İLAHÎ ARMAĞAN

Abdulkadir Geylani (k.s.) hazretlerinin hayatı ve eserleri.
Kullanıcı avatarı
habibi
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1059
Kayıt: 26 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen habibi »

Resim

KALBİ AMİN....

RABBİM CÜMLEMİİZİN DUALARIMIZI KABULEYLESİN İNŞALLAH..

birdamla rahmeti arayan ERleriz inşALLAH..

RABBİM cümlemize buldursun bildirsin inşALLAH...

gönülllere Su serpen cümle gönül ERlerinden RAHMAN razı ve memnun eylesin...

AŞKINIZ CEMAL olsun....



EĞER, BULAMAZSAM BİR EHL-İ SOHBETİ;

BAHS EDEMEZSEM SENDEN ONA...

VE DİNLEYEMEZSEM ONDAN SENİ...

VAH! O ZAMAN BANA

~~~~~~

YA O'NUNLASIN ,YADA OYUNDASIN...

~~~~~~~

HER ZAMAN O'NUNLA OLMANIZ DUASIYLA




rahmet damlalarınız daim olsun deryasına kavuştursun RABBİM İNŞALLAH..
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/hbbi.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »



İÇten duana gönülden amin Sevgili Habibi CANım..
ALLAH razı, yar ve yardımcın olsun,
Hayırlar daima seninle ve sevdiklerinle olsun güzel gönüllü kardeşim..


Resim


Oğlum, sana Allah gerek. O’nun Zât’ından gayri ile uğraşma. Ev onun evi. Rızkı çoktan halk etti; vaktini bile tayin etti. Melekler senin rızkını getirmeye tevkil edilmişlerdir. Hayır O’ndandır, şer de O’ndan.



Kula afet okları atılmaya devam eder. Kula gereken onlara karşı gözlerini kapamaktır. Gözünü yumduğun an, yakınlık, şevk, hayır doktorları gelir; seni kucaklar ve himaye eder. İşlerin ilki daima bir güçlükle başlar. Her şeyin çevresi daima kavi şeylerle sarılı durur. Cennetin etrafı da yırtılması hayli güç işlerle sarılıdır. Cennetin etrafı böyle olduktan sonra, ondan kat kat üstün olan Hak yakınlığı nasıl olur? Düşün!


Mü’min dünya içinde şahın tahsildarıdır. Sır ki sema, kalp ki zemin olur, sema tabakalarından kalbe yemekler gönderir, ikram eder. Hak dilerse sırla kalbi birleştirir. Kalple sır bir olduktan. sonra, irfan sahibi, Allah’ın rahmetini yakınında bulur. Âdeta elini atınca tutacak gibi olur. Sanki o kul, kâinatta mevcut cümle eşya ile baş başa yaşar.

Ey bu mecliste bulunanlar, yaptığınız hatalar için bize özrünüzü beyan ediniz. Ben hâle bağlıyım, geçmişinizi anmam. Ben bugünü düşünürüm, geleceğe önem vermem. Ben dilsiz olurum, suçunuzu yüzünüze vurmam. Sağır olurum, geçmişte yaptığınız hataları dinlemem. Bunları yaptığım için ceddim benimle iftihar eder. Âdem ba bamı gördüm; bana şöyle buyurdu: “Oğlum, neslini korudun.”

Hiçbir şeyden çekingen durmayınız. Bir kötü işin geleceği mutlak ise, o gelir. Kaçmakla ondan kurtulmak kabil olmaz.

Ölüm geldiği gün, her sarıldığın şeyden seni ayırır. Her yakınından uzağa atar. Durum böyle olacağına göre onlar seni bırakmadan sen onları bırak, onlardan kesil. Kabir, Hakk’a varan yolun kendisidir. Orası, Hakk’ın tünelidir. Varlığa oradan varılır. O hâlde ölmeden evvel öl, o yolu tut. Hem kendi varlığından yok ol, hem de ötekilerden. O’nunla, Hak’la dirilirsin. Meyyit gibi olursun. Ezeli kısmet eli sana lokma sunar. Benlik gayretin dışında olarak kısmetini alırsın. Bu hâller tam olduktan sonra hayat gelir. Allah’ın yakınlığı ile canlılık bulunur. Uçan kuşlar bir yana atılır. Artık onun için kıyamet kopsun veya kopmasın, bir önem taşımaz. Ölüm olsun veya olmasın, mühim değildir. O hâlini kemâle erdiren zat için, Hakk’a vuslat tadından başka bir şey yoktur. Ama bilinmeli ki, ilâhî hükümleri kafi yen ihmal etmez. Hak, onu haddi aşma suçundan mahfuz tutar.

Sizi hikmetle yürüten, ilim yolu ile fesahat ve belagat veren zat, Sübhân’dır.

İçinizden bazı kimseler, sâlih kisvesine girer ve sofi libasına bürünür. Hâlbuki bize göre o, tam bir küfür içindedir.


Bu âlem, bir başka âlemdir. Öyle zaman olur ki, kul kazancını yiyip imanını kavi kılmaya devam eder; bir emir gelir, o kazanç ona haram olur: “Tekvin hazinesini aç, oradan ye ve iç. İlmi de o hazineden al!” emri verilir.

Nedir ki, bu dünya? Hakk’ın kuvveti ve kudreti önünde ne önem taşıyabilir? Bu yüzden; Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in şu hadis-i şerifi gereğince dikkatli olmak ve Hakk’ı gözetmek gerekir: “Mümkün olduğu kadar dünya derdinden kendinizi beri alınız.”

O, böyle buyururken ne kadar derin manalar anlatmak istiyor.

Ölümü çok düşün. Ondan sonra zuhura gelecek sıratı ve ötesini an. Âhireti de düşün. Ondaki sıkıntıları ve iyilik yapıyorsan bulacağın kazancı hatırla.

Kalbinizi temiz etmek ve Hak’la olmak suretiyle dünya kederlerini bir yana atınız, ondan uzaklaşınız. Bunda başarı kazanabilmek için nefsinize karşıcihad açınız, şeytana karşı harp ilân ediniz. Her yerde Hakk’ın varlığını arayınız ve her yanı bırakıp O’na mal olunuz.


Hakk’ı tevhid etmek, cümle mahlûku yokluğa gömmektir. Ve tabii isteklerle arzuların melek huyuna inkılâp etmesidir. Daha sonra melekler âlemini bırakıp bizzat Hakk’a varmaktır. İçireceğini, O sana içirir. Ve O, zahirde yaptığın işler dışında birçok hâller tahsis eder.

İslâm zahirdir, iman ona kuvvet aşılar. İlâhî marifet ise bundan sonra gelir. Daha sonra ilâhî varlığa varmak. Varlığın O’na ait olur sa her şeyin O’nun için olur.

İman sahibi kazancını yer ve sebeplere de tevessül eder; ama herhalde o kesbin ve sebebin sahibinin Hak olduğunu bilir. İman kuvvet bulunca hem çalışmayı, hem de sebepleri şöyle bir yana iter. Bu tevekkülü de ondan bilir. Bununla beraber iman ve İslâm hudu dunu aşmaz, şeklini değiştirmez. Her bir vakıa sonu, bin yıl bir ırmak kıyısında otursa, yine kalbi Hakk’a bağlı kalır ve hâlini bozmaz.


Öğüt al ki, Allah sana acısın. O’na hangi yüzle varacaksın? Hâlbuki sen O’nunla çekişir, O’na kafa tutarsın. Hakk’a karşı çıkma, O’na karşı cidal açma. Üzeyir (a.s) Nebi, Hak’la fikir çekişmesi yaptı. Bu çekişmesi bir yaratma hâdisesi üzerinde olmuştu. O çekişme üzerine Hak Teâlâ yaratacağını yarattı. Ve Üzeyir (a.s) Nebi’ye hatasını anlatmak için onu peygamberlik divanından sildi. Yüz yıl o hâlde ölü kaldı. Sonra diriltti ve aldığı manevi hâllerini, peygamber­liğini geri verdi.

Dilden istiğfar eyle. Hatalarını kalben itiraf et. Sırrını sükûna alıştır. Zikri önce dille yap, sonra kalbe geçir. Zikir kalbe işledikten sonra, aşk, şevk dilinden taşmaya başlar.


Hak ehlinin birçoğu ile arkadaşlık ettim. Hiçbirinin yüzüme güldüğünü görmedim. Birçok iyi şeyler yerlerdi, ama bana bir lokma dahi vermediler. Çok edepli insanlardı.

Bırak senden başka herkes doysun, sen aç kal, ne çıkar? Başkası aziz olmuş bu âlemde güya, sen zillet içinde kalmışsın n’olur? Başkası bu dünyanın zengini iken, sen de fakiri olabilirsin; bunun ne önemi olabilir ki? İşte ben bu hâlleri öğretmeye çalışıyorum size. Sizi bu yolda yetiştirmek ve böyle terbiye etmek arzusundayım.

Bugün sizden kesildim; çünkü bana faydanız dokunmaz, aynı zamanda bir zarar da vermeniz imkân dışındadır. Rızkımı artırmanıza ve onu eksiltmenize imkân yok. Artık olan olmuştur, bundan sonra ona el sürmeniz mümkün değildir.

Size bunları söylerim ve hükmümü veririm; ama aranızda yok gibiyim. Kendimi bir sahrada ve ovada görüyorum. Sizin her şeyinizden manen o kadar uzaktayım.

Şehvet ve hırsla alınıp yenen şeyler kalbi karartır. Sırrı bağlar. Zekâyı öldürür. Uykuyu çoğaltır. Gafleti arttırır. Kötü arzuları kamçılar. Ümitleri uzatır.


Ey şahsi arzuları içinde hapsolup kalan, kullara kul olan, sonunu bilmeyen, halkı tanımayan! Aziz ve Celil olan Hakkı bilmiyorsun; bunların cahilisin. Aklını toparlayamıyorsun, ölümü düşün. Ölümü düşünüp işleri ona göre ayarlamak her hayrın ve selâmetin anahta rıdır. Ölümü düşünürsen fuzuli işleri bir yana atarsın.

Hırsın zayıflar, boş ümitlerin azalırsa döner, hataları bırakırsın ve bütün işlerini Hakk’a ısmarlar, rahata erersin.



Hz. Abdulkadir Geylani / İlahi Armağan


بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
habibi
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1059
Kayıt: 26 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen habibi »

Resim

ALLAH razı olsun...


MUHAMMEDİ muhabbetle...
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/hbbi.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim


Ey evlat! Dünyada her şey lazım. Tatlının yeri var. Acı da ge rek. İyiliğin ve fesadın da bir gereği bulunur. Dert olur, safa vardır. Tam safa hâlini istiyorsan kalbinden halkı çıkar. Her varlığını Hakk’a bağla. Dünyadan kalbini çek. Çocuklarını Rabb’ine emanet et, ona teslim et. Kalbini her şeyden temiz olarak çıkar. Âhiret kapı sına yönel, yönel ve içeri girmeye gayret et.

Her şey bir gayeye matuftur, onun için yapılır. Bu dünyayı bı rakıp öbür âleme yönelmek, Hak Teâlâ’yı bulmak içindir. Âhiret âle mine geçtiğinde aradığını bulamazsan hemen kaç, O’na yakınlığı ara. O’nu bulduğun takdirde her şeyi bulmuş sayılırsın. Allah Teâlâ’yı seven, gayrini neyler? Cennet, derece ve makam arayanlar için dir. Manevî tüccarlar onu ararlar. İşte bunun için dünyayı bir yana atan öbür âlemde arzusunu bulur.

İşte, bu manaları dile getiren bir âyet-i kerime:
“Orada nefislerin hoşlandığı, gözlerin bakmakla zevk alacağı şeyler vardır.” (ez-Zuhruf, 43/71)

Her şeyin derununda gizli manalar vardır. Onları anlamak icap eder. Her şeyin keza kendine göre bir şeyi anışı vardır. Kalbin anışı nasıldır? Sırrın anışı nasıldır? Mana âlemi ne gibi anılar taşır? Bun ları anlamaya gayret et.

Cennet; oruç tutanlar, namaz kılanlar, kötülükleri bir yana ata rak şahsî kötü duyguları bırakanlar içindir. Oruç içinde oruç vardır. Bahçe içinde bahçe vardır. Ev içinde ev vardır. Birine varmak için öbürünü terk etmek lazım gelir.

Sizden iş istiyorum, söz değil. Söz etmeden iş tutunuz.


Allah’a arif olanlar, her işlerini Hak için yaparlar. Başlarında demir dövülse, ses etmeden vazifelerine devam ederler. Yerde gezer ler. Yeryüzü her an değişir, başka şekle bürünür, ama onlar buna aldırış etmezler.

Hak ehli, yalnız Allah’ı bilir, başkasını görmez. Başkasının sözünü işitmez.

Onların kalbi vardır. Dilleri konuşmaz. Onlar kendilerini yok et mişlerdir, başkaları da onlara göre yok gibidir. Bu hâlleri Allah’ın di lediği zamana kadar uzar. Allah dilerse onların kalbini lisan yapar. Onlar köklerinden ayrılmış gibi şahlarına çekilirler. Rahmetle, şef katle Hak varlığına ererler. Zaten onlar Hak içindir, başkasına ola mazlar. Yalnız öz varlık için seçilmişlerdir. Musa Peygamber’in hâli de böyle idi. Hak Teâlâ ona şöyle hitap etti:
“Seni varlığım için seçtim.” (Tâhâ, 20/41)

Ve Hakk’ın varlığını dile getiren bir âyet-i kerime:
“Ona benzeyen şey yoktur. O, bizzat işitir ve görür.” (eş-Şûrâ, 42/11)

Allah, dilerse güçlüğü olmayan rahatlık verir. Gariplik bilmeyen ünsiyet verir. O’nun verdiği nimette yokluk yoktur. Öfkesiz ferahlık vardır. Acısız tatlı bulunur. Yokluğa varmayan mülk bulunur. Allah dilerse her şey olur. “İşte bu makamda (ve bu hâlde) nusret ve hâki miyet hak olan Allah’ındır. O, sevapça da hayırlı, akıbetçe de hayır lıdır.” (el-Kehf, 18/44)

Bulunduğun dünya hâlinde rahatlığı pek bulamazsın. Çünkü orası keder ve üzüntü yuvasıdır. Ondan oldukça uzak ol. Derhal kal bini ondan çek. Mânevi elini ondan uzak tut. Gücün yetmezse yalnız öz varlığına nüfuz edeni bırak, kuvvet bulunca da hepsini.

