ kalmamış. İndî görüşüne saplan­dın. Sana bir şeyler öğretecek ve terbiye edecek biri gerek, onu ara.

Ey yoldan sapmış, ey şeytanların oyuncağı olan! Ey nefsin kö­lesi, yazık sana. Dilin tutuldu. Hak'tan yardım dile. O'na dön. Piş­manlık ve özür ayakları ile O'na yürü. Düşmanların elinden seni O kurtarır. Bulunduğun helak denizinden seni O çıkarır. Bulunduğun hâlin sonunu düşünürsen, kötü hâllerinden kurtulman kabil olur.

Hâlen kaldığın yer, gaflet ağacının gölgesidir. Onun altından çık. Güneş aydınlığını gör. Yolunu o zaman bellersin. Gaflet ağacı, cehalet suyu ile büyür. Tevbe ağacı pişmanlık suyu ile büyür. Sevgi ağacı uyarlık suyu ile büyür.



* * *



Ey evlat! Bazı hataların var. Çocukluk ve gençlik devrinde ge­çirdiğin günlerin sevdasındasın. Kırk yaşına yaklaştın yahut onu da aştın. Bu hâlinle bile çocukların oynaması gereken şeylerle oyna­maktasın. Cahillere karışmaktan sakın. Kadın ve küçük yavrularla yalnız kalma.

Cahil gençleri bırak, ittikâ sahibi ihtiyarları bul. Kendini Allah yoluna vermişlere koş. Onlardan biri sana gelecek olursa, iyi bak; hizmet et. Onlara karşı bir hastabakıcı gibi ol.

Halka karşı bir baba şefkati göster. Büyüklere evlat ol. Allah'a tâati çoğalt. Onun tâati, kulluktur ve hiç unutmamaktır.

Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur: “Allah'a itaat eden O'nu daima anar. Namazı, orucu az da ol­sa, kurtulur. O'na isyan eden, unutur. Namazı, orucu çok da olsa kurtulamaz.”

İman sahibi, Yaratan'ına itaat eder. Hak'la sabırlı olur. Yeme­sinde, içmesinde ve bütün hâllerinde Hak'la beraber kalır. Münafık, ne yemesine, ne içmesine, ne giymesine, ne de konuşmasına dikkat eder.



* * *



Ey evlat! İşlerini düşün. Nefsini hakikate erdir. Sende olmayan şeyleri ara. Aramazsan doğruluğuna kimse inanmaz. Sevgiden mah­rum yaşamaktasın. Ne Hakk'a uyarsın, ne de O'nun işlerine razı olursun. Hâlin nice olur? İrfan sahibi olmanın alameti nedir? Hik­met ve nur kısmından sende ne var? Allah'ın sevgili kulları ne ile bilinir? Onları tanımak için gerekli işaretler vardır; onları da öğren. Her iddia sahibine, istediği teslim edilmez. Teslim edileceğini sanı­yorsan yanlışın var. Şahit isterler. Mihenk taşına vururlar. Ayarını ölçerler. Bakırı altın diye satmak kabil olmaz. Her şeyi ehli bilir.

İrfan sahibinin birçok vasıfları vardır. Onun sağlam vasıfları arasında; sabırlı olmak, belâ geldiği zaman kahramanca karşılamak ve ilâhî hükümlerin hepsine boyun eğmek vardır. Hele kader bahsin­de hiç bir söz sahibi olmamak icap eder. Nefis, halk, vs. tesirini bir yana atıp Allah'a inanmak irfan sahibinin en bariz vasıfları arasın­dadır.



* * *



Ey evlat! Hem Hak sevgisi, hem de diğerlerinin sevgisi... Bunlar bir arada olamaz. Hak Teâlâ buyurdu ki: “Hiç bir kişinin sine boşluğuna Allah iki kalp koymadı.” (el-Ahzâb, 33/4)

Kalbe dünya sevgisi ile âhiret sevgisi sığmaz. Halkla Hâlık bir arada olamaz. Biri girince öbürü çıkar, gider. Fani olan şeyleri bı­rakırsan sonsuz ve ebedî şeyler sana gelir. Malını ve nefsini yağma et ki, cenneti bulabilesin. Cenab-ı Hak şöyle ferman buyurdu: “Allah, cennet karşılığı, iman sahiplerinin mallarını ve nefis­lerini satın aldı.” (et-Tevbe, 9/111)

Zahid ol. Allah'tan gayri şeyleri gönülden ırak et, yolların açı­lır. Hakk'a yakınlık duygun sağlam olur. Dünya ve âhirette O'nun yakınlığına sahip olursun.

Hakk'a sevgi iddiası, kolay olmaz. İddia sahibi isen, Hakk'ın çiz­diği yola dön. O yolun kıvrımlarından git. Kalbini kötü şeylerden temiz eyle. Orası Mevlâ'nın evidir. Tevhid ve ihlâs kılıcı ile içine sı­zan kötülükleri dışarı at. Doğruluğa dayan, kalp kapını kimseye açma. Hanene yalnız Hak misafir olsun. Kalbinin hiç bir köşesinde O'ndan başkasına yer verme.

Hep oyuncakla oynamakta ve kabukla yetinmektesiniz. Bende oyuncak yok. Bende kabuk da yoktur. Her şeyin özünü benden iste­yiniz. Oyuncak benim dükkânımda satılmaz.

Yanımda nifaksız ihlâs vardır. Hak, takva ister, ihlâs ister. Kal­binize nazar ettiği zaman bunları görmeyi diler. Dış halinizi görmek istemez. Kalbinizde saklı niyetinizi görmek diler. Bu hâle işaret ola­rak Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Kestiğiniz kurbanların, kanı ve eti O'na varmaz; O'na varan şey, sizin takva halinizdir.” (el-Hac, 22/37)

Ey âdemoğulları, dünyada ve âhirette yaratılan şeylerin hepsi sizin için yaratılmıştır. Buna karşılık şükrünüz nerede? Takva hâli­niz hani? O'na vardığınızın delili nerede? Hizmetiniz nerede? Kötü şeyleri kalbinize koymayınız. Yapılan işlerin ruhu olmalı; işlerin ru­hu ise ihlâstır.

***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Mesaj gönderen Ahmed »


25. MECLİS



Bu konuşma Hicrî tarihe göre 19 Zilhicce 545’te yapıldı. (Milâdî 1150.)



İsa Peygamber’i (a.s) şöyle anlatırlar: Güzel bir koku aldığı zaman, burnunu tıkar ve “Bu, dünya kokusudur” dermiş.

Bu size güzel bir örnektir. Ey zühd iddia edenler, hâlinize bir bakın. Sözünüz ve işiniz, İsa Peygamber’inkine uyuyor mu? Elbiseni­ze bakılırsa, dünyadan elini çekmiş derviş kılığı var; fakat içiniz dünyalık hasreti ve sevgisi ile dopdolu. Bu libasınızı çıkarıp içinizde olanı açığa vursaydınız benim için daha iyi olurdu. Ve siz, içi başka, dışı başka olmaktan uzak olurdunuz.

Dünyalık şeylere karşı kalp zenginliği duyana nasibi rahat va­rır. O kimse dışına desinler için hiç bir şey giymez. Kalbi gerek dün­yalık işlere, gerekse başkalarına karşı istiğna duyar.

Şu da bir vakıadır. Bizim Peygamberimiz (s.a.v), İsa (a.s) ve di­ğerlerinden daha fazla dünyaya karşı istiğna duyardı. Onun zühdü herkesten daha fazla idi. Herkese yazılmış olanı bilirdi. Ve “Dünyanızdan bana üç şey sevdirildi: Güzel koku, kadın ve gözümün nuru namaz” buyururdu.

Dünyalıktan tamamen kalbini almasına rağmen, bunlar kendi­sine sevdirilmişti. Bunlar ilâhî bilginin geçmişte verdiği hükümdü. Rabb’i tarafından verilen bir hisse idi. Almak ve faydalanmak zorun­da idi. Yaratan’ın emrine göre alır ve yerdi. O'nun emrine uymak, tâat sayılır. Buna benzer şekilde kısmetini alıp yiyen tâat içindedir. Dış cephesi ile dünyaya karışmış dahi olsa ibadet ehli arasındadır.

Ey cehalet adımları ile zahidlik yoluna gidenler, işitiniz ve doğrulayınız. Yalancılık etrafında bulunmayınız, bu sözleri iyi öğreni­niz. Kader bahsine cehalet ayağı ile varmayınız. Her kim ki, görüşü ile yetinir, nefsin sözünü dinler, şeytanın işlerine uyar, kötü şahsî arzularına kapılırsa, o İblis’in bendesi olur. İblis’e uyar, Hak yoldan sapar, İblis o şahsın önderidir.



* * *



Ey yalancı bilginler ve içi bozuklar, kalbiniz ne kadar kara. Ko­kunuz ne kadar kötü. Dil gürültüsüne ne kadar önem veriyorsunuz. Bulunduğunuz bütün hâllerden dönünüz. Tevbe ediniz ve Allah'a taanda (kötü söz atmak) bulunmayınız. Velî kullara dil uzatmayınız. Velî kulları Allah sever; onlar da Allah'ı severler. Onların yiyip iç­mesine karışmayınız. Onlar boş yere yemezler. Aldıklarını emirle alır­lar. Onlar katında Allah sevgisi şiddetle hüküm sürer. Onlar Hakk'a çok fazla iştiyak duyarlar. Onlar hem dışlarını, hem de içlerini dün­yalık şeylerden uzak tutarlar. Ancak almak zorunda oldukları şeyler vardır; onlar da kader ilminin geçmişte yazdığı şeylerdir.

Onlara en çok güçlük veren şey, dünyada kalmaları ve onda du­rup uzun ömür sürmeleridir. Dünyaya ait şeyleri almakta o kadar sıkıntı duyarlar ki. Olsa olsa o kadar olur. Hele dünyanın yalancı yetmelerine bakarken duydukları huzursuz hâl. Hiç tarif edilemez.

Kullara söz etmek için kötü duyguları atmak lazım. Kötü duygu ve nefsin istilâsında oldukça sözü bırak. Sözden ayrı ol. Bu bakım­dan kendini dilsiz bil. Allah dilediği zaman konuşursun. O, bir işi dilerse olması için sebepler yaratır. Konuşma zamanların gelince se­ni, ehlini meydana atar. Sizi yapacağınız iş için güçlü kılar. Yapan O'dur. Senin hükmün geçmez.

Nefsini, sözünü, bütün hâlini O'nun kaderine bırak. O'nun uğ­runa işler görmeye bak. Konuşmadan işlemeye koyul. Gösteriş yap­madan ihlâs sahibi ol. Şirk sahibi olmadan tevhid ehli ol. Anılmayı isteme. Şenlik arama, kimsesiz yerlere koş. Dışı bırak, içe dal. Hep iç dünyanla olmaya alış.

Ey niyeti bozuk, Hakk'a muhatap olmaktasın. Ve O'nu görür gi­bi konuşmaktasın. Her namazda: “Yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz.” (el-Fâtiha, 1/5)

Derken anlattığımız gibi yapmaktasın. “Yâ Rabbi, yanmadasın. Ey beni bilen ve bütün hâlime şahit olan, kulluğum Sana, yardım talebim Senden” demek istiyorsun.

Her zaman Hakk'a hitap ediniz. O'na hitabınız yalnız namaz vaktine inhisar etmesin. O'nun varlığını hazır bilin; kulluğunuzu o niyetle yapın. Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyuruyorlar: “Allah'ı görür gibi ibadet et; sen O'nu görmesen bile O seni görür.”



* * *



Ey evlat! Helâl yeyip içerek kalbini temizle. Rabb’ini bilirsin. Giy­diğini, yediğini ve kalbini temiz tut. Bu yoldan iç âlemi temiz olan­lar zümresine dâhil olabilirsin. Tasavvuf, safâdan gelir. Suf -kalın yün elbise- giymekten gelmez. Tam mânası ile sofi olan, kalbini Allah sevgisi ile doldurur. Başka sevgilere yer vermez. Bu hâl bir baş­ka hâldir. Kolay elde edilecek cinsten değildir. Elbise değiştirmekle ve renk sarartmakla olmaz. Omuz eğmek, bu hâli veremez. Geçmiş büyüklerin hikâyesini dil gürültüsü ile anlatmak bu hâle vardıramaz. Parmak aralarına tespih almak insanı o yola götüremez. O yola ile­ten şey, ancak sadık kalple Allah'ı aramak olur.

Bazı büyüklerin dilinden şöyle hikâye ederler: “Bazı gecelerimde mâna âlemine geçerdim ve şöyle münacat ederdim: ‘İlâhî, bana yararı dokunacak şeyi esirgeme. Bana yapacağın iyilik sana zarar vermez.’ Bu cümleyi tekrar ettim ve uyudum. Rüyamda şunları duydum: ‘Keza sen de benim zatım için sevimli işleri yapmaktan geri kalma. Zatıma yaramaz işleri yapmaktan kendini beri al.”

Allah'ın size gönderdiği Peygamber’e iyi bağlanınız. Ona bağ­lılığınız doğru olsun. O'na bağlılık, getirdiklerine uymakla olur. Pey­gamber’in emirlerini ne kadar iyi yaparsanız uymanız o kadar iyi olur. Dünyada Peygamber’in sözlerini tutup yaptığı işleri yaparsanız öbür âleme göçtüğünüzde ona arkadaş olursunuz. Allah Teâlâ'nın şu yüce kelâmını duymadınız mı? “Peygamber’in size yapmanız için getirdiği şeyi alınız, yasak
ettiği şeylerden kendinizi çekiniz.” (el-Haşr, 59/7)

Peygamber’in emirlerini tutunuz. Yasak ettiği şeylerden beri du­runuz. Bunu yaptığınız takdirde, Rabb’inize yakınlık kazanmış olur­sunuz. Dünyada kalbinizle yakın olursunuz, öbür âlemde ise, varlı­ğınız ve cesedinizle yakınlık duyarsınız.

Ey zâhidler, yaptığınız iyi şeyler nelerdir? Zâhidlik yapmakta­sınız. Ama nasıl? Neyinizle yapıyorsunuz? O'nun yasak ettiği şey­leri yapmaktasınız.

İndî, dar görüşünüzle istiklâlinizi ilân etmektesiniz.

İrfan sahiplerine uyunuz. Onlarla arkadaş olunuz. Onların hâli başkadır; sizinkine benzemez. Bilirler, iş tutarlar. Halka dilencilik için değil, nasihat için koşarlar. Sizin kalbiniz onlara meyletsin diye de yapmazlar. Kalbinizi Hakk'a çevirmekten başka gayeleri yoktur. Onlar, kalp yüzlerini Hakk'a çevirmişlerdir. O'ndan gayri şeylere ar­ka çevirirler.



* * *



Ey evlat! Kalbinle Allah'a dön. Bulunduğun makama başkası yerleşmeden bunu yap. Sâlih kişilerin hâlini anlatmak seni kurtara­maz. Onların güzel hâllerini anlatıp mest olmak sana ne getirebilir? Hâlin şuna benzer: Su almak kastı ile elini göle açık sokup çeken adamın elinde su kalır mı?

Yazık sana. Temenni kimi kurtardı ki, seni de kurtarsın? Te­menni ahmaklar çukurudur; onlar çukurda boğuldular. Sen onlar gi­bi olma. Peygamber (s.a.v) Efendimiz buyurur ki: “Bilhassa kuru temenniden sakınınız; o ahmaklar batağıdır.”

Sen, ehli olmadığın işleri görmektesin, sonra da hayır sahipleri­nin derecesini dilemektesin.

Ümitlere kapılıp çekinme duygusunu azaltan, manevî yoldan sa­par, sebebini sezmeden manevî duyguları sönmeye başlar. Çekinme duygusu çoğalan ve ümitsizliğe düşen, pişman olur. Kurtuluş yolu, ümit ve korkunun eşit yürümesidir. Peygamber (s.a.v) Efendimiz: “İman sahibinin ümit ve korkusu teraziye konsa, eşit olmalıdır.” buyurmakla, bize gerekeni en güzel bir şekilde anlatmıştır.

Süfyan-ı Sevrî (Allah ona rahmet eylesin) dünyada görüldü. Gö­ren sordu: “Rabb’in sana ne gibi işler yaptı?” O cevap verdi: “Haberim yok. Bir ayağımı sırat köprüsüne koyduğum zaman, öbürünü cennette gördüm.”

Ona selâm olsun. Hayrını, şerrini iyi bilirdi. Bilgisi tamdı. Öğren­diklerinin hakkını verirdi. Bilgi edinirken amel etti, bilginin hakkını verdi. Amellerinde ihlâs sahibi oldu, onun da hakkını verdi. Daima Hak Teâlâ'yı istediği için rızasını buldu. Peygamber’e uymakla onun da hakkını verdi ve rızasını kazandı. Allah ona rahmet eylesin. Bu rahmet diğer sâlih kullara da olsun. Bizi de Mevlâ’mız onlarla birlikte rahmet deryasına gark eylesin.

Peygamber’e uyan herkes bir eline Kitab’ı, öbür eline Sünnet’i al­malı. Aksi halde batar; hak yoldan sapar. Yolu Allah'a varmaz. He­lak olur. Kendi şaştığı gibi, diğer kulları da şaşırtır. Kitap ve Sünnet, hak yola ileten delillerdir. Kur'an Allah'a, Sünnet Peygamber’in arkadaşlığına götürür; ona salât ve selâm olsun.



* * *



Allah’ım, nefsimizle aramızı uzak kıl. “Dünyada bize iyilik ver, Âhirette yine iyilik ver. Bizi ateş azabından koru.” (el-Bakara, 2/201) Âmin!


***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Mesaj gönderen Ahmed »



26. MECLİS



Bu konuşma Ribât’ta yapıldı.

Konuşma tarihi: Hicrî 20 Zilhicce 545, Milâdî 1150.



Peygamber (s.a.v) Efendimiz’den şöyle rivayet edilir: “Musibetleri saklı tutmak, Arş hazinelerinden birine sahip ol­mak kadar büyüktür.”

Ey halka dert yanan ve Hakk'ı halka şekva eden, onlara yaptığın hu şekva, sana ne gibi bir fayda sağlar? Onlar sana fayda sağlaya­mazlar. Onlar kendi başlarına kimseye zarar da veremezler. Onlara itimat ederken, Hak kapısına ortak etmiş olursun. Onlar seni Hak kapısından uzak kılar. Hakk'ın gazabına bu yüzden çarpılırsın. Mev­lâ'dan kalbine perde inmesine sebep olurlar.

Ey bilgi iddiasında olan, bütün hâlinle cehaleti aramaktasın.

Dünyanı Rabb’inden gayri kimselerden istemektesin. Sıkıntı içine düştüğün zaman halka koşmakla eline ne girer ki?

Yazık sana, şu saldırıcı av hayvanı öğrendiğini yapıyor. Avını kimseye vermiyor, kendisi de yemiyor. Halbuki onun âdeti, bulduğu­nu kapıp yemektir. Bütün tabiî hallerini bir yana atarak öğrendiği şeyin gereğini yapmaya çalışıyor. Av kuşları da aynı şeyi yapmak­ta. Nefsin öğrenmeye daha layıktır. Vahşî hayvanlar güzel terbiye edilirken bir insan cevheri, irade ile nasıl yola getirilemez?

Ona bir şey öğret, fehmini aç. Anlayış kabiliyetini geliştir. Di­nini yeyip bitirmesine mâni ol. Hak Teâlâ'nın emanet ettiği şeye iha­net etmesin. İman sahibi için din, manevî varlığına et ve kan sayılır. Nefsini iyi terbiye etmeyenin ona bir şey teslim etmesi doğru olmaz. Her şeyi öğrettiğin zaman istediğini teslim et. Anlayışına ve kavra­yışına güvendiğin zaman ona her varını bırakabilirsin. Yine de kont­rol etmen yerinde olur; unutma. Her gittiğin yerde seninle olur. Alîm ve Halîm olan Allah tarafından gönderilene razı olur. Onun için, buğ­day içi ile arpa kepeğinin farkı yoktur. Nefsi için hiç bir haz almaz. Hırs ile yemek yemez. Aç kalır, susuz bekler, yine kimseden bir şey ummaz. Daima iyi işler ve Hakk'a kulluk için kendini atar. Tabiî olan kötü dileklerini unutur. Cömert olur. Gönlünü dünyaya kaptır­maz, öbür âleme hasret çeker. Az zaman böyle gider, sonra âhireti de bırakır. Mevlâ'ya koşar. Ona sırrı ile varmak ister. Kalbi de alır, Hak Teâlâ'nın kapısına gider. Artık geçmiş hüküm kendini gösterir. Ve o hüküm dile gelir. Şöyle der: “Ey yemeyen ve içmeyen, burada ye ve iç.”

Aklı başında olan hasta, yalnız doktorun verdiğini yer ve tavsi­ye ettiği ilâcı alır. Onun terbiyesinde ve gösterdiği yolda kendini te­davi eder. Gerek doktorun yanında, gerekse olmadığı zaman, nefsi­nin isteklerine kapılmaz.

Ey hırsa kapılan, o yiyecek ki sana yazılmış, senden başka kim yiyebilir? O elbise ve o binek ile alacağın o kadın sana yazılmış ise, senden başka kim onu alabilir? Hırsı bırak; acele etme.

Bu cehalet neye? Sebatlı halin yok. Aklın ermiyor. Allah'ın vaa­dine inanmıyorsun. Ey muhtelif işlerde çalışan zat, zengin, sâlih bi­rine iş gördüğün zaman ücret bekleme. Edebini bozma. Sen, edebini bozmadan terbiyeni muhafaza edersen daha iyisini, daha güzelini ve daha fazlasını bulursun.

O zengin ve cömert adam, sende hırs ve bir talep görmediği za­man, birlikte çalıştığın arkadaşlarından ayırır ve seni hepsinden üs­tün tutar, her türlü rahatını temin eder.

Hak Teâlâ, itiraz edenlere sahip olmaz. Her işte nifak çıkarmak­ta olanlara bakmaz. O’nun sahip olduğu ve baktığı kimseler, edepli ve itiraz bilmeyen kimselerdir. İçi sakin, dışı hoş olanlar, Hak Teâlâ ile sohbetini devam ettirir.

Gelmekte olan hâdiselere boyun eğenin, ilâhî âlemde sohbeti de­vam eder. Allah'ı tam bilen ve O'na irfan duygusu besleyen, her an O'nunla olur. Başka sevdiği yoktur. O'na uyar, O'ndan dirlik alır, başkalarına karşı duygularını öldürür. İrfan sahipleri, hep Allah'ın zatı ile olmaktadırlar; sıfat ve isim tecellilerinin zuhuru olan geçici şeylere uymazlar.



* * *



Ey evlat! Konuştuğun zaman iyi niyetle konuş. Sustuğun zaman, kalbinde iyi duygu besle. Niyeti amelden önce bilmeyen adamın yap­tığı işler eksiktir. Sen, susmuş olsan veya konuşsan, yine de günah işlemiş olursun; çünkü niyetin bozuk. Söz etmen ve sessiz durman, Peygamber’in sünnetine uymuyor.

Bir hâl değişikliğinde ve rızık darlığında hemen Hakk'a karşı hâ­liniz değişiyor. Hele gelecek bir şeyin ipi kopup kırılsa, hemen küfür yolunu tutuyorsunuz. Dünyada hemen hemen her şey ölçülü ve mu­ayyendir. Sana bir nimet gelirse, diğer kimsenin elinden çıkmış sa­yılır. Bir gün de senden alınır, başkasına verilir. Ne hepsi senin olur, ne de daima bir şahsın elinde kalır.

Kendinizi hükümdar gibi görüyorsunuz. Allah sanki sizin keyfi­nize göre hareket edecek! “Niçin yaptın? Şunu yapma! Bunu yap!” gibi emirler verecek­siniz O'na öyle mi? Hâşâ!



* * *



Ey Âdemoğlu, sen kimsin? Ne değerin var? Kokmuş bir sudan yaratıldın. Halini düşün. Rabb’ine tevazu göster. O'na karşı boynu eğik ol. Takva sahibi ol. Aksi halde kerim olman kabil olmaz. Allah katında güzelliğin kaybolur. Salih kullar da, takvan olmazsa senden hoşlanmazlar. Dünya böyledir; hep hikmet doludur. Âhiret daha baş­ka olur; kudret âlemi orada başlar.



* * *



Ey cemaat! Sizi terbiye edecek zatlar lazım. Siz Hakk'a vekâlet etmektesiniz. Bundan haberiniz var mı? Akıllı olunuz. Kalp gözle­rinizi açınız. Bulunduğunuz makamı idrâk ediniz. Her hâliniz ölçülü olsun. Meselâ: Evinde bir topluluk bulunan, önce söze başlamasın; söz edecek olursa çoğu cevap mahiyetinde olsun. Boş şeyleri konuş­maktan çekinsin.

Tevhid ilmini edinmek farz, helâl bulup yemek farz, Allah için yapılan işlere karşılık beklememek farzdır.

İçi dışına uymayan fâsık kişilerle olma. Salih ve düzenli iş eden­lere koş. Karışık bir durumda olursan, sâlih ile nifaklı kişiyi ayırt edemeyecek hâle düşersen Allah'a yalvar. Oturduğun yerden hemen kalk; gece olsa, daha iyi olur. İki rekât namaz kıl, sonra yalvar: “Yâ Rabbi, kulların arasında olan sâlih kişileri bana buldur. Sana varmama delil olanı bana göster. Manevî sofrandan yememe vesile ver. Manevî susuzluğumu, sonsuz denizinden kandıracak zatı bana bildir. O zat gözlerimi, yakınlık nurunla sürmelesin. Taklitçi olmayarak ayan beyan nurunu gördüreni bana haber ver.

Allah yoluna canları ile girmiş olanlar, Allah'ın fazlından yer ve ülfet şarabını içerler. Hakk'ın yakınlığı kapısında hazır dururlar. Yalnız haberle yetinmezler. Çalışır, çabalar, sabırlı olarak sefere çı­kar, her şeyi olduğu gibi görürler. Yaratılmışları geçer, ötelerin öte­sine varırlar. Rab’lerine vasıl oldukları zaman edep, ilim ve hikmet öğrenirler. Çeşitli bilgilere vakıf olurlar. Yerde ve gökte Mevlâ’dan gayri bir şey olmadığını o dem öğrenirler. Veren, vermeyen, hareket ettiren ve sakin bırakan, O'ndan başkası değildir. Takdir eden ve hü­küm veren O'dur. Aziz eden ve zelil bırakan, bir şeyi diğerine sataş­tıran ve uysal kılan yine O'dur. Bu hâle erince o büyükler her şeyi kolay anlarlar. Çünkü kalp gözüyle Hak katında olanları görürler. Dış gözlerini de o yola vermeye çalışırlar. Dünya onların yanında hiç kalır, mülkünü görmezler bile. Ne bir ölçüye vurur, ne de tartmaya kalkarlar.



* * *



Ey cemaat! Takvayı terk ettiniz; bu halinizden hemen dönünüz. Takva gönüllere şifa verir. Onu terk, ruhu hasta eder.

Kendinizi tevbe etmeye alıştırınız. Tevbe ilâçtır. Günahlar ise mikrop çıkarır. Peygamber (s.a.v) Efendimiz bir gün ashâbına şöyle hitap etti: “Ayık olunuz, size hastalığınızı ve onun şifasını öğreteceğim, is­ter misiniz?” Ashâb; “Evet, evet” dediler. Peygamber (s.a.v) Efendimiz devamla buyurdular ki: “Hastalığınız, günah sebebi ile gelir. Ona şifa olan da tevbedir.”

Tevbe, imanın ayrılmaz eşidir. Zikir meclislerine devam etmek ve Hakk'a muti olmak, iman hastalıklarına şifa olur.

İman dili ile tevbe ediniz, felahı bulursunuz. Tevhid ve ihlâs dili ile konuşunuz, size felah gelir. Allah Teâlâ tarafından bir âfet gel­diği zaman imanla kendinizi müdafaa ediniz. İman, elinizde bir silâh olsun.

Allah'ım, onlara gösterdiğini bize de göster. “Dünyada iyilik ver. Âhirette iyilik ver. Ve bizi ateş azabından koru.” (el-Bakara, 2/201)

***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Mesaj gönderen Ahmed »



27. MECLİS



Bu konuşma Cuma sabahı medresede yapıldı.

Konuşma tarihi: Hicrî 7 Cemâziyelâhir 545, Milâdî 1150.



Akıllı ol. Yalancı olma. Allah'tan korktuğunu söylüyorsun; fakat halktan biri seni tehdid etse korkuyorsun. Hiç kimseden korkma. İn­sanlar sana bir şey yapamaz. Cin tayfasından çekinme, sana zarar­ları dokunmaz. Dünya azabından korku duyma. Öbür âlemin sıkıntısından üzüntü çekme. Azabı yapacak kudret sahibinden kork. Si­lahtan korkma, onu atacak elden kork.

Aklı başında olan, kulların dil uzatmasına üzüntü duymaz. Al­lah yolunda akıl sahibi, ondan gayri şeylerin sözünden üzülmez. O insan bilir ki, yaratılmışların cümlesi Hak katında aciz ve perişan­dır. Hepsi O'na muhtaçtır.

Bu anlatılan hâli bulan kul ve bilgisinden faydalanılan büyük insanlar, İslâm dininin hakikatine ermiş olanlar, din doktorlarıdır.

Ey İslâm dinini yıkmak isteyen, hastalığını onların vasıtası ile tedavi et ve Hakk'a koş. Bulunduğun hastalıktan seni o kurtarır. Se­nin bu yıkma hareketin hastalık doğurur. O zatlar ise, şifa yağdırır. O büyük insanlar, sana yarayacak olan şeyleri iyi bilirler.

Yaptığı işleri için Allah'a çıkışma. Çıkış yapacaksan nefsine yap. Kötülenecek biri varsa, o da nefsindir, ona söyle. İyilik, yumuşak başlı kimseye yapılır. Kötülük, dik kafa ve isyan eden kişiye olur.

Allah, hayır dilediği kulunu kendi yoluna bağlar. Sabra koşarsa yükseltir. Bağlarını çözer, semaya çıkarır. İyilik verir, imanı kuvvet bulur.



* * *



Allah'ım, belasız olarak bize yakınlığını ver. Kaza ve kaderin hükmü anında, bize lutfeyle. Şerli kişiler ezmek isterken bize yetiş. Kötü kimseler, bizi yıkmaya gelirken yardım eyle. Nasıl istersen ve ne zaman dilersen bizi esirge. Din işlerinde yaptığımız hatalar için bizi affeyle. Dünya ve âhiret işlerinde bize afiyet ihsan eyle. İyi işle­ri başarmayı istiyoruz. Bütün işlerde bize ihlâsı nasib eyle. Âmin!



* * *



Bir gün Bayezid-i Bistamî oturuyordu. İçeri biri girdi. Sağa ve sola bakmaya koyuldu. Niçin baktığı soruldu, namaz kılmak için te­miz bir yer aradığını söyledi. Bayezid ona döndü ve şöyle dedi: “Pisliğin görülmediği her yer temizdir. Yalnız, kalbini temiz et. İstediğin yerde namaz kılmaya başla.”

İhlâs sahibi olanlar, riyadan korkarlar. Bu bir akabedir. Bu an geçtikten sonra riya ortadan kalkar. Çünkü her varlık Hakk'ın olur. Riya yapacak kimse kalmaz.

Gösteriş, için dışa uymaması hâli, kendini beğenmek, şeytanın oklarındandır; o bu okları kalbe atar ve yaralar.

