4. Bölüm: HADİS-İ ŞERÎFLERDE SALÂT-NAMAZ

Cevapla
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

4. Bölüm: HADİS-İ ŞERÎFLERDE SALÂT-NAMAZ

Mesaj gönderen nur-ye »

Resim

4. Bölüm: HADİS-İ ŞERÎFLERDE SALÂT-NAMAZ

Latif YILDIZ(Kul İhvani)


4.1. NAMAZIN ŞARTLARI (DIŞ)

4.2. NAMAZIN RÜKÜNLARI (İÇ ESASLARI) :

  • 4.2. NAMAZIN RÜKÜNLARI (İÇ ESASLARI) -1

    4.2. NAMAZIN RÜKÜNLARI (İÇ ESASLARI) -2


4.3. MESCİDLER

4.4. CEMAATLE NAMAZ

4.5. SALÂT DUALARI

4.6. RESÛLULLAH (sav) VE SILA SALÂTI :

  • 4.6. RESÛLULLAH (sav) VE SILA SALÂTI -1

    4.6. RESÛLULLAH (sav) VE SILA SALÂTI -2

    4.6. RESÛLULLAH (sav) VE SILA SALÂTI -3

    4.6. RESÛLULLAH (sav) VE SILA SALÂTI -4

    4.6. RESÛLULLAH (sav) VE SILA SALÂTI -5



http://www.muhammedinur.com/modules.php ... e&pid=1278
En son nur-ye tarafından 30 May 2009, 11:38 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

4.1. NAMAZIN ŞARTLARI (DIŞ)


Şimdi hadis-i şerîflerle namazın şartlarına bir daha bakalım:

4.1.1. Hadesten Tehâret :

Abdullah İbni Ömer (radiyallahu anhu) anlatıyor: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "ALLAH (celle celâluhu) temizlik olmayan namazı kabul etmez, hiyânetle kazanılan paradan verilen sadakayı da kabul etmez." (Müslim, Tahâret 1 (224); Tirmizî, Tahâret 1 (1)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Her müslüman her 7 günde bir yıkanıp, bedenini ve başını yıkaması bir görevdir." buyurdu. (Kenzû'l-Ummâl VII-21278)

Ebu Hureyre (radiyallahu anhu) anlatıyor: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH, sizlerin namazını hades vâki olunca yeniden abdest almadıkça kabul etmez." buyurdu. (Ebu Dâvud, Tahâret 31 (60); Tirmizî, Tahâret 56 (76)

Ebu Hureyre (radiyallahu anhu) anlatıyor: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Abdesti olmayanın namazı da yoktur, üzerine (başlarken) besmele çekmiyenin abdesti yoktur." buyurdu. (Ebu Dâvud, Tahâret 48 (101-102); İbn Mâce, Tahâret 41 (399); Tirmizî, Tahâret 20 (25)

Enes (radiyallahu anhu), Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in her namaz için abdest aldığını söylemişti. Kendisine:"Siz nasıl yapıyordunuz?" diye soruldu şu cevâbı verdi:"Aldığımız abdest, bozuluncaya kadar bize yetiyordu." (Buharî, Vudû 54; Ebu Dâvud, Tahâret 66 (171) Tirmizî, Tahâret 44 (58, 60 Nesâî, Tahâret 101 (1,85)

Büreyde (radiyallahu anha) anlatıyor: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Fetih günü bütün namazları tek abdestle kıldı. Ömer İbnu'l-Hattab (radiyallahu anhu) kendisine: "Yâ Resûlullah! Şimdiye kadar hiç yapmadığın şeyi yapmış olmalısın?" demişti. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem):"Yâ Ömer, bunu bilerek (amden) yaptım!" buyurdu (Müslim, Tahâret 86 (277); Ebu Dâvud, Tahâret 66 (172); Tirmizî, Tahâret 45 (61)

Aişe (Radiallahu Anha) anlatıyor: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Namaz kılarken kimin abdesti bozulacak olursa hemen namazdan çıksın. Eğer cemâatle kılınan bir namaz ise burnunu tutarak ayrılsın.." buyurdu. (Ebu Dâvud, Salât 236 (1114)

4.1.2. Necasetten Tahâret :

Namaz kılınmayan yerler:

İbn Ömer (radiyallahu anhu) anlatıyor: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) yedi yerde namaz kılmayı yasakladı: mezbele (çöplük), meczere (hayvan kesilen yer), makbere (mezârlık) yol geçeği, hamam, deve dâmı, Kâbe'nin damında (üstünde)." (Tirmizî, Salât 255 (346)

Elbise temizliği :

İbn Ömer (radiyallahu anhu)'in anlattığına göre: "Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) cünübken içinde terlediği elbise sırtında olduğu hâlde namaz kılardı. (Muvatta, Tahâret 87 (1,52)

Ata İbn Yesâr (radiyallahu anhu) anlatıyor: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle dua buyurdu: "ALLAH'ım, kabrimi ibâdet edilen bir yer (tapılan put) kılma! (ve devâmla):... Nebîlerinin kabirlerini mescidler ittihaz eden bir kavme gazabı artmıştır." buyurdu. (İmam Mâlik, Muvatta Kasru's- Salât 85 (1,172).

Namaz kılınan yerler:

İbn Ömer (radiyallahu anhu) anlatıyor: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Namazlarınızdan bir kısmını evlerinizde kılın, sakın onları kabirlere çevirmeyin..." buyurdu. (Buharî, Sâlât 52, Müslim, Müsâfirun 208 (777); Ebu Dâvud, Salât 346 (1448)

.
Namaz kılınan yerler:

İbn Ömer (radiyallahu anhu) anlatıyor: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Namazlarınızdan bir kısmını evlerinizde kılın, sakın onları kabirlere çevirmeyin..." buyurdu. (Buharî, Sâlât 52, Müslim, Müsâfirun 208 (777); Ebu Dâvud, Salât 346 (1448)

Cabir (radiyallahu anhu) dan: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Sizden kim namazını mescidde kılarsa namazından bir pay da evi için ayırsın. Zîrâ ALLAH, evinde kılacağı namaz için dahi bir hayr takdir etmiştir." buyurdu. (Müslim, Musafirin 210 (778)

Mua'z İbn Cebel (radiyallahu anhu): "Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bağ ve bahçelerde namaz kılmayı da müstehab (hoş-sevimli) sayardı." dedi. (Tirmizî, Salât 249 (334)

4.1.3. Setrü'l-Avret :

Behl İbni Hâkim (radiyallahu anhu) anlatıyor: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e dedim ki: "Yâ Resûlullah! Hangi avretimizi örtüp, hangisini açalım?" "Zevcen ve sağ elinin sahib oldukları dışında herkese karşı avretini koru!" "Yâ Resûlullah! Erkek erkekle olursa?" dedim."Gücün yeterse avretini kimseye gösterme!" dedi. "Kişi tek başına olursa?" dedim. "Kendisine karşı hayâ edilmeye ALLAH daha lâyıktır." buyurdu. (Ebu Dâvud, Hamâm 3 (4017); Tirmizî, Edeb 22 (2770); İbn Mâce, Nikah 28 (1920)

İmam Ali (keremullahi veche) anlatıyor: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bana: "Yâ Ali! Dizini çıkarma, ne canlı ne ölü, başkasının dizine de bakma!" buyurdu. (Ebu Dâvud, Cenâiz 32 (3140)

İbn Abbas (radiyallahu anhu) anlatıyor: "Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) uyluğu avret saydı." dedi. (Tirmizî, Ebed 40 (2798)

Aişe (radiyallahu anhu) anlatıyor: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "ALLAH hayz görenin, (kadının) namazını baş örtüsüz kabul etmez." (Ebu Dâvud, Salât 85 (641); Tirmizî, Salât 277, (377)

Muhammed İbn Zeyd, İbni Kunfuz'un annesinden nakline göre, annesi Ûmmû Seleme (radiyallahu anhu) ye: "Kadın hangi giysi içinde namaz kılmalı?" diye sorunca: "Baş örtüsü ve ayağın üzerini örtecek kadar uzun entâri içerisinde!." diye cevâb verdi. (İmam Mâlik, Muvatta, Salâtü'l-Cemâ'a 36 (1,142); Ebu Dâvud, Salât 84 (639-640)

4.1.4. İstikbalu'l-Kıble (Kıbleye Yönelmek) :

Ebu Hureyre (radiyallahu anhu) anlatıyor: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Doğu ile batı arasında tek bir kıble vardır." buyurdu. (Tirmizî, Salât 256 (342-344)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Şüphesiz sizden biri namaza kalktığında, elbette ki o, Rabbi ile münâcâatta bulunmaktadır ve Rabbi, kıble ile kendisi arasındadır. Bu i'tibârla sakın kıble ve sağ tarafına tükürmesin. Eğer tükürmek zorunda kalırsa soluna ya da ayağının altına tükürsün!" buyurdu. (Buharî, Mevâkit 8, Salât 33, Müslim, Mesâcid 54)

Medine esas alınarak buyurulmuştur ki; 360o den, 359o derecesi kıble değil sadece bir derece tek yön her yerde oranın kıblesidir... (İşin aslı budur. Ancak, kolaylık için 45 derecelik bir açıyla yönelim esas alınmıştır.)

