CuMâ CeM'im-İZ

Dinimizde mübarek gün ve geceler hakkında bilgiler.
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: CuMâ CeM'im-İZ

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

İLk CUMÂsı RamazÂNın
DEVRinde DELi DevrÂNın
SEYRinde SIRRı SeyrÂNın
CEVLinde CÂNda CevLÂNın
HAYRında>HÂL-i HayrÂNın..


ZEVK 8849

BEDEN AŞk ŞEHR ŞEHÂDeti =>KALB KÂBEsin>MEŞk MAHREMi
YuSEBBihu.. =>KÛN feyeKÛN =>Şe’ÂNda =>Şu ÂN VAKt DEMi
hER CÂN CÂNÂN’ın KAFESi
NEFES =>“ELESt”in NEFESi
=>BİZBİR-İZ =>CUMÂ “MAHŞER”i =>ŞeHaBeDDiN PAŞA CEM’i!.


18.05.18 13:06
brsbrsm..şhbddinpaşacâmisi..



YÂ HAYyu’L- HUuu!. ALLAH celle celâlihuu!.


Resim


Resim

Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebiyyike ve
Rasûlike ve
Nebiyyi'l- Ummiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve's-sahbihi ve uMMetihi...

ALLAHımız celle celâluhu!
BİZe MuhaMMedî Gayret,
PÎRimizden Hâl-i HiMMet,
RASÛLünden ŞiFâ-yı ŞeFâat,
ZÂTından İnâyet-Hidâyet-SeLâmet
İZZet-i İhsÂNınLa LûTFet-CEM’ et CUMÂMIza İnşae ALLAH!..


Resim

MuhaMMedi MuHABBEtLerimİZLe!..



Resim

(Şehabettin Paşa Câmisinde bir “VaV” Hattı)

تَبَارَكَ الَّذِي بِيَدِهِ الْمُلْكُ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
Resim---"Tebârakellezî bi yedihil mulku ve huve alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).: Mülk elinde (kudretinde) olan O (Allah) Mübarek’tir. Ve O, herşeye kaadirdir.”
(Mülk 67/1)



ŞAHABETTİN PAŞA (Hadım) CÂMİİ

Şehabettin Paşa Mah. Çatalfırın Sok., Altıparmak, Osmangazi, Bursa.

Şahabeddin Paşa, Osmanlı harem ağası ve veziri. Murat II (salt. 1421-1451) döneminde sarayda yetişerek harem ağası oldu. Zekâ ve yetenekleriyle sivrildi; 1439'da Sevâhil Muhafızı (sahil korumasıyla görevli yetkili), ardından Rumeli Beylerbeyi ve vezir oldu. Mehmet II. Fatih döneminin başlangıcında da kısa süre görevini sürdürdü; daha sonra etkin yaşamdan çekildi, 1453'te öldü. Bursa Çatalfırın'da "Laleli Çeşme" adıyla tanınan bir çeşme, Filibe'de câmi ve imâret yaptırdı. Altıparmak Caddesi üzerinde Karamanlı Mehmet oğlu Mehmet tarafından yaptırılan câmi, yanındaki çeşmeden galat olarak Sahabettin Paşa Câmisi adıyla anılmaktadır.

Mehmet Çelebi tarafından yaptırılmıştır. Mescidin kapı üstünde dört satırlık bir kitâbesi vardır.
Mescidin ikinci kez yapıldığı sanılmaktadır. Mescide adını veren Şahabeddin Paşa, II. Murat ve Fatih in veziridir.
Mescidi önce Şahabeddin Paşa yaptırmıştır. Ancak sonra yıkıldığı için Karamanlı Mehmet’in ikinci kez yaptırdığı söylenir. Vakfiyesi Şehabeddin Paşa ya âittir. 9.80X 10.25 metre iç ölçülerinde olan mescidin üzeri ahşap ve kiremitle örtülmüştür. Pencereleri XVIII. yüzyıl mescidlerinde gördüğümüz yüksekliktedir. Mescidin önünde bulunan çeşmeler yok olmuştur. 1957 yılında Bursa Eski Eserleri Sevenler Kurumu tarafından aslına uygun olarak onarılan mescid, halen sağlam ve ibâdete açık durumdadır. Vakıflar Genel Müdürlüğü malıdır.
2011 yılında büyük bölümü yıkılarak yeniden yapılmış, bunun yanında câmii giriş kapısı üstüne ahşap son cemaat yeri yapılarak yeniden ibâdete açılmıştır.


HADIM LALA ŞEHABETTİN ŞAHİN PAŞA KİMdir?.

II. Murad ve II. Mehmet (Fatih) döneminde vezirlik yapmış bir devşirmedir. Dönemin güçlü veziri Çandarlı Halil Paşa ile Zağnos ve İbrahim Paşalar arasındaki hizipleşmede Çandarlı'nın karşısında yer aldı.
II. Murat’ın 1444 yılında tahttan çekilip yerine 12 yaşındaki II. Mehmet’in tahta çıkmasında rol oynadı.
Çocuk padişahın tahta çıkması, II Murat’ın tahtta hak iddia eden kardeşi Orhan Çelebi’yi Dobruca’da bir isyan girişimi için cesaretlendirmişti. Girişimi önleyen ve Orhan Çelebi’yi İstanbul’a kaçmak zorunda bırakan Şehabettin Paşa oldu.
Padişah değişikliği, Haçlılar’ı da yeni bir sefere kışkırtmıştı. Şehabettin Paşa, savaşa II. Mehmet komutasında gidilmesini savunmuş ama baba II. Murat orduyu komuta etmişti. Osmanlı’nın zaferi ile sonuçlanan savaşta, Türk ordusunun sol kolunu Rumeli Beylerbeyi olan Şehabeddin Şahin Paşa yönetti.
10 Kasım 1944’te gerçekleşen Varna Zaferi’nden sonra “paranın ayarı bozuldu” gerekçesiyle ve Çandarlı Halil’in kışkırtmasıyla 1446 yazında çıkan yeniçeri isyanında Şehabettin Paşa’nın sarayı basılıp yağmalandı ve II. Mehmet’in sarayına sığınan paşa, canını zor kurtardı.
Çıkan karışıklıklar sonucu 1446 yılının ağustos ayında Sultan II. Murat, yeniden tahta geçti. Şehabettin Paşa, tahttan inen Mehmet ile birlikte Manisa’ya gönderilen paşalar arasındaydı.
II. Mehmet, 1451’de ölen babasının yerine tekrar tahta geçtiğinde yönetimde etkili oldu ve Çandarlı Halil’in muhalefetine rağmen diğer devşirme paşalarla birlikte padişahı İstanbul’un fethine iknâ etti.
Fetihten sonra Fatih Sultan Mehmet’in ikinci veziri oldu..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: CuMâ CeM'im-İZ

Mesaj gönderen Hakan »

Resim TEKe TEKte..

KüLLî ŞEYy >ALLAHın NÛRu
İnKÂR-İkRÂR>TEVHiD TÛRu
ELEST İLe MaHŞER ->BURda
hER NEFes ->hERkeSin SÛru..

ZEVK 8114

KÛN feyeKÛN>gÖLge OYUNu ->KULLuğun MekÂN ZamÂNı
->KAPIsı Yok!. ->BACAsıYOk!.. ->BUra-sı ->İmtihÂN HANı
DOĞar BeBe.. ÖLür DeDe..
->HAKk’a >DUÂ EDe EDe..
YiNE CUMÂ CEM’indeyİZz.. ->Abd-ü-RABBı ->CÂN-CÂNÂNı!.


21.04.17 11:52
brsbrsmm..tktktrstkkmdecâncÂnÂn..



BUra>BUrsam ->DİReğiyİZz
HALKa ->HAKkın GEReğiyİZz
KADRimİZ BİLen BULunmaZz
-->ReSÛLuLLAH YÜReği-yİZz!.
..sallallahu aleyhi vesellem..

YÂ HAYyu’L- HUuu!. ALLAH celle celâlihuu!.


Resim


Resim

Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebiyyike ve
Rasûlike ve
Nebiyyi'l- Ummiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve's-sahbihi ve uMMetihi...

ALLAHımız celle celâluhu!
BİZe MuhaMMedî Gayret,
PÎRimizden Hâl-i HiMMet,
RASÛLünden ŞiFâ-yı ŞeFâat,
ZÂTından İnâyet-Hidâyet-SeLâmet
İZZet-i İhsÂNınLa LûTFet-CEM’ et CUMÂMIza İnşae ALLAH!..


Resim MuhaMMedi MuHABBEtLerimİZLe!....
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: CuMâ CeM'im-İZ

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

ELe>ELe>ERinde =>RABBım
AŞKın MAHŞERinde>RABBım
=>SEKiZ CeNNet>NÂSiB Etti
TEMENNÂ YERi-nde RABBım!.


ZEVK 8859

=>ERENLer İZİne DÜŞtük =>MuhaMMedî İZi BULduk
KeLÂMuLLAH RESÛLuLLAH HAKk BİZ BİR-İZi BULduk
CUMÂ CEM’in>BAYRAM İÇin
AŞK AYNAmızı=>>CAM İÇin
TEKe TEK TERas TEKkemden>TEKke CÂMimiZi BULduk!.


25.05.18 02:24
brsbrsm..tekkecâmimizz..


SEVgi MAHŞERinde GÜLümm
=>DERUNî DERinde GÜLümm
=>SENi SEVdim BEKLiYORum
>TEMENNÂ YERinde GÜLümm!.


TEMENNÂ.: Eli alnına götürerek selâmlama işareti yapma. HAKk TeÂLÂ’ya Minnettâr olma..


Resim

ALLAHümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebîyyike ve
Rasûlike ve
Nebiyyi'l- ÜMMîyyi ve alâ âlihi, Ehl-i Beytihi ve's- sahbihi ve ÜMMetihi...

ALLAHımız celle celâluhu!
BİZe MuhaMMedî Gayret,
PÎRimizden Hâl-i HiMMet,
RASÛLünden ŞiFâ-yı ŞeFâat,
ZÂTından İnâyet-Hidâyet-Selâmet
İZZet-i İhsÂNınla LûTFet-CEM’ et CUMÂMIza İnşae ALLAH!..


Resim

Resim

TEKKE CÂMİsi.:

Temenyeri Mahallesi Köşk Caddesi’nde yer alır.
Hüsameddin BURSEVî kaddesallahu sırrahu Câmisi, H. 632 tarihinde vafâtına kadar Tekke olarak kullanıldı.
Hacı Halil Efendinin oğludur. Semerkandî Tarikatının en önemli simâlarındandır. Halvetî Zikri ayini yaptırdı.
TemEN YERinde OLuşundan “TEMENNÂ YERi” “TEKke Mescidi” denmiştir.
Sultan I. ci Ahmed yeniden yaptırıp genişleterek Câmi yapmıştır.
Câmini batı avlusunda ALi Semerkandî’nin (vef. 1579) kabri vardır..



Resim eski hali..

HÜSAMEDDİN TEKKE ÇEŞMESİ.:

Maalesef geçmiş dönemlerde, ALLAH celle celâlihu’dan korkmadan Câmilerin dibine kadar evler yapmışlar, vakıf malı lânetli olduğu halde vakıflarına bahçelerine el koymuşlardır.
Bunlardan birisi de, ne yazık ki yol geçirilip Tekke Câmisiden ayrılan ve bir evin balkonu altından ancak ön görüntüsünü kurtaraBİLmiş Hüsameddin Câmisi Çeşmesidir!.
Osmanlı’dan miras kalan 400 yıllık Hüsameddin Tekke Çeşmesi, Sultan II. Abdülhamid Han döneminde yenilenmiştir. Tarihi çeşme, Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından restore edilmiştir..



HÜSAMEDDİN NAKŞİBENDÎ
kaddesallahu sırrahu..:


Hüsameddin Nakşibendî kaddesallahu sırrahunun İlk Hocası Ahizâde Abdulhalim Efendi kaddesallahu sırrahudur. Hüsameddin Bursevî kaddesallahu sırrahu, müderris iken Seyyid Alaaddin Ali Semerkandî kaddesallahu sırrahunun oğlu Seyyid Şeyh Mehmed Efendi kaddesallahu sırrahu’dan icâzet aldı. Ve Tekkesinde uzlete çekildi ve h. 1042 tarihinde HAKk’a yürüdü..

Semerkandî Tarikatının Kurucusu, Seyyid YAHya ŞİRVÂNî kaddesallahu sırrahudur. Oğlu Seyyid Alaaddin Ali Semerkandî kaddesallahu sırrahu h. 862 tarihinde irtihal etti. Mersin’in Gülnar İlçesi Zeyni/Sütlüce Bucağında defn edilmiştir. Burada türbesi, mescidi, zâviyesi, vakfiyesi vardır..

Üftade kaddesallahu sırrahudan 50 yıl sonra vefât eden Hüsameddin Nakşibendî kaddesallahu sırrahu Temen Yerindeki uzlet mekanını mescid ve dergâha çevirmiştir.

“Menâkib-i Üftade” İsimli Eserinde bunu şöyle anlatır:
“Bu Hâkir ki câmiu’l- Menâkib olan Hüsameddin Dâi fâkirin şehrinden kalkıp, olduğumuz dağa gelüp Mahalle Mescidin Câmi edüp, nice tarikle ol mahalleninin ihtiyacın say üzere olduğumuz Mahallede eskiden olan ihtiyarlar gördüler ki: “ALAH!. ALLAH!.” dedim. “Nedir?.” dediler.
“Üftade Efendi Hazretleri merhum ekseriya, Hazreti Emir Sultan’a hitaba gittiklerinde buradan geçüp, gelüp bu SU’dan içip, mihrab yanında olan büyük kestaneye arkasın verip bir miktar oturup derler idi ki: “Bir kimsecik vardır gelüp buraları da ihyâ eylese gerektir. Ve bu mescidi, ve derenin öte tarafında bir mescidi dahi bu şehirde.
Bunlar Ricâl-i Gayb mecma’ıdır/toplanılacak yeridir. Ol kimse, bu mescidi câmi idüp buracıklar şeref bulsa gerektir.”
Deyüp dahi buradan yaya yürüyüp, aşağıda Mekâbirler Deresinde bir kuşta nedibi alıp, dahi bir miktar durup andan katırcıklarına binüp giderle idi. Acep ol dedikleri sizmişiz işâreti evliyanın boş lafı değildir.
İnşâe ALLAHu TeÂLÂ günden güne Üftade Hazretlerinin Nefesi Şerifleri üzere ol el ÂN dahi ihyâ olmaktadır.

Hüsameddin Nakşibendî kaddesallahu sırrahu Hazretleri “Menâkib-i Üftade”den şu mısraları birkaç defa tekrar etmiştir.:


GEL İMdi EVLiYÂyı MuhaBBet Et!
CÂNı BAŞ İLe YOLUna HİZmet Et!
MâSiVâ YOLLarından FiRÂR Et!
TÂRiKi HAKKta GeL Dâim KARar Et!
AKiLsen EVLiYÂyı SEVeGÖR!
SIDk İLe Gİtt YOLa GİdeGÖR!
MeNâkib GELdi DİNLeyip Safa Et!
CÂN u DİLden İ’tikadını PÂK Et!..



TÜRBESİ.:

TÜRBEsinde BULunan Zevât-ı Kirâm:

1-) Eş ŞEYh Hüsameddin Nakşibendî HazretLeri.
2-) Eş ŞEYh Muhyiddin Bursevî HazretLeri.
3-) Eş ŞEYh Abdulkadir HazretLeri.
4-) Eş ŞEYh Abdülaziz HazretLeri.
5-) Eş ŞEYh Mustafa HazretLeri.
6-) Eş ŞEYh Abdurrahman HazretLeri.
7-) Eş ŞEYh İzzeddin HazretLeri.
Diğer 2 kabirdekilerin kimliği tesbit edilmiştir..



HÜSAMEDDİN NAKŞİBENDÎ kaddesallahu sırrahunun TEMENNÂ DERGÂHI.:

Bursa Şer’iyye Sicilllerindeki belgelerden anlaşıldığına göre Temenye dergâhı; Sultan Ahmed (1603-1617) tarafından Hüsameddin Bursevî Hazretleri adına yaptırılmış ve Bursa’da çeşitli mahallerden 49 neferin cizyeleri dergâha gelir olarak bağlanmıştır. 1623 taarihinde dersaadet’e bizzat başvuran Hüsameddin Efendi, Anadolu cizyesinden yıllık toplam 7200 akçenin dergâh için toplanması konusunda berat çıkartmıştır.
Hüsameddin Bursevî tarafından düzenlenen vakfiyeden anlaşıldığına göre dergâh; tevhidhâne, üst katta bir oda, bir kütüphâne, bir sofa, bir mutfak, bir banyo, bazı odalar, alt katta bir fırın, bazı binalar, ahır ve bahçeden ibarettir. Kütüphâneye bazı kitaplar vakfedilmiş ve bunun için de ayrıca bir vakfiye düzenlenmiştir.
Temenyeri’ndeki Hüsameddin Bursevî Dergâhı günümüze kadar ulaşan nâdir dergâhlardandır.

Kurucu Şeyhten sonra hizmet veren Postnişinler şunlardır .:

Muhyiddin Efendi (1673) (Hüsameddin Bursevî Hazretlerinin damadıdır ve 40 yıl dergâhın şeyhliğini yapmıştır. şeyhinin yanına defnedilmiştir.)
Abdürrahim Efendi (Şeyh Muhyiddin Efendi’nin oğludur ve dergâhın haziresine defnedilmiştir.)
Muhammed Efendi.
Ömer Efendi.
Abdülkadir Efendi.
Abdülaziz Efendi (1764)
Mustafa Efendi (1806)
İbrahim efendi (1817)
Mehmed İzzeddin Efendi (1841)
İzzeddin Efendi (1904)
Ahmed Bahaeddin Efendi (1914)



TEMENYE (TEMENNÂ) TEKKESİ..:

Yeri: Mollaarap mah. Temenyeri mah..
Tarikatı: Halvetiyye.
Zikir Usulü: DevrÂn.
Bânisi: Hüsameddin Efendi (d:? - ö: h. 1042/m. 1632)
İnşa Tarihi: 17. yy.
Onarımlar: 1927, 2013
Kitabesi: Var.
Vakfiyesi: Var.
İnceleme Tarihi: Ekim 2014, Şubat 2015.


Mevcut Durumu:

Adını bulunduğu yerden alan yapı kayıtlarda Temennâ ve Temenye olarak geçmektedir. Tevhidhâne, çilehâne, türbe, ahır; doğuda başka bir bahçe içinde ise; bir oda, kütüphâne, sofa, hamam, fırın ve derviş odalarından oluşan bu tekkeden günümüze türbesi, çilehânesi ve mescid olarak kullanılan tevhidhânesi kalmıştır.

Tarihçesi:

Hüsameddin Efendi, Bursa’da doğmuş, Hacı Halilzâde diye meşhur olmuş, ilim tahsilini Abdülhalim Efendi’den tamamlayarak bir müddet çeşitli medreselerde müderrislik yapmıştır. Daha sonra tasavvuf yolunu seçerek, Semerkandîyye’den Şeyh Alâeddin Efendi’nin oğlu Mehmed Çelebi Efendi’ye intisab etmiş ve ondan icâzet almıştır. Bursa’da Temenye’de adı geçen tekkeyi inşa ederek, irşadla meşgul olmuştur. Vefat tarihine kadar (öl. h. 1042/m. 1632) burada hizmete devâm eden Hüsameddin Bursevî yaptırmış olduğu tekkenin haziresine defn edilmiştir. Tekkenin bânisinin Hüsameddin Efendi’nin şeyhi Mehmed Efendi olması gerektiğini, Hüsameddin Efendi ise bu vakfiyeye bazı şeyler ilâve etmek sûretiyle yeni bir vakfiye düzenlediğini, böylece de “bâni-i sâni” olduğunu yazmaktadır. Hüsameddin Bursevî tarafından tekke için dört vakfiye düzenlenmiş olup, birinci vakfiye; Bursa kadısı Mehmed bin Mustafa tarafından onaylanmış olup h. 1023/m. 1614 tarihini taşımaktadır. Vakfiyeden anlaşıldığına göre Hüsameddin Bursevî, tekke olarak kullanılmak üzere bazı binalar vakfetmiştir: Temenye Mahallesi’nde bahçe içinde bir ev, aynı mahallede bir meyve bahçesi, İnegöl Geyikli Baba Köyü’nde bir ev. Hüsameddin Bursevî, söz konusu mallara hayatta olduğu müddetçe kendisi, çocukları ve eşinin tasarruf etmesini, vefâtlarından sonra ise tekkede şeyh olanların mutasarrıf olmasını şart koşmuştur. Vakfiyede dikkat çeken bir durum da bahçenin tımar işlerine özen gösterilmesi ve ağaç dikilmesine önem verilmesinin belirtilmesidir. İkinci vakfiyede Bursevî, vakfiyesinde açıkça usûl-ı Semerkandîyye’nin icrâ edilmesini, söz konusu tekkenin sürekli tekke olarak kalmasını, medrese veya daru’l- hadis gibi başka bir amaçla kullanılmamasını da şart koşmuştur. Bu vakfiye tekkenin yönetim eseslarından da bahsetmiştir. Ayrıca Hüsameddin Bursevî, düzenlemiş olduğu bu vakfiyede kendisinden sonra vakfettiği evde oturacak olan kimsenin, Temennâ Mahallesi’nde bulunan ve kendisi tarafından vakfedilen kitaplara bakmasını da şart koşmuştur. Söz konusu kitaplardan isteyenlere kitaplardan verilecek ve o kimselerin adları bir deftere yazılacaktır.

Kuruluşundan 1925 yılında kadar tarikat icrâsı devam eden ve Halvetiyye usullerine göre zikir ve ayin yapılan tekkenin bilinen şeyhleri şunlardır:

Hüsameddin Efendi Bursevî Semerkandî (öl. 1632),
Muhiddin Efendi (öl. 1673),
Abdürrahim Efendi (?),
Mehmet Efendi (?),
Ömer Efendi (?),
Abdülkadir Efendi (?),
Aziz Efendi (öl. 1764),
Halil Efendi (öl. 1764),
Mustafa Efendi (öl. 1806),
İbrahim Efendi (öl. 1817),
Mehmet İzzeddin Efendi (öl. 1841),
İzzeddin Efendi (öl. 1904),
Ahmet Bahaeddin Efendi (öl. 1914),
Davud Efendi (vekil, öl. 1924),
Mustafa Efendi (vekil, [?])..


Mimarisi:

Tekkenin mekan kugusu şu şekildedir: Alt katında çilehâneden oluşan tevhidhâne binası, türbe ile farklı binalarda bitişik ve ilişkisiz olarak planlanmıştır. Türbe ile tevhidhâne arasında ortak duvarda açılan iki tane pencere bulunmaktadır. Tevhidhânenin doğusunda yakın bir yerde ise meşrutahâne yapısı yer almaktadır.
Meşrutahâne şu bölümlerden oluşmaktadır: bir oda, kütüphâne, sofa, hamam, fırın ve derviş odaları.
6,15 X 7,55 metre iç ölçülerinde dikdörtgen planlı Tevhidhâne moloz taşla yapılmış üzeri kırma çatıyla örtülü kirpi saçaklı tekkenin cephe duvarlarında altlı üstlü düzensiz pencereler sıralanmıştır. Mihrab ve minberi sadedir. Giriş cephesinin sıvandığı ve küçük bir mihrab bulunduğu görülmektedir. Türbe ve tevhidhânenin aynı yapım tekniğinde inşa edildiği görülmektedir. Yapının son cemaat mahali olarak adlandırabileceğimiz bölümünün altında 2,40 x 6,00 metre iç ölçülerinde ilk yapıldığında küçük tek pencereli, günümüzde ise büyük iki penceresi olan çilehâne yer almaktadır. Türbede Hüsameddin Bursevî’ye ait bir türbe ve mezar taşlarının hasar görmesi ve kaybolması gibi nedenlerle kimlere ait olduğu bilinmeyen dokuz adet kabir bulunmaktadır. Tekkenin kitabesinden 1972 yılında büyük bir onarım geçirdiği anlaşılmaktadır. Ayrıca tevhidhânenin önünde kemerli bir çeşmenin olduğu bilgisi yer almaktadır. Günümüzde son cemaat yeri betonarme, üst örtüyü taşıyan direkler ve çatı ahşaptır. Son cemaat yeri tevhidhâne mimarisiyle bağdaşmayan yapı malzemeleriyle onarılmış pencereler pvc pencereler takılmış, ahşap korkuluklu son cemaat yeri niteliksiz malzemelerle kapatılmış, yapı özgün halinden oldukça uzaklaşmıştır. Tekkenin meşrutahânesi hakkında mimari bilgi bulunmamaktadır..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: CuMâ CeM'im-İZ

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim


DELi AYTEN>KAMBERLERi
=>İÇİMi ÇEKer GÖTÜRÜR
AŞK ATEŞ-tir =>EZEL BERi
ALEVin=>YAŞAyan GÖRÜR!.


ZEVK 8878

=>ZITLarın ZEVKine DÜŞtük =>yiNE mi =>AH-ü-ZÂRdayız!
MecNÛN’un LEYyLî ÇÖLÜnde =>feyeKÛN KİSB-ü-KÂRdayız!
KADIN BEDENİnde=>ERLer
=>BIRAKmış NİCe ESERLer
HAMd OLsun CUMA CEM’inde =>HATİCE İSFENDİYÂRdayız!.


01.06.18 13:09
brsbrsm..haticesultÂNcâmimizde..


HERKes HAYat YOLUn SEÇti
ONLar SENLer ve de BENLer!.
=>NİCe İnsÂNcıkLar =>GEÇti
YAŞAMAKta =>DELi AYTENLer!.


Resim

BAHAsı=>MecNÛNLa LEYyLÂ
>BÂZÂRda SATıLmaz GÜLüm!.
=>İSter SALÂt=>İSter SEVDÂ
=>ATEŞ>ANLATıLmaz GÜLüm!.


YÂ HAYyu’L- HUuu!. ALLAH celle celâlihuu!.

Resim


Resim

Allahumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebiyyike ve
Rasûlike ve
Nebiyyi'l- Ummiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve's-sahbihi ve uMMetihi...

ALLAHımız celle celâluhu!
BİZe MuhaMMedî Gayret,
PÎRimizden Hâl-i HiMMet,
RASÛLünden ŞiFâ-yı ŞeFâat,
ZÂTından İnâyet-Hidâyet-SeLâmet
İZZet-i İhsÂNınLa LûTFet-CEM’ et CUMÂMIza İnşae ALLAH!..


Resim

MuhaMMedi MuHABBEtLerimİZLe!..



Resim

HATİCE İSFENDİYÂR SULTÂN CÂMİSİ:

Bursa herkesin bildiği gibi evliyâlar şehridir. Osmanlının kuruluşu boyunca ve sonrasında bir çok esere sahiplik yapmıştır. Bursa’nın Osmangazi İlçesinin Gökdere Semtimde hem eski câmiler hem de türbeler bulunmaktadır. Eskiden bu bölgeye pek giren çıkmaz olmazdı, kendine has ve her yasak işin döndüğü kapalı bir mahalleydi. 2008 yılında başlayan çalışmalar neticesinde bu mahalle dağıtılmış ve “Kamberler Parkı”na dönüşmesiyle bu tarihi mekanlarda gün yüzüne çıkmış oldu..

Hatice Sultan Türbesinin kitâbesinde yazdığına göre; Babası İsfendiyaroğlu İbrahim Bey, annesi Sultan Çelebi Mehmed’in kızı Selçuk Hatun‘dur. Eşi, Fatih Sultan Mehmed döneminin Sadrazamı Mahmud Paşa 1474’de öldürülünce, Hatice Sultan Bursa’ya yerleşti. 1502’de Bursa’da vefât etti. Hatice Sultan; Bursa’da eskiden, Orahan Gazi Câmisi yanında olan "At Pazarı"nın, câmi yapılırken buraya taşınmasıyla "At Pazarı" da denilen bu alanda, kendi adına bir mescid ve Emir Sultan'da kâgir bir okul yaptırmıştır. Vakıflarına oğlu Süleyman Bey’i mütevelli tâyin etmiştir. Yaptırdığı mescidinin önündeki YAPaYALNIZ türbesinde RAHMetler içindedir inşâe ALLAHu TeÂLÂ..

Hatice Sultan Türbesi, fotoğrafta da görüleceği gibi bir mezâr ve etrafı demir parmaklarla çevrili sıradan bir kabir görünümünde, eskiden de mi böyleydi bilmiyoruz ancak, oldukça sâde görüntüsü değişik ve acı olan ise baş taşı bile yokkk!..

Bursa, Gökdere’de Kamberler Mahallesinde, burada eskiden herkesin bildiği bir câmi vardı ama kimse ne câmisi olduğunu, adını sanını bilmezdi. Belediyenin Kamberlerde ki evleri istimlak edip, meydan düzenlemesi yapmasıyla gün yüzüne kavuşan bu güzel câmi, Osmanlı Devletinin ikinci kurucusu meşhur Yeşil Türbe’de yatmakta olan Çelebi Mehmed’in torunu Hatice Sultan'a ait câmidir..
Kitabesinde yazdığına göre, Fatih Sultan Mehmed döneminde 1500 yılında Hatice Sultan tarafından yaptırılmıştır. Hatice Sultan’ın babası İsfendiyaroğlu İbrahim Bey, annesi Sultan Çelebi Mehmed’in kızı Selçuk Hatun'dur. Eşi ise, Fatih Sultan Mehmed döneminin Sadrazamı Mahmud Paşa’dır. Kubbe ile örtülü, kare planlı câminin girişinde bir son cemaat yeri bulunmaktadır. Duvarları tuğla ve taşla örülüdür. Osmangazi Belediyesi tarafından yürütülen “Kamberler Tarih ve Kültür Parkı Projesi” (2008) kapsamında çevresindeki eski yapılardan ayıklanarak bugünkü görünümünü kazanmıştır.

Bahçesinde Osmanlı İmparatorluğunun ilk 6 padişahının heykelleri olan Hatice Sultan Câmi ya da Hatice İsfendiyar Câmi olarak ta geçen câmiye yolunuz düşer ise, enfes bir reyhan kokusu duyarsınız ve huşû içinde SALL edersiniz inşâe ALLAHu TeÂLÂ!.



Resim

Kamberler Parkı içinde yer alan Hatice İsfendiyar Câmisini, Çelebi Sultan Mehmet’in kızı Selçuk Hatun ile İsfendiyaroğlu İbrahim Bey’in kızı Hatice Sultan yaptırmış. 15. yüzyılın ilk yarısına tarihlendirilen câmi, Fatih döneminde yaptırılan tek kubbeli câmilerden bir örnek olarak zor da olsa günümüze gelebilmiş. Zor da olsa diyorum çünkü bir dönem özel kişi mülkiyetine geçen câmi, odun deposu olarak kullanılmış. Son cemaat yeri yıkılmış, cümle kapısı örülerek kapatılmış, pencereleri kapı olarak kullanılmış, minaresi yıkılmış… 1977 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce kamulaştırılarak onarılmış ve yapıya tekrar asıl işlevi kazandırılmış.
Câmi duvarlarında taş ve tuğla kullanılmış. Minarenin kaidesinde de taş ve tuğla kullanılırken, gövdesi tamamen tuğlayla örülmüş.
Hatice İsfendiyar Câmii ve Sitti Hatun Câmii’nin içinde yer aldığı Kamberler, kargacık burgacık evlerin olduğu berbat bir mekândı. Osmangazi’de son 30 yıl boyunca göreve gelen tüm belediye başkanları burayı âbâd etme sözü vermişler ancak bir türlü vaadlerini yerine getirememişlerdi. Osmangazi Belediye başkanı verdiği sözü tuttu, buradaki 378 binayı kamulaştırarak yıktı ve bu alanı 55 bin m2 metrekarelik büyük bir park haline getirdi. Su oyunları havuzu, dinlenme alanları, anfi tiyatro, spor sahaları, kafe ve otoparklardan oluşan Kanberler Tarih Parkı’na, kabri Bursa’da bulunan Osmanlı’nın ilk 6 padişahı ve kılıç kalkan gibi önemli şahsiyet ve ögelerin heykelleri de konuldu. Kamberler Tarih Parkı, 2008 sonunda açıldı. Fotoğrafın çekildiği tarihte çevre düzenlemeleri halen devam ediyordu… (24/ 05/ 2009)


Mustafa CAMBAZ
Gazetci..

(15 Temmuz 2016 Fetö Darbe girişiminde Şehîd olmuştur.. CÜMMLesine RahmetLer OLsun!.)



Resim

KAMBERLER MAHALLEsi.:

Bursa'da, Kızyakup Mahallesi olarak bilinen, daha açık tanımıyla, Çingene olarak anılan vatandaşlarımızın ikâmet ettigi bir yerleşim yeri idi..
Ne yazıktır ki, burada yaşayan İnsanlar ve bu Mahalle, 1980 yılına kadar kerhâne yeri olarak kullanılıp hep süistimâl edilmiştir. Çok eskilerden beri Bursa'da yaşayanların çocuklarının girmesi büyükleri tarafından yasaklanan mahallelerden idi..

Derme-çatma ve gecekonduvari evlerden oluşan mahalle, isitmlak/kamulaştırılıp temizlendikten sonra,
şimdilerde “Kamberler Tarih ve Kültür Parkı" adıyla anılır oldu.. İki câmi, bir tarihî hamam ve bir adet de medrese bulunmaktadır..

Eskilerde, kılık kıyafeti yerinde olanlara yapışıp: “Hap var!. Ot var!.” deyip gülüşen kadınlar yok artık!.. Kamberlerin Sâkinleri; Düğün, Sünnet Düğünü günlerinizde, gelirler çalarlar, oynarlar ve giderler.. Eski zamanlarda bolca düğün ve kavgalar varmış!. Ama şimdilerde, artık IpISsız Kamberler..



KANBERLER ve DELİ AYTEN..

ResimDELİLere SeLÂM OLsun!.

ResimResimAŞKın Resim MEŞK MaSALLı..ResimResimResim


Deli Ayten’in hikâyesi aşkından deli olmuş bir kadının yüreğinin hikâyesidir. Sevmek insanın aklını da başından alır kalbini boğazından yaşatır ne zaman ismi çınlasa kulaklarında ya da dudaklarının ucunda belirse adı gene düğüm düğüm olur o boğaz.
Sabahları çarşıya hep aynı saatte gelirdi Ayten. Esnaf çok severdi Ayten’i. Sabah ona poğaça alırlar ardından Ayten de yola düşerdi. Akşam da hep aynı saatte geri dönerdi. Her gün böyleydi. Sonra bir gün gelmemeye başladı. Öğrendik ki evinde bir başına ölmüş.
Ayten 1935 te Kamberler’de geldi dünyaya..1992 de gene Kamberler’de göçtü bu dünyadan. Öldükten sonra mezarı Bursa esnafı tarafından yapıldı. Pınarbaşı’ndan kaldırılan cenâzesine üç bin kişi katıldı.
Ayten’e toplum deli gözüyle baktı. Aşk için delirecek kaç kişi var ki aramızda?. Ayten deli değildi, onu bir şey deli etti, aşkı için hayatını fedâ etti. Ayten divâne gibi Bursa sokaklarında dolaşıyordu ama aslında o, “Hasan”ını arıyordu..

Deli Ayten, diğer adıyla Ayten Şenışık. 1935 yılında fakir bir roman ailesinin çocuğu olarak dünyaya gelmişti. 3 yaşında menenjit geçirip, hastalık tedâvisizlikten dolayı gittikçe artarak beyinde hasarlar yaratmıştı. Bu nedenle çocukluğu garip geçen Deli Ayten 13-14 yaşına gelince kendi gibi garip bir alkolik Cümbüş Hasan’a sevdâlanmış. Ailesi: “Bu kız zaten garip, bir de alkoliğe varırsa nice olur hali!.” diye düşünerek: “Hayır Cümbüş Hasan’la evlenemezsin!.” demişler. Ayten, bu olaydan sonra iyice dellenip kontrol edilemez hale gelmiş. Nice doktorlar, hocalar görmüş fakat bir çare bulamamışlar. Herkes: “Sevdâdandır, kara sevdâ çekiyor; vermezseniz Cümbüş'e iyice gider bu kız!.” deyince “OLur!.” demiş ailesi..

Ayten evlenmiş evlenmesine de, onun derdi koca değil, kafaymış aslında. Dellenmesi devam etmiş bir de Cümbüş Hasan’ın alkolikliği derken evlilikleri hiç iyi gitmemiş. Cümbüş Hasan; bir yandan yoksulluk, berduşluk, alkol bağımlılığı diğer yandan Deli Ayten derken meyhâneden çıkmaz olmuş. 1,5 yıl zor dayanmış. Bir sabah almış başını gitmiş Cümbüş Hasan. Gitmiş gitmesine de durumu Ayten’den farklı değilmiş. O da meyhânelerden çıkmaz olmuş. Kısa bir süre sonra meyhâne masalarından ölmüş. Haber tez gelmiş Ayten’e, ve bir kez daha yıkılmış.. “Şenışık” soyadı iyice unutulmuş. Bir marka yaratmış Bursa için “Deli Ayten” diye. Renk renk çantalar asar omzuna, yemeniler kap kacak vs..
Ramazan ayları gündüz gece demeden davuluyla dolaşır dururmuş Bursa sokaklarında. Zararsız, kendi halindeymiş. Ama çarşı esnafı rahat durmaz, kızdırır dururmuş Deli Ayten’i. Zâten esnaf, bu halini görmek için yaparmış bunları. Derken 12 Mart 1992 gününde Kızyakup Mahallesi’ndeki garip kulübesinde ölü bulunur. Ahmet Dâi Câmi’sinde kılınan cenâze namazından sonra Pınarbaşı Mezarlığına defnedilmiştir..

