SAHABE DUALARI

Cevapla
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

SAHABE DUALARI

Mesaj gönderen simurg »

ResimFâtımatü’z- ZeHRÂ aleyha's-selâm’ın DUÂsı:

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (kızı) Fâtıma'ya şöyle demiştir:
“Yâ Fâtıma! Sana yapacağım şu tavsiyeyi dinlemekten seni ne men edebilir ki?
“Yâ Hayy ve Kayyûm olan Allah! Senin rahmetine sığınarak seni çağırıyorum. Beni, göz açıp kapayıncaya kadar dahi nefsime havâle etme. Durumun tamamını benim için ıslâh et!”


(Nesâî ve Hâkim; (Enes'ten). Hâkim'e göre Müslim ve Buharî'nin şartı üzerine sahih 'tir.)
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: SAHABE DUALARI

Mesaj gönderen simurg »

Resim


Sahabe-i Kiram Hazeratının hayatlarını okuduğumuzda,
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Hazretleri ile olan konuşmalarını incelediğimizde,
bize kadar ulaşmış olan muhteşem bir teslimiyyet ifadesinin yinelendiğine şahit olmaktayız.
Kendilerine Efendimiz Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem tarafından bir soru sorulduğunda,
(ki hiç bir zaman bilmedikleri için sormamaktalar)
"Allah ve Resulü bilir Ya Resulullah " demekteydiler hep.
Bu bizim için önemli bir işaret bence,
çünkü her şeyi biz biliyoruz sanmakla kendimize son derece zalim davranıyor olduğumuzu düşündüm.
bilmediklerimizi bildiklerimizin yanına koysak ,
biliyoruz dediklerimizi büyüteçle bile göremezdik,
her şey böyle iken
kendimizin cahilliğini ilan etmek bir yana,
bilmediğimizi kendimize bildirmeli ve kabul etmeliyiz,
çünkü Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz,
bildikleri halde danışmayı öğretmek için sual etmeyi seçtiler
ve bu kuralın iyi olduğunu öğrettiler.
Sahebe-i Kiram Efendilerimiz ise,
Allah'a (celle celaluhu) ve Resulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) tabii oldular.
Bunu yani İslam ve mü'min olduklarını ve bu ahidlerine daima sadık olduklarını beyan etmek için
"Allah ve Resulü bilir" demeyi adet edindiler.
Hem edeben, hemde hakikaten en uygun davranma şeklinin bu olduğunu bize canlı talim etmiş oldular.
Efendimizin mubârek söz, fiil ve uygulamalarını kendilerine rehber aldılar,
bize de bunu işaret ettiler işte.
Bütün zamanların en dinamik ve aktif şeriat-ı, Şeriat-ı Muhammediye (sallallahu aleyhi ve sellem) olduğu için.
Aslında Âdem Aleyhisselam'dan itibaren bütün dinlerin isimleri başka olsa da asılları İslam dini.
ve şeriatlerinin değişik değişik olmalarına rağmen hakiki halde iken hepside Hakk şeriatlerdi.

Ve son ve geçerli tek din İslam, dinlerin en tekemmül etmiş hali.
Son ve geçerli tek şeriat olan Şeriat-ı Muhammedi, şeriatlerin en mükemmelleşmiş olanı,
Ve son gelmiş olduğu halde, varlığı ve hükmü ezeli ve ebedi olan peygamber,
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Hazretleridir.

Bütün bunları yeniden ifade etmekteki amacım,
Sahabe-i Kiram Efendilerimizin de en olgun, mükemmil, mütezekki, mutahharun, sadık samimi, mü'minler olarak
bizlere prototip teşkil ediyor olması elbette.

Onların etmiş oldukları dualar ve sözlerindeki ifadeler dahi hep birer nümune ve misal olmalı bizlere.

Halen de hal-i hazırda hepsinin mânâen ve ruhen Hayy ve diri olduklarını bildiğimiz için,
kendilerini takip ve taklid etmekle ruh-i kuvvetlerinin ve muhabbet dairelerinin içerisine dahil olmak gibi bir talebeliğimiz söz konusu olmakta.