Nâfi (radiyallahu anhu) anlatıyor: Ömer İbni Hattab (radiyallahu anhu) der ki: "Kişi Beytullah istikametine yöneldi mi doğu ile batı arasında tek bir kıble vardır." (İmam Mâlik, Muvatta, Kıble 8 (1,196)

4.1.5. Vâkit :

Günümüzde namaz vâkitleri yetkili kurumlarca hazırlanıp takvimler olarak neşrediliyor. Şehirler ve ülkerel arası saat farkları belli olup dönüştürebiliyor. Pek çok hadis-i şerîfle o günün şartlarında buyurulan vâkitler dakikası dakikasına belirleniyor! Dolayısıyla vâktinde, namaz kılmak gibi hususlardaki hadislerden örnekler seçeceğiz:

Mersed İbn Abdillah el Müzenî (radiyallahu anhu) anlatıyor: Ebu Eyyub gazi olarak yanımıza geldi. Bu sırada Ukbe İbni Amirde Mısır'da Vali idi. Ukbe, Akşam namazını tehir etti (geciktirdi). Ebu Eyyûb ona yönelerek: "Ey Ukbe! Dedi. Bu kıldığın namaz ne namazı?" (diye sordu) Ukbe hatasını anlayarak:"Meşguliyetimiz vardı!" diye özür beyân etti. Ebu Eyyub:"Sen Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in şu sözünü işitmedin mi?" buyurmuştu ki: "Ümmetim, akşam namazını, yıldızlar cıvıldayana kadar geciktirmedikçe hayr üzere (veya fıtrat üzere demişti) olmaktan geri kalmaz." (Kütübi Sitte Şerhi-2389)

İmam Ali İbn Ebî Talib (keremullahi veche) anlatıyor: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bana: "Ey Ali, üç şey vardır, sakın onları geciktirme; vakti girince namazı (hemen kıl), hazır olunca cenâze (hemen defnet!), kendisine denk birini bulduğun bekar kadını (hemen evlendir!" buyurdu. (Tirmizî, Salât 127 (171)

Ebu Hureyre (radiyallahu anhu) dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Sizden kim ikindi namazının (farz) bir secdesini güneş batmazdan önce kılabilirse, namazını tamamlasın, sabah namazının da bir secdesini güneş doğmazdan önce kılabilen, namazını tamamlasın" buyurdu. (Buharî, Mevakit 28,17; Nesâî, Mevakit 11 (1,257-258)

Nesâî başka bir rivâyetinde ise: "... ilk rek'atinde kılarsa..." şeklindedir.

Enes İbn Mâlik (radiyallahu anhu) anlatıyor: "Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) hava sıcaksa öğleyi serinleyince kılıyordu. Hava serinse hemen vaktinde kılıyordu." (Nesâî, Mevâkit 4 (1,248)

Enes (radiyallahu anhu) dan: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Akşam yemeği hazırlanmış ise yemeğe namazdan önce başlayın. Yemeğinizi aceleye de getirme-yin!." buyurdu. (Buharî, Et'ime 58; Müslim, Mesâcid 64 (537); Tirmizî, Salât 262 (353); Nesâî, İmâmet 57 (2,111)

Aişe (radiyallahu anha) dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Namaz başlar ve akşam yemeği de hazır olursa önce akşam yemeğini yiyin." buyurdu. (Buharî, Et'ime 58; Müslim, Mesâcid 65 (558)

İbni Abbas (radiyallahu anhu) dan: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) yatsıyı tehir etmişti. Ömer (radiyallahu anhu): "Yâ Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem); namazı kılalım, kadınlar ve çocuklar yattılar" dedi. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) başından su damlar hâlde çıktı: "Ümmetime meşakkat vermemiş olsam yatsıyı bu vâkitte kılmalarını emrederdim" buyurdu. (Buharî, Mevâkit 24; Müslim, Mesâcid 225 (642); Nesâî, Muvâkit 20 (1,265)

Ebu Hureyre (radiyallahu anhu) dan: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Namazdan (son) bir rek'ate yetişen, namazın tamamına yetişmiş sayılır (sevâbını alır)"buyurdu. (Buharî, Mevakit 28; Müslim, Mesâcid 161 (607); Muvatta, Vükût 16 (1,101)

İbn Ömer (radiyallahu anhu) dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Namazlarda herhangi bir namazın bir rek'atine yetişen, o namaza yetişmiş demektir. Ancak kaçırdığını kaza eder (tamamlar, kılar)" buyurdu. (Nesâî, Mevâkit 30 (1,275)

İbn Ömer (radiyallahu anhu) dan: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Namazın ilk vaktinde ALLAH'ın rızası vardır. Son vaktinde ALLAH'ın affı vardır." buyurdu. (Tirmizî, Salât 127 (172)

Rafi' ibni Hadic (radiyallahu anhu) dan: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Sabah namazını aydınlıkta kılın!" buyurdu. (Tirmizî, Salât, 117 (154); Ebu Dâvud, Salât 8(424); Nesâî, Mevaakit 28 (1,272)

Ümmü Ferve (radiyallahu anha) (ki kendisi Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e ilk biât edenlerdendi) Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e: "Hangi amel fazîletlidir?" diye sormuştu. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "İlk vaktinde kılınan namaz!" buyurdu. (Ebu Dâvud, Salât 9 (426); Tirmizî, Salât 127 (170); Müslim, İmân 137 (85); Buharî, Mevâkit 5)

Mekruh vakitler: Hiçbir namazın (farz-nâfile) kılınamadığı vakitler :

Ukbe İnbu Âmir (radiyallahu anhu) anlatıyor: "Üç vakit vardır ki Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bizi o vakitlerde namaz kılmaktan veya ölülerimizi mezâra gömmekten menetti (yasakladı):Güneş doğmaya başladığı andan yükselinceye kadar, öğleyin güneş tepe noktasına gelince, meyledinceye kadar,güneş batmaya meyledip batıncaya kadar." (Müslim, Musâfirin 293 (831); Ebu Dâvud, Cenâiz 55 (3192); Tirmizî Cenâiz 41 (1030); Nesâî, Mevâkit 31, (1,275-276)

İbn Ömer (radiyallahu anhu) dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Hiçbiriniz güneşin doğması ve batması esnâsında namaz kılmaya kalkmasın." buyurdu. (Buharî, Mevâkit 31,30; Müslim, Musâfirin 289 (838); Muvatta, Kur'ân 47 (1,220)

Ebu Saîd (radiyallahu anhu) dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Sabah namazını kıldıktan sonra güneş yükselinceye kadar artık namaz yoktur. İkindiyi kıldıktan sonra da güneş batıncaya kadar namaz yoktur." buyurdu. (Buharî, Mevâkit 31; Müslim, Müsafirin 288 (827); Nesâî, Mevâkit 35 (1,277,278)

Burada önemli bir husus vardık ki;
Beytullah'da üç kerahat vakti de yoktur. Cuma günü ise her yerde öğle vakti, kerahat vakti yoktur.

Ebu Zerr Gifari (Cündüb İbnu's- Seken (radiyallahu anhu) Kâbe'nin basamağına çıkıp: "Beni bilen bilir, bilmeyen bilsin ki ben Cündüb'üm. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ı şöyle söylerken işittim: Sabah (namazın) dan sonra güneş doğuncaya kadar namaz yoktur. İkindi namazından sonra da güneş batıncaya kadar (namaz yoktur.) Mekke hariç... Mekke hariç... Mekke hariç..." (Rezin İlavesi olan hadis-i şerîf imâm Ahmed Müsned 5,165 dedir.)

Ebu Zerr (radiyallahu anhu) için Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Ebu Zerr kadar doğru sözlü birisini ne arz taşıdı ne de semâ gölgöledi..." buyurmuştur.

Ebu Katâde (radiyallahu anhu) anlatıyor ki: "Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Cuma günü hariç gün ortasında (güneş tepede iken: nısfu'n nehar) namaz kılmayı mekruh (çirkin) addederdi ve buyururdu ki: "Cehennem Cuma günü dışında (her gün o vâkitte) coşturulur..." (Ebu Dâvud, Salât 223 (1083)

Cuma günü zevâl vakti namaz kılınmasının câiz oluşu:

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Ey Abdi Menâf Oğulları! Sizden her kim insanların işini üstlenirse sakın ola ki hiçbir kimseyi bu kudsal evi tavaf etmekten ve gece yada gündüz dilediği her vâkitte namaz kılmaktan alıyokmasın!" buyurdu. (Ebu Dâvud, Menâsik 52; İbni Mâce, İkâmet 149)

4.1.6. Niyet :

Ömer İbn Hattab (radiyallahu anhu) dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Ameller niyetlere göredir. Herkese niyet ettiği şey vardır. Öyleyse kimin hicreti ALLAH'a ve Resulüne ise, onun hicreti ALLAH'a Resûlünedir. Kimin hicreti de elde edeceği bir dünyalığa veya nikahlanacağı bir kadına ise onun hicreti de o hicret ettiği şeyedir." (Buharî, Bed'ü'l-Vahy 1, Eymân 23, Hiyel 1; Müslim, İmaret 155 (1907); Ebu Dâvud, Talâk 11 (2201); Tirmizî, Fezailü'l-cihâd 16 (1647); Nesâî, Tahâret 60 (1.59,60)

İbn Ömer (radiyallahu anhu)'dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "ALLAH bir kavme azab indirdi mi, o azab kavmin içinde bulunan herkese isabet eder. Sonra (kıyâmette) herkes niyetlerine (ve amellerine) göre dirilirler." (Buharî, Fiten 19; Müslim, Sıfatü'l-Cennet 84 (2879)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "İnneme'l-a'mâlü bi'n niyeti: Ameller ancak niyetlere göredir." buyurdu. (Buharî, İmân 41; Müslim, İmâret 155; Ebu Dâvud, Talâk 11; Nesâî, İmân 19; İbni Mâce, Zühd 26)

Halis niyet esastır. İhlaslı niyet...

İbn Abbas (radiyallahu anhu)'dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Kim 40 sabah ALLAH'a ihlâslı olursa, kalbinden lisanına (diline) hikmet pınarları akmaya başlar." (Rezin ilâvesi olup Câmi'us Sagirde (Feyzu'l-Kadir 6,43; Hilyeytü'l-Evliyâda Eyyubû'l-Ensarî (ra)dan; merfuen rivâyet edilmiştir.)