Büyük insanları dinleyiniz. Hakk'a götüren yolu onlardan öğre­niniz. Büyük yolun yolcuları onlardır. Onlara nefsinizin kötü halle­rini sorunuz. Şahsî arzu ve tabiî isteklerin kötü durumlarını onlar­dan öğreniniz.

O büyükler, başlarına gelecek belayı bildiler. Nefsin kötülüğünü anladılar. Bu yüzden etrafı bırakıp kendi hallerine düştüler. Hayli zaman öyle kaldılar. Nefis canibinden gelen arzuya yıllarca uzaklık duygusu beslediler. Böylece ona galip geldiler; nefislerine hâkim oldular.

Şeytanın üflemesine aldanma. Nefisten bir ok atılırsa yıkılma. O kendi oku ile atar. Ve ancak onun yoluna girersen ok sana değer. Nefsin yoluna girmeyene ok değmez. Malûm şeytan, ancak insan şeytanları vasıtası ile kötülük yapar. Nefis ve kötü arkadaştan Al­lah'a sığın; yardım iste. Bu kadar düşmanla baş edemezsin, ondan daima yardım talep et. O yardımını esirgemez. Hakk'ın yardımını varlığında sezer, manevî bir kuvvete sahip olursan, hemen çık; hal­ka koş, nefse yanaş ve şöyle de: “Topunuz birden geliniz; bana zarar veremezsiniz.”

Yusuf (a.s) Peygamber, mülk sahibi olup kuvvet kazanınca bü­tün hane halkını yanına çağırdı.

Mahrum, Allah'tan yardım bulamayandır. Asıl zavallı, dünyada ve âhirette Allah'a yakınlık duygusunu kaybedendir.

Geçmişte, kullara gönderilen kitapların bazısında, şöyle buyrulmuştu: “Ey âdemoğlu, sana sahip olmasam her şey senden el çeker.”

Hak Teâlâ senden neden el çekmesin ki? O'nun her işine itiraz ediyorsun. O'ndan daima kaçıyorsun. İman sahiplerinden geri dur­duğun yetmiyormuş gibi, bir de eziyet ediyorsun. İşlerin, iman sahip­lerini üzmekte, onları incitmekte. İçinle ve dışınla onları kırmak­tasın. Yaptığın işin kötülüğünü Peygamber (s.a.v) Efendimiz’den din­le: “İman sahibine eziyet etmek, Beytü’l-Mamur'u ve Kabe'nin yapılmışını on beş defa yıkmaktan günah itibarı ile daha büyüktür.”

Yazık sana. Ey durmadan Allah adamlarına eziyet eden, yuka­rıdaki büyük sözü iyi dinle ve anla. Peygamber’in yüce kelâmını iyi dinle. Eziyet ettiğin kimseler, sâlih kimselerdir. Onlar, Allah'a iman etmiş insanlardır. O'nun varlığına iman sahibi olmuşlardır. O'na dayanan ve O'na itimat eden, onlardır. Yakında öleceksin. Malın geri kalacak, bulunduğun evden atacaklar, öğünmekte olduğun mal, se­ni hiç bir sıkıntıdan kurtaramayacak.

***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Mesaj gönderen Ahmed »



28. MECLİS



Bu konuşma Ribât’ta yapıldı.

Konuşma tarihi: Hicrî 9 Cemâziyelâhir 545, Milâdî 1150.



Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in bir hadîs-i şerifini şöyle anlatır­lar: Bir gün Peygamber Efendimiz’in huzuruna biri geldi ve “Seni Allah için seviyorum.” dedi. Şu cevabı aldı: “O halde, fakri gömlek gibi giy. Belaya sarıl. Öbür âlemde beni bulmak, benimle olmak için yaptıklarımı yapmalısın. Sevginin baş şartı; uymaktır.”

Hz. Sıddîk, Peygamber (s.a.v) sevgisine sadık idi. Bütün malını Peygamber yoluna harcadı. Peygamber’in sıfatına büründü. Hak ka­pısında Peygamber'e eş oldu. Her şeyi dağıttığı zaman, kendisine sa­rınacak bir aba kalmıştı. Çocukları için, Allah ve Peygamberi’nden başka hiç bir şey ayırmadı. İçini ve dışını Peygamber'in hâline uydurmuştu.

Sana gelince, yalancısın. İyi insanların sevgisi para ile ölçüle­mez. Onların karşısına paranı, altınını çıkarmaktasın. Bu hâlinle on­lara yakınlık iddia ediyorsun. Onlara yakın olmayı diliyorsun.

Aklını başına al. Bu sevgi yalandır. Seven sevdiğinden bir şey esirgemez. Sevilen her şeye tercih edilir. Fakr hâli Peygamber (s.a.v) Efendimiz’den ayrılmazdı. Bu sebeple şöyle buyurmuştu: “Fakr hali, beni sevenlere, selden daha çabuk varır.” Hz. Âişe'nin şu sözü önemlidir: “Peygamber hayatta iken dünya bize gülmedi. Daima darlık ve sıkıntılı oldu. Peygamber’in öbür âleme göçünden sonra üzerimize çöktü.”

Peygamberimiz’in sevgisini kazanma şartı fakr hâlidir. Allah sev­gisi için de bela şarttır. Bazı büyükler şöyle der: “Her velayet hâlini bela takip eder.”

Sebebi, boş yere Allah sevgisi iddia edilmeye. Öyle olmazsa, ri­yakâr ve münafıklar da Allah sevgisi iddia eder; belki de davalarını kazanabilirlerdi.

Boş davadan dön. Yalan işleri bırak. Kendi başına tehlikeler çı­karma. Şayet bir dava açmak istiyorsan, ispatlı, delilli olsun. Aksi hâlde ne bizden olursun, ne de davayı kazanabilirsin.

Altın işlerinden anladığını iddia ederek övünme. Sonra pişman olursun. Utandırırlar; bir şey sorarlar, bilemezsin.

Yılan ve yırtıcı hayvanlarla uğraşma. Onlar seni perişan eder. Eğer Havva isen yılana yanaş. Kuvvetine güveniyorsan, yırtıcı hay­vanlarla dalaş.

Allah kulda doğruluk ister. O'na varmak isteyene marifet nuru gerektir. İrfan sahiplerinin kalbine marifet güneşi doğmuştur. O gü­neş gece ve gündüz sönmez. O güneşe sahip olanlar doğru olurlar.



* * *



Ey evlat! Münafıkları bırak. Allah'ın azabına kendini atmak is­teyenlerden uzak ol. Aklını başına al. Zamane insanlarının çoğun­dan uzak dur. Onlar elbise giymiş kurtlara benzerler. İyi insanlar azdır.

Fakr aynasını al, hâline bir bak. O aynada sana ve diğerlerine ait ayıbı görme hassasını Allah'tan dile.

Sana her şeyi bildiriyorum. Halkı ve Hâlık'ı anlatıyorum. Şer, yaratılmışların yanındadır. Hayır, Allah katındadır. O'na göre şer yoktur.

Allah’ım, bizi yaratılmışların şerrinden koru. Dünya ve âhirette senin hayrını ver.



* * *



Her şeyi sizin için arıyorum. Bana bir şey gelmese de olur. İpimi kuyuya salarım; oradan çıkanı size veririm; ben almam. Beni zengin edecek şeyim var. Sizden hiçbir şey talep etmiyorum.

Bana göre çalışmak vardır. Çalışamayacak olursam, tevekkül ederim. Sizin getireceğinize bakmam. Getirmenizi zaten beklemem. Nifak sahipleri sizi bekler; Allah'a güvenmez, sizin vereceğinize da­yanır. Allah'ı unutur. Yaratan’a itimat etmez.

Bana böbürlenmeyin, yeryüzünde olan bütün varlığı tecrübe ede­bilirim; buna gücüm yeter. İyinizi kötünüzü ayırt edebilirim. Allah'ın verdiği basar kuvveti ile bunu yapmaya güçlüyüm. Allah beni bu iş­lere ehil kılmıştır.

Kurtuluş istiyorsan, örsümün üstüne yat. Çekicimin vuruş ses­leri ile nefsin, şeytanî duyguların ve sana tesir eden şeytanî kuvvet­lerin beynine sesleneyim. Düşmanlarını korkutayım. Kötü arkadaş­larını kaçırayım.

Bu düşmanları yenmek için Allah'tan yardım isteyiniz. Onlara sabırla karşı koyan, yardım kazanır. Varlığını onlara teslim eden, re­zil ve rüsva olur.

Afetler çoktur; fakat onu indiren bir tanedir. Hastalık sayılama­yacak kadardır; ama onun doktoru bir tanedir. Ey nefisleri hasta olanlar. Varlığınızı doktora teslim ediniz. Sizi tedavi ederken onu it­ham etmeye kalkmayınız. Onun kadar şefkatli olamazsınız. Sizi in­citmeden tedavi eder. Nefsinizi o doktor kadar korumanız kabil de­ğildir. O Aziz tabibin önünde dilinizi tutunuz. Ona taarruz etmeyiniz.

O'na teslim olduğunuz takdirde dünya ve âhiretin hayrını bulursu­nuz.

Allah yolcuları tam bir dehşet, tam bir sükût ve tam bir sessiz­lik içindedirler. Bütün çabalamaları, bunlara ermek içindir. Aradık­larını bulduktan sonra, Mevlâ dilerse onları konuşturur. Bazen ko­nuştuklarından haberleri bile olmaz. Allah kıyamet günü, kuru varlıkları konuşturduğu gibi onları da konuşturur. Hak konuşturursa onlar da konuşur. Hak tarafından verilirse onlar alır. Allah açarsa onlar da açılır. İç varlıkları meleklere kalbolur. Melekler hakkında buyrulan; “Allah'ın emrine isyan etmezler. Ne emir verilirse hemen yaparlar.” (et-Tahrîm, 66/6) mealindeki âyet-i kerime, bir bakıma onların hâlini anlatan bir şahit... Meleklere katılmaları bu yüzdendir.

Öbür yüze bakılırsa, daha üstün oldukları gözükür. Çünkü ilâhî bilgileri daha çoktur. Marifet hâlleri daha yücedir. Melekler onlara hizmetçi olur. Onlara uyar ve onlardan faydalanırlar. Kalpleri hik­metle doludur. Kalpleri bekçilerle çevrilidir. Herhangi bir darlık ge­lecek olsa, dış duygularına tesir eder, bünyelerini yıkabilir; ama kalp âlemlerine asla varamaz.

Onların derecesine çıkmak arzusu besliyorsan, İslâm dininin ha­kikatine ermeye bak. Sonra günahları bırak, iç âlemde ve dış âlem­de yapılan bütün suçlara pişman ol. Sonra, şifa verecek vera -şüp­helileri bırakma- hâline koş. Daha sonra dünyanın helâl ve mubah işlerine de gönül kaptırma. Sonra Allah'ın fazlı sayesinde zâtına ya­kın olmakla zengin olmaya bak. Zaten Hak zenginliğine erdiğin za­man fazl ve ihsan seni kuşatmış olur. Kısmet ve lütuf kapıları sana kendiliğinden açılır. Dünya bazen üzerine kapanır; bazen de bütün varlığı ile sana gelir. Bu hâl dünyada kaldığın müddetçe devam eder.

Velî kulların hepsinde bu hâller tecelli etmez. Pek azları bu hâ­le erer. Erenler, ilim ve takva yönünden doğru oldukları için ererler, Hakk'ın zâtından gayrisi ile uğraşmazlar. Bunların çoğuna dünya tamamen kapalıdır. Eğer onlara dünya verilmiş olsaydı, zaten eremezlerdi. Dünyaya kapılır, Hakk'a hizmetten geri dururlardı.

Allah, velî kulların, zâtından fariğ olmalarını istemez. Dünyalık kapışmayı ve dünya ehline karışmayı Allah onlara nasip etmemiştir.

Büyük velîlerin, dünyaya kapılıp azanı azdır. Onlara göre dün­ya diye bir şey yoktur. Dünyanın her şeyi ile uğraşırlar; ama onun hükmü altına girmezler.

Dünyanın, peşi sıra koşup gittiği nebiler arasında, Peygamber (s.a.v) Efendimiz de vardı. Dünya her şeyi ile ona koştu; ama o, hiç­birine iltifat etmedi. Hakk'ın hizmetinden geri durmadı. Dünyanın hiç bir şeyine bakmadı. Tam bir zühd ve çekinme hâli taşıdı. Yeryüzünün hazineleri emrine hazır olduğu zaman onu reddetti ve “Yâ Rabbi, beni Sen’den başka şeyi olmayan miskinlerle yaşat, onlarla öldür ve onlarla kıyamet günü dirilt!” diye duada bulundu.

Zühd sahibi olmak büyük bir iştir; onu yapmaya kolay kolay güç yetmez.

İman sahibi hırs ağırlığından kurtulmuştur; çünkü bir şeye has­ret duyarak abanmaz. Aceleci de değildir. Kalbi her şeye karşı bir çe­kinme duygusu besler. İç âlemini dünyaya kaptırmaz. Allah'ın emri­ne girer. Bilir ki, kendisi için ayrılan başkasına gitmez; bu sebeple nefsin istekleri peşinde koşmaz. Dünyaya dair istekleri arkaya atar. Yaptığı tâat için Allah'tan kabul diler.



* * *



Ey evlat! Allah yoluna girmek için iman sahibi olman lâzım. Orada sebat için de ikana sahip olmalısın.

Bu yola girmek istediğin zaman evvelâ dış varlığını korumak için örtüye, iç âlemini esirgemek için de imana muhtaçsın. Mekke -Hac- yoluna gitmek böyle değildir. Oraya gitmek için iman sahibi olmak, sonra para saklamak için çanta gerek. Anlatmak istediğim yol, dış varlık için örtü, iç varlık için de iman ister. Bu yolun hem önü, hem de sonu vardır. Başka yollara benzemez.

Süfyan-ı Sevrî'yi anlatırlar: İlme başladığı sıralarda, cebinde bir para çantası taşırdı. İçinde beş yüz altını vardı. Bir taraftan ilme ça­lışır, bir taraftan da muhtaçlara dağıtırdı. Parayı severdi. Ara sıra elini para çantasının üzerine koyar, şöyle derdi: “Sen olmasaydın bizi ezmeye çalışırlardı.” İlmi bitirip irfan sahibi olduktan sonra, paraya kıymet vermedi. Elinde ne varsa hepsini muhtaçlara dağıttı, pişmanlık duymadı. Ve şunları söyledi: “Gökleri demir kaplasa da yağmur yağmasa, yer taş olsa da bitkisi bitmese, yine de rızık hususunda üzüntü duymam. Şayet bir talepte bulunursam, imanım yok olur.”

İmanın kuvvet buluncaya kadar çalış ve sebeplere yapış. Sonra sebepleri bırak, onları Yaratan'a koş. Peygamberler çalıştılar, borç ettiler, sebeplere yapıştılar. Bunları ilk zamanlarda yaptılar. Sonra tevekkül ettiler. Çalışmakla tevekkülü birleştirdiler. Her şeyin bir il­ki, bir de sonu olur. Yolun bir dışı, bir de içi vardır.

Ey mahrum, çalışmayı bırakma. Tevekkülü de elde et. İnsanla­rın elindekine göz dikersen iman sahibi olamazsın. Kudret sahibinin nimetlerini bilmemezlik olur. Allah sana darılır, öz varlığından uzak­lara atar. Çalışmayı bırakıp halkın vereceği küçük şeyleri ummak âfet sayılır.

Süleyman Peygamber mülkünden uzaklara atıldığı zaman, Allah bir çok şeyle onu iptilâ etmişti. Onlar arasında, kullardan bir şey talep etmek de vardı.

Süleyman Peygamber, kendi diyarında iken çalışır, yerdi. Uzak­lara atılınca rızık yolları ceza olarak başka taraftan verilmeye baş­landı.

Allah yolcularının darlığı geçmez. Sancıları dinmez. Gözleri ay­dın olmaz. Musibetleri eksik olmaz; ta Hak Teâlâ'ya kavuşuncaya kadar. Hak Teâlâ'ya kavuşmaları iki yönden olur: Biri dünyada, öbürü âhirette. Kalp ve sır âlemi ile dünyada Hakk'a vasıl olan az­dır. Âhirette bütün varlıkları ile O'na kavuşurlar. Kavuşan rahat ve huzura erer. Ama önceleri, ağlamakla sızlamakla geçer.



* * *



Ey evlat! Nefsine helâl yedir. Temiz lokma aldır. Onun kibrine sebep olan haramı aldırma; sonra kibirli olur. Kendini beğenir, ede­bini bozar.

Allah'ım, Zâtını bize bildir ki, seni öyle bilelim. Âmin!

***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
alemgir1888
Üye
Üye
Mesajlar: 40
Kayıt: 26 Nis 2009, 02:00

Mesaj gönderen alemgir1888 »

İrfan sahiplerine uyunuz. Onlarla arkadaş olunuz. Onların hâli başkadır; sizinkine benzemez. Bilirler, iş tutarlar. Halka dilencilik için değil, nasihat için koşarlar. Sizin kalbiniz onlara meyletsin diye de yapmazlar. Kalbinizi Hakk'a çevirmekten başka gayeleri yoktur. Onlar, kalp yüzlerini Hakk'a çevirmişlerdir. O'ndan gayri şeylere ar­ka çevirirler.

Allah Allah

Allah onlardan vesile olanlardan razı ve memnun olsun.
İŞİ DÜZGÜN OLANIN İÇİDE DÜZGÜN OLUR

AĞACIN KALİTESİ VERDİĞİ MEYVEDEN BELLİ OLUR
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Mesaj gönderen Ahmed »



29. MECLİS



Bu konuşma medresede yapıldı.

Konuşma tarihi: Hicrî 11 Cemâziyelâhir 545, Milâdî 1150.



Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur: “İslâm dinini kabul etmiş biri, herhangi bir şahsa zenginliği için saygı gösterirse dininin üçte ikisi gider.”

Ey münafıklar, bu yüce kelamı işitiniz. Bu hadîs-i şerifte belir­tilen saygı, sadece önünden kalkmak mânasını taşır. Ya orucunu, na­mazını ve haccını zengin kişiler için yaparsa ne olur? Ya akşam sa­bah o zenginlerin eteğini öpen dindarlara (!) ne buyrulur?

Ey müşrikler, sizin ne Peygamber’den haberiniz var, ne de onun kelamından. İslâm olunuz ve günahlarınıza tevbe ediniz. Ancak imanınızı hâlis tevbe kurtarır. İkan duygunuz, o zaman büyür. Tevhid haliniz gelişir; bütün varlığı ile sizi Arş'a çıkarır.



* * *



Ey evlat! İman bahçene bakar, ağaçlarını büyütürsen, Hak seni maddî varlığından alır. Artık ne kendi dış varlığına, ne de başkala­rına ihtiyaç arz edersin. Ve çalışmanın, kazanmanın hakikî yolları­nı öğrenirsin; hiç birinde hakikî tesir görmezsin.

Seni Hak doyurur. Kalbini ve sırrını da nurla doldurur. Kapısı önünde oturtur, zikir, ülfet hâlleri ile zengin kılar. Yakınlığı sayesin­de kimseden bir şey talep etmez olursun.

Dünyadan bol nasip alıp onunla meşgul olana bakma. Elinde maddî varlık taşıyana göz atma. Senin bakışların onun içine ağırlık verir. Her bakışında elimde olanı alacak diye çekinir, ruh sıkıntısına düşer, ayrıca onu üzüntüye soktuğun için hata etmiş olursun.

Ey bilgi iddiasında olan, dünya ehlinden mal talep eden ve bil­gisini paraya çeviren! Allah, seni bildiklerinle batırıyor, ilmin bere­keti senden gitti. Özün çürüdü, kabuğu kaldı.

Ve sen ey Hakk'a kulluk eden, halbuki kalbin kullara bağlı. On­lardan bir şeyler bekliyor, herhangi bir isteğini vermezler diye kor­kuyorsun. Dıştan Allah içinmiş gibi görülen kulluğun, içten halk için oluyor. Her arzun ve çaban, kulların elindekine göre. Onların elinde bulunan saman çöpü kadar kıymetsiz şeylere tenezzül ediyor­sun. Onların övmesini, yüceltmesini bekliyorsun. Onların kötüleme­sinden ve seni bırakıp gitmesinden çekiniyorsun. Elindekini alırlar diye titriyorsun. Onlardan alacağın bir şey için, sabahlara kadar uy­kunu kaçırıyorsun. Ümitlerini o kadar uzatıyorsun ki, hile yapmaya mecbur kalıyorsun. Kapılarına gittiğin zaman, içinden gelmediği hâl­de ince ve yumuşak konuşuyorsun. Sebebi; sana bir şeyler versinler.

Yazık sana, için bozuk olmuş. Hep gösteriş peşindesin; din yoluna girişin babadan kalma gibi. Kendini İslâm'ın emirlerine veremi­yorsun.

Kalplerde dönüp dolaşanı bilene karşı büyüklük satana yazıklar olsun. Hain göz taşıyana yazıklar olsun. Dilinde; “Allah, en büyüktür.”, kalbinde; “Hayır, yaratılmışlar daha büyüktür.” diyene yazıklar olsun.

Kalbinde böyle şeyler varsa dön. Tevbe et. İyi işleri sadece dün­ya için yapma. Halka gösterişe kalkma. Yalnız Allah'ın pâk vechini dileyenlerden ol.

Yaratıcılığın hakkını öde. Övülmek için iş yapma. Vermek, al­mak ümidini gönlünden at.

Rızkın azalmaz ve çoğalmaz. Hakkında hükmedilen, hayır ve şer gelecekse gelir. Bunları düşünüyorsan, yazık.

Hırsını azalt. Ümitlerini kıs. Ölümü göz önüne al. Bunları yapar­san ıslâh olursun. Bütün hâlinle dinî emirleri yerine getirmeye ça­bala.

Ey cemaat! Yanımızda İslâm dinine uyan bir hâliniz kalmadı ki. Onu, zahirde elinizden bıraktınız. İç âleminize zaten geçemediniz. Nefsin hilesine kandınız. Allah'ın hilmine aldandınız. Her gün biraz daha dinden uzaklaştınız. Allah Teâlâ Hazretleri'nin hilmi sayesinde bu âlemde gazaba da uğramadınız. Bir gün burayı bırakır, öbür âleme göçerseniz. O gün Mevlâ her yanınızdan tutar, azaba atar.

Ölüm gelir, kabre inersin. Oranın sıkıcı darlığına uğrarsın; be­lânı bulursun. Oradan kolay kurtulmak yoktur. Kıyamet kopmayınca oradan çıkarılmazsın. Kıyamet oldukta sana haber gelir; kalkar, kör pişman gidersin. İğneden ipliğe hesaba çekilirsin. Saati ve daki­kası ile her yaptığın işin hesabını verirsin.

Sen, boş bir put gibisin; kuru deriden ibaretsin. Ne mânan var ki? Kuvvetin de yok. Yalnız ateşe yararsın. Kulluğuna bakılsa ihlâs yok. Halbuki ihlâs ibadetin ruhudur. Ruhsuz olan şey Hakk'a ya­ramaz. Yaptığın kullukla birlikte ateşte yanacaksın. Yalnız yanmak­la olsa neyse; ayrıca yapılan sitemli çıkışların verdiği sıkıntı da ca­ba. İhlâsla yapılmayan hiç bir şeyin faydası olmaz; bunu iyice bil.

Sen çalışan ve istediğine erensin; ama neye? Dünyada bol bol ça­lışıp yorulan, boş yere kendini yorduğu için de öbür âlemde ateşe atılan. Ancak tevbe seni kurtarabilir, ölüm gelmeden, tevbe et, kurtul.

Tevbeni iyi yap. İhlâsa sarıl. İmanını tazele, Allah'a dön. Ölümün gelmesini bekleme, ölüm anında bütün kapılar yüzüne kapa­nır; tevbe etmeye gücün yetmez olur.

Allah'ın ihsan kapısı kapanmadan önce, kalp adımlarınla Allah'a açıl. Allah'ın ihsan kapısı kapanırsa, nefsin sana yük olur. Malın ağırlık verir. Kuvvet işe yaramaz bir yük olur. Elinde bulunan hiç bir şeyin yararını göremezsin.

Altınların sana put oldu. Bütün düşüncen paraların. Bunlara dalıp Hakk'ı unuttuğun için yakında fermanın verilir. Bu hâlinden utanmaz mısın, yazık sana?

Dükkanını ve malını, çocukların rızkı için çalışma vesilesi yap. Çalışırken din emirlerini unutma. Sakın, malın ve dükkânın tesirini görme. Kalbini Allah'a bağla. Tevekkül sahibi ol.

Senin ve çocukların rızkını Allah'tan dile. Çalışmanda da fazla bir tesir görme. Sen bir vesilesin. Kalbini Allah'a verirsen, yakınlık bulursun,; Hak'la ülfet edersin. Kalbin zengin olur. Yavruların gözü tok olur. Her ümit kalbine verilir. Ve denir; “Şu sana, şu da çocuklarına.”

Bugün şirk içindesin. Anlattığımız makama bu hâlinle eremez­sin. Dünyanın topunu verseler gene doymuyorsun.

Kalbini kilitle. Yabancı her şeyin ona girmesi ümidini kes. Ora­ya yalnız Hak Teâlâ'nın zikrini koy, yeter.

Yaptığın hatalar için tevbe üstüne tevbe et. Kötü işlere cesaret ettiğin ve kötü edebin için pişmanlık üstüne pişmanlık duy. Kötü iş­lerine ağlamayı arttır. Elinde mal varsa, biraz fakirlere dağıt. Ya­kında onları bırakıp gideceksin. Dünyadan göçeceğine inanan iman sahibi cimri olmaz.

İsa (a.s) Peygamber ve şeytan arasında geçen şöyle bir konuş­ma anlatırlar. İsa:

“Halktan en çok kimi seversin?” diye sorunca şeytandan şu cevabı almıştı:

“İmanlı olmakla beraber cimri olanı.” Bundan sonra sevmediği kimseyi sordu:

“Cömert olan fâsık kişiyi sevmem.” cevabını aldı. Bunun sebebini sordu. Şeytan onu da şöyle anlattı:

“İmanlı cimri, bir gün cimriliği sonunda imanını kaybedebilir; fâsık kişi ise, cömertliği yüzünden iyilere katılabilir.”

Dünya ile yalnız dünya için meşgul ol. Çalışmak, kazanmak iyi­dir. Çünkü Hakk'a kulluk için yardımcı olur. Ama sen, bu iyiliği unuttun. Bütün servetini günah işlemekte harcadın. Çalışmak için namazı ve diğer hayırlı işleri bıraktın. Malın zekâtını vermedin. Dai­ma isyan bayrağı çektin. Kulluk yolunu tutmadın. Çalışman, yol kesicillk gibi bir şey. Yakında ölüm gelir. Onun gelişi iman sahibini sevindirir, küfür ehlini ürkütür, münafıkları korkutur.

Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur: “İman sahibi öldüğü zaman, Mevlâ’sının iyiliklerini görür; yaptığı iyi işlerin karşılığını seyre dalar. ‘Ah, dünyada biraz daha kalsaydım; hayır işlerimi artırsaydım’ der.”

Tevbe edip sebat eden nerede? Yaptığı hatalar yüzünden Yaratan'dan utanan nerede? Her hâlinde onu gözeten ne oldu? Yalnız kaldığı zaman ve herkesin yanında olduğu zaman, harama bakma­yan nerede? Kalp ve kalıp gözünü günahtan ayıran nerede kaldı?



* * *



Peygamber (s.a.v) Efendimiz; “Bu iki göz zina eder.” buyurur.

Gözün zinası harama bakmaktır. Gözlerin günde kaç defa zina ediyor, biliyor musun? Kadınlara ve çocuklara kötülükle bakıyorsun. Allah Teâlâ'nın şu kelâmını işitmedin mi: “İman sahiplerine söyle; gözlerini çevirsinler.” (en-Nûr, 24/30)



* * *



Ey çaresiz, sabırlı ol. Dünyanın çaresizliği çabuk geçer. Büyük Peygamberimiz (s.a.v), Hz. Âişe'ye şöyle buyurdu: “Yâ Âişe, dünyanın acılığını, âhiretin iyiliği için iç.”

Çalış, geçmişte verilen hükme güvenme; orada isminin hangi defterde yazıldığını bilemezsin. Şaki veya said olduğunu göremezsin. Bu sır, ilâhî bilgi hazinesinde saklıdır; karışma, karışacak olursan dinden çıkarsın.

Çalış, yapacağın işler acı gelse de yap. Geçmişte verilen hüküm, seni ilgilendirmesin. Yapacağın işlere bak. O derin bilgiyi ne sen, ne de başkası bilir. Buna kader bahsi denir. Kader ilmini ne sen tam bi­lirsin; ne de başkaları.

Allah yoluna baş koyanlar, dünya yatağını dürdüler ve Mevlâ'­nın huzurunda durdular. Hep günlerini O’nun uğruna harcadılar. Dünyadan ancak geçim miktarı aldılar. Onlar, keyif için yemek ye­mezler. Zarurî ihtiyaçlarını alırlar. İbadetlerine iyi niyetle kuvvet verirler. Şeytan mekrinden, şehevî duygularını esirgerler. Her husus­ta olduğu gibi, şehvet duygularında da, Yaratan'ın emrini gözetirler. Peygamber’e uymaktan geri durmazlar. Bütün meşgaleleri, emri tut­mak, sünneti yerine getirmek. Onlar, gayretli kişilerin başında gelir, feragatleri tamdır.

Allah'ım, bizi onlardan eyle, onların bereketini bizden uzak kıl­ma. Âmin!



* * *



Ey evlat! Dünya sevgisi içini sardıkça, sâlih kulların hâlini gö­remezsin. Halktan bir şey umdukça kalp gözlerin açılmaz olur. Dün­ya ve âhireti kalbinden atmadıkça, manevî hâllerden sana söz düş­mez.

Hak yolunda cihad ehli ol. Böylelikle başkalarının görmesine im­kân olmayan şeyi görürsün. Âdet harici kerametler senden zuhur eder.

Küçük hesaplan bırak, büyükleri kendiliğinden gelmeye başlar. Her hâlinde Allah'a dayanırsan, açık ve kapalı yerlerde O'na isyan etmekten çekinirsen, tahmin edemediğin yerden rızkın gelir.

Sen elindekini bırak, daha iyisini alırsın. Henüz olgun olmadığın için istiyorsun, sonra bunu da bırakırsın.

Dünyada bırakılanları öbür âlemde alırsın. Bu yola ilk girenler, şehvet duygularını ve diğer dünyalık işlerini zorla bırakırlar. Gayret sarf eder, kalplerini esirgerler. Sonra korkmadan nasiplerini alır yer­ler. Çekinmek, ittika sahiplerinin vasfıdır. Korkmadan ölmek ise Allah yolunda varlıklarını harcamış olanlara haktır.



* * *



Ey gösterişçi, ey içi dışına uymayan, ey şirkçi, büyüklere zahmet verme. Elden kaçırdığınızı bulmak için onlara yanaşmayınız. Onların hâline ermeyi aklınıza getirmeyiniz. Elinizde bulunan yaramaz şey­ler, sizi onlarla olmaktan uzak kılar. Onlar âdetleri ve resmî hâlleri bıraktılar. Sen onların bıraktığını kaptın. Şüphesiz onlar tarafından bırakıldığı hissini duyan şeyler, kendiliğinden ayrılıp gitmiştir. Çün­kü onlarda, yoktan gayri şey kalmayacaktır.