Evet, neyin varsa ihtiyaç sahiplerine dağıt. Zavallılara ver. Kim sesizlere yağma et. Senin için olan, seni bırakıp bir yana gitmez, üzül me.

Daireyi, kalbin ve sırrın sıhhati için çevir. Onların temizliği için bir sınır kur. Unutma ki, onlar bilgi ve amelle düzelir. Amelde ihlâs şarttır. Hakk’ı aramakta doğru olmak başta gelir. Aziz ve Celil olan Hak, doğrulukla aranır.


Resim

Hz. Abdulkadir Geylani / İlahi Armağan

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »

meryemnur yazdı:


Resim


AŞKA DAL VE BEKLE !...

Ey Aziz.
Bu mektup, sana daha başka şeyler anlatacak... Seni amele ve cihada teşvik edecek... Oku, anla ve gereğini yapmaya gayret et...
Talib ol... Günleri boşa geçirme... Daima, aradığın bir şey olsun... Taleb eden mutlaka bulur... Ama, yollanır
Taleb gümüşünü:

- "O kimseler ki, uğrumuzda cihad ederler." (29/69)
Mealindeki Ayet-i Kerimenin potasında eritmeye bak...
Sanır mısın ki; eline çalışmadan bir şeyler geçer... Ahlakî bir disiplin yolunu tutmadan, aradığını bulmaya nasıl kalkarsın ve nasıl ermeyi düşünürsün...
Talib olacaksın; fakat bu taleb işinde pek fazla ileri de gitmeyeceksin.. Çünkü aşırı talepler çoğu zaman karşılıksız kalır... Bilhassa Hak Teala'yı taleb işinde dikkatli olmalısın... Onun çizdiği hududu aşmaya kalkmayasın... Sonra aradığını bulamayacağın gibi; elde ettiklerini de kaybedersin. Bilhassa zat-ı ilahî için :

- "Allah, zatı için; dikkatinizi çeker..." (3/28)
Buyurulurki; zat ı ilahi hakkında ulu orta laf etmemeyi ve ona dair fikir serdetmeye girişmemeyi emreder.
îşte talep sınırını burada çizmen gerek... Oraya varmak için yoluna devam et... Fakat ondan sonrası için, bir talebin olmasın... Sadece bekle... Yol açılırsa, yürü... Yoksa, yine bekle... yine bekle... Ama, bu bekleyiş seni usandırmasın...
îçten talebini devam ettirir. Fakat anlatılan şekilde olsun... Öyle olursa talebin halis olur... Taleb gümüşün kendiliğinden erir ve ona;

- "Yollarıızı onlara açarız..." (29/ 69)
Müjdesi gereğince padişahın tuğrası vurulur... Bu tuğra; ancak talebini anlatılan şekilde devam ettirenleredir. Onlara katılmak ve onlar gibi talih olmak ve bu tuğrayı almak ne saadet...
Bu saadete eren talibin talebi kıymet bulur... Dünyalık mallar, onun karşısın-da değersizdir. Onu satacak pazar bulunmaz...
Ancak onun, değeri bulunup satılacağı pazar, şu pazardır:

- "Allah mü'minlerle alış veriş yaptı. Nefislerim aldı... Mallarım aldı... Ve... bu aldıklanna karşılık, cenneti verdi..."
(9/111)
Bu pazarda taleb asıl değerini bulur. Taleb gider karşılığında büyük bir meblağ gelir... Artık bu meblağ o talibin bir sermayesi olur...
Anlatılanları yaparsan, sen de o sermayeyi bulursun. Yolun inşaallah Hak yolu olur... Ve :

- "Ayık olunuz. Halis din Allah'a apanr..." (39/3)
Mealim taşıyan Ayet-i Kerimenin manasım artık anlarsın... Halis olmaya bak. Her elde edeceğin iyi şey, mutlaka ihlasla olacaktır; iyi bilesin... Şunu da unutma ki, gerçekten ihlas sahiplerini azim tehlikeler bekler. Onları kolay atlatmak, bu yolun yolcusunda bulunması gereken aşka bağlıdır... Sen de, bu yolda aşka dalarsan, bu ihlas sahiplerim bekleyen tehlikelerin sırrı sana çözülür... Önünde çözülür; seyredersin...
Aşkı bul, şevk ehli ol... îhlası bul... Bunları bulduğun zaman:- "Allah, sinesini ÎSLAM'a açtığı kimseyi mi soruyorsun... O, Rabbından gelen nurla yoluna devam eder..." (39/22)
Ayet-i Kerimesinde belirtilen ihsan kucağı sana da açılır... Zikri geçen Ayet-i Kerimenin nuru yolunu aydınlatır...
Sen aşkı ve şevki bulmaya bak... Bunları bulduktan sonra, sana ne ihsanlar gelir; ne ihsanlar. Rabbımız kerem sahibidir; sineni açar ve:

- "Bana dua ediniz; duanızı lehinize olacak bir şekilde kabul ederim..." (40/ 60)
Ayet-i Celilesi gereğince kalbini harekete getirir... Ona, yani Allah-ü Teala'ya bol dua etmeye, yalvarmaya, yakarmaya başlarsın... Bu yalvarma ve yakarmanın karşılığını da mutlaka alırısın.
En mühimi ilahî lütuf ve keremi bulmaktır... Onu bulduktan sonra manevi derecen yükselir... Dünyanın maddî ve fani şeyleri, gözünden Ve gönlünden düşer... Hakikati artık anlamış ve bilmiş olursun... Böyle olduktan sonra, anladığını ve bildiğini başkalarına da anlatman gerekli olur. Bir nevi irşad makamma geçersin... O zaman sana:

- "Söyle..." (4/77)
Denir... Söyle yalan mı... Bu emir karşısında titremeye başlarsın... Fakat tehdid olmadığını anlar; sakinleşirsin... Ancak kendinde pek konuşacak takat bulamaz bir halde iken :

- "Dünyanın metaı azdır..." (4/77)
Fermanı imdadına yetişir... Zaten kalbinden silinen fani şeyler, biraz daha silinir... iyice, kökü kazınır...
Artık bu fani şeylerin değil, ötelerin yücelerin malı olursun... Fakat onun için bir işaret göremeyince üzülürken, yine sana kerem dili çözülür ve :

- "Ahiretinki elbette hayırlıdır..." (4/77)
Cümle-i celilesi ile gönlünü açar... Böylece, fani şeyleri kalbinden attıktan sonra, oraya neyin dolacağım anlamış olursun...
Bu iş lafla olmaz ki, bu da ayrı bir hakikattir. Elbette, kalbden dünyanın gidip, yerine ahiretin gelişi; zahirde bilinen geliş gidişler gibi görünmez... O bir haldir... Halin de ancak zahirde alametleri vardır.
îşte sen de bu alametleri araştırırken :

- "Bu. ittika sahiplenme olacaktır..." (4/77)
Cümlesi bir kurtarıcı gibi karşına çıkar... Kendi kendine:

- Demek ki, dünya metaını az gören, ahireti ondan üstün ve hayırlı bulan zatlar, ittika sahibi olan zatlarmış...
Dersin... îşin hakikatim anlamış olursun artık... Dünya sevgisin!, ebedî kalbinden atar; yerine ahiret sevgisin! koyarsın. .. Bu sevgiyi muhafaza için de; ittikayı kalb kapma bekçi yaparsın^ Sonra:

- Allahım, beni ittikadan ayırma... Dünya hırsı kalbime girmesin...
Diyerekten de yalvarırsın... Ve her daima ittika halini gözetmeye başlarsın... îttika halinin devamım gördükçe, duanın da kabul olduğunu anlarsın... Ve... Sevinirsin...
Ve... bilirsin ki, yapılan dualara mutlaka icabet olur... Ne var ki, herkese bilinen yoldan icabet olmaz... Ancak; içini temizleyenler, özünü Hakka yakın edenler duanın ne şekilde ve ne zaman kabul olduğunu anlar... Misal olaraktan c'a kendi halini ele alabilirsin...
Artık sana bir başka rüzgarlar esme-ye başlar. Ne yandan bilir misin;

- "Biz ona şah damanndan daha yakınız..." (50/16)
Canibinden... Bu rüzgarın estiğim duyan kalb ağacm dalları oynamaya başlar... O rüzgarlar estikçe, yaprakları birbirine değer ve tatlı tatlı nağmeler çıkarır. ..
Belki de o yaprakların işe yaramayanı yavaş yavaş, ahenkli bir şekilde dökülmeye başlar ki; o zaman, senin için bir sonbahar havası esiyor demektir.
Bu hal aleminde, artık ilkbaharla karışık bir güz başlamış demektir. Orası; yazı güzüne, güzü yazma karışık bir alemdir... Çok hizmetli işlerin olduğu bir bahçedir... Sakın onlara dahp yolundan olma... Hiç biriyle ilgilenme:

- "Allah, de; öteyi bırak..." (6/91) Sen böyle diyebildiğin an, rüzgarlar
sert esmeye başlar ve seni fani eşyadan
soyar... Ağyardan ayırır...
Orası bir başka alemdir... Ve orada:

- "Allah'dan başka bir ilah çağırmaya kalkma!..." (28/88)
Emrinden başka bir emrin gereği yapılamaz...
Orası ne daimî bir ilkbahardır; ne de sonbahar. Orası; an bean tecellilerle değişen bir havaya sahiptir... Herkes kabi-liyetine göre bir hava teneffüs eder; kimi ilkbahar, kimi de sonbahar... Kimi de kış... Şayet sen, benliğim yitirir, senliğin! bu-lursan, daima bir ilkbahar havası teneffüs edersin...
Sakın; bu havayı herkesin teneffüs edeceğin! sanmayasın... O hava, yalnız:

- "Onlara, taa ezelden katamızda iyilikler yazılmıştır..." (21/101)
Cümlesinin tefsirinde kimlikleri gizli zatlara mahsustur... Bu Ayet-i Kerime, aynı zamanda kendini bilenlere bir müjdedir...
Sakın; kendi kendine, benim de istidadım var mı yok mu diye üzülme... Lüzumsuz ve faydasız yollar aramaya kalkma... Hemen kendini ölçüye vur; Hak yolunda devamlıysan istidadın var demektir... Şayet istidadın yoksa, aramak da aklına gelmez; sormak da...
O istidada sahip olduğunu anladıktan sonra, beklemeyi öğren... O beklediğin alemde, ilahî ve kudsî bir rahmet yağmuruna tutuîursan, sakın; usanıp kaçmayasın... Islansan da, çevren göl de olsa kaçma... Dur ve bekle... Çünkü o; dilediği zaman :

- "Kimi arzu ediyorsa onu zatına seçer..." (-12/13)
Şunu da akhnda fut ki, seçmeden evvel dener. Başarı kazandığın takdirde, ilahî kudret bir bulut şeklinde seni
kapar; ötelere... çok ötelere... ötelerin de otesine çeker götürür...
Düşün bir kere içinde bulunduğun alemin güzelliğini... ilkbahar... Feyiz bulutları... Ve nihayet fazilet yağmuru... Bunların hepsi senin özünde olmakta ve senin için olmaktadır... Nerede cereyan ediyor bu işler, biliyor musun?...

- Kalbinde...
Dersek hiç şaşma... Çünkü sen, yalnız kalbinden ibaret sin... Sakın kalb denince, maddi hayatın dcvamına sebep olan, sinendeki o et parçasını hemen aklına getirme... Bizim anlatmak istediğimiz kalb, bir başka kaibdir... Yeri gelince onu da uzun uzun anlatacağız... Asıl bizim anlattığımız kalb, sana:

- însan...
Dedirten kalbdir... Ve sana:

- Adem...
Dedirten kaibdir...- "Biz ona katnnızdan ilim öğrettik..." (18/65)
Artık haller halim buldun... Ağaçların yeşillenmeye ve dal budak salmaya başlar... Bunların vereceği yemiş, sadece içinde kalmaz... Çünkü sen cimri olamazsın... Sen o kimselerdensin ki; onlar hakkında Allah-ü Taala'nın:

- '"Muhakkak Allah'ın rahmeti, dış aleme muhsinlerden gelir..." (7/56)
Ayetiyle anlattığı muhsinler şafuldasın...
Bu halleri yaşadıktan sonra, kendini bir sır aleminde bil... Oranın uçsuz, bucaksız vadileri ve akar ırmakları var... Vuslat pınarları orada çok tatlı akar... Bu alemde olduğun için nasıl olsa her zaman içerim, diye bir düşünceye kapılma... Çünkü oradan:

- "Öyle bir göze ki... Yakınlığı kazananlar, yani MUKARREBUN olanlar içer..." (83/28).
Başkalan içemez... Sen de içmek di-liyorsan, MUKARREBUN zümresinden olmaya bak...
Anlatılan halleri elde etmek için; biraz gözyaşı akıtmak icab eder... Yalvarmak, yakarmak gerekir... Hatalar, için istiğfar etmek ise, baş şarttır; bilmek gerekir... Bunlar birer ilahî hibedir... O hibeye ehil olmak için, gözyaşlarıyla, sineyi pak etmekten gayri çare yoktur...
Sakın yaptığın ibadetine, falan da güvenme... Çünkü bu:

- "Allah'ın fazlıdır; dilediğine ihsan eyler..." (5/54)

- Ben hak kazandım; verilmemesi zulümdür.
Gibi yersiz bir laf etmeye kalkanlar, hava alır. Hele bu aleme kadar gelenler... böyle bir şeyi düşündüler mi, derhal kapı dışarı edilirler... Allah saklasın...
Allah'ın o fazlına erenlere müjdeler olsun... Mübarek olsun halleri... Çünkü on l ara:

- "Korkmayınız... Artık mahzun da olmayınız... Size müjdeler olsun... işte size vaad olunduğunuz cennet..." (41/30) Duyurulan, ilahî bir fermandır... Artık, geçmiş geçip gitti. Gelecek şimdiki hallerinden daha iyi olacak... Niçin daha iyi olmasın ki:

- "Allah onlardan razı; onlar da Allah'tan razı ve memnun..." (5/119)
Beraetini aldıktan sonra... peşinden
şu emir:

- "Yiyiniz, içiniz... Hem de rahat... rahat... Bunlar amellerinize karşı mükafattır..." (52/19)
Bu nimetler daha bu alemde iken kazanılır... Allah'a yalvaralım; bize de nasib eylesin...