Ebu Hureyre (radiyallahu anhu) dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Şüphesiz olan şey şu ki; insanlar (kıyâmet günü) niyetleri üzere dirileceklerdir." (Kütüb-i Sidde şerhi: 7301)

Niyet: insanın özünün kesin olan azmi ve kasdidir. Ne yaptığına hükmetmendir. Namaza niyet şarttır ve şuûrdur. ALLAH için hangi vaktin namazına durduğunun farkında olup kalben bilmesi şart ve dil ile söylemesi emniyettir ve iyidir. Hanefi sisteminde: "Niyet ettim ALLAH rızası için bu günkü sabah namazının farzını kılmaya, uydum hazır olan imâma" diye kalben bilmek ve dil ile söylemektir. Niyet namaza başlarken açış tekbiri (ilk iftitâh tekbiri)nden hemen önce alınıp araya birşeyler sokulamaz...
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

4.2. NAMAZIN RÜKÜNLARI (İÇ ESASLARI) -1


Hanefiler ve Hanbeliler niyeti, namazın dış sıhhat şartlarından sayarlarken Şâfiîler ve Mâlikiler niyeti namazın iç rükün (esas) lardan saymışlardır. Elbette mezhebler ayrı ve İslâm dini bir ve tektir. Yorum farklılıkları ise aslında ayrılık getirmez. Hepsinde de şartır ama dışta ama içte...

4.2.1. İftitah (Başlangıç, Açış) Tekbiri :

"ALLAHÜ EKBER" demektir ve farzdır. Hanefi mezhebinde şart diğer üçünde rükndûr. Ellerin baş parmakları kulak memelerine değerken içleri kıbleye bakar...
İlk tekbir farzdır, (sonrakiler sünnettir ve sadece Hanbelilerde vâcibtir.).

Berâ (radiyallahu anhu) anlatıyor: "Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ı iftitah tekbiri alırken gördüm. Ellerini kulaklarına yakın kaldırmıştı. Sonra (namazdan çıkıncaya kadar) başka kaldırmadı." (Ebu Dâvud, Salât 119/752)

İmam A'zam - Hammad- İbrâhim- Alkame- Esved- Abdullah İbn Mes'ud rivayet zinciri ile Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e ulaşan hadisi şerîfte de: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ın sadece namaz başlarken iftitah tekbiri sırasında ellerini kaldırdığını bundan sonra hiç kaldırmadığı rivâyeti vardır.
Cemâatla namazda imama uyan kişi imamdan önce iftitah tekbiri alamaz, alır ise namazı yeniden kılar ve iâde eder.

4.2.2. Kıyam :

İftitah tekbirinden sonra ayakta kalmak farz ve vâcib namazlarda rükndür. Hanefilerde sabah namazı sünnetinde de rükndür. Gücü yeten kişi oturarak veya düşecek şekilde yaslanarak kılamaz...

İmran İbnû'l-Husayn (radiyallahu anhu) anlatıyor: Bende basur (hemoroid) hastalığı vardı. Namazı nasıl kılacağım diye Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)' a sordum: Bana: "Ayakta kıl, gücün yetmezse (muktedir olamazsan) oturarak kıl, buna da gücün olmazsa yan üzere (yatarak) kıl!" buyurdu. (Buharî, Taksiru's- Salât 18,17,19; Ebu Dâvud, Salât 179 (951-952) Tirmizî ve Nesâî)

Diğer rivâyette ise: İmran (radiyallahu anhu) kişinin oturarak kılacağı namazı sordu. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Ayakta kılarsa efdaldir. Kim de oturarak kılarsa ona ayakta kılanın ecrinin yarısı verilir. Kimde yatarak kılarsa onada oturarak kılanın ecrinin yarısı verilir." buyurdu.

Ümmü Seleme (Radiallahu Anha) anlatıyor. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ın vefâtına yakın farzlar hariç namazlarının çoğu oturarak idi. Ona göre, amellerin en güzeli, az da olsa devâmlı olanı idi." (Nesâî, Kıyamû'l-Leyl 19 (3,222)

Hafsa (radiyallahu anha) anlatıyor: "Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in, nâfile namazlarını kılarken, ölümüne bir yıl kalıncaya kadar hiç oturduğunu görmedim. Bundan sonra (nâfileleri) hep oturarak kıldı. Namazda (kıraat) sûreyi hep tertil üzere okurdu. Bundan dolayı da o sûre, aslında ondan daha uzun olan sûreden daha uzun görünürdü." (Müslim, Müsafirin 118 (733); Muvatta, Cum'a 20 (11/37); Tirmizî ve Nesâî)

Vail İbni Hucr (radiyallahu anhu) anlatıyor: "Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'i namazda kıyamda iken sağ eliyle sol elinin üstünden tutmuş (kavramış) gördüm." (Nesâî, İftitah 9 (2,125,126)

Ebu Cuheyfe (radiyallahu anhu) anlatıyor: Ali (keremullahi veche) buyurdular ki: (namazın) sünnetlerinden biri namazda (sağ) avucu (sol) avuç üzerine koyup, her ikisini birlikte göbeğin altına yerleştirmektir. (Rezin ilâvesidir; Ebu Dâvud, Salât 120 (756)

4.2.3. Kıraat (Namazda Kur'ân Okumak):

Namazda dünya ile ilgili konuşmak yasaktır:

Zeyd İbni Erkam (radiyallahu anhu): "Biz namaz kılarken konuşurduk. Öyle ki herkes kendi yanındakine birşeyler söyleyebilirdi. Derken "ALLAH'ın divanına tam huşû' ve taâtle (kani'tin) durun!" Bakara 2/238 âyeti nâzil oldu ve sükûtla emrolunduk. Konuşmaktan men edildik." dedi. (Buharî, Ameli fi's- Salât 2, Müslim Mesacid 35 (539); Ebu Dâvud (78 (949)

İbn Mes'ud (radiyallahu anhu) anlatıyor: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e Selâm verirdik, o da bize mukabele ederdi. Necaşî'nin yanından döndüğümüzde O'na yine (namazda) Selâm vermiştik, bize mukabelede bulunmadı." "Yâ Resûlullah! Biz sana vaktiyle namazda selâm verirdik, sen de selâmımızı alırdın?" dedik. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Namazda meşguliyet var!" buyurdu. (Buharî, Ameli fis sâlât 2, Müslim, Mesacid 34 (538); Ebu Dâvud 170 (923,924)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Bizim şu namazımız yok mu, bunda insan kelâmından hiçbirşey yaraşmaz. O; tesbih, tekbir ve Kur'ân kıraatıdır." buyurdu. (Nesâî, Sehv 20; İ. Ahmed V/447,448)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH Tealâ dilediği emri yaratır, namazda konuşmamanızı da kesinlikle emretti." buyurdu. (Buharî, Tevhid 42; Ebu Dâvud, Salât 166; Nesâî, Sehv 20)

Namazların farz veya nâfile ilk rek'âtlerinde Fâtiha'dan önce Euzû besmelenin okunması sünnettir.
Diğer müteâkib rek'atlerde Fâtihadan önce besmelenin okunnması da sünnettir.
Zammı sûrelerin başında besmele çekilmez.
Sûbhaneke duası sadece ilk rek'âtın başında Fâtihadan önce okunur.
Her rek'âtta Fâtiha okumak vâcibtir.
Bir rekatta iki kere Fâtiha okumamak da vâcibdir.

Ebu Hureyre (radiyallahu anhu) dan: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdular ki: "Kim Kitabın Fâtihasını (Fâtiha Sûresini) okumadan namaz kılarsa bilsin ki bu namaz noksandır- bu sözü 3 kere tekrarladı- eksiktir..." Ebu Hureyre (radiyallahu anhu) ye: "Biz imâmın arkasında bulunursak?" (ne yapalım?) diye sorulduğunda:" İçinizden okuyun. Zirâ ben Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ın şöyle buyurduğunu işittim.:" ALLAH Tealâ (bir hadis-i kudsî de) buyurdu ki: Ben kıraâti (salâti) kulumla kendi arasında iki kısıma böldüm, yarısı bana ait, yarısı da ona. Ve kuluma istediği verilmiştir. Kul: "Elhamdülillahi Rabbü'l-âlemin (Hamd âlemlerin RABB'ine aittir)" deyince ALLAH Azze ve Celle: "Kulum Bana hamdetti." buyurur. "Er-Rahmâni'r-Rahîm" dediğinde ALLAH (celle celâluhu): "Kulum Bana senâda bulundu (övdü)" buyurur. "Mâliki yevmi'd-din" (din gününün sahibi- âhiretin sahibi)" dediğinde, "Kulum Beni temcidetti (ululadı, büyükledi)" buyurur. "İyyake na'büdû ve iyyâke nestâ'in (yalnız Sana ibâdet eder, yalnız Senden yardım dileriz)" dediğinde, "Bu, Benimle kulum arasındadır. Kuluma istediğini verdim" buyurur. "İhdinâ's-sırata'l-müstakîm sıratallezine en'âmte aleyhim gayri'l-mağdubî aleyhim vela'd-dallin" (bizi doğru yola sevket, o yol ki kendilerine nimet verdiğin kimselerin yoludur, gazaba uğrayanların ve dalalete düşenlerin değil!)" dediği zaman: "Bu kulumundur, kuluma istediği verilmiştir" buyurur. (Buharî hariç Müslim,Salât 38; Ebu Dâvud; İmam Mâlik; Tirmizî; Nesâi; İbn Mâce;Beyhakî,Sünen-i Kübrâ II/39 rivayet etmişlerdir.)

Ebu Dâvud'dan gelen rivâyette ise Ebu Hureyre (radiyallahu anhu), Bana Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Haydi git ve Medine'de ilân et ki: Sadece Fâtiha Sûresi de olsa, Kur'ân'dan (bir parça) okumadıkça kıldığınız namaz namaz değildir." buyurdu ve başka da bir şey ilâve etmedi." dedi.

Ebu Saîd (radiyallahu anhu): "Namazda Fâtiha Sûresi ile kolay gelen bir miktar (Kur'ân âyeti) i okumakla emrolunduk." dedi. (Ebu Dâvud, Salât 136 (8l8)

Übâdetü'bni Sâmit (ra)dan; Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Ümmü'l - Kur'ân'ı okumayanın namazı yoktur." buyurdu. (Müslim, Salât (36)

Hz Câbir (radiyallahu anhu): "Kim Fâtiha'yı okumadan bir rek'ât namaz kılarsa, imâmın arkasında bulunmadığı takdirde namaz kılmış sayılmaz" dedi. (Muvatta, Salât 38 (1,64); Tirmizî, Salât 233 (313)

Bir melek gelerek Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e: "Müjde, sana iki nûr verildi ki senden önce hiçbir peygambere verilmemişti. Fâtihatü'l - Kitab ve Bakara sûresinin son âyetleri." buyurmuştur. (Müslim, Müsafirin 254; Nesâî, İftitah 25)

Namazda Fâtiha'nın okunması: İmam Şâfiî, Mâlik ve Ahmed İbn Hanbel'e göre farz, İmam Azam'a göre vâcibdir. Ebu Hanife (İmam Azam) Kur'ân' dan bir miktar okumayı farz kabul etmiştir.