Aşkı için deliren Ayten’in doğup büyüdüğü yerler hep park oldu şimdi, Kanberler Parkı.. Ayten de, bir başına o parkta, hiç durmadan gece-gündüz Bursa’yı seyrediyor!..”
Sebebi AŞK olacaksa DELİrmenin,
Bir parça DeLi AYten cesâreti lâzım gönüllere.
SevdÂyla YANacaksa kaLbim,
Bırak, Sebebi Cümbüş Hasan OLsun!..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: CuMâ CeM'im-İZ

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim
BurasıBUrsaNamazgÂHı..


ZEVK 8891

ALLAH=>RESûL=>TESLiMiYyet.. NEFSin HEVESi =>İSLÂHta
MUStakîm SIRat =>İSTİKâMet.. >NEFSin HEVÂsı =>İSLÂHta
DERtLerimiz ÇİLE EYYLeyip
ÇİLE ZEVKin BİLE EYYLeyip
“SIRR-ı SIFIR SEFERİ”nin ==>CUM SALLı ==>NAMAZGÂHta!.


celle celâlihu..
sallallahu aleyhi vesellem..


08.06.18 13:13
brsbrsm..namazgÂHcÂmimzdcumâsaLLı..


EL FÂTiHa’m =>ET DEDE’me
AtA =>BaBAmız ==>ÂDEM’e
=>HASBî HİZMet-te İhvÂNim
HAKk’ın HAYRı’na =>HADEMe!.



YÂ HAYyu’L- HUuu!. ALLAH celle celâlihuu!.

Resim


Resim

Allahumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebiyyike ve
Rasûlike ve
Nebiyyi'l- Ummiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve's-sahbihi ve uMMetihi...

ALLAHımız celle celâluhu!
BİZe MuhaMMedî Gayret,
PÎRimizden Hâl-i HiMMet,
RASÛLünden ŞiFâ-yı ŞeFâat,
ZÂTından İnâyet-Hidâyet-SeLâmet
İZZet-i İhsÂNınLa LûTFet-CEM’ et CUMÂMIza İnşae ALLAH!..


Resim

MuhaMMedi MuHABBEtLerimİZLe!..


Resim nOt:

Bundan 4-5 sene öncesinde erken kalkar, sabah namazlarına genellikle Ulu Câmi’ye bâzen de bir başka Câmi’ye giderdim. Bir defasında ayaklarım Setbaşı Câmi’sine götürdü. Namaz başlamak üzereydi. Ve başladı.. ilk “ALLAHu EKBER!” duyunca içim cızz etti.. Fâtiha ve uzunca bir zamm-ı sûre.. bu öylesine muhteşem bir âhenkti ki binlerce tecvidciyi sollayıp geçmekteydi..

Ve hemen hatırladım bu sesi ve okuyuşu.. Kerbelâ ÇÖLü üzerinden Ümreye geçerken uğradığımız ve sabah namazı kıldığımız bir Kasaba câmisinde duymuştum.. Bengaldeşli İmamı, çocuk felci geçirmiş, sağ eli belden yukarı kalkmıyor, sol ayak 20 cm. kadar kısa ve çok kekemeydi.. Ama namazda kekeme değildi ve kendine mahsus bir okuyuş tarzı doğmaktaydı.. biraz konuşmuştuk..

Bunu hatırladım hemen.. bizim namaz da bitti.. tebrik ve teşekkür için imama koştuğum da, sağ elim havada kaldı ki, sağ eli felçli eli belden yukarı kalkmıyor.. sol ayak 20 cm. kadar kısa ayakta zor duruyor ve kekemeydi..
“Değerli Hocam ciğerlerimi söktün bu nasıl bir huşû ile Kur'ÂN-ı Kerîm okumak!.” Dedim ve sarıldım.. Bir kelimeyi birkaç uğraşı sonu çıkarabilen sesiyle: “Efendim ben Namazgâh Câmi’si müezziniyim. bu gün Hoca izinliymiş de ben görevlendirildim ismim Recep” dedi..

Ben bu sabah kalktım Cumâ için hangi Câmi’ye gitsem derken içimdeki ses: “Namazgâh Câmi’si” dedi.. Üç ayakla koşarcasına yetiştim ama bizim Recep Hoca yoktu.. geçtim oturdum.. genel yayın var işte: “şunu verene şu var vs. dilenciliği..” derken bitti.. dışardan uzakataki Câmi’lerde ezân okundu.. bizimkinde arıza varmış.. ve az sonra o meşhur: “ALLAHu EKBER!”i duydum ki, Recep Hocam iş başındaydı.. gözlerim kendi başına yaş dökmeye başladı..

Namazı bir başka diyanetin imamı kıldırdı.. bitti.. döndüm ki müezzinlik boştu âlet vs. de yoktu.. canım sıkıldı hızla çıktım.. aşağı inip çarşıya gideceğim.. Meydana inince bir de baktım ki köşede beni bekliyor gülerek.. sarmaş dolaş olduk, iki arızalı adamm.. beni Setbaşından tanımış.. beklemiş..
“Latif Hocam, Ramazandan sonra her Pazartesi SetBaşı’ndayım hocası merkezde örevliymiş beni görevlendirdiler. Hâdi gel MuhaMMedî Cümbüş yaparız!.” dedi.. Hâlâ tesirindeyim Hamdolsun!.. ve İnşâallah giderimmm!..

İşte buydu saff MuhaMMedî MuHABbet ve’s-SELÂMmm..



Resim

NAMAZGâH:

Namazgah Mahallesi 2. Karıncadere Sokak Yıldırım/Bursa..


Namazgâh, BUrası BUrsa ilimizin Yıldırım ilçesine bağlı bir semttir.
Eski günlerde taşlar gediğindeyken Osmanlı aklen-naklen fethe giderken ordumuzu cihada zafer duâsıyla göndermek ve gelirken şükür duâsıyla karşılamak için açık alanda yapılan SALLgâh-NamazgÂH-Açık Câmi

Yıldırım İlçesinin Namazgâh Semtinde büyük bir düzlükte yer alan bu açık ibâdet mekânını, Umur Bey yaptırmıştır. Bayram, Cuma günleri ve sefere çıkılırken namaz kılmak ve duâ etmek için yapılmıştır.
Kare planlı sahanın etrafı duvarla çevrili olup yapıldığı dönemde beş kapılı olduğu kayıtlıdır. Güney duvarında iki mermer minberden batıdaki günümüze dek sağlam kalabilmiştir. Bu minber, 10 basamaklı, sekiz köşeli külahlı ve taç kapılıdır. Doğudakinin ise sadece beş basamağı ve yanlığı kalmıştır. Mihrabda altı sıra mukarnaslı-kubbeli kavsara-sepet vardır.



Resim

Namazgâhın Dünyada bir eşi de, Trakya'da Saray Bosna'da Kırık Câmii – Namazgâh olarak mevcuddur…

Resim

NAMAZGÂH CÂMİmiz.:


Yıldırım ilçesinin Namazgâh-Işıklar Caddesi doğrultusunda bulunmaktadır. Emir Sultân kaddesallahu sırrahunun muhiblerinden müridi ve kasap olduğu için halk içinde “Et Dede” diye anılan ve 1429 yılında vefât eden Sufî Mehmed kaddesallahu sırrahu tarafından 1395-1400 yıllarında yaptırılmıştır.

Câmi, harap duruma gelince yıktırılıp Mahalli Dernek tarafından 1969’da eski halini esas alarak yeniden yapılmıştır. Dikdörtgen planlı ve moloz taş-tuğla malzemeden yapılmıştır. Üst örtüsü ahşap ve kiremitle kaplıdır. Minâresi, kuzeybatı duvarına bitişik, yedigen kaidelidir.
Câmisinin doğu duvarında tek sandukalı türbe, Et Dede Sufî Mehmed’e âittir. Kitabesi yoktur. Bu ve civardaki türbeler Emir Sultan kaddesallahu sırrahu Hazretleri hulefâsına ve hadimlerine aittir..

Türkiye’de Açık namazgâh olarak inşa edilmiş olan yapıların ilki ve en güzelidir. 14. yüzyıl yapısı olan Açık Namazgâh’ın, Kara Timurtaş Paşa’nın oğlu Umur Bey tarafından yaptırıldığı bilinmektedir. Yapıldığı dönemde, Bayram, Cuma günleri ve sefere çıkılırken namaz kılmak, dua etmek amacıyla kullanıldığı bilinmektedir. Mermer kaplı bir zemin üzerinde yer alan yapının Güney duvarında bir mihrab nişi ve iki yanında alanı da sınırlayan, basamaklı minberi, ve yine basamakla çıkılan kürsüsü bulunmaktadır. Bu gün, Namazgâh Dinlenme Parkı içerisinde yer alan Açık Namazgâh bir dönem metruk/terk edilmiş durumda iken, bugün Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin Tarihi ve Kültürel Mirasımıza sahip çıkmak adına yaptığı çalışmalar kapsamında değerlendirilmiştir. Yapılan çalışmalar ile Namazgâha asıl işlevi yeniden kazandırılmıştır.

Osmanlı İmparatorluğu’nun İlk Dönemlerinde Orduların Savaşa Giderken Zafer, Dönüşte İse Şükür Namazı Kıldığı Namazgâh, Büyükşehir Belediyesi Tarafından Temizlenip tanzim edilmiş ve Ramazanda Teravih Namazlerı bu açık alan Namazgâhta kılınmakta. 700 yıllık gelenek yaşatılmakta..


Resim


MeydÂNda->MiHRab-MİNBeRi
ORDUnun=>ŞARk SEFER YeRi
=>İ’LÂy-ı KeLiMeTuLLAH İÇin
=>BAŞLar=>ŞEHÂDet SEFeRi!.



İ'LÂY-I KELİMETULLAH.:


ALLAHu zü’L- CeLÂL’in İsmini yüceltmek için, ALLAH celle celâlihu'yu inkar edenlere karşı savaşmak.

Sözlük anlamı, ALLAH'ın kelimesini yüceltmek demek olan "İ'lây-ı Kelimetullah", ıstılahta/genel kullanımda ALLAH'ın adını veya İslâm Dininin Tevhid Akîdesini şanına uygun bir biçimde yüceltip yayma mânâsına gelir. Bu terim "cihad" kelimesiyle de ifâde edilmiştir.

Her hâlükârda ve her yerde yerine getirilmesi gereken İ’lây-i Kelimetullah görevi; mutlak anlamda adaletin temininden, tecavüz ve düşmanlığın önlenmesinden ibârettir. Bu konuyu destekler mâhiyette Kur'ÂN-ı Kerîmde;


وَإِن طَائِفَتَانِ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ اقْتَتَلُوا فَأَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا فَإِن بَغَتْ إِحْدَاهُمَا عَلَى الْأُخْرَى فَقَاتِلُوا الَّتِي تَبْغِي حَتَّى تَفِيءَ إِلَى أَمْرِ اللَّهِ فَإِن فَاءتْ فَأَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا بِالْعَدْلِ وَأَقْسِطُوا إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُقْسِطِينَ
Resim---"Ve in tâifetâni mine’l- mu’minînektetelû fe aslihû beyne humâ, fe in begat ihdâhumâ alâ’l- uhrâ fe kâtilûlletî tebgî hattâ tefîe ilâ emrillâhi, fe in fâet fe aslihû beynehumâ bi’l- adli ve aksitû, innallâhe yuhıbbu’l- muksitîn (muksitîne).: Ve eğer mü’minlerden iki grup savaşırlarsa, o zaman ikisinin arasını düzeltin. Fakat, eğer ikisinden biri diğerine saldırırsa, o taktirde saldıran grupla Allah’ın emrine dönünceye kadar savaşın. Bundan sonra eğer dönerse, böylece ikisinin arasını adaletle düzeltin, (onlara) adil davranın (diğerine zulmetmeyin). Muhakkak ki Allah, adaletle davrananları sever.” (Hucûrât 49/9)

İslâm'da cihadın mânâsı, İ'lây-ı Kelimetullah uğrunda ve İslâmî bir toplum sergileme yolunda elden gelen gayreti göstermektir. Bu cihattan ilk planda meşrû müdafaa demek olan, malın, ırzın, hayatın müdafaasından da öte; İslâm toplumunun oluşmasına engel olabilecek her şeyi ortadan kaldırmak, dinî hürriyeti elde etmek ve sonuçta İslâm Toplumunu tesis etmek için ALLAH'ın Hâkimiyetini sağlamak ve emirlerini uygulamak için yapılan çalışma ve uğraşılar anlaşılır. Ancak müslümanlar kesinlikle savaşı ve düşman ile karşılaşmayı arzu etmez, fakat savaş söz konusu olduğunda da ellerinden gelen gayreti sarfederler. Nitekim ALLAHu TeÂLÂ, saldırgan tarafın barış isteğinin kabul edilmesini müslümanlardan ister:

يَسْأَلُونَكَ عَنِ الأَنفَالِ قُلِ الأَنفَالُ لِلّهِ وَالرَّسُولِ فَاتَّقُواْ اللّهَ وَأَصْلِحُواْ ذَاتَ بِيْنِكُمْ وَأَطِيعُواْ اللّهَ وَرَسُولَهُ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ
Resim---"Yes’elûneke ani’l- enfâl (enfâli), kulil enfâlu lillâhi ve’r- resul (resûli), fettekullâhe ve aslihû zâte beynikum ve etîûllâhe ve resûlehû in kuntum mu’minîn (mu’minîne).: Sana ganimetlerden sorarlar: “Ganimetler, Allah’ın ve Resûl’ündür.” de. Artık Allah’a karşı takvâ sahibi olun ve aranızdaki durumu (sahip olduğunuz hâli) ıslâh edin (düzeltin)! Eğer mü’minlerseniz, Allah’a ve O’nun Resûl’üne itaat edin.” (Enfâl 8/61)

Konuyla ilgili olarak;

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Düşmanla karşılaşmaya pek istekli olmayın, fakat ALLAH'tan selamet dileyin. Bununla beraber, eğer onlarla karşılaşırsanız sebat edip sabırlı olun. Bilin ki, Cennet kılıçların gölgesi altındadır" buyurmuştur.
(Buhârı, Cihad, 112; Müslim, Cihad, 19-20)

Öte yandan Kur'an-ı Kerîm'de İ’lây-i Kelimetullah için, ALLAHu zü’L- CeLÂL’in dinini yüceltmek ve yaymak için cihad edenlerden şu şekilde sitâyişle bahsedilir:

لاَّ يَسْتَوِي الْقَاعِدُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ غَيْرُ أُوْلِي الضَّرَرِ وَالْمُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ فَضَّلَ اللّهُ الْمُجَاهِدِينَ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ عَلَى الْقَاعِدِينَ دَرَجَةً وَكُلاًّ وَعَدَ اللّهُ الْحُسْنَى وَفَضَّلَ اللّهُ الْمُجَاهِدِينَ عَلَى الْقَاعِدِينَ أَجْرًا عَظِيمًا
Resim---"Lâ yestevî’l- kâıdûne mine’l- mu’minîne gayru ulîd darari ve’l- mucâhidûne fî sebîlillâhi bi emvâlihim ve enfusihim. Faddalallâhu’l- mucâhidîne bi emvâlihim ve enfusihim alâ’l- kâidîne dereceh (dereceten). Ve kullen vaadallâhu’l- husnâ. Ve faddalallâhu’l- mucâhidîne alâ’l- kâıdîne ecran azîmâ (azîmen).: Özür sahibi olmayan mü'minlerden (savaşa gitmeyip) oturanlar ile Allah’ın yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler bir (eşit) değildir. Allah, mallarıyla ve canlarıyla cihad edenleri derece bakımından, oturanların üstünde faziletli kıldı ve Allah hepsine “Hüsna”yı vaadetti. Ve Allah mücahitleri, oturup kalanlar üzerine “büyük ecir” ile üstün kıldı.” (Nisâ 4/95)

دَرَجَاتٍ مِّنْهُ وَمَغْفِرَةً وَرَحْمَةً وَكَانَ اللّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا
Resim---"Deracâtin minhu ve magfiraten ve rahmet (rahmeten). Ve kânallâhu gafûran rahîmâ (rahîmen).: (Mücahidler için) O’ndan (Allah tarafından) dereceler, mağfiret ve rahmet vardır. Ve Allah, Gafur’dur (mağfiret edendir), Rahîm'dir (Rahîm esmasıyla tecellî edendir).” (Nisâ 4/96)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, gerçek mânâda ALLAHu TeÂLÂ uğrunda cihad edenin kim olduğu sorusuna cevap verirken şöyle buyurmuştu:

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Sadece ALLAH'ın adı yüce olsun diye (İ'lây-ı Kelimetullah için) cihad eden kişi ALLAH yolundadır" buyurmuştur.
(Kâmil Miras, Tecrid-i Sarih Tercümesi, VIII, 281-282)

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Fazilet yönüyle insanların hangisi daha üstündür?" sorusuna: "Canıyla, malıyla ALLAH yolunda savaşan mü’mindir" buyurmuştur.
(Buhârî, Cihâd, 2)

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, ALLAH yolunda cihad eden kişinin savaş alanında şehid olması halinde ALLAH'ın inâyeti ile hesabsız ve azabsız derhal Cennete gideceğini, şehid düşmeyip evine sağ salim döndüğü takdirde, eli boş değil, ya ecir ve sevabla veya hem sevab, hem de ganimetle döneceğini" bildirmişir..
(Kâmil Miras, Tecrid-i Sarih Tercümesi,, VIII, 256)

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Her kim ALLAH uğrunda gaza edecek bir askerin, sefer için gereken eşyasını tedârik edip hazırlarsa, o da gaza etmişçesine sevaba nâil olur. Yine her kim ALLAH yolunda gaza eden bir askerin, geride bıraktığı işlerine ve âilesine namuslu bir şekilde bakıp gözetirse, o da gaza etmiş gibi olur" buyurmuştur.
(Kâmil Miras Tecrid-i Sarih Tercümesi,, VIII, 301)


Resim

Ne ACıdır ki bu ANLAtılan yüce EMİR ve DUYguların yerini köksüz ve edebsiz düşünce ve fiiller işgaletmiştir İslÂM MiLLetinin Hayatındaa.. HAKk'ı DUYmak ve AYNen UYMak KULLuğun OLMazsa OLmazı ve tek ZORLuk Sırat KÖPRÜsüdürr..

noT: Ruhu şÂD olsun Rahmetli Çoban Osman Babamı kaddesallahu sırrahu hatırladım.. Namazın gereği gibi ciddiyetle kılınmasını anlatıyordu.. Anlamadığımızı anlayınca: Evladlarım bakınız,, eskiden bir DERvİŞ varmış. Evinde TEK BAŞına yatsının farzına duracak DURdum RABBımın Huzurunda deyince kendi kendi kendine: "Ne huzuru BİZ Karşı karşıya değil, İÇ İÇeden de YAKINız.! Adam gibi kıl namazını!” demiş.. DEmiş DEmesine de Elhamdulillahi rabbi'l- âlemin var da, gerisi yok .. dön tekrar başa.. o kadar çok DÖNmüş ve çok zaman geçmiş ki başı DÖNmüş de: Yeter Ulan Osman, sen bildiğini gibi kıl!. Yoksam yatsı namazı kaçacak sabah oldu!. DEmiş.. O DERvİŞin,Dervişin Osaman Babam kaddesallahu sırrahu olduğunu, elinde olmadan heyeacandan kendisi DEyince kıpkırmızı oluşundan anlamıştımm.. RAHMetLer OLsun.. İnşâe ALLAHu Teâlâ!.

Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: CuMâ CeM'im-İZ

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

YALAN SÖYLer HARAM YERLer
=>TİCARîLer ===>SİYASîLer
ÂŞIK KALB KÂSESi =>KEVSER
=>CUMÂ CEM’i =>SİVASîLER!.


ZEVK 8900

DERt DEğiL CÂNÂN CÜMBÜŞü TEKeTEK TEK GERÇEk ÇİLe
Bu ÂLEMde =>VAKtin BİLen.. =>RABB’ın BİLen İLe BİLe
->İMAM-ı MutLak MuhaMMed
MÜRŞİD-i MutLak MuhaMMed
CUMÂmızı CEM’ EYyLedik.. =>RAHMetenLi’L- ÂLEMîN İLe!.


15.06.18 13:29
brsbrsm.byrmnnamazısivasiLercâmimizzz..



YER YÜZÜnde =>YÂRin İZi
GÖK YÜZÜnde>BİZ BİR-İZi
=>YALAN DÜNyâ ÖKÜZLeri
=>NErdEN BİLsin İÇİMİZi!.


YÂ HAYyu’L- HUuu!. ALLAH celle celâlihuu!.


Resim


Resim

Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebiyyike ve
Rasûlike ve
Nebiyyi'l- Ummiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve's-sahbihi ve uMMetihi...

ALLAHımız celle celâluhu!
BİZe MuhaMMedî Gayret,
PÎRimizden Hâl-i HiMMet,
RASÛLünden ŞiFâ-yı ŞeFâat,
ZÂTından İnâyet-Hidâyet-SeLâmet
İZZet-i İhsÂNınLa LûTFet-CEM’ et CUMÂMIza İnşae ALLAH!..


Resim

MuhaMMedi MuHABBEtLerimİZLe!..


Resim

TAHTALı CÂMi..
SİVASîLer CÂMisi.:


Gökdere Cad. No: 1, İbrahimpaşa Mahallesi Osmangazi/Bursa..

BUrası BURSAm Osmanlı Devletinin Beşiği olduğu kadar Hak ERENLer yatağı da olmuştur..
Belki de dünyada 200 yılda bu kadar çok câmi yapılan şehir yoktur..
Tasavvufta Özellikle Melâmette pek çok Hak Dostu Bursada yaşamış ve bazıları da eserler yanında acı hatıralar da bırakmışlardır..

Bizim Maksem yokuşumuzun sonundaki SİVASîLer CÂMisi ya da TAHTALı CÂMi, pek çok kere tamirat görmüş ve bu gün restore edilmiş çok feyiz doludur.. Halvetî şeyhlerinden Abdülmecid Sivâsî Hazretleri zamanından beri hizmettedir..
SivâsîLer ise, son yüz yıllara damgasını vuran bir tarikat kavgasının masum tarafıdır..

Osmanlı İmparatorluğunun son yüz yıllarında başlayıp alevlenen devleti ele geçirip fayda sağlayaan Medreseli ham Sofularla, Halkın içinden çıkmayan TEKkeli Sırf SUFîLer arasında sürtüşmeler artmıştır.
Acı olan ise daima gariban Dervişler ezilmiş, sürülmüş ve başları kesilmiştir..

Ben de Bursa için çok önemli gördüğüm bu geçmiş zulmü hatırlatmak için derlemeler yaptım..
Rahmetli Niyazî Mısrî BaBam kaddesallahu sırrahu da bu tezgahtan geçmişti.. RÛHu şâd OLsun!.


Resim

Bursa Ulucâmi tarih boyunca pek çok güzelliğin yaşandığı bir mekandı. Özellikle Kadir gecesi gibi mübarek gecelerde manevî füyuzattan istifade etmek isteyenlerin akıllarına ilk gelen yer Ulucâmi’ydi.

Burada Kadir gecelerinde zekatlar dağıtılır, fakirler sevindirilirdi. Sabaha kadar süren zikirlerle cemâat feyiz dolu anlar yaşardı. Ancak 1692 yılı Kadir gecesi, Ulu Câminin unutamadığı bir gece oldu. Fitne ateşi can aldı. İmamın üstüne yürüyen cemâatin nasıl provoke edildiğine şâhid olundu. Ulu bir mâbedin içinde, galeyana gelmiş bir halk kitlesinin kudsal olanı /kudsal alanı umursamayacağı hakikati bir kez daha görülmüş oldu. Aslında olay bir kaç on yıl önce ortaya çıkan, kökü ise yüzyıllar öncesine dayanan bir Selefî akımın Osmanlıda Kadızâdeliler adıyla yeniden ortaya çıkması ve bidatlerle mücadele adına bugün hiç yabancısı olmadığımız görüşleri koyu bir şekilde savunmasıyla başlamıştı. Bu yüzden Ulu Câmideki olayı ve ayrıntılarını aktarmadan evvel o güne kadar gelen süreci iyi anlamamız gerekmektedir.

1600’lerin Osmanlısında dinî bir hareket olarak başlayıp zamanla sosyal ve siyasî yönleri de olgunlaşmaya başlayan Kadızâdeliler hareketi bugünki Selefî / Vahhabî görüşleri andıran düşünceleri benimsemiş vaizlerin oluşturduğu bir hareketti. Mutasaavvıfların görüşleriyle koyu bir şekilde mücadele eden bu hareket Sufilere hayat hakkı tanımayacak ve tekkeleri yakıp yıkacak kadar da ileri gidebilecekti. Osmanlıda Selefî- Sufi çatışmasının adı daha çok Kadızâdeli – Sivasî çatışması isimleriyle bilindi. Çünkü 4. Murat dönemi vâizlerinden Kadızâde Mehmed Efendi ile Halvetî şeyhlerinden Abdülmecid Sivâsî bu kavgaya isim babalığı yapmışlardı. Ve takipçileri arasında bu tartışmalar bir sonraki yüzyıla kadar sürmüştü. Kadızâde Mehmed Efendi ve onun takipçileri, Hz. Peygamber döneminden sonra ortaya çıkan birtakım âdet ve uygulamaları bid‘at olarak nitelemiş ve şiddetle reddetmişti. Dolayısıyla Kadızâdeliler hareketinin kendilerince amacı, İslâm’ı Kur’ân-ı Kerîm ve Resûl-i Ekrem’in sünneti dışındaki bid‘at sayılan unsurlardan arındırmak ve bu anlayışı devletin bütün kademelerine yaymak olarak nitelendirilebilir. (Semiramis Çavuşoğlu, Kadızâdeliler maddesi, DİA)

Kadızâdeliler 1651 yılında Sadrazam Melek Ahmed Paşa’dan bir buyruldu alıp Demirkapı yakınlarındaki Halvetî Tekkesi’ni basarak devran eden dervişleri dağıtmışlardı. Daha sonra bir müddet sükûnet sağlandıysa da bu defâ Üstüvânî Mehmed Efendi’nin liderliğinde Şeyhülislâm Bahâî Mehmed Efendi’den semâ ve devranın haram olduğuna dair bir fetvâ aldılar. Üstüvânî, Abdülmecid Sivâsî’nin halifelerinden Abdülkerim Çelebi’ye gönderdiği mektupta semâ ve devranın menedilmesinin vâcib olduğunu, Abdülkerim Çelebi’nin tekkesini basıp kendisini ve takipçilerini öldüreceklerini, bu tekkenin temelini kazıp toprağını denize dökmedikçe orada namaz kılmanın câiz olmadığını bildirdi.

Kadızâde Mehmed Efendi’nin vefâtından sonra onun taraftarları olan bir kısım kürsü vâizleri de şer‘an haram olduğu kesin delillerle sabit olmayan bazı şeylerin haramlığını iddiaya devam ettiler ve bunları yapanları küfürle suçladılar; cemâatle nâfile namaz kılanlara, makamla salavat getirip na’t-ı şerif okuyanlara, tasavvuf ehlinin semâ ve devranına şiddetle karşı çıktılar. Saraydaki baltacılar, bostancılar ve kapıcılardan bazılarını da etkileri altına alıp onlar vasıtasıyla kızlar ağası ile vâlide sultana kadar ulaştılar ve siyasî güç sahibi oldular. Hareketin bu ikinci safhası, Sultan İbrâhim’in hükümdarlığının son yılları ile henüz yedi yaşında tahta çıkan IV. Mehmed’in saltanatının ilk yıllarına rastlar. Tarihçi Naîmâ’ya göre Kadızâdeliler sadece Halvetîler, Mevlevîler ve diğer tarikatlara mensup olan dervişleri değil onların tekkelerine giden halkı da küfürle suçluyorlardı.

Kadızâdeliler’in saraydaki nüfuzu, hâmilerinin çoğunun katledildiği Çınar Vak‘ası’na (1066/1656 Vak‘a-i Vakvakiyye) kadar sürdü. Naîmâ’ya göre Çınar Vak‘ası’ndan sonra sadrazamlığa getirilen Boynueğri Mehmed Paşa, tâyin işlerinde ulemâ ve vâizlere danışmaya karşı çıkıp bunları bizzat kendisi yapmaya başlamış, bundan müteessir olan Kadızâdeliler de Venedik donanmasının Çanakkale Boğazı’nı abluka altına almasını fırsat bilerek bu durumun zulmün, rüşvetin artmasından, bid‘atların çoğalmasından, vezirle müftünün tarikat ehlini himayesinden kaynaklandığı yolunda vaazlarla halkı tahrike başladılar (Târih, VI, 225).
Ardından Köprülü Mehmed Paşa’nın sadâretinin sekizinci günü Fâtih Câmii’nde müezzinler cuma namazı sırasında na’t-ı şerif okurken Kadızâdeliler bunlara engel olmak için harekete geçtiler, fakat bu teşebbüsleri başarısızlıkla sonuçlandı. Daha sonra Kadızâdeliler toplanarak İstanbul’da bulunan bütün tekkeleri yıkmaya, rastladıkları dervişlere “tecdîd-i îman” teklif edip kabul etmeyenleri öldürmeye, hep birlikte padişaha gidip bid‘atları kaldırmak için izin istemeye, selâtin câmilerinde tek minare kalacak şekilde diğer minareleri yıkmaya karar verdiler. Ertesi gün ellerinde taşlar ve sopalarla taraftarlarını toplayarak Fâtih Câmii’nde bir araya geldiler. Sadrazamın adam gönderip isyancılara nasihat etmesi fayda vermedi. Köprülü Mehmed Paşa devrin tanınmış âlimlerini toplayıp Kadızâdeliler hakkındaki görüşlerini sordu. Meclisin kararını padişaha sunan sadrazam padişahtan Kadızâdeliler’in katli için ferman aldı. Ancak bu ceza sürgüne çevrilerek hareketin liderleri olan Üstüvânî, Türk Ahmed ve Divane Mustafa Kıbrıs’a sürüldü, böylece hareketin ikinci safhası sona erdi. (Çavuşoğlu, agm.)

Dün de bugün de bu hareketlerin revaç bulmasının sebebi olarak, başımıza gelen her türlü olumsuzluğun nedeni doğru olarak tesbit edilemeyince neden olarak, Allah ve Rasulünün bozulmamış-hiç değişmemesi gereken dininden/şeriatından uzaklaşmamız gösterilmiştir. O yüzden şu tesbitler bi hayli önemlidir: Tarihte bu tür hareketlerin genellikle bunalımlı sosyal ve siyasal şartlarda ortaya çıkmış olması gibi Kadızâdeliler hareketi de Osmanlı Devleti’nin XVII. yüzyılda içinde bulunduğu karışıklıklar, merkezî idaredeki zaaflar, artan ekonomik bozukluklar, Avrupa ve İran ile olan sürekli savaşlar ve toprak kaybı, yoğun nüfus hareketleri ve çıkan isyanlar gibi bir istikrarsızlık ortamı içerisinde doğup gelişme imkânı bulmuştur. (Çavuşoğlu, agm.) Kadızâdeliler’in fikrî öncüsü tahmin edilebileceği gibi bu günkü Rabistandaki Vahhabîliğin de piri olan ünlü âlim İbn Teymiyyedir. İbn Teymiyye mektebinden etkilenen Birgivî Mehmed Efendi (ö.1573) de Kadızâdeliler arasında yaygın biçimde okunan Risâle-i Birgivî (Vasiyetnâme) adlı bir ilmihal kitabının yazarıdır. Gerçi Birgivi Mehmet Efendi bu Selefî düşünce akımının Osmanlıdaki öncüsü gibi görülse de aslında bir tarikat müntesibi olarak farklı bir portre çizmektedir. (dipnot 4- Emrullah Yüksel, BİRGİVÎ maddesi, DİA)
Birgivî’de görülen İbn Teymiyye’nin etkisi bu harekete ismini veren Kadızâde Mehmed Efendi’nin eserlerinde de dikkat çeker. Mehmed Efendi’nin, İbn Teymiyye’nin “es-Siyâsetü’ş-şer’iyye fî ı’lâ’i’r-râ’î ve’r-ra’iyye” adlı kitabının genişletilmiş Türkçe tercümesi olan “Tâcü’r-resâil ve minhâcü’l-vesâil”i hazırlamış olması bu tesiri açıkça gösterir.
Kadızâde Mehmed Efendi semâ ve devran, aklî ilimlerin tahsili, ezan, mevlid ve Kur’ân’ın makamla okunması, tasliye ve tarziye, türbe ve kabir ziyareti, cemâatle nâfile namaz kılınması, tütün ve kahve içilmesi, musâfaha ve inhinâ konusunda olumsuz bir tavır almış, bunların tamamını bid‘at ve haram saymıştır. Ayrıca Hızır’ın hayatta olmadığını, Resûl-i Ekrem’in ebeveyninin ve İbnü’l-Arabî’nin kâfir olduğunu, Firavun’un imanının geçersizliğini, devlet katında yapılan bazı işler karşılığında alınan paranın rüşvet değil ücret olduğunu, Yezîd’e lânet gerektiğini ileri sürmüştür. Abdülmecid Sivâsî ise söz konusu meselelerde genel olarak aksi yönde görüş belirtmiştir. (Çavuşoğlu, agm.)


SULTANLARIN SİYASETİ.:

Hareketin ilk kıvılcımları tartışma seviyesinde önce câmilerde ve padişah meclislerinde meydana çıktı. Meselâ Kadızâde ile Sivâsî arasında, “Eşyanın tesbihi hâl ile mi yoksa kâl ile midir?” tartışması vaaz kürsüsünden padişah huzuruna kadar taşınmıştı. IV. Murad’ın siyasî düzeni bozmamaları kaydıyla sûfîlerin faaliyetlerine karşı çıkmadığı ve Kadızâdeliler ile Sivâsî taraftarları arasında bir denge politikası izlediği dikkati çeker. Kendisinden önceki birçok padişah gibi IV. Murad’ın da tarikatlarla yakın ilgisi vardı. Ayrıca padişahın Sivâsî’ye, kendisine bağlı dervişlere müdahale edilmeyeceğine dair teminat verdiği de bilinmektedir. Bu meselelerin çoğu ve bid‘at konusu aslında yeni bir durum olmayıp daha önce İslâm âlimleri arasında tartışılmış ve çeşitli eserlerde genişçe işlenmiştir. Kadızâdeliler, yaşadıkları dönemde tenkit ettikleri meselelere tasfiyeci bir tutumla yaklaşıp bütün bid‘atları gerekirse şiddet kullanarak ortadan kaldırmayı amaçlamışlardı. Ancak emir bi’l-ma‘rûf nehiy ani’l- münker prensibini zorla uygulamaya çalışmaları devlet düzenine tehdit teşkil edince siyasî otorite buna izin vermemiştir.

HADİSELERİN BURSA’YA İNTİKALİ.:

1656’da Kadızâdeli terörünün yatıştırılmasının ardından vâiz Vanî Mehmed Efendi döneminde üçüncü safha başladı. (1663) İstanbul’a gelen Vanî, Sultan Selim Câmii’nde vaaz vermeye başladı. IV. Mehmed’in himayesiyle önce padişahın, ardından Şehzâde Mustafa’nın hocası oldu. Padişah ve sadrazamın üzerindeki etkisiyle saraydaki nüfuzu artan Vanî Mehmed Efendi sûfîlere karşı tavır aldı. 1077’de (1666) Mevlevîler’in yaptığı semâ ve Halvetî dervişlerinin Kadızâdeliler tarafından “tahta tepmek” olarak adlandırılan âyinleri onun etkisiyle padişah tarafından yasaklandı. 1081’de (1670) yine sultanın çıkardığı bir fermanla meyhaneler yıktırıldı. Vanî Mehmed Efendi’nin karşı çıktığı diğer bir uygulama olan kabir ziyareti de 1078 (1667) yılında padişahın emriyle yasaklandı. Hatta Osmanlı maliyesinde birçok örfî vergi bid‘at olduğu gerekçesiyle kaldırıldığı gibi diğer vergilerin kütüb-i şer‘iyyeye göre toplanması emredildi. (Çavuşoğlu, agm.)
Vanî Efendinin Bursa’ya sürgün edilmesiyle birlikte de (mezarı Kesteldedir) tartışmalar Bursa’da hararet kazandı. Mehmed Efendi’nin takipçileriyle mutasavvıf Niyâzî-i Mısrî’nin taraftarları arasında 1103’te (1692) Bursa Ulucâmii’nde Kadir gecesi cemâatle namaz kılınırken meydana gelen bir hadise, Kadızâdeliler hareketinin tesirlerinin Vanî Mehmed Efendi’nin vefâtından (1096/1685) sonra da sürdüğünü gösterir.