Kişi sevdiği ile beraberdir, hadis-i şerifine göre sevdiklerimiz ile aramızda sevgi ve sevmenin mukabili olarak
teslimiyyet duygularımızdan oluşan sapasağlam ve kopmaz bir bağ oluşmakta,

Bu bağ lutf'en ve kerem'en bir ihsan ve nimet olarak bizim vazgeçilmezimizdir.
Çünkü dünya hayatında bile en büyük hüsran ve üzüntüler hep ayrılıklar ile yaşanmakta iken,
ebedi hayatlarımızın hüsran ve zulüm ile yaşanmaması için,
bu Muhabbet-i Muhammediyye ye talib ve teslim olmak nimetine sarılmamız lazım.

Biz bu nimete talib isek, bilmeliyiz ki, karşıdan lütuf ile bu hal vukuu bulmakta,
bir üstünlüğümüzden yada özelliğimizden dolayı olmamakta hiç bir şey.
bu şekilde benliklerimize pay vermemekle birlikte,
lütufların daima yukarıdan aşağıya olduğunu idrak etmiş oluruz.
Hem de, kendi acizliğimizi fark etmiş olmamızın yanında,
nimetlere kavuşturulmanın şükrünü de yaşama imkanımız olabilir.

Teslimiyyet ile Resulullah'a muhabbetimizin sınırı ve sonu olmayacaktır.
çünkü Efendimiz Rahmeten li’l- âlemin olduğu için,
ve Rabbimizde âlemlerin Rabb-ı olduğu için,
Rabbımızın da ilim, kudret ve sıfatlarının sonu olmayacağı için,
ne Rahmete ne de âlemlere sınır koyamayacağız.
O halde sonsuz Rahmet tecellîlerinin kaynağı ve sebeb-i hilkatı olan Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz
sonsuz bir Nur-u Muhammedi sahibi, ve Rahmet kaynağıdır.

Böylesi dil ile ifade de zorlanılan bir muhabbetin asıl mânâsını yaşamayı Rabbi Teâlâmız nasib ve kısmet etsin inşaallah.
Bizim liyâkatımıza bakmasın, kendi sonsuz Rahmet ve merhamet tecellîleri olarak ihsan ve ikram etsin inşaallah.


Teslimiyyetimizi doğrudan Efendimize yöneltebilmek muhteşem olurdu,
lâkin düşünmekteyim ki,
kişi ne ararsa kendide arayacağı için,
ve bizler hiç birimiz Rabbülâleminimizden ve Rahmeten li’l- âlemin olan Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizden ayrı ve gayrı olmadığımız için,
muhabbet ikliminin içerisine girmek istiyorsak eğer kendimizden başlamalıyız,
Sahabe-i kiram efendilerimiz gibi.
Hepside İslam'dan evvel ki hâl ve huylarını terketmişlerdi,
İslamın ebedî Rahmet şemsiyesi altına girip,
kalblerine iman güneşi doğduktan sonra bir daha asla câhiliyye karanlıklarına tevessül etmemişlerdi,
yüzünü hakikate döndüren bir daha geriye dönüp bakmamıştı,
taa ki Hz. Vahşi Radıyallahu anh bile olsa bu aynıydı,
eski hayatları, bir tevbe ve istiğfar vesilesi olmanın dışında,
tevbe ve istiğfar gözyaşlarına bulanmalarına hizmet etmenin dışında onlarda kalmamıştı.

İslam kendisinden önceki bütün pislikleri temizler, denilmesi gibi,
onlar bir kere Muhammed-i Kevser Havuzunda kalblerini yıkadıktan sonra ebedi sahip çıktılar bu hallerine,
ve ebedi dirilik bulanlar oldular, şereflendiler.

Teslimiyyet böyle kendisi temiz ve içine gireni de temizleyen bir şey olmakta o halde,
Hayra ve Hakk'ka dönmenin adı teslimiyyet,
Nar'da Nur'da Rabbımıza dönmemizin adı teslimiyyet
Açlıkta, toklukta, ölümde, kalımda, savaş meydanında,
müşrikler karşısında,
Mescid-i Neebevi de Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin arkasındaki saflarda bulunmanın adı teslimiyyet,
Her ne yaparsak yapalım Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem gibi, O'nun adına, şerefine yapmamızın adı teslimiyyet.