Zamm-ı sûre vâcibdir şöyle ki: Farz namazların ilk iki rek'atinde, vitir namazının her üç rek'âtınde de, nâfile namazların her rek'âtinde zamm-ı sûreyi okumak, Ebu Hanifeye göre vâcibdir.

Vâil İbnu Hucr (radiyallahu anhu)'dan: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in, "Gayri'l-mağdûbi aleyhim vela'd-dâllin!." i okuyunca "âmiiin!" buyurduğunu ve uzattığını işittim." der. (Ebu Dâvud, Salât 172 (932,933); Tirmizî, Salât 184 (248)

Bilâl (radiyallahu anhu), Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e: "Yâ Resûlullah! "Âmiiin!" de beni geride bırakma (unutma)!" demiştir. (Ebu Dâvud, Salât 172 (937)

Ebu Hanife "âmiiin!" nin gizli söylenmesini kabul eder, yükseltmek de sünnettir!

Ebu Hureyre (radiyallahu anhu) dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "İmam "âmiin!" deyince siz de "âmiin" deyin. Zirâ kimin âmin'i meleklerin âmini ile tevafuk (uygun gelme) ederse geçmiş günahları bağışlanır." buyurdu. (Buharî, Müslim, Ebu Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve Buharî; Davât 63)

Başka bir hadis-i şerîfte: "Bir cemâat bir araya gelir, bir kısmı dua eder diğer kısmı da "âmiin" derse ALLAH Tealâ mutlaka icâbet eder (kabul eder)." buyurulmuştur.

İbni Abbas (ra): "Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) perdeyi açtı, halk Ebu Bekir'in arkasında saf olmuşlardı. (Bunu görünce): "Ey nâs! Şu muhakkak ki müslümanın göreceği yahut ona gösterilecek sâlih rüyâdan başka peygamberlerin müjdecilerinden hiçbirşey kalmamıştır. Dikkat edin ki! Ben rükû' ve secde hâlinde Kur'ân okumaktan nehy olundum (yasaklandım). Rükû'da ALLAH Tealâ'yı ta'zim edin! Secdede ise dua etmeye çalışın! Zîrâ secde hâlinde duanızın müstecâb olması pek umulur." buyurdu. (Müslim, Salât 207 (479)

Ebu Bûrde (radiyallahu anhu) der ki: "Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Sabah namazında 60-100 arasında âyet okurdu." (Buharî, Mevâkit 11,13,89; Müslim, Mesâcid 2 (1,246); Nesâî, İftitah 112 (2, 157)

Amr İbnu Hureys (radiyallahu anhu) anlatıyor: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ın sabah namazında "iza'ş-şemsu kuvviret" sûresini okuduğunu işittim." (Müslim, Salât 164 (456); Ebu Dâvud, Salât 135 (817); Nesâî, İftitah 44 (2,157)

Cabir İbnu Semûre (radiyallahu anhu) anlatıyor: "Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ı sabah namazında Kâf ve'l-Kur'âni'l-Mecîd ve benzeri bir sûre okurdu. Diğer namazları hafif kıldırırdı." (Müslim, Salât 168 (458)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Efdâlü's - salâti tuluü'l - kunut: Namazın en fâziletlisi kunutu (kıyamı) uzun olandır." buyurdu. (Müslim, Müsafirin 164, 165)

Hanefilerde; cemâate ağır gelmeyecekse imâmın kırâatı uzatması sünnettir. Esas olan: Sabah ve öğle uzun, ikindi ve yatsı orta, akşam kısa sûreler okunması sünnettir.

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Ben uzun okumak arzusuyla namaza başlarım. Ancak kulağıma bir çocuk ağlaması gelince annesini huzursuz etmemek için uzun okumaktan vazgeçerim!" buyurmuştur.

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in çeşitli vâkitlerde okuduğu zamm-ı sûrelerle ilgili pek çok hâdis-i şerîf vardır.

Aişe (radiyallahu anha) der ki: "Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) askerî bir birliğin başına birisini komutan yapmıştı.Bu zât arkadaşlarına namaz kıldırırken, her seferinde kıraatını "Kul hûvallahu ahad" ile tamamlıyordu. Döndükleri zaman durumu Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) e söylediler. Aleyhisselâtü vesselâm: "Sorun ona niçin böyle yapıyormuş?" buyurdu. O kimseye sorulduğunda: "Çünkü o (İhlas Sûresi), Rahmân'ın sıfatıdır, ben onu okumayı seviyorum!" diye cevâb verince Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Ona haber verin, ALLAH Tealâ da onu seviyor!" buyurdu. (Buharî, Ezân, 106; Tevhid 1; Müslim, Salât 263 (8l3); Nesâî, İftitah 69 (2,171)

Yine Kûba Mescidi İmamı ensârdan bir zât; namazın her rek'âtinde Fâtiha'dan sonra önce "kul hûvallahu ahad"i sonra başka sûreyi de okuyordu. Neticede iş Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e arzedilince:

"Ey falan! Arkadaşlarının söylediklerini niye yapmıyorsun! Her rek'atte bu sûreyi (ihlâs) okumaya seni sevkeden sebeb nedir?" diye sordu: Adam: "O'nu seviyorum!" cevâbını verince Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "O'na olan sevgin seni cennete sokacaktır!" müjdesini verdi. (Hanefilerde, sûre sırasıyla tertibe uymamak mekruhtur.)

4.2.4. Rükû' :

4.2.5. Secdeler :

Ta'dîl-i Erkân : rükünlerin adâletle hakkınca yapılıp yerine getirilmesi:

Ebu Mes'ud el-Berdî (radiyallahu anhu) dan: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Sizden biri, rükû' ve secdelerde belini (tam olarak) doğrultmadıkça namazı yeterli olmaz. (cevâz yoktur.)" (Ebu Dâvud, Salât 148 (855); Tirmizî, Salât 196 (265); Nesâî, İftitah 88 (2,183); İbn Mâce, İkâmet 21-22, (891-893)

Tuma'nînet (emin olma, inanma, itmînân) denilen;
Rükû'ya gidince (erkeklerde) baş ve sırtın dümdüz olarak beklemesi ve en az bir kere "Subhanallahi'l-âzim" demesi,
Doğrulunca da tam dikilerek "Rabbena leke'l-hamd" diyecek kadar beklemesi,
Secdeler arasında da tam oturarak "Subhanallah" diyecek kadar mutlaka beklemesidir.
Şafî ve Hanbelî de farz, Hanefide farza yakın vâcibdir.

Nu'man İbnu Mürre (radiyallahu anhu) dan gelen rivâyetin sonunda Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): ".... Hırsızlığın en kötüsü de namazını çalmaktır!" buyurunca sordular ki: "Yâ Resûlullah, kişi namazını nasıl çalar?" Cevâben: "Rükû'sunu ve secdelerini tamamlamaz!" buyurdu.. (İmam Mâlik, Muvatta, Kasru's-salât 72 (1,167)

Salim el-Berrâd anlatıyor: "Ebu Mes'ud'a gelerek: "Bize Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in namazını anlat!" dedik. Hemen önümüzde kalktı, tekbir getirdi. Rükû'ya varınca ellerinin ayalarını dizlerinin üzerine koydu. Parmaklarını dizinin alt kısmına getirdi (diz kapaklarını avuçladı). Dirseklerini yan taraflarına uzattı. Bu hâlde (sırtı dümdüz) her uzvu sabit (hareketsiz) durdu. Sonra "Semi'allahu li-men hamîdeh!" dedi ve her uzvu düz oluncaya kadar doğruldu." (Ebu Dâvud, Salât 148 (863); Nesâî, İftitah 92 (2,186)

Enes (radiyallahu anhu) dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Secdede ta'dîle riâyet edin (uyun), kimse kollarını köpeklerin yayışı gibi yaymasın!" buyurdu. (Buharî, Ezân 141; Müslim, Salât 223 (493); Ebu Dâvud, Salât 158 (897); Tirmizî, Salât 205 (276); Nesâî, İftitah 140 (2,211-212)

Enes (radiyallahu anhu) dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Rükû' ve secdeleri yerine getirin (dosdoğru, kıvâmında yapın), ALLAH'a yemin olsun sizi muhakkak arkamdan görüyorum (rükû' ve secdelerinizi), belki "sırtımın gerisini" buyurmuştu. (Buharî, Eymân 3, Ezân 88; Müslim, Salât 110; Nesâî, İftitah 106 (2,193-194)

Mâlik İbnu'l-Huveyris (radiyallahu anhu), Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Beni namaz kılarken nasıl gördüyseniz siz de öyle kılın!" buyurdu buyrmuş ve göstermiştir. (Ebu Dâvud;Buharî, Ezân 18; İ.Ahmed, V-53; Darimî, Salât 12)

Enes b. Mâlik (radiyallahu anhu) dan: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Yâ Enes! (namaz kılarken) gözlerin secde edeceğin yerde olsun!" buyurdu. (Beyhâki, Sünenü'l-Kübra II-284)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) i secedede: "Allahümme Euzu bi rızake min sahtike ve bike minke ve bi mu'afâtike min ukubetike, lâ ahsa senâ'e aleyke!: ALLAH'ım! Hışmından rızana, cezândan affına, Senden Sana sığınırım. Seni hakkıyle senâ etmem mümkün değildir!" buyururdu. (Tirmizî, Şerhü's- Sahihi't-Tirmizî III-52)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) iki secde arasında: "Allahümmâ'firlî, ve'rhamnî, Ve'hdinî ve afinî ve'r zuknî: ALLAH'ım! Beni bağışla, bana merhamet et acı, beni doğru yola ilet, bana afiyet ver, beni rızıklandır (maddî-mânevî)." buyurdu.