Sen uyuduğunda onlar uyanıktı. Sen bol dünyalık içinde iken onlar oruçlu gezdiler. Sen emniyet içinde iken onlar korkarak ağla­dılar. Her şeyini saklarken onlar varlarını dağıttılar. Onlar işlerini Hak uğruna yaptılar, sen kullara gösteriş yaptın. Onlar Hakk'ı ara­dılar, sen başkasını. Onlar işlerini Allah'a ısmarlarken sen tek başı­na yapmaya kalktın. Hakk'a cephe aldın. Onlar dillerine sahip oldu­lar; Hakk'ı kullara kesmediler. Sen onların yapmadığını neden yap­tın? Acılara sabırla karşı koydular, tatlı oldu. Kudret bıçağı onları kesti, ama aldırmadılar. Etleri doğranırken hiç bir üzüntü duymadı­lar. Çünkü yapanı biliyorlardı. O'nun uğruna varlığını harcayan, yaptığı ufak darlığa dayanamaz mı? Halk, o büyüklerin dilinden emindir. Onlardan hiç bir kula eziyet gelmez.

Büyük insanlar, karıncayı dahi incitmezler. Bu sözü o büyükler­den biri demiştir. Çünkü o karınca ufacık hâli ile çalışmaya bakar. Büyük insan, o karıncanın halkla iyi geçim ettiğini görür. Kendi ara­larında yine hoş geçim üzere olduklarını görür. Hâli böyle büyük olan küçük mahlûka eziyet edilebilir mi hiç?

Büyük insanlar her şeyle iyi geçinirler. Bu yüzden Hak yakınlığına ererler, hoş olurlar. Öbür âleme göçünce, cennetin güzel nimet­lerini görürler. Allah Teâlâ'nın kelâm sıfatının tecellisini orada sey­rederler. O'nun zâtına varır, verdiği armağanı kabul ederler.

Ey zavallı, anlattığımız büyüklerden sana bu hâlinde nasip gel­mez. Tevbe ile uğraş. Günah kirlerini yıka. Rabb’ine karşı seni rüsva edecek şeyi bırak. O’nun yasak ettiği şeyleri yapma. Kötülük etme, cüretini bir yana at.

Allah'tan utanılır; kullardan O’nun kadar utanılmaz. Her şeyden önce O'nun varlığı vardır. Bütün varlığın sahibi olandan utanmalısın. Varlığı sonsuz olan zâttan utanarak hatalarını bırakmalısın. O Ke­rimdir; zulmü sevmez. Zalimlik sıfatı başkalarına yüklenir. O'nun zenginliği sonsuzdur. Kâinatta olan her şey O'na muhtaçtır. O'nun âdeti vermek; başkalarınınki ise almak. Bütün ihtiyaçlarını O'na arz et. Başkasından istemek iyi olmaz. O, hepsinden yücedir. Yaptığı işler delilin olsun. Çizdiği yolları aşma. O'nun takva yoluna koş. Tak­va üzere olursan O'na varırsın. Yapılmış şeylere gönül kaptırma. O'na varmak için delil ara. Yalnız O'nu an; âhireti de bırak. Dünya ve âhiret metaından sana meyilli olan gelir; seni kaybetmez. Hakk'ın zâtından gayri şeyleri bir yana at. O'na güven; kalbini üzüntülerden temizle.

Kalbin, Yaratan'a götürecek delili sana göstermiyorsa akılsız bir yaratıksın. Bulunduğun karanlık âlemi bırak; akıllı olan kişileri ara. Onları, akılları Mevlâ'ya götürmüştür. Aklın ne olduğunu onlardan öğren. Onların gösterdiği akılla nefsini tanı.

Ömrün sona eriyor, bundan haberin yok; yazık sana. Öbür âlem­den ne zamana kadar yüz çevireceksin? Dünyaya daha ne kadar sa­rılacaksın? Sana yalnız acınır. Yiyeceğini başkası almaz. Yerin cen­net ise ne âlâ, gidersin; cehennem ise ona da gidecek yine sensin. Gaflet seni tapuladı. Hevâya esir düştün. Bütün derdin yemek, iç­mek, evlenmek, uyumak ve kötü arzularına kavuşmak.

Çalışman, münafık ve müşriklerinkine benziyor. Tek karnın doy­sun; ister helâl, ister haram olsun; düşünmezsin. Sanki kalbini diril­tecek bir dine sahip değilsin.

Zavallı, nefsinin perişanlığına ağla. Bir çocuğun ölse, kıyamet kopmuş gibi göz yaşı akıtırsın. Kalbindeki inancın ölürse hiç düşün­mezsin; ne ağlar, ne de aldırış edersin. Aklın yok; olsaydı dinsizliğe ağlardın.

Sermayen var; fakat hiçbir zaman onunla iş tutmak aklına gel­medi. Kalbindeki haya duygusu ve başındaki akıl birer sermayedir. Sen, onları iyilik için kullanmaya hiç bir zaman kalkmadın.

Bilgi ile amel etmedin. Aklından fayda almadın. Yaşaman boş. O hâlde hikmet-i vücudun nedir? İçinde durulmayan eve benzersin. Yeri bilinmeyen hazine gibisin. Yenilmeyen iyi yemek neye yarar?

Sen kendi değerini bilmezsin; fakat ben bilirim. Din aynası ben­de vardır. O ayna ile zahire bakılır; hüküm verilir, ilim aynası da bende var. Onunla da iç âlemin hükmü verilir.

Gaflet uykusundan uyan. Ayıklık suyu ile yüzünü yıka. Hâline bak. İslâm mısın, yoksa, kâfir mi? İman sahibi misin, yoksa münafık mı? Allah'ı biliyor musun, yoksa O'na şirk mi koşuyorsun? İçinde gösteriş arzusu var mı? Yoksa ihlâsa sarılmış mısın?

Allah'ın emirlerine uyuyor musun, yoksa muhalefet mi ediyor­sun? Mevlâ'dan razı mısın, yoksa O'na darılıyor musun?

Aziz ve Celil olan Hak, senin razı olmana ve darılmana bakmaz. İkisinin de faydası sana aittir.

Allah, Sübhan, Kerim ve Halîm'dir; her şeyi lütfü ve rahmeti deryasına almıştır. Eğer bize O'nun lütfü ve keremi olmasaydı helak olurduk. Bizim yapmakta olduğumuz hatalara karşı tam mukabele etseydi, topumuz birden yıkılırdık.



* * *



Ey evlat! Nifak, gösteriş ve unutkanlıkla ibadet edersin, bu iba­detinde iyilik umarsın. Hata ile işlediğin şeylere lütuf beklersin. O uygunsuz hâllerinle iyi kulların yanında kalmak dilersin. Sen nere­de, onları anmak nerede? Onlar gibi marifet dâvasına girmek sana çok ırak.

Ey sahibinden kaçan, dağınık ve perişan adam, hâlin nice olur? Şu büyük ümmetin ihlâs sahiplerinden de ayrıldın.

Sana ağlanması için ağla. Musibet işlerine otur ağla. Onları gi­dermek için üzüntü duymazsan, yazık olur. Kötü işlerini öldür, son­ra taziyeye otur. Başkaları da sana taziyeye gelir. Senin gözlerinde perde var; bundan haberin var mı? Bazı büyükler şöyle buyurmuşlar: “Hak nurundan perdelenmiş oldukları hâlde hâlini bilmeyenlere yazıklar olsun.”

Kalbin nerede? Aklın kime takıldı? Kime hâlini şekva ediyorsun? Kimden yardım istiyorsun? Kiminle bu kadar uyuyacaksın? Herhan­gi bir darlığa düştüğün zaman, kime dayanacaksın? Bu hâlinle hep yalnız kalacaksın. O büyükler, gafletin için, sana yardımcı olmaya­caklar.

Ne dilersen söyle. Her sözünü bilirim. Onların yalanını, doğru­sunu çıkarırım. Sen ve bütün yaratılmışlar, bana göre bir kurbağa kadar küçüktür.

Sizden doğru olanın, hizmetçisi ve kölesi olurum. O isterse, beni alır, çarşıda köle gibi satabilir. Beni kendine mal etmek isterse, ça­lışır kıymetini öderim. O doğru insan üzerimden elbisemi alsa, sesimi çıkarmam. Dilendirmek isterse yaparım. Tecrübesi kolay, arzu edi­yorsa hemen yapsın.

Seni neylerim; doğruluğun yok. Sözünü tutman kabil değildir.

Tevhid ve imana yanaştığın yok. Oluk kapatan ot kadar kıymetsiz­sin. Ayrık otuna benzersin. Kurumuşsun, yalnız yanmaya yararsın.



* * *



Ey cemaat! Dünya biter, ömür tükenir. Âhiret yakında gelir; ona karşı düşünceniz nedir? Ne gibi hazırlık yapmaktasınız? Onu dü­şünmediğinizi görüyorum; bütün gayretiniz dünyada.

Siz Allah'ın nimetine düşmansınız. O'ndan işinize gelmeyen bir iş gelirse, her tarafa yayarsınız. İyiliği gelecek olsa saklar kimseye göstermezsiniz. Allah'ın nimetini saklar kimseye vermez, şükrünü de edâ etmezseniz yakında elinizden alır. Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur: “Allah, kullarına verdiği nimeti açıktan görmek diler.”

Allah yolcuları, bir gaye beslerler, kalplerine bir şey saklarlar, birçok şey değil. Onlar, ibadetlerini görsünler, işitsinler şüphesin­den beri kılarlar. Siz nifakın kulu ve desinlerin kölesisiniz.

Onlar, yaptığı bütün kulluğu Rab’lerine verdiler. Kullara kulluk etmektesiniz, övülmek için iyilik yapmaktasınız. Tam kulluk yapa­cak kimse, içinizden çıkamaz. Ancak kul, Allah'ın dilediğini yapan­dır.

İnsanlara bakıyorum; sanki bana şöyle bir şeyler deniliyor: “Şuna bak: Dünyaya ibadet ediyor; dünyada kalmak istiyor. Kıyamet kopmasından ödü kopuyor. Şuna bak: Kullara kulluk edi­yor, onlardan yardım diliyor. Bir de dön şuna bak: Ateşe tapıyor, ce­hennemden korkuyor. Şu da cennet için kulluk peşinde. O, ateşe ta­parken Yaratan'ı düşünmüyor. Bu da cenneti isterken sahibini aklı­na getirmiyor.”

Halk nedir ki? Cehennemin ne önemi var? Hakk'ın gayri neye yarar? Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Onlar, yalnız Hakk'a kulluk ve O'nun uğrunda pâk, temiz ve ihlâsla ibadet yoluna girmeye emrolunmuşlardır.” (el-Beyyine, 98/5)

İrfan sahibi bilgin kişiler, yalnız Hakk'a kulluk ederler. Başkası­nı bilmezler. Yaratan'ın hakkını verirler. Hakk'a yaptıkları kulluk, O'nu sevdikleri ve emrine uydukları içindir. Başka mânaya gelmez. İbadet eder, O'ndan yardım isterler.

Siz suretten ibaretsiniz. Yalnız dış görünüşte varlık sahibisiniz. İç âleminiz boş; ama o büyüklerin iç zenginliği vardır. Siz binanın dışı olabilirsiniz, onlar içi. İç yönü onlar istilâ etmişlerdir. Siz sadece bağırıp şamata edersiniz, onlar iç âlemlerine çekilir, dururlar. O yolcular, peygamberlerin sağında ve solunda yürürler. Peygamberlerin çevresini onlar sarmıştır. Peygamberlerin tattığı taamı onlar da ta­dar. İçtiği şarabı onlar da içer. Peygamberlerden öğrendikleri bilgi ile amel ederler; bu yüzden onlara vâris olurlar. Peygamber (s.a.v) Efendimiz bu mânaya işaret olarak şöyle buyurur: “Âlimler, peygamberlerin vârisleridir.”

Bu veraset peygamberlerin yoluna giden ve ilmi ile âmil olan her iman sahibine nasib olur. Bu nasip sayesinde peygamberlerin vâ­risleri olabilirler. Bu hâle ermek yalnız dış ilimle olmaz. Ona bir iç eklemek lazım olur. Senetsiz dâva ispat edilemez. Amelsiz ilmin ya­rarı olmaz.

Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur: “İlim ameli çağırır; icabet ederse pekâlâ; aksi halde gider. Geriye yalnız ders zahmeti kalır.”

Yalnız kabuğu kalır, içi bozulur.

Ey ameli bırakanlar, hâlinize beliğ şairin süslü sözü ne fayda verebilir? Onun derin mânasına nüfuz etmedikten sonra neye yarar?

Kalbini temizlersen, bütün duyguların pâk olur. Kalp bütün duy­guların şahıdır. Padişah iyi olursa, iyilik bütün halka geçer, ilim kabuk, amel onun özüdür. Kabuk özün saklanması için durur, iç de yağı alınması için saklanır, iç olmazsa kabuk neye yarar? Özün yağı olmayınca onu saklamak neden gerekli olsun ki?

İlim gitmiş sayılır. Amel olmadıktan sonra ilim de yok sayılır.

Bir şeyin varlığı ondan faydalanmaya bağlıdır. Faydası olmayan var, yok gibidir.

Ey bilgin kişi, bildiklerini iyiye kullan. Dünya ve âhirette hayır bekliyorsan, bilginin gereğini yapmaya bak. Bildiklerini insanlara belletmekten sakınma.

Ey zengin, dünya ve âhirette iyilik bekliyorsan, malından fakir­lere dağıt. Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur: “Hak katında insanlar bir aileden ibarettir; içlerinde hangisi fazla iyilik yapıyorsa o daha sevgilidir.”

İnsanların ihtiyacını insanlarla gören ve bu hususta hüküm ve­ren Allah Sübhan’dır.

Ey zengin, benden kaçma, senden bir şey alıyorsam senin için­dir. Ondan gelecek büyük hayır sanadır. Bana senin malından bir şey gelmez: Allah beni varlığı ile zengin kıldı ve sizin derdinizi gör­mek için gönderdi.

İbrahim Ethem, fakirlik hâli için nefsinde sabırsızlık sezer ve şöyle derdi: “Yâ Rabbi, bize bol dünyalık ver; ama kalbimizi koru. Bizi öte atıp dünyalığa rağbetimizi arttırma, onu ararken yıkılırız.”



* * *



Allah'ım, verdiğin hüküm ve kader işlerinde bize lütfünü bol eyle!

***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Mesaj gönderen Ahmed »



30. MECLİS



Bu konuşma sabah üzeri Ribât’ta yapıldı.

Konuşma tarihi: Hicrî 16 Cemâziyelâhir 545, Milâdî 1150.



Allah Teâlâ'nın nimetlerini görüp varlığını itiraf edene saadet­ler olsun. Her varlığı O'na bağlayana saadetler olsun. Nefsini bir yana atarak sebepleri, gücünü, kuvvetini Hak Teâlâ'ya verene saa­detler olsun.

Aklı başında olan odur ki, yaptığı işin hesabını Yaratan'ına sor­masın, O'ndan mükâfat istemesin. Her hâlini buna uyduran akıllı insandır.

Sen yaptığın ibadetin mânasını bilmeden ibadet edersin, zâhidlik yolunu anlamadan tutarsın. Dünyaya sarılırsın, fakat ne olduğu­nu bilmezsin. Bu hâl kalbine perde üstüne perdedir. Felâket üstüne felâkettir. Bu hâle gelen, hayırla şerri ayırt edemez. Sen de hayrını şerrini ayırt edemezsin; lehinde ve aleyhinde olanı çıkaramazsın; düşmanla dostunu fark etmen kabil olmaz. Bu başına gelenler, ceha­letinden oluyor. Büyük önderlere hizmet etmediğinden çıkıyor.

Her şeyin bir önderi vardır. Bilginin önderi, yapılacak işlerin ön­deri ayrı ayrıdır. Onların her biri, kendi çapında Hakk'a delâlet eder­ler. Her kimi terbiye edecek olsalar önce sözle yola getirirler, sonra yaptıkları işle çağırırlar. Hakk'a vasıl olman, onların vasıtası ile olur. Hakk'a vasıl olan, bilgi ve zühd yolu ile olur. Bu zühd yolu, hem kalp, hem de kalıpla olur.

Kendini ilk defa zâhidlik yoluna verenler, dünyayı ellerinden çı­karırlar. Bir zâhid vardır, zâhidlik hâlini varlığına yerleştirdikten sonra dünyayı kalbine koymaz. Bunlar büyük kişilerdir. Kalpleri ile zâhid oldukları için zühd onlarda hâl olur. İçleri, dışları ona bürünür.

Tabiî hâllerinin ateşi söndü. Boş gururları kırıldı. Nefisleri itmi­nan derecesini buldu; şerri gitti.



* * *



Ey evlat! Bu zühd öyle şeydir ki, elle yapılmaz. Elini attığında tutabileceğin gibi de değildir. O birkaç adımdır. İlk adım, dünyaya olduğu gibi bakmaktır. Bu görüşte, peygamberlerin ve geçmişte ye­tişen velî kulların tutumu esas olmalıdır. Onların ibadetten yana boş zamanı olmamıştır.

Dünya görüşünün, onların görüşüne uyması şarttır; onlara uy­mak böyle olur. Sözde, işte, gizlide, aşikârede. Hasılı surette ve mâ­nada onlara uymalısın. Onlar gibi oruç tutmalısın. Onlar gibi namaz kılmalısın. Dünyadan alacağını onlar gibi almalısın. Bir şeyi sever­sen onlar gibi sevmelisin ve bıraktığını onlar gibi bırakmalısın. Onlara, anlatıldığı gibi uyarsan, Allah Teâlâ sana bir nur ihsan eder.

Nefsinin ayıplarını onunla görürsün. Başkalarına da o nurla bakar­sın. Hem senin, hem de başkalarının ayıbını onunla görürsün.

Her şeyin değerini O verir, ama zâhid olursan. Bu ki sabit oldu, kalbine yakınlık nurları dolar; böylece iman sahibi, ikan sahibi, arif ve âlim olursun. Her şeyin asıl suretini ve manevî yolu görürsün. Dünyaya baktığın zaman görüşün, geçmiş büyüklerin görüşüne uyar. Onlar dünyadan kalplerini çekmişlerdi. Sebebi, dünyanın ihtiyar, porsumuş görünüşü ve çirkin bir hâlde oluşu. Bu, o Allah yolcula­rının görüşüdür. Onlara uyarsan, görüşün onlarınkine benzer. On­lar gibi olmayan mülk sahipleri, dünyayı yeni gelin gibi görürler. Hâlbuki bu hâl, Allah yolcularının katında olmaz, dünya onlara zelil ve hakir gelir. Onun üstünü başını yırtar, saçlarını yolarlar. Yüzünün etlerini diderler. Dünya onlara kısmet vermek istemez. Fakat onlar, inadına hisselerine düşenleri alırlar. Dünyalık alırken öbür âlemi unutmazlar; zaten bütün hâlleri öbür âleme dönüktür.



* * *



Ey evlat! Dünya için yapacağın zühdü iyi yapmaya güçlü isen yap. Gönlünden kopan arzu ve istekle yap. Halka karşı da aynı duy­guları besle. Onlardan alacağın herhangi bir şeyi Allah'ın emri ile al. Onlardan korkma, bir şey umma. Nefsini de zühd gözü ile gör, sözlerini ona göre tart. Bu yola koyulursan, ilham ve rüya âlemin­de sana, yaratılmışlardan kaçma duygusu aşılanır. Dikkatli ol. İlâhî duygularda kalbin sakin olması lazımdır. Elde edilmesi gereken en üstün şey, kalbin sakin olmasıdır. Kalbe sükûn hâli yerleşmesi için, nefsin sabırlı ve şahsî şeylerin yok olması lazımdır. Bu olunca kalp, Hak yakınlığı ile dirilir.

Bu yolda ölüm ve sonra dirilmek var. Allah dilerse seni diriltir. Kullara iyilik için gönderir. Sen de kullara döner, yararlı işlerini gö­rürsün ve onları Hak Teâlâ'nın kapısına götürürsün. Artık dünya sana zarar vermediği için ondan kısmetini çekinmeden alırsın.

Sana kuvvet gelir. Halkın kalp karanlığını giderirsin; düştükleri dalâlet çukurundan çıkarırsın. Onlar arasında ilâhî emrin mümessi­li olursun. Bazen bu vazife arzuya bırakılır. Sen de böyle bir vazife istemezsen, Hak yakınlığı sana yeter. Bilcümle, esma ve sıfat âlemle­rini bırakır, zatî tecellinin yeterliği ile yetinmeye bakarsın.

Yaratıcıyı bulduktan sonra yaratılmışları neylersin ki? Her şey­den önce eşyayı Yaratan'a bakarsın. Zaten cümle yaratılmışlardan önce O vardı; kâinatta her ne ki var, O yarattı.

Yağmur gibi günahınız yağıyor; buna karşılık her anınız tevbe ile geçmeli.

Yazık sana, sadece göğsünü kabartıp gezmeyi biliyorsun. Şehe­vî arzunla çok hoşsun. Bakılıp ibret alınacak bir hâldesin. Kabirde yatıp kalanlara bak. İman dilinle onlara hâlini sor; perişan hâlini onlar sana bildirirler.



* * *



Ey evlat! Hakk'ın irade sahibi olduğunu iddia etmektesin. Bir taraftan böyle yaparken, öbür yandan velî kullara varlık vermekte­sin. Allah istediğini yapar. Ayrıca velî kullar da istediğini yapar di­yorsun. Bu hâlin şirk olur. Seni davet ediyorum, yola gel! Tecrübe etmeme lüzum yok; bu hâlini anlıyorum.

Allah tarafından size âmir olarak gönderildim, içi dışına uyma­yanların sözünü keseceğim. Onların sözlerini, işlerini yüzlerine vu­racağım. Âdeta bir zaptiye gibi başınızda bekleyeceğim, ey münafık­lar! Ben vazifeyi bilhassa yaşlılar için yaptırmaktayım, işi yapmam için önce onlardan başlıyorum.

Ey yeryüzündekiler, işlerinizin hamuruna tuz katmadan yoğurunuz; sonra bana geliniz ve tuz alıp katınız. Ey tuz ektirmek sevda­sında olan, bana yaklaş.

Ey münafıklar, hamurunuza tuz katılmamış; onunla ekmek ol­maz. Ona bilgi unu katmalısınız, ihlâs tuzunu da ektikten sonra yo­ğurmaksınız, o zaman ekmeklik olur.

Ey münafık, sen ikiyüzlü olarak yoğruldun. Yakında bu hâlin ateş olacak. Kalbini o hâlden kurtar. Kalbini zorla temizlemeye bak. Onu temize çıkarırsan, diğer duyguların da onunla birlikte temizle­nir. Kalp, diğer duyguların uyması gereken bir şahtır. O doğru olur­sa ona uyanlar da doğru olur. Kalbin iyi olması, diğer duyguların ol­gun olmasına sebeb olur. Kemâle eren bir iman sahibi ise, ehline, komşularına ve ülkesinde bulunan halka örnek olur. Herkes ona uyar. Sağlam seciyeli iman sahibi yükselir. Kul, iman kuvveti arttık­ça yükselir ve Hak yakınlığını bulur.



* * *



Ey cemaat! Allah Teâlâ ile hoş olunuz. O'nun verdiği emri yap­madığınız takdirde, kendinizi koruyunuz. Her hükmünü yerine ge­tiriniz. O'nun verdiği hükümler, yapılacak işlere dayanır. Zahirde belirli işleri yapmak varken kaderinizin önce vermiş olduğu hükümle meşgul olmaktan korkunuz.

Şu anda elimizde ilâhî ahkâm mevcuttur. Onun hakkını ödeyi­niz. Onunla iş tutarsanız elinizden tutar; kimin için iş yaptınızsa onun kapısına vardırır. O kapıda bilmediğinizi o dem öğrenirsiniz. O kapının sahibi bilgi yoluyla sizinle olur. Halk da onun vermiş olduğu hüküm sayesinde sizinle kalır. Sen: “Şu veya bu...” deme.

Önce iş tut. Sonra onu ara. Başka türlüsü yoktur, önce ayakla­rın yer tutmalı; sonra başka işlere bakarsın. Tahsil çağındaki yavru­lar nasıl bilgi edinirler, hiç görmedin mi?

Şimdiye kadar boşa yol aldın; geriye dön. İlim tahsil et. Sonra amel sahibi ol. Daha sonra da ihlâs yolunu bul. Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurdu: “Başladığın işe dair bilgini derinleştir, bitir. Başka işlere sonra...”

İman sahibi, kendine gerekeni öğrenir; sonra kulları bırakır, Yaratan'ın hizmetine koşar. Halkın iyi olmayan taraflarını anlar, sevmez. Mevlâ'nın yüce yönünü bilir, sever. Her işinde ona talip olur. Halkı da O'nun yoluna vardırmak ister. Halkın zayıf tarafı o zâtı üzer ve kaçırır. İman sahibi, kullara ilk zaman sevgi duyar.

Aradan zaman geçer, ilâhî bilgiye yakınlık bulur; kullar gözün­den düşer. İnsanları çok iyi anlar. Bilir ki, onların vasıtası ile gelse de ellerinde hiç bir kuvvet yoktur.

Ne yapıyorlarsa Allah tarafından oluyor. O hâlde kullara yas­lanmanın ne faydası var; onlara yakın olmaktansa uzak durmak da­ha hayırlıdır.

Ve kaçar...

Her şeyin özünü seçer, öze döner. Teferruatı bırakır. Teferruatın çok olduğunu, aslın bir olduğunu anlar, ona yapışır.

Fikir aynasını karşısına alıp bakar. Bir kapıda beklemenin kapı kapı gezip dilenmekten daha hayırlı olduğunu görür. Bunu iyi bildi­ği için kulları bırakır. Hakk'ın kapısında durur.

İman sahibi, ikan ve ihlâs yollarını tutarsa, aklın özüne sahib olur. Bu akıl sayesinde fâni kulları bırakır. Onların birer zavallı ol­duklarını anlar; onlara yüz vermez.

***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Mesaj gönderen Ahmed »



31. MECLİS



Bu konuşma öğle zamanı medresede yapıldı.

Konuşma tarihi: Hicrî 18 Cemâziyelâhir 545, Milâdî 1150.



Yapılan öfke, Allah için olursa iyi sayılır. Başka sebeplerle du­yulan öfke iyi sayılmaz.

İman sahibi, hiddetini Allah'ın emri olmadan göstermez. Nefsi için hiç bir hiddete kapılmaz. İslâm dininin zaferi için hiddet eder; fakat nefsin arzusunu yerine getirmek için sertleşmez. İman sahibi, dinî emirlerin biri zedelenecek olursa sonsuz hiddete kapılır; onun hiddeti şiddetlidir. Evi elinden alınan bir kaplan, belki onun kadar hiddete gelemez.

Şüphesiz, Allah Teâlâ de öfkelenir. İman sahibinin öfkesi, ilâhi öfkeye benzer. İmanı bütün olan Yaratan'ın darıldığı şeylere darılır, hoşlandığı şeylerden hoşlanır, sevinç duyar.



* * *



Aslında nefsin için olan, fakat dışta Allah için olduğu görülen hiddeti etme. Sonra münafık olursun. Münafık olmasan bile benzer­sin. Allah için olan şey devamlı, ömürlü olur. Başkası için yapılacak hiddet az zaman durur, sonra geçer.

Bir işi yapacağın zaman, nefsini bırak. Şeytanî ve uygunsuz duy­guları at; yalnız Allah için yap. Ve Allah'ın emirlerine uy. Allah ta­rafından verilmiş bir emir olmadan hiç bir işe el atma. İlâhî emir, ya şeriat veya ilham yolu ile gelir. Hangi yoldan gelirse gelsin. Kal­bine sahib olmalısın.

Kendi varlığına, halka ve dünyaya güvenme, rahat edersin. Hak'la ülfet etmeye rağbetli ol. Rahat yalnız O'nunla olmaktadır. Ülfet, yalnız O'nunla olur. Ruh serinliği, yalnız O'nun varlığı ile ol­maktadır. O'nu bulma işi, nefsin hastalıkları geçince başlar. Onun safiyet hâline geçmesinden, şahsî varlık ve kötü arzuların kirini on­dan giderdikten sonra olabilir.

Varlığını Hak yoluna vakfeden kimselerle ol. Onların kuvveti ile kuvvet bul. Görüşlerini onların görüşlerine uydur. Bunları yaparsan Yaratan, onları övdüğü gibi seni de över. Seni meleklere medheder. Daha başka tâbirle, seninle övünür. Her şey zıddından ve sevmediği şeyden kaçar. Kuvvetler çeşitlidir. O zıtlar arasında kudsî kuvvetler ve onun karşısında kudsî olmayan kuvvetler vardır; sana düşen ilâhî kuvveti alıp aksini bir yana atmak. Varlığını Hak varlığı ile doldur. O kudsî varlığı yitirirsen, hiç bir şey bulman kabil değildir. Görür­sün. Sonra yine O'nu görürsün. O'nun dışında varlık görmek mümkün olmaz. Yeter ki, varlığını temizlemen kabil ola. Neler görmezsin ki? Ancak temizlik şarttır. Bir padişahın katına dış pis liği ile girilmediği gibi mukaddes varlığa da derûnî kirle girmek mümkün değildir.

İçin boşalmış, orayı aç kurtlar doldurmuş. Seni neylerler? Ru­hunda bir inkılâp yap, temizle. Ancak bundan sonra şahın katına gi­rebilirsin.

Kalbin irfanla dolu olmalı; hâlbuki orada, halkın korkusu, on­lardan gelecek şeylerin sevgisi yatıyor. Dünya ve içindeki varlığı se­ni manen çökertti; çünkü onların sevgisini kalbine koydun. Bunlar kalbin temiz olmadığına delildir.

Sözü bırak. Nefsini ıslâh etmedikten sonra sana söz hakkı ver­mezler. O nefsi yüklen; doğruluk teneşirine kadar götür. Oradan baş­ka yere bırakma. Bu hâlde kalırsan dünyalık metalar seni yıkamaz; çünkü onlar elinde ve kesende kalır; kalbine girmez. Halkla oturmak da sana zarar vermez. Çünkü sen halk diye bir şey bilmezsin. Onla­rın varlığını Hak'tan ibaret görürsün. Sakın ha sakın, onlara varlık vermek duygusu kalbine geldiği zaman yanlarına yanaşma. Hakk'ın kudretini görmedikçe onların verdiğini kabul etme. Onların verme­sini Hakk'ın kudreti ile gör; sonra al.

Hak yakınlığı dehşet verir. Şayet bir dehşet duymuyorsan, sa­kın O'nun yakınlığından dem vurma, sonra yalancı olduğunu yüzü­ne vururlar. Kulların işiyle gönlünü eğlendirmektesin. Onların sana gelip el öpmelerini bekliyorsun. Onlar gelip bir şeyler versinler diye kapıda bekliyorsun. İstediğini yerine getirmedikleri zaman üzüntü duymaktasın. Övülünce yüzün gülüyor. Kötülüğünü söyleyen olursa yüzün buruşuyor.

İnsan, iyi tevbe ederse imanı sıhhat bulur ve artar. Ehl-i Sünnet kelâmına göre, artar ve eksilir. Hakk'a itaatla çoğalır, isyanla da ze­delenir. Bu avama göredir. Havas tâbir olunan büyük insanlara göre imanın artıp eksilmesi başka yollardan olur. Onlar kalplerine halkı koyarlarsa, imanları zayıflar, azalır. Hak tecellisini yerleştirince de imanları tam olur, çoğalır.