Şu sitemizde, gönlümüzün sultanı Kulihvani Hocamız Efendimizin kervanında hasbi olmaya gayret ederek bulunma çalışmamızın adı teslimiyyet

(Hepimize mubârek olsun inşaallah, Rabbim kendisinden ebediyyen razı olsun)

Teslimiyyet saygı demek,
kırmaktan korkmak demek,
kendini hırpalamayı, BİZ-BİR-İZ içerisinde sevdiklerini hırpalamak sayılacağı için bırakmak demek,
kardeşini kendinden önce düşünmek,
üzülmesine kıyamamak demek,
çünkü bütün Ümmet-i ile Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin gönlü bir mü'min gönüller havuzu,
Orada olmayı herşeyden çok sevmek,
her şeye rıza göstermek demek,
çok şey demek, her şey demek, ve dile gelmeyecek kadar muhteşemlik demek,
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem demek,
O'nun muhabbeti hatırına var olduğumuz için,
O'ndan asla ayrı olmadığımızı anlamak demek,
ve bu anlamamızın adı teslimiyyet demek.
Teslimiyyet ile İstikamet ikramlarını mahviyet ile içmek demek belki,
Gönüle sınır yok,
bâzen yazmaya başladığımda sayfalar kendiliğinden akıp nasıl gidiyor anlayamıyorum,
herşeyi toparlayamamakla birlikte
tek anladığım ise şu olmakta,
şu elle tutup gözle göremediğim halde aşikar oportada ve var olan hisler ve duyuşlar nasılda sonsuz
bıraksam susmaz,
yorulmasam durmaz,
tereddüt edip ket vurmasam sınır dinlemez,
söyler durur bir hale geçse ne söz biter, ne anlamalar,

bu sonu olmayan bir şey ise,
Rabbülâleminimiz kudret ve sıfatlarının da sonu asla yok
ve o en sevdiği olan Habibullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizi sonlu ve sınırlı sevmiş olamaz,
demek bu Muhabbetullah'ın da sonu yok,
Onun hatırına ve hürmetine yarattığı âlemlerininde sonu olamaz,
ve demek El-Vedûd esması içine girmenin de sonu yok,
Bütün esma-i şerifelerin ve Sıfat-ı şerifelerin içinde herkese yer var
bütün gönüllere, gönüllerce yer var
ve O BİRR gönül ile ve bile olduğumuz kesin ve kati,
aksini düşünmek kendimizi aldatmak demek,
gözümüzün önüne parmağımızı koyup güneşi göremiyorum demekten farksız.

Zâten tek yönümüz var,
tek istikametimiz var,
yollarda tabelalar vardır görürüz,
"köprüden önce son çıkış" yazar.
yani köprüye girdiğinizden sonra dönemezsiniz, çıkacaksanız şimdi son çıkışa yaklaştınız demektir bu,
Bu hayat köprüsünün de tekçıkışı kabir kapısı.
Ve Muhammed-i Muhabbet sarayının tek yolu ve istikameti bu.

Bizler şimdi ne yapmalı, nasıl anlamalıyız?
Anlayacağımız Hocamızın şu formülünde aşikar,
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Hazretlerine,
"Samimiyyet, Sadakat, Sabır, Selamet..."
ile bağlı olmak.

"Lâ ilâhe illallah Muhammederresulullah."

Rabbimiz cümlemizi Ehl-i Muhammedi muhabbet kılsın.
Teslimiyyetimizi inkardan ikrara çevirsin,
benlik başlarımızı mahv etsin ve BİZ'e hayrlar versin inşaallah. Âmin!..
Resim
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: SAHABE DUALARI

Mesaj gönderen simurg »

ResimAişe radiyallahu anha DUÂsı:

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Aişe validemize hitaben şöyle buyurmuştur:
Yâ Âişe! bütün duaların mânâlarını içeren cümleler ile dua ederek şöyle de:
Yâ Allahım! Ben senden hayrın tamamını, hâzırını, geleceğini, bildiğimi ve bilmediğimi taleb ederim. Şerrin bütününden, hâzırından ve geleceğinden, bildiğimden ve bilmediğimden sana sığınırım. Senden cennet ve cennete yaklaştırıcı, söz ve hareketleri isterim. Ateşten, ateşe yaklaştırıcı söz ve hareketlerden de sana sığınırım. Senin kulun ve rasûlün MuhaMMed'in senden istediği hayrı senden istiyorum. Kulun ve Rasûlün MuhaMMed her neden sana sığınmışsa ben de aynı şeyin şerrinden sana sığınırım. Senden isteğim, bana herhangi bir işi takdir buyurduğun zaman onun neticesini doğrulukla sona erdirmendir.
Ey rahmet edenlerin en fazla rahmet edeni! Bütün bunları rahmetinden taleb ederim!


(İbn Mâce ve Hâkim; Hz. Âişe'den sahih olarak)
Kullanıcı avatarı
Hacer
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 505
Kayıt: 03 Nis 2007, 02:00

Re: SAHABE DUALARI

Mesaj gönderen Hacer »

ResimŞikâyetini ALLAHa Duyuran Sahabe

Havle binti Salebe radıyallahu anhâ dînî hayatını samimiyetle yaşayan, inancından asla tâviz vermeyen bir hanım sahâbî!.. Kocası ile arasında geçen zıhar konusunda şikâyetini Allah ve Resûlüne duyurabilen, duâsı kabul olunan mutlu bir hanım!.. İman mevzuunda gösterdiği hassasiyet ile tanınan dînî ölçülere göre yaşama gayreti içerisinde olan bir hanımefendi!.. Hakkında Allah Teâlânın Mücâdele Sûresinin ilk dört âyetini nâzil buyurduğu bir bahtiyar!..

قَدْ سَمِعَ اللَّهُ قَوْلَ الَّتِي تُجَادِلُكَ فِي زَوْجِهَا وَتَشْتَكِي إِلَى اللَّهِ وَاللَّهُ يَسْمَعُ تَحَاوُرَكُمَا إِنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ بَصِيرٌ
“Kad semiallâhu kavlelletî tucâdiluke fî zevcihâ ve teştekî ilallâhi vallâhu yesmeu tehâvurekumâ, innellâhe semî’un basîr(basîrun): Kocası hakkında seninle tartışan ve Allah'a şikâyette bulunan kadının sözünü Allah işitmiştir. Allah, sizin konuşmanızı işitir. Çünkü Allah işitendir, bilendir.” (Mucâdele 58/1)

الَّذِينَ يُظَاهِرُونَ مِنكُم مِّن نِّسَائِهِم مَّا هُنَّ أُمَّهَاتِهِمْ إِنْ أُمَّهَاتُهُمْ إِلَّا اللَّائِي وَلَدْنَهُمْ وَإِنَّهُمْ لَيَقُولُونَ مُنكَرًا مِّنَ الْقَوْلِ وَزُورًا وَإِنَّ اللَّهَ لَعَفُوٌّ غَفُورٌ
“Ellezîne yuzâhirûne minkum min nisâihim mâ hunne ummehâtihim, in ummehâtuhum illellâî velednehum, ve innehum le yekûlûne munkeren minel kavli ve zûrâ(zûren), ve innellâhe le afuvvun gafûr(gafûrun): İçinizden zıhâr yapanların kadınları, onların anaları değildir. Onların anaları ancak kendilerini doğuran kadınlardır. Şüphesiz onlar çirkin bir laf ve yalan söylüyorlar. Kuşkusuz Allah, affedicidir, bağışlayıcıdır." (Mucâdele 58/2)