Es-Sa'di babasından veya amcasından naklediyor: "Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) namazını kılarken dikkatle baktım, rükû' ve secdelerde üçer kere "Sûbhanallahi ve bihamdihi" diyecek kadar duruyordu. (Ebu Dâvud, Salât 154 (885)

Berâ (radiyallahu anhu) dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Secde ettiğin zaman ellerini yere koy, dirseklerini (havaya) kaldır." buyurdu. (Müslim, Salât 234 (494); Tirmizî, Salât 202, (271)

Tirmizînin bir rivâyetinde ise: Berâ (radiyallahu anhu) ya: "Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) secde edince yüzünü nereye koyardı?" diye sordum. "Ellerinin arasına!" diye cevâb verdi. (Tirmizî, Salt 202 (271)

Abdullah ibnu Mâlik İbni Buhayne (radiyallahu anhu) anlatıyor: "Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) namazda secdeye gidince ellerinin arasını, koltuk altı görününceye kadar açardı." (Buharî, Ezân 130; Müslim, Salât 235, (495); Nesâî, İftitah 52 (2,212)

Vail İbn Hucr (radiyallahu anhu) anlatıyor: "Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) secdeye gidince alnını, ellerinin arasına koydu, kalkınca da diz kapaklarının üzerine kalktı ve dizlerine dayandı." (Ebu Dâvud, Salât 141 (839)

İmam Ali (keremullahi veche) anlatıyor: "Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): Yâ Ali! Nefsim için sevdiğimi senin için de seviyorum, nefsim için hoşlanmadığımı senin için de hoşlanmıyorum, öyleyse iki secde arasında ikâ'da bulunma." buyurdu. (Tirmizî, Salât 209 (282)

İkâ: çömelerek, oturup dizleri dikip ellere dayanma.

İbn Ömer (radiyallahu anhu): "Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) (namazda) bir kimsenin elleriyle yere dayanarak oturmasını yasakladı." (Ebu Dâvud, Salât 187 (992)

İbni Abbas (radiyallahu anhu) dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Ben yedi kemik üzerine secde etmekle emrolundum: Alın ve eliyle burnunu da işâret etti eller, diz kapakları, ayaklarım etrafları (secde sırasında) ne elbiseleri ne de saçı toplamayınız." buyurdu. (Buharî, Ezân 133, 134,137; Müslim, Salât 227-231 (490); Ebu Dâvud, Salât 155 (889)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Azîz kardeşim;
Yapılış sebebi olan maksadına ulaşmayan iş boşunadır.
Zaman ve emek beyhudedir.
Dünya işlerinde sonuç peşin görüldüğünden veya çabuk çıktığından bunu aklı olan bilir.
Dünyada imtihan olup âhirette hesaba çekilmeyi esas alan dinî esasların yapılış gayesi iyice anlaşılsın ki yapılırken iyi niyet, samîmîyet ve ciddîyyetle örnek, rehber, mürşid ve imâmımız azîz efendimiz Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e tâbi' olup emrettiği ve uyguladığı gibi yapılabilsin!
Koca bir balonu toplu iğnenin ucu bir dokunuşta gümletiveriyor.
Bir kazan sütü, bir damla sirke bozuyor.
Kulluk ibâdet demektir.
Kulluğun kemâli Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e teslim olup, imân edip, tâbi' olup itâat etmektir.
Bilerek, anlayarak ve yaşayarak hatta hasbi hizmetkârlıkla yaşatarak...

Milyonlarca insan geldi, geliyor ve gelecekler de...
Herkesin kendine özgü bir aklı mantığı vardır.
Herkes kendi kafasından doğruyu târif edecek olursa sonsuz din çıkardı ortaya...
Noksan konuşan din adamları kürsülerden halka bas bas bağırıyorlar: "Bizim dinimiz akıl ve mantık dinidir..." diye...
Çok eksik ve tehlikeli bir anlatış tarzıdır bu...
Doğrusu şudur ki: "Bizim dinimiz Nakl (Kur'ân-Sünnet) içinde akıl ve mantık dinidir...
Akıl ve mantık anlamak ve yaşamak için gereçtir.
Bakara Sûresi daha başlarken başında: "Onlar gaybe inanırlar..." la başlar...

Gayb: olduğu kesin olan ve asla görülmeyendir...

Akıl böylesi muammaları ve problemleri ancak nakl ile çözebilmektedir! Yoksa herkes bir söz ve davranış ortaya koyup da dinin gereği bu derse, bu saçmalıktır...
İslâm dininin aslı ve esası Muhammed Aleyhi's- Selâm'a Resûlullah olarak inanıp, tâbi' olup akvâlini, amelini, ahlâkını ve hâllerini öğrenip, iyice anlayıp bir bir tatbik etmektir.
Bizler de bu yolu elden geldiğince izliyoruz.
İbâdetlerin ve kulluğun bel kemiği olan namazı dostoğru kılabilmek için dostoğru öğrenmeliyiz...
Yeni bir şey icâd etmiyoruz!
Sadece hazır lokma hâline getirilip hazırlanmış hadis-i şerîfleri sofraya topluyoruz...
Çünkü zamanımızda insanların kalın ve çokça ciltler arasında tek tek arayacak ne zamanı, ne arzusu, ne de gücü var...
Hepimiz görüyoruz ve içimiz yanıyor nice nice namaz kılanlara...
Çünkü bilmiyor...
Yoksa neden zâten kaldığı namazı, dostoğru kılmasın?
Bileceğimiz tek şey ise dinimizin tek getiricisi, tek peygamberi ve tek rehberi Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'i dinlemektir.

Namazın her rüknünü hakkını vererek adâletle (ta'dîl-i erkânla) ve Muhammedî edeble kılabilmek için hadis-i şerîflere biraz daha dalalım ve dinleyelim:

Ebu Mes'ud el-Bedrî (radiyallahu anhu) der ki: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Bir kişinin sırtı rükû' ve secdelerde düzgün (emredilen şekilde) olmadıkça namazı eksik kalır (câiz olmaz)", buyurdu. (İmam Ahmed, Ebu Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbni Mâce, İbni Huzeyme, İbni Hibban rivâyetleri)

Abdurrahmân İbni Şiblî (radiyallahu anhu) der ki: "Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) karga yem toplar gibi acele secde yapmayı, sadece yırtıcı hayvanların yaptığı gibi kolları yere sermeyi ve devenin ahırda belli yer edindiği gibi mescidde belli bir yer edinmeyi (tutmayı) yasakladı." (İmam Ahmed, Ebu Dâvud, Nesâî, İbni Huzeyme ile İbni Hibban rivâyet ettiler.)

Ebu Katade (radiyallahu anhu) dan: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "En kötüsü namaz hırsızıdır." buyurunca, Ashab-ı güzün (radiyallahu anhu): "Yâ Resûlullah! Namazdan nasıl hırsızlık yapar?" dediler. "Rükû' ve secdelerini tam yapmaz" veya: "Rükû' ve secdeler de belini (omurga) tam doğrultmaz!" buyurdu. (İmam Ahmed, Taberâni, İbni Huzeyme ve Hâkim, sahih isnadla rivâyet etmişlerdir.)

Abdullah ibni Mugaffel (radiyallahu anhu) dan: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Hırsızların en hırsızı (yamanı), namazını çalan kişidir" "Yâ Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)! Kişi namazının nasıl hırsızı olur?" diye sorulunca: "Rükû'' ve secdelerini tam yapmaz! İnsanların en cimrisi de selâm hususunda cimrilik yapan kişidir!" buyurdu. (Taberânî Ceyyid isnadla Sağir, Evsat ve Kebir'inde rivâyet etti)

Ali İbni Şeyban (radiyallahu anhu) dan: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem):" "Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e gittik. Ona beyât ettik. Arkasında namaz kılarken Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) gözü ucuyla rükû'da belini doğrultmayan bir adam gördü. Namazını edâ edince:"Ey Müslüman cemâati! Rükû'da ve secdelerde belini doğrultmayanın namazı olmaz!" buyurdu. (İmam Ahmed, ibni Mâce, İbni Huzeyme ve İbni Hibban rivâyetleri)

Ebu Hureyre (radiyallahu anhu) der ki: "Bir gün benim de bulunduğum bir sırada Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabına şöyle buyurdu: "Şu güzel süt birinizin olsaydı onun kesilmesini istemezdi. Nasıl oluyor da biriniz kasden ALLAH rızası için kıldığı namazın bazı yerlerini buduyor. Namazınızı (adab ve erkânına riâyet ederek) tamamlayın (kılın). Zirâ ALLAH (celle celâluhu) tamam olmayan namazı kabul etmez" buyurdu. (Taberâni, Evsat'ında hasen isnâdla rivâyet etti.)

Ebu Hureyre (radiyallahu anhu) dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:"ALLAH (celle celâluhu) rükû' ve secdeler arasında belini doğrultmayan kuluna (rahmet nazarıyla) bakmaz..." (İmam Ahmed ceyyid isnâdla rivâyet etti)

Numan İbni Mürre (radiyallahu anhu) der ki: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "İçki içen, zinâ yapan ve hırsızlık yapanlar hakkında ne düşünüyorsunuz?" dedi. Bu soruyu daha bunların (suçların) cezâları bildirilmeden önce sormuştu. Ashab: "ALLAH (celle celâluhu) ve Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) bilir!" dediler. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Bunlar çok çirkin şeylerdir ve hepsininde cezâsı vardır! Ve hırsızların en kötüsü (adisi) namazı çalan kişidir!" buyurunca Ashab: "Bir kişi namazı nasıl çalar Yâ Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)!" dediler.Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Rükû' ve secdelerini eksik yapar" buyurdu. (İmam Mâlik rivâyet etti)

Enes (radiyallahu anhu) in Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) den rivâyetinde: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kim namazı vakti çıkınca, huşû' (ve huzû'), rükû' ve secdelerini eksik yaparak kılmış ise, bu namaz simsiyah olarak oradan ayrılır. Ve şöyle der: "Sen beni nasıl zâyi ettiysen, ALLAH (celle celâluhu)da seni öyle zâyi etsin!" Nihâyet
ALLAH'ındilediği yere kadar varır. Orada paçavra gibi dürülür, sonra yüzüne çarpılır." buyurdu
(Tâberani rivâyet etti)