O büyükler Hak varlığında sakin olurlarsa, imanları artar. Kul­lara güvenir, onların geçici metalarına koşarlarsa perişan olurlar, imanları kuvvetten düşer. Ama onlar hiç bir zaman yaratılmışlara dayanamazlar. Yaratan'larına güvenirler, O'na tevekkül ederler. İstinat noktaları Hak'tır. O'ndan korkarlar. Bir şey bekleyecek olurlarsa yine O'ndan beklerler. Çünkü er geç gidecekleri yer orasıdır. Tevhid ehlidirler. Şirk yolunu bilmezler bile. Düşkün oldukları hâl budur. Tevhidleri kalplerinde yer etmiştir. Halkla sohbet eder, iyi geçinirler. Kendilerine karşı bir cahillik eden olsa onunla bir olmazlar. Hak Teâlâ onların bu vasfını şöyle anlattı: “Cahiller onlara söz attıkları zaman, selâm derler.” (el-Furkân, 25/63)

Sus; cahillere yumuşak davran. Cahil kişinin yanlış hâli seni üz­mesin. Onların tabiatında mevcut olan huysuzluk yüzünü buruştur­masın. Nefis ve şahsî arzularının sapık tezahürü seni üzmesin. Ama bir günah işledikleri zaman da susma, konuş. Hatalı işlere karşı susmak yasaktır. O zaman konuşmak ibadet sayılır. Gücün yeterse, iyiliği yaptır. Kötülüğe mâni ol. Bu babta kusurlu olma. O kapı bir hayır kapısıdır. Kendin için bir ganimet bil, içeri girmeye bak.



* * *



Hâlinizde ne var? İsâ (a.s) Peygamber sahra bitkilerini yer, onlardan sıkılan suyu içerdi. Mağaralara sığınır, harabelerde yatar­dı. Uyuduğu zaman ya bir taşa başını koyar; ya da kolları üzerinde yatardı. İman sahibi böyle yapsa ne var? Ölüm gelince bu hâlde öl­se, Yaratan'ına böyle kavuşsa ne çıkar? Sanki kısmeti kendine gel­meyecek mi? Dağlara, sahralara çıksa, dünyalıkları kaçırır mı? Yook... Hiç bir şey kaybolmaz. Giyeceği şeyleri giyer. Nefsine bol bol her şeyini verir. Kalbi de Hak'la olur. Ne gelirse gelsin, iman sahibi renk değiştirmez.

Zühd hâli iman sahibini kaplarsa dünyanın gelişi kalbini boz­maz. Onun getirdiği maddî gıda ve ruhî duruma tesir etmez.

İman sahibinin imanı olgun hâle geldikten sonra dünyayı sevse; içindekilere kapılsa da tadlarına dalsa; zaman olsa ondan bir an bile ayrılmasa, bu hâlde Allah'ı az hatırlayacak olsa, imanı olduğu için bu kötü hâlinden kurtulur. Allah kayıplarını ona gösterir. Kötü işlerde geçirdiği günleri ona hatırlatır; o da tevbe eder. Kitab’a ko­şar, Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in sünnetini tutar. Zühd hâlini tam bulur. Her bir kötü işi sezer, fâni olduğunu bilir, bırakır. İmanı olan, pek kötülüğe giremez ya; neyse...

Dünyanın ömrü nedir? Nimeti ne kadar sürer? Bir gün mevcut olan güzel hâli, ikinci gün oluyor mu ki? İman sahibi bunları iç âleminde sezer.

Dünya çirkin huyludur. Elinde karası bulunur. Her sözü zehir taşır. Tadı hemen gider. Ve bir daha dönmez. Hiçbir vaadinin aslı çıkmaz. Ahdine vefa etmez. Ona güvenip üstünde köşkler kurmak, su üstünde ev yapmaya benzer.

İman sahibi dünyayı tutmaz. Onda yerli olmayı aklına koymaz. Bu sebeple derecesini artırır. Hak irfanına sahib olur. Mahlûk şey­leri sevmez. Bu yüzden öbür âlemi de istemez. Kalbini ona da kap­tırmaz. Yalnız Hak tecellisi öbür âlemde olacağı için âhireti ister.

İman sahibinin büyük işi kalbini yapmaktır. İç âlemi için bina­lar kurar. Kalbi sağlam olunca dünya binaları da kursa zarar etmez. Çünkü yaptığı işi kendisi için değil, başkaları için yapar. Allah'ın emrine uyarak kullara hizmet eder. Bu hâlde bin bina kursa kalbi bozulmaz, biri bile kalbine girmez.

İman sahibi, kader hükümlerine uymayı bilir. Yaratılmışların iyiliğini ve rahatını düşünür. Ona göre, bir iman kardeşinin huzur duyması, kendi huzurundan daha iyi ve daha önemlidir.

İman sahibi, karanlığa lamba ile girer. Mutfaktan alacağı ek­meği elinde tuttuğu ışık ile bulur. Yanına ortak almadan sofraya oturmaz. Kendi yemeği olursa yer; nereden alındığı bilinmeyen ya­bancıların sofrasında oruçlu olur.

Zâhid olan, yemek ve içmek arzusunda şiddetli duyguyu bırakır. İrfan sahibi Ma'rûf (Allah)’tan başkasına oruçludur. Doktorunun verdiğini yer, başkasını almaz. Hastalığı, O’ndan uzak olunca başlar, yakın olunca biter.

Zahidin orucu gündüz olur. Arif hem gece, hem de gündüz oruç­lu bulunur; Yaratan'ına kavuşuncaya kadar iftarını açmaz.

Arif, yılların orucunu tutar, her zaman ateşler içinde kalır. Oru­cu tutan kalbi olur. Sır âlemi hastalıklar içinde kalmıştır. Onun şi­fası, ancak Yaratan'ına kavuşmakla olur. İrfan sahibi için acaba, başka şifa ola mı ki?



* * *



Ey evlat! Felah istiyorsan yaratıkları kalbinden at. Onlardan korkma; iyilik bekleme. Onlarla manen ülfet etme. Kalbini onlara bağlama. Her şeyden kalbini kaçır. Kalp yüzünü onlara buruşuk tut. Onları ölüler gibi gör. Bu söylenenleri iyi öğren. Bunları öğrenirsen Hak katında olmak kolay olur. Başkalarını andığın zaman sıkıntı duyar, Yaratan'ı andığın zaman ise huzura kavuşursun.



***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Mesaj gönderen Ahmed »



32. MECLİS



Bu konuşma Cuma sabahı medresede yapıldı.

Konuşma tarihi: Hicrî 11 Cemâziyelâhir 545, Milâdî 1150.



Emre uy, yasaklardan kaçın. Şu belalara sabırla karşı koy. Na­file -sünnet- ibadetleri yapmaya çalış; sünnet olan işleri yapmaya gayretli ol; ismin “Uyanıklar” defterine yazılır. Yaratıcı'dan sana ba­şarı gelir. Yaptığın çalışma boşa gitmez. Zorla huzur bulunmaz; bu sevdayı bırak. Amel kapısına yapışırsan o da senin için sonuna ka­dar açık kalır.

İsteyeceklerini O'ndan iste. O'nun kudret eli önünde boynunu eğ. İbadet yollarının açılması için Hakk'a karşı boynu bükük olacak­sın. Yaratan bir şeyi dilerse sebeplerini hazırlar. O, sana çabuk yü­rümeyi emretti. Hele adımlarını aç, başarıyı görürsün.

Dıştan emir verilir. Başarı kuvveti iç âlemden gelir. Açıktan, gü­nah işlemek yasak edilir. O'nun hamiyetine sığın. O esirgerse, hata­ları bırakırsın. O'nun vereceği kuvvet sayesinde sabırlı olursun.

Yanımda akıllı durunuz. Bana sebatla bağlanınız. Niyetinizi tam tutunuz. Azimet sahibi olunuz. Beni töhmetle yâd etmeyiniz. Hakkımda iyi düşününüz. Böyle yaparsanız sözlerimin yararını bu­lursunuz; dediklerimin mânasını anlarsınız.

Ey beni töhmet altına almak isteyen, yarın her şey açığa çıkar. Hâlimi olduğu gibi anlarsın. Aman, beni zahmete sokmayınız. Hâli­me bırakınız beni.

Kalp hâlin beni kahra uğratmak istiyor. Beni mağlûp etmek is­tiyor. Hâlbuki dünya işleri başımı aştı. Âhiret işleri kalbimi sardı. Allah Teâlâ'nm büyük tecellisi, sır âlemini kapladı. Sizlerle uğraşacak hâlim mi var?

Bana yardımcı yok mu? Bana iyilikle yanaşacak kişi nerede? Kendi öz düşüncesi ile hâlimi soracak kimse yok mu? Yardımcım ol­duğu için kim Allah'a hamd eder?

Herkes gibi benim de yardımcıya ihtiyacım olur. Hak Teâlâ'dan gayrı herkesin yardıma ihtiyacı vardır.

Akıllı olunuz. Allah yoluna girenlere karşı iyi edep tavrı takını­nız. Onlar, aşiretlerin bölüşmesi imkânsız olan kişilerdir. Beldeler onların hürmetine durur. Kullar onlar için esirgenir. Yeryüzü onla­rın şerefine muhafaza edilir. Onlar olmasa sizin gösterişli hâlinizi kim neyler? Nifak ve şer hâliniz bir günde bu ülkeyi yıkar, batırır.

Ey Allah'ın düşmanı münafıklar, Peygamber’in (s.a.v) sevmediği kimseler ve ateşe yanacak odunlar, sizin ne kıymetiniz var?

Allah’ım, tevbemi kabul et. Onlara da tevbe nasib eyle. Beni ve onları ayıktır. Hem bana, hem de onlara acı; rahmet nazarınla bak.

Kalbimizi ve duygumuzu Sana hasret. Başkalarına çalışacak tarafı­mız olacaksa, dış duygularımız ve çocuklarımız dünya için olsun. Özümüz âhirete, kalbimiz sır âlemine yönelsin, Sana olsun.



* * *



Ey evlat! Senden hayır çıkmıyor. Hâlbuki hayır yapman lazım. Huzuru bulman gerekirken hiç bir iş yaptığın yok.

Ey evlat! İşe sarıl; bina yapılması için çalışmalısın. Çalışmaya devam edersen, başarı seninledir. Çalışma olduğu takdirde, başarı bulunur. Başarı arzulayan Allah için çalışmalı. Koşarak işleri bul. Başarı onun iyiliği olarak seni bulur.

Yazık, halkın korkusu ile nefsini bağladın. Onlardan beklediğin şeyle iş tutmaktan kaldın. Onların bağını nefsinin ayağından çöz. Onu Yaratıcı'nın hizmetine kaldır. O'nun katında itminan sahibi ey­le. Nefsin itminan derecesine çıkarsa, dünyalık zevklerden elini çe­ker. Ancak geçmişte yazılı şeyleri alır. Onlar, beklenmeden gelen şeylerdir zaten.

Nefse verilen şeyde senin dahlin yoktur. Kadere senin hükmün geçmez. Sana düşen, duyguların kontrolüdür. Niyetin temiz tutul­ması, sana düşen vazifeler arasındadır. Bunu yaparsan, Hak tarafın­dan iyi kimseler arasına yazılırsın. Kısmetler kaybolmaz.

Gücüne, kuvvetine ve elinde bulunan fâni mala güvendiğin za­man gayb âleminden bir şey bekleme.



* * *



Allah’ım, sebeplere dayanmaktan sana sığınırız. Heveslere dal­maktan bizi koru. Boş alışkanlıkla olmayı bize nasib etme. Bütün, hâllerde Sen’den Sana sığınırız.

“Rabb’imiz, bize dünyada iyilik ver. Âhirette iyiliğini esirgeme. Bi­zi ateşe atılmaktan koru.” (el-Bakara, 2/201) Âmin!

***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Mesaj gönderen Ahmed »



33. MECLİS



Bu konuşma pazar günü sabah üzeri Ribât’ta yapıldı.

Konuşma tarihi: Hicrî 13 Cemâziyelâhir 545, Milâdî 1150.



Bir kimse, Allah'ı seveni görürse, kalbi ilâhî tecelliye kavuşur. İstidadı varsa, sır âlemi ile Hakk'a vasıl olur.

Rabb’imizin varlığı görülür. Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyururlar: “Rabb’inizi güneş ve ayı görür gibi göreceksiniz. O'nu görmek bir karşılığa bağlı değildir.”

O'nu sevenler bugün kalpleri ile görürler. Yarın baş gözleri ile... O'na benzeyen yoktur. Gören O'dur, işiten O'dur.

O'nun sevgili kulları, yalnız O'nun rızasını gözetirler. Başkası onlar için önem taşımaz. Yardımı yalnız O'ndan beklerler. Başkala­rına karşı kusurlu olurlar.

Dünyanın çaresizlik acısı onlar için bir tad olur. Dünyalıkları bol da olsa azla yetinirler; fazlasını dağıtırlar. Yeter ki, Yaratan razı ol­sun. Ötesi onlara hiç gelir. Nimetleri ve her şeyi O'nunla almak on­lar için âdet olur.

Hak'la olmak onlar için en büyük zenginliktir. Hak onlara has­talık verirse nimet sayarlar. Yalnız bırakırsa ülfet bilirler. Halktan uzak olurlarsa Hakk'a yakınlık sayarlar. Allah yolunda yorulmak on­ların rahat hâlidir.

Size mübarek olsun, ey nefislerini ve boş heveslerini bırakanlar. Hak'tan razı olup, O'nda yok olanlar!



* * *



Ey cemaat! Bilgisi ve aklı sizden fazla olana akıl satmayınız; bil­giçlik taslamayınız. Hak Teâlâ şöyle buyurdu: “Allah bilir; siz bilemezsiniz.” (el-Bakara, 2/216)

Hak Teâlâ'nın emirlerine uyunuz. Sizin için ve başkaları için yaptığı şeye razı olunuz. Size bir şey olursa sonunu bekleyiniz. Baş­kalarına da olunca dilinizi tutunuz. Olan işler O'nundur; sizi ilgilen­dirmez. Yardım etmeniz kabilse ediniz.

İlâhî bilgiye ermek arzusunda iseniz, akıl ve bilgi yönünden if­lâs ayağı ile Hakk'ın önünde durunuz.

Düşününüz; fakat bir şey seçmeyiniz. Hayrete dalınız, ilâhî bilgi gelir.

Önce hayrete dalmak, sonra bilgi edinmek, daha sonra bilenlere ermek. Sonra kasd; kasdın sonu maksada ermekle biter. İrade sahi­bi olunca murada varılır.

İşitiniz ve amel ediniz. İpliğinizi lifler hâlinde açığa çıkarıyorum. Çürük iplerinizi açıyor; kopma ihtimali olanları yeniden bağlıyorum. Sizin derdinizden başka derdim yoktur. Yalnız sizin üzüntünüzü gi­dermek istiyorum. Ben bir kuşa benzerim. Uçtuğum yere giderim. Yitirdiğimi hemen bulurum. Arzu sizindir; ey atılan taşlar; ey kan yükü tembeller ve nefsin bağladığı kişiler; ey aklını her şeye yoran­lar, hâlinizi siz düşününüz.

Allah’ım, rahmetini bana da ver, onlara da...



***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Mesaj gönderen Ahmed »



33. MECLİS



Bu konuşma pazar günü sabah üzeri Ribât’ta yapıldı.

Konuşma tarihi: Hicrî 13 Cemâziyelâhir 545, Milâdî 1150.



Bir kimse, Allah'ı seveni görürse, kalbi ilâhî tecelliye kavuşur. İstidadı varsa, sır âlemi ile Hakk'a vasıl olur.

Rabb’imizin varlığı görülür. Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyururlar: “Rabb’inizi güneş ve ayı görür gibi göreceksiniz. O'nu görmek bir karşılığa bağlı değildir.”

O'nu sevenler bugün kalpleri ile görürler. Yarın baş gözleri ile... O'na benzeyen yoktur. Gören O'dur, işiten O'dur.

O'nun sevgili kulları, yalnız O'nun rızasını gözetirler. Başkası onlar için önem taşımaz. Yardımı yalnız O'ndan beklerler. Başkala­rına karşı kusurlu olurlar.

Dünyanın çaresizlik acısı onlar için bir tad olur. Dünyalıkları bol da olsa azla yetinirler; fazlasını dağıtırlar. Yeter ki, Yaratan razı ol­sun. Ötesi onlara hiç gelir. Nimetleri ve her şeyi O'nunla almak on­lar için âdet olur.

Hak'la olmak onlar için en büyük zenginliktir. Hak onlara has­talık verirse nimet sayarlar. Yalnız bırakırsa ülfet bilirler. Halktan uzak olurlarsa Hakk'a yakınlık sayarlar. Allah yolunda yorulmak on­ların rahat hâlidir.

Size mübarek olsun, ey nefislerini ve boş heveslerini bırakanlar. Hak'tan razı olup, O'nda yok olanlar!



* * *



Ey cemaat! Bilgisi ve aklı sizden fazla olana akıl satmayınız; bil­giçlik taslamayınız. Hak Teâlâ şöyle buyurdu: “Allah bilir; siz bilemezsiniz.” (el-Bakara, 2/216)

Hak Teâlâ'nın emirlerine uyunuz. Sizin için ve başkaları için yaptığı şeye razı olunuz. Size bir şey olursa sonunu bekleyiniz. Baş­kalarına da olunca dilinizi tutunuz. Olan işler O'nundur; sizi ilgilen­dirmez. Yardım etmeniz kabilse ediniz.

İlâhî bilgiye ermek arzusunda iseniz, akıl ve bilgi yönünden if­lâs ayağı ile Hakk'ın önünde durunuz.

Düşününüz; fakat bir şey seçmeyiniz. Hayrete dalınız, ilâhî bilgi gelir.

Önce hayrete dalmak, sonra bilgi edinmek, daha sonra bilenlere ermek. Sonra kasd; kasdın sonu maksada ermekle biter. İrade sahi­bi olunca murada varılır.

İşitiniz ve amel ediniz. İpliğinizi lifler hâlinde açığa çıkarıyorum. Çürük iplerinizi açıyor; kopma ihtimali olanları yeniden bağlıyorum. Sizin derdinizden başka derdim yoktur. Yalnız sizin üzüntünüzü gi­dermek istiyorum. Ben bir kuşa benzerim. Uçtuğum yere giderim. Yitirdiğimi hemen bulurum. Arzu sizindir; ey atılan taşlar; ey kan yükü tembeller ve nefsin bağladığı kişiler; ey aklını her şeye yoran­lar, hâlinizi siz düşününüz.

Allah’ım, rahmetini bana da ver, onlara da...



***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Mesaj gönderen Ahmed »


34. MECLİS



Bu konuşmanın tarihi yoktur; bundan önceki meclisin devamı olabilir.



O gün hayli konuştu; sonra şöyle devam etti:

Allah yoluna can koyanlar, varlıklarını dağıtırlar. İşleri, hal­ka huzur getirmektir. Ganimet toplar, halka dağıtırlar. Onların al­dığı ganimet, Allah'ın fazlıdır. Onu alır, ihtiyaç sahiplerine karşılık­sız verirler. Darda kalmışları sıkıntıdan kurtarırlar. Borcunu öde­mekten çaresiz kalanlara yardımda bulunurlar; borçlarını öderler.

Onlar şahlardır; lâkin dünya şahı değil. Dünya şahları ganimet toplar; fakat kimseye vermez. Hâlbuki Allah yoluna baş koyan ce­maat, mevcut olanı başkalarına dağıtır, henüz ellerinde olmayanı da dağıtmak için beklerler. Bir şey alacakları zaman, Hak ve hakikat eli ile alırlar. Halkın onlara karıştığı yoktur. Zaten kendileri halka iyilik yapmaya çalışır; ayrıca onlardan yardım almaya tenezzül eder­ler mi? Onlar, dış varlıkları ile halka; iç varlıkları ile de Hakk'a ko­şarlar. Boş şeyler ve uygunsuz duygular, onlara tesir etmez. Nefsin garazı onları tesiri altına alamaz. Övülmek, onları yoldan alıkoya­maz.



* * *



Kibri at; ne kullara, ne de Hakk'a karşı büyüklük sat. Kibir az­gın kişilerin hâlidir. Allah onları yüzüstü cehenneme atacaktır, ilâhî öfkenin önüne duran olamaz. O bir defa darıldı mı, her şey yerle bir olur. Sen hangi hâlinle O'na büyüklük tavrı takınıyorsun?

O'na karşı yaptığın büyüklük birçok yollardan gelir. Ezan okun­duğu zaman yerinden sıçramıyorsan Hakk'a büyüklük satıyorsun. Kullara yaptığın zulümle Hakk'a büyüklük satıyorsun.

Tevbe et. İhlâs sahibi ol. Seni en küçük yaratığı ile öldürür. Nemrud'u küçük sinekle öldürdü. Birçoklarını aynı şekilde öldürmüştür. Allah, kibir ehlini, dilerse göze gözükmeyen yaratıkları ile de helak eder.

Dünyalık sahiplerini Allah, büyüklük sattıkları için çok kere ze­lil etti. Her şeye sahip iken bir pula muhtaç kıldı. Nimet içinde yüz­dükleri hâlde en çaresiz kişi oldular. Dipdiri yaşarken ölüp gittiler. Nasıl öldüklerine kimsenin aklı ermedi.

Muttaki olunuz. Şirk ehli olmayınız, içinizi dışınızı temizleyiniz.

Dıştan putlara taparak iç âleminizle Hakk'a şirk koşmayınız. Halkı yaratıcı bilip Hakk'ın ortağı tanımayınız. İnsanlara dayanma­yınız. İyiliği ve kötülüğü onlardan beklemeyiniz. Sizin elinizde bir şey olmadığı gibi onlarda da bir şey yoktur.

İnsanlar arasında öyle kimseler vardır ki, elinde dünyalık oldu­ğu hâlde kalbi sevmez. Dünyalığı hizmetçi yapar. Fakat kendisi hiz­metçi olmaz. Dünyalığı parça parça eder, dağıtır. Fakat kendisi parçalanmaz. Dünyalığı kendine mal eder. Ona mal olmaz. Dünyalığı ardından koşturur; fakat kendisi onun ardına düşmez.

Dünyayı takdirle anma. O kimse gibi ol ki, dünyayı tasarrufun­da tutar; fakat hiçbir zaman onun tasarrufu altına girmez.

Peygamber (s.a.v) Efendimiz’den iki hadîs-i şerif rivayet edil­miştir. Biri şudur:

“İyi insan için, temiz mal ne hoştur.” Öbürü de şudur:

“Dünya malında hayır yoktur. Ancak malını alıp şu, şurada yapılacak hayır içindir, şu da, şurada yapılacak iyi işler içindir, di­yebilen hariç.”

Dünyalığı elinizde saklayınız. Kulların iyiliği için harcayınız. Ama onu kalbinize koymayınız. Şüphesiz böyle olan mal hayırlıdır. Zarar vermez. Dünya nimeti sizi aldatmasın. Onun sözüne kanma­yın. Yakında dünyadan taşınacaksınız, peşinizden de o nimetler...



* * *



Ey evlat! Kendine güven vermekle yetinme, batarsın. Kendi gö­rüşü ile yetinen batar. Zelil olur. Düz yolda ayağı kayar. Kendi gö­rüşünü beğenen, hidayetten mahrum olur. Kimse seni himaye etmez. Çünkü sen kimsenin reyini almadın. Ve hiç kimsenin fikrini dinlemedin. “Bilgi sahiplerinin bilgisi beni ilgilendirmez” diyorsun. İlim iddiasında bulunmaktasın. Hani amel? Boş davanın ne tesiri olabilir? Hani bu davanın tasdiki? Yapmakta olduğun davanın sıh­hati, gereğini yapmakla anlaşılır. Amel etmelisin; ihlâs sahibi olma­lısın. Âlim olduğunu bunlarla ispat edebilirsin.

Bela geldiği zaman sabırlı olmak, ilmin faziletini belirtir. Bir darlık anında yüzün bile buruşmamalı. Hakk'ı halka kesme. Tam ilim sahibi olsan dediklerimi yaparsın.

Gözlerin görmüyor; basiret iddiasında bulunuyorsun? Senin an­layışın kıt; neden anlayıştan dem vuruyorsun? Bu yalancı dâvalar­dan vazgeç. Allah'a yalvar.

Sen başkasını bırak, O'na dön. Her şeyin karşılığını O'ndan bek­le. Cümle şeyin Yaratan'ını ara.

Nefsin özelliklerini anla. Tatmin olman ve Yaratan'ı bilmen, onu bilmenle kabil olur. Nefsi anladıktan sonra başkalarını görebilirsin. Allah'ın dilediği geniş yoldan yürü. Dünya ve âhirette O’nunla olmayı dile. Takva sahibi ol. Zat âlemine geçebilmek için sıfat ille­tinden sıyrıl. Nefsini, yalnız emir ve yasakları yaparken tanı. Aslın­da nefsine sebat kuvveti veren yine O'dur.

Ey erkekler ve kadınlar, içinizden kimde ki zerre miktar ihlâs var, takvaya o kadar sahib olur. Kimde ki, zerre kadar sabır var, şü­kür yolunu o kadar tutuyor demektir ve kurtulacak kişi odur. Dik­kat ediniz; sizi iflâs halinde görmekteyim.


***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Mesaj gönderen Ahmed »



35. MECLİS



Bu meclisin de konuşma tarihi yok; az ara ile bir evvelkinin devamı olsa gerektir.



Geylânî Hz. devam etti:

Ey kibirliler, size yazıklar olsun. Yaptığınız ibadet sizi yerde bile tutamıyor. Yücelere nasıl çıkabilirsiniz? Allah Teâlâ şöyle buyurdu: “O'na varan, temiz sözdür; iyi işler O'na yükselir.” (el-Fâtır, 35/10)

Aziz ve Celil olan Rabb’imiz, yaratıcı ve besleyici sıfatını Arş'a kadar yükseltti, oraya yerleştirdi. Bütün varlığı ihtiva etti. O'nun bilgisi her şeyi kuşatmıştır.

Kur'ân-ı Kerim’de belirtilen yedi âyet'in yaratanı O'dur. Kat kat olan yedi kat sema onun eseridir. Senin cehlin onları bana inkâr et­tiremez. Onları bana inkâr ettirmen kabil olmaz. Elindeki paslı kı­lıç beni yere seremez. Elinde bulunan malı bana sevdirebilmen kabil olmaz.

Ben yalnız Allah'tan korkarım. Bir ümidim varsa, o da O'ndan olur. Eğer yaptığım kulluk varsa, o da O'nun içindir. Yalnız O'nun için çalışırım. Rızkımı O'nun hazinesinden beklerim. Her şey O'nun kuludur; O'ndan gayri mülke sahip çıkan olmaz.

En az beş yüz kişi önümde İslâm dinini kabul etti. Yirmi binden fazla kişi kötülüğü bıraktı. Allah'a döndü, tevbe etti. Bunlar benim değildir. Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in ruhaniyeti, bereketi ile ol­muştur.

Allah gaybı bilir. O'ndan başkası gayba âşinâ olamaz. Ancak ra­zı olduğu Rasûller hariç. Onlara da yine O bildirdi. Gayb, Hakk'ın indindedir. Peygamber (s.a.v) Efendimiz ona yaklaştı. O kadar yakın oldu ki, Hakk'ı gördü. Katında mevcut olanları anladı.



* * *



Yuvandaki halkı bırak. Ülkeni kalbinden ırak eyle. Kalbin Allah sevgisini taşımalı. Oradan hanım sevgisini çıkar. Dışını onlara ver. Kalbini Hakk'a ver. Her faniyi bırak, baki olan varlığa yönel.

Hakk'ın kapısına vardığın zaman, oranın hizmetçileri ile uğraş­ma. Oranın sultanı ve şahı ile olmaya bak.

O’na varırken yoluna duran her şeyi reddet. Tabakla yemek su­narlarsa yeme, hücre verirlerse oturma. Hanım verilirse evlenme. Bunlar mâna âleminin gölgesidir. Hiç birine aldanma, yoluna devam et. Ta O'na varıncaya kadar.

Üzerinde yalnız önce giymiş olduğun elbise olsun. Yorgunluğu­nu geçirmeyi düşünme. Üzerine konan toza bakma. Allah yolunda toza belenmiş insanlar daha makbuldür. Bu toz zahirde anladığınız toz değildir, erenler bilir.

Devam et. Hak sana yedirir. Heyecanını O dindirir. Sana O ül­fet verir. Her darlığını giderir. Yorgunluğunu O geçirir. Korkunu em­niyete çevirir. O'nun yakınlığı sana en büyük nimet sayılır. O'nun rüyeti en tatlı taam olur. Yemen, içmen hep O'nun varlığında ta­mam olur.

Halkın sana yönelmesi ne gibi bir mâna taşır ki. O'nu bilmek, O'ndan dilemek, O'nun katında sakin olmak, O'nun ülkesine göç et­mek. En önemli şey bunlardır. Halkı O'nun uğruna sev; o dem sa­na yönelen halk kitlesi, Hak tarafından gönderilmiş olur. Halkın sa­na gelişi O'nun varlığı ile olmalı, öyle görmelisin. Halkın idaresini ele almak böyle olur. En önemli şey, bunu anlayabilmektir.

***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Mesaj gönderen Ahmed »



36. MECLİS



Bu konuşma Salı günü medresede yapıldı.

Konuşma tarihi: Hicrî 2 Recep 545, Milâdî 1150.



Bu dünya bir pazardır. Bir saat sonra dağılır; kimse kalmaz. Azı­cık karanlık basınca herkes evine döner.

Çalışkan olunuz. Bu çarşıda işe yaramayan şeyleri almayınız. Kimseye yararı dokunmayacak şeyi satmayınız. Yalnız bugünü değil, yarını da düşününüz. Belki bugün iyi gözükür. Ama yarın ne olur; biraz da onu düşününüz. Asıl âhiret pazarında geçen şeyleri arayı­nız. Sikkecinin anlayışı kuvvetlidir. Hakk'ı tevhid etmek, O'nun için iyi işler görmek öbür âlemin geçerli metaı arasındadır. Ama bunları yapan aranızda azdır.



* * *



Ey evlat! Aklını başına al. Aceleci olma. Acele ile eline fazla bir şey girmez. İvedi hareketle sabahı getirmen kolay olmaz. Saba­hı beklerken acele etme. Başka şeyle uğraş. İbadet et. O kendiliğin­den gelir. Gündüzleri kendine meşgale bul; akşam kendiliğinden ge­lir; arzu ettiğini bulursun. İz’an sahibi ol. Kullarla iyi geçin. Kulla­ra zulüm etme. Hakkın olmayan şeyi ellerinden almaya kalkışma. Onlar birer vekildir. Sahipleri onlara; “Ver!” derse onlar verirler.

Emir vâki oluncaya kadar bekle; vermek nasıl olurmuş görürsün. Zorla kimsenin malını almanın cezası ağırdır. O cezaya dayan­mak kolay değildir.

Vermek elinde iken ver. Verebiliyorsan vakıaya uygun olarak vermiş olursun. Yâni, mevcut emre. Zira emir almadan kimse zer­re veremez. Sana da bir şey vermezler. Kimseden bir şey alman ka­bil olmaz. Ne zerreyi, ne de denizi, deryayı, hiç bir şeyi, ama hiç bir şeyi, alman kolay değildir. Ancak Allah'ın izni ile... Allah, kalplere ilham verir. O ilham sayesinde gönüllere rikkat gelir. Sana gereke­ni verirler. Akıl bu hikmetleri anlamaktadır. Aklın varsa bunları anla... Yerinde dur. Sağa sola kıpırdama. Yiyecek ve giyecek vakit­leri bölünmüş olup Hak Teâlâ'nın katında ve kuvvet elindedir.