BURSA ULU CAMİ’de O KADİR GECESİ NE OLDU?.:

İşte Kadızâde hareketinin Osmanlı tarihindeki en etkili isimlerinden olan Hace-i Sultani (padişah hocası) Vanî Mehmet Efendi’nin torunu Sultaniye müderrisi Vanizâde, bir mevlid esnasında bidat işlendiği gerekçesiyle Ahmed Gazzi nin damadı ve Ulucâmi imamı Abdurrahman efendi üzerine halkı kışkırtmış ve câmide çok ciddi bir kargaşa çıkmıştı. Abdurrahman Efendiyi korumaya çalışan Süleyman isimli bir derviş vefât etmiş, imam ise canını kıl payı kurtarmıştı. Tartışma cemâatle nafile namaz kılmak konusunda idi. Abdurrahman Efendi Kadir Gecesi namazının cemâatle kılınmasını savunduğu için linç edilmek istenmişti ama olay bununla münhasır değildi. Zaten yıllardır benzeri tartışmalardan oldukça gergin olan ortam, Vani Mehmet Efendi taraftarlarıyla Niyazi Mısrî/Ahmet Gazzi taraftarları arasındaki husumetin neticesinde bi hayli yükselmişti. Bursada benzer bir tartışma O gece ki olaydan önce de yaşanır. Kadı Mehmet Efendi mevlid kandilinde câmide okunan mevlidin “Vilâdet bahri” okunurken ayağa kalkmamış, kendisine niçin ayağa kalkmadığı sorulduğunda “bu gibi şeylerin İslam’da yeri yoktur bidattir ve hıyanet suçu işlenmektedir” cevabını vermiştir. Bunun üzerine Câmii Kebir vaizi Şeyh Ahmet Gazzi: “Bu nasıl haldir? bu âdemlerde hiç insaf yok mudur?.. Câmilerden tutun ,yemek, içmek, giymek hususlarında şüknamıza varıncaya kadar hangisi sünneti şerifeye muvafıktır. Câmilerde âlet dersleri okutmak, teezzin etmek, halılar, hasırlar, seccadeler, duvarlara yazılar, levhalar koymak, mahfiller , kürsüler, kitaplar, medreseler vs. bunların hangisi bidat değildir?” diye hissiyatını aktarmıştır.
[İ](Bursa Ulu Câmi İmâmlığı Ve İmâmları, M. Asım Yediyıldız T.C. Uludağ Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi Cilt: 17, Sayı: 2, 2008 S. 121-145 )[/İ]

Resim

17'nci yüzyılın ilk yarısı... İstanbul halkı bir dini tartışma yüzünden ikiye bölündü... Türk tarihinin en tutucu dini hareketi olan Kadızâdeler "Dinde yoktur" diye birden fazla minaresi olan câmilerin minarelerini yıkmaya kalkmışlardı.

16. yüzyılın sonlarından itibaren değişen dünya şartları Osmanlı İmparatorluğu'nda büyük bir buhrana sebep oldu. Buhran hem halkı hem de yöneticileri derinden etkiledi. Osmanlı aydınları kitaplar yazarak buhranın sebebini ortaya koymaya çalıştı. 17. yüzyılın ilk yarısında ortaya çıkan ve Kadızâdeliler diye adlandırılan gruba göre problemin asıl sebebi, dini emirlerin terkedilip Hazreti Muhammed döneminde bulunmayan birçok uygulamanın dine sokulmasıydı.


DEVLET BUNALIMDAYDI.:

Türk tarihinin en tutucu düşüncelerinden biri olan Kadızâdeliler hareketinin öncüsü Kadızâde Mehmed Efendi, fikirlerini 16. yüzyılın önemli isimlerinden Birgivi Mehmed Efendi'nin eserlerine dayandırıyordu. Birgivî'nin eserlerindeki Hazreti Peygamber'den sonra ortaya çıkan her şeyin reddedilmesi fikrini benimseyen Kadızâde Mehmed, usta bir hatipti ve İstanbul câmilerinde vaazlar vermekteydi. 17. yüzyılın ilk yarısı devletin bunalımda olduğu, halkın sıkıntı çektiği bir dönemdi. Kadızâde: "zenginlerin zevk-ü sefâya daldığını, taşranın yanıp yıkıldığını, halkın dağlara çıktığını, çiftçinin perişan hale geldiğini, rüşvetin alıp yürüdüğünü, şarabın ve afyonun salgın haline geldiğini ve tek çarenin şeriatta olduğunu" söylemeye başladı. Dönemin önemli tarikatları olan, Halvetî ve Mevlevîler'i "tahta tepenler, düdük çalanlar" diye aşağılayıp, semânın haram olduğunu söyledi.
Kadızâdeliler'e göre, dertlerin sona ermesi için yapılması gereken iş, dine sonradan sokulan uygulamaların ortadan kaldırılmasıydı. Bu yapıldığında tüm dertlerin devası bulunacak ve İslamiyet'in en iyi şekilde yaşandığı Asrı Saadet, yani Peygamberimiz'in dönemi tekrar yaşanabilir hale gelecekti. Kadızâdeliler, dine sonradan sokulan uygulamaların yaygınlaşmasındaki en büyük sorumluluğun tarikatlarda olduğunu iddia ediyorlardı. Semâ ve raksın âyinlerinde önemli bir yer tuttuğu Halvetiye ile Mevlevîye tarikatları ise en başta gelen düşmanlarıydı.
Kadızâdeliler, hareketlerinin kurucusu Mehmed Efendi'nin ölümünden sonra daha da etkin oldu. İstanbul câmilerinin çoğunun kontrolünü ellerine geçirdiler. Osmanlı yöneticileri, Kadızâdeliler'in dini telkinlerini, halka sıkıntılarını unutturacak geçici bir vasıta gibi görmüştü. Özellikle Dördüncü Murad katında itibar sahibi olmuşlardı.


SİVASÎLER'LE MÜCADELE.:

Kadızâde ve taraftarları, belirli bir üstünlük sağladılarsa da, karşılarında diğer tarikatların kuvvetli bir direnişini de buldu. Sivasî Abdülmecid Efendi'nin başını çektiği bir grup onların fikirlerine karşı çıktı. Halveti Şeyhi Abdülmecid Sivasî'nin taraftarlarına “Sivasîler” deniliyordu. Artık İstanbul'un her yerinde Kadızâdeliler'le, Sivasîler arasında tartışmalar ve siyasi üstünlük kurma yarışı yaşanıyordu.
Vakanüvis, yani resmi tarihçi olan Naima'nın tarihinde Kadızâdeli vaizlerden birisi olan Türk Ahmed'e yöneltilen sorular ve bunlara verilen cevaplar Kadızâdeliler'in zihniyetini bize yansıtır: Kadızâdeliler'in önde gelenlerinden Türk Ahmed: "Hazreti Peygamber zamanında kaşık olmadığı için de yemeğin elle yenmesi gerektiğini" iddia eder.


KÖPRÜLÜ GÖREVE GELDİ.:

Bozulan devlet otoritesini yeniden tesis etmesi için Köprülü Mehmed Paşa, 1656'da sadrazamlığa tayin edildi. Köprülü, devlet otoritesini tesis etmeye çalışırken, Dördüncü Murad döneminden itibaren İstanbul'da büyük bir güç haline gelen Kadızâdeliler, onun sadrazamlığının sekizinci günü, 2 Ekim 1656'da aleyhtarlarını sindirmek ve devlet yönetiminde söz sahibi olmak için harekete geçtiler. Kadızâdeliler: "İstanbul'daki bütün tekkeleri yıkıp, buraların şeyh ve dervişlerine imanlarını tazelemelerini teklif etmek ve kabul etmeyenleri öldürmek; Padişahın huzuruna çıkarak, Peygamber'den sonra ortaya çıkmış dindeki bütün yeni uygulamaların kaldırılmasını istemek; Padişahların ve ailelerinin yaptırdığı Selatin câmilerinin minârelerinin biri dışındakileri yıkmak" istiyorlardı.

BİR GÜNDE BİTTİ.:

Kadızâdeliler, bu isteklerini yerine getirmek için silahlanıp, halkı yanlarına davet ettiler. Sadrazamın onları bu hareketten vazgeçmeleri yönündeki uyarılarına kulak asmadılar. İsteklerinin yerine gelmesinde direttiler. Bunun üzerine Köprülü Mehmed Paşa, Kadızâdeliler'in isteklerini reddetti.
Kadızâdeliler'in mallarına el koyup, hareketin liderleri olan Üstüvanî Mehmed, Türk Ahmed ve Divâne Mustafa'yı tutuklatarak Kıbrıs'a sürdü. Yıllarca İstanbul'da istediklerini yaptıran, devlet işlerine müdahale eden Kadızâdeliler bir günde bitirilmişti. Bu hadise, dışarıdan zayıf gibi görünen devletin gerektiğinde ipleri nasıl kolaylıkla eline alabildiğini de gösteriyordu.

“Selefî Düşünce”nin Osmanlı toplumunda filizlenmesi mahiyetinde görülebilecek olan Birgivî'nin fikri alt yapısını inşa ettiği bu düşünceler, kendisinin ardından talebeleri tarafından tevarüs edilecek ve Birgivî mektebinin iki kuşak sonraki öğrencilerinden Kadızâde Mehmed Efendi (ö. 1045/1635) ile daha iddialı bir şekilde gündeme gelecektir. Babasının mesleğinden ötürü Kadızâde lakabıyla anılan Mehmed Efendi, bir müddet klasik metinleri okutmakla uğraşmış, daha sonra Osmanlı' da vâizlik mesleğinin zirvesini teşkil eden Ayasofya Câmii'ne vâiz olarak atanmıştır. Etkili vaazları sayesinde ilk günlerden itibaren kendine has bir dinleyici kitlesi oluşturmuş ve kısa sürede namını bütün İstanbul' a duyurmayı başarmıştır. Ancak esas şöhretini, Birgivî ekolünün öngördüğü ihyâ hareketini geniş bir tabana yaymak slıretiyle, kendi ismiyle anılacak bir harekete öncülük ederek kazanacaktır. İşte bu hareket, Selefîliğin Osmanlı toplumuna tipik bir şekilde uyarlandığı izlenimini veren önemli ipuçlarını ihtiva etmektedir. Kadızâde Mehmed Efendi, siyasi idaredeki yönetim zafiyetinden toplumun ahlaki yapısındaki bozulmaya varıncaya kadar pek çok sahada kendisini hissettiren yozlaşmanın, dine muhalif tutumlar sergilemenin kaçınılmaz bir neticesi olduğunu ve bu muhalefet devam ettiği müddetçe meselenin çözülemeyeceğini vâizlik kariyeri boyunca sürekli anlatmıştır. Kendisine göre buradaki temel problem, toplumun birçok bid'at ve hurafeyi, onlara dini bir hüviyyet atfederek sahiplenmesidir. Tam da bu noktada onun, bid'at ve hurafelerin yayılmasından bütünüyle mutasavvıfları sorumlu tutması, tasavvuf karşıtlığıyla tebarüz etmiş Selefîliğin, Osmanlı toplumundaki bir izdüşümü olarak görülebilir. Mehmed Efendi'nin tasavvuf şeyhlerine yönelttiği itham ve suçlamalar, mutasavvıflar cenâhında muhalif bir blok oluşturmuş ve taraflar arasında gerilimli münakaşalara sebebiyet vermiştir. Kadızâde ve onun karşısında yer alan Abdülmecid Sivasî Efendi'ye (ö. 1049/1639) nisbetle “Kadızâdeli-Sivasî Çekişmesi” olarak anılan bu tartışmalar, birkaç nesil boyunca devam etmiş, devletin ve toplumun yoğun ilgisine mazhar olmuştur.
(Ahmet Yaşar Ocak, "XVII. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunda Dinde Tasfiye (Pürütanizm) Teşebbüslerine Bir Bakış, "Kadızâdeliler Hareketi", Türk Kültürü Araştırmları, 1983, Ankara, XXIXXI/1-2, s. 212.)

İlk tasfiyeci hareketin İbn Teymiyye ile başladığı, daha sonra XVI. yüzyılda Osmanlı' da Birgivi ile, XVII. yüzyılda Kadızâdeliler ile, XVIII. yüzyılda ise Vehhabiler ile temsil edildiği ifade edilmiştir.
(Bk. Ocak, "Kadızâdeliler Hareketi", s. 208, 213.)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: CuMâ CeM'im-İZ

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

BÂZı GÜNLer ÇİLLe GEÇer!
ÇİLLe EKer!.. ÇİLLe BİÇer!
ZEHİR ZIKkım-ı>SEÇemez
İnsÂN CÂNı=>KANın İÇer!.


ZEVK 8911

=>ZEVKLerimi HAZZ’a DÖKtüm =>ŞİİRLerim NAZM EYyLedim
“OLsun! OLmasın!” GÜBREmi =>GÜL GÖLÜnde HAZM EYyLedim
“VELED-i SARAY”dı Niyet
ŞehaBBeDDiN PAŞA Kısmet
“BİZ BİR-İZ =>BİLE”-Lik İSmet =>CUMÂ CEM’in AZM EYyLedim!.


22.06.18 13:13
brsbrsm..şehabbeddinpaşacâmimizzz...


Azm.: (Azim) Kasd, niyet. Sağlam ve kat'i karar. Sebât.
Nazm.: Sıra, tertib. Kafiyeli, vezinli, söz, şiir. Dizili olan şey Ölçülü, mizanlı, tertibli. Vezni ve kafiyesi olan söz. Edebi ölçüsü olan sözler.
Hazm.: Mideye yenen Maddî Şeyler ile KALBe İnen Manevî Hususları; eritmek, sindirmek ve HaYyatta Vücuda yararlı hâle getirrilmesi.. Münasebetsiz bir hale, güce gidecek bir vaziyete düşenin kendi nefsini zaptedip tahammül etmesi ve sabreylemesi..


nOt:
İnsÂN AKLında/Nefsinde, Bedeninde şu HAYyatta;
Bazı ACILar, Parmak-YÜZük gibi YÜZde ve “İLE”dir..
Bazı ACILar, SÖZe SIĞmaz ET-TIRNak gibi ÖZde ve “BİLE”dir..
YAŞAnmayan YALan ki, YAŞAndığında gERçek OLan YÜZde-ÖZde ve “ÇİLE”dir..


YÂ HAYyu’L- HUuu!. ALLAH celle celâlihuu!.


Resim


Resim

Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebiyyike ve
Rasûlike ve
Nebiyyi'l- Ummiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve's-sahbihi ve uMMetihi...

ALLAHımız celle celâluhu!
BİZe MuhaMMedî Gayret,
PÎRimizden Hâl-i HiMMet,
RASÛLünden ŞiFâ-yı ŞeFâat,
ZÂTından İnâyet-Hidâyet-SeLâmet
İZZet-i İhsÂNınLa LûTFet-CEM’ et CUMÂMIza İnşae ALLAH!..


Resim

MuhaMMedi MuHABBEtLerimİZLe!..



Resim

(Şehabettin Paşa Câmisinde bir “VaV” Hattı)

تَبَارَكَ الَّذِي بِيَدِهِ الْمُلْكُ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
Resim---"Tebârakellezî bi yedihil mulku ve huve alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).: Mülk elinde (kudretinde) olan O (Allah) Mübarek’tir. Ve O, herşeye kaadirdir.”
(Mülk 67/1)



ŞAHABETTİN PAŞA (Hadım) CÂMİİ

Şehabettin Paşa Mah. Çatalfırın Sok., Altıparmak, Osmangazi, Bursa.

Şahabeddin Paşa, Osmanlı harem ağası ve veziri. Murat II (salt. 1421-1451) döneminde sarayda yetişerek harem ağası oldu. Zekâ ve yetenekleriyle sivrildi; 1439'da Sevâhil Muhafızı (sahil korumasıyla görevli yetkili), ardından Rumeli Beylerbeyi ve vezir oldu. Mehmet II. Fatih döneminin başlangıcında da kısa süre görevini sürdürdü; daha sonra etkin yaşamdan çekildi, 1453'te öldü. Bursa Çatalfırın'da "Laleli Çeşme" adıyla tanınan bir çeşme, Filibe'de câmi ve imâret yaptırdı. Altıparmak Caddesi üzerinde Karamanlı Mehmet oğlu Mehmet tarafından yaptırılan câmi, yanındaki çeşmeden galat olarak Sahabettin Paşa Câmisi adıyla anılmaktadır.

Mehmet Çelebi tarafından yaptırılmıştır. Mescidin kapı üstünde dört satırlık bir kitâbesi vardır.
Mescidin ikinci kez yapıldığı sanılmaktadır. Mescide adını veren Şahabeddin Paşa, II. Murat ve Fatih in veziridir.
Mescidi önce Şahabeddin Paşa yaptırmıştır. Ancak sonra yıkıldığı için Karamanlı Mehmet’in ikinci kez yaptırdığı söylenir. Vakfiyesi Şehabeddin Paşa ya âittir. 9.80X 10.25 metre iç ölçülerinde olan mescidin üzeri ahşap ve kiremitle örtülmüştür. Pencereleri XVIII. yüzyıl mescidlerinde gördüğümüz yüksekliktedir. Mescidin önünde bulunan çeşmeler yok olmuştur. 1957 yılında Bursa Eski Eserleri Sevenler Kurumu tarafından aslına uygun olarak onarılan mescid, halen sağlam ve ibâdete açık durumdadır. Vakıflar Genel Müdürlüğü malıdır.
2011 yılında büyük bölümü yıkılarak yeniden yapılmış, bunun yanında câmii giriş kapısı üstüne ahşap son cemaat yeri yapılarak yeniden ibâdete açılmıştır.


HADIM LALA ŞEHABETTİN ŞAHİN PAŞA KİMdir?.

II. Murad ve II. Mehmet (Fatih) döneminde vezirlik yapmış bir devşirmedir. Dönemin güçlü veziri Çandarlı Halil Paşa ile Zağnos ve İbrahim Paşalar arasındaki hizipleşmede Çandarlı'nın karşısında yer aldı.
II. Murat’ın 1444 yılında tahttan çekilip yerine 12 yaşındaki II. Mehmet’in tahta çıkmasında rol oynadı.
Çocuk padişahın tahta çıkması, II Murat’ın tahtta hak iddia eden kardeşi Orhan Çelebi’yi Dobruca’da bir isyan girişimi için cesaretlendirmişti. Girişimi önleyen ve Orhan Çelebi’yi İstanbul’a kaçmak zorunda bırakan Şehabettin Paşa oldu.
Padişah değişikliği, Haçlılar’ı da yeni bir sefere kışkırtmıştı. Şehabettin Paşa, savaşa II. Mehmet komutasında gidilmesini savunmuş ama baba II. Murat orduyu komuta etmişti. Osmanlı’nın zaferi ile sonuçlanan savaşta, Türk ordusunun sol kolunu Rumeli Beylerbeyi olan Şehabeddin Şahin Paşa yönetti.
10 Kasım 1944’te gerçekleşen Varna Zaferi’nden sonra “paranın ayarı bozuldu” gerekçesiyle ve Çandarlı Halil’in kışkırtmasıyla 1446 yazında çıkan yeniçeri isyanında Şehabettin Paşa’nın sarayı basılıp yağmalandı ve II. Mehmet’in sarayına sığınan paşa, canını zor kurtardı.
Çıkan karışıklıklar sonucu 1446 yılının ağustos ayında Sultan II. Murat, yeniden tahta geçti. Şehabettin Paşa, tahttan inen Mehmet ile birlikte Manisa’ya gönderilen paşalar arasındaydı.
II. Mehmet, 1451’de ölen babasının yerine tekrar tahta geçtiğinde yönetimde etkili oldu ve Çandarlı Halil’in muhalefetine rağmen diğer devşirme paşalarla birlikte padişahı İstanbul’un fethine iknâ etti.
Fetihten sonra Fatih Sultan Mehmet’in ikinci veziri oldu..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: CuMâ CeM'im-İZ

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim celle celâluhu

DERdi DELi DEVR-i DEVRÂN
SEVd sAHrasında SEYRÂN
NÛR-u MuhaMMedde CEVLÂN
HÂL-i HAZIR HAKk’a HAYRÂN!.


KuL İhvÂNim NİSBet NEdir
NÂSİB NEdir=>İSMet NEdir
ŞEHÂDet =>ŞEREF->ŞİFÂsı
İFFet NEdir=>İSMet NEdir?.


ZEVK 8920


KÂiNÂt=>ALLAH’ın NÛRu =>CEMMü’L- CEM TEKtir TEK-BİRde
=>BİZ BİR-İZ DAMLAsı =>hER CÂN =>ÖLÜMe AKan NEHİRde
BEZM-i ELESt=>BELÂ BAĞInda
=>CÂN =>CihÂN ÇİLLe ÇAĞInda
=>KEŞİŞ DAĞI’n KUCAĞI-nda =>CUMÂ CEM’i=>“PÎR EMİR”de..


29.06.18 13:12
brsbrsm..piremircâmimizzz..


KIRAT’ım=>YÜKü ISLandı
YIKıLdı =>YÂR’e YASLandı
KuL İhvÂNim=>AŞKa YANdı
KITMÎR’im CeheNNeM SANdı!.


YÂ HAYyu’L- HUuu!. ALLAH celle celâlihuu!.


Resim


Resim

Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebiyyike ve
Rasûlike ve
Nebiyyi'l- Ummiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve's-sahbihi ve uMMetihi...

ALLAHımız celle celâluhu!
BİZe MuhaMMedî Gayret,
PÎRimizden Hâl-i HiMMet,
RASÛLünden ŞiFâ-yı ŞeFâat,
ZÂTından İnâyet-Hidâyet-SeLâmet
İZZet-i İhsÂNınLa LûTFet-CEM’ et CUMÂMIza İnşae ALLAH!..


Resim

MuhaMMedi MuHABBEtLerimİZLe!..


Resim

PÎR EMİR MEHMED SULTÂN CÂMİİ.:

Pîremir Mahallesi 9. Okul Sokak Yıldırım/Bursa..

Işıklar Askeri Lisesi'nin güneyinde, XV. yüzyılın sonunda, 1495 yılında Buhara'dan gelip Bursa'ya yerleşen Pîr Emir SuLtÂN Mehmed adına Hoca Alizâde tarafından yaptırılmıştır.
10,35X10,35 metre iç ölçülerinde olan Câminin girişinde, 5,17 metre derinliğinde bir son cemaat yeri yer alır. Asıl cemaat yeri bir büyük kubbe örtülü iken, son cemaat yeri tonozla örtülüdür. Yapı, üç sıra tuğla ve bir sıra kesme taş ile örülmüştür. Yapının Bursa kemerli bir girişi vardır. Câmi, sağlam ve Hoca Alizâde ibadete açıktır.


Resim

Pîr Emir Mahallesi'ne girerken yazıtı bulunmayan bir çeşme bulunur. Bunun biraz ilerisinde ikinci bir çeşme daha vardır. Bunun da biraz ilerisinde üçüncü bir çeşme bulunur..
Bursalıların, bu Câmi ile ilgili çok ilginç bir bâtıl inançları vardır. Buna göre her Cuma günü, evde kalmış kızlar gelip bu Câmide kısmet dilenirlermiş. Bu bâtıl inanç ta ilginç bir biçimde uygulanırmış. Cuma günü, bir kısım genç kız ve dullar gelip donsuz olarak Câminin minâresine çıkarlarmış Daha sonra da ellerinde tuttukları donlarını minârenin şerefesinin etrafında üç kez dolaştırdıktan sonra aşağıya atarlarmış. Bu donlar, aşağıda toplanan kadınlar tarafından alınıp, demirlere asılırmış. Böylece evde kalan kadınların kısmeti açılacağına inanılırmış. Bu bâtıl inançtan rahatsız olan Câmi imamı, Câmiye bir levha asarak, çamaşır asılmaması ricâ etmiştir.
(Baykal (1950) s.148; vakıflar (1983) ııı. s.154; Mehmed Ziya (1910) s.37; beesk (1964) s.14-17; bursa coğrafisi, (1927)s.109; S. Ünver, Bursa'da Telkin Tedâvileri...s.394)

BursaLı Velî, Sufî, Şâir..

Asıl adı Seyyid Mehmed’tir. Babasının adı Seyyid Ali’dir. Buhara’da gelip Emir SuLtÂN’ın akrabası olduğunu söyleyerek Emir SuLtÂN’ın halifesi olmak istemiştir. Ancak bu konuda sorun çıkınca, şeyhlikten vazgeçmiştir. Bunun üzerine Bursalı zenginlerden olan Hoca Alizâde, Pîr Emir SuLtÂN’a, Musa BaBa yakınlarında bir mescid ile tekke yaptırmıştır. Emir SuLtÂN’ın akrabası olduğu için “Emir” lakabını alan Pîr Emir SuLtÂN, 1495 yılında Bursa’da yaşamını yitirmiştir. Türbesi, kendi Câmisinin yanındadır.
Türbe ile ilgili Bursa’da bazı bâtıl inançlar vardır.
Yahşi ve Oruç Gazi’nin babaları olan Pîri de bu olmalıdır.
Şâirin bir ikiliği şöyledir:

Bahar oldu açıldı gonca lebler sahn gülzara
Güle yer yok meğer yapıştırdım, penbeyle divara..

(Baldırzâde, S. 25.41; kütük ıv, S. 61-62; Baykal S. 148; vakıflar ııı. S. 154; Mehmed Ziya (1910) S. 37; beesk (1964) S. 14-17; Bursa Coğrafisi, (1927)S. 109; S. Ünver, Bursa’da Telkin Tedavileri...S. 394; Turyan, S. 145; Güldeste, S. 86; Mm, S. 8; Sicili Osmani I, S. 402)


Resim

Asıl Adı Mehmed olup Evlad-ı Resüldendir. Babası Seyyid Ali’dir. Emir SuLtÂN Hazretlerine hzne yakınlığından dolayı kendisine”Emir”” denmiştir. Doğum tarihi belli değildir.
Pîremir SuLtÂN Hazretleri’i, 1495 yılında Buhara’dan geldi. Emir SuLtÂN Câmiine geldi ve Halka: “Ben Emir Buharî’nin kız kardeşinin oğluyum, bu sebeple Emir Buharî Dergahında bulunmak benim hakkımdır!.” dedi.
Daha sonra kürsüye geçip birkaç defa vaaz etti ancak türkçesi çok iyi olmadığı için farsça vaaz etti ama halk pek bir şey anlamadı.
O zamanda emir SuLtÂN Dergahında Postnişin olan Abdurrahman Efendi bu durumdan çok rahatsız oldu. Bu sürede halk ikiye ayrıldı. Bir kısmı Abdurrahman Efendiyi, bir kısmı da Pîremir SuLtÂNı destekledi. Daha sonra Abdurrahman Efendi, Dâru’s- SuLtÂNi’ye gidip kendisinin burada görevli olduğuna dair bir emri şerif getirdi. Taraflar arasında bir mahkeme kuruldu ve sorun çözülmeye çalışıldı . Ancak bir türlü sulh sağlanamadı. Hatta Câmi’-yi Şerifde kubbe altında Abdurrahman Efendi Meclisi toplanır, aynı anda mihrab yanında Pîremir SuLtÂN Meclisi toplanırdı. Çok zaman kavgalar yapıp dövüştüler. İki tarafta çok yıprandı.
O sırada Rumeli Yenişehiri’nde irşadla meşgul olan Emir SuLtÂN Hazretleri’nin halifelerinden Şeyh Hacı Halife Bursa’ya gelip duruma müdahale etti ve halkı Abdurrahman Efendi etrafında birleşmeye çağırdı. Halkın çoğu da Abdurrahman Efendi’nin meclisine dahil oldular.

Pîremir SuLtÂN’ın dostlarından Hoca Alizâde meseleye müdahil oldu ve Musa Baba Câmiinin üst tarafında Pîremir SuLtÂN‘a bir Câmii ve zâviye inşa ettirdi ve sorun çözüldü. Pîremir SuLtÂN Hazretleri bu dergahta irşad hizmetlerini sürdürdü ve vefâtında da aynı dergahın bahçesinde defnedildi. Günümüzde Dergahtan eser kalmamıştır..


Resim

“ÂSÂ SUYU”nun TARİHÇESİ.:
Bu mübârek zat, dergâhında talebe yetiştirmekle meşgûl olduğu sırada, bir grup misâfir ziyârete geldi. Namaz vakti gelince misâfirler Pîr Emir Hazretleri’ne abdest alınacak yeri sordular. Pîr Emir Hazretleri elindeki asâ ile câminin batı tarafında abdest alınacak suyun bulunduğunu işâret etti. Oraya giden misâfirler, suyun olmadığını görerek, geri dönüp durumu Pîr Emîr’e bildirdiler. Ziyâretçilere: “Beni tâkib ediniz ve biraz sonra geliniz” diyerek günümüzde “Âsâ Suyu” denilen yere gitti. Arkasından gelen ziyâretçiler de, biraz önce su bulamadıkları bu yerde, henüz kaynamaya başlamış bulanık bir suyun aktığını gördüler. O günden îtibâren o suya “Âsâ Suyu” denilmektedir.
Pîr Emîr Câmiinin imâmı Hacı İshâk Efendi, bir gün câminin avlusunda ayaklarını türbeye karşı uzatmış halde uyuya kalır. Uykusunda bir zât ayaklarını tutarak türbeden çevirir ve bir daha böyle yatmamasını tenbihler. Hacı İshak Efendi, uyandığında yanında kimseyi göremez..


YASAK BÖLGE İLÂN EDİLDİ!.:
Bursa’nın Yunan işgâli sırasında, bir Yunan askeri, Pîr Emîr’in türbesine girerek, ata biner gibi mezarın üzerine çıkıp, kötü sözler söylemeye başladı. O anda ayakları kurudu. Feryâdı üzerine arkadaşları tarafından türbeden çıkarıldı. Durum Yunan komutanına bildirilince, Pîr Emîr’in türbesinin bulunduğu çevre Yunan askerleri için yasak bölge îlân edildi..

KORUCUYA ATILAN TOKAT.:
Yine Yunan işgâli sırasında Pîr Emîr mahallesine bakan korucu, bir gün elindeki sopası ile Pîr Emir’in mezarı üzerine vurarak: “Mâdem velîsiniz neden Yunanlıları Bursa’dan kovmuyorsunuz? Bu nasıl velîliktir?” şeklinde konuşunca, korucu rüyâsında Pîr Emir’i görür. Pîr Emîr ona: “Vatan ve iffeti korumak size âittir. Canlılar ne gün için var. Biz mi gerek!.” der. Sonra korucuya bir tokat atar. Sıçrayarak uyanan korucu felç olur ve kısa zaman sonra da ölür..

Resim

Pîremir Mahallesi'nde bulunan Câmi. 1495 yılında Buhara'dan ge¬len Pîr Emir SuLtÂN adına Hoca Alizâde tarafından yaptırılmıştır. Mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne aittir. Duvarlardaki kesme kefeke taş ve tuğla işçiliğinden. Fatih Devri eserlerinden olduğu anlaşılmaktadır. Revak ve pencere kemerleri, saçaklar ve duvardaki tuğla rozetler, Câmiye bitişik minâresi ile merdiven başları o devir mimarisi modelidir. Tek şerefeli minârenin külahı boğuntulu ve sivridir. Kubbesi kurşun ile kaplanmıştır. Yapının duvarları üç sıra tuğla ve bir sıra moloz taşıyla örülmüştür. 1961 yılında esaslı bir onarımdan geçmiştir. Harîmin üstü sekizgen bir kasnak üzerine oturtulmuş bir büyük kubbe ile örtülmüştür. Câminin bahçesinde bulunan ve 16. yüzyılda yapılan türbede. Pîr Emir SuLtÂN Mehmed Hazretleri'nin mezârı bulunmaktadır. Toplam cemaat kapasitesi 200 kişi olan Câminin, vakit namazlarında ortalama 40, cuma namazlarında 250, bayram namazlarında ise 500 kadar cemaati vardır. Câminin kadrolu bir imam-hatibi ve bir müezzin-kayyımı bulunmaktadır..

Resim

Asıl Adı Mehmed olup Evlad-ı Resüldendir. Babası Seyyid Ali'dir. Emir SuLtÂN Hazretleri'ne yakınlığından dolayı kendisine Emir denmiştir. Doğum tarihi belli değildir.
Pîremir SuLtÂN Hazretleri, 1495 yılında Buhara'dan gelerek Bursa'ya yerleşmiş.
Emir SuLtÂN Câmiine geldi ve halka, "Ben Emir Buhari'nin kız kardeşinin oğluyum, bu sebeple Emir Buhari dergahında bulunmak benim hakkımdır" dedi. Daha sonra kürsüye geçip birkaç defa vaaz etti ancak Türkçesi çok iyi olmadığı için Farsça vaaz etti ama halk pek bir şey anlamadı.
O zamanda emir SuLtÂN dergâhında Postnişin olan Abdurrahman Efendi bu durumdan çok rahatsız oldu. Bu sürede halk ikiye ayrıldı. Bir kısmı Abdurrahman Efendi'yi, bir kısmı da Pîremir SuLtÂNı destekledi. Daha sonra Abdurrahman Efendi Darus SuLtÂNi'ye gidip kendisinin burada görevli olduğuna dair bir emri şerif getirdi. Taraflar arasında bir mahkeme kuruldu ve sorun çözülmeye çalışıldı. Ancak bir türlü sulh sağlanamadı. Hatta Câmii şerifde kubbe altında Abdurrahman Efendi meclisi toplanır, aynı anda mihrab yanında Pîremir SuLtÂN meclisi toplanırdı. Uzun süre devam eden kavgalarda iki tarafın da çok yıprandığı söylenir.
O sırada Rumeli Yenişehirinde irşadla meşgul olan Emir SuLtÂN Hazretleri'nin halifelerinden Şeyh Hacı Halife Bursa'ya gelip duruma müdahale etti ve halkı Abdurrahman Efendi etrafında birleşmeye çağırdı. Halkın çoğu da Abdurrahman Efendi'nin meclisine dahil oldular. Pîremir SuLtÂN'ın dostlarından Hoca Alizâde meseleye müdahil oldu ve Musa Baba Câmiinin üst tarafında Pîremir SuLtÂN'a bir Câmii ve zaviye inşa ettirdi ve sorun çözüldü. Pîremir SuLtÂN Hazretleri bu dergâhta irşad hizmetlerini sürdürdü ve vefatında da aynı dergâhın bahçesinde defnedildi. Günümüzde Dergâhtan eser kalmamıştır..


Resim

PÎREMİR TÜRBESİ.:
Buhara’dan gelerek Bursa’ya yerleşmiş olan Emir SuLtÂN Mehmed’e aittir.
XVI. yüzyılın mimarî özelliğini taşıyan bu türbe sekizgen planlı olup, kubbe ile örtülüdür. Tuğla hatıllı taş malzeme ile yapılmıştır. Girişi doğu yönünde sivri kemer alınlıklı, yuvarlak mermer söveli bir kapıdandır. Türbeyi altta yedi, yukarıda da dört pencere aydınlatmaktadır. Türbe içerisindeki tek sandukanın üzerinde Pîr Emir SuLtÂN Mehmed’e ait olduğu yazılıdır. Bu türbe 1964 yılında Bursa eski eserleri sevenler Derneği tarafından onarılmıştır..


TÜRBE MİMARÎ YAPISI:
XVI. yüzyılın mimari özelliğini taşıyan bu türbe sekizgen planlı olup, kubbe ile örtülüdür. Tuğla hatıllı taş malzeme ile yapılmıştır. Girişi doğu yönünde sivri kemer alınlıklı, yuvarlak mermer söveli bir kapıdandır. Türbeyi altta yedi, yukarıda da dört pencere aydınlatmaktadır. Türbe içerisindeki tek sandukanın üzerinde Pîr Emir SuLtÂN Mehmed'e ait olduğu yazılıdır. Bu türbe 1964 yılında Bursa Eski Eserleri Sevenler Derneği tarafından onarılmıştır…
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: CuMâ CeM'im-İZ

Mesaj gönderen Hakan »

Resim TEKe TEKte..

KüLLî ŞEYy >ALLAHın NÛRu
İnKÂR-İkRÂR>TEVHiD TÛRu
ELEST İLe MaHŞER ->BURda
hER NEFes ->hERkeSin SÛru..

ZEVK 8114

KÛN feyeKÛN>gÖLge OYUNu ->KULLuğun MekÂN ZamÂNı
->KAPIsı Yok!. ->BACAsıYOk!.. ->BUra-sı ->İmtihÂN HANı
DOĞar BeBe.. ÖLür DeDe..
->HAKk’a >DUÂ EDe EDe..
YiNE CUMÂ CEM’indeyİZz.. ->Abd-ü-RABBı ->CÂN-CÂNÂNı!.


21.04.17 11:52
brsbrsmm..tktktrstkkmdecâncÂnÂn..



BUra>BUrsam ->DİReğiyİZz
HALKa ->HAKkın GEReğiyİZz
KADRimİZ BİLen BULunmaZz
-->ReSÛLuLLAH YÜReği-yİZz!.
..sallallahu aleyhi vesellem..

YÂ HAYyu’L- HUuu!. ALLAH celle celâlihuu!.


Resim


Resim

Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebiyyike ve
Rasûlike ve
Nebiyyi'l- Ummiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve's-sahbihi ve uMMetihi...

ALLAHımız celle celâluhu!
BİZe MuhaMMedî Gayret,
PÎRimizden Hâl-i HiMMet,
RASÛLünden ŞiFâ-yı ŞeFâat,
ZÂTından İnâyet-Hidâyet-SeLâmet
İZZet-i İhsÂNınLa LûTFet-CEM’ et CUMÂMIza İnşae ALLAH!..


Resim MuhaMMedi MuHABBEtLerimİZLe!....
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: CuMâ CeM'im-İZ

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim GÖKçe DEREm..

KENDİni BİLmeyen NEFiS
KENDİdir RABB’ine PERde
->PASını BİLmeyen NEFiS
ARAr GEZEr RABB’i NERde!.