Ebu Hureyre (radiyallahu anhu) anlatıyor: "Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) mescidin bir köşesinde otururken bir adam mescide girdi, namaz kıldı. Sonra Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ın yanına geldi ve selâm verdi. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Ve aleyke's-Selâm, dön (tekrar) namaz kıl, (Zîrâ) sen namaz kılmış olmadın!" buyurdu. Adam gitti (tekrar) namaz kıldı geldi, Selâm verdi. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Ve aleyke's-Selâm, dön (tekrâr) namaz kıl! Sen namaz kılmış olmadın!" buyurdu. Adam ya birincisinde veya bir sonrakinde: "Bana (nasıl kılacağımı) öğret Yâ Resûlullah!" deyince, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Namaz kılmaya kalktığında (önce) güzelce abdest al, sonra kıbleye dön (yönel) "ALLAHU EKBER" de, sonra Kur'ân'dan kolayına gelen yeri oku, sonra da rükû'ya git ve orada biraz bekle (itmînân bul), rükû'dan kalkıp iyice doğrulunca (bekle) secde et, secdede biraz durup (tatmâînne saciden) başını kaldırınca ikince secdeye varmadan oturduğun yerde biraz durup bekle (tatmainne calisen). İkinci secdeden kalkınca belini iyice doğrult, (sonra kalk). Namaz bitinceye kadar böyle yap." buyurdu. (Ebu Dâvud, Tirmizî, Nesâî ve İbni Mâce rivâyet ettiler)

Bir başka rivâyette Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): ".... Sonra ikinci secdeden ayağa kalk ve doğrul" Bunun üzerine adam dedi ki:" Seni hakk ile gönderen ALLAH (celle celâluhu)'a yemin ederim. Bundan başka bilmiyorum. Bana nasıl namaz kılacağımı öğret..." şeklindedir. (Buharî ve Müslim rivâyetleri)

Ebu Dâvud'un rivâyetinde: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "... Bunu yaptığın zaman namazın tamam olur. Bundan eksik (noksan) yaparsan namazın eksik olur!" buyurdu.

Rifaa İbni Râfi' (radiyallahu anhu) anlatıyor: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in yanında oturuyordum. Bir zât gelerek mescide girdi ve namaz kıldı. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) beğenmedi. Bunun üzerine adam: "Neyimi beğenmediğinizi anlayamadım!" deyince, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Şunları yapıncaya kadar hiç birinizin namazı tamam olmaz... ALLAH (celle celâluhu)'ın emrettiği şekilde eksiksiz abdest alır, yüzünü ve ellerini (kollarını) dirsekleriyle birlikte yıkar, başına mesheder ve topuklarıyla birlikte ayaklarını da yıkar, sonra (sırasıyla) "ALLAHÛ EKBER" der, ALLAH (celle celâluhu)'a hamd ve tazîm (ululama) de bulunur (Subhaneke ve Fâtiha'yı) ve ALLAH (celle celâluhu)'nun müsâde ettiği ve kolayına giden Kur'ân'ın bir yerini okur, tekbir alır ve rükû'ya gider, ellerini diz kapaklarına koyar; öyle ki kendisini salarak hareketsiz olur (mafsallar tatmîn olup yerli yerine yerleşir). "Semiallahû limen hamîdeh" der, iyice doğrulduktan sonra tekbir alarak secdeye varır, alnını yere koyar, secdede kendisini tamamen bırakır; rahatça oturarak belini doğrultur. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) târifini bitirinceye kadar bu şekilde anlattı ve: "Böyle yapmadıkça hiçbirinizin namazı tam olmaz!" buyurdu. (Nesâî ve Tirmizî rivâyet ettiler. Hadis metni Nesâî'nin)

Tirmizî hadisin sonunda: (Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Bunu yaptığında namazın tamamdır. Bundan eksik yaparsan namazın eksik (noksan) kalır!" buyurdu.

Ammar İbni Yasir (radiyallahu anhu) Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ın şöyle buyururken işittim: "Bir kişi namaz kılınca (kendisine namazdaki dikkâtine göre) namazın onda biri, dokuzda biri, sekizde biri, yedide biri, altıda biri beşte biri, dörtte biri, üçte biri ve yarısı kadar sevâb yazılır. (yazılabilir.) " (Ebu Dâvud ve Nesâî, İbni Hibban rivâyet etmişlerdir.)


Ebu Yeser (radiyallahu anhu) (Bedir şehitlerinden) Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ın şöyle buyurduğunu rivâyet etti: "İçinizde namazı tam kılan, yarı kılan üçte bir kılan, dörtte bir kılan, beşte bir kılan, hatta onda bire kadar eksik kılan var..." (Nesâî hasen isnadla rivâyet etmiştir.)


Ebu Hureyre (radiyallahu anhu) anlatıyor: Bir gün Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) namazdan sonra birine hitâben: "Ey müslüman (fülân!) Neden namazını güzel kılmıyorsun? Neden birisi namaz kıldığında nasıl namaz kılıyor diye (etrafına) bakmıyorsun? (bu şekilde hatanı düzeltebilirsin!.) Şüphesiz ki o kendi nefsi için namaz kılıyor! (senin için değil! Sen de kendi namazını güzel kıl!). Zîrâ ben arkamı tıpkı önümü gördüğüm gibi görüyorum!" buyurdu. (Müslim ve Nesâî rivâyetleri)
.
Fadl İbni Abbas (radiyallahu anhu), Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ın şöyle buyurduğunu rivâyet eder: "Namaz iki rek'ât, iki rek'âttir (emredilmiştir.). Her iki rek'âtın sonunda (oturur ettahiyyatüyü okur) teşehhüd edersin, (sadece ALLAH (celle celâluhu)'a yönelip) huşû' ve tazarru' içinde ellerinin içini (semâya açıp) RABB'ıne kaldırarak: "Yâ Rabbi! Yâ Rabbi!" diye dua edersin kim böyle yapmazsa eksikler olur..." (Tirmizî, Nesâi, İbni Huzeyme, Ebu Dâvud, İbni Mâce, rivâyet ettiler)

İbni Abbas (radiyallahu anhu) dan merfû' olarak Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in şöyle buyurduğu: "Farz namazları teraziye benzer. Eksiksiz yapan, eksiksiz kazanır." (Beyhâki, rivâyet etmiştir.)

Muttârif b. Abdullah b. Eş Şihhir babasından naklediyor ki:"Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ı namaz kılarken gördüm. Göğsünde ağlamaktan meydana gelen ve tıpkı değirmen iniltisi (sesi) gibi bir inilti (eziz) vardı." (Ebu Dâvud, Salât 1, 57/904 rivâyeti)

"Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)ı namaz kılarken gördüm. Göğsünde tıpkı kaynamak üzere olan tencerenin cızıltısı (iniltisi) gibi eziz duyuluyordu. Yâni (çok içli) ağlıyordu..." (Nesâî, Sahv 18/1213 rivâyeti böyledir. İbni Huzeyme ve İbni Hibban da böyle rivâyet ettiler)


Azîz kardeşim;
Sırası olduğu ve ALLAH rızası için "Eziz Namazı" ile ilgili açık bir rûyamı arzedeyim:


Rüyâmda Antalya'dayım.
Şehir bağlık bahçelik hâlde.
Batı kesiminde bendenize ait çok geniş bağlar bahçeler ve konaklar var.
Doğu kesminde ise Siirtli Hocam Muhammed Sıddık Efendiye ait bağlık bahçelik var.
Bana bir haber getirildi ki çok acele oraya gitmem isteniyordu...
Benim vardığımda etrafı duvarla çevrili tek kapısı olan ve içi yeşil çayırla kaplı bir avluda insanlar vardı.
Hoca Efendi bana: "Ebu Bekir (radiyallahu anhu) ve misâfirler Medine'den geldiler, bize Duhâ namazını cemâatle kıldıracaklar. Namazı kılınca sen çok çabuk şekilde evine dön çoluk çouğuna imâm olup öğle namazını kıldır ve gel ki misâfirlerimiz ikindiden önce gidecekler!" dedi.

Ebu Bekir (radiyallahu anhu) ı çok kereler görmüştüm ve tanıyordum. Hemen imâm oldu.
Birinci safta 12 kişi vardı.
İkinci saf sağdan tutulunca Hocamdan sonra ben yedinci oldum ve safta 5 kişilik yer eksikti.
Namazın kılınışını ve bitişini hatırlamıyorum.
Ancak ben çıkmak için kapıya gelince eşim Fatima hanımı ve kızım Ahsen'i beyaz hac kıyafeti içinde bekler buldum.
Onlar da dışardan imâma uymuşlardı.
Ve binlerce insanın herbir yerlerden namaza durmuş olduklarını henüz bozulmamış saflardan anladım.
Kızım Ahsen: "Babacığım, bu nasıl namaz kılış, vallahi ben böylesini hiç görmedim.
Sadece bir inilti ve hıçkırık sesi duydum..." dedi.
Ben de: "Kızım bu namaza "Eziz Namazı" denilir ki bunu ancak Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ve Ebu Bekir (radiyallahu anhu) gibi sahabeleri kıldırılabilir..." dedim.
Bu kadarı yeterlidir.

Rahmetli koca Âşık Hacı Osman Aksarayî Baba'da çoğu kez böyle kılardı yalnızken veya berâberken...
Bir keresinde Aksaray'a ziyârete gitmiştik arkadaşlarla...
Akşam namazı dergâhda kılınacaktı.
Bendenizi, zorla imâm yaptı.
Elim ayağım karıştı amma çâre yok...
İmâm oldum.
Fâtiha'ya girince arkamdaki safta kıyâmet koptu...
Sanki inleyen insan gögsü değil de tencereler cızıldıyordu. Abartıyorum sanma sakın...
Tasavvuf yaşayınca anlaşılan ve anlaşıldıkça yaşanan ilâhî, kudsî ve Muhammedî bir

SIR İLMİ'dir.
Tasavvufta halka verilecek şey muhabbet, merhamet ve hasbî hizmettir. Halktan alınabilecek tek şey ise hayr duadır...
Anlatılan ve yaşanan hâller hoş ve hayırlı ise
"BİZ" e aittir, "bana" değil hâşâ... Çünkü biz bir bütünüz ve Muhammedîyiz...
Tevbemiz bir, duamız bir ve rızamız da birdir...
Her şeyimiz birdir, biledir ve bize aittir!
Bu
"BİLELİK" sırrı, "RABBANÎ RIZA" nın Muhammedî zuhûrudur...