* * *



Yazık sana, yarın hangi yüzle O'na varacaksın? Bu âlemde O’nunla çekişme yoluna gitmektesin. Daima ondan kaçmaktasın. Kul­lara gitmektesin. Şirk etmektesin. İhtiyaçlarını senin gibilere arz et­mek zilletine düşüyorsun. Darda kalınca, kullara dayanıyorsun. Hal­ka ihtiyaç arz etmek bir belâdır. Allah'a dayan ve çalış. Sen de onlar gibi insansın. Dilencilerin çoğu, yaptığı hata yüzünden o hâle düş­tüler. Onlardan pek azı dilenmek zorundadır. Dilencilerin az kısmı hatadan salim olarak dilenir. Elin, ayağın, aklın var oldukça dilen­mek sana yakışmaz; yaparsan rezil olursun. Gittiğin kapıdan kovar­lar.



* * *



Ey evlat! Perişan hâline en uygun şey, bendedir. Söyleyeyim: Hiç kimseden bir şey alma. Kimsenin vergisini bekleme. Anlayama­dığını kimse anlatamaz. Göremediğini gösteren yiğit çıkmaz. Bir şeyler vermeğe güçlü olduğunda, hiç kimsenin verdiğini alamazsın. Gücün varsa kendine hizmet ettirme. Kendin yap. İşlerini elinle gör­meye bak. Allah yolcuları onunla çalışırlar. Yaratan onlara acayip işleri her dem gösterir. Lütfunu onlara esirgemeden verir. Onları her kötülükten korur.



* * *



Ey evlat! İslâm dinine girmediysen iman sahibi değilsin. İmanı olmayanın ikanı yoktur. İkan sahibi olmadan Hak ilimlere ittilâ ka­zanamazsın. Marifet ehli olamazsın. Bunlar, derece derecedir. Biri bitmeyince öbürü olmaz. Basamağın birincisi olmayınca, ikinciye çıkmak kabil değildir.

İslâm dininin emirlerine boyun eğmeyen, emrin esas sahiplerine teslim olamaz. İslâm ol. Bütün varlığını Allah'a teslim et, şeriatın emirlerini yerine getir. O'nun emirlerine uy. Sen ve başkaları için Hakk'a teslim olmalısın.

Nefsine zulmetme. Başkalarına da zulmetme. Zulüm dünya ve âhirette insanı bataklığa atar. Zulüm kalbi karartır. Yüzü siyaha çe­virir. Amel defterinin beyazlığını giderir. Zulüm yolunu bırak. Zali­me yardım etme.

Bu hususta Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in şöyle bir hadis-i şe­rifi vardır: “Kıyamet günü olduğunda şu ses işitilir: Nerede zalimler? Onların yardımcıları n'oldu? Onlara yataklık edenler nasıl? Az da olsa onlara hoş bakanlar hani? Hepsini toplayınız, bir tabut içinde
cehenneme atmız.”

Halkı bırak. Zalim ve mazlum olmamaya gayret et. Dayanabilirsen mazlum ol. Sakın zalim olma. Kimsenin hakkı sende kalmasın. Kalırsa seninki kalsın. Kimseye kahretme; sana yapılsın, korkma, Allah mazlumlara yardım eder. Hele kullardan yardım eden çıkmaz­sa. Peygamber (s.a.v) Efendimiz buyuruyorlar: “Zulme uğrayan kimse, Allah'tan gayri yardımcı bulamazsa, Hak tarafından ona şöyle hitap gelir: Sana muhakkak yardım edeceğim. Geç kalırsa üzülme, ne za­man olsa yaparım.”

Sabır, yardımı çağırır; insanı yükseltir. İnsanı aziz kılar.

Hak'la aranıza duran vasıtaları atınız. Vasıtalara dalmak bir he­vestir. Şahı, sultanı, zenginliği ve azizliği bırakınız. Bu sıfatların hep­si Hakk'a aittir.

Allah'ım. Seninle sabır istiyoruz. Takva ver. Yeterlik ihsan eyle. Herşeyi atıp Seninle olmayı nasib eyle. Aramızdaki perdeyi kaldır.



* * *



Ey münafık, ne zamana kadar, gösteriş hevesine kapılacaksın? İçin ne zamana kadar bozuk olacak? Ey içinde olanın gayrini göste­ren adam, bu hâlin sana ne verebilir? Hem bundan eline ne girebilir?

Yazık sana; Allah'tan utanmıyorsun. O'nun karşısına çıkacağını neden aklına getirmiyorsun? Yakında O'nun huzuruna çıkacaksın. Yaptığın işin özü başkasına ait oluyor; ama dıştan O'nun içinmiş gibi yapıyorsun! Allah'ı kandırmak istiyorsun. Yaptığın işlerle bir şeyler talep ediyorsun. Ama bilesin ki, Hakk'ın bilgisi seninledir. O, seni her zaman bilir.

Dön; işlerini düzelt. Nefsini, Allah için kıl. Çalış ki, attığın her adım, aldığın her lokma, yaptığın her iş iyi niyetle olsun. Ve Hakk'a yararlı olsun. Niyetin tam olursa yaptığın her iş güzel olur. İşlerin Allah için olur. Ve artık işlerini zorluk çekmeden yaparsın. Kulluk, yapılan ibadeti Allah için yapmaktır. Böyle niyet hâliyle düzelir. Ona tam teslim olup ibadet ettikten sonra Hak o kula sahib olur. Hak Teâlâ bir kula sahib olursa kulların kötü emelinden onu saklar, on­lara muhtaç etmez. Onların derdinden azad eder.

Allah Teâlâ'yı isteyip arzuladıkça, yollar açılır ve O’nun yakınlık evine girmiş olursun. Zorlukları yok olur. Kalbinde Hak'la ülfet pey­da olur. Yakınlık derecen her an artar.

Yakınlık dereceleri yavaş yavaş yükselir. Kulluğun yerinde ol­dukça kulluk yakınlığın büyür. Sonra daha büyür. Bu hâl büyümek­te son bulduğu an kalbin Allah Teâlâ'nın nuru ile dolar. Oraya başkası yol bulup giremez. Ve orada başkaları için bir boşluk kalmaz.

Bu anlatılan hâle ermek için Hakk'ın emrine uy. Yasaklarından kaç. O'na teslim ol. Hayır ve şerde O'na bağlılığını bırakma. İyiliği, düşkünlüğü, zenginliği ve fakirliği bilhassa O'ndan bil. Arzularını yerine getirdiğin zaman dikkatli ol ki, bunların hemen çoğu dünya­ya aittir. Dünyalık şeyler, çok dikkatle alınmalıdır. Dünyada Allah için yaptığın işlere karşılık isteme. Mükâfatı O'na bırak, verir. Bil­meden az bir şey istersin, mükâfatın o olur. Asıl büyük mükâfat O'­nun sana yakınlığıdır. O da sana verilmiş. Ne istersin başka? O'nun yakınlığı, dünya ve âhiretin en büyük nimetidir. Dünyada O'na ya­kın olmak, kalp yönünden olur. Öbür âlemde ise, hem dış ve hem de içten olur. İşlerini yalnız O'nun için yap; ufak tefek şeyleri içine ka­rıştırıp, niyetini kirletme. Yaptığın işleri görme. Dış duygularını ha­rekete geçir. Kalbini Hakk'a ver. Kalbini O'na verebilirsen kalp âle­mine pencereler açılır. Onlarla hikmetlere bakarsın. Mâna, suret olur. Gayb âlemine geçen şeyler dışa çıkar. Haber olarak söylenen, açıkça görülür.

Kul Allah için iyi olursa her uygunsuz hâlden esirgenir. Hâli iyiye çevrilir ve hâlden hâle geçilir. Her an mânalar diyarına uçar. Kalbini imanla doldurur. Marifet hâli artar. Yakınlık ve müşahede ülkelerine geçer.

Bu hâl ehli için gece yok, gündüz var. Karanlık yok, ışık var. Ke­der yok, iyilik var. Nefis yok, kalp var. Yokluk var, varlık yok. Ha­zır hâli olmayan bir gayb âlemi var.

Bunların temeli, Allah Teâlâ ile ülfet hâlini bulmaktadır. Söz neye yarar; Hak'la aranda ünsiyet peyda olmadıktan sonra...

Halkı denedin, ne olduğunu sezdin. Hele bir adım at; fayda ve zararları artık kalmadı. Nefsi de bırak. Ona uyma. Onu geç. Elinden geldiği kadar, Yaratan'ın sevdiği şeylere çek. Onu da denedin. Bu­lunduğu hâli de öğrendin.

Halk ve nefis, iki ateş denizidir. İnsan bilmeden düşerse, yıkılır. Azmet ve o denizleri aş. Yolunda önce hastalık çıkar. Sonra şifa ge­lir. Sen ne hastalığa, ne de şifaya güven. Bütün hastalık ve şifası Hak Teâlâ'nın katındadır. Hak Teâlâ'dan başkası hastalık vermez, şifasını gönderemez.

Tek olmaya alışırsan, bir olandan ülfet ve birlik gelir. Fakirliğe göğüs gerersen, zenginlik gelir.

Dünyayı terk et, sonra öbür âlemi ara. Daha sonra Hak yakınlı­ğını iste. Halkı bırak, Hâlık’a koş. Anlayışsız olma, yaratık ile Yara­tıcı bir arada olmaz. Dünya ve âhiret bir kalpte olmaz. Bunların bir­leşmesi tasavvur dahi edilemez. Onları birleştirmek hayaline kapıl­mak caiz değildir. Ancak dışta halkı, içte Hâlık'ı düşünmek gerek. Dünyalık şeyleri elinde tut. Âhiret işlerini de kalbinde sakla. Ama bunlar, hep bir arada kalbe yerleşmez.

Nefsine bak, ona yarayanı al. Dünyalık istiyorsan âhireti kalbin­den at. Âhireti istiyorsan dünyayı oradan çıkarman gerekir. Hangisi nefsine yararsa onu seç. Şayet Mevlâ'yı istiyorsan, kalbinden hem dünyayı, hem de âhireti çıkar. Kalbinde dünya ve âhiretin gayri de kalmasın. Madem Mevlâ'yı diliyorsun, O'nun zâtından gayri şeyleri kalbinden atmalısın. O'ndan gayri kalbinde zerre miktar bir şey kal­sa Hakk'a yakınlık duymazsın. Hakk'la ülfet ve onun katında sakin olmak sana nasip olmaz. Kalbinde bir dünyalık lifi kalsa öbür âlemi kalp kapısına getirmen kabil olmaz. Âhiret sevgisinin zerresi kalbin­de yaşasa ilâhî nur senden uzak durur.

Yazık, kullar görmesin diye perde arkasına çekiliyorsun. Ama Yaratan'ı gördüğün yok. O'ndan nasıl saklı bir iş tutabilirsin ki? Yakında bütün perdeler yırtılacak. Bütün sırlar faş olacak. Yaptığın işlerin sonucu cebinden ve evinden çıkacak. Bugün parçalamaya kıyamadığın her şişe, yarın parça parça olacaktır. Hele daimi içtiğin şarap çanağın. Onun parçalanmasını bir görsen!

Her iyilik yarın meydana çıkar. Belki de sen, onlardan mahrum olursun.

Ey zehir yutan, yarın belirtisini vücudunda göreceksin. Haram yemek, din cesedine zehirdir. Nimetleri saklıda bırakmak, dinin için öldürücü zehir sayılır. Yakında Hak Teâlâ seni hesaba çekecek, ni­metin kadrini bilmediğin için seni fakre düşürecek. Halk arasına dilenci yüzü ile çıkacaksın. Halkın kalbi sana acıma duygusu taşı­mayacak.

Ve sen, ey ameli bırakan âlim. Yakında ilim seni bir yana ata­cak. Kalbinde bilgi mutluluğunu bulamayacaksın.

Ve ey cahiller, eğer O'nun kudret ve kuvvetini bilseydiniz, he­sap vermeyi de düşünür, hata işlemekten korkardınız.

Hak Teâlâ'ya ve kullarına karşı edebinizi takınınız! İşinize ya­ramayan lafları bir yana atınız. Lüzumsuz şeylere karışmayı bir zât şöyle tarif eder: “Geziyordum, bir genç gördüm; sıkı bir şekilde yer kazıyordu. Ona kendimce şöyle dedim: ‘Bu ağır işi bırak; hafif işlere bak.’ Bu sözümün cezasını çok ağır ödedim. Altı ay gece namazına kalkama­dım. Bu benim için çok ağır bir ceza oldu.”



* * *



Ey evlat! Asıl meşgale, işe yarayan şeylerle uğraşmaktır. Nef­sin isteklerini kalbine koyma; asıl hayır sana o zaman gelir. Nefsin istekleri birer derttir. Yalnız kendi dert olsa neyse, girdiği yeri de derde sokar. Hayır, ancak nefsin arzuları çıktıktan sonra gelir.

Kötü hâlini bırak. Allah Teâlâ ondan sonra sana yeni ve iyi hâlleri gösterir. Allah Teâlâ şöyle buyurdu: “Allah hiç bir cemaatin hâlini değiştirmez. Ta onlar kendi hâllerini değiştirinceye kadar.” (er-Ra’d, 13/11)

Ey insan, işit. Ey insanlar, işitiniz. Ey mükellef varlıklar dinleyi­niz. Ey akılca baliğ olanlar duyunuz. Allah Teâlâ'nın kelâmı, sözlerin en doğrusudur. Verdiği haberler sağlamdır. Sözlerin en güzelini O'nun kelâm sıfatı getirir. O'ndan daha yüce kelâm sarf eden yoktur.

Nefsinizi değiştiriniz. Yaratan'ın sevmediği huyları aradan atı­nız. Yaparsanız, sizin de sevdiğiniz gelir.

Yollar geniş, fakat size ne? Ey kötürümler, ayağa kalkınız ve yürümeye teşebbüs ediniz. Çalışınız, gafil olmayınız. Madem ipin ucu elinizdedir, bırakmayınız. Ve size yarayacak şekilde kullanınız.

Nefsinize yükleniniz, aksi hâlde o size biner. O daima kötü şey­ler emreder. Dünyada “Yap!” der. Öbür âlemde ise “Niçin yaptın?” diye sana çıkışır.

Yırtıcı hayvandan kaçar gibi, sizi Hakk'tan gafil edenden kaçı­nız. Allah için çalışınız. O'nunla çalışan kâr eder. Allah, seveni se­ver. Dileyeni diler. Hak, yaklaşmak isteyeni yaklaştırır. İrfan sahibi olmak isteyene marifet verir.

Beni dinleyiniz. Sözümü kabul ediniz. Benden daha güzel söz eden çıkmaz. Yeryüzünde benden daha sağlam ve güzel söz eden bu­lamazsınız. Fakat bunları benden bilmeyiniz. Kuvvetim Hakk'ındır. O'nun kuvvet dili ile halkı çağırırım. Ve bunları halk için yaparım. Benim için değil.

Âhiret âlemini istiyorsam yine kullar için istiyorum. Her kime ki, bir konuşma yaparım, o konuşmam Hak Teâlâ içindir.

Dünya neme yarar; âhireti neylerim? Dünya ve âhiretin içinde olanlar neme gerek? O benim doğruluğumu bilir. Bütün gaybı en çok bilen O'dur.

Bana yanaşınız. Ülkeler benim emrimdedir. Darphaneleri ben iş­letirim. Kalp akçayı anlarım.



* * *



Ey münafık, hezeyanın ne vakte kadar sürer? Daha ne kadar; “Ben benim, sen kimsin?” diyeceksin. Kâinatın her şeyini gördüğün hâlde “Ben” dersin.

Hak'tan gayri şeylerle uğraşırsın. Ama dara düşünce: “O'nunla ülfet etmekteyim” diye konuşursun.

Nefsinin Hak işlere razı olduğunu söylersin; ama o her şeye muarızdır. O nefsinin sabra alıştığını iddia ediyorsun, hâlbuki hadi­seler karşısında sıkılıyor ve küfre giriyorsun.

Sözle olmaz. Dert ve kederden etlerin hücresi ölüme mahkûm olmadıktan sonra seni erenler kabul etmez. Dert ve keder makasla­rı etini doğramadıktan sonra Hak'la ülfet âlemine geçmen kabil ol­maz. Başına çöken âfetler, kalbini Hakk'a yöneltir. Dünya çıkar, ahi­ret bağlılığı yok olur. Dünya ve âhiret sevgisi babında kalbin yokluk ancak emir ve yasaklar önünde olmalı.

Sen Hakk'a teslim ol. O seni harekete geçirir. Sen, ondan gayri sanırsın kendini; ama değilsin. Bu hâli kendinde toplamadıktan son­ra hiç bir makama sahip olman kabil değildir.

Aziz ve Celil olan Hak, kulun servetini talep etmez. Mânasını sorar. Kulun mânası ise, tevhid, ihlâs, dünya sevgisinin azalması, âhiret sevgisinden zerre olmaması hâlleridir. Bütün eşyanın kalpten uzak durması elzemdir. Bu uzaklık tabiatiyle mânendir. Bu işlerin sonunda kul, Allah'a vasıl olur. Sevilir, ona yakınlık verilir. Her var­lığın üstünde tutulur.



* * *



Ey tek olan, bizi Senin için birliğe kavuştur. Bizi kulların şerrinden kurtar. Senin için hâlis kıl. Fazlın ve ihsanınla duamızı hâlis ey­le. Rahmetinle kalbimizi temizle. İşlerimizi kolay et. Ülfetimiz Se­ninle olsun. Korkumuz varsa Zâtından başkasına gitmek hususun­da olsun. Maksadlarımızı bir eyle, o da Zâtın, Senin yakınlığın ol­sun. Dünyamız ve uhrâmız, hep yakınlığında devam etsin.

“Rabb’imiz, bize dünyada iyilik ver. Âhirette iyilik ver. Ve bizi ateş azabından koru.” (el-Bakara, 2/201) Âmin!



***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Mesaj gönderen Ahmed »



37. MECLİS



Bu konuşma Cuma sabahı medresede yapıldı.

Konuşma tarihi: Hicrî 5 Recep 545, Milâdî 1150.



Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in şu hadîs-i şerifi, içinde yaşadığı­mız âlem için büyük mânalar taşır: “Hastaları ziyaret ediniz. Cenaze törenlerinde hazır bulunma­ya gayret ediniz. Çünkü bunlar bu âlemin ötesinde bir başka âlemin varlığını hatırlatır.”

Peygamber (s.a.v) Efendimiz, bu kelâmı ile “Âhireti düşününüz” demek istiyor.

Hâlbuki siz ondan kaçmaktasınız. Önünüzde peşin serilen şey­leri bekliyorsunuz. Ve önünüzde hazır olan şeylerle avunmak sev­dasındasınız. Yakında her şeyle aranız açılacak, ayrılacaksınız. Bu ayrılış size danışılmadan yapılacak. Sizi ferahlandıran cümle eşya yürüyüp gidecek, giderken sizden izin de almayacak. Göçtüğünüz âlemde yorulacaksınız. Yüzünüze bakan olmayacak, öbür âlemin güçlükleri sizi yoracak. Ferah yüzü göremeyeceksiniz. Bunların sebe­bi, öbür âlemi hatıra getirmediğiniz oldu.

Ey zavallı, uyan! Çünkü sen yalnız dünya için yaratılmış değil­sin. Asıl yaratılış sebebin öbür âlemdir.

Ey gafil, sana lazım olanı ara. Sana öbür âlem lazımdır. Hâlbuki bütün gayretini bu âleme harcadın. Şehvet ve lezzet seni yıktı. Paranı gizli tuttun. Duygularını oyuncaklara verdin. Hâlbuki ölüm, “İşlerim sıkıştı, yakında başına çökeceğim” diyor.

Asıl anılacak ise öbür âlemi anlatan şeydir.

Ölüm alâmetleri, çeşitli şekilde sana göründü; sen hiç birini an­lamak istemedin. Saçların ağardı, korktun, kopardın veya beyazla­nan saçlarını siyaha boyadın. Bunları şimdi yaparsın, ama ecel gel­diği zaman ne yapacaksın? Ölüm meleği; yardımcıları ile başına çöktüğü zaman hangi gücünle onları atman kabil olur? Onları yol­cu etmen kabil oldu diyelim, tükenen rızkını nasıl telâfi edeceksin?



* * *



Boş hevesleri bir yana at. Dünya çalışmak üzerine kurulmuştur. Çalışan kazanır. Ücretini bol alır. Çalışmadığın takdirde sana bir şey vermezler. Bu dünya, çalışmak, sabırlı olmak dünyasıdır. Bu âlem, insanı yorar, rahat öbür âlemde başlar.

İman sahibi bu âlemde nefsini yorar. Şüphesiz öbür dünyanın iyi­liği de ona gelir. Ama sen onun gibi yapmadın. Acele ettin. Burada rahat aradın. Tevbe etmedin. Bugün, yarın derken, hataları uzattın gitti. “Hele bir daha keyif çatayım, sonra bırakırım” dedin; fakat aradan yıllar geçti. Ama sen ne uyandın, ne de hataları bırakabildin. Ömrün de bitti, tükendi; pişman da oldun, ama iş işten geçti.

Her ne zaman ki, uyanıp öğüt tutup tasdik ettiysen olmadı. O nasıl uyanış ve nasıl öğüt tutuş bilmem; bir türlü olmuyor.

Yazık, ömür duvarın çatladı; belki de yıkılmak üzere. Ey aldanmış, hayat duvarın yıkılmak üzere. Bunu sen harabeye çevirdin. Aslını değiştirdin. Perişan oldun. Hâlini değiştirdin, öbür âlemi iste. Ayakların istikameti öbür dünyaya dönsün. Ayak deyince toprağa bastığın ayak aklına gelmesin, öbür âleme ileten ayak, iyi iş tut­maktır. Onları yap. Dünya mallarını öbür âleme sal. Oraya gittiğin zaman fazlası ile bulursun.

Ey dünyanın aldattığı adam! Ve ondan başka hiç bir şeyle meş­gul olmayan kimse! Kervanı bırakıp hizmetçilerle meşgul olan adam, yazık sana; öbür âlemin işleri böyle görülmez. Onu ararken kalbini buraya vermek yakışık almaz. Dünyalık işleri at. Atarsan kalbine öbür âlemin nasıl yerleştiğini görürsün. Dünya ırak olup kal­bini âhiret sevgisi istilâ edince Hak yakınlığı sana sesini duyurur. O ses gelince âhiret de yolcu olur. O da giderse, eski hâllerini arama; Hak yakınlığını ara, O'nu bulursan kalp sağlığını bulursun, iç âle­min o kez temizlenir.



* * *



Ey evlat! Kalbin sıhhat bulursa ilâhî bilgi ona öbür âlemde şa­hitlik eder. Hak ilmine sahib olanlar da sana şahit olurlar. Senin kendi iyiliğin için şehadet etmene lüzum kalmaz. Hem davacın, hem de şahidin kendiliğinden olur. Bu hâlinle dağlar gibi olursun. Fırtı­na, kasırga seni yerinden oynatamaz. Atılan oklar seni yere seremez. Yaratılmışları görmek seni Yaratan'dan alamaz. Onlarla karışıp otur­mak, seni bulunduğun hâlden çekemez. Hiç bir tırmalama kalbini gıdıklayamaz. Ve hiç bir keder, iç âlemini bozamaz.



* * *



Ey cemaat! Yaratılmışın ikbali temennisi ile tutulan her şeyi bı­rakınız. Halkın dönüşünü bekleyen, Allah'tan kaçan kul, Allah'ın nimetlerine düşmandır. İyiliği inkâr yolunu o tutar. Melun olan o olur. İlâhi nurdan perdelenen o kimsedir.

Halka kalbini kaptırma. Onlar kalbini söker alır; hayır bırakmaz­lar. Dinini çalarlar. Kendilerini Hakk'ın ortağı tanıtırlar. Yaratan'ın, besleyenin büyüklüğünü unuttururlar. Seni senin için istemezler, kendileri için isterler. Hâlbuki Aziz ve Celil olan Hak, seni senin için diler. Seni senin için arayana talip ol. Onunla meşgul ol. İyiliğin için arayanın olmak, şahsî menfaati arayandan daha iyidir. Eğer aramak icap ederse ara, ara. Her şeyi onda bul. Kullardan bir şey umma.

Allah'ın en sevmediği yaratık, yaratılmışlara avuç açandır. Yardımı Allah'tan iste. Asıl zengin O'dur. Halkın hepsi çaresizler grubudur; hepsi O'na muhtaçtır. Halk, ne kendine ne de başkalarına bir fayda temin edebilir. Zarar da vermesine imkân yoktur.

O'nun sevgisini ara. O ezelden beri seni arar. O'nu dilersen mürid olursun, murad O'dur. Kabiliyetin varsa sen de murad olabilirsin. Bu kez mürid O olur. Yavru önce annesini arar. Büyüyünce annesi onu ister. Hak Teâlâ sağlam iradeni bilirse seni diler. Doğru olarak sevgine inanırsa seni sever. Yoluna deliller salar. O deliller, seni ya­kınlığa götürür.

Nasıl iflah olabilirsin; nefsin, tabiî arzuların ve şeytanî duygu­ların elini kalp gözüne saldırttın. O elleri kalbinden ırak eyle ki, eş­yayı olduğu gibi görebilesin. Nefsini cihadla, muhalif olmakla berta­raf et. Tabiat ve şeytan elini bir yana bırak ki, Hakk'ı bulasın. Bu elleri parçalarsan perdeler sana açılır. Rabb’inle aranda hicab kal­maz. Hak'tan ayrı şeylere onun varlık gözüyle bakarsın. Nefsini ol­duğu gibi görürsün. Başkalarını yine öyle seyredersin. Nefsin hata­larını görür, bırakırsın. Başkalarının kötülüğünü anlar kaçarsın.

Bu duyguları benliğinde duyarsan ilâhî nura yakın olursun. Ora­da sana gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, insanın bu maddî duygu ile sezemediği şeyler vardır.

Bu hâlden sonra kalp kulağın iyi şeyler işitir. Sır gözün parlak olur. Basiretin açılır. Onlara nurdan kisveler giydirilir. Keramet sü­sü takılır. Hak saltanatı ile sana sultanlık verilir. Velayet derecesine çıkarsın. Hak Teâlâ sana yardımcı olur. Her mülk emrine girer. Ar­tık seni rahatsız eden bir mahlûk çıkmaz. Her şey kalbine bekçi olur. Melekler sana hizmete gelir. Hak Taâlâ, sana peygamber sevabı ve­rir; onların ruhaniyetini gösterir. Yaratılmışlarm her gizli tarafı sa­na ayan beyan görünür.



* * *



Ey evlat! Bu makamı ara. Asıl gayen anlattığımız şey olsun. Dünyayı aramayı bırak. Dünya seni doyurmaz. Bir alırsan beş daha istersin. Hakk'ın gayri nesneler, senin manevî huzursuzluğunu gidermez. Hak'la ol; seni O'nun nuru doyurur. İlâhî varlığın nuruna erince her şeyi bulmuş olursun. Dünya ve âhiret zenginliğini de bu­lursun.

Ey gafil, seni isteyeni iste. Seni seveni sev. Sana iştiyak duyana âşık ol. Hak Teâlâ'nın kelâmını işitmedin mi? “Allah onları sever; onlar da Allah'ı severler.” (el-Mâide, 5/54) Yine bu mevzu ile alâkalı şöyle bir kudsî hadîs vardır: “Ben size kavuşmayı daha çok arzularım.”

Yaratan, seni ibadet için yarattı. Neden oyuncakla oynarsın? O, seni kendine arkadaş etmek ister. Başkalarını neylersin? Hak'­tan gayri ile uğraşma. Kalbine Hak sevgisinden gayrisini koyma. Hak'tan gayrisini sevecek olursan, şefkat ve merhamet duygusu ile sev. Nefsin her şeyi sevmesi caiz olur. Ama kalbin ve sırrın Hak'tan gayrini sevmesi ve bağlanması asla caiz olmaz. Âdem Peygamber kalbi ile cenneti sevdi, ondan ayrıldı; oradan atıldı. O, daimî kala­cağını sanıyordu. Hâliyle sevgi bahane edilip başka sebep gösteril­medi. Başka yollardan atıldı. Meyve bahane oldu. Sonra kalbi Hav­va'ya meyletti; hayli zaman da ondan ayrı kaldı. Aralarında üç yüz senelik yol uzaklığı oldu. Biri Serendip'te, biri Cidde'de yaşadı. Bu mesafe aslında azdır. Üç yüz sene değildir. Ama Hakk'ın yardımı olmasaydı, üç yüz değil, üç bin yılda dahi buluşmak kabil olabilir miydi?

Yakup Peygamber kalbini oğluna bağladı. Araları açıldı; uzak­lara düştüler. Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in kalbi az da olsa Âişe anamıza meyletti, aralarında geçen macera onları bir müddet ayır­dı. Bühtanlar atıldı, iftiralar oldu. Günlerce onu görmeden yaşadı.



* * *



Nefsini bırak, Hak'la meşgul ol. Hak'tan gayri şeylerle meşgul olma. Kimse ile ülfet etme. Kalbine yaratılmışlar sokulmuşsa onları bir yana at; Hak sevgisini yerleştir.

Ey battal ve tembel kişiler ve ey sözümü kabule yanaşmayan ki­şiler, kabul ederseniz sizin için, etmezseniz gene sizin için. Yıkılmaz ve perişan olmak sizi bekler. Allah Teâlâ şöyle buyurdu: “Nefsin yaptığı iyi olursa kendisi içindir, kötü olursa yine ken­di aleyhine olur.” (el-Bakara, 2/286)

Yine buyurdu: “Eğer iyilik yaparsanız kendiniz için olur; kötü olursanız yine size...” (el-İsrâ, 17/7)

Bunlar şimdi pek bilinmez. Hepsi yarın meydana çıkar. Yapılan iyi işlerin neticesi, cennet olur. Kötü işlerin sonucu ise cehennem...

Yaptığınız işleri dikkatle yapmalısınız. Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in şu hadîs-i şerifi ne kadar hoştur: “Yiyecek verirseniz, Allah'ın emrini bilen kişilere veriniz. Gi­yecek vereceğiniz zaman, Allah'a inanmış kimseleri seçiniz.”

İttika sahibi olana dünya işinde yardımcı olursan daha rahat kulluk yapar. Yaptığı işin bir misli sana ecir verilir. İman sahibine yedirirsen yine sana yaptığı amel misli mükâfat verilir.

İman sahibinin üzerinden dünyalık bir yükün kaldırılması çok önemlidir. İmansız ve riyakâr kişilere yapılan her iyilik de aynı şekilde mukabele görür. Yardım edersen kötülük yapması için yapmış olursun. Aynı şekilde sana da kötülük yapılır. Yaptığı şerli işler bir gün senin başında patlar.



* * *



Ey cahil! İşlerini bilgi ile yürüt. Bilgisiz işte hayır yoktur. Bilgi­nin olmadığı yerde ne iman, ne de ikan olur. Öğren ve çalış. Bunu yaparsan, dünya ve âhiretin kurtulmuş olur. İlim tahsil edip amel et­meye dayanmayacak kadar sabrın yoksa nasıl kurtulabilirsin? Sa­bırlı ve anlayışlı ol. İlmin hepsini birden kavraman kabil değildir. Bütün varlığını ilim yoluna harcarsan ancak bir parça öğrenebilir­sin.