ZEVK 8929


AHAD’in=>AHMEDuLLAH’ı=>MîM MÜHRü YÜZük KAŞında
“MuhaMMede’r- RESûLuLLAH” =>YAZıLdı YÜZük TAŞında
GEÇmiş GELecek ŞU ÂNda
“OLur!. OLmaz!.”ı =>OLÂN’da =>CUMÂ CEM’i SETBAŞInda!.


06.07.18 13:05
brsbrsm..setbaşıcâmisicumacemii..



Resim


Resim

Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebiyyike ve
Rasûlike ve
Nebiyyi'l- Ummiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve's-sahbihi ve uMMetihi...

ALLAHımız celle celâluhu!
BİZe MuhaMMedî Gayret,
PÎRimizden Hâl-i HiMMet,
RASÛLünden ŞiFâ-yı ŞeFâat,
ZÂTından İnâyet-Hidâyet-SeLâmet
İZZet-i İhsÂNınLa LûTFet-CEM’ et CUMÂMIza İnşae ALLAH!..


Resim MuhaMMedi MuHABBEtLerimİZLe!....



Resim

SETBAŞI (Karaçelebi-Kurdoğlu) CÂMİSİ:

Kayhan Mah. Cumhuriyet Cad. Ahmetdahi Sokak No: 1 Osmangazi/Bursa


Bursa Setbaşı Köprüsü karşısında, Atatürk Caddesi'nde bulunan Setbaşı Câmisi XVI. yüzyılın ikinci yarısında Karaçelebizâde Hüsameddin Efendi tarafından yaptırılmıştır.
Kara Çelebi'nin torunu olan Müftü Abdülaziz ile torunlarından Aziz Ahmet Paşa'nın Bursa'ya birçok hizmetleri olmuştur.

XVI.yüzyıl eseri olan câmi 8.80x14.15 m. ölçüsünde dikdörtgen planlı bir yapı olup, kuzeyine 3.30 m derinliğinde bir son cemaat yeri yapılmıştır. Câminin ve son cemaat yerinin üzeri ahşap bir çatı ile örtülüdür. Câminin ibadet mekanı 8 pencere ile aydınlatılmıştır. Mihrab beş köşeli olup üzeri kademeli biçimde daralmaktadır.

Câminin minâresi kuzey doğu köşesindedir. Kare kaideli minâre tuğladan silindirik gövdelidir. Yapılışından bu yana değişik zamanlarda yapılan onarımlarla özelliğinden büyük ölçüde uzaklaşmıştır..
Câminin önünde iki adet tarihi çınar ağacı vardır..


SETBAŞI KÖPRÜSÜ:

Gökdere üzerinde yer alan Setbaşı Köprüsü, Osmangazi ve Yıldırım ilçelerini birbirine bağlar. Biri küçük, biri büyük iki sivri kemeri bulunmaktadır. Ne zaman yapıldığı ve yaptıranı belli olmamakla birlikte, kadı sicillerine yansıyan onarımlardan en azından 15. yüzyıl sonlarından bu yana kullanıldığı, 1565, 1585, 1680, 1681, 1738 ve 1847 yıllarında onarım gördüğü bilinmektedir. Cumhuriyet Dönemi’ne kadar döşemesi ahşap olan köprü, 1920 yılından sonra taş ayaklar üzerinde beton tabliyeli olarak yeniden yapılmış, daha sonra da köprü genişletilmiştir..


Resim Yâ RESûLuLLAH sallallahu aleyhi vesellem..

AHAD’in=>AHMEDuLLAH’ı=>MîM MÜHRü YÜZük KAŞında
“MuhaMMede’r- RESûLuLLAH” =>YAZıLdı YÜZük TAŞında.:


RESÛLuLLAH sallallahu aleyhi vesellem’in,
DEVLet BAŞKANLarını İSLÂM DİNine DÂVETLeri ve YÜZÜK MÜHRü..
ALLAHu zü’L- CeLÂL, Kur'ÂN-ı Kerîm’inde Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’i
AKIL Sahibi İnsÂN ve CİNLere İSLÂM DİNini TebLiğ EMRi.:
Bütün insanlığa/Kînâta gönderilmiş bir “Resûl” olan Peygamber Efendimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Hudeybiye Muâhedesi’nden sonra, uzak-yakın ulaşabildiği bütün ülkeleri de İslâm’a dâvete başladı. Zîrâ Kur'ÂN-ı Kerîmde İlâhî Emir bu yönde idi:


قُلْ يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنِّي رَسُولُ اللّهِ إِلَيْكُمْ جَمِيعًا الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ لا إِلَهَ إِلاَّ هُوَ يُحْيِي وَيُمِيتُ فَآمِنُواْ بِاللّهِ وَرَسُولِهِ النَّبِيِّ الأُمِّيِّ الَّذِي يُؤْمِنُ بِاللّهِ وَكَلِمَاتِهِ وَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
Resim---"Kul yâ eyyuhân nâsu innî resûlullâhi ileykum cemîanillezî lehu mulku’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), lâ ilâhe illâ huve yuhyî ve yumît (yumîtu), fe âminû billâhi ve resûlihin nebiyyi’l- ummiyyillezî yu’minu billâhi ve kelimâtihî vettebiûhu leallekum tehtedûn (tehtedûne).: De ki: “Ey insanlar! Muhakkak ki; ben, sizin hepinize (gönderilen) ALLAH’ın Resûl'üyüm. O ki; semâların ve arzın mülkü, O’nundur. O’ndan başka ilâh yoktur. O, hayat verir (yaşatır) ve öldürür. Öyleyse ALLAH’a ve O’nun ümmî, nebî, Resûl'üne îmân edin ki; O, ALLAH’a ve O’nun kelimelerine (sözlerine) inanır (îmân eder). Ve O’na tâbî olun ki; böylece siz, hidâyete eresiniz.” (A’râf, 7/158)

يَا أَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّغْ مَا أُنزِلَ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ وَإِن لَّمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُ وَاللّهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِ إِنَّ اللّهَ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِرِينَ
Resim---"Yâ eyyuhâ’r- resûlu bellıg mâ unzile ileyke min rabbike ve in lem tef’al fe mâ bellagte risâletehu vallâhu ya’sımuke mine’n- nâs (nâsi) innallâhe lâ yehdîl kavme’l- kâfirîn (kâfirîne).: Ey Resûl! Rabb’inden sana indirileni tebliğ et (duyur). Eğer bunu yapmazsan, o taktirde O’nun Risâletini (sana gönderdiğini) tebliğ etmemiş (duyurmamış) olursun. Ve ALLAH seni insanlardan korur. Muhakkak ki Allâh, kâfirler kavmini hidâyete erdirmez.” (Mâide 5/67)

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا كَافَّةً لِّلنَّاسِ بَشِيرًا وَنَذِيرًا وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
Resim---"Ve mâ erselnâke illâ kâffeten li’-n nâsi beşîran ve nezîran ve lâkinne ekseran nâsi lâ ya’lemûn (ya’lemûne).: “Ve Biz, seni (kâinattaki) insanların hepsi için müjdeleyici ve nezir (uyarıcı) olmandan başka bir şey için göndermedik. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Sebe’ 34/28)



Resim

PEYGAMBERİMİZ RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem’in YÜZÜĞÜ VE MÜHRÜ.:

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in dünyâ devletlerini İslâm’a dâveti, yazılı mektuplar vâsıtasıyla oldu. Bu mektupların en meşhurları, altı veya sekiz tânedir. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, her bir mektubu, güzîde sahâbîlerinden birine vererek yollamıştır.
Fahr-i Kâinât Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz hükümdarlara mektup yazdırmak istediğinde, ashâb-ı kirâm: “Yâ Resûlallâh! Onlar bir mektubu mühürlü olmadıkça okumazlar.” dediler. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, gümüşten bir yüzük yaptırdı. Üzerine üç satır hâlinde “ALLAH-ReSûL-MuhaMMed” kelimelerini nakşettirdi ve bu yüzüğü mektuplarında mühür olarak kullandı..

(Buhârî, İlim, 7; Müslim, Libâs, 57, 58; İbn-i Sa’d, I, 258.)

Yüzüğün üzerine “MuhaMMedün ReSûLuLLAH” terkibi nakşedilmiş oluyordu, ancak tâzîmen/hürmeten “ALLAH” ism-i celâli en üstte, “ReSûL” arada ve “MuhaMMed” ismi de alt satırda yer alıyordu...

Resim


PEYGAMBERİMİZ RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem’in GÖNDERDİĞİ MEKTUBLARI.:

Peygamber Efendimiz’in İslâm’a davet mektupları, İslâm tarihi açısından büyük öneme sahiptir. Bizans İmparatorluğu, İran, Mısır, Habeşistan, İslâm güneşinin Medine’den yükselişi sırasında Arabistan yarımadasıyla siyasî ve iktisadî yakın ilişkileri olan önemli devletlerdi..
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz, hicretin 6. yılında Mekkeli müşriklerle yapılan Hudeybiye Antlaşmasından sonra, bu büyük devletler ve bazı Arap kabile başkanlarına gönderdiği mektuplarla İslâmı tebliğ alınını genişletti..



NECAŞİ’nin İSLÂM’a DÂVET EDİLMESİ.:

609 yılında ilâhî tebliğ görevine başladıktan 5 yıl sonra Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Mekkeli müşriklerin işkence ve eziyetlerinden bunalan sahâbîlerine Habeşistan’a sığınmalarını teklif etti. O sırada komşu ülkelerden sadece Habeşistan karışıklık ve çatışmalar dışında bulunuyordu. Kaynaklar Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in Necaşi’ye yazılmış iki mektubu bulunduğunu, biri sahabîlerin Habeşistan’a sığındıkları esnaâa, diğerinin yabancı hükümdarlara İslâma davet mektuplarının gönderildiği hicrî 6. yılda yazıldığını belirtiyorlar.
Mülteciler arasında Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in amcasının oğlu Ca’fer (radiyallahu anhu), Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in kızı Rukayye ve kocası (3. Halife) Osman (r.a), Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin sonradan kendileriyle evlendiği Sevde ile Ummû Habibe annelerimiz de vardı..

Peygamberimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin, Necaşi Ashama’ya gönderdiği mektubun tam metni şu şekildedir:


“Resûlullah MuhaMMed’den, Habeşlilerin Kralı Necaşi’ye. Kendisinden başka tanrı olmayan, gerçek Hükümdar (Melik), Mukaddes (Kuddûs), Selâm, Koruyucu, Kurtarıcı olan ALLAH’ın övgüsünü sana iletirim. Takdir edip şehâdet ederim ki Meryem oğlu İsâ, ALLAH’ın Rûhu ve Kelimesidir ve (bu kelime) afîfe, dokunulmamış Meryem’e bırakılmıştır; böylece o İsâ’ya hâmile olmuş ve ALLAH da onu, kendi Rûh ve Nefesinden olmak üzere Âdem’i, Eli ve Nefesi ile nasıl yarattı ise onu da (öylece) yaratmıştır.
Seni tek olan ALLAH’a çağırıyorum ki, onun hiç bir şerîkî yoktur. O’na itaat konusunda karşılıklı yardıma (çağırıyorum); beni takip et, bana uy, bana gelen şeye îman et! Zirâ ben ALLAH’ın elçisiyim. Bu duruma göre seni ve etrafındaki askerlerini Kaadir ve Azîm olan ALLAH’a dâvet ediyorum. Nasihat ve sözlerimi kabul etmenizi tavsiye ederim.
Amca tarafından yeğenim olan Ca’fer’i beraberinde az sayıda bir Müslüman kümesiyle birlikte sana doğru hemen yola çıkarıyorum. O, sana varır varmaz taşıdığın boş ve faydasız gurur ve azameti bir kenara koyup onlara misafirperverlik göster!
Selâm, gerçek hidâyet yolunu takip eden kimsenin üzerine olsun!.”
Mühr-ü NEBîyy aleyhisselâm..


Müslümanlar Habeşistan’a kabulünden sonra Mekkelî müşrikler, mültecilerin buradan çıkarılmaları için hediyelerle bir elçi heyeti gönderdiler. Hırıstiyan inancındaki Necaşî’den, ülkesine sığınanların, milletin dinini terk eden ve yeni bir din icâd eden boş kafalı gençler olduğunu söyleyerek sürülüp çıkarılmasını istediler.
İlticâ hakkında ihânet etmeye ve sözünden dönmeye şiddetle karşı çıkan kral, Müslümanları dinlemek üzere huzuruna getirtti. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in yeğeni Ca’fer (radiyallahu anhu) söz alıp; ALLAH’ın içlerinden birini elçi seçip gönderene kadar câhillerden olduklarını, tek tanrı olan ALLAH’a tapmayı, ibâdet etmeyi, sadaka vermeyi, oruç tutmayı, iyi ve güzel fiilleri Hz. MuhaMMed’den (aleyhisselâm) öğrendiklerini anlattı. Necaşî’nin isteği üzerine Kur’an’ı Kerim’den Yahya Peygamber ile İsâ Peygamber’in ilâhî bir mucize olarak doğumunu, dünyaya gelişini anlatan 19. Meryem Sûrenin baş kısımlarını tilâvet etti. Önlerinde Kitabı Mukaddes nüshaları olduğu halde bu âyetleri dinleyen Necâşî ve etrafındaki papazlar, her biri aziz ve mukaddes olan bu hususların hiç de beklemedikleri bir şekilde Kur'ÂN-ı Kerîm âyetleriyle tebcîli ve ululanması karşısında ağlamaya başladılar. Kral, bu ışık ile Hz. İsâ’ya gelen ilahî tebliğin aynı kaynaktan geldiğini ifade ederek, müslümanların ülkesinde sulh ve selâmet içinde yaşamalarına izin verdi. Daha sonra oğlunun aracılığı ile Peygamber Efendimiz (aleyhisselâm)’e bir mektup göndererek, İslâm’a girdiğini bildirdi. Necaşî ölünce, gıyabî namazını Medine’de Peygamber Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz kıldırdı..

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in Necaşî’ye gönderdiği mektubun aslı 1938 de Şam’da bulunmuş, Londra’da Bristish Museum uzmanlarınca incelenmiştir. Bu vesika genişliği 23 cm., boyu 37 cm. olan bir el yazması parşömen’(deri)dir. Harfler yuvarlak karakterlidir. Mürekkep koyu kahverenginde olup, metinde 17 satır bulunmakta, sonra bir mühür izi görülmektedir. Çapı 26 mm. olan mühürde, Arap harfleriyle ALLAH, RESÛL, MUHAMMED kelimeleri yukarıdan aşağıya, her biri bir satıra gelecek şekilde yerleştirilmiştir. Mektup önceleri Habeşistan’ın imparatorluk kütüphanesindeyken, 2. Dünya savaşı sırasında bir papazın eline geçmiş ve Şam’a getirilmiştir..



MUKAVKIS’IN İSLÂM’A DÂVET EDİLMESİ.:

Mekkelilerin ticarî ilişkide bulunduğu Mısır, Bizans hakimiyetinde Hıristiyanlaşmış bir ülke idi. İskenderiye Şehri hem mülkî-siyâsî ve hem de dinî idarenin başkentiydi. Bizans’daki dinî ayrılıklar, sapıklıklar ve kanlı din ihtilafları yüzünden Mısır’ın Hıristiyan yerli halkı (Kopt’lar), Bizans İmparatorunun atadığı Patrik’i tanımayarak kendilerine yerli bir patrik seçmişlerdi. İslâm yayılmaya başladığı sırada Mısır’ı zapteden İran’lılar, Grek patriği kovarak Kopt’ların patriğini işbaşına geçirdiler. “Mukavkıs” isminin, İran hakimiyeti sırasında Mısır patriğini belirten, Farsça terimin Arapçalaşmış bir şekli olduğu düşünülmektedir.

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in İslâma davet mektubunu daha önce Mısır’ı bilen Hâtib İbn Ebî Belte’ye götürmekle görevlendirilmiştir.:


“Rahman ve Rahîm olan ALLAH’ın adıyla!
ALLAH’ın Kulu ve Resûlü MuhaMMed’den Kopt’ların Büyük Başkanı el-Mukavkıs’a:
ALLAH’ın selâmı, hidâyet yoluna girmiş bulunan kimse üzerine olsun! Buna göre ben seni, tam bir İslâm dâveti ile (İslâma) çağırıyorum. İslâma gir, sonunda emniyet ve selâmet içinde olursun ve ALLAH sana iki defa sevap verecektir. Şâyet bundan kaçınacak olursan, bütün Kopt’ların günahı senin üzerinde toplanacaktır. Ve (siz) ey (mukaddes) Kitap sahipleri! Gelin, sizinle bizim aramızda müşterek olan tek bir kelimede, yani ALLAH’tan başka hiç bir tanrıya tapmamak, O’na hiç bir şeyi şerik ve ortak koşmamak, ALLAH’tan başka aramızdan hiç bir kimseyi âmir ve efendi yapmamak (hususunda) birleşelim. Şâyet onlar sırtlarını dönüp (bundan) kaçınacak olurlarsa şöyle deyiniz: “Siz şâhid olun ki kesinlikle bizler, (ALLAH’a) itaat edip teslim olan müslümanlarız.”
Mühr-ü NEBîyy aleyhisselâm..


Mukavkıs bu davet mektubuna verdiği cevapta, nâzik bir tavırla Arabistan’dan bir Resûl çıkış ihtimalini reddetmekte ve iki kadın köle (câriye), bir elbise ve bir katırdan oluşan hediyeler gönderdiğini belirtmektedir. Bazı kaynaklar ayrıca bir hadım ağası, cam çanak, bir sandık, kumaş, altın, dört kadın köle vs.den bahsetmektedirler. Bu câriyelerden Hıristiyan dininden Mâriye adını taşıyanı Resûlullah kendi yanına almış, diğerlerini sahabilerden bazılarına hediye etmiştir. Hz. Mariye’den Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in küçük yaşta vefât eden oğlu İbrâhim aleyhisselâm dünyaya gelmiştir.
Mısır’da keşfedilen bu mektup, Sultan I. Abdülmecîd (d. 1823 – ö. 1861) tarafından satın alınmıştır ve halen Topkapı Sarayı Müzesinde sergilenmektedir..



HERAKLİUS’UN İSLÂM’A DÂVET EDİLMESİ.:

Peygamber Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in, İran’la savaşında Bizans’a karış yakınlık duyduğunu, önce mağlub olan Bizans’ın on yıldan az bir zamanda galip geleceğini Kur'ÂN-ı Kerîm âyetleriyle haber verdiğin bilmekteyiz. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Bizans’ın Ninova Zaferinden sonra, Dihyet’ul-Kelbî’yi İmparator Heraklius’a elçi gönderdi.
Dihye (radiyallahu anhu)’ın Kudüs’de bulunan Heraklius’a teslim ettiği mektubun metni aşağıdadır:


“Rahman ve Rahîm olan ALLAH’ın adıyla!
ALLAH’ın Kulu ve Elçisi MuhaMMed’den Rûm’ların Başbuğu Heraklius’a:
ALLAH’ın selâmı, hidâyet yoluna girmiş bulunan kimse üzerine olsun! Buna göre ben seni tam bir İslâm dâveti ile (İslâma) çağırıyorum. İslâma gir, sonunda emniyet ve selâmet içinde olursun. Ve ALLAH sana iki defa sevap verecektir, şayet bundan kaçınacak olursan, köylülerin (yani tebeanın) günahları da senin üzerinde toplanacaktır. Ve “(Siz) ey (Mukaddes) Kitap sâhipleri! Gelin, sizinle bizim aramızda müşterek olan bir tek kelimede, (yani) ALLAH’tan başka bir tanrıya topmamak, O’na hiç bir şeyi şerik ve ortak koşmamak, ALLAH’tan başka aramızdan hiç bir kimseyi âmir ve efendi yapmamak (hususunda) birleşelim. Şâyet onlar sırtlarını dönüp (bundan) kaçınacak olurlarsa şöyle deyiniz: “Siz şâhid olun ki kesinlikle bizler, (ALLAH’a) itaat edip teslim olan müslümanlarız.”
Mühr-ü NEBîyy aleyhisselâm..


Hiç beklemediği davet karşısında şaşkına dönen İmparator, Peygamber Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz hakkında bilgi edinmek üzere o sırada Bizans topraklarında bulunan, henüz müslüman olmamış Mekke’li tüccarları huzurunda topladı. Bunlar arasında bulunan ve söz alıp İmparatorun sorularını cevaplandıran Ebû Süfyân, Bizanslılar’ın İslâm karşısında şimdiden bellik bir korku ve endişe taşıdıklarını hayretle gördü. O sırada Bizans İmparatorluğunda halk kitleleri hem siyasî, hem de dinî alanda huzursuzluk içindeydiler.
Bu şartlarda Heraklius: “Benim tebeam, Hıristiyanlığı terketmeye son derece karşıdır, düşmandır. Aksi halde derhal İslâmı kabul ederdim.” cevabını vermiştir..

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in bu mektubu 13. asırda, Heraklius soyundan geldiğini söyleyen Kastilya Kralı VII. Alphonse’un sarayında ortaya çıkmış, Napolyon’un İspanya’yı işgâlinde Fransa’ya götürülmüştür. Yakın yıllarda Ürdün’den İsviçre’ye gidip yerleşen son sahibiden, Abû Dabî hükümeti yüklü tazminatla ele geçirmiş, Ürdün Kralı Hüseyin duruma müdahale ederek bu kıymetli vesikanın Ürdün’e dönmesini sağlamıştır..



KİSRÂ’NIN İSLÂM’A DÂVET EDİLMESİ.:

Arap Yarımadasının kuzey, doğu ve güney bölgelerini eğenmenliği altında bulunduran İran’ın resmî dinî, ateşe büyük saygı ve ululuk gösteren Mecûsîlik idi. Peygamberimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, birçok defa İran’ı ziyaret etmiş olan Mekkeli Abdullah İbn Huzâfet’is-Sehmî’yi İran İmparatoru Perviz’e elçi göndererek, aşağıdaki mektupla İslâma davet etti:

“Rahman ve Rahîm olan ALLAH’ın adıyla!
ALLAH’ın Resûlü MuhaMMed’den İran’lıların Büyük Başkanı Kisrâ’ya:
Hidâyet yoluna girip tâbi olana, ALLAH’a, O’nun Resûlüne îman edene, ALLAH’tan başka tanrı olmadığna, onun bir tek ve ortaksız bulunduğuna, MuhaMMed’in onun Resulü ve kulu olduğuna şehâdet edip bunu kabul edene selâm olsun! Buna göre ben seni tam bir İslâm dâveti ile (İslâma) çağırıyorum. Zirâ ben, kim olursa olsun can taşıyan herkese belli bir tehlikeyi haber verip bunları uyandırmak ve inanmayanlar üzerinde ALLAH’ın sözünü gerçekleştirmek için istisnâsız bütün insanlara gönderilmiş bir ALLAH ResûLüyüm. O halde sen İslâm’a gir, sonunda emniyet ve selâmet içinde olursun! Şayet kaçınacak olursan, bu halde hiç şüphesiz Mecûsîlerin günahı senin üzerinde toplanacaktır”
Mühr-ü NEBîyy aleyhisselâm..


Hitabe kısmındaki ifadeleri imparatorluk şanına lâyık bulmayan Perviz, öfkeye kapılarak mektubu daha bitirmeden tercümanın elinden alıp yırttı. O öfke ile Yemen’deki Vâlisine, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in derhal İmparatorluk sarayına davet edilip getirilmesi için özel memurlar göndermesini yazıp emretti.
Kisrâ Perviz’in hakaret içeren tavrı Hazreti Peygamber’e ulaştığı zaman Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz: “ALLAH da onun hükümdarlığını tam bir yırtılmayla yırtsın!.” demekle yetindi.
Yemen Vâlisinin memurları Medine’ye gelip davet mektubunu ilettiklerinde Peygamber aleyhisselâm Efendimiz cevabı ertesi gün hazırlayacağı vaadinde bulundu.
Ertesi gün onlara: “Bu gece benim Efendim (Rabbim), senin efendini Şeroeh eliyle öldürttü.” dedi.
Gelen memurlar o günün tarihini not ederek Yemen’e geri döndüler. Gerçekten de İmparator, oğlu Şeroeh eliyle öldürülmüştü. Suikast haberi Yemen’e ulaştığında, İran Vâlisi Bazân ve adamları hemen İslâma girdiler, hem de Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in bu mucizesini halk arasında yaydılar. Peygamber aleyhisselâm Efendimiz aleyhisselâm, Bâzân’ı Yemen’in İslâm Vâlisi olarak görevlendirdi. Ölümünden sonra da oğlunu aynı makama atadı. Böylece Yemen herhangi bir askerî sefer olmaksızın İslâma geçti.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in Kisra’ya gönderdiği bu mektup I. Dünya Savaşı sonlarında Beyrut’ta ortaya çıkmış, 1960’lı yıllarda bilim adamlarınca incelenecek sahîh ve gerçek bir vesika olduğu anlaşılmıştır. Bu deriden mâmul varak (Parşömen) koyu kahverenginde, boyu 28 cm, eni 21,5 cm. olup, 15 satırdan oluşmaktadır. En altında 3 cm. olan dairevî bir mühür izi bulunmaktadır. Mektupta 3. satırın altından başlayan yatay yırtık, mektubun ortalarında dikey olarak 10. satıra kadar inmektedir. Ters L harfi şeklindeki yırtık farklı bir derinden kesilmiş ince iplikle dikilmiştir. Mektuptaki yazı noktalama veya harekeleme işâretleri taşımamaktadır (diğerlerinde olduğu gibi). Bu işâretler esasen Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in devrinden çok sonraları kullanılmaya başlanmıştır..
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in hükümdar ve kabile başkanlarına gönderdiği birçok mektuptan en önemlileri bunlardır ve sahîh vesikalar olarak, insanlığı tam bir gerçeklikle hak dine, İslâma çağırmaktadır..



GASSÂNÎ HÜKÜMDARLARININ İSLÂM’A DÂVET EDİLMESİ.:

V. y.y.da Kuzey Arabistan’daki Arap kabilelerinin bir kısmı Bizans’a, bazıları da İran’a bağlı idiler. Bunlar otonom yönetime sahip olup, Bizans ve İran arasındaki savaşlarda tâbi oldukları devletin saflarında yer alıyorlardı. Bazıları göçebe özellikteydiler. Bunlardan en güçlüsü Dımaşk (Şam) bölgesinde yaşayan ve Bizans’a tâbi Gassânlılardı. Hıristiyan dini bu bölgede epey yaygındı.
İran’lıların Ninova’da Bizans’a mağlubiyetelrini izleyen günlerde Resûlullah komşu hükümdarlara, onları İslâma davet eden mektupla gönderdi. Milâdî 628 yılında Gassânî hükümdarı el-Hâris İbn Ebî Şemir’e gönderilen mektubun metni şöyledir:


“Rahman ve Rahîm ALLAH’ın adıyla!
ALLAH’ın Resûlü Muhammed’den Hâris bin Ebî Şemir’e:
ALLAH’ selâmı, hidâyet yoluna girmiş bulunan, ALLAH’a inanan ve bunu ikrâr edenin üzerine olsun! Bilesin ki, senin mülkünün (yani ülken ve krallığının) senin elinde kalması için, hiçbir şeriki ve ortağı bulunmayan bir ve Tek’lik sıfatında olan ALLAH’a inanmaya seni davet ederim.”
Mühr-ü NEBîyy aleyhisselâm..


Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in bu mektubuyla Hıristiyanlık duygularının rencide olduğunu düşünen el-Hâris, Medine’ye bir hücum tertipleme tehdidinde bulunduysa da, belki de Bizans İmparatorundan yardım göremediği için teşebbüsünü gerçekleştiremedi.
(İslâm Peygamberi, Muhammed Hamidullah; Çeviren Prof. Dr. Salih Tuğ, İmza Yay. 2003)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: CuMâ CeM'im-İZ

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

BURAsı->BURSA BİZ-BİRi
YOKLuk-ÇOKLuk TEK-BİRi
DİZİLdik=>CUMÂ CEM’ine
=>KİMi ÖLü!.=>KİMi DİRi!.



ZEVK 8938


ATEŞi BİL!.meden YANdık =>KÛN feyeKÛN KÜLHAN-ında
ARZ-La ARŞ ARAsı =>ARAF.. CeNNet-CeheNNeM YAN-ında
GÖZ AÇ-KAPA GEÇti ÖMüR
=>EMEL-ECEL=>İÇti ÖMüR
=>CUMÂmızı CEM’ EYyLedik=>EMİR SULTÂN MEYDAN-ında!..


13.07.18 13:14
brsbrsm..emirsltaancumacem’iii..


Resim

Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebiyyike ve
Rasûlike ve
Nebiyyi'l- Ummiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve's-sahbihi ve uMMetihi...

ALLAHımız celle celâluhu!
BİZe MuhaMMedî Gayret,
PÎRimizden Hâl-i HiMMet,
RASÛLünden ŞiFâ-yı ŞeFâat,
ZÂTından İnâyet-Hidâyet-Selâmet
İZZet-i İhsÂNınla LûTFet-CEM’ et CUMÂMIza İnşae ALLAH!..

Âmin! Yâ Muîn! YâRabbenâ!..


ResimMuhaMMedi MuhabbetLerimİZle...

Resim



EMİR SuLTÂN kaddesallahu sırrahu..:

(1368 - 1430) Osmanlıların kuruluş devrinde Bursa'da yaşamış İslam ve tasavvuf dünyasında tanınmış düşünce adamı.
Hicri 770
(1368) yılında Buhara'da doğdu. 833 (1430) tarihinde Bursa'da vefât etti. Soyu Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in torunu Hüseyin'e dayanır. İsmi, Muhammed bin Ali, lakabı Şemsüddîn'dir. Ona, Buhara'da doğduğu için "Muhammed Buhârî", Seyyid olduğu için "Emîr Buhârî", Yıldırım Bayezid Hanın damadı olduktan sonra da "Emîr Sultan" denilmiştir.
Bursa'ya 1391'de göç etmiş ve Yıldırım Bayezıd'in kızı Hundi Hatun'la evlenmiştir. 1430'da Bursa'da vefat etmiştir. Türbesi Emir Sultan Camii avlusu içindedir..


Resim

EMiR SuLTÂNn CÂMİi.:

Bursa'da, Yıldırım Bayezid'ın kızı Hundi Fatma Hatun tarafından kocası Emir Sultan adına, muhtemelen Çelebi Sultan Mehmed'in hükümdarlığı sırasında (1366 - 1429) inşa ettirilmiştir.
Bursa'nın en önemli mimari yapılarından olan Emir Sultan Camii, Yıldırım ilçesi sınırları içerisinde yer almaktadır. Bursa'nın doğusunda aynı adı taşıyan mahallede
"Emir Sultan mezarlığı"nın yanında servi ve çınar ağaçlarının arasında yer almaktadır. Cami ilk yapıldığı zaman tek kubbeli iken 1507'de avlu ve üç kubbeli revak eklenmiştir. Camii 1795 yılında tamamıyla yıkılmış, 1804'te III. Selim camiyi aynı plan üzerine yeniden kurmuştur. 1855 depreminde hasar gören cami 19. yüzyıl zarfında tâmir edilerek harap olmaktan kurtarılmıştır.
Cami sekizgen kasnak üzerine oturan tek kubbeye sahiptir. Kuzey cephesinin köşelerinde kesme taştan birer minaresi vardır. Dikdörtgen biçiminde, ahşap kolonlar üzerinde sivri ve yatay kemerli ahşap revaklarla çevrili geniş avlusunun ortasında şadırvan, güneyde cami, kuzeyde türbe ve ahşap odalar yer almaktadır. Camiinin içi gayet aydınlıktır. Kasnakta on iki, beden duvarlarında kırk adet büyük pencere vardır. İznik ve Bursa'da yapılmış dört köşe pencerelerin etrafı çok defa mukarnaslarla işlenmiş ve üstüne Rumi motiflerle süslü alınlıklar yerleştirilmiş olan Emir Sultan Camii’nin mihrabı da, 17. yüzyılda İznik çinileriyle yaptırılmıştır..


ResimCEM' AVLUmuzz..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: CuMâ CeM'im-İZ

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

BURAsı BURSA BAŞŞEHRi
Her SULTÂNın CÂMİsi Var
EZEL-EBED>HAYRın NEHRi
HAKk’ın HALK’a HAMîsi Var!.

=>ERENLER İLİdir BURSA
=>AŞKın MENZİLidir BURSA
HAKk ÂŞIKLar>ÇALar OYNar
=>SEVDÂnın DİLİdir BURSA!.


ZEVK 8942

İNÂYET’ine =>EL AÇtık =>HİDÂYET’e =>EL HÂDİ’ye
Yâ RABB RIZA RÜŞDüne ERdir!. Yâ ER RÂŞİD-i ŞÂDiye
KÜLLî ŞEYYy’in KADÎR ALLAH
=>Yâ LATîFu’L- HABÎR ALLAH
NÂSİBimiz =>KISMet OLdu =>CUMÂ CEM’i MURADİYe!.


20.07.18 13:05
brsbrsm..muradiyyecâmimizzzcumâcem’i..


BİZ BİR-İZ’i BİLen=>BİZi
BİLir=>İZLer=>İZde=>İZi
YALAN DÜNyâ DÜĞÜNÜnde
FATıMAtü’z- ZEHRÂ ÇEYİZi!.

>AŞKın BÜRü DELiKANLım
HAKk’ın HÜRü DELiKANLım
DÜN GEÇti BUGüN GEÇiYOR
>HAKk’a YÜRü DELiKANLım!.


Resim

HAMî.: Himâye edici, himâye eden. Koruyucu, koruyan, kayıran.
MENZİL.: İnilen yer. Konulacak yer..
İNÂYET.: Yardım, lütuf meded etmek..
HİDÂYET.: Doğruluk. İslâmlık. Hakkı hak, bâtılı da bâtıl olarak görüp doğru yola girmek. Dalâletten ve bâtıl yoldan uzaklaşmak.
RIZA.: Memnunluk, hoşluk, razı olmak. İstek, arzu. Kendi isteği.
RÜŞD.: Doğru yol bulup bağlanmak. Hak yolunda salabet, metanet ve kemâl-i isabetle dosdoğru gitmek. Hayra isâbet etmek. Büluğa ermek. İstikâmette olmak. Dinine ve malına zarar gelecek şeyi bilmek, doğru düşünmek. Kişinin akıl ve idraki kavi ve tedbiri metin olmak..
ŞÂDİ.: f. Sevinçlilik, memnunluk, mesruriyet, gönül ferahlığı.
NÂSİB.: MuRaDuLLAHta KUL için Murad edilen Hayyat payı.
KISMet.: EMRuLLAH/ŞeHâDetuLLAH ÂLEminde KULun Tercih ve Ameliyle ele GEÇireBİLeceği NÂSİBinden Hayat payı..



ALLAH celle celâlihu.:
Resim

EL HABÎR celle celâlihu.:
Resim

EL HAKk celle celâlihu.:
Resim

EL KADÎR celle celâlihu.:
Resim

EL LATîF celle celâlihu.:
Resim

ER RÂŞİD celle celâlihu.:
Resim



ResimFATıMAtü’z- ZEHRÂ aleyhasselâm ÇEYİZi.:

FATıMAtü’z- ZEHRÂ aleyhasselâm’ın ÇEYİZi.: Kadife bir örtü, içine hurma lifi doldurulmuş deri bir yastık, iki el değirmeni ve deriden yapılma iki su kabından ibâretti..

Ebu Yezid el-Medinî şöyle der: "Fatıma aleyhasselâm, Ali kerremallahu vechehu’ye verildiği zaman, Ali kerremallahu vechehu"nin evinin tabanına serdiği kumdan, yastıktan, testiden ve bardaktan başka bir şeyi yoktu."
(Fatımatü’z- Zehrâ Behcetu Kalbi’l-Mustafa, s.477, Ahmed b. Hanbel’in Menakıb"ından naklen.)


Resim


Resim

Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebiyyike ve
Rasûlike ve
Nebiyyi'l- Ummiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve's-sahbihi ve uMMetihi...

ALLAHımız celle celâluhu!
BİZe MuhaMMedî Gayret,
PÎRimizden Hâl-i HiMMet,
RASÛLünden ŞiFâ-yı ŞeFâat,
ZÂTından İnâyet-Hidâyet-Selâmet
İZZet-i İhsÂNınla LûTFet-CEM’ et CUMÂMIza İnşae ALLAH!..


bî-RAHMetike yâ erhame'r- rahîmiyn!
bî-RAHMetike yâ erhame'r- rahîmiyn!
bî-RAHMetike yâ erhame'r- rahîmiyn!.
İrhamNÂ yâ RABBBeNâ ceLLe ceLÂLihuu!..


Âmin Yâ Latîf Yâ Kerîm ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Rahîm Yâ Vedûd ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Fettâh Yâ Gaffâr ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Settâr Yâ ALLAH ALLAH celle celâluhu!..

Âmin... Âmin... Âmin... Âmin!.. Yâ Muîn Celle Celâluhu.


Resim


Resim

MURADİYE KÜLLİYESİ.:

Muradiye Külliyesi, Bursa’da Osmanlı Sultanları tarafından yaptırılan son külliyedir. Sultan II. Murad tarafından 1425-1426 yılları arasında yaptırılmış ve içinde bulunduğu semte ismini vermiştir. Câmi, medrese, hamam, darüşşifa ve türbeden oluşan Muradiye Külliyesi’ne Fatih Sultan Mehmed, II. Bayezid ve Kanuni Sultan Süleyman dönemlerinde yapıldığı bilinen türbeler de eklenmiştir.
Ölüm ile yaşamı, rüya ile hakikati, hüzün ile huzuru bir arada tadabileceğiniz, hissedebileceğiniz, bu mistik mekanın bahçesinde, yer alan çınarlar servilerin gölgesinde, çiçekler arasında, bedenen ve ruhen dinlenebilirsiniz.