İmâm Ali (keremullahi veche) anlatıyor ki: "Bedir savaşında içimizde Mikdâd (radiyallahu anhu) dan başka suvâri yoktu. Ben, sahabeler olarak hepimizin uyuyup, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) i (sabaha kadar uyumayarak) bir ağacın altında namaz kılarken ve ağlarken gördüm!" (İbni Hüzeyme Sahih'inde rivâyet etti.)

Enes İbni Mâlik (radiyallahu anhu) dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Namazlarında gözlerini göğe (semâya) dikenlere ne oluyor? (bunu neden yapıyorlar?).." Bu konuda o kadar şiddetli konuştu ki: "Ya buna (gözü göğe dikmeye) son verirler, ya gözleri çıkarılır." buyurdu. (Buharî, Ebu Dâvud, Nesâİ ve İbni Mâce, rivâyet ettiler.)

Abdullah İbni Ömer (radiyallahu anhu) dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Namazda gözlerinizi semâya dikmeyiniz, sonra gözünüz elden gider (çıkar)" buyurdu. (İbni Mâce, Taberâni Kebir'inde, İbni Hibban Sahih'inde, rivâyet ettiler.)

Ebu Hureyre (radiyallahu anhu) dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "İnsanlar namazda dua esnasında ya gözlerini göğe dikmekten vazgeçerler yada gözleri çıkarılır." (Müslim ve Nesâî rivâyet ettiler.)

Cabir İbni Semure (radiyallahu anhu) dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "İnsanlar namaz içinde gözlerini göğe (havaya) dikmeye son versinler. Yoksa gözlerinin nûru söner..." (Müslim, Ebu Dâvud ve İbni Mâce rivayet ettiler)

Ebu Dâvud'un rivâyeti şöyledir: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) mescide girdi ve orada ellerini göğe kaldırarak namaz kılanları görünce şöyle buyurdu: "İnsanlar namaz kılarken ya gözlerini havaya dikmezler ya da gözleri havada dikili kalır (kendilerine dönmez!)

Aişe (radiyallahu anhu) der ki: "Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) dan namaz kılarken boynu sağa sola çevirmenin hükmünü sorduğumda:" Bu (dışarıya iltifat), kulun namazından şeytânın çaldığı bir ihtilas (çalma, kapıp kaçma, aşırma) dır." buyurdu. (Buharî, Nesâî, Ebu Dâvud ve İbn Hüzeyme rivâyet ettiler.)

Ebu Hüreyre (radiyallahu anhu) der ki: "Dosdum Resul-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) bana üç şey emretti ve üç şeyden de nehyetti: "Horozun gagasıyla yem topladığı gibi (rükû' ve secdeleri acele) yapmaktan, namazda köpek oturuşu gibi dizleri dikip oturmaktan ve Tilki gibi sağa-sola bakmaktan nehyetti..." buyurdu. (İmam Ahmed hasen isnadla ve Ebu Yâ'lâ rivâyet etmişlerdir.)

Muaykib (radiyallahu anhu) Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Namaz kılarken (yerdeki) çakılları düzeltme, mutlaka gerekiyorsa (sadece) bir defâ düzelt!" buyurdu. (Buharî, Msülim, Nesâî, İbni Mâce, Ebu Dâvud rivâyet etmişlerdir.)

Ebu Cehm Abdullah İbni Hâris İbni Simme'l-Ensâri (radiyallahu anhu) dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Namaz kılanın önünden geçen kişi bunun ne kadar aleyhine olduğunu (günahını) bilse, kırk (gün) durup beklemesi, onun için namaz kılanın önünden geçmesinden daha hayırlı olurdu." buyurdu.
Ebu Nadr der ki: "(Resûlullah (Sav) kırk gün mü, kırk ay mı yoksa kırk sene mi dedi, bilmiyorum!"
(Buharî, Müslim, Ebu Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbni Mâce rivâyet ettiler.)

Bezzar'ın rivâyetinde "kırk sene" geçmektedir.

Tirmizî'nin Enes (radiyallahu anhu) dan rivâyetinde "Yüz sene" buyurulmuştur.

Ebu Hureyre (radiyallahu anhu) dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Sizden biri, RABBiyle münâcâatta iken (namaz kılarken) kardeşinin önünden geçtiğinde, kendisine ne kadar günah olacağını bilse, olduğu yerde 100 sene durmayı, attığı bir hatalı adıma tercih ederdi." (İbni Mâce, Sahih İsnâdla, İbni Nuzeyme ve İbni Hibban da Sahih'lerinde rivâyet etmişlerdir.)

Ebu Saîd el-Hudrî (radiyallahu anhu) dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Sizden biri namaz kılarken önüne koyduğu sütre (işaret) ile arasından geçmek isteyen kimseye engel olsun (eliyle def'etsin,göğsünü itsin!). Geçmekte israr ederse (direnirse) şiddet kıllansın! (Hadis-i şerîfin orjinalinde Feyekatiluhu: mukatele etsin, şiddetle vursun) Şüphesiz ki o, şeytândır...
Diğer bir ifâde içinde ise: "Sizden biri namaz kılarken önünde kimsenin geçmesine izin vermesin, gücü yettiği kadar ona engel olsun. Eğer, diretirse şiddetle mâni olsun. Çünkü o şeytândır."
(Buharî, Müslim, rivâyet etmişlerdir. Metin Müslim'in Ebu Dâvud'da benzerini rivâyet etmiştir.)

Abdullah İbni Ömer (radiyallahu anhu) dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Sizden biriniz namaz kılarken önünden kimseyi geçirmesin. Eğer geçmeye diretirse (ayak direrse) şiddet kullanın. Zîrâ o kimseyi geçiren yanındaki arkadaşı (şeytân)dır." (İbni Mâce, Sahih isnadla, ibni Hüzeymu Sahih'inde rivâyet etmişlerdir.)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

4.2. NAMAZIN RÜKÜNLARI (İÇ ESASLARI) - 2

4.2.6. Ka'de (Oturma, Cülûs) ve Teşehhüd :

Vail İbnu Hucr (radiyallahu anhu) anlatıyor: "Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) sol ayağını yere yaydı, elini sol uyluğunun üzerine koydu. Sağ ayağını da dikti...
Nesâî'nin rivâyetinde: "Kollarını, uyluklarının üzerine koydu, (sağ) şehâdet parmağıyla işâret ederek dua ediyordu (teşehhüdü okuyordu).
(Tirmizî, Salât, 218 (292); Nesâî, Sehv 30 (3,35)

İbni Mes'ud (radiyallahu anhu) anlatıyor: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ilk iki rek'at (sonunda) oturunca, çabuk kalkmak için sanki kızgın taş üzerine oturmuş gibiydi." (Ebu Dâvud, Salât 185 (995); Tirmizî, Salât 270 (366); Nesâî, İftitah 1951 (2,243)

İlk iki rek'ât sonu kısa oturuştur ve sadece Ettahiyyatü okunur. Hanefîlerde başka bir ilâve (salâvât, duası v.s.) okunursa sehiv secdesi gerekir.

Oturuşta sağ ayak parmakları kıble istikametinde dikili, sol ayak sırt üstü yere yatık ve sol ayak üzerine oturulur. Eller uyluk üzerinde ve dize yakın, veya diz üzerindedir.

Abdullah ibni Mes'ud (radiyallahu anhu) anlatıyor: "Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bana, avucum avuçlarının içinde olduğu hâlde, Kur'ân'dan sûre öğretir gibi teşehhüdü öğretti: Ettahiyâtü lillahi ve's-Salâvâtu ve't-tayyibâtû, es-Selâmû aleyke eyyûhe'n-nebîyyû ve rahmetullahi ve beraketühü, es-selâmû aleynâ ve alâ ibadillahi's-sâlihin. Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah."
Bir rivâyette fazla olarak: "İbadillahi's sâlihin" ibâresinden sonra şöyle buyurmuştur: Siz bunu (teşehhüdü) yaptınız mı semâ ve arzdaki sâlih kullara selâm vermiş olursunuz.
Bir diğer rivâyette (Buharî-Müslim): (Teşehhüdden) sonra dilediği senâyı yapmakta muhayyerdir (serbesttir.).
Ebu Dâvud'un rivâyetinde: "Ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Resûlühû (dersiniz) sonra herbiriniz hoşuna giden bir dua ile dua etsin..." buyurdu.
Yine Ebu Dâvud'un bir diğer rivâyetinde:..... bize onları öğretirdi ve yine şu duaları bize teşehhüdü öğrettiği gibi öğretirdi:
Allahümme ellef beyne kulûbinâ: (ALLAH'ım kalblerimiz arasına ülfet (kaynaşma) ver, birleştir.)
Ve aslih zâte beynenâ: Aramızdaki (geçimsizlikleri islâh et, (düzelt.)
Ve'hdinâ sübüle's-selâm: Bizi selâmet yollarına hidâyet et (sevket)
Ve neccinâ mine'z-zulümâti ile'n-nûr: Bizi zulümat (karanlık) tan nûra kavuştur.
Ve neccinâ'l-fevahişe mâ zahara minha vemâ batana: Bizi fuhşun (çirkinlik, kötülük) açık ve gizlisinden uzat tut (ört).
Ve bârik lenâ fi esmâ'ine ve ebsarine ve kulûbenâ ve ezvâcinâ ve zürriyetinâ: Kulaklarımızı, gözlerimizi, kalblerimizi, zevcelerimizi, zürriyetlerimizi hakkımızda mûbarek (bereketli ve hayırlı) kıl.
Ve tüb aleynâ inneke ente't-Tevvabü'r-Rahîm: Tevbelerimizi kabul et, sen Rahîmsin tevbeleri kabul edensin!
Ve'calnâ şakîrine lini'metike müsnine biha kabiliha ve etimme aleynâ!: Bizleri verdiğin ni'metlere (Sana) şükredici, onlarla (Sana) senâ edici kıl. Onlarla şükür ve senâlarımızı kabul et ve bize tamamla (dinimizde, dünyamızda ve âhiretimizde). (âmin...)
Yine Ebu Dâvud'un bir diğer rivâyetinde: "Ve Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah dan sonra şöyle devâm eder: "Bunu söyledin veya şehâdeti yaptın mı, namazını edâ (ifâ) ettin demektir. İster kalk ister otur."
Nesâî'nin rivâyetinde şöyle denmiştir: (İbn Mes'ud): Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile namaz kılınca: "Esselâmü alâllah: Selâm ALLAH'ın üzerine, selâm Cibril ve Mik'ail üzerine olsun!" derdik de Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Selâm ALLAH'ın üzerine olsun demeyin. Zîrâ ALLAH, Selâm'ın kendisidir. Ancak şöyle deyin: "Ettahiyyati lillahi... (hadisin devâmı)" buyurdu.
(Buharî, Ezân 148, 150 v.d.;Müslim, Salât 55-61; Ebu Dâvud, Salât 182 (968-969); Tirmizî, Salât 215 (289); Nesâî, İftitâh 189 (2,237)

Teşehhüd: "Eşhhedû enlâ ilâhe illallah ve Eşhedü enne Muhammeden abdühû ve Resûlühû" dür.