Büyüklerden birine ilmi nasıl tahsil ettiği ve tahsil yolunu nasıl bulduğu soruldu. Cevap verdi: “Kuşların erken kalkması, devenin tahammülü, domuzun hır­sı, köpeğin yaltaklanması üzerimde derin tesirler yaptı. Onları gör­düm, bir hayvan oldukları hâlde yaptıkları işe baktım. Ben de insa­nım, onların hareketinden ibret aldım. Kuş gibi erken kalktım. İl­min bütün ağırlığını çektim. İlme karşı bir ihtiras duydum. İlim sa­hiplerinin kapısında günlerce yalvardım.”

Ey ilim talep eden, işit bu sözleri. O büyük zâtın kelâmını iyi dinle. Bilgi ve kurtuluş istiyorsan böyle yap. İlim hayat, ilimsizlik ölümdür. İlmi ile âmil olana ve bilgiyi öğretmek için sabredene ölüm yoktur; maneviyatı ölmez. Hak Teâlâ'nın ilim sıfatına iltihak eyler. Hayatı onunla devam eder.

Allah'ım, bize bilgiyi ve ihlâsı nasib eyle. Âmin!

***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Mesaj gönderen Ahmed »



38. MECLİS



Bu konuşma Pazar sabahı Ribât’ta yapıldı.

Konuşma tarihi: Hicrî 7 Recep 545, Milâdî 1150.



Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur:

“Şeytanın boynunu, (Allah'tan başka ilâh yoktur, Muhammed Allah'ın rasûlüdür) kelâmı ile kırınız. Sizden biri, nasıl düşma­nına seri şekilde vurarak yahut fazla yükü boynuna takarak belini bükerse, şeytan da bu ulvî kelâm karşısında öyle susar ve siner.”



* * *



Ey cemaat! İçinize sinen manevî şeytanın boynunu, kelime-i tev­hidi ihlâsla söyleyerek kırınız. Mücerred kelime ile yetinmeyiniz. Tevhid kelimesi şeytanı yakar; fakat onu tam söyleyebilmek mesele. O büyük kelâm, iman sahiplerine nur, şeytan tayfasına ateş olur. Kalbinde binlerce ilâh yattığı hâlde nasıl: “Yalnız ilâh olarak Allah vardır.” diyebilirsin?

Her dayandığın ve güvendiğin nesne senin putundur. Kalbin şirkle dolu olduğu hâlde dilden tevhid getirmen sana fayda vermez. Kalbin pis olduktan sonra kalıbın temiz olması, ruh temizliğine yet­mez.

İman sahibi, şeytanı sindirir. Şirk ehlini de şeytan ürkütür.

İhlâs bütün sözlerin özüdür. Kabuk yalnız ateşte yanar. İhlâsa sahib ol. Tevhid ilminin özüne er.

Sözlerimi iyi dinle ve onlarla amel et. Ağzımdan çıkan her söz, hırs ateşini söndürür. Nefsin saltanatını yıkar. Sözümün dinlendiği her yuvada tabiat ateşi yanmaz. Tabiat ateşinin yandığı yerde ne din, ne iman kalır. Sözlerim bırakılıp nefsin ve şeytanın havası es­tikçe din gider, iman kaybolur ve ikan yok olur.

Yapmacık işlerin peşinde koşanların sözünü dinleme. Oyuncak ve düzme şeylere düşenlerin peşine takılma. Çünkü insan tabiatı, düzme şeylere heves duyar. İçi bozuk kişilerin sözü tatsız hamur gi­bidir; yiyenin midesini fesada uğratır.

İlim, şahsiyet sahiplerinin ağzından dinlenir. Şahsiyet sahipleri, Hak yoluna baş koyan kimselerdir. Onlar ittika sahibidirler. Kötü iş­leri onlar bırakır. İrfan sahibi onlar olur. İhlâsı ve ihlâslı ameli on­lar yapabilir.

Takva hâlinden gayri şeyler boş hevesten ibarettir. Velayet hâli dünyada ve âhirette, muttaki kimselere hastır. Hem temel, hem de bina onlar için yapılır. Allah Teâlâ, ittika sahibi kullarını sever. İh­san sahibi ve sabırlı kimseleri sever. İyi hatıralara sahib olan onları bulur, seversin. Her zaman onların arkadaşlığını ararsın. İyi hatıra, kalb marifet nuru ile parladıktan sonra gelmeye başlar.

Marifet sahibi olmadıktan sonra hatıralarına aldanma. Bir ha­tıra ki, sana hayrı ve şerri göstermiyor, o sağlam değildir.

Gözlerini harama açma. Kötü şeylere nefsini itme, tut. Varlığına helâl yedirmeyi alıştır, iç âleminden de Hakk'ı murakabe etmeye ça­lış. Dış hâlini Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in özüne uydurmaya gay­ret et. Bunlar yapılırsa, içinden sana iyiliği hatırlatacak kuvvet ve­rilir. İrfanın tam olur. Asıl beslemeye ve büyütmeye değen, kalb ve akıldır. Nefis ve tabiî arzu büyütülmeye değmez.



* * *



Ey evlat! Bilgi sahibi ol. İhlâs yoluna koyul. Nifak tuzağından ve içi bozuk olma durumundan bunlarla kurtulabilirsin. Bilgiyi yal­nız Allah için İste. Dünya için ve halkın sana yönelmesi için isteme.

Allah için tahsil edilen bilgi, yasak ve emir karşısında insana bir heybet verir. Yasakları yapmaktan kaçınırsın, emri yaparken de tam olup olmadığım düşünerek üzülürsün. İlmi Allah için tahsil edi­yorsan, daima O’nun varlığını gözetiyorsan, nefsini onun önüne serebilirsin.

İlmin sahibi olursan halka tevazu gösterirsin. Bu hâlinle onlar­dan bir talepte de bulunamazsın. Onların malı ve mülkü seni ilgilen­dirmez. Allah yolunda doğruluğunu gösterirsin. Başkaları için doğ­ruluk yapamazsın. Hak yolu bırakıp başkası için doğruluk yapmak, Hakk'a karşı düşmanlık sayılır.

Hakk'ın zâtından gayri şeylerin önünde durmak, yokluğu gözet­mektir. Hak Teâlâ'dan gayri kimselerden bir talepte bulunmak, mahrumiyetin ta kendisidir. İlmin gerektirdiği bazı sıkıntılı durum olur. Onlara sabırla karşı koyman gerekir. İlmin bir nimettir, ona şükretmen yerinde olur.

Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur: “İlim ikiye ayrılmıştır. Biri sabır, öbürü de şükürdür.”

Güçlüğe sabredemiyor, iyiliğe şükür yolunu tutmuyorsan, iman sahibi olabilmene imkân yoktur. İslâm dininin özü, ilâhî emir ve hükme boyun eğmedir. Bunu yapmaya gücün yetmezse, imana sahip olman kolay olmaz.

Allah'ım, kalbimize, sana güvenmesi için tevekkül yolunu göster. Sana itâat etmek ve ibadet etmekle ruhumuza canlılık ver. Emirleri­ne uymak ve seni tevhid etmekle kalbimize dirilik ver.

Kalbinde tevhid ve tevekkülü yaşatan büyük insanlar olmasa bu hayatın ne önemi olur ki? Yeryüzünü onlar tutar. Onlar olmasaydı, helak olurdunuz. Hak Teâlâ onların duası bereketiyle azabı kaldırır. Peygamberlik surette kalkmıştır; fakat manada devam etmektedir. Bu devamı o büyük zevat yürütür. Peygamberliğin manevî bayrağını onlar taşımamış olsalardı bu âlemin kıymeti olmazdı. Her şey söner, kül olurdu. Her devirde o yüce ruhâniyet bayrağını taşıyan kırk kadar zat bulunur. Onlar arasında öyleleri vardır ki, kalpleri Peygamber (s.a.v)’in ruhaniyeti iledir. Onların bir kısmı ilâhî tecellilerin ve yeni bir dinle gelen peygamberlerin halifesidir. Dini meseleleri inceler onlardan ahkâm çıkarırlar. Üstattan kalan halife makamı onlara hastır. Bu duruma işaret eden Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur: “İlâhî bilgi sahipleri Peygamber varisleridir.”

Onlar her bakımdan peygamberlere varistir. İlim tahsil eder, ezberlerine alırlar. Sözde ve işte Peygamber’e varis olduklarını gösterirler. Söz amelsiz olunca hiçbir şeye yararlı değildir. Senetsiz iddia hiçbir karşılık getiremez. Amel olmadan lütuf ummak da boş ümit gibidir.



* * *



Ey evlat herhangi bir hâle sahip olmak için Kitap ve Sünnet’e devam etmek lazımdır. Onlarla amel etmedikten sonra iş yoktur. Çıkmaza girilmiştir. Ayrıca yapılan işle ihlâs sahibi olmak da gereklidir.

İlim sahibi olarak geçinen kimselerinizi cahil görmekteyim. Zühd ve takva sahibi gözüken kimseleriniz ise dünyalık peşindedirler. İnsanlara ve fani varlıklara güvenen kimse zahit olamaz. Allah’tan gayri fani kimselere dayanmak, O’nun yüce varlığını unutmak lanet getirir. Bu durumu en güzel anlatan Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in şu yüce kelamıdır: “Melundur, melundur, kendi gibi bir yaratığa dayanan kimse melun -Allah’ın rahmetinden uzak-tır.”

Yine buyurur: “Bir fani kişiye dayanarak azizlik satan zelil olur.”

Yazık ne kadar anlayışın kıt! Anlattığımız şeyleri yapmayı adeta kendine bir suç saymaktasın. Kulları kalbine almazsan Hak’la olursun. O nurunu sana verirse lehinde ve aleyhinde olacak şeyleri bilirsin. Sana yarayanı ve başkaları için olan şeyleri öğrenir geçersin.

Sana Hak kapısında sebat etmek gerek. Bütün sebepleri kalbinden atmalısın. Her varlığın sahibi olan Hakk’ı bilmelisin, bunları yaparsan dünyanın ve âhiretin şimdi ve sonra hayrını görürsün. Bu öyle bir iştir ki halkı ve onlara gösterişi kalbinde besledikçe bulamazsın. Zât-ı İlâhî’den gayri şeylerin zerresi kalbinde kalsa yine bu yolu ikmal etmen kabil değildir. Sonra bir şey daha var ki o da sabırdır. Sabrın yoksa bu yola girmiş sayılmazsın. Sonra iman sermayesini de yitirmiş sayılırsın. Birçok bakımdan imanın gelişmesini sabır sağlar. Peygamber (s.a.v) Efendimiz: “İman için sabır, vücut için baş gibidir.” buyururken anlatmaya çalıştığımız hâli daha güzel anlatmıştır.

Sabrın manası, hâlini kimseye kesmemek ve sebeplere bağlanıp belanın kalkmasını onlardan beklememektir. Herhangi bir darlığı kötü görmemek, sabırlı kişinin işidir. Ve onun hemen gitmesini bek­lemek sabrı olmayanın kârıdır. Sabırlı iman sahibi, ne belâyı kötü görür, ne de hemen darlığın kalkmasını ister. O her şeyin bir vakti ve zamanı olduğuna inanır.

Bir kul, düştüğü darlık ve sıkıntı hâlinde arzusu bulunmadığı için sabır yolunu tutarsa, kötü hâllere kendini itmezse, karanlık yol­lara çıra ile girerse, bu çıra ile onun darlığı genişliğe çevrilir. Hata karanlığını ibadet lambası aydınlatır; el emeği ile çalışıp yemek, rızık yollarına ışık tutar. Bu vesile ile rahmet nazarı o kula gelir. Dün­yalık ve öbür âlem için nasibi ummadığı yollardan verilir. Bu mev­zuda şu âyet-i kerimeyi zikretmek yerinde olur: “Bir kimse hatalardan sakınırsa Allah Teâlâ onu darlıktan genişliğe çıkarır. Ummadığı yerden rızkını gönderir.” (et-Talâk, 65/3)

Sen bir kan almakla hastaları iyi edene benziyorsun. Başkaları­nın hastalığını çıkarıyorsun. Fakat senin hastalığın, içinde saklı ka­lıyor. Sende, öyle feci hastalıklar var ki, hiç aldırış ettiğin yok.

Zahirdeki bilgin artıyor, iç bilgin zayıflıyor. Dışın bilgili, ama kalbin cehalet yuvası! Hâlbuki Tevrat'ta: “İlmi artanın korkusu da artar.” kelâmı derin manalar ifade eder.

Bu korkuyu Kur'ân-ı Kerîm şöyle ifade eder: “Allah'tan ancak âlim kulları korkar.” (el-Fâtır, 35/28)

Kullara karşı engin gönüllü olmak, yaptığı hatalar için ilâhî aza­bın inmesinden korkmak, ilim sahibinin işidir. Bu duyguya sahip olacak kadar bilgin yoksa hemen öğrenmeye koyul. Amelin, ilmin, ihlâsın, edebin yoksa ve büyük insanlara karşı iyi düşünceye sahip değilsen, anlattığımız hâllere neyinle erebilirsin? Bütün gayretin, dünya malı toplamaktan ve onun geçici metaına göz dikmekten iba­rettir. Yakında seninle o sevdiğin şeyler arasına duvarlar gelecektir.

Seninle büyük insanların yaptığı işler arasında uçurumlar ka­dar fark var. Onların tek gayesi vardır; o da Hak Teâlâ'yı öz varlık­larına yakın bilmek ve ona göre iş tutmak. Dışlarını temiz tuttuk­ları gibi içlerini de temiz tutarlar. Anlattığımız temiz duygulara sahip oluncaya kadar bu hâlleri devam eder. Maddî arzular baştan so­na kalplerini terk eder. Kalplerinde tek arzu yaşar, o da Allah Teâlâ! O'na yakın olmaktan ve O'nu sevmekten daha yüce duygu ne olabilir? Onlar da bunu bilir ve gereğini yaparlar.

İsrailoğulları hakkında şöyle bir hikâye anlatılır: Benî İsrail'in başına bir darlık geldi. Aklı başında bir heyet, zamanın peygamberine koştu ve şöyle sordu: “Başımıza gelen bu bela neyle def olacak?” O da Hak Teâlâ'dan haber bekledi. Gelen vahiy şöyle oldu: “Onlara de ki: Benim hoşnut olmamı istiyorlarsa zavallı kim­selerin gönlünü alsınlar. Onları darıltmasınlar. Onları hoşnut etmek beni hoşnut etmektir; onları darıltmak, beni darıltmaktır.”

Bu hikâyeyi iyi dinleyiniz. Sizler her gün zavallıların kalbini kır­maktasınız. Bu hâlinizle de Allah'ın rızasını istiyorsanız, elinize böy­le bir şey girmez. Boşuna ümide kapılmayınız. Allah'ın dargınlığı için dolaşıp devretmektesiniz. Sözlerimin sertliği sizi gücendirmesin. Kurtuluşunuz ancak sözlerimi iyi dinlemekle ve dediklerimi yapmak­la olabilir.

Büyüklerin sözünü dinlemeyi hiç bırakmadım. Onların sert sözü beni incitmedi. Her şeye bu yolda dayandım. Üzerime kaderin icabı bazı afetler geldiği zaman dilsiz ve âmâ gibi oldum. Neler çekmedim ki? Sen büyük insanların acı sözlerine bile dayanamıyorsun, nere­de kaldı ki, o afetlere dayanasın? Olmaz. Her güçlüğü sabırla yenme­dikten sonra iş yoktur.

Kadere uy; yoksa felah bulamazsın. İster lehinde, ister aleyhin­de olsun, mutlaka ona uymalısın. Sana nasip olan şeylerde büyük zatları itham etmeden sohbetlerine devam et. Her hâlde onlara uy­malısın. Onlara uyduğun zaman, dünya ve âhiretin felahı kapında olacaktır.

Sözlerimi anlayınız, sonra onunla amel ediniz. Amelsiz anlayışın faydası yok gibidir. Yaptığınız işe de ihlâs katınız. İllâ şu şeyler be­nim olsun gibi fenalık taşıyan arzu sahibi olmayınız. Sanatkâr, yap­tığı işi yalnız maddî kaygı ile yaparsa faydasızdır. Bir insan her şeyi nefsinde toplamak isterse, halk ona kıymet vermez. Gözde olanlar fedakâr olanlardır. Anlattığım yolda yürümen, senin kıymetini art­tırır. Her ücreti Hak Teâlâ'dan bekle. O'nun yoluna sabırla devam edersen şaşırtıcı lütuflarını görürsün. Yusuf Peygamber, evinden alınmaya, kuyuya atılmaya, köle olarak satılmaya, ayrıca bir sürü hakarete tahammül edip sabır göstermeseydi, o büyük devlete sahip olabilir miydi?

O, Rabb’inin işlerine boyun eğdi, razı oldu. Bu yüzden zilleti, iz­zete tebdil edildi. İyi niyeti meydana çıktı. Sarsılmaz bir mülk sahibi oldu. Öldürülmek istenirken daha sağlam bir hayata kavuştu.

Sen de, İslâm dininin emirlerine uyar, yasaklarını bırakırsan her işinde îlâhî fiillerin tecellisini sezerek sabra devam edersen... Nefsi­ne ve şeytana uymazsan, bulunduğun şimdiki kötü hâlden kurtulur­sun. Yalnız Hak'tan korkar ve O'ndan ümit beklersen, sevmediğin her güçlük kalkar, yerine sevimli hâller gelir.

Çalış. Kuruntuya kapılma. Sen kendini kurtaracağını umma. Sa­dece çalış; hayır kendiliğinden gelir. Bir kimse iyiyi arar, o yolda emek harcarsa emeğini bulur.

Helâl yemeye çalış. Kalbini o nurlandırır. Kalbinden bütün ka­ranlığı o atar. En güzel akıl, sana yarayanı bildiren akıldır. Allah'ın nimetlerini anlatmayan akıl, akıl değildir. Aklın iyisi, Allah'ın vermiş olduğu iyiliği anlatan ve şükür yolunu gösteren akıldır.



* * *



Ey evlat! Bir kimse, iman gözü ile her şeyi yerli yerinde takdir edenin Allah olduğunu bilirse, O'ndan bir şey talep etmeye utanç duyar. Bilir ki, her şey vaktine göre olmuş ve yapıcı işini bitirip çe­kilmiş, artık ne dilesin? Bu durumda, sadece dilini boş sözden alır, ibadet yolunu tutar. O zatın kısmeti başkasına gitmez, İşte bunu bil­diği için sessizliğe gömülür ve şükür yolunu tutar. İyi edep sahibi­dir; itiraz etmez. Başına bir darlık gelirse kullara şikâyetçi olmaz. Ne az için, ne de çok için! Kalbini sıkıntıya sokmaz. Dili ile kimse­ye darlık vermediği gibi kalbi ile de vermez. Kalpten duyulan sıkın­tı ile dilden duyulan sıkıntının bir farkı yoktur. Dilden çıkması ayıp olan hata, kalpten de çıkmamalıdır. Bana göre, hakikatte dille kal­bin, bir farkı yoktur.

Ayıptır, yalnız Allah'tan dile. Başkasından bir talepte bulunmak­la utanç duymaz mısın? Neden O'ndan dilemezsin; hâlbuki O, sana kullardan daha yakın. Bari istediğin şeylere tam ihtiyacın olsa, ney­se?

Hazinelerini gizli tutmaktasın. Fakirlere bir habbecik bile ver­meye elin varmıyor; hâlin ne olacak? Yakında öleceksin. Malın pay edilecek. Her gün hakkında kötü söylenecek. Sakladığın malın sor­gusuna nasıl cevap vereceksin? Sana lanet gelecek. Eğer aklın ol­saydı iman kazanırdın. Dünyalığın çokluğu imansıza ne sağlar ki?

Aklın başında olsaydı, Allah'ın sâlih kullarına gider, onlarla soh­bet eder, sözleri ve işleri ile terbiye alırdın. Her vesile ile Hak Teâlâ seni felâket çukuruna düşmekten korurdu. Yarın O'nun katına ak yüzle varırdın. Kalp yönünden edebin tamam olurdu kurtulurdun. Fakat hiç birini yapmadın. Yaramaz işler peşinde koştun.

Ey riya putlarını kalbinde taşıyan, bu hâlinle, Hak yakınlığı ko­kusunu almak sana nasip olmayacak. Ve ey kullara dönen, onları bırak. Yaratılmış fâni şeylerin elinde zarar ve fayda imkânı yok­tur. Bunu bilmiş ol. Onlar ne dünyada ne de öbür âlemde bir iş ya­pabilirler. Kalbini onlara verme. Yaptığın bu işlere şirk derler. Bu şirkte iken tevhid âlemine ermen kabil olmaz, öbür âleme geçtiğin zaman da elin boş olu

***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Mesaj gönderen Ahmed »



39. MECLİS



Bu konuşma Cuma sabahı Ribât’ta yapıldı.

Konuşma tarihi: Hicrî 12 Recep 545, Milâdî 1150.



Dünya ve âhirette mülk istersen cümle varlığını Allah yoluna harca. O kez, emîr ve reis olursun. Bu hâlin, kendi özünde her za­man, başkaları için de zamanla olur.

Sana nasihat ediyorum; nasihatimi iyi dinle: Beni tasdik eder­sen, doğruluğunu ilân ederim. Yalan ve iftiralar atacak olursan, ya­lancı olduğunu tasdik ederim, bir daha kurtulman kolay olmaz. Her zaman yaptığının karşılığını bulursun.

Benden hasta hâline şifa al; aldığın ilâcı kullan. Şuna katî ola­rak inan: O ilâçla afiyet hâlini bulabilirsin.

Geçmiş insanlar, bir iyi kul bulmak için şarkı garbı dolaşırlardı. Bu dolaşma, gönüllerini açtırmak içindi. Bir tane bulacak olsalar­dı hemen manevî hastalıklarına şifa ister, alırlardı. Hâlbuki bugün sizin öyle bir şey aradığınız yok. Aramak değil, kapınıza dahi gelse, kovar oldunuz. Çok sevmeniz icap ederken bilgi sahiplerine ve fıkıh âlimlerine öfke duyarsınız. Şeriat bilgini olanlar velî kullardır; edep ve terbiyeyi onlar öğretir.

Şüphesiz, elinizde hiçbir ilâç durmuyor; benim bilgim, tıbbî tec­rübem sana ne fayda sağlar? Sana her gün bir temel kurarım, he­men yıkarsın. İlâç vasıflarını sayarım, ne çare ki, kullanmayı bir tür­lü istemezsin. Sana: “Şu lokmada zehir gizlidir” derim, ama yemeye çalışırsın. “Şunu ye, onda şifa vardır” derim, ondan kaçarsın.

Daima bana muhalefet etmektesin. Aksine şifalı şeyleri iter, ze­hirli şeye el atarsın. Yakında mâna yapında hâlin açığa çıkacak, iman hâlin de kendini gösterecek.

Sana nasihat ediyorum: Beni paslı kılıcınla bertaraf etmeye yeltenme. Senin ayrılıp gitmeni istemiyorum. Bir kimse Allah'la olur­sa onu kimse ürkütemez. Ne cin tayfası, ne de yırtıcı hayvanlar. Hiç biri o büyük zâtı korkutamaz. Hiçbir yaratık o kişiye dokunamaz.

İlim sahiplerini sıkıştırmayınız. Siz ne ilim sahiplerini, ne Pey­gamber’i, ne de Allah Teâlâ'yı tam mânası ile bilmektesiniz. Siz bunların cahilisiniz. İyi insanları bulunuz. Onlar, Hak Teâlâ'nın bü­tün fiillerine razı olurlar. Onlara yakın ol. Ve hâllerini öğren. Çün­kü bütün selâmet kazaya rıza göstermektedir. Emellerin kısılması da önemlidir. Dünya işlerine pek gönül kaptırmamak iyi olur. Nefsiniz­de bir hastalık sezince, hemen emellerinizi kısaltınız ve ölümü hatır­layınız.

Peygamber (s.a.v) Efendimiz, bir kudsî hadîsi şöyle anlatır: “Kullara farz kıldığım ibadet yapıldıktan sonra, kullarım bana ne ile en çok yaklaşır, bilir misiniz? Evet, kulum daima bana yaklaşır. Bu yaklaşma, farzla başlar, nafile ile de gelişir. Bana yak­laşınca, onu severim. Her kuvvetini ben veririm. Benimle işitir, be­nimle tutar ve benimle görür.”

Son kısmın şöyle bir tefsiri vardır: “Beni işitir, beni tutar, beni görür.”

O kulun bütün işleri Hak için ve Hak ile olur. Kul, yaptığı ibadetlerle gücünü ve kuvvetini harcar. Nefsini görmez ve bilmez. Öy­le zaman olur ki, zerre miktar kuvveti kalmaz. Ve kendisini halka karşı kuvvet sahibi bilir. Nefsini bir yana atar, kendisini Yaratan'ın tâatına harcar. Şüphesiz bu ibadet, kendisini Hakk'a yakın kılar. Ve Allah sevgisini getirir, iman sahibi uysallıkla kendisini sevdirir. Gü­nah ve hata ile kendisini buğza uğratır. Ve Hak yakınlığından kovu­lur. Ülfet ibadetle olur. Vahşeti masiyet doğurur. İnsan, kötülüğe da­lınca iyi işleri yapmaktan kaçar. Çünkü iyi işler güzellik doğurur. Kötülüğü arzulayan, hayrı neylesin? Bir kimse ki, İslâm dinine ken­dini vermez, o helak olan kimselerle yıkılır gider.

Çalış ve cehd eyle. Yalnız amele de güvenme. Yaptığın işlerde Hakk'ın kudretini gör. Ameli bırakan sadece ümitle yaşar. Amele gü­venen kendini beğenir ve gurura kapılır.



* * *



Cemaat vardır, dünya ile âhiret arasında döner. Cemaat vardır, cennetle cehennem arasında kalır. Cemaat vardır, yaratılanla Yara­tıcı arasında kendisini kaybeder.

Zâhidlik hâlinde isen dünya ile âhiret, korku sahibi isen cennet­le cehennem, irfan sahibi isen yaratılanla Yaratıcı arasındasın. Bir defa Hakk'a döner, sonra kullara bakarsın.

Allah yolcularına, öbür âlemin işleri bildirilir. Onlar her şeyi si­ne gözleri ile görürler. Onlar yalnız haberle yetinmezler.

Allah yolcuları, bütün günlerini Hakk'a kavuşmayı düşünmekle geçirirler. Onlar ölüm korkusu geçirmezler, çünkü ölümle ebedî sev­gililerine kavuşacaklarına inanmışlardır.

Sonunda ayrılman mukadder olan şeyi şimdiden bırak. Nasıl ol­sa sonunda veda edeceğin kimselerle şimdiden vedâlaş. Yanlarından ne zaman olsa göçmen gereken şeyleri şimdiden terk eyle; isterse bunlar ehlin veya halk olsun. Sen kabre atılınca onların sana ne ya­rarı dokunabilir ki? Hakk'ı unutup uygunsuz arzu ile sarıldığın şeyle­ri bir yana at, tevbe et.

Ey cemaat! Verâ sahibi olunuz; yani kendinizi kötülükten beri alınız. Bu verâ hâli, dinin kisvesidir. Dininizi bezemek için benden kisve isteyiniz.

Bana uyunuz; çünkü ben Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in çizdiği yoldayım. Ben daima ona uymaktayım. Onun yediği gibi yerim, iç­tiği gibi içer ve evlendiği gibi evlenirim. Diğer hâllerde yine ona uya­rım. Her neye ki işaret etmiş, onu durmadan yaparım. Böylece Al­lah'ın murad ettiği şeye nail olurum.

Ben Allah'a hamd ederim; senin övmen ve kötülemen benim için bir mâna ifade etmez; vermen, ve alman bana bir iş görmez. Hay­rın da şerrin de senin olsun, gelmene veya gelmemene bakmam; çün­kü sen cahilsin. Cahile kimse aldırış etmez. Sen kendi kuruntunla ibadet eder, iyilik bulduğunu sanırsın; ama yarın yüzüne vururlar. Çünkü cehaletle kulluk eyledin. Cahillik hâlinde yapılan kulluk, fe­sattır. Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur: “Bir kimse, cehaletle iş tutarsa, yıktığı yaptığından çok olur.”

Sen Kitap ve Sünnet’e uymadıktan sonra felah yolunu bulman kabil değildir.

Bazı büyükler şöyle der: “Büyük bir önderi olmayan, şeytana uyar.”

Kitap ve Sünnet’le amel eden büyük zâtlara uy. Onlara uymasan bile haklarında iyi düşün. Onları gördüğün yerde saygı göster. On­larla iyi geçin, felah bulursun.

Kitab’a uymayan, Sünnet’i tanımayan, irfan sahiplerinin verdiği vazifeleri benimsemeyen, ebedî felah bulamaz. “Kendi görüşü ile yetinen şaşar.” Bu yüce kelâmı işitmedin mi?

Senden daha bilgili kimseleri dinleyerek özünü terbiye et. Nef­sin ıslâhını tamamla, sonra başkalarına başla. Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur: “Nefsini ıslâha başla; o bitince diğerlerini!” Yine buyurur: “Yakın kimseleri ihtiyaçtan inlerken yabancılara sadaka ver­mek yakışmaz.”

***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Mesaj gönderen Ahmed »



40. MECLİS



Bu konuşma pazar sabahı Ribât’ta yapıldı.

Konuşma tarihi: Hicrî 14 Recep 545, Milâdî 1150.



Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur:

“Allah bir kulu hakkında hayır dilerse, onu din ilimlerinde an­layışlı kılar. Nefsinde mevcut ayıpları görmeyi kendisine nasip eder.”

Din işlerinde derin bilgiye sahip olmak, nefsin bilinmesini sağ­lar. Dolayısıyla Yaratan'ın kuvvet ve kudretini... O’nun yaratıcı ve besleyici kuvvetini bilen, bütün eşyayı olduğu gibi görür ve bilir. Kulluk bu bilgi ile olur. Başkalarının boyunduruğu altından bu bilgi ile çıkılır. Senin için ne kurtuluş, ne bir felah çaresi düşünülebilir; ancak yukarıda anlatılan bilgi ve görgüye sahip olup Hak Teâlâ'yı diğer var görünen cümle eşyaya tercih ettikten sonra...

Şehvet duygularını, din işlerinden sonraya bırak. Âhiret işlerini dünyadan önce düşün. Yaratılmışları, Yaratan'ın emrinden sonra düşün. Yıkılışın, şehevî duygularını din işlerine tercihle başlar, dün­yayı âhiret işlerinden üstün tutunca ve Yaratan'ı yaratılmışlardan sonra anmanla olur. Sözlerimiz büyüktür. Bunlarla amel edersen, sa­na yeter.

Önce gözünü kapayan perdeyi arala, sonra yalvar. Sen Hak'tan böyle perdeli kaldıkça yaptığın duaya icabet olmaz. İcabet ancak yalvarana olur.

Hak Teâlâ'nın emrine uyarak iş görürsen, O da yaptığın duayı kabul eder, arzunu yerine getirir. Harman, ancak ekim işi yapıldık­tan sonra beklenir. Ekini biçebilmek için bunu yapman gerekir. Bu durumu, Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle beyan eder: “Dünya âhiretin ekeneğidir.”

Bu dünyada bütün varlığınla ekim işine çalış. İman tohumunu kalbine ve bütün varlığına saç. Ona iyi işler suyunu dök, büyüt. Bu kalp yumuşak, merhamet ve şefkat dolu olursa bitki biter. Sert, ha­şin ve kuraksa, ondan bitki bitmez. Kayaların üstüne saçılan tohum, yokluğa daha yaklaşır. Bu ekim ilmini öğren, kendi reyinle yetinme. Peygamber (s.a.v) Efendimiz buyurur ki: “Her sanatı ehlinden öğreniniz.”