Amin...



Hz. Abdulkadir Geylani / İlahi Armağan

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »




Rızkın için üzüntüye düşme. O seni arar; öyle arar ki, sen onun kadar arayamazsın. Bugünkü geçimin tamam olunca ötesini bırak; yarını arama. Geçen günü aramadığın gibi onu da arama. Yarına ereceğin belli değil. Ya sabahlarsın veya sabahı bulamazsın. Hazırla uğraş. Bugününü düşün. Eğer Hak irfanına erseydin; O’nunla olurdun. O’na inanır, rızık peşine düşmezdin; O’nunla meşgul olurdun. O’nun heybeti seni geçim işlerinden çekerdi. Allah’ı bilen, bir şey dileyemez hâle gelir.

İrfan sahibi, Hak tecellisi önünde dilsizdir. Tâ, insanlara gönderilinceye kadar böyle, insanlara gönderildiği zaman dili açılır. Dilin deki tutukluk kaybolur.

Musa (a.s) Peygamber, koyun yayarken dilinde tutukluk vardı. Acele konuşurdu; tutulur, kalırdı. Allah Teâlâ, onu Firavun’a gönderdiği zaman dilini açtı. Bunun için Musa Peygamber şu dilekte bulunmuştu:
“Dilimdeki bağı çöz ki, sözümü anlasınlar.” (Tâhâ, 20/28) Bu duanın derin özünde şu mânalar saklıdır: “Ben bir zamanlar çobandım. Hayvan yaymakla meşguldüm. Dilimin açılmasına lüzum yoktu. Ama şimdi öyle değil, insanlar arasına karışacağım. Senin varlığını onlara anlatacağım. Bu sebeple dilimdeki tutuk hâlin geçmesini talep ediyorum. Onu gider.”

Musa Peygamber’in dilinin tutukluğuna dair şu hikâye vardır ki, bundan başkası da anlatılır:
“Musa (a.s) Peygamber, çocuktu. Firavun ile hanımının ya nında idi. O zaman konuşacak durumu yoktu; fakat birden doksan kelime konuştu. Başkası o yaşta konuşamazdı. Bu hâl az devam etti. Bir kaza oldu. Sebebi bilinmeyen bir hâlle ağzına ateş koymuştu. Bu ateş onun diline tesir etmişti. Dilinde bu yüzden tutukluk olmuştu. Bu işi yaptıran Allah Teâlâ Hazretleridir."



***


Kulun kalbi, İslâm’la mamur olur. Sonra onun hakikatine tam ermekle düzelir. Buna da: “Teslim olmak; O’na candan teslim olmak” denir.

Cümle varlığını Aziz ve Celil olan Allah’a ver. O’na teslim olursan, nefsine sahip olman kabil olur. Kalbini alır, bir hoş hâlde gezersin; benliğini yitirirsin. Halkı da bırakır, Hak önünde durursun. Bu anda halk yoktur; senliğin yoktur. Mevlâ dilerse seni halka katar, elbise giydirir, düzenli bir hâlde kullara gönderir, emrini onlara tebliğ ettirir. Hem kendi özünde, hem de halk arasında ilâhî emirlerin mümessili olursun. Bu işte Peygamber’in rızası da seninle olur. Halka gönderilince kendiliğinden iş yapmaya kalkmazsın. Beklersin, O’nun sana vermiş olduğu cümle hükümleri kabullenirsin.

Hak Teâlâ’ya yönelen herkes Musa Peygamber’in şu sözünü der:
“Razı olasın diye, sana acele geldim.” (Tâhâ, 20/84)

İman sahibi bu gidişi kalp adımıyla yapar. Hak’tan gayri var lıklardan soyunduktan sonra O’nun önünde el bağlar, durur. Kalp hâliyle bunu yapar. Hâl lisanı ile Musa Peygamber’in konuştuğunu konuşmaya koyulur:
“Dünyayı bıraktım, âhiretten vazgeçtim, cümle halkı bir yana attım. Sebepler bana yakın olamaz. Sen’den başka yaratıcı tanımıyorum. Hemen Sana koştum; beni bağışlayasın ve razı olasın diye geldim. Şimdiye kadar onlarla oluşumu yüzüme vurma, Allah’ım!”


Hz. Abdulkadir Geylani / İlahi Armağan
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim

Dünya, önden sona hikmetle doludur ve çalışma yeridir; âhiret ise, kudret âlemidir. Dünya hikmete mebni olup âhiret ise kudrete… Hikmet âleminde çalışmayı bırakma. Kudret âleminde işleri Hak görür, O’nun kudretini küçümsemek aklına gelmesin.

Bu hikmet âleminde O’nun hikmetine göre çalış; işlerin görülmesini O’nun kudretinden bekleme. Kadere güvenip nefsin hatası için özür arama. Kaderi bir hüccet sayıp iş yapmayı bırakma. Kaderin hükmünü öne sürmek tembellere hastır. Kadere geçmek, ancak emir ve yasaklar dışında olur. Herhangi bir emre bağlı olmayan işle kadere uyman olur.


İman sahibi, dünyaya kapılmaz, onda olan geçici şeylere bakmaz. Ancak ondaki kısmetini alır, kalbini Hakk’a verir. Burada işi bitinceye kadar durmak zorundadır. İş tamam olursa göçer, gider. Dünyanın ateşli işleri ondan beridir.

Yakıcılığa giden dünyaya kalbin girmesi için izin verilir.

İman sahibinin iç âlemi, elçiler evine benzer. Sır kemâle erince, kalbi himayesine alır. Kalp de, bu yolda ergin olursa maddî telâşı bırakmış olan nefsi emrine alır. Ayrıca bütün duygulara da fermanını geçirir.

Bu işler böyle devam ederken iman sahibinin beslemek zorunda olduğu kimseler, muhtaç durumda olmazlarsa onlardan ayrılır. Böylece halkın şerrinden kurtulur. Hattâ onları Hakk’a itaat bile ettirir.


Bu iman sahibinin, maddî bakımdan kullarla arası açık olur. Bu sebeple tek başına Hakk’a kulluk yolunu tutmaya bakar. Bir kendi, bir de Rabb’i kalır. Bu da geçer, O’nunla olur. Sanır ki, halk hiç yaratılmamış. Tabiî bu duygu o iman sahibine göre olur. Zamanda öyle duygulara kapılır ki, iç âleminden Hak yalnız kendisini yarattı sanır ve yalnız kendisi var gibi hisseder. Kendisini ezelî varlığın akıntısına atar. Yapan Hak, kendisi ise bir âlet… Ortada bir matlup kalır, kendisi ise talip olur. Görünürde bir asıl vardır, kendisi de onun uzanmış bir kolu… Bu hâlde, O’nun gayrini anlamaz ve O’ndan başkasını görmez.

Hak Teâlâ iman sahibini halktan beri alır. Sonra dilerse gönderir. Onların arasında değilmiş gibi meydana atar. Aralarına girince iyiliklerini düşünür ve onlara yarayan ne ise onu yapar. Onları hidayete götürür. Zahmet verirlerse sabra devam eder. Çünkü Yaratan’ın rızasının bu yolda olduğunu bilir.

Velayet makamına tam sahip olan zâtlar, kalbi erin ve sır âleminin bekçileridir. Onlar Hak’la kaim olur, başkasını bilmezler. İşlerini başkaları için değil, Hak için yaparlar.


İlâhî, ben dilsizim, konuşturanım Sensin… Halka sözümden fayda ver; onların iyiliğini elimde bitir. Aksi hâlde beni yine lâl eyle…


Resim


Abdulkadir Geylani / İlahi Armağan


بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim


Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in bir hadîs-i şerifini şöyle anlatırlar: Bir gün Peygamber Efendimiz’in huzuruna biri geldi ve “Seni Allah için seviyorum.” dedi. Şu cevabı aldı: “O halde, fakri gömlek gibi giy. Belaya sarıl. Öbür âlemde beni bulmak, benimle olmak için yaptıklarımı yapmalısın. Sevginin baş şartı; uymaktır.”

Hz. Sıddîk, Peygamber (s.a.v) sevgisine sadık idi. Bütün malını Peygamber yoluna harcadı. Peygamber’in sıfatına büründü. Hak kapısında Peygamber’e eş oldu. Her şeyi dağıttığı zaman, kendisine sarınacak bir aba kalmıştı. Çocukları için, Allah ve Peygamberi’nden başka hiç bir şey ayırmadı. İçini ve dışını Peygamber’in hâline uydurmuştu.

Sana gelince, yalancısın. İyi insanların sevgisi para ile ölçülemez. Onların karşısına paranı, altınını çıkarmaktasın. Bu hâlinle onlara yakınlık iddia ediyorsun. Onlara yakın olmayı diliyorsun.

Aklını başına al. Bu sevgi yalandır. Seven sevdiğinden bir şey esirgemez. Sevilen her şeye tercih edilir. Fakr hâli Peygamber (s.a.v) Efendimiz’den ayrılmazdı. Bu sebeple şöyle buyurmuştu:
“Fakr hali, beni sevenlere, selden daha çabuk varır.” Hz. Âişe’nin şu sözü önemlidir: “Peygamber hayatta iken dünya bize gülmedi. Daima darlık ve sıkıntılı oldu. Peygamber’in öbür âleme göçünden sonra üzerimize çöktü.”

Peygamberimiz’in sevgisini kazanma şartı fakr hâlidir. Allah sevgisi için de bela şarttır. Bazı büyükler şöyle der: “Her velayet hâlini bela takip eder.”

Sebebi, boş yere Allah sevgisi iddia edilmeye. Öyle olmazsa, riyakâr ve münafıklar da Allah sevgisi iddia eder; belki de davalarını kazanabilirlerdi.

Boş davadan dön. Yalan işleri bırak. Kendi başına tehlikeler çıkarma. Şayet bir dava açmak istiyorsan, ispatlı, delilli olsun. Aksi hâlde ne bizden olursun, ne de davayı kazanabilirsin.

Altın işlerinden anladığını iddia ederek övünme. Sonra pişman olursun. Utandırırlar; bir şey sorarlar, bilemezsin.

Yılan ve yırtıcı hayvanlarla uğraşma. Onlar seni perişan eder. Eğer Havva isen yılana yanaş. Kuvvetine güveniyorsan, yırtıcı hayvanlarla dalaş.

Allah kulda doğruluk ister. O’na varmak isteyene marifet nuru gerektir. İrfan sahiplerinin kalbine marifet güneşi doğmuştur. O güneş gece ve gündüz sönmez. O güneşe sahip olanlar doğru olurlar.


***

Ey evlat! Münafıkları bırak. Allah’ın azabına kendini atmak isteyenlerden uzak ol. Aklını başına al. Zamane insanlarının çoğundan uzak dur. Onlar elbise giymiş kurtlara benzerler. İyi insanlar azdır.

Fakr aynasını al, hâline bir bak. O aynada sana ve diğerlerine ait ayıbı görme hassasını Allah’tan dile.

Sana her şeyi bildiriyorum. Halkı ve Hâlık’ı anlatıyorum. Şer, yaratılmışların yanındadır. Hayır, Allah katındadır. O’na göre şer yoktur.

Allah’ım, bizi yaratılmışların şerrinden koru. Dünya ve âhirette senin hayrını ver.


Âmin!


Hz. Abdulkadir Geylani / İlahi Armağan

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »



Ey evlat! Âhireti dünyada öne al, böyle yap, ikisini birden kazanırsın. Dünyayı âhiretten öne alacak olursan ikisini de kaybedersin. Ve bu, sana bir ceza olur. Emir almadan nasıl dünya ile uğraşırsın? Dünya ile kalbini meşgul etmezsen, Allah sana yardımcı olur. Başarı ihsanı sana gelir. Bir şey alacak olursan içinde bereket bulunur. İman sahibi, hem dünyası hem de âhireti için çalışır; dünyası ile yalnız sözle olur. İhtiyacı kadar bağlanır ve o kadar alır. Kanaat sahibidir. Bir yolcu ne kadar azık alabilirse, o da o kadar alır. Çok almaz, çünkü yolculuğa mâni olacağına inanır. Cahilin, bilgi yoksulu adamın bütün derdi dünyadır. Bilgi sahibinin, bütün cehdi öbür âlemdir; sonra Mevlâ! Ama bu, hepsinden üstün.

Önünde bulunan bir parça ekmek nasıl yeniyor ve nereden geliyor? Nefsin ona nasıl bakıyor? Onu almak için gayret sarf ediyor mu? Vermeyecek olsan seni yıkıyor mu? Bunlara dikkat et. Nefsini kırmaya güçlü olmalısın. Hak canibine onu böyle vardırman kabil olur.

Hak yolunda doğru olanlar birbirlerini tanırlar. Her biri ayrı ayrı yerlerde olsalar bile, doğruluklarını ve iyiliklerini anlatır ve anlaşırlar.


Ey Hak’tan ve O’nun doğru kullarından kaçan, yüzün halka dönük, Hakk’a şirk koşmaktasın. Bu hâlin ne zamana kadar devam edecek? Onların nasıl yararını bulacaksın? Onların elinden birşey gelmez; ne zarar, ne de yarar. Ne vermek, ne de almak. Onlarla sair kuru varlık arasında fark yoktur. Bir taşın karşısına geçip korku ve emniyet beklemek iman sahibine yakışmaz.

Şah birdir, güçlüğü bir olan verir, fayda yine O’ndan gelir, hareket ettiren ve durduran O’dur. Sana sataşacak biri varsa yine O’n dan gelir. Emrinde çalışana O gönderir; veren, alan yine O varlıktır. Yaratan ve doyuran Allah, Aziz’dir, Celil’dir. O ezelî ve ebedî bir varlıktır. Yaratılmışlardan önce O’nun varlığı vardı. Babanızdan ve ananızdan, güvendiğiniz zenginlerin varlığından önce O gelir. Yer ve semanın, ayrıca onların üstünde ve boşluğunda olan her şeyin yaratanı O’dur
. “O’na benzeyen yoktur, bizzat gören ve işiten O’dur.” (eş-Şûrâ, 42/11)

Ey Allah’ın kulları, Hakkınızı tam bilemiyorsunuz! Bu hâlinize, üzülüyorum. Kıyamet günü Hak katında imkânım olsaydı, bütün yükünüzü alırdım, ilk gelenden sonuncuya kadar bütün günahlarınızı yüklenirdim.