وَالَّذِينَ يُظَاهِرُونَ مِن نِّسَائِهِمْ ثُمَّ يَعُودُونَ لِمَا قَالُوا فَتَحْرِيرُ رَقَبَةٍ مِّن قَبْلِ أَن يَتَمَاسَّا ذَلِكُمْ تُوعَظُونَ بِهِ وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرٌ
“Vellezîne yuzâhirûne min nisâihim summe yeûdûne li mâ kâlû fe tahrîru rekabetin min kabli en yetemâssâ, zâlikum tûazûne bih(bihî), vallâhu bi mâ ta’melûne habîr(habîrun): Kadınlardan zıhâr ile ayrılmak isteyip de sonra söylediklerinden dönenlerin karılarıyla temas etmeden önce bir köleyi hürriyete kavuşturmaları gerekir. Size öğütlenen budur. Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.” (Mucâdele 58/3)

فَمَن لَّمْ يَجِدْ فَصِيَامُ شَهْرَيْنِ مُتَتَابِعَيْنِ مِن قَبْلِ أَن يَتَمَاسَّا فَمَن لَّمْ يَسْتَطِعْ فَإِطْعَامُ سِتِّينَ مِسْكِينًا ذَلِكَ لِتُؤْمِنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَتِلْكَ حُدُودُ اللَّهِ وَلِلْكَافِرِينَ عَذَابٌ أَلِيمٌ
“Fe men lem yecid fe siyâmu şehreyni mutetâbiayni min kabli en yetemâssâ, fe men lem yestetı’ fe ıt’amu sittîne miskînâ(miskînen), zâlike li tû’minû billâhi ve resûlih(resûlihî), ve tilke hudûdullâh(hudûdullâhi), ve lil kâfirîne azâbun elîm(elîmun): (Buna imkân) bulamayan kimse, hanımıyla temas etmeden önce ardarda iki ay oruç tutar. Buna da gücü yetmeyen, altmış fakiri doyurur. Bu (hafifletme), Allah'a ve Resûlüne inanmanızdan dolayıdır. Bunlar Allah'ın hükümleridir. Kâfirler için acı bir azap vardır.” (Mucâdele 58/4)

O Medineli olup Hazrec kabîlesine mensuptur. Hicretten sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimize beyat etti. Babası Salebe İbni Esremdir. Amcasının oğlu Evs İbni Sâmit el-Ensâri ile evlendi. Rebî adında bir çocukları oldu.

Evs İbni Sâmit (r.a) tanınmış sahâbî Ubâde İbni Sâmit (r.a)ın kardeşidir. Bedir ve Uhuddan başka birçok gazvede bulunmuştur.

Havle binti Salebe (r.anhâ) dînî konularda çok hassastı. İnancını hayata geçirmek için çalışırdı. Yaşlılık yıllarında kocası ile arasında bir hâdîse geçmişti. Haklarında Allah ve Rasûlünün hüküm vermesini bekledi. Kimseye durumunu açmadı. Kocasına karşı tavır aldı. Şikâyetini ancak Allah ve Resûlüne bildirdi. Sıkıntısına çözümü ancak Allah ve Resûlünün bulmasını istedi. Sızlanışı, ısrarı onun îmânî hassasiyetine en güzel örnekti. Başından geçen olayı kendisi şöyle nakletmektedir:

Evs İbni Sâmit hayli yaşlanmıştı. Ne dediğini, ne yaptığını bilemez bir hale gelmişti. Birgün canı sıkkın bir vaziyette iken, öfke ile bana: Sen bana anamın sırtı gibi ol! dedi. Daha sonra evden çıkıp gitti.

Bir müddet sonra pişman olarak eve döndü. Beraber olmak istedi Ben: Hayır! Sen çok büyük lâf ettin. Sonu nereye varacak bilemiyorum. dedim. Sonra Evse: Sen Rasûlullaha git ve yaptığın işten sor! dedim. O da: Ben bunu Rasûlullahtan sormaya utanırım. Git bunu Allah Rasûlüne sen danış. dedi.