Sen yalnız dünya işleri ile olmaktasın, öbür âlemin işlerini bir yana atmaktasın. Âhiret işlerini istiyorsan, bu dünyanın işlerini kal­bine sokma. Hak Teâlâ'yı arzu ediyorsan, âhireti kalbinden at. İyi sayılmayan bütün kötü hazları benliğinden çıkar. Bunları yapabilirsen dünya ve âhiret sana gelir. Çünkü, esas seninledir. Gelecekler ise ona uyar.

Akıllı ol. Aklına ve zekâna sahip çık. Aklın bir şeye ermiyor, seç­me kabiliyetin çok az. Bütün hâlin halka yanaşık; onları Hak Teâlâ’ya ortak kabul etmektesin. Bu hâline tevbe edip dönmediğin takdirde ölürsün; mânevi yönden çürür, Allah yoluna girenlerden ayrılmış olursun. Onlara bu kötü hâlinle yakın olma. Onlara zahmet etme. Kapılarını bırak. Onlara kalbinle girersen olur. Kalbini onlar ney­lesin? Nifaklı hâlin onları üzer. Bir takım geçici çağrı onları sıkıntı­ya sokar. İçinde bulunduğun boş heves onlara ayan olur. Kalp ve sır hâlinle onlara gidersen iyi olur. Faydayı kalbinle alabilirsin. O zât­ların kapısı tevekkül ve sabırlı kişileri içeri alır. Onların kapısı kıs­metine razı olanlara açılır.



* * *



Ey evlat! Şeklini değiştirme. Hakk'ı sev. Üzerine çeşitli bela ok­ları bile yağsa sesini çıkarma, sevgi ve muhabbet hâline devam et. Fırtına seni yerinden kaydırmasın. Yağan yağmur seni kaçırmasın. Atılan oklar seni incitmesin. İçini ve dışını halkın giremediği bir ma­kama çıkar. Orada dünya olmasın... Orada âhiret olmasın... Mev­hum hakları orada aramaya kalkma. Kötü nazlarını o yerde isteme, orda üzüntü duyma, şekil arama. Hakk'tan başka şeyin olacağını umma. Halkın zahirdeki halini görüp üzüntü duyma. Ailenin geçim sıkıntısı seni derde sokmasın. Eline dünya malı az geçince üzülme, şeklini değiştirme. Çok olursa hâlini çirkin etme. O makam büyük­tür. Sakın o makama çıkarsan övülme bekleme. Kötüleyenlere darıl­ma. Hepsini boş gör. Zaten oraya yerli olursan bu işler kendiliğinden olur. Ve sen tam bir yokluğa gömülürsün. Eğer elde edersen bulundu­ğun o hâle, insan ve cin, cümle yaratılmışlar içinden bir tanesi bile akıl erdiremez. Zaten akıl bunları idrâkten âcizdir.

Bazı büyükler şöyle der: “Doğruluğun tamsa bize yanaş, yoksa uzak ol.”

Bu söz ne kadar güzeldir. Sabır, ihlâs, doğruluk, anlattığım ma­kam için esastır.

Beni isteyip geliyorsun. Ben de sessiz duruyorum. Hâlini anla­maz gibi tavır takınıyorum. Bir nevi iki yüzlülük yapıyorum. Bütün çirkinliğine rağmen yumuşak konuşuyorum. Sen de kendini bir şey sanıp ferahlıyorsun. Nefsini büyütüyor, kendini beğeniyorsun. Yazık, anladığın gibi değil. Ben ateşim; bende yalnız ateşe dayanabilenler kalabilir. Ateş içinde dönen böcekler, varlığımda yaşayabilir. Sen de onun gibi ol. Mücahede ve ufak sıkıntı ateşlerine dayan. Sıkıntıyı görmeyen, genişliğe pek alışamaz. Başını kader ve keder çekici al­tına koy. Korkma, bir şey olmaz. Sadece sabrı öğrenirsin. Sözüme, ancak öyle dayanmayı öğrenirsin. Sabra alışırsan sert sözlerimi din­lersin. Onlarla amel etmeyi, sana sabır öğretebilir. İçin ve dışın sa­bırla temizlenir. Gizli halin onunla temizlenir. O temizliğin tesiri ile dış halin güzelleşir. Sonrası öyle bir güzellik olur ki, çirkin yerin kalmaz. Bakanlar nuruna boğulur, hayran olur. Felah, böylelikle gelir. Âhiret ve dünyanın iyiliği, ruh temizliğinden sonra başlar. Bunların hepsi, Allah Teâlâ'nın takdiri ve dileği ile olur.

İlâhi kuvvet ve kudret elinin uzandığı hiçbir şeyi kendim için kılamam ve sevemem. O'nun zatına has olan her şeyden ayrılırım. Kulları için yapacağı şeye karışmam. Ben de onlar arasına girmeye gayret ederim. Kendi benliğimi de O'na vermeye bakarım. Hangi hakla bir şeye sahip olmayı arzulayabilirim ki, kendi özüm bile be­nim değildir. Hakk'ındır. Bu yüzden ölüme de dirime de dokunamam; sahibine bırakırım, kadere uyarım.

Bazı büyükler şöyle der: “Kulların Hakk'a uymasını sağla. Hak Teâlâ kullara uymaz;
buna çalışma. Hakk'a kafa tutanları ez. O'na cebir kullanmak isteyenlere sert ol.”

Ben sana kıymet vermem. Çünkü Hak Teâlâ'ya karşı çirkin tavır takınmaktasın. Emirlerini küçük görüyorsun. Verdiği her hükme iti­raz ediyorsun. O'nun varlığı bütün haline sinmişken düşmanlık et­mek sevdasındasın. Gecen ve gündüzün iyi olmayan şeylerle geçer. Bu hâlinle Hak katından kovuldun. Hakkında lanet hükmü çıktı. Sa­na yazık oldu. Hak Teâlâ geçmiş peygamberlerin bazısına şöyle vahyetti: “Bana itaat edersen, razı olurum. Razı olursam üzerine bere­ket yağdırırım. Bereketimin sonu yoktur. Bana isyan edersen, öfke­lenirim, öfkemin sonu lanetle biter. Ben bir kimseye lanet edersem, yedinci çocuğuna kadar ulaşır.”



* * *



Zamanımız öyle bir hâl aldı ki, dinî şeyler, adî dünyalığa değiş­tirilir oldu. Ümitlerin ardı arası kesilmiyor. Hırslar kuvvet yarışın­da... Yapmakta oldukları hiçbir kötü işi bırakmadan yaptılar. Fakat sonunda hepsi heba oldu. Toz yığını gibi dağıldı, gitti. Sen sakın bu zümreden olmayasın. Allah rızası için yapılmayan her şey boştur.

Acırım sana. İçini belki cahil kişilere saklı tutabilirsin. Fakat ilim ve tecrübe sahibi kimselere karşı nasıl saklayacaksın? Onlar her hâlini olduğu gibi görebilirler. Sarraf cahil değildir, ona hâlinden saklı şey olmaz. Hele ilâhî bilginin verdiği kuvvete sahip olanlara asla saklı şey olmaz. Beyaz perde üzerine konan siyah lekeler gibi her şeyi bütün inceliği ile seyrederler.

Çalış, ihlâs sahibi ol. Hak Teâlâ'nın emirlerini yerine getirmeye çabala. Dünya ve âhirette sana faydası dokunmayacak şeyleri bir ya­na at. Kendi işine yaramayacak şeyler boştur. Sana, iç âlemini iyiye götürecek şeyleri aramak gerek. Nefsine tesir edebilmek için onun terbiye yollarını ara. Nefsine tesir etmen önemli şeydir. Onu binek yap. Dünya boşluklarını aş. Âhiret âdemine ulaş. O uçakla halkı geç. Hakk'a ulaş. Bunlar kolay olmaz. Ancak nefis yola geldikten sonra olur ki, o da, ancak Allah Teâlâ'nın emrine tâbi olduktan sonra yola gelir.

Nefsini yola getir, halkı arkaya at. Dünyalık kötü işleri bir ya­na it. Mevlâ'yı her şeyden önce an. Hikmet lokmalarını ye. Bunları yapmaya muvaffak olduğun zaman ağzından çıkan şeylere dikkat et, tevilli konuşma. Tevilli konuşman tecavüz olur. Halktan korkma, onlardan bir şey ümit etme. Aksi hâller iman zayıflığından doğar.

Himmetini yüce tut; yükselirsin, korkma. Hak Teâlâ himmetin kadar sana kıymet verir. Doğruluğun ve ihlâsın kadar bu yolda de­rece alabilirsin.

Çalış, çabala; yapış, bırakma. Sana lazım olan şey kendiliğinden gelmez. Rızkını kazanmak için nasıl çabalıyorsan, manevî çöküntü­den kurtulmak için de öyle çabala. Kendini iyi işler yapmaya zorla. Kendini şeytandan koru. O, insanları elindeki oyuncak gibi oynatır. Evinizde bulunan bir binek hayvanına nasıl hâkimseniz o da size öyle hâkim olur. Kalplere yalandan vurulan kilidi sökebilir. Arzu et­tiği hizmetini yaptırır. Birçok âbidleri mabedinden çıkarttı, harap âlemlere çekti. Bu hâllerde nefis de şeytana yardımcı olur. Şeytanın arzu ettiği şeyleri yapabilmesi için, sebepler hazırlar. O şeytan nef­si de kendine yardımcı aldı mı, cenk meydanından çekip emrine tah­sis edemeyeceği mücahidi sağ bırakmaz.



* * *



Ey evlat! Nefsini şehvetten kes. Yersiz lezzeti ona tattırma; bun­lardan yana onu aç ve susuz bırak. Bunlar, nefsi yıldıran birer kam­çıdır, elinden bırakma. Nefsin boynuna vur. Kalbini Allah korkusu ile ayık tut. Daima Hak Teâlâ'yı gözet.

Her hâlinde günahların örtülmesini iste; âdetin bu olsun, iç âle­mini istiğfarla pâk eyle. İstiğfar her tarafı yıkar. Her hâlinde Cenâb-ı Mevlâ'ya uy, Peygamber âdetlerine uymak senin için en büyük gaye olmalı.

Ey anlayışı kıt adam, madem ki, kader hükümlerini itmek elin­de değil, değiştirmeyi ve yok etmeyi yapmaya güçlü değilsin, niçin çırpınırsın? Muhalefet hâlinde elinden iş gelmediğine göre, boşa yo­rulmanın mânası nedir? Bu hâlde sana düşen, onun arzusu dışında bir talepte, bulunmamak olmalı değil mi? Ancak, onun arzu ettiği şey sana geldiğine göre senin herhangi bir şeyi dilemen lüzumsuz­dur. Bir şeyi arzu ettiğin zaman, yola gelmezse nefsini o yolda fazla yorma. Kalbini tazyik altına alma. Hâline bırak; her şeyi Rabb’ine ıs­marla. O'nun rahmet eteğine yapış. Tevbe elinle O'nun rahmet ka­pışım çal. O'nun rahmetini istediğin müddet, dünyalık şeyler için telâşa kapılmazsın. Kalp gözün, sır gözün açılır. Dış gözün de onlarla olur. Dünya sıkıntısı senin için şekva konusu olmaz. Varlığın bela anında, Firavun'un hanımı Asiye Hatun gibi olur. O iman etmişti. Hep varlığını Yaratan'ına teslim etmişti. Eline demir bukağılar vur­muşlar, ayrıca ayaklarını da sarmışlardı. Durmadan kamçı vuruyor­lardı. O bu arada Hakk'a teslim olmuştu. Manevî köşkünü gördü, ölüm meleği ona müjde ile geldi. O hiç birinin farkında değilmiş gi­bi gözlerini ötelere dikmiş, sessiz yatıyordu. Bir ara şu duayı okudu­ğu işitildi: “Yâ Rabbi, katında bana bir bina yap.” (et-Tahrîm, 66/11) Sen de onun gibi olabilirsin. Yalnız belâ ve sıkıntılara sabır gerek. Yılmadan usanmadan çalışmak icap eder. Kalbini ve bütün var­lığını Hak yolda kullanman lâzımdır. Bütün kuvvetini Allah yoluna harca, bütün gücünü O'na ver, teslim ol. O'nun kuvvet eli altında uyu. Ve emirlerine uy. Kendin ve diğer kullar için yaptığı işlere ha­ta yükleme. O'nun yaptığı tedbirde ikinci işi düşünme. O'nun emri ile yetin. O'nun hükmü dışında hüküm vermeye kalkma. O'nun seç­miş olduğu şeyi bir yana itip keyfince şeyler seçme. Bu hâli benliğin­de duyan başka hâl arayamaz. Onun için Hak Teâlâ'ya sığınmaktan başka çare bulunmaz.

Aklı başında olduğunu iddia eden, bu hâli nasıl aramaz? Hakk sohbetini nasıl dilemez? Çünkü O'nsuz hiçbir işin sonu bulunmaz. Ve yapılan işlerden tat alınmaz

***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Mesaj gönderen Ahmed »


41. MECLİS



Bu konuşmanın tarihi yoktur. Bundan önceki meclisin devamı olması mümkün.



Bilesin ki, bütün eşya, ilâhî kuvvetle hareket eder ve aynı kuv­vetle sükûnet bulur. Bir kula bunu anlamak nasib olursa, kullarda kuvvet bulmaktan istiğna duyar. Ve onları Hakk'ın kudretine ortak etmez. Ayrıca kullar da ondan rahat ederler. Çünkü yeryüzünde o, kimseyi ayıplamaz ve kimseden bir talepte bulunmaz.

O kullar, büyük derecelerin sahibidir. Onlar, önlerindeki plana göre hareket ederler. Dinimizin çizdiği çerçeve dahilinde yürürler. Dinimizin emri onlara yeter. Onun verdiğini almak onlara kâfi ge­lir. İlim yolları ile kullara yol gösterirler. Karihalarından kimseye bir şey demezler. Kullara bir şey söylerken ilimle hikmeti de birleş­tirirler.

Allah Teâlâ, kulların yaptığını görür; buna inanmak icap eder. Hiçbir hüküm o görmeyi bozamaz. O'nun görmesi asıldır. Sonra O'nun görmesi, aklı bütün olan herkes tarafından arzu edilen şey­dir. O'nun görmesi olmasa yaratılmışların hâli nice olur?

Hak Teâlâ yaptığından sorumlu değildir. Kullar hep sorumlu­dur. Hak Teâlâ kulların yaptığını görmese, bilmese, neyi soracak? Hak Teâlâ, her şeyi bütün inceliği ile görür. Bu, her iman sahibinin mutlaka inanması gereken bir mevzudur. Tevhid ehli ve Allah'ın kudretine ikan yolu ile iman eden ve razı olan kişi, kalbi ile bunları tasdik eder. Kadere ve verilen hükme uyan kişi, kendisi ve başkası için olan her şeye boyun eğer. Sabırla karşı koyar. Kullara değil, Hak Teâlâ'ya sığınarak kurtuluş çarelerini arar.

Cenâb-ı Hak, senden de, yapacağın sabırdan da müstağnidir. O yalnız senin tutumunu gözetir. İman yolunda tuttuğun davanda doğ­ru musun, yoksa yalancı mısın?

Sadık sevgi sahibi, herhangi bir şeye sahip olmaz. Her şeyini sev­gilisine bırakır. Sevgi ve dünyalık toplamak, bunların ikisi, bir kal­be sığmaz. Hak Teâlâ'yı seven de böyle olur. Mademki yalnız O'nun sevgisini kalbinde taşıyor, o halde nefsini, malını, sonunu, O'na bırakır, ne kendisine ne de başkasına seçtiği bir şey olur. İman sahibi bilir ki, kendisinin ve başkasının sahibi Allah'tır. O hâlde ne ister? Bir şey yapılacaksa Hak Teâlâ en iyisini yapar.



* * *



Hak Teâlâ'yı yaptığı işler için itham etme. Aceleci olma. Cahil olma, cimri olma. O'nun katından çıkacak bir şey varsa, sana gelir. O'na teslim olmayı bil.

Bütün yönler kapanır. O'nun kapısı açık kalır. O'nun kapısına girersen bütün kâinata sahib olursun.

Senin sevgin gelişemez! Ancak bir şartla; o da, Hak Teâlâ'dan gayri bütün ciheti kendine kapalı tutmak. Sana yalnız O'nun cihe­ti kalmalı. Sen O'na yönel ve yalnız O'nu sev. O sevgilin, kalbini te­mizlemeyi iyi bilir. Arş'tan yerin derin katına kadar inen yaratılmış­ların hiçbiri sana tesir edemez. Hepsi sevgili kudreti ile atılır, gider.

Dünyayı sevme, âhireti isteme. Onlar kalbinden uzak dursun. Dünyada çalış, öbür âleme göç ettiğinde cennete koyarlarsa gir.

Mecnun gibi olmalısın. O, kalbinde sevgi yer ettiği zaman halk arasından çıktı. Yalnız olmayı istedi. Vahşî hayvanlarla yaşadı. Şe­hirleri terk etti, harabelere gitti. Halkın ne övmesini dinledi, ne de kötülemesine kulak astı. Kulların konuşması ve sorması ona farksız oldu. Övmeleri hiç olduğu gibi, kötülemeleri de sıfıra düştü.

O Mecnun öyle anlar geçirdi ki, sordular:

“Sen kimsin?” Söyledi:

“Leylâ...”

“Neredensin?”

“Leylâ...”

“Nereye?”

“Leylâ...”

Başkalarını gözü görmüyordu. Başkalarını işitmeye kulağı da­yanmıyordu. Artık o bu hâlinden dönemezdi. Yüz çevirenler, onun Mecnunluk hâlinden anlamadılar.

Şu şiir ne güzel söylenmiş:

Bir ülkede ki, nefisler koşar boşa

Halkı, soğuk demiri döver daim boşa.

Bu kalp Hak Teâlâ'yı bilirse, sever. O'na tam yakınlık duyar. Yaratılmışlar onu ilgilendirmez. Ve ruhuna huzur veremez. Maddî olan her şey ona ağırlık verir. Yemek, içmek vs. şeylerle tatmin ol­maz. Şehir hayatı onun için önem taşımaz. Kalbi huzur içinde olduk­tan sonra, harabeler de ona çok gelir. İlâhî emirler dışında hiçbir şey, Hak irfanına sahib olan kalbi bağlayamaz. Her hâli bir prensi­be bağlıdır. Fiil tecellisi onu garketmiştir. Sadece kaderin gelişine bakar; başka şeyleri bilmez.

Allah'ım rahmet elini bizden çekme; dünya denizi bizi boğar. Mevhum varlığımız bizi yere serer. Ey keremi bol, reyinde isabetli ve geçmiş hükümlerin sahibi, bize yetiş.



* * *



Ey evlat! Sözlerimi iyi anla ve amel et. Dediklerimi anlamak ko­lay değildir. Ancak bilfiil tatbikat yapmak lazımdır. Tatbikat her şeyde elzemdir. Yapılmasını sevdiğim şeyleri yapmayan, sözlerimin devamını dinleyemez ve anlayamaz. Hakkımda iyi düşünce beslemeyen, sözlerimin doğruluğuna inanamaz. Bir sözle ki, iş yapılmaz, o söz ne ile ve nasıl anlaşılır?

Ebû Hureyre (r.a), Peygamber (s.a.v) Efendimiz’den işittiği şu hadîs-i şerifi rivayet eder: “Bir kimse, Allah'tan hoşnut olarak sıtmalı bir gece geçirse, anadan doğduğu gün gibi günahtan çıkar.”

Bu günlerde sana bir şey gelmez oldu. Yola gelmen için biraz daralman lazımdır. Başka türlü olmayacak.

Ashâb-ı Kirâm'dan Muaz (r.a) bazen ince ve derin dinî mese­lelere işaret eder, şöyle derdi: “Geliniz, bir anımızı imanlı geçirelim.” Bunun mânası: “Geliniz, bir anlık olsun zevk âlemine dalalım; geliniz, o yüce kapıdan bir anlık olsun içeri girelim.”

Bu kelâmı ile Muaz (r.a) her şeye esas nazarla bakılmasını ve yakîn gözü ile görülmesini isterdi. Zahirde her İslâm adını alan, iman sahibi olamaz. Derin, ince ve önemli meselelere akıl yorması ve an­laması lazımdır. Benliğinde ilâhî bir yakınlık duymayan da iman sa­hibi olmaz. Muaz (r.a) bunları iyi bilirdi. Sözlerini bilgisine göre söylerdi.

Sözü, Peygamber (s.a.v) Efendimiz’e şikâyet yollu duyuruldu: “Sanki imanımız yok mu da, bize Muaz böyle diyor?” Bunun üzerine Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurdu.

“Muaz'ı haline bırakınız.”

Ey nefse ve şeytana tapan, dünyaya kul olan, senin kullar ya­nında kıymetin yok; Hak katında da önemin kalmadı. Salih kullar yüzüne bakmaz oldular. O salih kişiler âhiretin nimetine tapanı bi­le sevmezler; sen dünyaya tapar oldun; bakarlar mı yüzüne?

Yazık, hâline acı; işin dil kalabalığı ile geçiyor. Onunla eline ge­çen şeyi alma. Sözü bırak, işe bak. Sen başkalarına göre yalancısın; ama doğruluktan dem vuruyorsun. Şirk ettiğin bilindiği hâlde, tas­dik ettiğini vehmediyorsun.

Doğruluk, karışık işler arasında olmaz. İşlerin çürük; ama her işini cevherli sanmaktasın.

Şu anda seninleyim; senin iyiliğin için meşgul olmaktayım. Ya­lan söylemeni yasak ediyorum. Doğru söylemeni emrediyorum. Elim­de üç âlet var. Her şeyi bunlarla ölçmekteyim. O ölçüler; Kitap, Sün­net ve kalbimdir. Bunlarla bütün iyiyi, kötüyü bilirim, anlarım. Kal­bimle, kalıpların durumunu sezerim. Yaptıkları işe bakarım. Bir kalbin her şeyi olduğu gibi bilmesi için, Kitap ve Sünnetle amel etmesi icap eder. İnsan, kâmil olabilmesi için, Peygamber (s.a.v) Efen­dimiz’e tam uymalı; Kur'an yolunu tutmalıdır. Başka kurtuluş yolu yoktur.

Bilgi ile amel etmek, ilmin süsüdür. Bilgi ile amel kalbi sağlam kılar ve temizler. Kalp sağlam olursa, bütün duygular sağlam olur. Kalp temiz olunca da bütün duygular ona uyar. Kalbe süsler açılın­ca, dış duygulara da verilir. O öyle bir et parçasıdır ki, sağlam olur­sa bünye de sağlam olur.

Kalbin sıhhati, Yaratan'la kul arasındaki muamelenin dürüstlü­ğüne bağlıdır. O muamele bir sırdır. Bazen bir kuş gibi uçar gider. Kalp bir kafestir, sağlam olursa kuşu tutar. Kalp de bir kuştur; onun kafesi ise bünyedir; sağlam olursa kalp orada durur. Bünye de bir kuştur; kafesi ise kabirdir. O öyle bir kafestir ki, ondan kaçıp kurtul­mak imkânsızdır. Herkes oraya girer. Oranın darlığından kurtulan­lar ise, iman sahipleridir.




En son Ahmed tarafından 09 Nis 2010, 20:17 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Mesaj gönderen Ahmed »



42. MECLİS



Bu konuşma Cuma sabahı medresede yapıldı.

Konuşma tarihi: Hicrî 19 Recep 545, Milâdî 1150.



Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur:

“İnsanların en iyisi olmak isteyen; kötülüğü düşündüğü za­man Allah'ın kuvvetini hatırlasın; ittika üzere olsun. İnsanların en güçlüsü olmayı dileyen, Allah'a güvensin, tevekkül etsin. İnsanların içinde gani gönüllü olmayı dileyen, gözünü Hak Teâlâ'nın hazinesin­de saklı olana diksin.”

Hakk'ın katında olana bak. Keramet istersen, O'nun kudret elin­den kendini koru. Çünkü Hak Teâlâ buyurdu ki: “En iyiniz, takva yönüyle en ileri olanınızdır.” (el-Hucurât, 49/13) Keramet; iyilik, takva sahibi olmaktadır. Halk arasında rüsva olmak ise, isyan bayrağını çekmektedir. İman yolunda kuvvet sahi­bi olmayı dileyen Aziz ve Celil olana dayanmalıdır. O'nun kuvvetine sığınmalıdır. Hakk'a tevekkül, kalbi sağlam kılar; kalbe kuvvet ve ona dayanmak hasleti getirir. Allah'a güvenen, kalbini terbiye eder ve hidayete götürür. Ve hikmetli işleri görmeye kabiliyetli kılmaya çalışır.

Parana ve altınına güvenme. Bunlar bir gün biter. Elinden gidin­ce pişmanlık duyarsın. İçin bozulur. Harap olursun. Sebeplere dayan­mak insanı mânevi duygulardan mahrum eder. İmanı zayıflatır. Al­lah'a tevekkül eyle; O sana kuvvet verir. İşlerinde sana yardım eder. Lütuflarını bol bol yağdırır. Allah'a güvenirsen, ümit etmediğin yol­lardan sana kapılar açar. Kalbine öyle bir kuvvet verilir ki, dünya­lık olan her şeyden mahrum olsan bile, yine de manevî çöküntüye uğramazsın. Halkın sana gelişi ile gidişi aynı mânayı taşır. Bu hâl­lerde insanların en güçlüsü sen olursun. Fakat sebeplere ve dünya­nın fani şeylerine dayanacak olsaydın, şöhreti bir geçim vasıtası saysaydın, hepsi giderdi; elinde bir hiç kalırdı. Çünkü Hak Teâlâ fani şeylere kıymet vermedi. Sen de O'nun kulusun, onları önemli gör­men doğru olmaz; görürsen elindekini alır; eli boşlardan olursun.

Dünyanın gani gönüllü kimseleri, Hak Teâlâ'nın azabından kor­karak kötü işlere dalmayan kimselerdir. Bu hâle ermek isteyen, her şeyi kalbinden atsın. Kalbini O'nun kapısına bağlasın. Fani kimse­lerin kapısına koşmaktan utansın. Gözlerini Hak'tan gayri kimsele­rin malına baktırmasın. Burada anlattığım göz kalp gözüdür. Kalı­bın gözü tabiata batar. Dikkat et, kalp gözün kalıp gözünle bir ol­masın.

Elinde bulunan maddî ve fani varlığa nasıl dayanırsın? O, nasıl yaparsan yap elinden çıkıp gidecek. Gidici şeye dayanıp Hakk'a gü­venmeyi bırakmak caiz olur mu? Hak varlığına güven. O'nun var­lığı bitmez, tükenmez. Seni bu hâle sürükleyen bilgisiz hâlindir. Ca­hilliği bırak. Hak varlığına güvenmek en büyük zenginliktir.

Ey takva hâlini bırakan, keramet dünyada ve âhirette senden ırak oldu. Ey sebeplere ve fani varlıklara güvenen, kuvvetin gitti. Hak'la aziz olmak sana dünya ve âhirette uzak oldu. Ey ne zaman olsa elinden gidecek fani menfaate aldanan, Hak zenginliğini kay­bettin. Bu hâlinle O'na karışamazsın. Dolayısıyla âhirette de bula­mazsın.



* * *



Ey evlat! Her hayrın esası olan bir şey var: Sabır. Bunu birçok yerde söyledik. Yine sırası geldikçe söyleyeceğiz. Allah'a güvenen, itimat eden ve O'na bağlı olan, sabırlı olmalıdır. Sabra niyet ettin mi, yalnız Hakk'ı dile. Bunun mükâfatı sana O olur. Sabrı Hak Teâlâ için yaparsan, kalbine sevgisini koyar, dünya ve âhiret yakınlığı­nı verir. Sabrın asıl mânası Hakk'ın kaza ve kaderine boyun eğmek­tir. O'nun hükmüne boyun eğmek gerekir. Çünkü olacak işler geç­mişte yazılmıştır. Bu arada sana sabırla dayanmak düşer. O'nun hükmünü tağyire, hiçbir kimse güçlü değildir. Bu hâlde sana da sabırdan başka ne düşer ki? Bu hâl iman sahibine göre müsellemdir. Bu sebeple hakkında verilen hükme boyun eğmekten başka çare yok­tur. İman sahibi ihtiyarı ile sabırlı olur. Sabır ilk devirlerde zorla yapılır. İman kemale erince de severek yapılır.

Sabırlı olmayan, iman iddiasında bulunamaz. İmanın zayıf, çün­kü sabrın yok. Boş yere iddiaya kapılma. Marifet sahibi de olman kabil değildir. Çünkü Hakk'ın fiillerine rızan yok. Bunlar büyükle­rin işidir. Mücerret iddia ile olmaz.

Konuşma. Sana söz hakkı yok. Kapıyı görmekten laf etme. Kapı­ya var. Eşiğine başını koy. Kader ayağı seni çiğner ve başını alır; buna da sabırlı ol. Zarar ve fayda ayakları da üzerinden geçer; bu­na da dayan. Bunlar kalp varlığında mevcut pasları siler. Dış varlı­ğın olduğu gibi kalır; ezilecek diye üzülme. Güzelliğinin bozulması ak­lına gelmesin. Her şey kendiliğinden olur, hem de yerinde. Cesedin gitmiş gibi bir ruhanî âleme dalarsın. Bu işler sükûn ister. Huzur is­ter. Maddî şeylerin kalpten çıkmasını ister. Bu hâllerin gerçekleşme­si için kalbe sahip olmak lazımdır. İç ve mâna âlemini, sırrını ve kal­bini fani varlıklara bağlama. Mademki artık iman sahibi olmak istiyorsun, bu söylediklerimi yap. Ah ne kadar çok ilâç tarif ediyorum; fakat hiçbirini kullanmıyorsun. Benim günahım ne? Arz ve tul yö­nünden meseleyi açıyorum; şerh ediyorum. Fakat yine anlamıyorsun. Size öyle öğütler veriyorum ki, hayret, hiçbir öğüdü tutmuyorsunuz.

Kalbiniz ne kadar kararmış. Yaratan'a karşı olan bu cehalet ne? Eğer ona iman edip irfan sahibi olsaydınız, ölümü ve sonrasını düşünmek zahmetine katlansaydınız, bu hâle düşmezdiniz. Yaratan'ın karşısına nasıl olsa bir gün çıkacağınız aklınıza gelseydi, bu durum sizden uzak olurdu.

Her gün şahlarınızdan biri yolcu olmakta; buna şahitsiniz. Bu hâl size öğüt vermiyor mu? Babanızın ölümü de mi göz önünüze di­kilmiyor? Her gün size dualar okuyan ve ardınızdan gözyaşları akı­tan ananızın ölümü de mi sizi uyandırmıyor? Her an beraber yaşadı­ğınız çocuklarınız ve hanımınızın ölümü de mi size ders vermiyor?

Bunlardan öğüt alınız. Ve nefsinizi biraz terbiyeye çalışınız.

Kalbinizi yoracak kadar dünyaya bağlanmayınız. Orada daimi kalan olmadı; devamlı kalmaya heveslenmeyiniz.