Ey okuyucu, yalnız beni (Hak benliğini) oku, yer ve gök ehlini bir yana at. Yalnız beni gör, böylece bilgini almış olursun. Bildiği ile amel edene Hak tarafından kapı açılır. Bu kapı kalp yönünden açılır; Hakk’a oradan varılır. Bu, bildiği ile iş tutanın hâlidir. Dedikodu ile gününü gün eden, bu hâlden mahrumdur. Sen böyle yaptıkça, bilgini dünya uğruna harcadıkça, eline bir şey girmez. Dıştan iyi görünse bile, içi bozuk olur. Allah, kullarından herhangi birine hayır dilerse bilgi verir; bu bilgiden sonra amel ve ihlâs nasip eder; iyilik verir, kendine yaklaştırır, irfan nasip eder, kalp bilgilerini öğretir, sırları çözdürür. Bunu yalnız o kula yapar. Bu hâlde başkasının iştiraki yoktur. Artık o kul sevilmiştir. Musa Peygamber gibi yalnız Hak varlığın malı olur. Hak Teâlâ, Musa Peygamber’e şöyle buyurdu:
“Seni zatım için seçtim.” (Tâhâ, 20/41)

Yani, benden başkası seni meşgul edemez. Şehvet duyguları, geçici tatlar ve zevkler seni benden alamaz. Yer ve gök benim katımda söz sahibi olamazlar. Cennet seni doyuramaz, ateş seni korkutamaz. Mülkün sende kıymeti yoktur, yokluk seni düşündüremez. Hiç bir bağ seni, benden çekemez. Benden başkası seni meşgul edemez. Her hangi bir şekil seni eğlendiremez ve bana perde olamaz. Hiç bir yaratığın bende hakkı yoktur. Tabiî istek ve şahsî duygular burada yer alamaz.


* * *

Ey evlat! Allah’ın rahmeti boldur; ümit kesme, herkese yeter. Sana da yeter. Yaptığın günah kirini yıka, tevbe suyu ile olsun, gözyaşı ile olsun. Din libası kirden böyle kurtulur. Tevbe üzerinde dur. İhlâsı bırakma. O güzelim din libasını kokula. Buhur saç, marifet ıtrını dök. Bulunduğun makam mühimdir. Her ne zaman Hak’tan ayrı duracak olsan, yırtıcılar seni kapmaya kalkar. Eziyetli işler seni yıkar, viraneye çevirir. Böyle bir şey olursa hemen Hakk’a dön. Kalbini O’nun canibine yönelt. Tabiî heva ve şehvet hırsı ile yiyip içme.

Her yediğin ve içtiğin şeye iki şahit bul; biri Kitap, öbürü de Sünnet olsun. Her hâlinde, Allah’ın emri ve Peygamber’in âdeti önderin olsun. Bunların sonunda iki şahit daha var; onlar da, kalbin ve Hak fiilleri. Bunları da iste; ara ve bul. Bir iş yapacağında, Kitap ve Sünnet izin verirse yap, kalbine de sor. Ondan izin müspet olunca Hak fiilinin tecellisini ara. Bunlarla yapacağın işi iyi bilirsin. Aksi hâlde, yaptığını ve yapacağını şaşırırsın. Gece odun toplayan gibi olmayı isteme. Elini attığın zaman, ne alacağını bil. Baş vurduğun nesneyi de bil. Hakk’a mı koşuyorsun, yoksa halka mı? Hak olarak gidersin; mahlûkla karşılaşırsın. Önce tahkikini yap, sonra koş.


Bu saydıklarımız, sadece temenni ile gelmez. Yapmacık hareketler ve zor bunu bozar. Bu bir hâldir. Sahibi tarafından kalbe konur; kalbin sahibi Allah’tır. Amelle belli olur. Kalpte olan dışa vurur.

Kalpte bir şey varsa dışta iyi iş görünür. Allah için yapılmayan iş kalbin boş olduğunu gösterir. Her işin Allah rızası için olduğu bilin meli.



Hz. Abdulkadir Geylani / İlahi Armağan


بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim


Ey evlat! Afiyet, afiyeti aramamaktır. Afiyeti arayan, afiyeti bulmamıştır. Zengin, zenginliği aramaz. Zenginliği fakirler arar. Şifa aramak hastalar içindir. Şifa, şifayı aramamaktadır. Bütün şifa, Hakk’a teslim olmaktadır. Sebepleri bir yana at. Kalbini temizle. Putlar varsa çıkar. Her derdin dermanı vardır. Onu bulmak icap eder. Şifaların en büyüğü, Allah’ın tevhididir. O’nu birlemek iman sahibinin vazifesidir. Tevhid, yalnız dille olmaz, kalple de olmalı… Tevhid ve zühd dille ve dış varlıkla olmaz.

Tevhid kalptedir. Zühd kalptedir. Takva kalptedir. Marifet kalptedir. Hakk’ı bilmek, kalptedir. Allah sevgisi kalptedir. Hak yakınlığı, kalptedir.

Akıllı ol. Yapmacıkları bırak. Hevese kapılma. Bir iş yapmak için, cali hareketleri terk et. Bulunduğun hâl, yapmacık ve hevesten ibarettir. Riyakârlık da var. Nifak hâli de mevcut. Bütün gücünün hedefi halkın sana tapması oluyor, onların yararını bekliyorsun. Şunu bil ki, halka bir adım atsan Hak’tan uzak kalırsın. Sen Hakk’ı aradığını söylüyorsun; hâlbuki halkı arıyorsun.
“Ben Mekke’ye gidiyorum” deyip Horasan yolunu tutana benziyorsun.

Tabiî, Horasan’a yakın oldukça Mekke’den uzak kalırsın. İç âleminin temiz olduğunu söylüyorsun; fakat onlardan hem korkuyor, hem de bir şeyler bekliyorsun. Dıştan her kötü şeyi bırakmış gibisin, içten ise ona karışma yollarını arıyorsun; için halk sevgisi ile dolu, dıştan Hakk’ı sevdiğini anlatıyorsun. Bu hâller, dil gürültüsü ile olmaz.

Bu, bir hâl âlemidir. Orada halkın sözü geçmez. Dünyanın lâfı olmaz. Âhiret işleri orada görüşülmez. Allah’tan gayrisi orada bulunmaz. Cümlesi o Bir Olan’ındır. Bir Olan birlik ister. O, şerik kabul etmez. O, bütün işlerini çevirir. Sana düşen, işittiğin bu sözleri tutmaktır. Halk, aslında elinden bir iş gelmeyen zavallılar grubudur; sana ne yardım edebilirler, ne de başkasına yardımları dokunabilir. Ancak Hak onların eliyle işlerini yürütür. Hakk’ın fiil tecellisi, sana ve onlara birlikte olur. Kader hükmünü vermiştir. Lehinde ve aley hinde olacak şeyler olur.

Salih olan o muvahhid kullar, diğer kullara örnektir. Onların her birinin hâli başkadır. Onların bir kısmı dışından dünyayı bırakır. Bir kısmı içinden bırakır. Bu hâlleri, onlara zarar doğurmaz. Her biri kendi hâline göre iş eder. Hak Teâlâ’nın kudsî varlığından başkasını göremezler. Bunların kalbi saf ve temizdir. Bu âleme kavuşan, dünya mülkünü kazanmış olur. Kahraman odur. Bahadır odur.

Kalbini Hakk’ın gayrinden temizleyen ve Tevhid kılıcı ile onun kapısına varan, İslâm dininin emirlerini yerine getirmeye gayret et melidir. Ayrıca kalbini mahlûk şeylerden uzak tutması gerekir. Bunlar olduğu takdirde kalplerin sahibi ile kalbi bir olur.

İslâm dininin dış emirleri insanın dışını süsler. İçe hitap eden gerekleri ise, ruhu nurlandırır; tevhid ve marifet iç âlemi temiz eden gereklerden sayılır.

Karşımda duran!
“Dediler” ve “diyoruz” şeklindeki sözlerini açıkla, ne demek istiyorsun? Bu sözün ne getirebilir? Bir şeyin haram olduğunu söylüyorsun. Ama, durmadan yapmaktasın. Bir şeyin helâl olduğunu söylerken yapmıyorsun.

Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyururlar:
“Cahile bir defa yazıklar olsun, âlime yedi defa…” Cahile bir defa. Sebebi, bilgisiz kalışı. Âlime yedi defa. Sebebi, o bildiği ile iş tutmayışı. İlmin bereketi ondan uzaktır, yalnız vebalini yüklenmiştir.

Öğren, sonra amel et. Sonra halkı bir yana at, Hak’la ol. Hak sevgisini kalbine yerleştir. Hak’la olma arzusu ve O’nun sevgisi sen de ciddî bir hâl alınca, Mevlâ seni kendine yaklaştırır. Kendi öz varlığına iletir, orada yok eder. Sonra O dilerse seni halka teşhir eder, arzu buyurursa halk arasına katar. Dünyalık nasiplerini bol bol almak için her varlığı sana iletir. Rüzgârları sana emirle gelir. O’nun bilgisi seni kuşatmıştır. İşlerine halk da muttali olur. Bunlar kendi varlığını bıraktığın anda gelir. O’nunla halka karışırsın, seninle değil. Nefsin şomluğu ölür. Tabiat zararlı hâlini yitirir. Her şey sana bol gelir. Nefis, hevâ ve tabiat onlardan kısmet alamaz. Kalbin daima Hak’la olur.



Hz. Abdulkadir Geylani / İlahi Armağan

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »

meryemnur yazdı:Resim


Kapıların yüzüne kapanmasına darılma. Hak Teala, sana yakınlık kapısını açmak için bunu yapar. O'nun kapısında devamlı kalman için maddi yönleri örter. Sevenler, O'nun kapısını daima açık olarak bulurlar. Yabancılar, oradan içeri giremez. Bir ana evladı için hazırladığı şevkat kucağını başkasına açarmı? Bu da ona benzer...
Hak Teala, sevdikleri için hazırladığını başkalarına vermez. Yavrusuna tutkun ana, komşulara tembih eder. Yavrusunu içeri almamalarını ister. Çünkü kendisine dönmesini arzular. O yavru, bu halde evden kaçsa cümle kapıları kapalı bulur. Ağlar, sızlar, yine anasına dönmek zorunda kalır.

Hak Teala bazan kulunu dara atar. Bundan maksadı, kulun kalbi, yaratılmışlara bağlanmasın ve zatına dönsün...



Hz. Abdulkadir Geylani

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim


Ey cemaat! Allah yolunda olun. Sâlihler böyle yaptı da erdi. Siz Allah yolunda olursanız, O da size yardımcı olur. Sâlih kişiler, hak yolda böylece erdiler; bir an bile ilâhi yardım onlardan kesilmedi.

Hak katından çıkacak kararların lehinize olmasını arzu ediyorsanız, O’nun itaatine koşun. O’nun yolunda sabırla devam edin. Yaptığı işlere boyun eğin. Hakk’ın hükmü ne olursa olsun, razı olun. Gerek size, gerekse başkasına bu yolda her ne ki geldi, uhdenize düşen razı olmaktır, teslim olmaktır.

Allah yolcuları dünyayı bir yana attılar. Kısmetlerini alırken takva eli ile aldılar. Bu arada verâ -şüphelileri bırakma- hâlini de bir yana atmadılar. Bu hâli benliklerine sindirdikten sonra öbür âlemi istediler. Bu işleri bitince, âhiret yolculuğuna hazırlık yapmaya koyuldular. Nefislerine karşı isyan bayrağını çektiler. Yaratanları önünde boynu bükük ve itaat ehli oldular. Onların vazifesi, önce nefislerini yola getirmek, sonra başkalarını. Önce özlerine öğüt verdiler; sonra da başkalarına.

Ey evlat! Önce nefsine öğüt ver. Onu yola getir; sonra da başkalarını. Sana nefsin özelliklerini bulmak başlıca vazifedir. Bunu yapmadan başkasına gitme. Senin, henüz ıslaha muhtaç hâllerin vardır. Bunu sen de biliyorsun. Yazıktır; bunu bildiğin hâlde, gayrın ıslahı sana nice nasip olur? Gözlerin bir adım öteyi görmüyor. Körleri neyinle yola getirmek sevdasındasın? İnsanları, ancak ileri görüşlü ve basiret sahibi olanlar yola getirebilir. Daimî dalgalarla kabaran denizden ancak Mahmûd (s.a.v) -Peygamberimiz- kurtarabilir. Ve onun hakiki vârisleri… İnsanları Allah’a, Allah’ın irfan ve tam îman nasip ettiği kimseler götürebilir. Ama onun hakikî ilminden ve irfanından nasibi olmayanlar, öncü olamazlar.

Hak tasarrufundan sana laf açmak düşmez. Sana gereken; O’nu sevmek ve O’ndan gayrı kimseden korkmamak. Ve bütün işleri O’nun uğruna görmek… Bunlar kalple olur. Dil gürültüsüne getirip söze boğmakla olmaz. Sonra mihenk taşına vurulunca utanırsın. Herkesin için de iddia etmek yakışmaz. Kuru davaya kimse inanmaz. Halk arasında söylediğin sözleri, yalnız kaldığın zaman da söylüyor musun? Aynı duyguları tek başına kaldığın zaman da duyman kabil oluyor mu? İşte, en önemli iş, bu oluyorsa mesele yok! Kapı önünde tevhid, içeri girince de şirk! Yakışır mı? Bu, nifak alametidir. İçi bozuk olmanın ta kendisidir.

Acırım sana. Sözün ittikâ -kötülükten sakınma- dan açılıyor, kalbin ise fitne çıkarmaya meyyal. Şükrü dilinden bıraktığın yok; ama kalbin daima itiraz hâlinde. Allah Teâlâ bir kudsî hadiste şöyle bu yurur:

“Ey insanoğlu, iyiliğim sana daima inmekte; ama senin de kötülüklerin bana gelmekte… Bu nasıl oluyor?”


Hz. Abdulkadir Geylani / İlahi Armağan

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »




Bir kimse, Allah’ı seveni görürse, kalbi ilâhî tecelliye kavuşur. İstidadı varsa, sır âlemi ile Hakk’a vasıl olur.