Bu ifadeler Araplar arasında boş olmayı gerektiren bir söz olarak kabul edilmekteydi. Cahiliye devrinin bu boşama şeklinin İslâmda da geçerli olabileceği ihtimalini dikkate alan Havle binti Salebe (r.anhâ) haklarında Allah ve Resûlü bir hüküm verinceye kadar bir araya gelemiyeceklerini kocasına söyledi. Daha sonra Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimizin huzuruna gitti. Hâne-i saâdete vardı. Hz. Aişe annemizin evinde buldu. İzin alarak huzura girdi ve olup biteni açık ifadelerle şöyle anlattı:

Yâ Rasûlallah! Bildiğiniz gibi kocam Evs çocuklarımın babası, amcamın oğlu. Aşırı yaşlılıktan dolayı biraz geçimsiz ve dengesiz bir halde çok ağır bir kelime konuştu. Sen bana anamın sırtı gibisin. dedi. Talaktan söz açmadı ama bu şekilde söyledi diye halini arzetti. Rasûlullah (s.a) Efendimizin yanından ayrılmadı. Devamlı duâ ve tazarrû halinde: Yâ Rabbi! Halimi sen biliyorsun. Bize bir kurtuluş yolu lutfeyle!.. diye sızlanmaya başladı.

Hz. Aişe (r.anhâ) annemiz Havle (r.anhâ)nın bu durumuna çok üzüldü. Onun acısını paylaşmak üzere birlikte gözyaşı döküp duâ ettiler. Hüzün her taraflarını kaplamış iken birden Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimizin halinin değiştiğine şâhit oldular. İki Cihan Güneşi Efendimizin yüzünde vahiy sırasında görülen alâmetler görülmeye başlandı. Hz. Aişe (r.anhâ) bu hâli görünce:

Ya Havle! Allah bilir ya, vahiy geliyor muhakkak. O da olsa olsa senin hakkında olabilir. diyerek teselli etmeye çalıştı. Havle (r.anhâ) duâya devam ediyor ve: Ya Allah hayırlı olanı lutfet. Zira ben, Peygamberinden ancak hayır istedim. diye gözyaşı akıtıyordu.

Bir müddet sonra İki Cihan Güneşi Efendimiz kendisine geldi. Vahiy hali geçmişti. Etrafına nur saçan tebessümleriyle gülümsemeye başladı ve: Ya Havle! Allah senin ve onun hakkında âyet indirdi. buyurdu. Nâzil olan âyet-i kerîmeleri okudu. Kalblerdeki hüzün, sürûra dönüştü. Sıkıntılı, üzüntülü hava dağıldı. Neşeli, sevinçli sıcak bir ortam oluştu. İnen âyetlerin meâli şöyle idi:

Kocası hakkında seninle tartışan ve Allaha şikâyette bulunan kadının sözünü Allah işitmiştir. Allah sizin konuşmanızı işitir. Çünkü Allah işitendir, bilendir.

İçinizden zıhar yapanların kadınları, onların anaları değildir. Onların anaları ancak kendilerini doğuran kadınlardır. Şüphesiz onlar çirkin bir laf ve yalan söylüyorlar. Kuşkusuz Allah, affedicidir, bağışlayıcıdır.

Kadınlardan zıhar ile ayrılmak isteyip de sonra söylediklerinden dönenlerin karılarıyla temas etmeden önce bir köleyi hürriyete kavuşturmaları gerekir. Size öğütlenen budur. Allah yaptıklarınızdan haberi olandır.

Buna imkan bulamayan kimse, hanımıyla temas etmeden önce ardarda iki ay oruç tutar. Bunada gücü yetmeyen altmış fakiri doyurur. Bu hafifletme, Allaha ve Resûlüne inanmanızdan dolayıdır. Bunlar Allah�ın hükümleridir. Kâfirler için acı bir azap vardır.

Allaha ve Resûlüne karşı gelenler, kendilerinden öncekilerin alçaltıldığı gibi alçaltılacaklardır. Biz apaçık âyetler indirmişizdir. Kâfirler için küçük düşürücü bir azap vardır.

O gün Allah onların hepsini diriltecek ve yaptıklarını kendilerine haber verecektir. Allah onları bir bir saymıştır. Onlar ise unutmuşlardır. Allah her şeye şâhittir. (Mücâdele Sûresi: 1-6)

Allah Teâlâ nâzil buyurduğu bu âyet-i celîleler ile o eski geleneğin yanlış bir zandan ibaret olduğunu, böyle sözlerle kadının, kocasının anası olamayacağını bildirdi.