Muradiye Câmii.:

1425-26 yılında yaptırılan II. Murad Câmii, zâviyeli plan tipi câmilerin en yalın biçimini yansıtmaktadır. Oldukça yalın bir plana sahip olmasına karşılık, gerek dış cephesi, gerekse iç mekanları süsleme bakımından oldukça zengindir. Dış cephede taş ve tuğla işçiliği, iç mekanlarda ise renkli sırlar ve çeşitli motiflerle çiniler sanat tarihi açısından önem arz etmektedir.

II. Murad Türbesi.:

Muradiye Külliyesi’nin merkezinde, câminin güneybatısında II. Murad türbesi yer almaktadır. Kare planlı olan türbenin, II. Murad’ın mezarının bulunduğu alanın kubbesi açık bırakılarak, yamur suyunun mezara gelmesi sağlanmıştır. Sultan II. Murad: “Allah’ın rahmeti, ister güneş ve ayın parlaklığı, isterse cennetin yağmuru veya çiği olsun, mezarımın doğrudan üzerine yağsın!.” diye vasiyet ettiği bilinmektedir. Uhrevî Âleme olan bağlılığı ve gösterişten hoşlaşan yapısı olan Sultan II. Murad’ın türbesi de oldukça sâdedir. Aynı türbe yapısı içerisinde yer alan yan odada iki büyük oğlu ve bir kızının mezarları bulunmaktadır.
Sultanlıktan kendi isteğiyle ayrılan ilk ve son hükümdar olan II. Murad, Bursa’da gömülen son Osmanlı padişahıdır..


Muradiye Türbeleri:

Osmanlı hânedan üyelerinin türbelerinin yer aldığı külliyede 12 türbe bulunmaktadır. Bursa’nın Osmanlı türbeler şehri olarak anılmasında büyük bir paya sahip olan külliyenin bahçesinde yer alan türbeler, adeta hüznün acı meyveleri gibidir. Fatih Sultan Mehmed’den itibaren 100 yılı aşkın bir dönem içinde peyderpey yaptırılan bu komplekste: Hüma Hatun (Hatuniye) Türbesi, Şehzâde Alaaddin Türbesi, Şehzâde Ahmed Türbesi, Şehzâde Mustafa Türbesi, Şirin Hatun Türbesi, Gülruh Hatun Türbesi, Ebe Hatun (Fatih Sultan Mehmed’in Ebesi) , Şehzâde Mahmed Türbesi, Mükrime Hatun Türbesi, Gülşah Hatun Türbesi, Saraylılar (Cariyeler) Türbesi bulunmaktadır.

II. Murad Medresesi.:

Bursa’da inşa edilen son selatin medresesidir. Altıncı Osmanlı padişahı II. Murad tarafından yaptırılmıştır. II. Murad’ın Bursa’da kurduğu medrese dışında, câmi, imâret, zâviye, muvakkithâne, hamam ve bir de misafirhâne yaptırdığı bilinmektedir. Medrese, kendi adıyla anılan câminin yaklaşık 40 m. batısındadır. Öğrencilerin kalabileceği ölçülerde 14 odası ve bir büyük dershânesi bulunan medresenin bir de kütüphânesi vardır. Bursa’daki güzel medreselerden biri olan Muradiye Medresesi, 1951 yılında restore edilerek yakın zamana kadar Verem Savaş Dispanseri olarak kullanılmıştır. 2005 yılından bu yana “Döne Ocak Kanser Erken Tanı Merkezi” olarak kullanılmakta olup, içinde bir de sağlık müzesi bulunmaktadır..


Resim

Resim BURSA’mın TARİHİ.:

Uygarlıklar beşiği Anadolu’nun cennet köşelerinden Bursa ve çevresi, çok eski çağlardan beri yerleşimlere sahne olmuştur. Bölgede eski yerleşim alanlarının yarattığı uygarlıkların günümüzden 7 bin yıl öncesine gittiği, Ilıpınar Höyüğü kazılarında ortaya çıkmıştır. Höyükte yapılan kazılar sonucunda, m.ö. 5200 yıl öncesine dek inen bir yerleşim alanı bulunmuştur.

Bursa’nın 7 km. kuzeyinde Demirtaş nahiyesinin 2,5 km. güneyinde, 90 m. çevresi 5 m. yüksekliği olan “Demirtaş Höyüğü” yer almaktadır. Bu höyükte genellikle elde, az miktarda da çarkta yapılmış kâse, küp ve testilere ait seramik parçaları bulunmaktadır. Bunlar erken bronz çağdan kalmış olup m.ö. 2500’lü yıllara tarihlenir.

Kentin 14 km batısında, Çayırköyü’nün 1 km. güneybatısındaki “Çayırköy Höyüğü’nün boyutları da Demirtaş Höyüğü ile aynıdır. Burada bulunan seramik parçalarında gri, kırmızı, kahverengi ve siyah renkler hakimdir. Bulunan seramik parçalarının önemli kısmı elde, çok azı ise çarkta yapılmıştır. Höyüğün en eski buluntusu m.ö. 2700 yılına aittir.

M.ö. 3. yüzyılda Bithynialılar ve Prusiaslılar tarafından kurulan kentin ilk adı “Prusa” idi. Yazılı kaynaklarda “Bitinya” olarak da geçen Bursa ve çevresinin en eski yerleşimleri İznik Gölü çevresindedir. Sadece İznik Gölü çevresinde, taş devirlerinde kurulduğu anlaşılan yedi önemli höyük bulunmaktadır. Bunlardan Orhangazi yakınlarındaki Ilıpınar ve onun 750 m. kadar doğusundaki Hacılartepe Höyüğü, Orhangazi-İznik yolunun Yeniköy altı mevkiinde Tepecik Höyüğü, İznik Gölü’nün doğusunda ise Körüstan, Üyücek Tepe, Höyücek ve Karadin Höyükleri bulunmaktadır.

İnegöl kent merkezinde, Cumatepe Höyüğü ile 3 km doğusunda bulunan Doğutepe Akhisar Höyükleriyle Yenişehir Babasultan Höyüğü tarih öncesi devirlere ait yerleşimleri işâret etmektedir. Demirtaş Köyü Höyüğü ile M. Kemalpaşa’nın Dorak Köyü ile Tahtalı Köyü’ndeki kalıntılar, Bursa bölgesinin en az beş bin yıllık önemli bir uygarlık alanı olduğuna işâret etmektedir..


Resim PRUSA (BURSA)’nın KURULUŞU.:

Bursa bölgesi, m.ö. 4. yüzyılda Bithynia Devleti kurulana dek çeşitli kolonilerin ve ülkelerin egemenliğinde yaşamıştı. Ünlü Herodot Tarihi’ne göre, o tarihte Bursa ve civârında var olan tek kent Cius/Gemlik’tir. Cius kentinin kuruluşu m.ö. 12. yüzyıla kadar uzanır. Apamea/Mudanya kentinin ise, m.ö. 10. yüzyılda kurulduğu sanılmaktadır. Uluabat Gölü’nün üzerinde bir adada bulunan Apollonia/Gölyazı’nın ise, m.ö. 6. yüzyıldan daha önce kurulduğu sanılmaktadır.

Krezus/Kroisos (m.ö. 561-546) döneminde Lidyalıların egemenliğine giren Bursa bölgesi daha sonra, Pers/İran egemenliğiyle tanışmıştı. Bursa bölgesi, bu savaşlar sırasında çok tahrip oldu. Dedalses, İranlara karşı savaşarak Bursa bölgesinde bağımsız bir Bithynia Devleti kurdu. Dedalses’in oğlu Botiras ve onun oğlu Bas/Byas (m.ö. 378-328) Bithynia krallığının ilk kralı sayılmaktadır.

M.ö. 2. yüzyılda M.Kemalpaşa yakınlarındaki Melde Tepesi’nde antik Miletopolis, 356 yılında Orhangazi’de Basilinopolis, Sölöz köyünde Pythopolis, Yenişehir’de Otroia, Orhaneli’de Adriani, Karacabey’de Kremastis, Eşkel’de Daskylium, Çekirge’de Plai, Kurşunlu’da Brillos, İznik’te Nicaea antik kentleri kurulmuştu.

Bursa’nın kent statüsüne yükselip çevresinin surlarla çevrilmesi, Bithynia kralı I. Prusias (m.ö. 232-192) döneminde gerçekleşmişti. Kartaca kralı Hannibal, Roma imparatoru ile yaptığı savaşı kaybedince, askerleriyle birlikte I. Prusias’a sığınmış. Hannibal, I. Prusias tarafından büyük itibar görmesi üzerine, onun onuruna Bursa kentini kurmuş. Kente bu nedenle Prusa adı verilmiştir. Şehir merkezine yakın ilk yerleşimin kesin bulguları m.ö. 2500 – 2700 yıllarını göstermektedir.

Antik kaynaklarca bugünkü Bursa’nın kurucusu olarak bilinen I. Prusias’ın imparatorluğu zamanında Uludağ Bursa’sı (Prusa ad Olympium) adını alan şehirden o döneme ait mermerden bir kadın heykeli ve ostotek bulunmuştur.
İmparator Justinianus (527-565) zamanında Pythia’da (Çekirge’de) yeni hamamlar yaptırılmıştır. 1935 yılında Hisar içinde tonozlu odalar bulunmuştur. Hisar içinde, Yer Kapı’da bulunmuş erken Bizans devrine ait taban mozaiği, önemli arkeolojik kalıntılardandır. Tophâne’de Bizans döneminden bir şapel ve manastıra ait mozaikler bulunmaktadır.

Prusa (Bursa) 1204-1261 yılları arasında Nikaia’ya (İznik)’e bağlı sönük bir tekfurluk olarak yaşamını sürdürdü.
m.ö. 74 yılında Roma’ya bağlanan Bithynia krallığı, uzun yıllar Roma egemenliğinde kaldı. Önce Romalıların, sonra da Bizanslıların bir ili olarak varlığını sürdüren Bursa ve civarı Osmanlı Beyliği döneminde dahi yabancı kaynaklarca Bithynia Beyliği veya Krallığı olarak anılmıştır.

Bugün ülkemizin en zengin Bizans devri mezar stelleri ve çeşitli mimarî eser parçaları, seramikler, sikkeler Bursa Arkeoloji Müzesi’nde sergilenmektedir.
Bursa, Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk 200 yıllık döneminde diğer kentlere göre büyük gelişmeler göstermiş, birçok mimarî yapı ile süslenmiş; devrinin tanınmış medreseleri ile bilim âleminin merkezi olmuştur.
I. Murad zamanından başlayan Hüdavendigâr Külliyesi, I. Beyazid’ın yaptırdığı Yıldırım Külliyesi, I. Mehmed (Çelebi) döneminde başlayıp II. Murad zamanında tamamlanan Yeşil Külliye Bursa’nın mekânsal gelişimini etkileyen ve bugün de ayakta duran büyük komplekslerdir..


Resim BURSA KİMİN ŞEHRİ?.:

Bursa ve civarına önceleri Bithynia denilmekteydi. Uludağ’ın güneyi ile batısı ise Mysia adıyla anılmaktaydı. Bursa bölgesinde yaşayan Bithynialılar, Thrak kökenliydi. Asya ile Avrupa’nın geçiş yeri üzerinde bulunduğundan, çok farklı halklar da bölgeye yerleşmişti.
Bithyn’lerden önce bölgede Bebryk’ler oturmuştu. Sonra da Mysi’ler gelmişti. Bithyn’ler, Thrak örf ve adetlerine bağlı oldukları için çoğu kez Asya Thrak’ları olarak anılmıştır. Kullandıkları dilin ise Thrakça olduğu belgelerden anlaşılıyor. Ancak, Yunan kolonilerinin etkisi ile Bithynia halkı da yavaş yavaş Yunanlaşmıştı. Bithyn’lerden önce, bölgede Bebryk, doğuda ise Mygdon dili konuşuluyordu. Batıda ise Mysia dili konuşulmaktaydı.

Bizanslıların 12. yüzyılda Bursa ve civarına çok sayıda Sırp ve Bulgar’ı iskân ettiği bilinmektedir. Osmanlılar bu bölgeye geldiklerinde, Bursa ve çevresinde çok değişik etnik gruplardan olmak üzere, Ortodoks Hıristiyanları bulmuştu.
Ayrıca şu gerçeği de ifade etmek gerekir ki, Osmanlılar Bursa’yı aldıklarında kent sadece hisar içinden ibaretti. Orhan Gazi şehri hisarın dışına çıkararak, surlar dışında bugünkü Bursa’nın çekirdeğini oluşturan yeni bir şehir kurmuştur. Okul, hastane, köprü, aşevleri, kervansaraylar, hamamlar gibi kamu yapıları inşa edilmiş ve bunların çevrelerinde konut alanları yaratılarak bir yerleşme geleneği başlatılmak suretiyle bugünkü “Yeşil Bursa”nın temelleri atılmıştır.


Resim TÜRKLERİN BURSA BÖLGESİNE GELİŞİ.:

Müslümanlar ilk kez, Abbasîler (Harun Reşid) döneminde Bursa’ya kadar gelmişti. 955 yılında ise Halep’teki Hamedanlılar, Bursa’yı ele geçirip 23 yıl boyunca Bursa’ya egemen olmuşlardır. Türklerin Bursa bölgesine ilk kez 1081 yılından sonra geldikleri görülüyor. İznik, 1081-1097 yıllarında Anadolu Selçuklu Devleti’nin başkentliğini yapmıştı. 1097 yılında ise bölge, Haçlı Savaşları’na sahne oldu. İznik Haçlıların eline geçti. Alexias Kommenos’un döneminde (1097) düzenlenen bir seferle Türkler, ilk kez Bursa’yı ele geçirmişti. Bu savaşlar sırasında İstanbul’da Latin Hükümeti kurulunca, Bizans İmparatorluğu’nun başkenti İznik oldu. 1204 yılında Theodor Laskaris’in kurduğu İznik Bizans İmparatorluğu, 1261 yılına kadar varlığını sürdürdü.
Latinler İstanbul’u işgal ettikleri zaman Bizans prensleri bu yeni düşmanın elinden kurtulmak için Müslüman yöneticilerle işbirliği yaparak Bursa’yı ele geçirdiler. 1214 yılına kadar Rumların elinde kalan Bursa, Müslümanlara karşı direnişte halkın gösterdiği isteksizlik nedeniyle imparator II. Andronikos’un gazabına uğradı. Halkın büyük bölümünün malları yağma edilerek içlerinden bazılarına sürgün ve idam cezası verildi. II. Andronikos, Latinleri yenerek imparatorluğu tanımalarını sağlayıncaya kadar Bursa’yı bu şiddet yöntemi ile elde tutabildi..


Resim BEYLİK’ten DEVLET’e .. OSMAN GAZİ Devri (1299-1324).:

Osmanlı Devleti’nin kurucusu ve ilk sultanı Osman Bey, Ertuğrul Gazi’nin oğludur. Osmanlı’nın diğer beyliklere göre Hıristiyan araziye komşu olması çok önemli bir avantaj sağlamış, onları kısa sürede büyük imparatorluk durumuna getirmiştir.
Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda dervişlerin büyük katkısını gören Osman Bey, bu nedenle Bursa ve çevresindeki birçok araziyi dervişlere verdi. Kendisi de, bölgenin en önemli dervişi olan Şeyh Edebali’nin kızını aldı. Bizans topraklarında yaptıkları savaşlarla zenginleşen Osman Bey; Karacahisar, Yarhisar, İnegöl’ü aldı. 1302 yılında Yenişehir’i devletin merkezi yaptı. İznik ve Bursa’yı kuşattı ancak alamadan yaşamını yitirdi. Vasiyeti gereği Tophâne’deki Gümüşlü Kubbe’ye (Saint Elia Manastırı) gömüldü. Ölümünde özel mülkü olarak çok az malı çıkmıştı..


Resim BURSA’nın FETHİ.:

Osman Bey 1308 yılında Bizans tekfurlarının birleşmiş ordularını Dimboz/Erdoğan köyü yakınlarında perişan edince, Bursa önlerine gelmişti. Bu tarihten sonra Bursa’yı kuşatarak gözlemek amacıyla biri Kükürtlü Hamamı karşısında Ak Timur’u komutasında, diğeri eski Mollaarap Okulu yerinde, Balaban Bey komutasında iki kule yaptırmıştı. Bursa’nın arkasını güvenlik altına almak için 1325 yılında Orhaneli Kalesi fethedilince tekfur çaresiz kaldı. 6 Nisan 1326 tarihinde Bursa’yı Orhan Bey’e teslim etti.
Böylece Bursa, bir bakıma kılıçla değil, “vire” olarak anılan biçimde teslim yoluyla Türklerin eline geçmiş oldu.
O dönemlerde top ve tüfek olmadığından kaleleri düşürmek için kullanılan en önemli savaş taktiği kaleleri kuleler vasıtasıyla gözetim altına tutarak giriş ve çıkışı engellemekti. Böylece kale halkını aç bırakarak, suyunu keserek kentler kan dökmeden ele geçiriliyordu. Bursa’nın ele geçirilmesinde de “vire” denilen bu metot uygulanmış, aç ve susuz kalan halk tekfura karşı ayaklanmış ve şehir kan dökülmeden Osmanlılara teslim edilmişti..


Resim BURSA’da BİR İMPARATORLUK DOĞUYOR.. ORHAN GAZİ Devri (1324-1360).:

Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey’in oğlu ve devletin ikinci sultanı Orhan Bey, 1320 yılında babasının vekili oldu. 1321 yılında Mudanya’yı, 6 Nisan 1326 tarihinde ise Bursa’yı fethederek 1324 yılında tahta geçti. Bizans ordularını 1329 yılında İstanbul yakınlarında Pelekanon’da yendi. 1331 yılında İznik’i teslim alan Orhan Gazi Osmanlıların başkentini 5 yıl süre ile İznik’e taşıdı.
1353’te Bizans’taki iç karışıklıklardan faydalanan Orhan Gazi, Gelibolu’da Çimpe Kalesini aldı. Gelibolu’ya geçip tüm Marmara kıyıları ile Tekirdağ’ı ele geçirdi. Devletin temellerini oluşturan ilk yasal düzenlemeleri yaptı. Orduyu düzenledi. Vergi yasaları getirdi. İlk kez kendi adına para bastırdı. Bilecik Tekfurunun kızı Nilüfer Hatun ile Asporça ve Bizans İmparatoriçesi Thedora’yı eş olarak alan Orhan Gazi, kentte hızlı bir imar çalışması başlatarak sur dışına taşan kentin çekirdeğini oluşturan câmi, hamam, köprü, çeşme, darphâne, medrese gibi birçok anıtsal eseri yaptırdı.
Orhan Gazi 1360 yılında yaşamını yitirdi. O da Tophâne’ye, babasının yanına gömüldü..


Resim İLK ŞEHİD SULTAN MURAD HÜDAVENDİGÂR (1360-1389

Orhan Bey’in oğlu olan I. Murad, Lala Şahin Paşa’nın yanında yönetim ve savaş dersleri aldı. 1340 yılında Bursa Sancakbeyi; ağabeyi Süleyman Paşa’nın 1359 yılında vefâtıyla da Rumeli ordusunun kumandanı oldu. 1360 yılında tahta geçti. 1362 yılında Edirne’yi fethederek devlet merkezini buraya taşıdı. 1364 yılında, Balkanlar’daki Haçlı ordusuyla yaptığı Sırp Sındığı Savaşı’nı kazanarak büyük ün saldı. Osmanlı akıncıları Adriyatik Denizine dayandı. 1389 yılında, I. Kosova Savaşı sonrasında şehid edilerek yaşamını yitirdi. Bu nedenle Gazi Hüdavendigâr lakabıyla anılmıştır. Mezarı Çekirge’de, adını taşıyan türbesindedir.

Bu dönemde tımar teşkilatı geliştirildi. Yaya, müsellem ve yeniçerilere ilâveten kapıkulu askerinden maaşlı süvari ocağı kuruldu. Çekirge’deki külliyesinde medreseli ilginç bir câmi ile hamam ve türbesi vardır. Ayrıca Hisar içindeki Şahâdet Câmii ile bugün Hisar’daki garnizonun bulunduğu yerdeki sarayı da, Sultan I. Murad yaptırmıştır..


Resim YILDIRIM GİBİ BİR SULTAN I. BAYEZİD (1360-1403).:

Sultan I. Murad ile Gülçiçek Hatun’un oğlu olan Yıldırım Bayezid 1389 yılında sultan oldu. Anadolu’daki birçok beyliğin Osmanlı’nın eline geçmesini sağladı. Rumeli’de Haçlılar ile 1396 yılında Niğbolu Savaşı’nı yaptı ve kazandı. Arkalarına Timur’u alan Anadolu beylikleri sultana kafa tutunca Bayezid, Anadolu beyliklerini kışkırtan Timur ile 28 Temmuz 1402 tarihinde Ankara yakınlarında yapılan savaşı kaybetti. Bu savaşta Timur’a tutsak olan Bayezid’in kendini zehirleyerek intihar ettiği iddia edilir. (1403)
“Yıldırım” lâkabını alan Bayezid, Bursa’da çok sayıda güzel yapı yaptırarak Bursa’nın, devrinin en görkemli kenti konumuna gelmesini sağladı. Bursa’da Ulucâmi ile, Yıldırım semtindeki külliyesi içinde câmi, hastâne ve hamam ile medrese yaptırmıştır. Ancak onun Bursa’daki en önemli yapıtı Darüşşifâ adını taşıyan Osmanlı Devleti’nin ilk hastânesidir. Bugünkü Bursa Çarşısı’nın temelini oluşturan Bedesten’i de Yıldırım Bayezid yaptırmıştır. Türbesi, Yıldırım Külliyesi’ndedir..


Resim KARANLIĞIN YÜZÜ FETRET DÖNEMİ (1402-1413).:

Bursa, Osmanlı döneminde mâmur bir başkent olarak gelişirken, Anadolu beyliklerinin desteğini alan Timur karşısında Osmanlı’nın yenilgiye uğraması sonucu yağma edilmiş ve Timur’un askerleri tarafından kent Ulucâmi ile birlikte yakılmıştır. Bundan sonra Bursa, bir zaman, Yıldırım Bayezid’in oğulları arasında el değiştirip durmuştur.
Ankara Savaşı’nın ardından Yıldırım’ın oğullarından İsâ Çelebi’nin bazı paşalarla Bursa’ya gelip tahta oturmasıyla şehzâdeler arasında başlayan kanlı çatışmalar, Çelebi Mehmed’in 1413 yılında tahtı ele geçirmesiyle son bulmuştur..


Resim DEVLETİ İKİNCİ KEZ KURAN SULTAN ÇELEBİ MEHMED (1413-1421).:

Sultan I. Bayezid ile Devlet Hatun’un oğlu olan Çelebi Mehmed, Osmanlı padişahlarının beşincisi ve Osmanlı Devleti’nin ikinci kurucusudur. Çelebi Mehmed, Ankara savaşından (1402) sonra parçalanan Osmanlı topraklarını yeniden bir idare altında birleştirmek için kardeşleri Süleyman, İsâ ve Musa Çelebi ile mücâdele etti. Böylece Osmanlı Devleti’ni karşılaştığı bu büyük bunalımdan kurtararak devletin birliğini sağlayan Çelebi Sultan Mehmed, her şeyden önce elden çıkan toprakları geri almaya çalıştı.

Şeyh Bedreddin isyanını bastıran Çelebi Mehmed, 26 Mayıs 1421 tarihinde Bursa’da yaşamını yitirdi. Yeşil Semtinde bulunan eşsiz güzellikteki Yeşil Türbe’ye defnedildi. Çelebi Mehmed sağlığında, türbenin bulunduğu mekana içinde medrese, câmi ve imâret bulunan “Külliye”yi inşa etmişti. Aynı zamanda divan şâiri olan Çelebi Mehmed Edirne’de bir câmi ve bedesten, Amasya’da da oğlu Kasım için bir türbe yaptırmıştır..


Resim DERVİŞÂNE BİR SULTAN II. MURAD (1421-1451).:

Çelebi Mehmed ile Emine Hatun’un oğludur. 1415 yılında Amasya Sancakbeyi oldu. 1420 yılında Börklüce Mustafa ile Anadolu Beyliklerinden Germiyanoğulları, Ramazanoğulları ve Menteşoğulları’nın isyanlarını bastırdı.
1430 yılına Venedikliler’den Selanik kalesini aldı. 1444’te Varna, 1448’de II. Kosova Savaşı’nda kazandığı başarılarla Balkanlar’da devletin sınırlarını genişletti.

Karacabey’de topladığı devlet yöneticilerinin huzurunda saltanattan vazgeçtiğini ilân etti. Bir süre Karacabey’de inzivâya çekildi. Daha sonra Çandarlı Halil’in baskısı ile tekrar tahta geçmek zorunda kaldı. 47 yaşında iken 3 Şubat 1451 günü yaşamını yitirince, Muradiye’deki türbesine gömüldü. Vasiyeti üzerine türbesinin üstü açık, sandukası üzerinde de toprak vardır.
Sultan II. Murad’ın Muradiye Semtinde yaptırdığı külliyesinde; câmi, hamam, medrese ve imâret bulunup tümü günümüze gelebilmiştir. Sultan Murad, duygusal ve şâir yönü olan bir kişi olup ayna zamanda divan şâiri, müzisyen ve hattattır..


Resim MANEVÎ BAŞKENT BURSA.:

Fatih (1451-1481), İstanbul’u aldıktan sonra Bursa ikinci plana itilmiştir. Bu nedenle de Bursa, hep ikinci ya da manevî başkent oldu. Örneğin Fatih vefât edip II. Bayezid padişah olunca (1481-1512), kardeşi Cem de 1481 yılında Bursa’ya gelip padişahlığını ilan etmişti. Bahtsız Şehzâde Cem, Bursa’da 18 gün süren padişahlık yaptı, burada kendi adına para bastırdı. Sonradan bu durum, Bursalıların Sultan tarafından cezâlandırılmasına neden oldu. II. Bayezid, 1512’de Bursa’ya girince, Yeniçeriler şehri yağma etmek istediler, yağma son anda önlendi.

Yavuz Selim padişah olunca da, bu kez kardeşi Korkut aynı şeyi yaparak Bursa’da padişah olmak istedi. Ancak Şehzâde Korkut’un Bursa’daki saray-ı âmire’den tüfekleri almak istemesine Bursalılar engel oldu. Daha sonra Şehzâde Ahmet de, Bursa’yı alarak hükmetmek istemiş, ama başaramamıştı..


Resim ZOR YILLAR: İŞGALDEN KURTULUŞA BURSA.:

Birinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye İtilaf Devletleri tarafından işgal edilmişti. 1920 yılında Yunanlılar önce İzmir ve çevresini ardından 2 Temmuz 1920 tarihinde Mustafakemalpaşa ve Karacabey’i işgal ettiler. 6 Temmuz’da ise Gemlik İngilizler tarafından işgal edildi.
Bursa’da, Osmanlı döneminden sonra en büyük acı Yunan işgali ile yaşandı. Ankara’daki TBMM kürsüsü üzerine, Bursa düşman işgalinden kurtuluncaya kadar kalmak üzere siyah bir örtü örtüldü.

O zor yıllarda Bursa’da yaşayanların neredeyse üçte biri gayrimüslim olduğu için bazı Bursalılar silahını alıp dağlara çıkmıştı. Kentte kalanlar ise, Kuvvay-ı Milliye için istihbarat çalışmaları yapmıştı. Yunanlıların Osman Gazi türbesine hakarette bulunmaları Bursalıların işgalcilere karşı daha da kinlenmesine sebep oldu. Bursa, 2 yıl, 2 ay 2 günlük işgalden sonra 11 Eylül 1922 günü kurtarıldı. Yunan askerlerinin şehirden çekilmesinde, Türk ordusunun olduğu kadar, silahlı milislerin de katkısı büyük olmuştur..


Resim ÇAĞDAŞ BURSA’nın KARŞILAŞTIĞI SORUNLAR.:

İşgal döneminde Bursa halkı çok zor yıllar yaşadı. Özellikle köylerde çok sayıda insan ölmüş, birçok köy de yakılmıştı. İşgal yıllarında Bursa’da da birçok mahalle yakılmış, yıkılmıştı. Cumhuriyet sonrasında; Bursa nüfusunun yaklaşık üçte birini oluşturan gayrimüslimlerin kenti terk etmesiyle yeni, farklı bir bunalım yaşandı. Giden gayrimüslimlerin yerine gelen “Mübadele göçmenleri” her şeye yeniden başlamak zorundaydı. Zaten Bursa, 1880’li yıllardan beri yoğun bir göçmen akınına uğramıştı. Daha bu göçmenleri bünyesinde hazmedemeden, önce Balkanlar’dan gelen göçmenler, daha sonra mübadele ile Yunanistan’dan gelen göçmenler Bursa’yı, Cumhuriyet’in ilk yıllarında büyük bir sosyal ve ekonomik sorunlar yumağı haline getirdi. Çünkü Bursa’yı terk eden gayrimüslimlerin çoğu esnaf ve tüccar iken, yerlerine gelen göçmenlerin hemen tamamının çiftçi olması sorunları daha da artırmıştı. Gelen göçmenlerin büyük bölümünün Türkçe dahi bilmeyip, faklı geleneksel ve kültürel özellikler taşıması, Cumhuriyet Bursa’sı için farklı ve ciddi sorunların ortaya çıkmasına sebep oldu. Ancak Cumhuriyet yönetimi, kısa sürede Bursa’daki bu toplumsal ve kültürel sorunları aşmayı bildi.
Genç Cumhuriyet, yakılmış, yıkılmış bir Bursa’dan kısa sürede modern bir kent yaratmayı başardı. Yeniden ipek fabrikaları kuruldu, gerek kent merkezi, gerekse ilçe ve köylerinde büyük bir imar atılımı başladı. Cumhuriyet devrimlerine de sahip çıkan Bursa, çok kısa süre içinde büyük bir gelişme göstererek ülkenin dördüncü büyük kenti haline geldi..


Resim ATATÜRK ve BURSA.:

Atatürk, milli mücadelenin merkezi olan Ankara’yı başkent yaptı ama Bursa’yı da çok sever ve ilgi gösterirdi. Nitekim Atatürk’ün en çok ziyâret ettiği illerin başında Bursa gelir. Atatürk, 1922 yılından ölümüne kadar Bursa’ya 18 kez gelmiştir.
Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nın hemen ertesinde, 17 Ekim 1922 tarihinde Bursa’ya ilk ziyâretini yapmıştı. Bu gezisi sırasında yaptığı konuşmasında Atatürk: “Artık ordularımızın yaptığı savaş bitti. Şimdi eğitim ve ekonomik alanda bir savaşa hazırlanıyoruz” demişti.
31 Ağustos – 11 Eylül 1924 tarihlerindeki üçüncü gelişinde ise Atatürk artık cumhurbaşkanıdır. Bursa’nın kurtuluş törenlerinde yaptığı konuşmada şunları söylemiştir: “Devrimlerimiz, Türkiye’nin yüzyıllar için mutluluğunu yüklenmiştir. Bize düşen, onu anlatmak ve değerlendirerek çalışmaktır”.
Atatürk, yapacağı her devrim öncesinde mutlaka Anadolu’yu gezer, nabız yoklardı. Bu gezilerine de Bursa’dan başlardı. Yine Harf Devrimi öncesinde, 27 Ağustos 1928 tarihinde Bursa’ya gelmişti.
26 Mart 1937 tarihindeki gelişinde ise Bursa gençlerine bir söylev vermişti: “Yorulmadan beni izleyeceğinizi söylüyorsunuz. Fakat arkadaşlar, benim sizden istediğim, yorulduğunuz zaman dahi, durmadan yürümek, dinlenmeden beni takip etmektir. Sizler, yani yeni Türkiye’nin genç evlatları, yorulsanız dahi beni izleyeceksiniz. Dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler asla yorulmazlar.”

Atatürk, en renkli gezisini de aramızdan ayrıldığı yıl, 1 Şubat 1938 tarihinde Bursa’ya yapmıştı. Uzun süredir hasta olan Atatürk, Bursa’da dans etti, eğlendi. Âdeta son baharını yaşadı Bursa’da.. Atatürk kendisi için Bursa Belediye salonunda verilen baloda öylesine neşelendi ki, orkestrayı durdurup zeybek çaldırdı. Salonun ortasına geçip zeybek oynadı..



Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: CuMâ CeM'im-İZ

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

NEDir NÂSiB NEdir KISMet
KAZA NEDir>KaDER NEDir?.
=>MuhaMMedî İFFet İSMet
NEŞE NEDir=>KeDER NEDir?.

Şe’ÂN hER ÂN BİZ BİR-İZ BİZ
CUMÂ CEM’i =>İZZet=>İSMet
“MEYDANCIK” İdi =>AZMimİZ
MAKSEM OLdu>NÂSiB-KISMet!.


ZEVK 7555

NİCe CÂNLar CENgin GÖRdük =>DÜNyâ DEnEN şU HAN-cıkta
"MÜKERREM İNSÂN SIRRı" VaR =>CÂN TAŞıyAN İNsANcıkta

AŞK GONCAsın DALı CUMÂ
NÂR ÇİÇEĞİn ALı =>CUMÂ

“NAHNU CEM”ine İŞTİRAK=>KAMBERLERde>“MEYDANCIK”ta!.


27.07. 16. 13:17
brsbrsm.. meydÂNcıkcÂmimİZz..


Resim

AŞk-MEŞk MihENgini GÖRdüm
DÜZENin =>DENgini GÖRdümm
=>NÂR ÇİÇEĞİn ALında =>bEN
=>BAHtımın RENgini GÖRdümm!.


Resim

ALLAHu zü’L-CELÂL İLMULLAH’ındaki =>SÜNNETULLAH/var ediş tarzı, tavrı sistemi ile Mutlak Kendisinin Ulûhiyyetinde olan =>Kaza, Kader, İrâde ve Meşiyyeti/Dilemesi ile “KÛN!. Ol!” buyuruyor.. “Kaf” “NûN”a varmadan MURADULLAH =>EMRULLAH’la => feye KÛN =>“VaR/MevCÛD/ŞEYy” olur..

KaZA: ALLAHu Zü’L- CeLÂL’in, KÛN feyeKÛN Kâinat KeVNiyyetinde; OLmuş, OLan ve OLacak her şeyin evsafını-sıfatlarını ve havassını- bir nesneyi diğerlerinden farklı ve üstün kılan niteliklerini ve sâir geleceğini ve geçmişini ezelden bilip, Levh-i Mahfuzunda VAR OLuş saklı tutma ZÂTına mahsusluğu.. KudretuLLAH.. İLahî Nasib..
KaDER: ALLAHu Zü’L- CeLÂL’in Levh-i Mahfuzunda herbir NEFs için SAKLı YAZılanın KÛN feyeKÛN Kâinat KeVNiyyetinde TeceLLî edip YAŞAnması gerçeği.. AZametuLLAH.. ELe geçen KıSmet..

NÂSİB.: MuRaDuLLAHta KUL için Murad edilen Hayyat payı.
KISMet.: EMRuLLAH/ŞeHâDetuLLAH ÂLEminde KULun Tercih ve Ameliyle ele GEÇireBİLeceği NÂSİBinden Hayat payı..

İZzet: ASLında Muhtaç-Mecbur-Me’mur-Mahkum olan KUL NEFsinin; MuhaMMedî Şûuru BİLip,
MuhaMMedî Nûru BULup,
MuhaMMedî Sürûrda Olup,
MuhaMMedî O-Nûru YAŞAYarak,
İLahî- MuhaMMedî kuvvet ve kudrete kavuşma MuhaMMedî Mü’minlik üstünlüğü..
İSmet: Şe’ÂNuLLAHta SüNnetuLLAHta ŞehâdetuLLAHta, ALLAH celle celâlihu ve Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme TESLiMiYette Sâdık ve Samîmi OLuş Tecellîsi olarak, günah ve yasaklardan kaçınmakta MuhaMMedî Mâsumluk ve Müberrâlığı Melekesini fiilen YAŞAyış Şefâatı ŞEREFi..
İFFet.: Namus. Temizlik. Perhizkârlık. Nefsi behimî temayüllerden men etmek. Helâla razı olup haramdan kaçınmak..

ŞE’ÂNuLLAH.: “ÂN”dan münezzeh ALLAHu Zü’L- CeLÂL’in => KÜLLî ŞEYy’i hER ÂN YENİden Yaratmakta OLuş SEBBehası..

MÜKERREM.: Hürmet ve ta'zim edilen. İkram olunmuş. Muhterem. Kerim olan.
TA'ZiM.: Hürmet. RiÂyet. İkramda bulunmak. Bir zât hakkında büyük sayıldığına delâlet edecek surette güzel muâmelede ve hürmet ifade eden tavırda bulunmak..


وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَى كَثِيرٍ مِّمَّنْ خَلَقْنَا تَفْضِيلاً
Resim---“Ve lekad KERREMnâ benî âdeme ve hamelnâhum fî’l- berri ve’l- bahri ve razaknâhum minet tayyibâti ve faddalnâhum alâ kesîrin mimmen halaknâ tafdîlâ: Andolsun, biz Âdemoğlunu yücelttik-MÜKERREM kıldık; onları karada ve denizde (çeşitli araçlarla) taşıdık, temiz, güzel şeylerden rızıklandırdık ve yarattıklarımızın bir çoğundan üstün kıldık.” (İsrâ 17/70)



Resim

MEYDANCIK CÂMİi.:

İncirli Cad. No:1. Yıldırım/Bursa..

Bursa/Yıldırım İlçesi Gökdere Meydanına ve Kanberler Parkına bakan, Alancık Sokakta bulunan bu câmiyi XV.yüzyılda Fatih döneminde Kazzazoğlu Söle Mehmet Paşa yaptırmıştır.
1497 yılında vefât eden Söle Mehmed Paşa, Bursa’da üç tane mescid yaptırmış.

İbâdet mekanı 7x7 m. ölçüsünde kare planlı olup, önünde 3.65x7.00 m. ölçüsünde üç bölümlü son cemaat yeri bulunmaktadır. Bunlardan ortadaki bölüm diğerlerine göre daha dar ve yüksek, yanlardakiler de daha geniştir. Üzerleri beşik tonoz ile örtülüdür. Câminin 1968 yılında yapılan onarımı sırasında öne doğru bir saçak eklenmiş ve böylece câminin görünümü zedelenmiştir. Üç sıra tuğla, bir sıra kesme taştan yapılan duvar örgüleri arasına dikey tek tuğlalar yerleştirilmiştir. Sivri kemerli bir kapıdan girilen ibadet mekanı içeriden Türk üçgenleri, dışarıdan da sekizgen kasnaklı bir kubbe ile örtülüdür. Yapının kubbe kasnağında üç, alt sırasında da dört sivri kemerli pencere ibadet mekanını aydınlatmaktadır. Güney yönündeki iki pencere kapatılarak, dolaba dönüştürülmüştür. Dikdörtgen çerçeveler içerisindeki mihrabının bir özelliği bulunmamaktadır. Sağdaki bölümde küçük bir mihrab daha vardır.. Dış köşeliklerde silindirik gövdeli sütunceleri bulunan sade mihrap, dikdörtgen çerçevelidir. Câminin kuzeybatı köşesinde yer alan minâre 1913 yılında yenilenmiş olup tamirat kitâbesi vardır..


nOt:

Cumâ namazımızdan çıkınca 90 yaşına ulaşmış Osman Amcaya, DeLi AYTEN’imizin de yurdu olan, “Kanberler Parkının ismi nereden gelmekte?” dedim.
Güldü ve “Boşver!.” Dedi. “Lutfen!.” Dedim.
“Kanberler mahallesi Çingen Mahallesiydi.. bu mahalle surla çevrilmiş gibiydi.. içinde yakın zamana kadar kerhâne de vardı zibil bir yerdi.. aynı zamanda HATİCE İsfendiyâr Sultan Câmisi ve Sitti Hatun Câmisi de vardı ama, göremezdiniz bile karmakarışıktı girilip çıkılmazdı.. 10 sene önce buraları yıkıp bu güzel hale getirdiler şükür!.” dedi..
“Çingenelerle Âdem aleyhisselâmdan akrabayız!.” dedim.
Kıskıs gülerek: “Oğulca bak şu yaşlı dede de romen, şimdilerde şükür hepsi düzeldi gitti, at süvarisine göre kişner!.” dedi.. "BİZ BİR-İZ" dedim.. "El Hamdulillah!." dedi..



Resim

Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebiyyike ve
Rasûlike ve
Nebiyyi'l- Ummiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve's-sahbihi ve uMMetihi...

ALLAHımız celle celâluhu!
BİZe MuhaMMedî Gayret,
PÎRimizden Hâl-i HiMMet,
RASÛLünden ŞiFâ-yı ŞeFâat,
ZÂTından İnâyet-Hidâyet-Selâmet
İZZet-i İhsÂNınla ->Her YERde>Her ÂNda>Her HÂLde>Her NEFeste ->HABLi'L- VERiD LüBBü'L- LÜBBümüzde LûTFet -> CÂNda CÂNÂNımız ->CEM’ et CUMÂMIza İnşae ALLAH!..



Resim
Resim
Resim

bî-RAHMetike yâ erhame'r- Rahîmiyn!
bî-RAHMetike yâ erhame'r- Rahîmiyn!
bî-RAHMetike yâ erhame'r- Rahîmiyn!.
İrhamNÂ yâ RABBBeNâ ceLLe ceLÂLihuu!..


Âmin Yâ Latîf Yâ Kerîm ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Rahîm Yâ Vedûd ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Fettâh Yâ Gaffâr ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Settâr Yâ ALLAH ALLAH celle celâluhu!..

Âmin... Âmin... Âmin... Âmin!.. Yâ Muîn Celle Celâluhu.


Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: CuMâ CeM'im-İZ

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

İNdik =>MUHit MENZİLine
MESt OLduk MERKEZ MİLine
DevrÂN SeyrÂN
CevLÂN HayrÂN
YANdık =>YÂR YANak ÇİLine!.


ZEVK 8952

SABIRLa=>SIRRı SELÂMet=>GÖZYAŞI OYar MERMERi
HAKk ÂŞIKLar HAKk YOLUnda ==>İLeLeBeD EZELBERi
DOSt DevrÂNı DEM Bu DEMde
ÇUKUR CÂMi =>CUMÂ CEMde
MuhaMMedî MuHABBette ==>HAK HAYRAtı KADEMERi!.


03.08.18 13:21
brsbrsm..kademericâmicumâcemmimizzz..


SEVİLen>SEVenin TANır
SEVen =>YÂRine İNANır
CÜMLe CihÂN YÂRi SANır
YEDi DAĞdan YANkıLANır
BURSAm EZÂNLa SALLANır!.


Resim


Resim

Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebîyyike ve
Rasûlike ve
Nebiyyî'l- Ummîyyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve's-sahbihi ve ÜMMetihi...

ALLAHımız celle celâluhu!
BİZe MuhaMMedî Gayret,
PÎRimizden HâL-i HiMMet,
RASÛLünden ŞiFâ-yı ŞeFâat,
ZÂTından İnâyet-Hidâyet-Selâmet
İZZet-i İhsÂNınla LûTFet-CEM’ et CUMÂMIza İnşâe ALLAH!..


Âmin Yâ Latîf Yâ Kerîm ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Rahîm Yâ Vedûd ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Fettâh Yâ Gaffâr ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Settâr Yâ ALLAH ALLAH celle celâluhu!..

Âmin... Âmin... Âmin... Âmin!.. Yâ Muîn Celle Celâluhu.


Resim

KADEMERİ (ÇUKUR) CÂMİİ.:

Maksem Mah. Pınarbaşı Cad. Uzun Sok. Hisar, Osmangazi, Bursa.

Bursa merkez Osmangazi İlçesi Pınarbaşı semti Çukur Sokak'ta câmi. "Çukur Câmi" adıyla da anılır. Murat II (salt. 1421-1451) döneminde "Kademeri" sanıyla bilinen “Ahi Kadem” tarafından yaptırılmıştır. 7.25 X 7.15 boyutlarında kareye yakın planlı câminin kuzeyinde, 3.00 metre derinlikte, iki yan duvarları kapatılmış, ahşap bir son cemaat yeri bulunmaktadır. Dışarıdan sekizgen kasnağa oturtulan kurşunla kaplı kubbesi, içeride üçgenlerden oluşan bir kuşağa bindirilmiştir. Kubbe kasnağında, dört ana yöne bakan birer pencere vardır. Mihrap tepesi beş dilimli yarım kubbe biçiminde ve beş köşeli niş halindedir.
Câminin beden duvarları ve kubbe kasnağı, tuğla hatıllarla desteklenmiş kesme taşlarla örülmüş, taşlar arasına dikine tuğlalar konulmuştur. Kubbe kasnağı iki sıra kirpi saçaklıdır. Toplam on altı pencere ile aydınlanmaktadır. Sekizgen kaideli minâresi, kubbe eteği düzeyine değin kesme taş ve aralarına birer dikey tuğla örgülüdür. Minâre gövdesi silindirik olup, altıgen çinilerle yapılmış bir bilezikten sonra altı sıra kirpi saçak dizili şerefe altına geçilmektedir. Kurşun kaplı sivri külâhlıdır. Minâreye, son cemaat yerinden açılan kapıyla çıkılmaktadır..


Kadem.: (a. c.: akdâm): Ayak. Adım. Metrenin üçte biri kadar olan uzunluk. Oniki parmak uzunluğu, yarım arşın. Uğur.
Hoş-kadem.: 1) uğurlu; 2) i. eskiden saraylarda bâzı câriyelere takılan ad. Sâbit-kadem : sebat eden, devam eden, sürekli. f. Uğurlu ayağı olan, ayağı uğurlu.
Kademeri.: Livechillah Ayakta Hazır MuhaMMedî Hasbî Hizmetçi.

Ahi.: Ahilik ocağından olan kimse. Fütüvvet Ehli, Eli açık, cömert..
Fütüvvet.: Dostlara afv ve safh ile muamele. Yiğitlik. Cömertlik. Lütuf ve ihsankârlık. Kerem ve seha. Soy temizliği



Resim

AHİ EVRAN ve AHİLİK.:

Esnaflar için bir dayanışma teşkilatı olan Ahilik, Hacı Bektaş-ı Veli’nin tavsiyesi doğrultusunda Ahi Evran tarafından kurulmuştur.
Orta Asya’dan Anadolu’ya göç eden Türkler göçebe bir hayat yaşıyorlardı. Bu nedenle yerleşik düzendeki ekonomik ve sosyal yaşam o kadar hareketli olmuyordu. Ayrıca Anadolu’da o dönemde yerleşik şehirlerde yaşayan Rum ve Ermeni halk ve tüccarlar vardı. Dolayısıyla göçebe bir hayat yaşan Türk boylarının diğer tüccarlarla baş edebilmesi mümkün gözükmüyordu.
Ayrıca Anadolu’nun İslamlaşması için büyük kentlerde de bir takım faaliyet sürdürmek gerekliydi. Ahiliğin ortaya çıkışı ve geniş bir teşkilatlanmaya gitmesinin ardında siyasi, sosyal ve ekonomik nedenlerin olduğunu söyleyebiliriz. Bu nedenlerden dolayı göçebe Türkmenlerin Müslümanlığa geçişine hız kazandırmak ve Anadolu'yu Türk ve Müslüman yurdu haline dönüştürmek için Hacı Bektaş-ı Veli'nin tavsiyesi üzerine Ahi Evran tarafından Ahi Teşkilatı kuruldu. Ahiler için teşkilatın kurucusu Ahi Evran, Ahi Baba’dır.

Araştırmalara göre Ahiliğin tam olarak nerede kurulduğu bilinmemektedir. Ahiliğin ilk olarak Kırşehir'de kurulduğunu ileri süren araştırmacılar olduğu gibi, Bağdat'ta “üstad” denilen kişilerden ders alan Ahi Evran’ın Araplardaki Fütüvvet Teşkilatı'ndan etkilendiğini ve bunun üzerine 1205'te Kayseri'ye gelerek Ahilik Teşkilatını kurduğunu söyleyenler de vardır.

Ahilik Orta Asya’dan Anadolu’ya öden Türklerin sanat, ticaret ve ekonomi gibi birçok meslek dalında yetişmelerine, gelişmelerine bunun yanında da ahlaki açısından eğitimlerine olanak sağlayan bir örgüttür. Ahilik Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde ekonomik ve ahlaki yönden iyi bir insan yetiştirme prensibini kendisine ilke edinen bir teşkilatlanmadır.
Ahiliğin günümüz esnaf odalarına benzediğini söyleyebiliriz. Kendisine özel kuralları bulanan bu teşkilat ahlaklı olmanın, birlikte yaşamanın, kardeş olmanın ve yardımseverlik gibi diğer tüm iyiliklerin cem olduğu yani birleştiği bir sistemdir.

Selçukluların Anadolu üzerinde hakimiyetleri döneminde Ahilik ekonomik faaliyetleriyle birlikte askeri ve siyasi faaliyetlerde de bulunmuştur. Osmanlı Beyliği’nin kuruluşunda ve giderek güçlenmesinde Bektaşilerin ve Yeniçerilerin etkisi olduğu gibi Ahilik teşkilatının da büyük bir rolü vardır. Tarihçiler ilk Osmanlı padişahlarının ve vezirlerinin çoğunun Ahi Teşkilatına mensup olduklarını belirtirler.
Ahiliğin 3 dereceli bir yapısı bulunur. Her kapı üç dereceyi içerir. Bunlar şu şekildedir;

1-)Yiğit ->Yamak ->Çırak.
2-) Kalfa ->Usta ->Ahi
3-) Halife ->Şeyh ->Şeyhü’l- Meşayıh..


Resim

Ahilik, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde Anadolu’da yaşayan halkın sanat, ticaret, ekonomi gibi çeşitli meslek alanlarında yetişmelerini sağlayan, onları ahlaki yönden yetiştiren, çalışma yaşamını iyi insan meziyetlerini esas alarak düzenleyen bir örgütlenmedir. Kurucusu Ahi Evran'dır ve kendi kural ve kurulları vardır. Günümüzün esnaf odalarına benzer bir işlevi olan Ahilik iyi ahlakın, doğruluğun, kardeşliğin, yardımseverliğin kısacası bütün güzel meziyetlerin birleştiği bir sosyo-ekonomik düzendir.

Resim

Ahilik kelimesinin kökeni.:
Ahi kelimesinin kaynağı ile ilgili birbirinden tamamen farklı iki görüş bulunmaktadır. Birinci görüşe göre; Ahi kelimesinin kaynağı Türkçe olup, "akı" kelimesinin Anadolu'daki söyleniş tarzından doğmaktadır. Ahi, kelimesinin Türkçe olduğunu ileri süren araştırmacılara göre Ahi, kelimedeki "k" harfinin "h" olarak telaffuz edilmesinden ileri gelmektedir. Nitekim, Anadolu'da "k" harfinin "h" ve "ğ" şeklinde telaffuz edildiği bilinmektedir. Örnek olarak, okumak, bakmak yerine okumah, bahmah veya okumağ, bakmağ denilmektedir. Buna göre Ahi kelimesi "cömert, eli açık" anlamlarına gelen "akı" kelimesinin "h" sesi ile okunmasından türemiş ve terimleşmiş bir kelimedir..

Resim

Ahiliğin kuruluşu ve Anadolu'da yayılışı Azerbeycan'ın Hoy kasabasında doğan Şeyh Nasırettin Mahmut el Hoyî =>Ahi Evren, Ahi Teşkilatı'nın kurucusu sayılmaktadır. Bağdat'ta büyük üstadlardan ders alan Ahi Evren, Arapların kurduğu Fütüvvet Teşkilatı'ndan etkilenerek, 1205'te Anadolu'ya gelmesinden kısa bir süre sonra ilk olarak Kayseri'de Ahilik Teşkilatını kurmuştur. Tarihi kaynaklardan, Ahi Evren zamanında Anadolu'nun şehir ve kasabalarında ortaya çıkıp büyümüştür.

Resim

Fütüvvetnameler göre, Ahiliğin anenevî menşei Hz. Ali kerremallahu vechehu'ye dayanmaktadır. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Ali kerremallahu vechehu'ye: "Sen benim yoldaşımsın, ben Cebrâil'in yoldaşıyım, Cebrâil de Allah'ın yoldaşıdır" buyuruyor. Sonra Selman-ı Farısî radiyallahu anhu'ya Hz. Ali kerremallahu vechehu'ye yoldaş olmasını söylüyor. Selman radiyallahu anhu da Hz. Ali kerremallahu vechehu'nin elinden tuzlu su içerek ona yoldaş oluyor.
Bundan sonra Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Hz. Ali kerremallahu vechehu'ye: "Yâ Ali ben seni tamalıyorum ve olgunlaştırıyorum" diyerek şalvarını giydiriyor ve beline bağlıyor. Fütüvvetnamelere göre; fütüvvetin temeli budur ve fütüvvet ehli arasında kadeh sunmak, şalvar giydirmek ve bel bağlamak, yani yoldaşlık ve kardeşlik kuralları buradan gelmektedir..


Resim

Ahilik teşkilatına üye olmanın şartları.:
Ahi olmak ve peştemal kuşanmak için kişinin bir Ahi tarafından önerilmesi zorunludur. Üye olmak isteyenlerden yedi fena hareketi bağlaması ve yedi güzel hareketi açması beklenmektedir:

Cimrilik kapısını bağlamak, lütuf kapısını açmak
Kahır ve zulüm kapısını bağlamak, hilim ve mülayemet kapısını açmak
Hırs kapısını bağlamak, kanaat ve rıza kapısını açmak
Tokluk ve lezzet kapısını bağlamak, riyazet kapısını açmak
Halktan yana kapısını bağlamak, Hak'tan yana kapısını açmak
Herze ve hezeyan kapısını bağlamak, kapısını açmak
Yalan kapısını bağlamak, doğruluk kapısını açmak..


Resim

Ahîlik, içtimaî bir teşkilattır. Selçuklu Türklerinde dini ve milli birliğin muhafazasında, Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda ve Osmanlı insanının yetişmesi ve terbiyesinde büyük hizmetler görmüştür. Sonraları, esnaf ve sanatkârlar birliğine isim olarak verilmiştir. Arabça kardeşim demek “ahi”; Türkçe cömert, eli açık manasına olan “akı” kelimesinden gelmektedir. Ahiliğin esasını ve ilk safhasını fütüvvet teşkil eder..
Fütüvvet, cömertlik, mürüvvet ve asalet gibi faziletleri ihtiva etmesi bakımından ahlaki; bu faziletlerin icabını yerine getirmeyi vazife edinmiş kimselerin meydana getirdiği birliklere alem olması itibariyle içtimaidir. Fütüvvet, ahlaki bir mefhum olarak, daha çok tasavvufi eserlere mevzu olmuştur. Bu manada fütüvvet, müslüman kardeşinin işini görmek, onun yardımında bulunmak, hata ve kusurlarını af edip, husumet ve düşmanlık beslememek, ayıp ve kusurlarını örtmek; kendisini başkasından üstün görmemek, musibete uğrayan düşman bile olsa sevinmemek gibi hasletleri ifade eder. Bu hasletleri haiz olana fetâ (yiğit) denir. Çoğulu fityândır.

Resim

Ahi Evren, daha önce Horasan ve Maveraünnehr’de iken Fahreddin-i Razi’den zahirî ilimleri ve Ahmed Yesevî’nin talebelerinden ve Şihabüddin Sühreverdî’den tasavvuf bilgilerini öğrendi. Onların sohbetlerinde kemâle geldi. Hocası Evhadüddin Kirmanî ile Anadolu’nun muhtelif yerlerinde halka vaz u nasihatlerde bulundu. Hocasının kızı Fatıma bacı ile evlendi ve hocasının vefâtından sonra Kayseri’ye yerleşti. Birinci Alaeddin Keykubad ve diğer devlet erkanı arasında pek hürmet gördü. “Mürşidü’l- Kifâye” ve “Yezdan Şinaht” isimli eserlerini bu sultana hediye etti. Kayseri’de debbağlık yapıp elinin emeği ile geçinir ve halkı irşad etmekle meşgul olurdu. Bilhassa esnafı bir çatı altında toplayıp teşkilatlandırdı. Fütüvvet-nâmelerden faydalanarak teşkilatın bir nevi yönetmenliğini yazdı. İslam ahlakını esas alan bu yönetmeliği esnaf ve sanatkâr arasında tatbik etti. Onlar arasında İslam ahlakına dayalı bir birlik ve kardeşlik kurdu. Neticede ahilik teşkilatı kuruldu. Diğer taraftan Fatıma bacı da kadınları yetiştirip, Bacıyan grubunu teşkil etti. Sünni bir alim olan Ahi Evren’nin kurduğu bu teşkilat da Sünni idi. Seyyah İbn-i Batuta'nın ifadesine göre Ahi zaviyeleri Hanefi mezhebine mensuptur.

Böylece teşekkül eden Ahilik Müessesesi, Anadolu’da büyük hizmetler yaptı, Malazgird Zaferi ile doğu Türk illerinde göçebe halinde yaşayan ve geçimlerini hayvancılıkta te’min eden pek çok Türkmen Anadolu’ya göç etmişti. Bir o kadarı da Moğolların zulmü sebebiyle Anadolu’ya geldiler. Ahiler, bunları yavaş yavaş tarım hayatına sokup yerleştirmeye, esnaf, işçi, sanatkâr olarak şehir ve kasaba hayatına alıştırmaya başladılar. Bu arada işsiz, başıboş gençlerin bir san’at ve meslek sahibi olmasını te’min ederek, başkasına muhtaç olmaktan kurtulmalarına çalıştılar. Rumlar ile Ermenilerin elinde olan san’at ve ticaret hayatına zamanla Türkler de katılıp, söz sahibi olmaya başladılar. Bütün bunların yanında ahiler, yaptıkları zaviyelerde müslüman tüccar ve esnafın ahlakî terbiyesi ile de uğraştılar. Ahi Zâviyeleri zamanla memleketin her tarafına yayıldı.

Ahiler, içtimaî hayattaki bu hizmetleri yanında ihtiyaç halinde gazalara ve memleket müdafaasına da katıldılar. On üçüncü asrın ilk yıllarında Çin’in kuzeybatısında katliamlara başlayan, kısa bir müddet içerisinde dünyanın siyasi haritasını alt üst eden ve Anadolu’ya doğru yaklaşan Moğol tehlikesine tedbir aldılar. Moğolların önlerinden kaçıp gelenlere kucak açarak Anadolu insanını, Moğollara karşı, gaza aşkı ile dolu cihad yolunda Allahu Teâlâ’nın rızasından başka bir şey düşünmeyen kimseler olarak yetiştirmeye çalıştılar ve bu insafsız düşman karşısında kahramanca mücadele ettiler.

Nihayet Moğollar, 1243 yılında Kayseri’yi muhasara edip, çetin bir muharebe sonunda şehri ele geçirince, binlerce ahiyi şehid ettiler Anadolu’nun karışıklıklar içerisinde olduğu bu sırada, Ahi Evren’i de Kırşehir’de şehid ettiler..

Resim

Bu esnada itibarlı bir ahi olan Şeyh Edebali, Osman Gazi ile yakın münasebetler kurup kızını ona verdi. Orhan Gazi ve Murad-ı Hüdavendigâr ahilerden olup, vezirleri Alaeddin ve Çandarlı Kara Halil de ahi idiler. Böylece ahilerden bir kısmı âlim, kadı olarak ilim sahasında, bir kısmı vali ve komutan olarak idari ve askeri alanda, bir kısmı da ticaret ve san’at alanında bu yeşeren Osmanlı filizini beslemeye başladılar. Ahilerin İslam’ın emri olan, zamanın kıymetini bilmek, disiplinli bir hayata sahib olmak, istişare etmek, adil olmak ve adalet esaslarını aşıladıkları küçücük bir aşiret, kısa zamanda büyük bir devlet olmaya başladı.

Zaman zaman devletin yükünü hafifletici hizmetlerde de bulunan ahiler, Bursa’yı Düzmece Mustafa’nın hücumundan korudukları gibi, 1360 yılında idareleri altındaki Ankara’yı sultan birinci Murad’a teslim ettiler. Bu hizmetlerine karşılık Osmanlılar, ahilere yardımcı olup, hürmet göstererek halkı yetiştirmeleri için teşvik de bulundular. Bu yüzden daha sonra Birinci Murad’ın ahilerin başı olduğu ve kendisinden “Ahi” Murad diye bahsedildiği de bilinmektedir. Osmanlı Devleti kuvvetlenip Anadolu’ya hakim olduktan sonra, ahiler daha ziyâde hayırsever bir cemiyet, bir esnaf teşkilatı şeklinde faaliyetlerini devam ettirdiler.

Ahiler arasında sanatın okumakla değil, ahinin yetişmesi için, üstaddan öğrenmesi şartı getirilip yamaklık, çıraklık, kalfalık, ustalık yiğitbaşılık, ahi babalık ve kethüdalık safhalarından geçmesi şartı vardı. Gündüz san’atında ve işinde çalışan ahiler, akşamları kendilerine mahsus binalarda sohbetlere katılırlardı. Böylece ahilerin ahlaki terbiyesi ihmal edilmezdi.

Ahilerin kendilerine mahsus kıyafetleri vardı. Ondördüncü asır seyyahlarından İbn-i Battuta, üstlerine hırka, başlarına sarık sarılı beyaz yünden bir külah ve ayaklarına mest gibi ayakkabı giydiklerini bildirmektedir. Âhiliğe kabul edilen namzede şeyh tarafından, şedd-i bend denilen ve ahiliğin nişanı kabul edilen bir kuşak kuşatılırdı. Ahiler kuşaklarında, büyükçe bir bıçak taşırlardı.


Ahilik teşkilatında şu mertebeler bulunurdu:
1- Teşkilata yeni giren yiğitler,
2- Ahi bölükleri. Altı bölük olup ilk üç bölüğe “Eshab-ı tarik”, diğer üçüne de “nakib” denirdi.
3- Halife,
4- Şeyh,
5-Şeyhü’l-meşayıh.


Ahilerin idare hey’eti, her san’at kolunda, kendi azaları arasından seçilmiş beş kişiden meydana geliyordu. Kendilerine kadı tarafından seçimden sonra resmi vesika, icâzet verilip, icraatları ve neticeleri büyük meclise bildirilirdi. Birlik idare hey’eti her ay üç gün toplanırdı. İdare hey’eti, birliğin hazinesi mahiyetinde olan orta sandığını idare ederdi.

Resim

Ahilerin yönetmeliği olan fütüvvetnâmelere göre, ahinin üç şeyi açık olmalıydı:
Eli açık, yani cömert olmalıydı,
Kapısı açık, yani misafirperver olmalıydı,
Sofrası açık, yani aç geleni tok göndermeliydi.


Üç şeyi de kapalı olmalıydı:
Gözü kapalı olmalı, yani kimseye kötü nazarla bakmamalıydı,
Kimsenin ayıbını görmemeli, dili bağlı olmalı, yani kimseye kötü söz söylememeliydi,
Beli bağlı olmalı, yani kimsenin namusuna ve şerefine göz dikmemeliydi..


Yine ahi yönetmeliği olan fütüvvetnâmelere göre; ahi, helâlinden kazanmalıdır. Hepsinin bir san’atı olmalıdır. Yoksul ve düşkünlere yardım etmeli, cömert olmalıdır. Âlimleri sevmeli, hoş tutmalıdır. Fakirleri sevmeli, alçak gönüllü olmalıdır. Temiz, iyi kimselerle sohbet etmeli, namazını kazaya bırakmamalı, hayâ sahibi olup, nefsine hakim olmalı, dünyaya düşkün olanlarla beraber olmamalıdır. Bunlar asırlarca Osmanlı insanının ahlakının temel taşı olan hasletler haline geldi..

Tarihin eskimez sahifelerinde;
Osmanlı Devleti’nin bünyesinde bütün bu hizmetleri yapmış, san’at ve ticaret hayatını Osmanlı’nın maddî ve manevî yapısına göre düzenlemiş olan Ahilik teşkilatı, diğer kıymetli müesseseler gibi bilhassa İngiltere’nin desteklediği Mustafa Reşid Paşa tarafından hazırlanan Tanzimat fermanı ile büyük bir sarsıntı geçirmiş, hatta ortadan silinmek tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır. Ancak Osmanlı’da derin izler bırakan bu müessese, eski parlaklığı ile olmasa da devam etmiştir.

Özellikle, BURSA’mız;
Sayısız meslek ve zanaat sahibinin hâlâ ayakta kalmış hanlarında AHİLİK MESLEK ve MEŞREBini ayakta tutmuş ve yaşatmış olmaları iftihar vesilemizdir.. Ve Çukur Câmi ya da Ahi Kademeri Câmimiz de bu eserlerinden birisidir Hamd olsun!.


Resim

AHİ EVRAN TÜRBESİ.:

10-11. yüzyıllarda İslam’ın resmi olarak kabul edilmesini takiben Asya’dan Anadolu’ya göç eden Türk esnaf ve sanatkarlara Anadolu’da iş imkanı yaratmak, onları Bizanslı esnaf ve sanatkarlarla rekabet edebilir hale getirmek, ürün ve mallarının kalitesini korumak, üretimi ihtiyaçlar dahilinde düzenlemek ve Türk nüfusunun ekonomik özgürlüğünü sağlayarak ihtiyaç sahiplerine her türlü desteği vermek amacıyla Ahi Evran tarafından oluşturulan ve Anadolu’dan Orta Asya’ya kadar esnaf ve sanat ustalarını tek çatı altında toplamayı amaçlayan Ahilik Teşkilatı’nın ahlaki değerleri ve örgütsel yapısı, bugünkü birçok esnaf, sanat ve ticaret kurumunun örgütlenmesine temel olmuştur.

Teşkilatın kurucusu olan, 32 çeşit esnaf ve sanatkârın lideri olarak anılan ve 13. yy. toplum önderlerinden biri olan 1171-1261 yılları arasında yaşamış Ahi Evran kaddesallahu sırrahu’nun Kırşehir’deki zâviyesi, Osmanlı İmparatorluğu döneminde teşkilatın örgütsel yapısıyla ilgili kararların alındığı merkez konumunda olması ve Ahi Evran’ın türbesinin burada bulunması nedeniyle Ahilik Teşkilatı’nın bugün ayakta kalan en önemli temsilcisi konumundadır..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: CuMâ CeM'im-İZ

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

ECEL YOLUn AÇıYOR GÜNLer
KOGdUKça KAÇıYOR GÜNLer
=>CÂNLarın =>İÇinden ALıp
=>KAFESin SAÇıYOR GÜNLer!.


ZEVK 8958

AŞK PENCEREm =>AKIL GÖZüm =>SUBHÂNî SIRRı TEMAŞA
=>ÖZden=>Öte=>NAKİL SÖZüm=>SUBHÂNî SIRRı TEMAŞA
RESÛLuLLAH’ım>İZLerim
KELÂMuLLAH’ım BİZLerim
MELÂMet SIRRIm GİZLerim
CÂNda =>CÂNÂN =>CUMÂ CEM’i =>ÇANDARLıoğLu ALİ PAŞA!.


10.08.18 13:29
brsbrsm..alipaşacâmimizz..



Resim

ALLAHümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebîyyike ve
Rasûlike ve
Nebiyyi'l- ÜMMîyyi ve alâ âlihi, Ehl-i Beytihi ve's- sahbihi ve ÜMMetihi...

ALLAHımız celle celâluhu!
BİZe MuhaMMedî Gayret,
PÎRimizden Hâl-i HiMMet,
RASÛLünden ŞiFâ-yı ŞeFâat,
ZÂTından İnâyet-Hidâyet-Selâmet
İZZet-i İhsÂNınla LûTFet-CEM’ et CUMÂMIza İnşae ALLAH!..


Resim

Resim merhaBÂ KEDi cÂN!.

ÇANDARLI ALİ PAŞA CÂMİSİ.:

Ali Paşa Mahallesi, Eski Sokak’ta bulunan Ali Paşa Câmisini, Yıldırım Beyazıt zamanında Çandarlı Halil Paşa’nın oğlu Yıldırım Beyazıt’ın veziri Çandarlı Ali Paşa yaptırmıştır. XIV. yüzyılın sonlarına tarihlendirilmektedir. Kesin İnşa tarihi bilinmemektedir: ancak vakfiyesinin 1394 tarihli olmasından dolayı, daha önceki bir tarihte yapıldığı anlaşılmaktadır. Mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne aittir.
Bursa'da erken Osmanlı dönemine ait zaviyeli câmi tipindedir. Ali Paşa Câmisi, ters T veya tabhaneli (zaviyeli) câmiler grubundandır. 1854 depreminde büyük ölçüde zarar görmüş ve sonra yeniden onarılmıştır. Son cemaat yeri câminin yan duvarları ve birbirlerine kemerlerle bağlı dört sütunun oluşturduğu beş bölümlüdür. Üzeri kubbeli olan bu bölümlerden ortadaki diğerlerinden daha büyüktür.
Yapı, harim ve son cemaat yerinden oluşur. Duvarlar üç sıra tuğla, bir sıra moloz taşla örülmüştür.
"Ters T" planlı câmilerin karakteristik özelliklerin! taşıyan yapı bugüne kadar büyük onarımlar görmüş ve özgünlüğünü yitirmiştir. Ana mekan iki adet kubbeyle Örtülüdür. Câminin orijinal minaresi yoktur.
Ön tarafında Bursa'nın en eski çınarlarından biri bukınmaktaydı. Dış çevresi 14 metreyi bulan çınar ne yazık ki kesilmiştir. 1955 yılında Bursa Eski Eserleri Sevenler Kurumu larafından aslına uygun olarak onarılan câmi bugün tamamen yıkılmıştır ve Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından aslına uygun olarak yeniden yaptırılmaktadır.

İbadet mekanı tabhaneli câmiler planına uygun olarak birbiri ekseninde üzeri kubbeli iki bölümden meydana gelmiştir. Bu bölümlerin iki yanında dikdörtgen şeklinde yan kanatlar bulunmaktadır. Günümüzde orta bölümlerdeki kubbelerin yerine ahşap bir tavan yapılmıştır. İki yan kanatlar tamamen yıkılmıştır. Bunların üzerlerinin tonozlu olduğu izlerden anlaşılmaktadır.
Câminin ilk yapılışında minare yapılmamış, bugünkü minare yenidir. Câminin batısındaki medrese ve imaret ise yıkılmış, yerlerine evler yapılmıştır.

Burası BURSAmızda insÂNın içine târifsiz huşû’ ve huzû’ VERen ender CÂmilerimizden birisidir ey cÂN-Lar SİZ de bUYurunuz!..


Resim


ÇANDARLI ALİ PAŞA.:


Çandarlı Ali Paşa (d.? – ö.18 Aralık 1406, Ankara) 22 Ocak 1387‘de babası Çandarlı Kara Halil Hayrettin Paşa‘nın ölümü üzerine yerine geçerek, 18 Aralık 1406 tarihinde vefâtına kadar, I. Muratd ve Yıldırım Bayezid için Ankara Savaşı‘na kadar 15 yil 6 ay ve Fetret Devri döneminde Süleyman Çelebi‘nin yanında 4 yıl 4 kusur ay vezir-i azamlık yapmış ve Osmanlı Devleti‘nin kuruluş sürecinde önemli rol oynamış bir Osmanlı devlet adamıdır..

Hayatı.:

Tarihe Çandarlılar ailesi olarak geçmiş olan ailenin mensubu olup Çandarlı Kara Halil Hayrettin Paşa’nın büyük oğludur. Medrese eğitimi gördü ve ilmiye sınıfına intisap etti. 1386’dan önce kazaskerlik yaptığı bilinmektedir..

I. Murad Dönemi.:

I. Murad Karamanoğlu Alaaddin Bey üzerine sefer hazırlığı içinde iken Vezir olan babası Çandarlı Kara Halil Hayrettin Paşa’nin beklenmedik şekilde 22 Ocak 1387’da ölümü üzerine vezirliğe getirildi. O zamana kadar tek bir vezir varken, Karaman Seferinden sonra bu seferde çok gayreti görülen Kara Timurtaş Paşa‘ya da vezir pâyesi verildi. Böylece Çandarlı Ali Paşa da “vezir-i azam” pâyesini aldı.

1389’da Vezir-i Azam ünvanlı Çandarlı Ali Paşa, komutasında 30 bin kişilik bir kuvvet ile Rumeli’de mütteffiklik kuran vasal devlet hükümdarları olan Sırp Despotu Lazar ve Bosna Kralı Tvrtko, Hırvat prensleri ile Arnavutluk prensleri üzerine bir sefere başladı ve Tırnovave Şumnu‘yu ele geçirdi. I. Murad, Anadolu’da yeni bir ordu kurdu ve çok geçmeden Rumeli’den de takviyelerle Bulgaristan’a girdi. Bunun üzerine Bulgar Kralı Şişman Hıristiyan müttefiklerinden ayrılıp teslim oldu. I. Murad, ordusunun bir kısmı Tuna boylarında Niğbolu ve Silistre kalelerini ele geçirdi. Haziran sonuna birleşrn Osmanlı ordusu Kratova‘da toplanmaya başladı ve I. Murad başkanlığında yapılan harp meclisinde Hristiyan müttefikler ordusu üzerine gitme kararı verildi. Şehzade Beyazid, Şehzade Yakup ve diğer deneyimli komutanlara görev belirtilerek bir muharebe planı hazırlandı. 28 Haziran 1389’da Hristiyan Sırp, Bosna, Eflak, Macar ve Hırvat müttefikler ordusu ile Osmanlı ordusu Üsküp‘ün kuzeyinde Kosova Ovası’nda bir meydan muharebesine giriştiler. I. Kosova Savaşı‘nda Hristiyan ordusu büyük bir mağlubiyete uğratıldı. Fakat ya muharebe bittikten sonra veya muharebe sırasında I. Murad, Sırp Miloš Obilić tarafından hançerlenerek şehid edildi. I. Kosova Muharebesi’nde I. Murad şehid olduktan sonra büyük oğlu Yıldırım Beyazıd vezir-i azam Çandarlı Ali Paşa desteğiyle tahta geçirildi.