Rabb’imizin varlığı görülür. Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyururlar:
“Rabb’inizi güneş ve ayı görür gibi göreceksiniz. O’nu görmek bir karşılığa bağlı değildir.”

O’nu sevenler bugün kalpleri ile görürler. Yarın baş gözleri ile… O’na benzeyen yoktur. Gören O’dur, işiten O’dur.

O’nun sevgili kulları, yalnız O’nun rızasını gözetirler. Başkası onlar için önem taşımaz. Yardımı yalnız O’ndan beklerler. Başkalarına karşı kusurlu olurlar.

Dünyanın çaresizlik acısı onlar için bir tad olur. Dünyalıkları bolda olsa azla yetinirler; fazlasını dağıtırlar. Yeter ki, Yaratan razı olsun. Ötesi onlara hiç gelir. Nimetleri ve her şeyi O’nunla almak onlar için âdet olur.

Hak’la olmak onlar için en büyük zenginliktir. Hak onlara hastalık verirse nimet sayarlar. Yalnız bırakırsa ülfet bilirler. Halktan uzak olurlarsa Hakk’a yakınlık sayarlar. Allah yolunda yorulmak onların rahat hâlidir.


Size mübarek olsun, ey nefislerini ve boş heveslerini bırakanlar. Hak’tan razı olup, O’nda yok olanlar!

Resim

Ey cemaat! Bilgisi ve aklı sizden fazla olana akıl satmayınız; bilgiçlik taslamayınız. Hak Teâlâ şöyle buyurdu: “Allah bilir; siz bilemezsiniz.” (el-Bakara, 2/216)

Hak Teâlâ’nın emirlerine uyunuz. Sizin için ve başkaları için yaptığı şeye razı olunuz. Size birşey olursa sonunu bekleyiniz. Başkalarına da olunca dilinizi tutunuz. Olan işler O’nundur; sizi ilgilendirmez. Yardım etmeniz kabilse ediniz.

İlâhî bilgiye ermek arzusunda iseniz, akıl ve bilgi yönünden iflâs ayağı ile Hakk’ın önünde durunuz.

Düşününüz; fakat bir şey seçmeyiniz. Hayrete dalınız, ilâhî bilgi gelir.


Önce hayrete dalmak, sonra bilgi edinmek, daha sonra bilenlere ermek. Sonra kasd; kasdın sonu maksada ermekle biter. İrade sahibi olunca murada varılır.

İşitiniz ve amel ediniz. İpliğinizi lifler hâlinde açığa çıkarıyorum. Çürük iplerinizi açıyor; kopma ihtimali olanları yeniden bağlıyorum. Sizin derdinizden başka derdim yoktur. Yalnız sizin üzüntünüzü gidermek istiyorum. Ben bir kuşa benzerim. Uçtuğum yere giderim. Yitirdiğimi hemen bulurum. Arzu sizindir; ey atılan taşlar; ey kan yükü tembeller ve nefsin bağladığı kişiler; ey aklını her şeye yoranlar, hâlinizi siz düşününüz.


Allah’ım, rahmetini bana da ver, onlara da…



Hz. Abdulkadir Geylani / İlahi Armağan

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim


Erenlerin kalbi saftır, temizdir. Halkı gönüllerine almazlar. Yalnız Mevlâ’yı anarlar. Allah hem Azîz, hem Celîl’dir. Dünya akıllarına girmez. Gözleri öbür âleme dönük olur. Sizin malınız onlar için önem taşımaz. Hak katında olanlar, onlar için kıymet taşır. Siz onları ne bilebilir, ne de görebilirsiniz. Onların işine aklınız ermez; çünkü dünya ilesiniz. Dünya ile uğraşan, ukbâyı göremez ve bilemez, âhireti unutur. Siz, Rabb’inizden utanmayı bir yana attınız. O’ndan yüz çevirdiniz. Bu hâlinizden dönün ve sizi yola getirecek kimseyi arayın.

* * *

İmanlı kardeşin sana öğüt verirse tut. Ona muhâlif olma, karşı durma. Kabul et. Sen hatanı göremezsin; ama o görür. Büyük Peygamber (s.a.v) bir kelâmında şöyle buyurur:

“Mü’min, mü’minin aynasıdır.”

İman sahibi yaptığı nasihati doğru yapar. Kardeşine gizli kalmış hataları anlatır. Göremediklerini gösterir. İyi nedir, kötü nedir beyan eder, öğretir. Yarar işle yaramazı tarif eder.

Halka nasihat etmeyi kalbime getiren Sübhân’dır. Bu vazifeyi bana en büyük gaye kılan Mevlâm, yücedir.


* * *

Ey cemaat! Böbürlenmeyi bırakınız. Allah’a karşı büyüklük satmak neden? Kullara da kibirli davranmayın. Haddinizi bilin. Varlığınıza tevazuu yerleştirin. Evvelâ hâlinizi düşünün. Bir suydunuz. Sonrası nedir, biliyorsunuz. Bir hendeğe yuvarlanacak ağırlık. Hâli böyle olana büyüklük satmak yaraşır mı?

Hırsa kapılmayın. Kötü arzular sizi sürüklemesin. Dünyalık adamların kapısına koşmayın. Ezilip büzülüp onlardan dünyalık koparmak size gerekmez. Ne çıkar bu hâlden, sabırla doğru yoldan nasibi arasan daha iyi olmaz mı? Ya bir de yaptığın dilenciliğin sonu boşa çıkarsa! Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in buyurduğu gibi:


“En büyük belâ, nasipte olmayanı aramaktır.”

Yazık sana, kaderin aslını ve mukadder olanı bilemiyorsun. Nasibinde olmayanı kullar veremez. Dünya oğullarının bunu yapmaya güçleri yetmez. Yeter sanıyorsan yanılıyorsun. Seni şeytan aldatıyor. O, senin başına oturmuş, sana ferman okuyor. Gösterdiği yola gidiyorsun. Allah’ın kulu böyle olmaz. Sen bu hâlde şeytanın ve nefsin kulu, kölesisin. Altınına, gümüşüne tapıyorsun.

Çalış. Kurtulmuşlara bak. Kendini onlara benzet. Onları görmezsen, kurtulamazsın. Geçmişteki büyükler de böyle demişler. Bir kimse iyiyi görmüyorsa, o iyi olamaz. Sen de görüyorsun. Ama yalnız baş gözünle… Kalbini O’na vermiyorsun; kalp gözünü O’nun yoluna dikmiyorsun. Sır gözünü aç, iman gözünü kapama. İmanın sende emanet gibi duruyor. Basiret sahibi olmayan iman, iman değildir. Öyle bir göze sahip ol ki, onunla her varlığı görebilesin. Dış gözün görmesi bir şey değildir. Görmeyişi de önem taşımaz. Asıl felâket kalp gözünün kör olmasıdır. Allah Teâlâ bir âyet-i kerimede şöyle buyurdu:


“Baş gözleri kör olmamıştı, lâkin sinelerindeki can gözleri görmüyordu.” (el-Hacc, 22/46)

Dünyalık peşine koşmak yaramaz. Hırsla dünyaya sarılan dinini tin –incir- ile değiştirene benzer. Sonsuz ve ebedî şeyi, geçici dünya menfaatine değiştirende akıl yoktur. Dünyalık insanı nereye kadar götürebilir? İsterse en kıymetli şey olsun, kabir kapısından öteye geçemez. Hakiki âleme yolculuk başladığı zaman elinde hiçbiri kalmaz, ne o kalır, ne de bu…

İmanın kemale ermediği için darlığa pek dayanamazsın. Geçimini temine çalış. İnsanlara muhtaç olmayacak kadar dünyalığa er; sonra dinini harcarsın. Onlara yüz suyu dökmek sana yakışmaz. İmanın kemale erince sana tevekkül gerek. Allah’a güven. Yine çalış; fakat Allah’a çalışmandan fazla güven. Sebeplerin arasından ayrıl. Mevlâ’ya güvenle bağlı bir kul kesil. Kalbinden manevî yolculuğa başla. Bu yolculuk Mevlâ’ya olmalı. Bunları yapmaya niyet tutarsan derunundan ülkeler, dükkânlar, tezgâhlar çıkar, gider. Yolculuğun ilk adımı atılmadan iş biter. Malın bollaşır. Saymakla bitiremezsin; ama esas sahibini bildiğin için hiç birine sahip çıkamazsın. Yavruların malına sahip olur. Arkadaşların sana bakar. Senin yapacak kişin kalmaz. Sadece ömrün bitmesini beklersin. Sanki ruhunu ölüm meleği almıştır. Ve kabir yutmuştur. Ve yer yarılmış içine girmişsin. Ve kader dalgaları bilgi ve marifet denizinde seni çevirmektedir.

İşte, bu makama erene sebepler yol gösteremezler; her şey ona zararsız hâle gelir. Çünkü sebepler onun yalnız dış yüzüne gelebilir. İç âlemine giremez. Sebepler, bunu değil, Hak’tan gayri kalanları ezer.


* * *

Ey cemaat! Her hâlde anlattıklarımı yapmaya yanaşmak niyetinde değilsiniz. Kalbinizdeki kötülükleri atmaya pek hevesli görünmüyorsunuz. Biliyorum, söylediklerimin hepsini yapabilmek, her kişinin kârı değil, az kişinin kârıdır. O da binde bir olur. Hani, azını da bırakmayın. Ne kadar yapsanız, o size kalır. Bunu anlatan bir hadîs-i şerifi arz edeceğim. Her ne kadar dış mânası ile mevzuumuzun dışında ise de manen sözümüzü teyit eder:

“Dünya dertlerinden gücünüzün yettiği kadar uzak olunuz.” Biz de, gücünüz yettiği kadar yapmaya çalışın diyoruz. Yâni; bu emri yerine getirmeye, kaderinizde varsa dahasını yapabilirsiniz.



Hz. Abdulkadir Geylani / İlahi Armağan

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
habibi
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1059
Kayıt: 26 Eki 2008, 02:00

Mesaj gönderen habibi »



Ya şevk içinde harab ol, ya aşk içinde gönül!

Ya
lale açmalıdır göğsümüzde yahud gül..




MUHAMMEDİ muhabbetle ... zevkle takipteyiz GÜL yürek!...
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/cicekler/hbbi.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »



ALLAH razı olsun, yüreğiyle Muhammedi kokukulu GÜLler dağıtan CANım,
Geylâni ŞAHımızın himmetlerine nail olmak ve okuduklarımızı gerçek işitenler ve yaşanlardan olmak duası ile..



Resim


Ey evlat! Afiyet, afiyeti aramamaktır. Afiyeti arayan, afiyeti bulmamıştır. Zengin, zenginliği aramaz. Zenginliği fakirler arar. Şifa aramak hastalar içindir. Şifa, şifayı aramamaktadır. Bütün şifa, Hakk’a teslim olmaktadır. Sebepleri bir yana at. Kalbini temizle. Putlar varsa çıkar. Her derdin dermanı vardır. Onu bulmak icap eder. Şifaların en büyüğü, Allah’ın tevhididir. O’nu birlemek iman sahibinin vazifesidir. Tevhid, yalnız dille olmaz, kalple de olmalı… Tevhid ve zühd dille ve dış varlıkla olmaz.

Tevhid kalptedir. Zühd kalptedir. Takva kalptedir. Marifet kalptedir. Hakk’ı bilmek, kalptedir. Allah sevgisi kalptedir. Hak yakınlığı, kalptedir.

Akıllı ol. Yapmacıkları bırak. Hevese kapılma. Bir iş yapmak için, cali hareketleri terk et. Bulunduğun hâl, yapmacık ve hevesten ibarettir. Bütün gücünün hedefi halkın sana tapması oluyor, onların yararını bekliyorsun. Şunu bil ki, halka bir adım atsan Hak’tan uzak kalırsın. Sen Hakk’ı aradığını söylüyorsun; hâlbuki halkı arıyorsun.
“Ben Mekke’ye gidiyorum” deyip Horasan yolunu tutana benziyorsun.

Tabiî, Horasan’a yakın oldukça Mekke’den uzak kalırsın. İç âleminin temiz olduğunu söylüyorsun; fakat onlardan hem korkuyor, hem de bir şeyler bekliyorsun. Dıştan her kötü şeyi bırakmış gibisin, içten ise ona karışma yollarını arıyorsun; için halk sevgisi ile dolu, dıştan Hakk’ı sevdiğini anlatıyorsun. Bu hâller, dil gürültüsü ile olmaz.


Bu, bir hâl âlemidir. Orada halkın sözü geçmez. Dünyanın lâfı olmaz. Âhiret işleri orada görüşülmez. Allah’tan gayrisi orada bulunmaz. Cümlesi o Bir Olan’ındır. Bir Olan birlik ister. O, şerik kabul etmez. O, bütün işlerini çevirir. Sana düşen, işittiğin bu sözleri tutmaktır. Halk, aslında elinden bir iş gelmeyen zavallılar grubudur; sana ne yardım edebilirler, ne de başkasına yardımları dokunabilir. Ancak Hak onların eliyle işlerini yürütür. Hakk’ın fiil tecellisi, sana ve onlara birlikte olur. Kader hükmünü vermiştir. Lehinde ve aleyhinde olacak şeyler olur.

Salih olan o muvahhid kullar, diğer kullara örnektir. Onların her birinin hâli başkadır. Onların bir kısmı dışından dünyayı bırakır. Bir kısmı içinden bırakır. Bu hâlleri, onlara zarar doğurmaz. Her biri kendi hâline göre iş eder. Hak Teâlâ’nın kudsî varlığından başkasını göremezler. Bunların kalbi saf ve temizdir. Bu âleme kavuşan, dünya mülkünü kazanmış olur. Kahraman odur. Bahadır odur.


Kalbini Hakk’ın gayrinden temizleyen ve Tevhid kılıcı ile onun kapısına varan, İslâm dininin emirlerini yerine getirmeye gayret etmelidir. Ayrıca kalbini mahlûk şeylerden uzak tutması gerekir. Bunlar olduğu takdirde kalplerin sahibi ile kalbi bir olur.

İslâm dininin dış emirleri insanın dışını süsler. İçe hitap eden gerekleri ise, ruhu nurlandırır; tevhid ve marifet iç âlemi temiz eden gereklerden sayılır.