Ancak, böyle bir söz söyleyene de fakirlerin lehine olmak üzere bir ceza koydu. Konan cezaları üç gurup halinde duyurdu. Herkesin imkânı, gücü nisbetinde bu üç cezadan birini yerine getirmesini dînî bir vazîfe saydı. Günâha düşen kulun ancak bu şekilde affedileceğini açıkladı.

Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimiz ilâhî mesaj yüklü bu âyet-i kerîmeleri okuduktan sonra Havle (r.anhâ)ya hitaben:

Ona söyle de bir köle azâd etsin buyurdu. Havle:

Hangi köleyi Ya Rasûlallah! Allaha yemin ederim ki onun azâd edecek bir şeyi yok. dedi. Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimiz:

O zaman peşipeşine iki ay oruç tutsun. buyurdu. Havle:

Vallahi o çok yaşlıdır. Buna da gücü yetmez. dedi. Efendimiz:

O halde altmış yoksulu doyursun. buyurdu. Havle:

Ya Rasûlallah! Onda bu imkân da yok. dedi. Bunun üzerine Rahmet Peygamberi Efendimiz:

Biz sana bir ağacın verdiği kadar, bir sepet hurma vereceğiz. buyurdu. Havle binti Salebe de:

Ben de o kadar hurma ilâve edeceğim ve dağıtacağım. dedi. Efendimiz Havlenin bu sözünden memnun oldu ve:

Git ona ver dağıtsın. Amca oğlunun, kocanın iyiliği için çalış. buyurdu.

Ne hassasiyet!.. Ne muhabbet!.. Ne îmânî aşk!.. Ne samîmî davranış!.. Ne güzel örnek!.. Allah ve Rasûlü katında değerini, kıymetini bilmek!.. Hayatı dînî ölçülere riâyet ederek devam ettirmek!.. Karı-koca arasında da olsa, harama düşmemek için gayret etmek!.. Muhabbet ve nezâket içerisinde hayat sürmek!.. Allahım bizlere de böyle nezâket ve incelik dolu hayat nasîb et!..

Havle binti Salebe (r.anhâ)ya bütün sahâbîler hürmet ederdi. Hakkında nâzil olan âyetler onun Allah katındaki değerini ilân etmişti. Bu sebeble ona karşı hizmet ve hürmette kusur etmezlerdi. Hz. Ömer (r.a)ın devrinde geçen şu hâdise bunun en açık örneği idi.

Hz. Ömer (r.a) halifeliği döneminde ashâb-ı kiramdan Abdülkays kabîlesinin reisi Cârûd İbni Mualla ile birlikte yolda giderken Havle binti Salebe (r.anhâ)ya rastladı. Artık yaşlanmıştı. Ona selam verdi. Havle (r.anhâ) selâmı aldı ve Hz. Ömere şu nasîhatta bulundu:

Biz seni bir hayli zaman Ömercik diye bilirdik. Sonra büyüdün delikanlı Ömer oldun. Daha sonra da sana Müminlerin emiri Ömer dedik. Allahtan kork ve insanların işleriyle ilgilen. Zira Allahın azabından korkan kimseye uzaklar yakın olur. Ölümden korkan, fırsatı kaçırmaktan da korkar. dedi.

Bu sözlerden duygulanan Hz. Ömer (r.a)ın gözlerinden yaş akmağa başladı. Arkadaşı Cârûd bu duruma üzüldü. Nasıl olur da bir kadın halîfeye bu sözlerle hitab edebilirdi? Onun halifeyi üzmesine ve yolda bekletmesine gönlü râzı gelmedi. Koca halîfeye karşı böyle rahat hareket etmesine sabredemedi. Öfkeli bir şekilde tanımadığı hanıma Havle binti Salebe (r.anhâ)ya dönerek:

Be kadın! Müminlerin Emîrini rahatsız ettin. Yolda beklettin.diye çıkıştı. Hz. Ömer (r.a) ise arkadaşına o hanımın nasîhatlarından memnun olduğunu bildirdi. Hatta onun konuşmasını istercesine:

Bırak onu, istediğini söylesin! Sen bu kadının kim olduğunu biliyor musun? dedi. Cârûd da: Hayır, tanımıyorum. dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a) arkadaşı Cârûda o hanımı şöyle tanıttı:

Bu, şikâyetini Allah Teâlânın arş-ı alâdan duyup değer verdiği Havledir. Vallahi beni geceye kadar burada tutmak istese, namazdan başka bir şey için kendisini bırakıp gitmezdim. Namazımı kılıp gelir yine onu dinlerdim. dedi. Onun Allah katındaki değerini bu şekilde bildirdi. Kendisinin de Allaha teslim olma konusundaki güzel hâlini, tevazûsunu bu sözleriyle göstermiş oldu. Allahın yedi kat göklerin ötesinden sesini duyduğu bu hanıma Ömerin daha fazla kulak vermesi gerektiğini belirtti.

Ne yüce îmânî hassasiyet bu!.. Ne kadirşinaslık bu!.. Ne güzel örnek kardeşlik bu!.. Mümin kardeşine ne değer veriş bu!..


Cenâb-ı Hak cümlemize Havle binti Salebe (r.anhâ) gibi imânî hassasiyete sâhib olabilmeyi, şikâyetimizi Allaha duyurabilmeyi ve şefaatine erebilmeyi nasîb eylesin. Âmin!.
Resim
Kullanıcı avatarı
simurg
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 928
Kayıt: 01 Haz 2009, 02:00

Re: SAHABE DUALARI

Mesaj gönderen simurg »

Resim Ebu Bekir radiyallahu anhu DUÂsı:

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Hz. Ebubekir'e şöyle dua etmesini öğretmiştir:
Ey Allahım! Peygamber'in Muhammed'in hürmetine, dostun İbrahim'in hürmetine, kurtardığın (veya seninle konuşan) kulun Musa hürmetine, kelime ve rûhundan olan İsâ hürmetine, Musa'nın Tevrat'ı, İsâ'nın İncil'i, Dâvud'un Zebûr'u ve Muhammed'in Furkan'ı hürmetine, kullarına gönderdiğin bütün vahiylerin hürmetine, yerine getirdiğin bütün kazâ ve kaderin hürmetine, senden isteyip dileğine erişen kullarının hürmetine, fakir yaptığın zenginin, zengin yaptığın fakirin hürmetine veyâ hidâyet ettiğin sapığın hürmetine ihtiyacımı senden istiyorum. (Beni mahrum eyleme). Musa'ya inzâl buyurduğun isminin hürmetine, kullarının rızıklarını dağıtmakta rolü olan büyük isminin hürmetine, yeryüzünün karar bulması için, üzerine koyup da onda muvazeneyi temin eden isminin hürmetine, göklerin üzerine konup onların istiklâle kavuşmasını temin eden isminin hürmetine, dağların üzerine koydurup onlarda istikrarı t-min ettiren isminin hürmetine, o ismin ki, arşın onunla ayakta durmaktadır, işte onun hürmetine, senin Tuhûr, Tâhir, Tahhâr, Samed ve Vitr isimlerinin hürmetine, o mübârek ismin ki, Kitabında senin nezdinde apaçık nûrdan inzâl buyurulmuştur, onun hürmetine. O ismin ki, gündüzün üzerine onu koymuş, gündüzün nûrlanmasına vesile olmuştur. Gecenin üzerine onu koymuş, gecenin kararmasına vesile olmuştur, onun hürmetine, senin azamet ve kibriyânın, kerîm zâtının hürmetine, senden bana Kur'an ile onun bilgisini ihsân buyurmanı ister ve o bilgiyi etimle, kanımla, kulağımla, gözümle ayrılmaz bir şekilde karıştırmanı senden dilerim ve bütün bunların hürmetine senden isterim ki, kuvvet ve kudretinle benim vücudumu kendi yolunda çalıştırasın. Çünkü günahtan dönüş ve ibâdete yöneliş, ancak senin kuvvetin ve kudretinledir. Ey rahmet edenlerin en rahmet edicisi olan Allah!”


(İbn Hibban, (Abdülmelik b. Hârun b. Absere'den). Hadîs munkatı'dır.)
Cevapla

“Dua Köşesi” sayfasına dön