Yıldırım Beyazıt Dönemi.:

Yıldırım Beyazıd’ın saltanat döneminin tümünde veziriazam olarak görev yaptı ve babası gibi teşkilatçı ve kuvvetli bir idareci olduğunu gösterdi. Yıldırım Beyazıd’ın 1391’deki İstanbul kuşatmasına ve 25 Eylül 1396’daki Niğbolu Savaşı‘na sağ cenah komutanı büyük şehzade Süleyman Çelebi yanında iştirak etti. Bulgaristan‘ın fethinde mahir bir kumandan olduğunu gösterdi. Çandarlı Ali Paşa 1402’de Ankara Muharebesi’ne de sol cenah komutanı şehzâde Süleyman Çelebi yanında katıldı. Yıldırım Beyazı’ın Timur ile doğrudan savaşmadan önce, çete ve müdafaa harbi yapmak suretiyle, hareket üssünden çok uzakta olan Timur kuvvetinin yıpratılmasını tavsiye etti ise de Yıldırım Beyazıd bu görüşünü kabul etmemişti.

Ankara Muharebesi’nde hem Osmanlı sağ cenahının ve hem de sol cenahının geri çekilme zorunda kalmaları ile Osmanlı ordusu mağlubiyete uğradı ve orta cenah komutanı Sultan Yıldırım Beyazıd çenbere alınıp Timur’a esir düştü.


Süleyman Çelebi’ye Veziriazamlık.:

Bu yenilgiden sonra Yıldırım Beyazıd’ın veziriazamı olan Çandarlı Ali Paşa yanında Süleyman Çelebi ile birlikte önce Bursa’ya gidip sonra Rumeli’ye geçmek amacı ile kaçmaya başladılar ve Timur birliklerinin yakın kovalaması altında kaldılar. Çandarlı Ali Paşa ile Süleyman Çelebi önce Bursa’ya ve orada tutunamayıp Gemlik yoluyla Edirne‘ye vardılar. 1402’de Edirne’de Süleyman Çelebi Osmanlı Devleti tahtına geçtiğini ilân edip ve Rumeli’de adına hutbeler okuttu. Başveziri Çandarlı Ali Paşa aracılığı ile Süleyman Çelebi sivil ve asker kadroların desteğini kazandı. 1403 başında Süleyman Çelebi ile Bizans İmparatoru taht naibi VII. Yannis Palaiologos, Venedik, Genova, Rodos San Jean Şövalyeleri, Sırp Despotu Stefan Lazeraviç ve Latin Naksos Dükü arasında bir barış anlaşması imzalandı. Süleyman Çelebi resmen meşru Osmanlı Devleti hükümdarı olarak kabul edildi.

Süleyman Çelebi, kardeşi İsa Celebi’ye askeri destek vererek onu Bursa’ya gönderdi ise de, 1406’da İsa Çelebi, Bursa’da hüküm sürmeye başlayan Çelebi Mehmet tarafından öldürtülüp bertaraf edildi. Süleyman Çelebi tekrar Anadolu’yu ele geçirip Osmanlı devletini birleştirmeye karar verip harekete geçti. Rumeli’deki Osmanlı kuvvetlerini toplayıp Bizans yardımı ile Anadolu yakasına geçti. Çelebi Mehmet’in Bursa’da bulunmamasından istifâde eden Süleyman Çelebi hemen hücuma geçerek Bursa’yı eline geçirdi. Çelebi Mehmet Amasya’ya çekildi. Takiben Süleyman Çelebi Anadolu’ya yürüdü; Veziriazam Çandarlı Ali Paşa’nın entrikası ile Ankara’yı aldı. Çelebi Mehmet’in geride bıraktığı arazileri talan edip Bursa’ya döndü. Bir dönem hem Rumeli ve hem Anadolu’nun hükümdarı olan Süleyman Çelebi barışçı bir tutumla buradan devleti idareye devam etti. Çelebi Mehmet, Süleyman Çelebi’nin barışçıl tutumundan fırsat bularak tekrar Bursa üzerine yürüdü. Süleyman Çelebi ve Çelebi Mehmet orduları Yenişehir ovasında karşı karşıya geldiler. Fakat Süleyman Çelebi’in veziriazamı olan Çandarlı Ali Paşa Çelebi Mehmet ordusunun danışmanları ile önceden gizli konuşmalara başladı ve onları Çelebi Mehmet’ten ayrılmaya inandırdı. Böylece savaşa girmeden ordusunun dağılması üzerine Çelebi Mehmed ordusuz tekrar Amasya’ya kaçmaya mecbur oldu..

Böylece Fetret Dönemi sırasında Çandarlı Ali Paşa, Süleyman Çelebi’nin vezir-i azamı olarak ve bütün idareyi kendisine bırakmış olan şehzâdenin adına bir hükümdar gibi faaliyette bulundu. Eyalet-i Rum yani Sivas, Amasya, Tokat tarafları hariç olarak Süleyman Çelebi egemenliğini Anadolu ve Rumeli‘de korumayı başardı.

Çandarlı Ali Paşa 18 Aralık 1406’da Ankara’da öldü. Onun ölümüyle Süleyman Çelebi’nin taht adayı kardeşler içindeki üstün konumu bozuldu.
Çandarlı Ali Paşa’nın cenâzesi İznik‘te babası Çandarlı Kara Halil Hayrettin Paşa’nın türbesine defnedildi.


Eserleri.:

İznik Yeşil Câmi ve imareti, Gelibolu‘da ve Serez’de câmileri vardır. Çandarlı Ali Paşa’nın evlâdı olmadığından Bursa’da yaptırmış olduğu câmii ile zâviyesinin mütevelliliği ve nazırlığını Bursa kadılarına bırakmıştır.
Osmanlı saraylarında ve vezir dairelerinde “içoğlanı” adıyla hademe bulunmasını Ali Paşa ihdas etmiştir..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: CuMâ CeM'im-İZ

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

ÇİLLe ÇALgısıdır ZamÂN
SEVDÂ SALgısır >ZamÂN
DEVRÂN DALgısır ZamÂN
=>AKLın=>ALgısır ZamÂN


ZEVK 8965

=>GÜNEŞ’in =>IŞIĞI Gibi =>“ALLAH’ın =>ÂLEMi”ndeyİZ
HÂL-i HAZıR =>HAYyattayız =>DEM Bu DEMin DEM’indeyİZ
AKıL =>EMEL ATEŞinde
NAKiL =>ECELin PEŞinde
Her CÂN CUMÂsın EŞinde
NÂSiB OLdu=>KISMet OLdu=>NALBANtoğLu CEM’imindeyİZ!.


17.08.18 13:25
brsbrsm..nlbntogLucâmicumcemi..


Es SUBHÂNALLAH Es SETTÂR
KALBim RASÛLÜn MİNNettÂR
KELÂMuLLAH=>DUYup>UYup
HASBî HİZMette=>HİZMetKÂR
SIRR-ı SIFIRda =>SANCAKTÂR!.

celle celâlihu..
sallallahu aleyhi vesellem..


Resim

Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebiyyike ve
Rasûlike ve
Nebiyyi'l- Ummiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve's-sahbihi ve uMMetihi...

ALLAHımız celle celâluhu!
BİZe MuhaMMedî Gayret,
PÎRimizden Hâl-i HiMMet,
RASÛLünden ŞiFâ-yı ŞeFâat,
ZÂTından İnâyet-Hidâyet-Selâmet
İZZet-i İhsÂNınla LûTFet-CEM’ et CUMÂMIza İnşae ALLAH!..

Âmin! Yâ Muîn! YâRabbenâ!..


ResimMuhaMMedi MuhabbetLerimİZLe...


Resim

NALBANTOĞLU CÂMİİ

Nalbantoğlu Mahallesi Berhan Sokak Taşkapı Caddesi Osmangazi/Bursa..

Nalbantoğlu Mahallesi'nde bulunan bu câmi, II.Murad (salt. 1421-1451)döneminde, 1429’da Nalbandbaşı tarafından mescid olarak yaptırılmıştır.
Nalband: Na'l- bend: Nal takan.. demektir..

NALBANTOĞLU’nun Yıldırım Bayezıd'ın Nalbandbaşısı olduğu da savunulur. Baykal da kitabında 1455 yılında Bursa’da bu isimle anılan bir mahalle ve cami olduğunu belirtmektedir. Ancak zamanla artan ihtiyaçlara yanıt veremediğinden, 1777 yılında bir minber eklenerek câmi haline getirilmiştir. Vakfiyesinde Nakilbent olarak geçmektedir.
7,50 X 7,50 metre iç ölçülerinde olan câmide, 3,5 metre derinliğinde bir son cemaat yeri bulunur.
Cami 7.50 x 7.50 metre ölçülerinde kare plana sahiptir. Kurşun kaplı kubbesi, Türk üçgenli geçiş elemanlarına oturtulmuştur. 3.50 metre derinliğindeki üç gözlü son cemaat yerindeki revakın yanları kapalı biçimdedir ve iki tarafı ufak tavanlı çapraz tonozla, ortası da beşik tonozla örtülüdür. Cephe, kemer özengisine kadar üçlü basit tuğla hatıl ve iki sıra muntazam moloz taşla, ondan sonra da kesme taşla işlenmiştir. Mihrab basit, 1777 yılında eklenen minber dikdörtgen parçalı, geçme parmaklıklıdır. Ahşap mahfili de sonradan eklenmiştir.
(Baykal, Bursa ve Anıtları, 92; Bursa Ansiklopedisi, Cilt 3, 1244; Kaplanoğlu, Bursa Anıtlar Ansiklopedisi, 96; Yalman, Bursa, 116,118)

Kalkan duvarlı câmilerdendir. Asıl ibâdet yeri kubbeyle, son cemaat yeri ortada beşik tonoz, yanlarda aynalı tonozlarla örtülüdür. Son cemaat yeri mermer korkuluk ve ahşab malzeme ile kapanmıştır. Küçük Bursa câmileri için tipik kapalı son cemaat yeri bulunan câminin duvarları tuğla ve kesme taşla örülmüştür. Câminin minâresi, Bursa'nın en güzel minârelerindendir. Yapıda, erken Osmanlı devri Bursa bölgesi küçük câmilerinin tipik süsleme proğramına uygun basit geometrik ve yazı türünde süslemelere rastlanır.
Birçok kez onarımdan geçen câmi son olarak 1957 yılında, Bursa Eski Eserleri Sevenler Kurumu tarafından onarılarak ibâdete açılmıştır..


Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: CuMâ CeM'im-İZ

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

OKUnan CUMÂya ÇAĞrı
YEDi Kat SEMÂya ÇAĞrı
ÇİLLe ÇÖLü>HAYyatımda
MecNÛNa LEYyLÂya ÇAĞrı!.


ZEVK 8972

LATîFu’L- HABîR RABB’ımın=>ŞEÂN’ı TEK-BİR CEM’inde
=>RESÛLuLLAH-ın=>VELîsi =>ŞÂHım ALİ PÎR CEM’inde
KÜLLî ŞEYy ALLAH NÛRUnda
=>ŞEHÂDetin =>ŞÛURUnda
RABB’ımızın =>HUZURUnda =>VELED-i VEZİR CEM’inde!.


celle celâlihu..
sallallahu aleyhi vesellem..
kerremallahu vechehu..


24.08.18 13:14
brsbrsm..vledivezircâmimİZzz..



YÂ HAYyu’L- HUuu!. ALLAH celle celâlihuu!.


Resim


Resim

Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebiyyike ve
Rasûlike ve
Nebiyyi'l- Ummiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve's-sahbihi ve uMMetihi...

ALLAHımız celle celâluhu!
BİZe MuhaMMedî Gayret,
PÎRimizden Hâl-i HiMMet,
RASÛLünden ŞiFâ-yı ŞeFâat,
ZÂTından İnâyet-Hidâyet-SeLâmet
İZZet-i İhsÂNınLa LûTFet-CEM’ et CUMÂMIza İnşae ALLAH!..


Resim

MuhaMMedi MuHABBEtLerimİZLe!..



Resim


VELED-i VEZİRİ CÂMİİ

Alipaşa Mh. Veziri Cd. Osmangazi/Bursa

Veled-i Vezir Câmii, Bursa ili merkezinde Osmangazi ilçesinde bulunmaktadır.
Bursa İnebey Semtinde Veziri Caddesi üzerinde bulunan bu câmi, II. Murad'ın vezirlerinden Üzeyr Efendi tarafından, yaptırılmıştır.

Pınarbaşı, Tahtakale ve İvazpaşa Mahallelerinden gelen yolların kesiştiği noktada yer alan câminin banisi II. Murad’ın vezirlerinden Üzeyr Efendi’dir. İnşa tarihi 1421-1451 dönemi olarak belirtilmektedir. Câminin haziresinde bulunan bir mezar taşında “Hamza Bali sene 933 (1526)” ibâresi vardır.
7.90 x7.90 metre iç ölçülerinde kare planlı câminin gövdesi üç sıra tuğla ve bir sıra kesme küfeki taşı ile işlenmiştir. Kirpi saçaklı ve sekizgen kasnaklı kubbesi kurşun kaplanmıştır. . İbadet mekanını aydınlatan pencerelerin bazıları örülmüş, bazıları da dolap şekline sokulmuştur. Mihrap beşgen biçiminde olup, üzeri mukarnaslarla süslenmiştir.

Son cemaat yeri câminin doğu-batı yan duvarları arasında iki ahşap direğin taşıdığı üç sivri kemerlidir.. 3.65 metre derinliğindeki üç gözlü son cemaat yeri camekanla kapatılmış ve câminin saçağından daha alt seviyede ahşap çatı ile örtülmüş durumdadır. Batı cephesinde yer alan minârenin kaidesi üç sıra tuğla ve bir sıra kesme küfeki taşı, petek kısmı moloz taş, gövdesi de tamamen tuğla ile örülmüştür. Yapının içi gayet sadedir. Kubbeye geçiş elemanları olan Türk üçgenleri ve duvarlar beyaz kireç ile badanalıdır. Kubbe eteğinde Barok kalem işi süslemeli bir şerit göze çarpar.
Câminin kuzeybatısında yer alan minâreye son cemaat yerinden çıkılmaktadır. Minâre kaidesi sekizgen olup, bunun üzerinde tuğla gövdeli silindirik minâre yükselmektedir. Câminin haziresinde Sultan II.Murad’ın adamlarından Vezir Üzeyr’e ait 1585 tarihli mezar taşı bulunmaktadır.
Ahşap minber ve mahfil ile alçı mihrabın hiçbir özelliği yoktur.
(Baykal, Bursa ve Anıtları, 82-83; Bursa Ansiklopedisi, Cilt 4, 1688; Kaplanoğlu, Bursa Anıtlar Ansiklopedisi, 124)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: CuMâ CeM'im-İZ

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

SONu KANLı KAFESLerin
HESÂBı VaR>NEFESLerin
GEÇmiş-GELecek>Şu ÂNda
HER ŞEYyLerin HERKESLerin!.


ZEVK 8985

“ELEStü” =>TEVHiD MECLisi =>İNÂYEtte =>HİDÂYEtte
MAHŞERi =>İLK SÖZü>SESin =>DUYmak-UYmak İBÂDEtte
Lî-VECHİLLAH ŞEHîD-i HAKk
SULTÂN MURAD ÂHİRi PÂKk
AZM EYyLedik Bî-İZNİLLAH=>CUMÂ CEM’i=>“ŞEHÂDET”te!.


31.08.18 13:14
brsbrsm..şehâdetcâmicumâcem’imİZzz..


YÂ HAYyu’L- HUuu!. ALLAH celle celâlihuu!.
Resim



Bu ÜMMEt BİLMem NE OLmuş!
SÜNNET BAĞLARI-nı>YOLmuş!
=>HUTBE’de BİLe ==>DİLenci
=>DİYÂNEt =>DİNÂYEt OLmuş!.


Resim

Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebiyyike ve
Rasûlike ve
Nebiyyi'l- Ummiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve's-sahbihi ve uMMetihi...

ALLAHımız celle celâluhu!
BİZe MuhaMMedî Gayret,
PÎRimizden Hâl-i HiMMet,
RASÛLünden ŞiFâ-yı ŞeFâat,
ZÂTından İnâyet-Hidâyet-SeLâmet
İZZet-i İhsÂNınLa LûTFet-CEM’ et CUMÂMIza İnşae ALLAH!..


Resim MuhaMMedi MuHABBEtLerimİZLe!....



Resim

ŞEHÂDET (KALE, SARAY) CÂMİİ.:

Hisar içinde Sultan I. Murad Hüdavendigâr'ın 1365 yılında sarayın tam karşısına inşa ettirdiği Sultan Câmisi'ne Kale Câmisi de denilmektedir.. Orduevinin tam karşısındadır. Aslen eski bir kilisedir. Zaten bu durum mimarisinden de kendini belli etmektedir. Bursa'daki gayri müslimlerin Sultan 1. Murad'ın kendilerine gösterdiği büyük anlayıştan ötürü kendi rızaları ile câmiye çevrilmesi istemişlerdir. Bursa'daki gayri müslüm ve müslüman toplumun barış ve huzur içinde yaşadığının en önemli kanıtlarından biridir..

Şehâdet Câmii; Bursa'da yapılmış olan çok direkli ve çok kubbeli ilk câmilerdendir. Kaynaklarda ilk yapıldığında dokuz kubbeli olduğu bildirilmektedir. Günümüze ulaşmayan saray, karşısında yer aldığı için Saray Câmii veya Kale Câmii olarak da anılmaktadır. Doğu Kapısı üzerindeki kitabe Bursa'nın en eski kitabesidir..

I. Murad Hüdavendigâr’ın 1365 yılında sarayın tam karşısına inşa ettirdiği Sultan Câmisi’nin (Kale Câmisi de denilmektedir), Sultan’ın 1389’da Kosova ‘da şehid olmasından sonra “Şahâdet Câmisi” adına aldığı çeşitli kaynaklarda ifade edilmektedir.'

Şahadet Câmisi ilk yapıldığında, planı dokuz kubbeli ve çok destekli idi. Câmi bu plan şekliyle Bursa'da yapılmış ilk çok destekli câmii plan tipindedir. Câmiinin bir kısmı 1855 depreminde yıkılmıştır. 1890da önemli bir onarım görmüştür günümüzde câmiinin asıl ibâdet mekanı iki kubbeyle örtülüdür..

Şahadet Câmisi son haliyle, üç sahınlı, orta sahının üzeri iki kubbeyle,iki yan sahının üzeri ise ikişerden toplam dört tonozla örtülmüş olan çok direkli ve kubbeli Ulu Câmi örneğidir. Câmi’nin kuzey doğusunda tek minâresi ve kuzeyinde dört küçük kubbenin örttüğü son cemaat yeri mevcuttur. 17 y.y. güney cephesi desteklemek üzere iki payanda yaptırılmıştır. Şahadet Câmisi, 1892 yılında Vali Mahmud Celaleddin tarafından deprem yıkıntıları üzerinde eskisinden oldukça farklı bir biçimde, sadece orta sahından ibâret olarak yeniden yaptırılmıştır..

Resim

Tophane sırtlarındaki Şehâdet Câmii, Bursa’da yapılan ilk çok kubbeli ve çok destekli câmidir. I. Murad Hüdavendigâr (hükümdar) tarafından 1365 yılında inşa ettirilmiş.
İlk yapıldığında, plân olarak Ulu Câmi tipinin küçük bir örneğiymiş. Üç bölümlü ibâdet mekânının üzeri toplam dokuz kubbeyle örtülüymüş. plânı 1855 yılındaki depremde yıkılınca 1890’da önemli bir onarım görmüş. Günümüzde câminin ibâdet mekânını iki kubbe örtüyor. Son cemaat yeri olmayan câminin, yüksek yapısı ve uzun ikiz pencereleriyle değişik bir görünümü var.
Kale ve Saray Câmii olarak da bilinen mâbede, Sultan I. Murad’ın 1389'da Kosova'da şehid olmasından sonra Şahadet Câmisi adına aldığı çeşitli kaynaklarda ifade edilmektedir. Ancak câminin bu ismi almasının başka sebebi de anlatılmıştır. Hüdavendigâr Murad bu câmiyi yaptırır ancak meşguliyetinden dolayı câmiye hiç gelemez. Kosova Savaşı’nda hançerlenerek öldürülünce, her dönemde var olan ve hüküm vermeye çok meraklı olan ham- kaba softalar, câmiye hiç gelmediği için Hüdavendigâr’ın şehidliğinin kabul olunmayacağı iddialarını ortaya atarlar. Bunun üzerine Bursa kadısı câmiye “Şehâdet” ismini verir…
Rahmetli Necip Fazıl’ın "ham ve kaba soft"a olarak târif ettiği gürûhu görüyor musunuz?. Osmanlı Devleti’nin üç büyük kurucusundan biri olan, İlâ-yı Kelimetullah ve Nizam-ı Âlem için sürekli cihad eden, yönettiği 40’ın üzerinde savaşın hepsini kazanan ve savaş meydanında şehid olan bir sultan için böyle bir söylenti çıkarabiliyorlar… Din ve dindârlar, her devirde, küfür yobazlarından çektikleri kadar bunlardan da çekti…

Resim

ResimŞehâdet Câmisi çok yüksek tavanlı olduğu için ne kadar kalabalık olursa olsun içi çok ferah ve feyizlidir.. Bir gün sizin de YOLunuz BUrası BURSA'ma düşerse, bir CUMÂ CEM’ine iştirak ediniz İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.



ResimnOtt.:


Bu ÜMMEt BİLMem NE OLmuş!
SÜNNET BAĞLARI-nı>YOLmuş!
=>HUTBE’de BİLe ==>DİLenci
=>DİYÂNEt =>DİNÂYEt OLmuş!.


DİYÂNEt.: Dindarlık. Dinin hükümlerine riâyet ve muktezasınca amel etmek. Din emirlerinin hüsn-ü ihtiyar ile tatbiki. Din işleri.
DENÂEt.: Alçaklık, çok fena hareket. Zillet, kötü mizac. * Asılsızlık, aslı olmamak. DÜNyâ da bu köktendir ve Esfel-i Sâfilin/ Sefillerin en sefilidir..
DİNÂYEt.: Kısacası SÜNNete karşı ALçaklıktır..

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, asla ve asla hutbede dilenmemiştir. Altmış kişi Ashab-ı SUFFa için: “Bakımları bana âittir!.” Buyurmuş ve Cümâ Hutbeinde dilenmemeiştir hâşâ!.
Kaldı ki, Mescid-i Nebevî İçinde yüksek sesle: “Devem kayboldu gören var mı?” diye soran bisi için;


Resim---Büreyde radıyallahu anh anlatıyor: "Bir adam mescidde yitiğini ilan etti ve: "Kim kızıl deveyi gördü?" dedi.
Bunu işiten Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Bulamaz ol! Mescidler neye yarayacaksa onun için inşa edilmiştir, (gayesinden başka maksadla kullanılamaz)!"
buyurdu.
(Müslim, Mesacid 80, (569)

Bu hadis mescidde kayıp ilanını yasaklamaktadır. Âlimler bu hususta ihtilaflıdır. Bir kısmı buna mekruh derken bir kısmı haram demişlerdir.
Câmilerde yüksek sesle konuşmak da mekruh addedilmiştir. Ebu Hanife ve bazı âlimler ilim, dava vs. gibi insanların muhtaç olduğu meselelerin mescidde yüksek sesle konuşulmasını beis görmemişlerdir her Cuma tüm câmilerde hemde hutbede dilenciliği asla..


Resim

KİMdir ASHÂB-ı SUFFâ!.:

Suffâ ehli. Bunlar, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem,e bitişik üstü örtülü, etrafı açık bir yerde otururlardı ve orada yaşarlardı. Bu zatların yaşayışları ve hâlleri din hizmeti, hayatı bakımından büyük değer taşımaktadır. Bütün hayatları Peygamberimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in yanında bulunarak Kur'ânın en yüksek derslerini alır, öğrenirler ve öğretirlerdi. İslâmiyeti öğrenmek, öğretmek ve yaymak için her türlü şahsî menfaatlerini terkederek tam bir İslâm fedaisi olarak yaşarlardı. Bunlar evlenmezler ve dünya işleriyle uğraşmazlardı. Ashab-ı Suffâ'nın bu hizmetleri sebebiyle ve bu çok büyük fedakârlıkları vesilesiyle İslâmiyet az zamanda çok yayılmış ve kökleşmiştir. Peygamberimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in hadis-i şerifleri mükemmel bir şekilde muhafaza altına alınmış ve zamanımıza kadar hatta kıyamete kadar sağlam bir şekilde devam etmesi sağlanmıştır.Bu Ehl-i Suffâ'nın ahvâli Kur'ân-ı Kerim hizmetine ilk ve en mühim başlangıç olduğu ve herkese büyük ibret ve ders teşkil edeceği için;
Sahih-i Buhâri Tercemesi Yedinci Cildinin 62 ve 63 üncü sahifelerindeki alâkalı kısmı naklediyoruz:
"Suffâ, Kamus Müterciminin dediği gibi ve hepimizin bildiği veçhile, eski yerlerdeki "sed", "seki" gibi yüksekçe eyvana denir. Lisanımızda tahrifle "sofa" tâbir olunur. Ehl-i Suffâ buna izâfe edilmiştir. Ashâb-ı Suffâ; âileden cüdâ, gaile-i dünyeviyeden âzâde ve bütün mânası ile feragatkâr bir hayata mâlik olan bir zümre-i mübârekenin ekseri vakitleri Resül-i Ekrem aleyhisselâmın huzurunda geçerdi. Dâima Resul-i Ekrem aleyhisselâm'dan feyz alırlardı. Taraf-ı Peygamberiden tâyin buyurulan muallimler mârifetiyle de kendilerine Kur'ân tâlim edilirdi. Bunlardan yetişenler müslüman olan kabilelere tâlim-i Kur'ân için gönderilirdi.
Bu cihetle bunlara "Kurrâ" denilirdi. Bu Suffâya da "Darul-Kurrâ" demek en münâsib bir isimdir. Nur-u Kur’ân'ın "lemhatü’l- basar" denilebilecek derecede az bir zaman zarfında âfâk-ı âleme intişar etmesi, bu ilim ocağının yetiştirdiği güzideler sâyesinde müyesser olmuştur. Mütevâzi ve fakat çok feyyaz olan dörtyüz, beşyüz raddesinde dâimâ Kur'ân ile, icâbında gazâ ile meşgul olan bir irfân-ı Kur'ân ordusu bulunuyordu. İçlerinden teehhül edenler kadro haricine çıkardı. Fakat, yenileri ile ikmal edilirdi. Burası bütün mânası ile leyli ve meccâni bir dâr-ul-ilim idi. Müdâvimleri ne ticaretle, ne bir san'at ve harâsetle iştigal etmezdi. Maişetleri taraf-ı risâlet-penâhiden ve ağniyâ-ı ashâb tarafından te'min edilirdi. Bu hakikatı, Ehl-i Suffâ'nın mübarek simâlarından birisi olan Ebu Hureyre (radiyallahu anhu) kendisinin çok hadis rivâvet ettiğinden şikâyet edenlere karşı verdiği şu müskit/reddeden cevabında pek güzel ifâde etmiştir: "Benim kesret-i rivâyetim çok görülmesin; muhacir kardeşlerimiz çarşıdaki, pazardaki ticaretleri ile, "Ensar" kardeşlerimiz de tarlalardaki, bahçelerdeki ziraatleri ile meşgul bulundukları sırada, Ebu Hureyre, Peygamber aleyhisselâm’ın mübârek nasihatlerini hıfzediyordu..." demişti.

Resul-i Ekrem aleyhisselâm Ashâb-ı Suffâ'nın mâişeti ile, tâlim ve terbiyesi ile pek yakından alâkadar olurdu. Hattâ saadet-hâneleri ihtiyacatı ile ikinci derecede meşgul bulunurdu.


Resim---Bir kerre Hz. Fâtıma radiyallahu anha el değirmeni ile un öğütmekten usandığından şikâyet ederek bir hizmetçi istediğinde, Resül-i Ekrem aleyhisselâm: "Kızım! Sen ne söylüyorsun?... Henüz Ehl-i Suffâ'nın maişetini yoluna koyamadım" buyurdu.
(Tabakât, 8/25.))

Resul-i Ekrem aleyhisselâm'ın hiç bir vaazaları, hiç bir hitâbeleri yoktur ki, bunun irâdı sırasında Ashâb-ı Suffâ orada hazır bulunmasın, dinleyip, hıfzederek diğer ashâba nakletmesin... Bu sûretle ahkâm-ı İslâmiyyenin hıfz ve naklinde Ehl-i Suffânın pek müstesna te'sirleri görülmüştür.
İçlerinde Ebu Hureyre (radiyallahu anhu) gibi müstesnâlar yetiştiği gibi, ilmi varlık göstermiyenler de vardı. Fakat, hangi türlü tedris gösterilebilir ki, umumi surette böyle sihir-âmiz bir feyz verebilmiş olsun.."

“Hak Dini Kur'ân Dili Cilt 2, sahife: 939, 940, 941” de de şu izahat vardır:
"Bir gün Resul-i Ekrem aleyhisselâm, Ashâb-ı Suffâ'nın başlarında durmuş, hallerini nazar-ı tetkikten geçirmişti. Fakirliklerini, çekmekte oldukları zahmetlerini gördü ve kalblerini tatyib edip onlara buyurdu ki: "Ey Ashâb-ı Suffâ! Sizlere müjdeler olsun ki; her kim şu sizin bulunduğunuz hâl-ı sıfâtta ve bulunduğu halden râzı olarak bana mülâki olursa, o benim refiklerimdendir... "

Resim

Kıble, henüz Kâbe tarafına çevrilmeden önce idi. Mescid-i Nebevî'nin kuzey duvarında, hurma dallarıyla bir gölgelik ve sundurma yapıldı. Buna "Suffâ" denilirdi. Burada kalan Müslümanlara da "Ashâb-ı Suffâ" ismi verildi.
Mescid-i Şerifin Suffâsında kalan bu sahabîlerin, Medine'de, ne meskenleri, ne de aşiret ve akrabaları, hiçbir şeyleri yoktu. Âileden uzak, dünya meşgale ve gâilesinden âzâde ve tam mânâsı ile feragatkâr bir hayata sahib idiler. Kur’ân ilmi tahsil eder, Resûl-i Ekrem Efendimizin va'z ve derslerini dinleyerek istifâde ederlerdi. Ekseriya, oruçlu bulunurlardı.
Vakitlerini Resûl-i Kibriyanın huzurunda geçiren bu mübârek zümre, Efendimizden hep feyz alırdı. Resûl-i Ekremin Medresesine Allah için nefsini vakfetmiş fedakâr, ilim aşığı talebeler idiler. Peygamber Efendimiz tarafından tespit edilen muâllimler, kendilerine Kur’ân öğretirlerdi. Bunlardan yetişenler, Müslüman olan kabilelere Kur’ân öğretmek ve Sünnet-i Resûlullahı beyân etmek için gönderilirlerdi.
Bu cihetle de kendilerine "kurra" denilirdi. Suffâ ise bu itibarla "Dârü'l- Kurra" diye anılmıştır.
Sayıları 400-500 kadar olan mütevazi fakat feyizli bir hayata sahib bulunan bu güzide sahabîler, bir irfan ordusu idiler. Bütün mesâilerini Kur’ân ve Sünnet-i Resûlullahı öğrenmeye hasretmişken, gerektiğinde gâzâlara da katılırlardı.
İçlerinden evlenenler, Suffe'den ayrılırlardı. Fakat, yerlerine başkaları alınırdı.
Bu güzîde sahabîler ne ticâretle, ne bir sanatla meşgul olmazlardı.
Mâişetleri Resûl-i Kibriyâ Efendimiz ve sahabîlerin zenginleri tarafından temin edilirdi. Bu hususu, Suffâ'nın baş talebelerinden biri olan Ebû Hüreyre Hazretleri kendisinin çok hadis rivâyet etmesini garipseyenlere karşı verdiği cevapla pek güzel ifâde etmiştir:
"Benim, fazla hadîs rivâyet edişim garipsenmesin! Çünkü; Muhacir kardeşlerimiz çarşıdaki, pazardaki ticâretleriyle, Ensar kardeşlerimiz de tarlalardaki, bahçelerdeki ziraatlarıyla meşgul bulundukları sırada Ebû Hûreyre, Peygamberin (a.s.m.) mübârek nasihatlarını hıfzediyordu." demiştir.
(Tecrid Tercemesi, 7/47.)

Resûl-i Kibriyâ aleyhisselâm Efendimiz, Ashab-ı Suffâ'nın hem tâlim ve terbiyesi hem de mâişeti ile çok yakından ilgilenirdi. Onlarla daima oturur, sohbet eder, alakadar olurdu. Zaman zaman da onlara,
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Eğer, sizin için Allah katında, neyin hazırlandığını bilseydiniz, yoksulluğunuzun ve ihtiyacınızın daha da ziyâdeleşmesini isterdiniz." Buyururdu.
(M.Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili 2/941.)

Meşguliyetlerinin son derece mühim ve mübârek olduğunu ifâde buyururlardı.
Resûl-i Ekrem Efendimiz aleyhisselâm, evvelâ bu mübârek cemaatın ihtiyacını gidermeye çalışırdı. İcâbında, Hâne-i Saâdetlerinin ihtiyaçlarıyla ikinci derecede meşgul olurdu.

Bir gün, Ashab-ı Suffânın başlarına durmuş, hallerini tedkikten geçirmişti. Fukaralıklarını, çekmekte bulundukları zahmetleri görmüş, şöyle buyurarak onların kalplerini hoş etmişti:
Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Ey Ashab-ı Suffâ! Size müjdeler olsun ki; her kim şu sizin bulunduğunuz hâl ve sıfatta ve bulunduğu durumdan razı olarak bana mülâki olursa, o benim refiklerimdendir." buyurmuştur.
(M.Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili 2/941.)


Resim---Resûl-i Kibriyâ Efendimiz aleyhisselâma herhangi bir şey getirilince: "Sadaka mı, yoksa hediye mi?" diye sorardı. Getirenler: "Sadakadır" cevabını verirlerse, onu el sürmeden Ashab-ı Suffâya ulaştırırdı.
"Hediyedir" cevabını verirlerse onu kabul eder ve Ashab-ı Suffâya da ondan hisse ayırırdı. Çünkü; Kâinatın Efendisi Peygamber Efendimiz aleyhisselâm sadaka kabul etmez, sadece hediye kabul ederdi.
Bir gün adamın biri, tabakla hurma getirmişti. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Adama:

"Sadaka mıdır? Hediye midir?" diye sordu.
Adam: "Sadakadır" cevabını verince, Peygamber Efendimiz aleyhisselâm onu doğruca Suffâ Ehline gönderdi.
O sırada torunu Hz. Hasan, Peygamber Efendimizin önünde bulunuyordu. Tabaktan bir hurma alıp ağzına götürünce, Resûl-i Kibriyâ Efendimiz derhal müdâhale etti ve onu ağzından çıkarttırdı.
Sonra da "Biz Muhammed ve ev halkı (Ehl-i Beyti) sadaka yemeyiz, bize sadaka helâl değildir!"
buyurdu.
(Müslim, 3/117)

Şu âyetin Ashab-ı Suffâ hakkında nâzil olduğu da rivâyet edilmiştir.
(M.Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili 2/940.)


لِلْفُقَرَاء الَّذِينَ أُحصِرُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ لاَ يَسْتَطِيعُونَ ضَرْبًا فِي الأَرْضِ يَحْسَبُهُمُ الْجَاهِلُ أَغْنِيَاء مِنَ التَّعَفُّفِ تَعْرِفُهُم بِسِيمَاهُمْ لاَ يَسْأَلُونَ النَّاسَ إِلْحَافًا وَمَا تُنفِقُواْ مِنْ خَيْرٍ فَإِنَّ اللّهَ بِهِ عَلِيمٌ
Resim--- "Li'l- fukarâillezîne uhsirû fî sebîlillâhi lâ yestatîûne darben fîl ardı, yahsebuhumul câhilu agniyâe minet teaffuf (teaffufi), ta’rifuhum bi sîmâhum, lâ yes’elûnen nâse ilhâfâ (ilhâfen), ve mâ tunfikû min hayrin fe innallâhe bihî alîm (alîmun).: (İnfâklarınız ve sadakalarınız), kendilerini Allah yoluna hasreden (adayan), yeryüzünde dolaşmaya (ticaret yapıp kazanmaya) gücü yetmeyen fakirler içindir. Onların durumlarını bilmeyen, onları iffetlerinden dolayı zengin zanneder. Onları sen, yüzlerinden tanırsın. Zorla insanlardan bir şey istemezler. Hayır olarak ne infâk ederseniz (verirseniz), o taktirde muhakkak ki Allah, onu en iyi bilendir.” (Bakara 2/273)


Tam mânasıyla Allah yoluna kendilerini vakfetmiş bulunan bu güzide sahabîler, Resûl-i Kibriyâ Efendimiz aleyhisselâmın hiçbir nasihatını, hiçbir hitabesini kaçırmazlardı. Dâima orada hazır bulunur, irad edilen hitabeleri ve öğütleri hıfzedip diğer sahabîlere de naklederlerdi. Bu bakımdan İslâmî hükümlerin muhafaza ve naklinde Ehl-i Suffâ'nın pek müstesnâ hizmet ve gayretleri vardır. Kur’ân nûrunun kısa zamanda âlemin her tarafına sürâtle yayılmasında bu ilim heyetinin büyük payı vardır. Bu bakımdan İslâm tarihinde Ehl-i Suffâ müstesnâ bir yer işgal eder.