Karşımda duran!
“Dediler” ve “diyoruz” şeklindeki sözlerini açıkla, ne demek istiyorsun? Bu sözün ne getirebilir? Bir şeyin haram olduğunu söylüyorsun. Ama, durmadan yapmaktasın. Bir şeyin helâl olduğunu söylerken yapmıyorsun.

Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyururlar:
“Cahile bir defa yazıklar olsun, âlime yedi defa…” Cahile bir defa. Sebebi, bilgisiz kalışı. Âlime yedi defa. Sebebi, o bildiği ile iş tutmayışı. İlmin bereketi ondan uzaktır, yalnız vebalini yüklenmiştir.

Öğren, sonra amel et. Sonra
halkı bir yana at, Hak’la ol. Hak sevgisini kalbine yerleştir. Hak’la olma arzusu ve O’nun sevgisi sende ciddî bir hâl alınca, Mevlâ seni kendine yaklaştırır. Kendi öz varlığına iletir, orada yok eder. Sonra O dilerse seni halka teşhir eder, arzu buyurursa halk arasına katar. Dünyalık nasiplerini bol bol almak için her varlığı sana iletir. Rüzgârları sana emirle gelir. O’nun bilgisi seni kuşatmıştır. İşlerine halk da muttali olur. Bunlar kendi varlığını bıraktığın anda gelir. O’nunla halka karışırsın, seninle değil. Nefsin şomluğu ölür. Tabiat zararlı hâlini yitirir. Her şey sana bol gelir. Nefis, hevâ ve tabiat onlardan kısmet alamaz. Kalbin daima Hak’la olur.


Hz. Abdulkadir Geylani / İlahi Armağan

En son meryemnur tarafından 19 Oca 2010, 16:09 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim


Ey evlat! İki adımdır, onları at, muhakkak erersin… Birinci adımı, dünyadan at; öbürü âhiret olur. Bir adım nefsinden, bir adım yaratılmışlardan… Ötesi malûm. Şu dışı bırak; hemen iç âleme geçersin. Bu işin bir başlayışı, bir de bitişi vardır. Sende başlar, tamamı Allah Teâlâ’dan biter. İpini, seleni bir yere at; amel kapısına otur. Bir talep sahibi olursan yapılan işten daha yakın olursun.

Yatağında oturma, yorganın altından çık ve kilitli kapılarını aç. Sonra amel etmeyi iste ve çalışma yolunu ara. Kalbini zikre yaklaştır. Ona en çok dirilme gününü hatırlat. İnsana bir ibret levhası olan kabirleri düşün. Düşün: Hak Teâlâ bu kulları o gün nasıl bir araya toplayacak ve kudreti önünde durduracak? Bu düşüncelere devam edersen kalbinin karartısı gider, kederli hâli temizlenir. Bina, sağlam temel üzerine kurulursa sabit olur ve yerleşir. Herhangi bir bina sağlam temel üzerinde değilse onun yıkılması mukadderdir.


Hâlini zahir hükümlere göre yaparsan kulların hiç biri onu yıkmaya güçlü olmaz. Şayet zahir hükme bağlı değilsen, yani dinî emirlerin dış hükmünü yerine getirmez isen hiçbir hâlin sebat bulmaz ve hiçbir makama sahip olamazsın. Doğruların kalbi, sana dargın bakar ve seni görmeyi istemezler.

Yazık sana ey cahil, sana göre din oyuncak. Karışık bir şey… Hayır, anladığın gibi değil. Kafanda keramet yok.


Ey karıştırıcı ve korkutucu adam, kendini söze haklı gördün. Hâlbuki sende öyle bir ehliyet yok. Bu ehliyet, insanlar arasında sayılacak kadar tek olanlara verilir. Bu hak ayrıca iyiler arasında bazı fertlere tanınır. Onlar ehliyet sahibi olmadan konuşmazlar. Aksi hâlde âdetleri susmak olur. Onlar şifreli konuşur. Söze pek önem vermezler. Onlar arasında söylemek emrini alan nadirdir. Emir alınca konuşur, konuşmaya başlarlar, ama ne hâllerle… Artık o konuşma sonunda haber olarak verilen şeyler, açık bilinir. İşlerin, sırrına ve kalbine izafesi zevahiri kurtarmak için olduğu anlaşılır. İşte bun dandır ki, Hazret-i Ali (r.a) şöyle buyurdu: “Perde açılsaydı, yakinim artmazdı .” Yine buyurur: “Görmediğim Allah’a kulluk etmem.” Yine söyler: “Rabb’im, kalbimi gösterdi.”

***

İrfan sahibi öyle kimselerdir ki, her an mesafe alır; bir an öncesini geçer. Onun, her dem Yaratan’a karşı korkulu saygısı artar. O’nun varlığı önünde boynunu eğer. O daima kendini gözetenden çekinir; başkasından korkmaz. Onun saygılı korkmasındaki artma, yakınlık duygusunun artmasından ileri gelir. Fazla susması, onun müşahede hâlinin fazla olmasındandır. Hak Teâlâ’nın kudsî sıfatları, arif olan kimsenin nefsini, tabiatını, şahsî istek ve âdetlerini, hattâ mevhum olan varlığını dahi yokluğa batırır ve artık konuşamaz hâle getirir. Kalp hâli ve makam dili ise konuşur, ama kendisi yoktur. Nimetlerin inzalini anlatır. Elinde mevcut nimetleri kendine mal etmeden, Hakk’ın nimetlerini belirtir. Onlar, hazır nimetten fayda almak için sessiz oturur, kalplerinden akıp gelen şarabı içerler.

Bir kimse, irfan sahipleri ile oturmaya fazla rağbet ederse nefsini anlar. Yaratan’ına karşı boynu eğik olur. Bu yüzdendir ki, derler: “Nefsini bilenin Rabb’ine karşı boynu eğik olur.”

Yine bundandır ki, nefsini bilen, anlayan, Rabb’ini bilir.

Nefsinin ne olduğunu anlayan zât, Allah Teâlâ’ya ve O’nun ya rattığı kullara karşı gönlünü engin kılar. O nefis, kulla Yaratan arasında bir hicap sayılır. Onu iyi anlayan çekinir ve Yaratan’ının şükrü ile uğraşır. Şükrünü devam ettirdikçe Hak Teâlâ, nefsi hakkında o kula yeni bilgiler ihsan eder. Ve o insan bilir ki, Yaratan, ancak dünya ve âhiret için hayrı emreder ve onu öğretir. Bundan sonra, o iman sahibinin dış âlemi şükürle meşgul olur; iç âlemi ise hamde devam eder. Dış hâli her ne kadar dağınık olsa da iç âlemi topludur. Bulunduğu iç hâli örtmek kastı ile dıştan hüzünlü görünür, ama iç âle minde sevinçlidir. İman sahibi için durum böyle olsa da, irfan sahibi için böyle olmaz; onun içi hüzünle doludur. Sevincini dıştan göstermek ister. Çünkü o şiddetli bir arzuya sahiptir; kapıyı bekler. Hâl böyle iken neler geleceğini bilemez, üzülür. Ve düşünür ki:
“Yaptığı ret mi olur, yoksa makbul mü? Acaba kapı açılacak mı, yoksa yüzüne mi vurulacak?”

Nefsini anlayan iman sahibinin hâli, irfan sahibine benzemez. İman sahibi bir hâle sahiptir, o hâlle avunur. Hâlbuki hâl daima değişir. O, bunu pek anlayamaz.

İrfan sahibi makam ehlidir; makam ise sabit olur. İman sahibi, hâlinin değişmesinden korkar, imanı zevale erecek diye üzülür. Bu sebeple kalbinin hüzne boğulduğu olur. Bu arada dıştan güler yüz gösterdiği de olur. O, korku anında içinde saklı hüznü göstermemek için güler, konuşur. Yüzü güler, ama kalbi korku ile kesilir gibi olur. İrfan sahibi, bazen halka sert ve hüzünlü yüzle çıkar. Sebebi onlara emir ve yasakları bildirmek içindir. Halka emri ve yasağı bil­dirirken bir Peygamber vekili olarak konuşur.

Allah yolunda olan büyük zâtlar, işittikleri iyi şeyleri yaparlar. Yaptıkları iş onları Hakk’a yaklaştırır.




Hz.Abdulkadir Geylani / İlahi Armağan


بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »




İsyan hastalığına çare, itaattir. Zulmü, adalet yıkar. Hata bir hastalıktır, ilacı ise doğruluktur. Hak Teâlâ’ya isyan bir suçtur. Bundan kurtuluş çaresi ise günah sarhoşluğundan tevbedir. Ama asıl ilaçların tümü, halkı kalpten atmaktadır. Bunu yapabildiğin an, işlerin tamam olur. Hakk’a vasıl olursun. Semalara yükselirsin. Ruhun yücelerin sesini duyar. Kalıbın, yeryüzündeki evinde yaşar. Kalbin, Hak’la olur. O’nun bilgi denizinde yaşarsın. İlim bakımından Hakk’a vasıl olursun, amel itibariyle de kullara karışık durursun. Ne tamamen Hakk’ın malı olur, ne de halka yönelebilirsin. Öbür âleme geçinceye dek böyle gider. Kimse sana fert olarak sahip çıkamaz. İç âlemin Mevlâ ile olur. Dış âlemin halk arasında kalır.


Nefsini, tek başına yola salma. Ona varlığını yükle, ağırlığını duyur. Aksi hâlde sana yüklenir ve varlığını duyurur. Nefsi yere sermeye bak. Seni bir yere vurursa zor kalkabilirsin. Sana itaat etmeli, etmiyorsa aç bırak, az su ver. Açlık ve susuzluk kamçısını ona vur. Onu perişan etmeye bak. Her şeyini soy, çıplak kalsın. Hiç kimsenin bulunmadığı bir yere koy, akıllansın. Bunlar ona birer acı darbe sayılır. Yola geldiğine inanıncaya kadar böyle yap. Her hâlde bu kamçılar onun üzerinde olsun. Nefsini Allah’a itaat ettirmelisin. İtaate başladıktan sonra onu yine boş bırakma! Ara sıra yine yaptığı eski hataları hatırlat, pişmanlık duygularını tahrik et. O Allah yoluna devam ettiği müddetçe uy, pek kırma. Çünkü nefsin de dünyada alacakları vardır, onları ver. Vermeyecek olursan, ibadet için kuvvet bulamazsın.


Bütün bu anlatılanlar Allah’ın muradına ermek için yapılmalı. O’nun uyarlığını kazandırmak için nefis ezilmeli. Aç koymakla iş olmaz, bu usul her zaman faydalı değildir. Buna başka şeyler de eklenmeli, eklenecek usuller, şahsa göre değişiktir.


İçin dışın bir olmalı. Her şeye uyar ol. İsyan bayrağını yırt. Muhalefet sıfatını bırak. Sükût yoluna gir. Küfrü bırak. Daima Hakk’ı an. Hayır düşün. Şer yollarını bırak, hata görme. Kalbinde Hak’tan başka biri olsa, yıllarca Hak kulluğuna koyulsan faydasızdır. Bin yıl ateş üstünde Hakk’a ibâdet etsen, kalbinle de başkasını görsen ve başkasından bir şeyler beklesen hayır yoktur. Saadet, Allah sevgisi ile başlar. Kula gönül kapıldığı an, her şey bitmiş olur.


Hak’tan başka her şeyi yok bil. Dış hâlinle eşyadan uzak durman ve iç âlemini onların peşinde sürüklemen neye yarar? Allah kalplerde olanı bilir. Bunu biliyor musun? Kalbinde başkası var, dilinde tevekkül, ne demek? Bu hâlin seni utandırmaz mı?


Allah’ım, bana tevbe yolunu göster, onlara da göster. Hepimizi Peygamber (s.a.v) uğruna bağışla. Babamız İbrahim Peygamber’in yoluna ilet. Allah’ım, bizi birbirimize düşürme, birbirimize faydalı olalım.


Cümlemizi rahmet deryana daldır.

Âmin!..



Hz. Abdulkadir Geylani / İlahi Armağan


بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »



Resim

Ey şahsına gereken şeyleri bulamayan! Bu hâlin geçip gitmesini şiddetle isteme. Belki gelecek şeylerde seni helak edecek nesneler vardır.

Ey hasta! Hastalığın geçmesini mutlak olarak isteme. Afiyetin her zaman yararlı olacağını sana kim dedi? Şimdi hastasın, îmanın var; sağlam olunca bu îmanı kaybetmeyeceğini kim temin eder? Dünyalığa dalar, Allah’ı, Peygamber’i unutursun. Akıllı ol; her olur olmaz şeyin peşine koşma.

Kârını sakla. Kazandığın şeyin değerini bil. Bunda devam et; işlerin düzelir. Her işte başarı elde edersin. Elinde ne varsa, hırsı bir yana at; kanaatini ona yönelt. “Mutlaka artsın!” deme; fazla gelirse al. Olmadığı için üzüntü duyma. Allah’ın verdiğini ye ki, hoş ola. Şahsî isteklerini alırsan dertlenebilirsin. Dilencilik iyi değildir. Verilen alınır; ama dilenmek olmaz. Ancak iç âleminden kopup gelen arzu sonunda istenebilir. Bu da bir nevi tecrübe olur. Kuvvet sahibine sığınıp istemek yerinde olur her hâlde. Bu hâlde isteyene değil, istene ne bakmak gerektir. Bu istek zararsızdır; hele kalbin ayık olması mutlaktır. Kalp ayık olunca işler mübarek olur, keder vermez. İstekler yalnız dünyalık işlere olmamalı, biraz da âhiret işlerine olmalı. En çok dileğin af ve afiyet olmalı. Din, dünya ve âhiret için iyilik dile. Bunları yapabilirsen sana yeter; fazlası sana ne lâzım?

Allah hiç bir işi yapmaya mecbur değildir. O, mülkünde ancak dilediğini yapar. Allah’ı mülk sahibi bil. Bu sahip hayırlıdır. Başkasını seçme. Senin için iyi olmaz. Bir ağır yük kaldırdığın zaman sırf kuvvetini görme. Allah’ın kudretini sez. O’nun gücü olmasa senin gençliğinin, kuvvetinin ne değeri olur? Malına da pek güvenme. Mal sana ne yapabilir? Malın özünde manevî tesir olmadan hiç bir değer ifade etmez. Allah bir defa tutarsa bırakmaz. Maddiyatı bırak; biraz manevî ol. O’nun tutuşu manevî yollardan gelir. Maddî tedbir lerin pek tesiri olmaz. Olsa olsa, yine O’nun tesiri ve izni ile olur.