Kalbinizi temizleyebilirsiniz. Onu kötü hâlinden çekip almak si­zin elinizde. Halkı kalbinize sokmayabilirsiniz. Siz hâlinizi iyiye çe­virmek isterseniz, Hak Teâlâ da size yardım eder. Hak Teâlâ şöyle buyurur: “Allah Teâlâ hiç bir kavmin halini değiştirmez. Ta, onlar kendilerinde bir değişiklik yapıncaya kadar.” (er-Ra’d, 13/11)

Söylediğiniz hiç bir işi yapmadınız. Birçok işler yaptınız; fakat ihlâs sahibi olmadınız. Akıllı olunuz. Hak Teâlâ'nın azameti önünde edepli durunuz. Hâlinizi kuvvetlendiriniz. Hakikat âlemine eriniz. Hak Teâlâ'ya dönünüz. Ve tefekkür sahibi olunuz. Bugün içinde bu­lunduğunuz hâl öbür âlemde sizi kurtaramaz.

Siz nefislerinize karşı cimri davranmaktasınız. Eğer öyle olma­saydı, ona yarayan şeyi temine çalışırdınız; âhirette onu kurtarmaya yarayacak şeyleri şimdiden verirdiniz. Hâlbuki siz, daima geçici şey­lerle meşgul oldunuz. Bu yüzden devamlı kalacak şeyler elinizden çıktı.

Mal toplamayı, kendinize ve çocuklarınıza sahip olmayı kalbi­nizden atınız. Yakında onlarla aranıza açıklık girecek.

Dünyalık olan geçici şeyleri bir yana at. Halka azizlik satma. Halka büyüklük satmak neye yarar? Büyüklük satanları halk pek sevmez. Sonra, bir afete düşersen tutup kaldıran olmaz.

Kalbin şirkle pislendi. İlâhî kudret hakkında şüpheler besliyor­sun. Ve onu itham ediyorsun. O'nun kudretine taarruz etmek sana yakışmaz; yapma. Bu, hâlinde görülüyor; olmaz! Hakk'a karşı tutu­mun değişirse sâlih kulların kalbi sana karşı öfke ile dolar, köpürür.

Büyüklerden biri, zamanın hâline göre, çarşıya çıkmazdı. Çık­maya mecbur olduğu zaman gözlerini bir örtü ile kapatırdı. Yavru­sunun elinden tutar, çarşıya çıkardı. Sebebi sorulunca şöyle anla­tırdı: “Allah'a isyan bayrağı çeken ve onun iyiliğini inkâra kalkan kimseleri görmek istemiyorum.”

O zât bir gün yine çıktı. Gözlerini açmıştı. Korktuğu şeyleri gördü, düştü bayıldı. Çünkü yapılan işler küfür ehlinin yapacağı işlerdi. “Allah'a nasıl kulluk edilmez? O'na nasıl şirk edilir? Kullara nasıl köle olunur?” diyerek üzülürdü.

Siz her gün O'nun nimetini yemektesiniz. Ama inkâr hâliniz ge­ne üzerinizde... Siz bunu anlamıyorsunuz. Her gün küffarla sofralar kurarsınız. Onlarla oturur eğlenirsiniz. Çünkü kalbinizde iman nu­ru kalmadı. Hak için bir gayrete sahip değilsiniz.

Tevbe ediniz. Hatalarınızın bağışlanmasını talep ediniz. Hak Teâlâ'dan utanınız. Utanç elbisesini giyiniz. O'nun huzurunda ter­temiz kalbinizle durunuz. Dünyanın haram ve şüpheli şeylerini terk ediniz. Daha sonra lüzumu olmayan mubah şeyleri de bir yana atı­nız. Ömrü boşa gideren kötü arzulara kapılmayınız. Boş yere yemek ve yersiz, aşırı duygular peşinde koşmak, insanı Hakk'ı anmaktan alıkoyar.

Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur: “Dünya iman sahibi için zindan sayılır.”

Zindanda yatan adam hiç ferahlık duyar mı? Yüzünden sevinçli olsa bile kalbi sızlar. Dışından sevinçli gibi durur. Ama içi afet ve be­la ile parçalanır. Belki yabancıların yanında gizler, ama halvete çe­kildiği zaman sızlanır. Dışında elbise vardır; onun altı keder yarası ile doludur. Tebessüm gömleği ile iç âlemini perdeler. İşte bu yüzden Hak Teâlâ meleklere bu kulu över. Nur parmakları o kula uzanır ve kutsî bir ses meleklere şöyle hitap eder: “İşte benim asıl kulum budur.”

Bu bahadır kişi, dinin kahramanı olur. İlâhî varlık onu sever ve över.

Büyük insanlar Hakk'a sabra alışıktır. O'nun hükmü icabı gelen afet acılarını seve seve tadarlar. Bunu yapmakla sevilmek dilerler. Zaten, “Allah Teâlâ sabırlı kulları sever.” (Âl-i İmrân, 3/146)
âyet-i celilesi bu mânaya gelir.

Sen bir darlığa düşersen sevildiğin içindir. Her ne zaman ki, em­ri tutar, yasaktan kaçarsın, o zaman sevgin artar; hem sever, hem de sevilirsin. Başına gelecek bazı darlıklara sabırla karşı çıkarsın. Hakk'a karşı yakınlık nurun çoğalır.

Bazı büyükler şöyle konuşurlardı: “Allah kuluna azap etmez; yalnız imtihan kabilinden bazı afetler gönderir ve onun sabrını dener.

Peygamber (s.a.v) Efendimiz bazı hadîs-i şeriflerinin sonuna şu cümleyi eklerdi: “Sanki dünya hiç yok ve sanki âhiret de sonsuz...”

Ey dünyayı seven ve ona talip olan, yaklaş bana... Dünyanın kötü yönlerini görmüyorsun. Yanıma gel, sana onun ayıplarını anlata­yım. Hak yolunu sana göstermek ve seni yalnız, Hakk'ın vechini di­leyenlerin safına katmak istiyorum. Sizler heves peşindesiniz. Ciddî meseleleri ele aldığınız yok.

Sözlerimi iyi dinleyiniz. Onunla amel ediniz ve ihlâs sahibi olu­nuz. Dediklerimi yapar ve o hâlde ölürseniz, mânevi makamların yükseğine erersiniz. Oraya gittiğiniz zaman bakar, sözlerimin aslını orada bulursunuz. Oradan bana selâm verir, yanınıza çağırırsınız. Çünkü sözlerimin doğruluğunu anlamış olursunuz.



* * *



Ey cemaat! Bana karşı ithamlı konuşma yapmayınız. Kalbinizi benim için kötü etmeyiniz. Ben ne oyuncakçı, ne de dünya talibiyim. Ancak, Hakk'ı söyler ve onu gösteririm.

Ömrümü iyi kimselere hizmetle geçirdim. Onlar hakkında dai­ma iyi düşündüm. Umduğum bir fayda varsa, o da, bundan olacak­tır. Sizden bir şey beklemiyorum. Yaptığım nasihate bir karşılık is­temiyorum. Sözümün ücreti amel etmektir. Sözlerimi tutar, amel yo­luna koyulursanız, bana en büyük ücreti ödemiş olursunuz.

Bu sözler açık söylenmemeli, halvet yerlerde anlatılmalı. Hal­vette yapılan amel ihlâsla olur. Nifak, gizli işlere diş geçiremez. Hi­lekârlık ve sebeplerin bittiği yerde nifak da tükenir. O dem iman gö­rülür ve ikan hâsıl olur. Orada nefis ve boş şeyle ömür tüketmeye yer kalmaz. İman sahibi günlerini daima ibadetle geçirmek ister. Ayrıca iman kardeşlerine yardım etmekten geri durmaz.

Bugün tesiri altında kaldığınız boş temenni ve hevesleri bir ya­na atınız. Allah'ı anmakla meşgul olunuz. Ağzınızdan çıkacak her söz, yararınıza olsun. Size zarar getirecek sözleri bırakınız.

Herhangi bir sözü konuşacağın zaman, düşün, düşün... Niçin ko­nuşuyorsun; o sözden ne gaye güdüyorsun ve niyetin nasıl? Bunla­rı düşün, sonra konuş. Bu durumu işaret için bazı büyükler şöyle der: “Cahilin dili, kalbinin önündedir. Âlim ve akıl sahibinin dili, kalbinin arkasında saklıdır.”

Bırak, pek konuşma, ilâhî kudret senin konuşma zamanlarını yazmıştır; ona bak. Konuşman gerekse konuş. O kuvvet dilerse seni konuşturur. Hakkında olacak bir iş varsa, sebepler önüne çıkar. Ço­rap söküğü gibi işlerin durmadan açılır.

Hak'la sohbet ehli olmaya bak. O'nunla sohbet, tam manasıyla sessizliktir. O öyle bir sessiz âlemdir ki, her söz orada açılır. İç âlem bununla donatılınca konuşma başlar. Allah dilerse, konuşursun. Di­lemezse eski hâlin devam eder. Âhiret âlemine geçinceye kadar ko­nuşmayanlar vardır. Bilinmez, belki sen de onlardan biri olursun.

Bu hâl en çok irfan âlemi derinliğine erenlerde bulunur. Peygamber (s.a.v) Efendimiz bu hâle işaret ederek şöyle buyurur: “Hakk'ın kudretine marifetle eren kimsenin dili tutulur.”

Dil tutulması, sadece ahras (dilsiz) olmak mânasına gelmez. Sonra, yalnız zahirdeki dil demek de değildir. Asıl mânası, Hakk'a itiraz etmenin yersizliğini anlayıp susmaktır. Hiç bir hususta irfan sahibi, Hakk'a itiraz etmez. Bütün hâlinde O’nun emirlerine uydu­ğunu ilân eder.

İrfan sahibi, ilâhî kudrete teslim olur. Kalp gözünü Hak'tan gay­ri şeylere yumar. İç âlemine bir yabancı sızsa onu hemen dışarı atar. Şan ve şöhret budalası olmaz. Malının fazlasını ihtiyaç sahiplerine dağıtır. “Hak benimle olduktan sonra neyleyeyim dünyayı; neyleyeyim ukbayı?” der.

Şöhret için asılan resmini ve taşlara kazılan ismini siler. İlâhî bir emir olursa meydana çıkar. O kudrete ererse yokluk âleminden varlık âlemine geçer. Bir başka yaratılışla dirilir. Yokluk eli onu yok eder. Varlık eli de dilerse diriltir. Bu diriliği bulunca, kendini hâlden hâle geçireni ister. Zaten onlar da, bu arzuyu duyurmak için olur.

Bu durumu benliğinde sezen zâtlar, Hakk'a davetçi olurlar. Hal­kı bulundukları fakirlik hâlinden zenginliğe çağırırlar. Asıl zengin­lik Hak'la olmakta ve O'na manevî bağla kul ve köle kesilmektedir. Asıl fakirlik ise, Allah'ı bırakıp aciz ve fâni kullara koşmaktır. Zen­ginlik, Hak yakınlığı için, kalbi nefisle cenge çıkarmak ve zafer ka­zanmakla olur; fakirlik ise, bu duygunun sönüşüyle başlar.

Anlattığımız zenginliği dileyen, dünyayı, âhireti ve cümle fâni şeyleri kalbinden atsın. Kalbine giden maddî şeyleri parça, parça çı­karmaya gayret etsin.

Bugün elinizde az mevcut olan şeye kapılmayınız. Bu elinizde dursun, yolculuğunuzda lazım olursa kullanırsınız. Bu maddî olan az şeyler, kalbe konmak için verilmedi. Hak yolda yürümenize yar­dımcı olsun diye verildi.

Siz bu maddî sofranın misafirisiniz. Misafir, ancak doyuncaya kadar yer. Doyduktan sonra ceplerini doldurması ayıp sayılır.

Allah'ın yaratmış olduğu şeylerin hepsi zâtına götürür. Onları delil sayarak yola devam ediniz. Nimeti yerken sahibini düşünmek yerinde olur. Bir şeyin bilgisini elde edince yapmak ve hakikatine ermek gerek.

Hak Teâlâ'nın size öğrettikleri ile amel ederseniz hidayet yolunu bulursunuz.

Allah'ım, kalbimizi varlığına ilet.

“Dünyada bize iyilik ver. Âhirette iyilik ver. Ve ateş azabından koru.” (el-Bakara, 2/201) Âmin!


***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1128
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Mesaj gönderen Ahmed »


43. MECLİS



Bu konuşma pazar günü Ribât’ta yapıldı.

Konuşma tarihi: Hicrî 11 Recep 545, Milâdî 1150.



Ey evlat! Nefis ıslâh olmayınca kötülük yapar. Onun karşısında daima muhalif kal. Kurtuluş istersen bunu yap, Hakk'a uy. Nefse muhalif ol. Nefsi Hak Teâlâ'ya itaat etmesi için yola getir. Hakk'a isyan edecek olursa hemen karşısına dur.

Nefsin kötü hâllerine kapılırsan, halka karışamazsın ve onların hâlini bilemezsin. Şayet yalnız halkı görür, öteye geçemezsen, Hâlık'ı bilemezsin. Nefis oldukça, Hakk'a karşı irfanlı olamazsın. Halka taptıkça ilâhî marifet sırrına ermen kabil değildir. Dünyaya daldık­ça, âhireti unutursun. Âhireti düşünüp kaldıkça, onu yaratandan ga­fil olursun. Mülk ve mal sahibi bir arada kalamaz. Nasıl ki, dünya ile âhiret bir arada sevilemez. Aynı şekilde Yaratan ile yaratılmış bir tutulamaz.

Nefis daima kötülüğü emreder. Bu huy onun cibilliyetinde var­dır. Hilelerini Hak yoldan açar, o kendini o kadar iyi tanıtır ki, kalbe dahi zaman zaman hükmeden odur. Her hâlde onunla cihad et.

Bir âyet-i kerîmede şöyle buyrulur: “Hak Teâlâ, ona kötülüğünü ve iyiliğini ilham etti.” (eş-Şems, 91/8)

Bazı yoldan sapanlar: “İyiliği de kötülüğü de nefse Allah yaptırıyor.” derler.

Bu söz nefis tarafından gelir. Bu kelâmı hüccet olarak alma. Hak Teâlâ kuvvet ve kudretin sahibidir. İşler kimin elinden çıkar­sa, sorumlu odur.

Nefsini cihad potasında erit. O, ancak varlığı eridikten sonra kalbin arzularına boyun eğer. Maddî duyguları atar. Manevî âleme geçer. Sonra sır âlemine... İşte topluluğun manevî şarabı buradadır. Her şey nefsin ıslah olabilmesinde... O ıslah olursa şu fermanı kalp canibinden duyarsın: “Nefsinizi öldürmeyiniz; Allah size rahmeti ile tecelli eder.”
(en-Nisâ, 4/29)

Bu hitap, nefis kirden beri olunca gelir. Nefsin şerrinden kurtu­lan her zat, bu hitabı can kulağı ile dinler.

Hak Teâlâ'yı anmak, kalbin kuvvet yağıdır. Tâat ve ibadet yol­ları tutulursa kalbe kuvvet gelir, nefsi alt eder. İbadet ve tâat yolu­na giremeyen kimse, Hak yakınlığı dilemesin. Nefsin şerri ve her cins kötülüğü ile nasıl yakınlık olur? Ona yakın olabilmek için, her cins hatalardan beri olmak lazım gelir.

Nefsin boş ümitlerini kes. Onun, arzularına uymasını diliyorsan, bunu yapmaya çalış. Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in şu hadîs-i şeri­fini dinle, ona öğüt ver: “Sabaha erdiğinde akşam olacağını nefse hatırlatma. Akşa­ma kavuşunca da ona sabaha çıkmayı hatırlatma; çünkü ismin na­sıl çağrılır, bilemezsin.”

Nefsine herkesten fazla şefkat göstermen gerekirken onu yık­tın. Onun bu yıkılışına acaba kim acıyabilir? Kötü hâlden onu kim esirgeyebilir. Fazla hırsın ve uzun boylu ümitlerin nefsi yıktı, peri­şan etti.

Boş emellere dalıp kafanı yorma, hırsını azalt. Ölümü düşün. Daima Hak Teâlâ'yı kendine yakın bil. Geçmişteki büyüklerin him­metlerini dilemek suretiyle manevî hastalıklarını tedavi et. Onların temiz kelâmı, saf anlattıkları ile ruhunu tedavi eyle. Geceni gündü­zünü sıkıntıdan kurtar. Nefse daima şöyle de: “İyi yapsan da sana, kötü yapsan da sana...”

Kötü iş yaparsan, hiç kimse seninle iş tutmaz, yaptığı işe seni ortak etmez.

Her hâlde çalışmak, nefsi yenmek gerek. Dostların seni kötülük­ten alıkoyandır; düşmanın ise seni azdıran...

Sen daima kulların kapısında hazır oldun. Hakk’ın kapısından kendini uzak tutmaktasın. Nefsin hakkını mümkün olduğu kadar ödüyorsun. Kullara borcunu veriyorsun. Ama Hakk'a olan borçların aklına gelmiyor. O'nun nimetini alırken şükrü başkalarına yapar ol­dun. Bugün içinde gezindiğin nimeti sana kim verdi? Hak'tan baş­kaları mı verdi ki, onlara taparsın?

Elindeki nimetleri Hak'tan biliyorsan, hani şükür ve hani iba­det? Seni yaratanın O olduğuna iman ettinse, nerede O'na kulluk ve emirlerini tutmak? Hani yasaklardan kaçmak ve O'nun gönderdiği güçlüğü hoş karşılamak?

Doğruyu bulmak istiyorsan nefsinle cihad et. Allah Teâlâ şöy­le buyurdu: “Yolumuzda çalışanlara hidayet yollarımızı uçarız.” (el-Ankebût, 29/69)

Yine buyurdu: “İlâhî emirlerin yerine getirilmesine yardımcı olursanız, Al­lah da size yardımcı olur ve dizlerinize kuvvet verir.” (Muhammed, 47/7)

Nefsi kolay işlere koşma, ona itaat etme; iflah olursun. Nefsin yüzüne gülme. Sana bin kelime söz etse ancak birine cevap ver. An­cak bu yolda iyiye döner ve iyi kanaat hâsıl olur.

Nefis, maddî arzulara dair bir şey dilerse iptal et. Onun isteğini tehir eyle ve ona, “Sabırlı olursan öbür âlemin güzelliği senin içindir.” de.

Nefse, arzusunun yerine gelmemesi acı gelir. Bu acıya dayanır­sa iyilik bulur. Sabırla nefsi sabra yöneltmeye çabalarsan İlâhî tecellilere mazhar olursun. Çünkü bir âyet-i kerîmede şöyle buyrulur: “Allah sabredenlerle beraberdir.” (el-Bakara, 2/153)

Nefsin tüm işleri şerdir. Onun ne sözünü, ne de işini kabul et. Ancak, iyi tetkik ettikten sonra kabul edebilirsin. Nefsin sualine ce­vap vermen gerekse, muhalefetle cevap ver. Nefse muhalif olmak, onun yararınadır.

Nefis Celâl sıfatının tecellisine mazhardır; en çok onda bu tecel­li görülür. Ama Hak Teâlâ onu sevmez. O'nun sevdiği daha çok Ce­mâl sıfatının tecellisidir. Bu sebeple iki tecelli bir arada olmaz.

Bilinmelidir ki, dünya âhiretten evvel gelir. Dünya bittiği an öbür âlem başlamış sayılır. İkisi bir arada yürümez. Nefisle dost olan Hakk'ı kaybeder. Âhireti unutup dünyaya dalan, âhiret âleminden nasip alamaz. Peygamber (s.a.v) Efendimiz bir hadîs-i şeriflerinde şöyle buyururlar: “Bir kimse, dünyayı severse âhiretini yitirmiş olur, âhireti se­vecek olursa dünyayı yitirmiş olur.”

Sabra alış. Sabra tam alışan, hâline razı olur. Fâni varlığını sa­bırla iyileştirir. Fena -yokluk- hâlin tam olunca, kötü şey bula­mazsın. Her şey iyi olur. Hoş gördüğün şeyleri översin, bu hâlin şü­kür olur. Uzak kaybolur, yakınlık gelir. Şirk kaybolur, tevhid âlemi açılır. Halk arasında zararlı şey bulamazsın. Her şeyi Hak'tan bil­diğin için halkın faydasını da bilemezsin. Birbirine zıt olan iki şeyi seçmen kabil olmaz. Bu âlemde her şey aynıdır ve eşittir. Bütün ka­pılar bir olur. Gözüne tek yön görünür; o da, Hak Teâlâ... Bu âlemi halkın çoğu bilemez. Bunu bilmek az kişinin nasibidir. Milyonlarda ancak bir tane... Zaman biter, nefesler tükenir, bu âlemi tam mânası ile bilen, sezen ancak bir kişi, bir tane çıkar.



* * *



Ey evlat! Çalış; şurada, Hakk'ın önünde ölmeye bak. Varlığını ona bırakmaya koyul. Şu anda, ruhun bedeninden çıkmadan önce manevî ölümü bul. Fâni, kötü hâllerini yok eyle. Tam bir marifet eh­li ol. Kötülüğünü sabırla öldür; nefsine muhalefet eyle, onu öldür. “Bu nasıl olur?” deme.

Sonu çok iyidir. Sabrın da zamanı geçer. Sabır âlemi nihayete erer. Fakat şunu iyi bil ki sabrın sonu çok iyidir ve mükâfatı baki­dir.

Bir zamanlar ben de çok güçlükle karşılaştım, fakat sabrettim. Gördüm ki, sabrın sonu çok iyi... İrademi öldürdüm; Hak beni dirilt­ti. Kendimden geçtim; sonra bana Hak ayıklığı geldi, varlığa erdim. Onunla helak oldum ve onunla diriliğe geçtim. Kendi arzularımı tatmin etmeyi bıraktım. Arzu ettiğim şeyi yapmayı terk ettim. İşte bu­günkü hâlim ondan hâsıl oldu... Kader eli beni çeker oldu. Hak iyi­liği bana yardım etti. Fiil tecellisi beni harekete geçirdi. Gayret-i ilâhiye beni bütün kötülükten korudu. İlâhî irade beni öz varlığına itaat ettirdi. Ecel dili beni Hakk'a takdim etti. Aziz ve Celil olan Allah, beni yücelere çıkardı.

Yazık sana, benden kaçmaktasın. Senin otağını ben esirgiyorum. Yerin katımdadır, saklıyorum, aksi hâlde helak olursun.

Ey cahil zavallıcık, hacca benden başla. Bana gel, sonra Kâbe’ye git. Haccın kapısı benim. Bana gel, haccın yolunu, erkânını sana an­latayım, öyle git. Haccetmek nasıl olur, sana öğreteyim. Sana sözler öğreteyim; onunla Kâbe’nin Sahibi'ne hitap eyle.

Hâlinizi iyi düşünün, şimdi belli şey yok; yarın toz kalkar, ki­min atlı ve kimin yaya olduğu görülür.

Ey siyaset adamları, yerinizde oturunuz. Aklınız varsa bana ko­şunuz. Allah tarafından bana kuvvet verilmiştir.

İlâhî emir tekellüfünden beri olan yoktur. İlâhî âleme geçmiş olanlar bile, bu kalıpta durdukça mükelleftir. Size verilen emir, on­lara da verilmiştir. Sizin yasak edildiğiniz şey, onlara da yasaktır. Onlar bütün emri eksiksiz yerine getirirler. Bu sebeple onlar, size nasihat etmek için vazife almışlardır. Onlar, kendilerine emanet edi­len şeyi yerine getirmeye çalışırlar.

Burası hikmet âlemidir. Her yapılan iş bir hikmete mebnidir. Çalışınız. Kudret âlemine çalışmakla geçilir.

Dünya hikmetlerle doludur; âhiret ise kudret âlemidir. Hikmet için birtakım âlet ve sebepler gerekir. Kudret için âlete ihtiyaç yok­tur. Kudret, ancak Hakk'ın fiil tecellisi ile olur. Allah her şeye ka­dirdir. Sebepsiz hikmetler yaratabilir. Ancak kudret âlemi ile hik­met âleminin ayrılması için bunları yapar.

Âhiret âleminde her şey sebepsiz hareket eder. Burada konuş­mak için dile, dişe ve havaya ihtiyaç vardır. Orada duygular dilsiz ve dişsiz konuşur. Çünkü tekvin sıfatı tecelli eder. İlâhî kudret ken­disini gösterir. Orada duygularınız, hatalarınızı anlatırken sebeple­rin dili tutulur. O gün bütün sırlar faş olacak, perdeler açılacak ve yıkık viraneler meydana çıkacak. Bu isteseniz de, istemeseniz de olur. Kaçmak ve kurtulmak olmaz.

O gün cezalar kesilir. Cehenneme, kalplerini günahlarla üşütenler girer.

Bugün kitabınızı fikir dilinizle okuyunuz. Kötülüğü görürseniz tevbe ediniz. İyilik bulursanız şükre koyulunuz. İsyan kitabınızı ya­kınız, satırlarına tevbe eli ile vurunuz.



* * *



Ey evlat! Elimde tevbe ettin. Benimle sohbet ettin. Bu arada sa­na birçok öğütler verdim; fakat faydalanmadın. Bunda benim ne suçum var?

Sohbetin ve tevbenin sana ne zararı olur? Daima işin dış cephe­sini kolladın; iç âlemine bir türlü geçemedin. Benim tam sohbetimi dileyen, sözlerimi iyi dinler ve gereği ile amel eder.

Benim gibi devredeceksin. Aksi hâlde benimle yaptığın sohbetin faydası bulunmaz. Dediğimi yapmayanın zararı, kârından çok olur.

Ben herkesin göz diktiği sofrayım, lâkin kimseye benden yemek nasip olmaz. Kapım herkese açıktır; ama kimse giremez... Siz de oraya giremezsiniz, ne yapayım size! Size o kadar söz ettim ki, hiç birini dinlemediniz. Sizi kötü hâlden almak için davet ederim; bun­dan bana yorulmak kalır. Esas kârımı Hak verir. Bu öğüdü sizden çekindiğim için yapmıyorum, bir şeyler de beklemiyorum. Benim için harabe yerler ile mamur şehirler eşittir, ölü ile diriyi ayırt et­mem. Zenginle fakiri ayırt etmek istemem. Mülkle o mülke sahip olan kişinin benimle hiç bir ilişiği yoktur. Bu işler bir başka elden döner. Sizin elinizde mühim bir şey olduğunu sanmayınız. Bu hâli anlamak için dünyayı kalbimden çıkardım.

Tevhid ilmi, dünya sevgisi taşımayanlaradır. Kalbinde dünya sevgisi kaldıkça, tevhid âlemine geçmen kabil olmaz. Peygamber (s.a.v) Efendimiz bir hadîs-i şerifinde buyurdu ki: “Dünya sevgisi, bütün hataların başıdır.”

Bunu hiç duymadın mı?

İç âlemini ve ahlâkını düzeltme yolunda devam ettiğin süre, dünya sevgisi senin için baş hata sayılır. Tekâmül ettiğin zaman sana lâzım olan sevdirilir. Hak yakınlığını bulunca kısmetini arzu eder, alırsın, öbürlerine bakmazsın.

Ezelde sana yazılmış olanı alıp harcaman için kısmetini sever, alırsın. Aldığın kısmetle kanaat eder, başkalarına göz dikmezsim Bu arada kalbin, daima Hak'la kaim olur. Dünyada hâlin daima döner. Cennet ehli cennette ferah gezdiği gibi kalbin sahibine bağlı olarak dünyayı da gezer. Fena şeyler ona zarar vermez. Hak'tan seni ayıran olmaz. Bir şey dilersen O'nun için dilersin; arzularını O'nun arzusu­na uyarak yaparsın, O'nun kudreti ile devreni tamamlar, ilâhî nura uymayan her şeyi kesersin.

Dünya senden uzak durur. Bir şey yiyecek olursan O'nun için yersin, benliğin karışmaz.

İçi bozuk olan münafık, yaptığı işle kendini beğenir. Gündüzleri desinler için oruç tutar, geceleri işitsinler diye namaz kılar. Onun hem içi, hem de dışı karanlıktır. Bu kadar ibadet eder, ama kalbi Hak Teâlâ'ya bir adım yaklaşmaz. Güzel giyer, iyi yer, ama hava...

Onun perişan hâlini büyük velîler ve sâlih kullar bilir. Hakk'a bağlı olan zâtlar, onları iyi anlar.

Bugün münafıkları seçme kullar bilir; yarın herkes görecek. Seç­me kullar onları görünce üzülürler ve yüzlerine bakmak istemezler. Bu dargınlık hâllerini içlerinde saklı tutarlar. Çünkü Allah Teâlâ böyle emir vermiştir.

Kalbin bozuk, nifak hâlindesin. Bu hâlinde büyük insanlara zah­met verme. Henüz içini temizlemedin.

Sana söz hakkı verilmez. Belindeki zünnarı kesmedikten sonra, ikan sahiplerinin yanına gelmen kabil olmaz. Belindeki zünnarı kes. Derûnunu temizle. Tevbeni kalbinden yap. İçinde boğulmakta oldu­ğun tabiat âleminden ayrıl. Boş şeyleri bir yana at. Esas varlığa koş. Şahsî yararını düşünme, yalnız sana gelecek zararı hesaplama.

Söz hakkın olamaz. Meğerki nefsini ve hevânı, uygunsuz, tabii arzularını bırakasın. Bu gibi şeyleri kapıda bırak. Kalbini dehlize at. Sır âlemini hile ile çalıştırma. Esasa koş, teferruatla uğraşma. Teme­li iyi yaptıktan sonra binaya başla.

Esas nedir bilir misiniz? Dinî meselelere ait incelikleri öğren­mektir. Kalbine yarayan şeyleri iyi öğren; dilden çıkacak şeyler se­ni kurtaramaz.

Kalp âlemine dair, ince meseleleri iyi öğrenirsen, Hakk'a yakın olursun. Dilden olan, kalbe yararı olmayan şeyleri öğrenirsen yalnız, maddi ve fâni varlıklara yanaşabilirsin.

Kalbe dair bilgiler, seni fâni köşkünden alır, Hakk'ın yüce tâatına götürür.

Yazık sana; ömrünü ilim tahsili için harcadın. Ama hiç amel et­medin. Şahsî heveslerine kapıldığın için cahilsin. İşin daima Allah düşmanlarına hizmet etmek oldu. Onları Hakk'a ortak koşarsın. Hâlbuki Hak Teâlâ senden ve ortak koştuğun kimselerden çok zengindir.

Senin şirk etmen hoş görülmez. Çünkü kul olduğunu anlıyorsun. Yakan efendinin elindedir. Kurtuluş istiyorsan kalbini Hakk'a bağ­la. O'na tevekkül et, O'na hizmet et. O'nu her şeyde ithama kalkış­ma. O itham edilemez. O her şeyi senden çok iyi bilir. Sana yarayanları gönderir. Senin bilmediğin çok şeyleri O bilir. O'nun kudreti önünde sana susmak düşer.

Sesini kes, gözlerini yum, başını eğ, lâl ol; izin gelinceye kadar bekle. Konuşma zamanı gelince seni konuştururlar. O'nunla konu­şursun, ama o zaman varlığını yitirmiş olursun. Ve o zaman konuş­maların bütün dertlere deva olur. Ruhî hastalıklara tutulanlara, ko­nuşmanla şifa bulunur. Her konuşman akıllara nur saçar.

Allah'ım, kalbimizi nurlandır. Kalbimiz için Zâtına varma yo­lunu göster. İçimizi temizle. Sana yakınlık ver.

“Dünyada bize iyilik ver. Âhirette de iyilik ver. Ateş azabından bizleri koru.” (el-Bakara, 2/201) Âmin!

En son Ahmed tarafından 09 Nis 2010, 21:42 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
***"En Kötü KÖRlük, gÖZünü GÖRmeyiştir!.." Kul İhvani
Cevapla

“►Abdulkadir Geylani◄” sayfasına dön