Resim---Bir ilim müessesesi olan Suffânın, has bir talebesi Ebû Hüreyre kendileriyle ilgili bir hâdiseyi şöyle anlatır:
"Açlıktan yüzü koyun yatıyordum. Bazen de karnıma taş bağlıyordum. Bir gün halkın gelip geçtiği bir yol üzerinde oturdum. O sırada oradan Resûlullah geçiyordu. Vaziyetimi anladı ve
“Ey Ebû Hüreyre!” diye seslendi. “Buyur, yâ Resûlallah!” dedim. “Haydi gel!” buyurdu.
"Beraber gittik. Eve girdi. Ben de girmek için izin istedim. Müsaade ettiler. Ben de girdim. Bir kapta süt buldu. “Bu süt nereden geldi?' diye sordu. “Falâncalar hediye olarak getirdiler.” diye cevap verdiler.
Sonra da: “Ey Ebû Hüreyre, Ehl-i Suffâya git, onları bana çağır!' diye emretti.”
"Ehl-i Suffâ, İslâmın misafirleriydi. Ne âileleri ne de mal mülkleri vardı. Resûlullah'a bir hediye geldiği zaman hem kendisine ayırır hem de onlara gönderirdi. Kendisine, ehline verilmesi için gönderilen sadakaların tamamını onlara gönderir, katiyyen kendisine bir pay ayırmazdı."
"Resûlullahın Ehl-i Suffâyı dâveti beni üzdü. Ben, “bu kaptaki sütü tek başıma içer de, bununla epeyce bir müddet idare ederim” diye umuyordum. Kendi kendime: 'Ben elçiyim. Suffâ ehli gelince onlara sütü ben taksim ederim” dedim. Bu durumda sütten bana hiçbir şey kalmayacağını biliyordum. Fakat, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin emrini yerine getirmekten başka çare de yoktu.
"Gidip, onları çağırdım. Geldiler. Müsâade isteyip oturdular. Peygamberimiz aleyhisselâm:
“Ebû Hüreyre, kabı al ve onlara süt ikrâm et!.” buyurdu.
"Süt kabını alıp, dağıtmaya başladım. Herbiri kabı alıyor, doyuncaya kadar içiyor, sonra arkadaşına veriyordu. Suffâ Ehlinin sonuncusu da içtikten sonra, kabı Resûlullah aleyhisselâma verdim. Aldı. İçinde sadece azıcık süt kalmıştı. Başını kaldırarak bana bakıp gülümsedi ve:
“Ebû Hüreyre!.” dedi.
“Buyur, yâ Resûlallah!.” dedim.
“Süt içmeyen ikimiz kaldık!.” buyurdu.
“Evet, yâ Resûlallah!” dedim.
“Otur sen de iç!.” buyurdul.
Oturup içtim. “Biraz daha iç!” dedi. İçtim. Yine içmem için ısrar etti. “Daha daha!” diyordu.
Nihayet: “Seni hak din ile gönderen Allah'a yemin olsun ki, içecek yerim kalmadı!.” dedim.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “O halde bardağı bana ver!.” buyurdu.
Verdim. Allah'a hamd ve senâ etti. Sonra Besmele çekerek geri kalanını da kendisi içti."
buyurdu.
(Buharî, 4/89; Tirmizî, 4/648-649.)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: CuMâ CeM'im-İZ

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

HAMDimiz VEDÛD ALLAH’a
TEŞEKkür->RESÛLuLLAH’a
=>GÖNüL ELi=>ALİ ŞÂH’a
BURSA’da BiR CUMÂ DAHA!.

celle celâlihu..
aleyhumusselâm..


ZEVK 8993

KUL İHVÂNi SEFÎLiyİZ =>KÛN feyeKÛN=>KARîBiyİZ
HÂLİS MUHLiS MuhaMMedî>GURBet ELLeR GARîBiyİZ
HASBî-HABİBî HİZMette =>TEKMiL TEVHiD TABîBiyİZ
AZMettik =>NÂSİB-KISMEte=>CUMÂ CEM’i HABîBiyİZ!.


07.09.18 13:24
brsbrsm..veledihabibicâmicumâcem’i..


HANÂN MENNÂN MİNNetinde
=>RESÛLuLLAH SÜNNeti-nde
bEN ==>Nİce NEŞE YAŞAdım
BURA=>BURSAm CENNetinde!.


YÂ HAYyu’L- HUuu!. ALLAH celle celâlihuu!.


HÂLİS.: Hilesiz. Katıksız. Saf. Duru. Saffetli. * Pek beyaz. * Evvelce karışık iken kusuru zâil olan. * Her ameli, yalnız Allah rızası için işleyen..
MUHLiS.: Hâlis olan. İhlâsı kazanmak için gayret gösteren, samimi ve itikadı doğru olan. Her hâli içten ve riyâsız olan. Katıksız..
KARîB.: Çok yakın. Yerce ve mekânca uzak olmayan. * Yakın hısım..AKRABa..
GARîB.: Kimsesiz. Zavallı. * Gurbette olan..


ALLAH:
Resim

El Hannan:
Resim

El Mennanu:
Resim

El Vedûdu:

Resim

Resim


Resim

ALLAHumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebîyyike ve
Rasûlike ve
Nebîyyi'l- Ummiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve's-sahbihi ve uMMetihi...

ALLAHımız celle celâluhu!
BİZe MuhaMMedî Gayret,
PÎRimizden Hâl-i HiMMet,
RASÛLünden ŞiFâ-yı ŞeFâat,
ZÂTından İnâyet-Hidâyet-SeLâmet
İZZet-i İhsÂNınLa LûTFet-CEM’ et CUMÂMIza İnşae ALLAH!..


Resim MuhaMMedi MuHABBEtLerimİZLe!....


Resim

VELED-İ HABİB CÂMİSİ (Emîniye Dergâhı)

Bursa merkez Osmangazi İlçesi İnebey Caddesi'nin Maksem yokuşuyla birleştiği yerde câmi. Avlu kapısı üstünde bulunan 0.55 X 0.70 metre boyutlarındaki yazıtından ve dönem kayıtlarından anlaşıldığına göre Mehmet II. Fatih (salt. 1451-1481) döneminde Habib oğlu Hacı Şüca' tarafından yaptırılmış; 1216 H. (1801/02) tarihinde Hoca Mehmet Emin Efendi bir konak ve kütüphâne eklemek suretiyle Nakşibendî Dergâhına dönüştürmüştür. Câminin batı yö-nündeki türbe de bu dönemden kalmadır. Uzun süre harap halde kalmış, 1969 yılında onarılarak ibâdete açılmıştır.
Üç bölümlü son cemaat yerinin doğu ve batı bölümleri yuvarlak, orta bölümü beşik tonozludur. Buradan 1.70 metre açıklığında bir kapı ile asıl ibâdet mekânına geçilir. 8.80 X 8.80 metre boyutlarında kare planlı asıl mekânın üstü, dıştan sekizgen kasnak ve içten üçgen motifli bir kuşağa oturmuş olan kubbe ile örtülüdür. 0.63 metre derinlikteki mihrap nişinin iki yanında bitkisel motifli sütun başları olan sütunceler yer almaktadır. Kubbe ve pencere çevreleri geç Osmanlı dönemi kalem işleri ile süslenmişse de, bunlar önemli ölçüde bozulmuş ve kaybolmuştur. Beden duvarları bir sıra kesme taş, aralarında dikine tuğla ve iki sıra tuğla ile örülmüştür.
Sekizgen kaideli minaresi kuzeydoğu köşesinde olup, asıl ibâdet mekânından açılan bir merdiven ile çıkılmaktadır. Tuğla gövdesi çokgen planlı, şerefe altı sarkmak ve stalaktitli, sivri külahı kurşun kaplamalıdır..
Uzun yıllar harap durumda olan câmi, 1969 yılında onarılarak ibâdete açılmıştır..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: CuMâ CeM'im-İZ

Mesaj gönderen Hakan »

Resim

GEÇENDE TEVBE BİRLİĞİMİZ
ŞU ANDA RIZA BİRLİĞİMİZ
GELENDE DUA BİRLİĞİMİZ
SON NEFESTE ŞEHÂDET BİRLİĞİMİZ

RESÛLULLAH (sav) DE BİZ OLSUN!
CUMAMIZDA CEM' OLSUN!
İNŞÂALLAH!..


CUMA CEM'imizi BİZLİK İÇERİSİNDE DUALARLA SÜSLEYELİM İNŞALLAH...
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: CuMâ CeM'im-İZ

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

MENNÂN’a MİNNet EYyLedik
=>SILÂ-yı RAHîMde=>CUMÂ
=>İCRÂ-yı SÜNNet EYyLedik
RASÛLuLLAH AŞK REHNÜMÂ!.


ZEVK 9000

KÜLLî ŞEYy ÖZÜnden DİRİ... LÂ yemutu’L- HAYyat HAYyda
=>LEHVün ve LÂiBun OYUNu.. ECEL=>OKta=>EMEL YAYda
DEM bU DEMin DEMindeyİZ
HÂL-i HAZıR HEMi-ndeyİZ
=>ULU CÂMi CEM’indeyİZ ==>Ata SILÂm ==>AKSARAY’da!.


14.09.18 12:13Resim 04.mHRRm.1440..
aksaray..uLucâmi..


Resim

REH.: f. Râh. Yol, kaide, tarz, usul.
REHNÜMÂ.: f. Yol gösteren. Kılavuz..
MİNNet.: İyiliğe karşı duyulan şükür hissi. Birisine iyilik etmek.
SILÂ.: Ana vatan.. Kavuşmak, ulaşmak, vuslat. Âşıkın mâşukuna kavuşması. Doğduğu yeri, hısım akrabayı gidip görme.
İCRÂ.: Bir işi yürütmek. Yerine getirmek. Yapma. Tatbik etme..
SÜNNet.: Kanun, yol, âdet. Siret-i hasene. Ist: Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın sözü, emri, hal ve takriri. Müslümanların ittibâında ve dinlemesinde maddî ve manevî pek çok fazilet bulunan, tatbikinde mühim sevablar, terkinde mühim zararlar bulunan İslâmî emirler. Sünnet'e Farz-ı Nebevî de denir..
LÂ yemut.: Ölmez. Mahvolmaz. Hayatı sona ermez..


LEHVün ve LÂiBun OYUNu..:

اعْلَمُوا أَنَّمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَزِينَةٌ وَتَفَاخُرٌ بَيْنَكُمْ وَتَكَاثُرٌ فِي الْأَمْوَالِ وَالْأَوْلَادِ كَمَثَلِ غَيْثٍ أَعْجَبَ الْكُفَّارَ نَبَاتُهُ ثُمَّ يَهِيجُ فَتَرَاهُ مُصْفَرًّا ثُمَّ يَكُونُ حُطَامًا وَفِي الْآخِرَةِ عَذَابٌ شَدِيدٌ وَمَغْفِرَةٌ مِّنَ اللَّهِ وَرِضْوَانٌ وَمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلَّا مَتَاعُ الْغُرُورِ
Resim--- “İ’lemû ennemâ’l- hayâtu’d- dunyâ leibun ve lehvun ve zînetun ve tefâhurun beynekum ve tekâsurun fî’l- emvâli ve’l- evlâd (evlâdi), ke meseli gaysin a’cebe’l- kuffâre nebâtuhu summe yehîcu fe terâhu musferran summe yekûnu hutâmâ (hutâmen), ve fî’l- âhırati azâbun şedîdun ve magfiratun minallâhi ve rıdvânun, ve mâl hayâtu’d- dunyâ illâ metâu’l- gurur (gurûri).: Dünya hayatının oyun, eğlence ve bir süs olduğunu bilin, aranızda bir övünme ve mal ve evlât çokluğudur. (Dünya hayatı), yağmurun bitirdiği, ekincinin hoşuna giden ekin gibidir. Bir süre sonra kurur, böylece onu sararmış görürsün. Sonra da o çöp olur. Âhirette şiddetli azap, Allah’tan mağfiret ve Allah’ın rızası vardır. Ve dünya hayatı aldatıcı metadan başka bir şey değildir.” (Hadîd 57/20)


Resim


YÂ HAYyu’L- HUuu!. ALLAH celle celâlihuu!.


Resim


Resim

Allahumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebîyyike ve
Rasûlike ve
Nebiyyi'l- Ummiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve's-sahbihi ve uMMetihi...

ALLAHımız celle celâluhu!
BİZe MuhaMMedî Gayret,
PÎRimizden Hâl-i HiMMet,
RASÛLünden ŞiFâ-yı ŞeFâat,
ZÂTından İnâyet-Hidâyet-SeLâmet
İZZet-i İhsÂNınLa LûTFet-CEM’ et CUMÂmıza İnşâe ALLAH!..


Resim

MuhaMMedi MuHABBEtLerimİZLe!..


Resim

AKSARAY SILAMda ULU CÂMİmİZ..

Karamanoğlu Câmii adıylada bilinen Aksaray Ulu Câmisi Karamanoğulları döneminde, Alaaddin Bey’in oğlu Karamanoğlu II. Mehmet Bey zamanında (1402-1424) başlanmış ve oğlu II. İbrahim Bey zamanında (1424-1463) zamanında tamamlanmıştır. Câminin Mimarı Mehmet Firuz Bey’dir.
Yığma bir tepe üzerinde bulunan câminin kitabesinde, 1408-1409 yıllarında Karamanoğlu Mehmet bey tarafından Mimar Mehmet Firuz Bey'e yaptırıldığı yazılır.
Anadolu Selçuklu Beyliklerinin tipik süslemeleri ile bezenmiş batı portali ile iç mekana ve doğu kale duvarlarına girilen, diğer yanda sağlam payandalarla desteklenen câmi, yatık dikdörtgen bir plana sahiptir.
Mehmet Bey'in oğlu İbrahim bey zamanında 1482-1483'de büyük tamiratlar görmüştür. Bugünkü minaresi 1925'te yapılmıştır

Câminin portali Selçuklu döneminin tipik örneklerinden olmasına rağmen, yapılan onarımlardan ötürü özelliğini büyük ölçüde yitirmiştir. Zamanla önündeki avlunun zemini yükselmiş bundan ötürü de portal alçak olarak görülmektedir. Portalin iki tarafında dışarıya taşkın çıkmalar olup, hafif yuvarlak kemerli girişin üstü sivri bir şekilde sonuçlanmaktadır.

Kesme taştan yapılan Ulu Câmi’nin dışına destek amaçlı koyulan payandalar cephenin görünümünü çirkinleştirmiştir. İç mekan mihrap duvarına dikey olarak beş sahından meydana gelmiştir. Her sırada dörder tane olmak üzere 16 sütunun oluşturduğu bölümler çapraz tonozlarla örtülmüştür. Bu sütunlar birbirlerine kemerlerle bağlanmıştır. Yalnızca kubbe önü ile müezzin mahfilinin üzeri küçük kubbelerle örtülüdür. İç mekan girişin iki yanında ve mihrap duvarında üçer pencere ile aydınlatılmıştır. Câminin kuzey yönü iki katlı olup, ikinci kattaki bölümler de tonozlarla örtülmüştür.

Resim

Resim

Aksaray’da Kılıçaslan’ın yaptırmış olduğu câmi harap olunca, minberi oradan alınarak Ulu Câmi’ye yerleştirilmiştir. Bundan ötürü de Ulu Câmi’nin Selçuklu eseri olduğu sanılmıştır. Oysa Ulu Câmi Karamanoğulları dönemi Ulu Câmi tipindedir. Selçuklu ağaç işçiliğinin en güzel eserlerinden olan minber abanozdan olup, üzerinde kabartma tekniğinde geometrik şekiller bulunmaktadır.

Câminin ilk minaresinin ne şekilde olduğu bilinmemektedir. Bugünkü minaresi ise 1925 yılında yapılmıştır.

Resim

Aksaray Ulu Câmi’den 1998 yılında çalınarak yurtdışına kaçırılan minber kapı kanatları Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Türkiye ’ye getirildi. Devamının gelme ihtimalinden dolayı hangi ülkeden getirildiği şimdilik gizli tutulan minber kapıları Selçuklu ahşap sanatının en güzel örneğini teşkil ediyordu. Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik: “Eserlerimizin ait olduğu topraklara iadesinin sağlanması noktasındaki kararlılığımız sonuna kadar devam edecektir” açıklamasında bulundu. 1998’de yatsı namazından sonra câmide gizlenen hırsızlar tarafından yerinden sökülerek götürülen minber kapısının kanatları, 15 yıldır Interpol aracılığıyla aranıyordu.
Aksaray’da 1408-1409 yıllarında Karamanoğlu Mehmet Bey tarafından Mimar Mehmet Firuz Bey’e yaptırılan Ulu Câmi’nin en büyük özelliği abanozdan yapılmış, Selçuklu devri ahşap işçiliğinin şaheser örneği olan minberiydi. Bakan Ömer Çelik “Uzun yıllar haber alınamayan eserimiz, bakanlığımızın çalışmaları sonucunda ülkemize getirilmiştir. Abanozdan yapılmış, Selçuklu devri ahşap işçiliğinin şaheser örneği olan minberin kapı kanatlarında Selçuklu devri sülüsü ile Fatiha ve İhlas sureleriyle, Bakara Suresi’nin 256. ayetleri ve Ayetel Kürsi yazılıdır. Aksaray Ulu Câmi’nin restorasyonunun yapıldığı bu günlerde, eserin ait olduğu topraklara yani ülkemize dönmesinden büyük mutluluk duyuyorum’’ dedi.

Resim

Karamanoğlu Mehmet Bey Câmisi olarak da anılan Ulu Câmi'nin yapımı Anadolu Selçuklu Sultanı I. Mesud dönemine kadar dayanıyor. Sultan Mesud'un inşasına başladığı, II. Kılıçarslan döneminde tamamlanan câminin kitabesinde, 1408 yılında Karamanoğulları tarafından adeta yeniden inşa edildiği bilgisi yer alıyor. Bugünkü halini o dönemde alan câmide aynı anda 4 bin kişi ibâdet edebiliyor.
Kent merkezinde yüksek bir noktada inşa edilen Ulu Câmi, girişindeki taş işçiliği ve minberindeki ahşab işlemeleriyle döneminin yüksek sanat örnekleri arasında yer alıyor. Aksaray'ın halen en büyük câmisi olma özelliğini sürdüren Ulu Câmi, Ramazan ayında ibâdet etmek isteyenlerin ilk tercihi oluyor.

Câminin hücre tâbir edilen kısımlarında geçmişte medrese tarzı eğitim verildiği bilinmektedir. 'Câmide ses akustiğinin sağlanması için tavanda bazı yerlerde taş kaplaması yapılmış. Bunun yanı sıra câmiye, yaşanabilecek kaymanın tespit edilmesi için denge unsuru da eklenmiştir..

Ulu Câmi'nin en önemli özelliğinin Selçuklu döneminin ahşab işçiliğinde ulaştığı muhteşem noktayı gösteren muhteşem minberi eşsizdir. Abanoz ağacından hiç çivi kullanılmadan yapılmıştır. 800 yıllık tarihi minber Selçuklu ağaç işlemeciliğinin en mükemmel örneğidir. Minberin üzerindeki yazılar okunduğunda bu minberin Konya'daki Alaaddin Câmii'nin minberinden daha eski olduğunu anlıyoruz. Aralarında benzerlik var ama, Ulu Câmi'deki Sultan Mesud, Alaaddin Câmii'deki ise II. Kılıçarslan dönemlerine aittir. Minberin üzerinde Ayete'l- Kürsî, Bakara, Fâtiha, İhlâs ve Fetih Sûrelerinden bölümler var. Sultan Mesud'u öven sözlerin de yer aldığı eser, Anadolu Selçuklular döneminden günümüze ulaşan en eski minberdir. Hem tarihsel özelliği hem de estetik özelliği ile o dönemin en nadide eserleri arasında gösterilir..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: CuMâ CeM'im-İZ

Mesaj gönderen Hakan »

Resim

GEÇENDE TEVBE BİRLİĞİMİZ
ŞU ANDA RIZA BİRLİĞİMİZ
GELENDE DUA BİRLİĞİMİZ
SON NEFESTE ŞEHÂDET BİRLİĞİMİZ

RESÛLULLAH (sav) DE BİZ OLSUN!
CUMAMIZDA CEM' OLSUN!
İNŞÂALLAH!..


CUMA CEM'imizi BİZLİK İÇERİSİNDE DUALARLA SÜSLEYELİM İNŞALLAH...
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: CuMâ CeM'im-İZ

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim AŞKkkk..

AŞK KIZIL KOR
SEViLmek ZOR
SEVen SIRRın
BİLene SOR!.

SU GiBi AKıYOR ZamÂN
SANALa BAKıYOR İnsÂN
DEVR-i DEVRÂN

SEYR-i SEYRÂN
CEVL-i CEVLÂN
HAYR-i HAYRÂN
OLsun!. OLmasın!.Lar=>OLAN!.


ZEVK 9008

ARZ’dan =>ARŞ’a AŞK YAŞAdım =>ŞE’ÂN ŞEHRi Şu ÂLEMde
“BURAsı =>BURSA BAHtım”da =>DEM İÇİnde BiNBiR DEMde
DİRİ Kur'ÂN =>KALBî KELÂM
=>RESÛLULLAH’a=>Es SELÂM
NAKLen DUYduk>AKLen UYduk=>CUMÂ CEM’inde MAKSEMde!.


21.09.18 13:01Resim 11.mHRRm.1440..
brsbrsm..maksemcâmimizcumacemi..

"BİZ BİR-İZ BESMELe Be-si"n
"CÂNda CÂNÂN CihÂN CE-si"n
=>MuhaMMedî MEŞkLe Yedik
"MuHARRem AŞK AŞURE-si"n!.


YÂ HAYyu’L- HUuu!. ALLAH celle celâlihuu!.

Resim


Resim

ALLAHumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebiyyike ve
Rasûlike ve
Nebiyyi'l- Ummiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve's-sahbihi ve uMMetihi...

ALLAHımız celle celâluhu!
BİZe MuhaMMedî Gayret,
PÎRimizden Hâl-i HiMMet,
RASÛLünden ŞiFâ-yı ŞeFâat,
ZÂTından İnâyet-Hidâyet-SeLâmet
İZZet-i İhsÂNınLa LûTFet-CEM’ et CUMÂMIza İnşae ALLAH!..


Resim MuhaMMedi MuHABBEtLerimİZLe!....


=>BUrası =>BURsa =>MAKSEMi!.:

ResimMaksem câmimİZ..

MAKSEM ki;

Kul ihvÂNi sefilin TEKe TEK tERas TeKkesi, üçkollu çınarı ve dalları arasında Maksem Câmisi ve meşhur Yokuşuyla Rabbımın bir ni’metidir Maksem..

Eski Bursa'nın konum itibarıyla en yüksek yerinde bulunan bu mahalle Ulu Câmiye 7 Dakikadır yürüyüşle..
Adını yine burada bulunan "su taksim edilen"- "Su Maksemi"nden almaktadır. Civarındaki yerleşme ve câmi de aynı adla anılmaktadır. Hemen yakınındaki Temenye (Temenyeri-Hıdırillez duaları-temennileri edilen mesire yeri) her mevsim cıvıl cıvıl kuş sesi ve yürüyüş ve piknik yapan insanlarla doludur.. Uludağ'dan gelen kaynak suları, ilk önce burada bulunan maksemde toplanır ve ardından da, şehrin muhtelif semtlerine dağıtımı yapılırmış.


Resim


MAKSEM: ULU DAĞdan gelen Suların Taksim NOKTAsı/YERi..
GÖKçe DERE: Bursamızın Maksem-Arkların AYRım yeri mahllaesinde 7 mevsim İnleyip duran 7 dilli şeLLÂleriyle cANyoldaşım bir dereciktir..

Bu Yeşillik DiyÂRımızın İÇinden 7 mevsim akan GÖK-GÖKçe DEREm, Bursamızın Maksem-(Arkların AYRım yeri) Mahllaesinde 7 mevsim İnleyip duran 7 dilli şeLLÂleriyle cANyoldaşım bir dereciktir.. TEKe TEK tERas TeKkemİZde 3 yÖNden apaçık pencerelerimden nice seherler pırıl pırıl Temenyeri, kördümanlı Kesiş Dağı-ULU Dağ ve Gökçe Derem sesinde nice ZEVKLer nefesler KAYDa geçmiştir/mektedir elhamdulillahirabbilâlemîn..


Resim

MAKSEM (Düstürhan) CÂMİİ.:

Pınarbaşı Caddesi'nde bulunan, Düstürhan Câmii adıyla da bilinen Maksem Câmii,, 1479 yılında Düsturhan lakaplı Yahya Hüseyin oğlu Yahya tarafından yaptırılmıştır. Câmi, devrinin tüm özelliklerini taşımaktadır. taş ve tuğlayla örülü, tek kubbeli, kirpi saçaklı tipik bir Bursa câmisi..
7,10X7,59 metre iç ölçülerinde olan caminin girişinde, 3,39 metre derinliğinde bir son cemaat yeri bulunmaktadır. Asıl ibadet alanı tek kubbeyle örtülüyken son cemaat yeri tonozla örülmüştür. 18 pencereyle içerisi aydınlanan caminin duvarları tuğla ve moloz taşı ile örtülmüştür. Kubbe köşeliklerinde bademler kullanılmıştır. Ayakları Bursa kemerlidir.
Birçok kez onarımdan geçen câmi halen sağlam olup ibâdete açık durumdadır.
Caminin avlusunda, Bursa'nın en yaşlı çınarlarından biri (ÜÇ KOLLU ÇİLLE ÇINARIM) bulunmaktadır. CÂminin batısında ise iki eski ev bulunmaktadır..
(Baykal (1950) s.79; kütük ııı. s.195; vakıflar (1983) ııı. s.121; mirat-ı bursa (1905) s.34; Yalman (1984) s.109 ; Ayverdi ııı. (1973) s.79)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: CuMâ CeM'im-İZ

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

SıRRu’s – SÂMi-siNde cUMM’a
HaYRu’l– HÂMi-siNde cUMM’a
-> GöNül KıBLemİZi >BULduk
->ŞiBLe CÂMİ-siNde cUMM’a!..


ZEVK 9018

KULuna AKREBdir =>RABB’ı =>NÛRuLLAHı=>AŞK NAHNUsu
Feye KÛN-un =>KÛN KIBLEsi =>HABLi’L- VERîD KIBLEmizde
ALLAH-MELEk-RESÛLünü =>DUY!.up da =>UY!.mak DUYgusu
=>CUMÂmızı =>CEM’ EYyLedik ==>CÂN CÂMİsi ŞIBLEmizde!.


28.09.18 13:14Resim 18.mHRRm.1440..
brsbrsm..şiblecâmimizz..

YÂRİni=>ÜNLeyEN DUYar
HASsretin İNLeyEN DUYar
İŞİTmek =>Her KULak İŞi
YÂR AŞKın DİNLeyEN DUYar!.


BURSA BambaŞka Bir ŞEHiR
HeR KÖŞEde ==>“AŞURE”si
=>KIBLEsi=>AŞka Bir ŞEHiR
DUYuLur=>MUHARReM SESi!.


nOt.:
BURAsı BURSAmda MuhaRRem Ayı girince, ay boyunca her köşede ve namaz çıkışlarında enfes AŞURe ikramları ezelden beri bi örf hâline gelmiştir..
Ve yoldan geçen herkesler durup aşure yer, hayır sahiblerine seslice dua eder ve yoluna-işine devam ederler..


Resim

Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebiyyike ve
Rasûlike ve
Nebiyyi'l- Ummiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve's-sahbihi ve uMMetihi...

ALLAHımız celle celâluhu!
BİZe MuhaMMedî Gayret,
PÎRimizden Hâl-i HiMMet,
RASÛLünden ŞiFâ-yı ŞeFâat,
ZÂTından İnâyet-Hidâyet-Selâmet
İZZet-i İhsÂNınla ->Her YERde ->Her ÂNda ->Her HÂLde->Her NEFeste ->HABLi'L- VERiD->LüBBü'L- LÜBBümüzde LûTFet -> CÂNda CÂNÂNımız ->CEM’ et CUMÂMIza İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!..


Resim

Bî-RAHMetike yâ Erhame'r- Rahîmîn!
Bî-RAHMetike yâ Erhame'r- Rahîmîn!
Bî-RAHMetike yâ Erhame'r- Rahîmîn!.
İrhamNÂ yâ RABBBeNâ ceLLe ceLÂLihuu!..


Âmin Yâ Latîf Yâ Kerîm ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Rahîm Yâ Vedûd ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Fettâh Yâ Gaffâr ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Settâr Yâ ALLAH ALLAH celle celâluhu!..

Âmin... Âmin... Âmin... Âmin!.. Yâ Muîn Celle Celâluhu..


Resim



Resim

ŞİBLE (ŞİBLÎ) CAMİSİ.:

Yeşil Mahallesi Emirsultan Caddesi Şible Sokak Yıldırım/Bursa.
Yeşil’den Emir Sultana giden caddenin sağında yer alan câmi, 1457 yılında, Bursalı Şiblizâde ailesinden Şiblizâde Mahmud Çelebi’nin oğlu Mevlana Bayezid Çelebi tarafından yaptırılmıştır.
Vakfiyede geçen Şiblizâde Ali, bu Bayezıd Çelebi'nin çocukları olmalı.
Câmi, 1620, 1902 yıllarında onarılmış 1987 yılındaysa minaresiyle birlikte nerdeyse yeniden yapılmıştır
Yapının üzeri kırma çatı ile kiremit örtülü, çok onarım görmüş sade ve basit bir yapıdır.
CÂminin yanında bulunan Karınca Dere köprüsü kemerli ve eskidir. Yanında tarihi bir çınar bulunmaktadır..
(Kütük IV. S.236; Baykal (1950) S.144; Vakıflar (1983) III. S.183; B.A. Cevdet-Evkaf, No.1885)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: CuMâ CeM'im-İZ

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

CÂNda CÂNÂN CÜMMLe CEM’de
“BİZ BİR-İZ”de>DEM Bu DEMde
=>VAKT’in BİLip=>RABBın BİLip
HÂL-i HAZIR =>HAKk-La HEM de!.


ZEVK 9026

CÂN CÂNÂN MUHit-MERKEZi =>ÖZde CUMâ =>TENde CUMâ
=>EZÂNın EZEL ŞAKıYOR =>BİZ BİR-İZ BÜLBÜLde=>CUMâ
“İKRÂ!.” OKUsun>KOKUsu =>GÖNüL GÜLü GÜLde =>CUMâ
ELESt’te ABD-ü-RABB CEM’i =>MAHŞERî MENZİLde=>CUMâ
KÜLLî ŞEYyde HALK HERKESi=>HAKK’ı DİLer DİLde=>CUMâ
HALK İÇİnde HAKkLa OLup=>VAKtin-RABBın BİLde=>CUMâ
OLANı HÜKM-ü HAKk BİLip=>“OLur! OLmaz!” SİLde=>CUMâ
=>BURAsı =>BURSA BÂZÂRı ==>CÂMİyyi YEŞİLde =>CUMâ!.


05.10.18 13:18Resim 25.mHRRm.1440..brsbrsm..yeşilcâmimizzde..


BeN>KARA SEVDÂyı SEVdim
MeCNÛNum LEYyLÂyı SEVdim
MuhaMMedî =>MEŞKte AŞKta
=>BURAsı BURSA’yı=>SEVdim!.



Resim

ALLAHumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebiyyike ve
Rasûlike ve
Nebiyyi'l- Ummiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve's-sahbihi ve uMMetihi...

ALLAHımız celle celâluhu!
BİZe MuhaMMedî Gayret,
PÎRimizden Hâl-i HiMMet,
RASÛLünden ŞiFâ-yı ŞeFâat,
ZÂTından İnâyet-Hidâyet-Selâmet
İZZet-i İhsÂNınla LûTFet-CEM’ et CUMÂMIza İnşae ALLAH!..



Resim

BURSA YEŞİL CÂMİİ:

Bursa’da ilk dönem Osmanlı mimarisinin önemli örnekleri arasında yer alan bir tarihi yapı. Câminin ünü, çini kaplamalarından gelir.
Câmi, adını verdiği Yeşil semtindedir; Yeşil külliyesi yapılarındandır. “Yeşil” adını, bir zamanlar minarelerinde bulunan yeşil renk ağırlıklı süslemelerinden aldığı düşünülür. Halen aktif olarak kullanılan câminin kapasitesi 2000 kişidir.
Kuzey cephe ortasındaki taç kapısında bulunan Arapça kitabeye göre mimarı Hacı İvaz b. Ahî Bayezıt (Hacı İvaz Paşa); bitirildiği tarih Aralık 1419’dur. İç mekanda, hünkar mahfili üzerinde yer alan yazıttan anlaşıldığı kadarıyla yapının nakkaşı, “Nakkaş Ali” olarak da bilinen Ali b. İlyas Ali’dir (ünlü divan şairi Lâmiî Çelebi’nin babası) ; süslemelerinin tamamlandığı tarih 1424'tür. Osmanlı sultanlarından Çelebi Mehmet’in emri ile yapılan câmi; Sultan’ın ölümü üzerine II. Murad devrinde tamamlanmıştır.
Yeşil Câmii, Çelebi Mehmet tarafından aynı zamanda hükümet konağı olarak inşa edilmiş iki katlı, iki kubbeli görkemli bir yapıdır.
Câmi, ters T planlıdır. Kronolojik sıraya göre bu plandaki yapıların, Orhan Gazi Câmii ile Yıldırım Câmii'den sonra üçüncüsüdür. Câminin büyük ve olağanüstü oyma süslemeleri bulunan ana kapısı kuzey cephede yer alır. Kapıdan yan odalara açılan dar bir koridora girilir. Asıl ibadet alanına Bizans başlıklı iki sütunun ortasındaki alçak bir kapıdan girilir.
İbadet mekanın iki yanındaki simetrik odalar, sancaklardan gelenlerin meselelerinin görüşüldüğü yerler olarak yapılmıştı. Doğudaki oda Anadolu Beylerbeyliği’nden gelenler için, batıdaki oda Rumeli Beylerbeyliği’nden gelenler için kullanılıyordu. Daha sonraları bu odalar mahkeme salonu olarak kullanılmıştır. Girişin iki yanındaki merdivenlerle üst kata çıkılır. Yapının üst katında ortada hünkar mahfili, iki tarafında saray daireleri bulunur.
İbadet mekanı, aynı eksen üzerinde üzerli birer kubbe ile örtülü iki ana mekandan oluşur. Kubbelerin çapı 13metre, yerden yüksekliği ise 25metredir. Her iki kubbe büyük bir kemer ve kilit taşı ile birleştirilmiştir.


Mermer İŞçiLiği:

Câminin yapımında Marmara Adası’ndan getirilen mermer kullanılmıştır; eser, Bursa’da yapılan ilk mermer abidedir. Eserin ön yüzü, pencereleri, kapısı, kitabeleri, kapı tavanı mermer işçiliğinin en güzel örneklerindendir.

ÇiniLeri:

Câmi, mimari özellikleri yanında çini süslemeleri ile de büyük bir öneme sahiptir. Özelikle iç mekânda eyvanlar, müezzin mahfilleri, hünkar mahfili, tabhaneler, şahnişinler ve mihrap çini süslemenin yoğun olarak kullanıldığı bölümlerdir. Bunlar arasında bütünüyle çini ile kaplanmış mihrap zengin süslemeleriyle dikkat çeker.
Mihrap, eserin güney cephe ortasındadır. 1067 cm. yüksekliğinde ve 628 cm. genişliğindedir ve sır tekniğinde çinilerle kaplanmıştır. Erken Osmanlı döneminin ilk çini süslemeli mihrabıdır. Ağırlıklı olarak bitkisel motif ve kompozisyonlara sahip çinilerle kaplanmıştır. Yeşil Câmii’indeki çinileri yapan usta, "Mecnun Mehmet’tir".


AHşap İŞçiLiği:

Yeşil Câmii’nin giriş kapısı ve pencere kapakları, devrin ahşap işçiliğinin güzel örneklerindendir. Mihrabın batısında bulunan, tepesi altıgen külahla örtülü minber de özenli bir ahşap işçiliğinin ürünüdür.

Hat ESeRLeri:

Mihrap eyvanının doğu ve batı pencereleri üzerinde duvara asılmış birbirinin eşi olan daire biçiminde iki yazı levhası bulunur. Levhalarda “Amme suresi” yazılıdır.[4] Biri yeşil, biri kırmızı olan bu yazılardan birinde Bursa’da 19. yüzyılda valilik yapmış Ahmet Vefik Paşa’nın adı geçer.

MinareLeri:

Câminin minarelerinin birisi kuzeybatı, diğeri güneybatı köşesindedir. Minareler yapının 1855 depreminin ardından, 19. yüzyıl sonlarına doğru yapılmıştır. Orijinal minarelerin câmiye adını veren yeşil çinilerle kaplı olduğu düşünülür.

KüLLiye YAPıLarı:

Yeşil Câmii'nin inşasından sonra batısına medrese, doğusuna imaret yapılmıştır. Medrese, “Sultaniye Medresesi” olarak anılırdı. Medrese binası, günümüzde Türk İslam Eserleri Müzesi olarak kullanılır.
Câminin karşısında Bursa'nın en değerli anıtsal yapılarından biri olan Yeşil Türbe bulunur.
Bursa’daki “Sultan Han” ve “Fidan Han” adlı hanlar, Yeşil Câmii’nin inşasından sonra Çelebi Mehmet’in isteği ile Hacı İvaz Paşa tarafından Yeşil Câmii’ye gelir sağlamak için inşa edilmiştir.
Resim
Cevapla

“Mübarek Gün ve Geceler” sayfasına dön