Yazık, dilin müslüman gibi konuşuyor, kalbin onu doğrulamı yor. Sözün Allah’a ve Peygamber’e inanmış gibi, özün tam tersine. İşlerin hiç birine uymuyor. Ne olacak hâlin? Halk arasına çıkınca, senden iyisi olmuyor; yalnız kalınca neden şeklin değişiyor? Bili yor musun, yıllarca namaz kılsan, oruç tutsan sana hayır getirmez; ömrün boyunca hayırlı işlerde bulunsan hayır göremezsin; ancak, Allah rızasını gözeteceksin; bunu iyi bilmen gerek. Aksi hâlde yap tıkların boşuna; bu duruma göre, sana damga, “münafık ve içi bozuk” sözleri olur. “Allah’tan uzak” mührünü alnına vururlar. Şu an da yaptıklarından dön. Bir an bile yaşamana senedin yoktur. Ne kadar kötü işin varsa bırak, kötü sözlerden dön. Kötü niyetlerinden kendisini hemen çekiverir.

Allah yolcularının iç âleminde aksaklık göremezsin. Onlar, kurtulmuşlardır. Onlar, tam îmana sahiptir. Muvahhid onlardır. İhlâslı işi onlar tutar. Belâya onlar sabırla karşı koyar. Bir afet indiğinde sızlanmazlar; inlemezler. Metin ve vakur olarak işlerin sonunu beklerler. İyilik geldiği zaman şükür yoluna koyulurlar. İyiliği ilân eder, kötülüğü saklı tutarlar. Başlarında olan felâketli işlerden, kim seye şikâyet etmezler. Ellerinde bir bolluk varsa, herkese dağıtırlar. Dağıttıkları elde kalandan fazladır. Bu verişi severek yaparlar. Ver dikten sonra üzüntü duymazlar. Kendi kazançlarından diğer kardeş lerine fayda sağladıkları için sevinirler.

Bu kullar ilk başta dilleri ile şükrederler. Sonra kalpleri ile, daha sonra da gönülleri ile… Halkı bilmezler. Halktan onlara bir eza gelirse sadece tebessüm ederler. Dünya şahları onların katında hiçtir. Yeryüzünde gezenler, onlara fakir, hasta ve ölü görünür. Onlar için cennet, tavanı çökmüş bir viranedir. Cehennemi, ateşi sönük, küllük bilirler. Ne cennete yerleşmek için fazla arzu duyarlar; ne de cehennem korkusundan titrerler. Cennete girmekle cehennemde kalmak onlar için eşittir. Semanın yüceliği, onları Hak’tan ayrı edemez. Yer, tabiî güzelliği ile onları aldatamaz. Onlar, yeryüzünde yaşayanlarla gökyüzünde uçanlar arasında eşit şart görürler. Hepsini tek kuvvetin esiri bilirler. O da, Allah’tır.

Onları bir zaman dünya ehline karışmış görürsün. Gafillerden biri bilirsin; ama değil. Bir zaman sonra âhiret ehline karışırlar. Onlarla sohbet ederler. Az sonra kendi iç âlemlerine tâbi olurlar. Gözlerinde dünya yok olur. Âhiret silinip gider. Her iki cihanın Rabbi ile olurlar; zaten aradıkları da bundan başka bir şey değildi. O’na gider ve koşarlar. Sevdikleri yalnız O’dur. Gönül kapıları bu kez Hakk’a açıktır. Başkasını ne ederler; yalnız Hak sevgisi ile dolarlar. Kalpleri Hakk’a karşı yürümeye koyulur. O’na tam vasıl oluncaya kadar yolculukları devam eder. Artık onlara Hak dostluğu hâsıl olmuş olur.

Yukarıda belirtilen yolculuk mecazîdir. Kalbin maddî yolu yoktur. Yol tabiri, yolcuya anlatmak için kullanılır. Yoksa ne yol var, ne de yolculuk. Hepsi bir an işidir. Hakk’a varma arzusu akla gelince, yol görünmeden varılmış olur. Menzil alınır, yol kat edilir. Kapı açılmadan eve girilir.

İşte hâl böyle… Her şey Allah’ı anmakla başlar. Bu duygu kalpte yerleşince işler bitmiş olur. Evvelâ anmak, son nefeste yine O… Herkes, Hakk’ı andığı kadar erebilir. Bu sebeptendir ki, büyükler daima Allah’ı anarlar. Bu anış onların benliklerini yıkar. İç âlemlerini kaplayan her cins kötülüğü eritir. Hak’tan gayrı ne ki var, benliklerinden silinir; kaybolur. Cümle varlık, Hak varlığı ile dolar.

O büyük insanlar, Hak Teâlâ’nın şu emrini işitmişlerdir:

“Beni anın; sizi anarım. Şükür yolumu tutun; küfür yolunu tutmayın.” (el-Bakara, 2/152)

O büyükler, Allah’ı anmak için ellerinden geldiği kadar doğru yola koşarlar. Bunu severek yaparlar. Onlar, şu yüce kelâmı dinler ler:

“Ben, beni zikredenin yanındayım.”

O sevgili kullar, uygunsuz yerlerden kaçarlar, iyi şeylerle uğra şırlar. Her hâllerinde Allah’ı anar ve O’nunla ülfet ederler.



Hz. Abdulkadir Geylani / İlahi Armağan

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
ayyildiz
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 710
Kayıt: 17 Ağu 2009, 02:00

Mesaj gönderen ayyildiz »

Resim
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »



Değerli büyüğüm Âşık Uslu Niksarî, güzel gönlünüze, kaleminize sağlık.
Mevlam feyzinizi ve şevkinizi arttırsın,
Aşkınız daim olsun İNŞALLAH.
Yüreğinize rıza ve selamet dilerim.

Muhammedi sevgilerimle..



Resim


Sadık sevgi sahibi, herhangi bir şeye sahip olmaz. Her şeyini sevgilisine bırakır. Sevgi ve dünyalık toplamak, bunların ikisi, bir kalbe sığmaz. Hak Teâlâ’yı seven de böyle olur. Mademki yalnız O’nun sevgisini kalbinde taşıyor, o halde nefsini, malını, sonunu, O’na bırakır, ne kendisine ne de başkasına seçtiği bir şey olur. İman sahibi bilir ki, kendisinin ve başkasının sahibi Allah’tır. O hâlde ne ister? Bir şey yapılacaksa Hak Teâlâ en iyisini yapar.


Resim


Hak Teâlâ’yı yaptığı işler için itham etme. Aceleci olma. Cahil olma, cimri olma. O’nun katından çıkacak bir şey varsa, sana gelir. O’na teslim olmayı bil.

Bütün yönler kapanır. O’nun kapısı açık kalır. O’nun kapısına girersen bütün kâinata sahib olursun.

Senin sevgin gelişemez! Ancak bir şartla; o da, Hak Teâlâ’dan gayri bütün ciheti kendine kapalı tutmak. Sana yalnız O’nun ciheti kalmalı. Sen O’na yönel ve yalnız O’nu sev. O sevgilin, kalbini temizlemeyi iyi bilir. Arş’tan yerin derin katına kadar inen yaratılmış ların hiçbiri sana tesir edemez. Hepsi sevgili kudreti ile atılır, gider.

Dünyayı sevme, âhireti isteme. Onlar kalbinden uzak dursun. Dünyada çalış, öbür âleme göç ettiğinde cennete koyarlarsa gir.

Mecnun gibi olmalısın. O, kalbinde sevgi yer ettiği zaman halk arasından çıktı. Yalnız olmayı istedi. Vahşî hayvanlarla yaşadı. Şe hirleri terk etti, harabelere gitti. Halkın ne övmesini dinledi, ne de kötülemesine kulak astı. Kulların konuşması ve sorması ona farksız oldu. Övmeleri hiç olduğu gibi, kötülemeleri de sıfıra düştü.

O Mecnun öyle anlar geçirdi ki, sordular:


“Sen kimsin?” Söyledi:

“Leyl⅔

“Neredensin?”

“Leyl⅔

“Nereye?”

“Leyl⅔

Başkalarını gözü görmüyordu. Başkalarını işitmeye kulağı da yanmıyordu. Artık o bu hâlinden dönemezdi. Yüz çevirenler, onun Mecnunluk hâlinden anlamadılar.

Şu şiir ne güzel söylenmiş:


Bir ülkede ki, nefisler koşar boşa

Halkı, soğuk demiri döver daim boşa.


Bu kalp Hak Teâlâ’yı bilirse, sever. O’na tam yakınlık duyar. Yaratılmışlar onu ilgilendirmez. Ve ruhuna huzur veremez. Maddî olan her şey ona ağırlık verir. Yemek, içmek vs. şeylerle tatmin olmaz. Şehir hayatı onun için önem taşımaz. Kalbi huzur içinde olduktan sonra, harabeler de ona çok gelir. İlâhî emirler dışında hiçbir şey, Hak irfanına sahib olan kalbi bağlayamaz. Her hâli bir prensi be bağlıdır. Fiil tecellisi onu garketmiştir. Sadece kaderin gelişine bakar; başka şeyleri bilmez.

Allah’ım rahmet elini bizden çekme; dünya denizi bizi boğar. Mevhum varlığımız bizi yere serer. Ey keremi bol, reyinde isabetli ve geçmiş hükümlerin sahibi, bize yetiş.



Resim


Ey evlat! Sözlerimi iyi anla ve amel et. Dediklerimi anlamak kolay değildir. Ancak bilfiil tatbikat yapmak lazımdır. Tatbikat her şeyde elzemdir. Yapılmasını sevdiğim şeyleri yapmayan, sözlerimin devamını dinleyemez ve anlayamaz. Hakkımda iyi düşünce beslemeyen, sözlerimin doğruluğuna inanamaz. Bir sözle ki, iş yapılmaz, o söz ne ile ve nasıl anlaşılır?

Ebû Hureyre (r.a), Peygamber (s.a.v) Efendimiz’den işittiği şu hadîs-i şerifi rivayet eder:
“Bir kimse, Allah’tan hoşnut olarak sıtmalı bir gece geçirse, anadan doğduğu gün gibi günahtan çıkar.”
Bu günlerde sana bir şey gelmez oldu. Yola gelmen için biraz daralman lazımdır. Başka türlü olmayacak.

Ashâb-ı Kirâm’dan Muaz (r.a) bazen ince ve derin dinî meselelere işaret eder, şöyle derdi:
“Geliniz, bir anımızı imanlı geçirelim.” Bunun mânası: “Geliniz, bir anlık olsun zevk âlemine dalalım; geliniz, o yüce kapıdan bir anlık olsun içeri girelim.”

Bu kelâmı ile Muaz (r.a) her şeye esas nazarla bakılmasını ve yakîn gözü ile görülmesini isterdi. Zahirde her İslâm adını alan, iman sahibi olamaz. Derin, ince ve önemli meselelere akıl yorması ve an laması lazımdır. Benliğinde ilâhî bir yakınlık duymayan da iman sahibi olmaz. Muaz (r.a) bunları iyi bilirdi. Sözlerini bilgisine göre söylerdi.

Sözü, Peygamber (s.a.v) Efendimiz’e şikâyet yollu duyuruldu:
“Sanki imanımız yok mu da, bize Muaz böyle diyor?” Bunun üzerine Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurdu.

“Muaz’ı haline bırakınız.”

Ey nefse ve şeytana tapan, dünyaya kul olan, senin kullar yanında kıymetin yok; Hak katında da önemin kalmadı. Salih kullar yüzüne bakmaz oldular. O salihkişiler âhiretin nimetine tapanı bile sevmezler; sen dünyaya tapar oldun; bakarlar mı yüzüne?

Yazık, hâline acı; işin dil kalabalığı ile geçiyor. Onunla eline geçen şeyi alma. Sözü bırak, işe bak. Sen başkalarına göre yalancısın; ama doğruluktan dem vuruyorsun. Şirk ettiğin bilindiği hâlde, tasdik ettiğini vehmediyorsun.

Doğruluk, karışık işler arasında olmaz. İşlerin çürük; ama her işini cevherli sanmaktasın.

Şu anda seninleyim; senin iyiliğin için meşgul olmaktayım. Yalan söylemeni yasak ediyorum. Doğru söylemeni emrediyorum. Elim de üç âlet var. Her şeyi bunlarla ölçmekteyim. O ölçüler; Kitap, Sünnet ve kalbimdir. Bunlarla bütün iyiyi, kötüyü bilirim, anlarım. Kalbimle, kalıpların durumunu sezerim. Yaptıkları işe bakarım. Bir kalbin her şeyi olduğu gibi bilmesi için, Kitap ve Sünnetle amel etmesi icap eder. İnsan, kâmil olabilmesi için, Peygamber (s.a.v) Efendimiz’e tam uymalı; Kur’an yolunu tutmalıdır. Başka kurtuluş yolu yoktur.

Bilgi ile amel etmek, ilmin süsüdür. Bilgi ile amel kalbi sağlam kılar ve temizler. Kalp sağlam olursa, bütün duygular sağlam olur. Kalp temiz olunca da bütün duygular ona uyar. Kalbe süsler açılınca, dış duygulara da verilir. O öyle bir et parçasıdır ki, sağlam olursa bünye de sağlam olur.

Kalbin sıhhati, Yaratan’la kul arasındaki muamelenin dürüstlüğüne bağlıdır. O muamele bir sırdır. Bazen bir kuş gibi uçar gider. Kalp bir kafestir, sağlam olursa kuşu tutar. Kalp de bir kuştur; onun kafesi ise bünyedir; sağlam olursa kalp orada durur. Bünye de bir kuştur; kafesi ise kabirdir. O öyle bir kafestir ki, ondan kaçıp kurtulmak imkânsızdır. Herkes oraya girer. Oranın darlığından kurtulanlar ise, iman sahipleridir.


Hz. Abdulkadir Geylani / İlahi Armağan


بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim


Seven kimsenin, Hak tarafından da sevilmesi için kalbini Mevlâ’dan gayri her şeyden arî tutması gerekir. Seven kimse, iman, tevekkül, tevhid ve ikan bakımından kemale ererse mahbûb olur. Güçlük gider, rahatlık gelir. En güç iş, Hak tarafından sevilmiş olmakta, O’nun sevgisi kazanıldıktan sonra her şey kolay olur.

Meselâ, bir kimse düşünelim, gece gündüz yol kat eder. Sebebi, bir şahsın sevgisidir. Yolda bin türlü korkulu dakikalar geçirir, yemeye ve içmeye önem vermez, tâ, o şahın kapısına varıncaya kadar böyle devam eder. Şahın bu gelişten haberi olunca, hizmetçilerini ona karşı çıkarır, ağırlatır. Özel bineklere bindirirler. Sonra hamama götürür, temizler, güzel elbise giydirir, koku sürerler. Daha sonra şahın huzuruna çıkarırlar. Şah da onu karşısına alır, hâlini hatırını sorar. Mülkünde olan en güzel nimetleri ona verir. Ve onun mahbûbu olur. O seven kişi, bu güzel hâli bulup şahın sevgilisi olduktan sonra yor­gunluk, korku duyar ve geldiği yere dönmek diler mi? Nasıl dilesin, dilemez. Çünkü orada yerli oldu. Hayatı emniyet altına alındı. İşbu misal bir kalbedir. Kalp, Hakk’a vasıl olduktan sonra Hak yakınlı ğından bir yer alır, Hakk’a münacat eder. O’nun yanında emin olur. O’nu bırakıp başkasına gitmeyi artık istemez.

Kalbin bu makama çıkması için farzları eda etmesi gerek. Haram ve şehevî şeyleri yapmaması icap eder. Mubah ve helâl olan kısmı ise, varlıkla, şehvetle, hevâ ile almaması gerekir. Bu hâle ermek için şifa veren verâ hâlini bulmak, tam bir yeterlik duygusuna sahip olmak lazım olur. Zühd ve verâ, bu yolda önce yapılması gereken küçük işler sayılır. Büyüklerine gelince, onlar da, Hakk’ın zâtın dan gayri şeyleri bırakmak ve nefse, boş arzulara ve şeytana muhalif olmaktır. Baştan sona nefsin halk denen nesneden temiz olması da birinci derecede gelir. Sonra, övülmek, kötülenmek, verilmek, alınmak gibi şeyler o kul için eşit olmalıdır.

Bu yol için bir iki cümle daha söylenir ki, onları da şöyle anlatmak mümkün olur: Bir işin evveli şehadet getirmek, sonrası da sevilmeyi ve kovulmayı bir görmektir. Bu hâlde kalmak kalbin sağ olmasına bağlıdır. Bir kimsenin kalp âlemi sıhhat bulur, Yaratan’ı ile birleşirse, onun için kovulmakla, kabul olunmak aynı mana taşır.

Övülmek, kötülenmek bir olur. Hastalık ve afiyet aynı olur. Zenginlikle fakirlik fark taşımaz. Dünyanın gelmesi veya gitmesi eşit olur.

Anlattığımız hâller bir kimsede tam olursa, nefsi yok olur. Tabiat ateşi söner. Şeytanı, önünde boynu bükük olur. O sarih kalp için dünya ve onun sahipleri küçük görülür ve âhiret büyür. Sonra, esas nura kavuşur, ikisini de bırakır. Mevlâ’ya döner. O sahih kalp için halk arasından Hakk’a vardıran bir yol açılır. Hakk’a oradan yol alır. Sağ, sol onun için ayan olur, yollar o kalp için temizlenir. Her zararlı şey, o iman sahibinin doğruluk ateşinde yanmaktan kaçar ve özünle mevcut heybetten korkar.

Bu hâle eren için Hak kapısından çevirecek ve yoldan alıkoyacak kimse olamaz. Bu hâli benliğinde bulunduran kimsenin savaş erleri, zaferden geri edilemez. Ordusu hezimete uğratılamaz. Kuşu susturulamaz. Tevhid kılıcı için bir hudut çizilemez. İhlâs adımları yürümekle yorulmaz. Hiçbir iş ona güç gelmez. Hiçbir kapı, önünde kapalı durmaz; açılınca da kapanmaz. Önünde kapılar uçar, kilitler açılır, yönler fethedilir. O, Hak Teâlâ’nın huzuruna varıncaya kadar, kimse durdurmaya güç yetiremez. Bu hâl, Hak tarafından ona bir lütuf olur. Bu lütfu bulduktan sonra onun köşesinde uyur. Hak ona fazlın dan yedirir; ülfet hâlinden içirir. Bunları bulduktan sonra beşer kalbinin hatırlamadığını bulur. Kulakların işitmediğini duyar. Gözlerin görmediğini görür.

Hak Teâlâ’nın fazlını, keremini bulduktan sonra, o büyük insan halk arasına yine katılır. Sebebi; onlara hidayet yolunu göstermesi ve mülk sahibi kılması… Çünkü o kul, sonsuz manevî bir mülke sahiptir. Elinde bulunan cümle şeyi bütünü ile halka dağıtır. Bu öyle bir kuldur ki, Hakk’a vasıl olmuş, onu görmüş ve masivâ denen Hakk’ın zâtından gayri şeyleri bilmiştir. Artık işi, yâni yeni vazifesi, halkla uğraşmaktır. Onlarla uğraşır, düzeltmek için başlarına vurur. Halka önderdir. Hakk’ın kapısını gösteren bir elçidir. Bu zâta melekût âleminde “Azîm” ismi verilir. Bütün yaratılmışlar, onun kalp ayağı altında durur. Ve ondan gölgelenir.


Hz. Abdulkadir Geylani / İlahi Armağan


بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »


Resim


Bütün ihtiyaçlarınızı Hak'tan isteyiniz. Halka avuç açmayınız. Hak varken halkın lafı olmaz. Zahirde kullardan isteseniz bile, kalbiniz O'nunla olmalı. Her şeyin Hak'tan olduğuna inanınız. Birinden istemek zorunda kalırsanız, kalbiniz tam mansı ile Hakk'a bağlı olursa, o istek ve arzunun, Mevla'nın ilhamı olduğunu bilirsiniz. ALLAH'ın varlığına inanınız, kimden isterseniz isteyiniz... O, gideceğiniz yönü tayin eder. Verilirse, Hak'tan olur, olmazsa yine O'ndan..


Hz. Abdulkadir Geylani / İlahi Armağan


بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »

bandito yazdı:Ekkaf soyundan gelen bir zat vardı. Temiz sıfatlara sahipti ve alemin kutbuydu.
Dedi ki : “ Gece rüyamda Bayezid ve Tirmizi’nin birlikte yolda gittiklerini gördüm.
Her ikisi de öncülüğü bana verdiler. Böylece her ikisinin yol göstericisi oldum.
Uykudan uyandıktan sonra rüyayı yorumladım ve kendimden sordum neden bu iki şeyh bana saygı gösterdiler? Rüyamın tabiri şuydu ; bir seher vakti kendimde olmadan gönülden bir ah çektim. Bu ahım gitti yolumu açtı. Dergahın kapısının yüzüme açılması için kapının halkasını vurdu. Bu yüzden bana dergahın kapısı açıldı ve hal diliyle bana şöyle hitap edildi :
“Bayezid’den başka bütün pirler ve müridler bizden bir şeyler istediler.
Bayezid bütün erler içinde erlik gösterip bizden hiçbir şey istemedi, sadece bizi istedi.”
O gece bu hitabı işitince dedim ki : “Bence ne hakktır ne de o.
Senin derdine sahip değilken seni nasıl arayabilirim? Senin adamın değilken seni nasıl isteyebilirim? Sen neyi emredersen benim isteğim de odur. Benim işlerim ancak fermanına uymakla düzene girer. Ne eğri bir şeyim var ne de doğru. Ben kim oluyorum ki bir isteğim olsun?
Bu sözlerimden dolayı o iki muhterem Şeyh beni öne geçirip saygı gösterdiler.Kul eğer her zaman ilahi fermana itaat ederse Allahu Teala ile can aleminde konuşur.Durmadan laf olsun diye kulluktan bahseden ama kulluk etmeyen kul değildir.Kul imtihan zamanı belli olur bu yüzden kendisini sına ki kulluk nişanesi belli olsun.

Mantıku't Tayr'dan Bir Hikaye

Ey evlat! Bir kimse, iman gözü ile her şeyi yerli yerinde takdir edenin Allah olduğunu bilirse, O’ndan bir şey talep etmeye utanç duyar. Bilir ki, her şey vaktine göre olmuş ve yapıcı işini bitirip çekilmiş, artık ne dilesin? Bu durumda, sadece dilini boş sözden alır, ibadet yolunu tutar. O zatın kısmeti başkasına gitmez, İşte bunu bildiği için sessizliğe gömülür ve şükür yolunu tutar. İyi edep sahibidir; itiraz etmez. Başına bir darlık gelirse kullara şikâyetçi olmaz. Ne az için, ne de çok için! Kalbini sıkıntıya sokmaz. Dili ile kimseye darlık vermediği gibi kalbi ile de vermez. Kalpten duyulan sıkıntı ile dilden duyulan sıkıntının bir farkı yoktur. Dilden çıkması ayıp olan hata, kalpten de çıkmamalıdır. Bana göre, hakikatte dille kalbin, bir farkı yoktur.


Ey evlat! Şeklini değiştirme. Hakk’ı sev. Üzerine çeşitli bela okları bile yağsa sesini çıkarma, sevgi ve muhabbet hâline devam et. Fırtına seni yerinden kaydırmasın. Yağan yağmur seni kaçırmasın. Atılan oklar seni incitmesin. İçini ve dışını halkın giremediği bir makama çıkar. Orada dünya olmasın… Orada âhiret olmasın… Mevhum hakları orada aramaya kalkma. Kötü nazlarını o yerde isteme, orda üzüntü duyma, şekil arama. Hakk’tan başka şeyin olacağını umma. Halkın zahirdeki halini görüp üzüntü duyma. Ailenin geçim sıkıntısı seni derde sokmasın. Eline dünya malı az geçince üzülme, şeklini değiştirme. Çok olursa hâlini çirkin etme. O makam büyüktür. Sakın o makama çıkarsan övülme bekleme. Kötüleyenlere darılma. Hepsini boş gör. Zaten oraya yerli olursan bu işler kendiliğinden olur. Ve sen tam bir yokluğa gömülürsün. Eğer elde edersen bulunduğun o hâle, insan ve cin, cümle yaratılmışlar içinden bir tanesi bile akıl erdiremez. Zaten akıl bunları idrâkten âcizdir.

Bazı büyükler şöyle der: “Doğruluğun tamsa bize yanaş, yoksa uzak ol.”

Bu söz ne kadar güzeldir. Sabır, ihlâs, doğruluk, anlattığım makam için esastır.

Resim


Hz. Abdulkadir Geylani
En son meryemnur tarafından 18 Nis 2010, 10:21 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Mesaj gönderen meryemnur »


Başım gözüm, yüreğim ve ruhum üzre güzel öğüdünüz değerli Pehlivan kardeşim..
MEVLAM Rıza şarabını içirsin gönlünüze dilerim..

Sevgi ve dua ile..


Resim

Sizin için dua ederek açtığım sayfadan :

İrfan sahibi olmaya bak. Marifet âlemine geçen insan, Hakk’ın yakınlık bayrağı altında bulunur; ilmi ve sırrı, O’nun kaza ve kaderinde deveran eyler. Güçsüz durumda kendi hareketi olmadan işleri çevrilir, hareketi olmadan hareket ettirilir. Kendi isteği olmadan sükûna erdirilir. Hulâsa o kul, haklarında: “Biz onları sağa ve sola çeviririz.” (el-Kehf, 18/18)

Buyrulan zümreye dâhil olur. O kullarda bir acizlik olunca, hemen hareket kudreti verilir. Hareket kudretle olur. Güçsüzlük anında teslim olmak ve sessiz durmak icap eder; Hakk’ın kudreti o zaman yetişir.

Varlığın varsa hareket edersin; yoksa sükûna gömülür beklersin. Beklemen de olmaz. Hükümde hareket vardır; bilgide ise sessizlik…

Nefsi, hevâyı, tabiatı, bütün halkı bırakırsan, özün sıhhat bulur.


Senin kârına ve zararına malik olmayan halka bağlanma. Rabb’inden başkası sana nasip veremez. Sonuna kadar O’nun hizmetinde kal. O’na itaat et. Yasaklarını sakın yapma, Hak’tan gayrisi kalmasın; böylelikle halkın en zengini hâline gelirsin. Ve herkesten aziz, Âdem Peygamber gibi olursun. Her şeye emir verilir, sana secde ederler. Bu, halkın ötesinde bir iştir. Avam halkın buna aklı ermez; bu iş onların aklının ötesindedir. Avamın aklı ermediği gibi havastan da çoğunun aklı ermez. Bu hâl Âdem’deki varlığın bir zerresi olup onun tüm varlığından bir parçadır.


Ey evlat, her şeyi derinliğine düşün, anla, sonra al. Allah yolcuları halka karıştı, öğrendi; sonra onlardan ayrıldı. Yanlış anlama; kalpleri ile ayrıldılar. Halkın ıslâhı için onlar halkla olur, dış yönlerini halka verirler. İç âlemlerini ise Hakk’a hizmet için harcarlar. Onlar, hikmet icabı halkla yaşar, onlarla olur ve onlarla tevbe ederler; ama kalp âlemleri onlardan tamamen ayrıdır. O zâtların kalbi, halktan ve bütün eşyadan soyunmuştur. Zahirdeki meşgaleleri, hikmet­lerin hükmüdür. Her ne zaman giydikleri kirli olsa yıkarlar, temizler ve koku sürerler. Ve her ne zaman bir yerleri yırtık olsa, diker ve iliştirirler. Onlar halk arasında hoştur. Sanki düz ovada yükselen bir dağ… Kalpleri daima Yaratan ile… Kendilerini Hakk’ın kudret eli önüne serer, O’nun ilim deryasında yüzerler.

Allah’ım, gıdamız zikrin olsun. Zenginliğimiz ise yakınlığın. Âmin!



HZ. ABDULKADİR GEYLANİ

İLAHİ ARMAĞAN



En son meryemnur tarafından 18 Nis 2010, 11:56 tarihinde düzenlendi, toplamda 2 kere düzenlendi.
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Cevapla

“►Abdulkadir Geylani◄” sayfasına dön