Namazda ise oturuş ve otururken okunan Ettahiyyat; şehâdet, salât, duadır.

Hanifîlerde: Teşehhüd okunacak kadar oturmak vâcib, okumak sünnettir. Diğerleri ikinci oturuşta teşehhüd okumayı vâcib sayarlar.

İbnu Mes'ud (radiyallahu anhu) dan yapılan rivâyette: "Teşehhüd'ün sessiz okunması sünnettir" demiştir. (Ebu Dâvud, Salât 185 (986); Tirmizî, Salât 217 (291)

Selâm:

İbnu Mes'ud (radiyallahu anhu) anlatıyor: "Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) namazı bitince sağına ve soluna selâm verir, şöyle buyururdu: "Esselâmû aleyküm ve rahmetullah - Esselâmû aleyküm ve-rahmetullah" (Ebu Dâvud, Salât 189 (996); Tirmizî, Salât 221 (295); Nesâî, Sehiv 71 (3,63)

Ebu Dâvud rivâyetinde "soluna" tâbirinden sonra ".... öyleki yanağının beyazını görürdük" ziyâdesi vardır.

Yine Nesâî rivâyetinde de: "... öyle ki şu tarafta yanağının beyazlığını görürdük." ziyâdesi vardır.

Aişe (radiyallahu anha) anlatıyor: "Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) selâm verince: Allahümme ente's-selâm ve minke's-selâm, Tebârekte yâ zû'l-celâli ve'l-ikrâm" diyecek kadar otururdu." (Müslim, Mesâcid 136 (592); Tirmizî,Salât 224 (298)


Sevban (radiyallahu anhu): "Resûllah (sallallahu aleyhi ve sellem) namazdan sonra üç defa istiğfâr getirirdi ve sonra: Allahümme ente's-Selâmî ve menke's-selâm!" buyururdu." (İbni Mâce, Sünen, Salât 928)

Cemâatla namazda imamdan önce selam verilemez; verilirse namazdan çıkmış olunur ve namazın yeniden kılınması gerekir.
En son nur-ye tarafından 09 Haz 2009, 09:22 tarihinde düzenlendi, toplamda 2 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

4.3. Bölüm: MESCİDLER


Mescidlerle ilgili âyetleri vermiştik. Hadis-i şerîfleri de verelim:

İmam Ali (keremullahi veche) den Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kim kendi malından ALLAH rızası için biri mescid bina ederse ALLAH da ona cennette bir ev bina eder." buyurdu. (Zevâidde)

Cabir İbni Abdillah (radiyallahu anhu) dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kim ALLAH için bağırtlak kuşu yuvası kadar veya daha küçük bir mescid bina ederse, ALLAH onun için cennette bir ev bina eder" buyurdu. (Zevâidde, isnadı sahih, ravileri sikâ)

Abdullah İbni Ömer (radiyallahu anhu): "Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) 7 yerde namaz kılmayı yasakladı: Çöplükte, mezbahada, kabristanda, yol ortasında hamamda, deve yatağında ve Kâbe'nin dâmında." (İbni Mâce, Sünen, Mesâcid 746,747)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ın kızı sevgili annemiz Fatimetü'l-Kübrâ (aleyha's-selâm) anlatıyor: "Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) mescide girince: "Bismillahi ve's-selâmû alâ Resûlillahi Allahûmmagfirli li zünûbî veftahli ebvâbe rahmetike: ALLAH (celle celâluhu) ın adıyla giriyorum. ALLAH ve Resûlüne selâm ediyorum. Ey ALLAH'ım! Benim günahlarımı bağışla! Bana rahmet kapılarını aç..." Mescidden çıkarken ise: "Bismillahi ve's-selâmû alâ Resûlillahi. Allahümmagfirli lî zünûbi veftahlî ebvâbe fazlike: ALLAH'ın adıyla çıkıyorum! Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e selâm ediyorum. ALLAH'ım günahlarımı bağışla. Bana fazl-ü-kereminin kapılarını aç!" diye dua buyururdu. (Tirmizî'nin tahrici olan hadisi şerîf hasen, isnâdı muttasıldır. Kutûb-i Sitte Tercüme- Şerhi Hadis no 6226)

Fatimetü'z- Zehra (aleyha's-selâm) annemizden: "Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) mescide girdiği zaman: "Bismillâhi ve's-selâmu alâ Resûlillahi, Allahümmağfirli zünûbi veftahlî ebvâbe rahmetike." çıkarken ise: "Bismillâhi ve's Selâmû alâ Resûlullahî, Allahümmagfirli zünûbi veftahlî ebvâbe fazlike!" buyururdu. (İbni Mâce, Sûnen, Mesâcid 771 ve Tirmizî, rivâyet ettiler.)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Sizden biri mescide girdiğinde "Allahümme iftahlî ebvâbe rahmetike: ALLAH'ım! Bana rahmet kapılarını aç!, çıktığında da "Allahümme innî es'elüke min fadlike!: ALLAH'ım! Senin fazlından isterim! desin" buyurdu. (Müslim, Müsafirin, 68)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

4.4. CEMAATLE NAMAZ

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Yedullahi meâ'l - câmâati: ALLAH'ın eli (kudret) cemâatle beraberdir." buyurdu. (Tirmizî, Fiten 7; Nesâî, Tahrîm 6)

Ebu Hureyre (radiyallahu anhu) dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Bir kimsenin cemâatle kıldığı namazın sevâbı (kat kat artması) evinde ve çarşıda (işyerinde) kıldığı namazdan 25 kat fazladır. Şöyleki abdest alınca güzel bir abdest alır, sonra mescide gider, evinden çıkarken sadece mescid gayesiyle çıkmıştır. (giderken) attığı her adım sebebiyle bir derece yükseltilir ve bir hatası silinir (düşürülür). Namazı kıldı mı, namazgâhda olduğu müddetçe melekler ona, rahmet okumaya devâm ederler ve şöyle dua ederler: "Allahümme salli, Allahümmerham!: ALLAH'ım (bu kimseye) sıla ettir, selâmet ve rahmet ver!ALLAH'ım merhamet et... "Sizden herkes, namazı beklediği müddetçe namaz kılıyor gibidir." (Buharî, Ezân 30, Cum'a 2; Müslim, Salât 272 (699); Ebu Dâvud, Salât 49 (550); Tirmizî, Salât 245 (330); İbni Mâce, Mesâcid 16 (788)

İbni Ömer (radiyallahu anhu) dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Cemâatle kılınan namaz ayrı kılınan namazdan 27 derece fazîletlidir (üstündür). buyurdu. (Buharî, Ezân 30; Müslim, Salât 272)


Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Vallahi bazı kavimler cemâatları terketmekten vazgeçecekler ya da ALLAH (celle celâluhu) onların kalblerini mühürleyecektir. Sonra muhakkak gâfillerden olacaklardır." buyurdu. (İbni Abbas ve İbni Ömer (ra)dan; İbni Mâce, Sünen Mesâcid 794; Nesâî, Cuma; Müslim; İmam Ahmed)


Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Herhangi bir yerleşim biriminde ya da bâdiye (çölde göçebe obası) de 3 kişi bulunur da aralarında cemâatla namaz kılınmazsa şeytân onları yoldan çıkarmış demektir. Bu itibârla cemâat olmaya bakın! Çünkü, kurt, sürüden ayrılanı kapar (yer)?." buyurdu. (Ebu Dâvud, Salât 46; İ. Ahmed, Müsned V/196)

Ebu Musa (radiyallahu anhu) dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Namazda azami (ençok) sevâbı alan kimse en uzak olanlar ve yürüyerek (en uzaktan gelenler), imâmla kılıncaya kadar namazı bekleyen kimse, hemen kılıpta sonra da (yatıp) uyuyandan daha çok sevâb ecri alır." (Buharî, Ezân 31)

Osman (radiyallahu anhu) dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kim yatsıyı bir cemâat içinde kılarsa sanki gecenin yarısını ihya etmiş (namaz kılmış) gibi olur, kim de, sabah namazını bir cemâat içinde kılarsa sanki gecenin tamamını namazla geçirmiş gibi olur. (Müslim, Mesâcid, 260 (656); Muvatta, Salâtû'l-Cum'a 7 (1,132); Ebu Dâvud Salât 48 (555); Tirmizî, Salât, 165 (221)

Ebu Hureyre (radiyallahu anhu) anlatıyor: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) 'a a'mâ bir zât gelerek: "Yâ Resûlullah! Beni mescide kadar getirecek bir rehberim yok!" (diyerek Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) dan evinde kılmak için ruhsat istedi, o da izin verdi). Adam geri dönüp gidince;Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) onu geri çağırtarak: "Ezânı işitiyor musun?" diye sordu. Adam "Evet" deyince Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Öyleyse icâbet et! (câmide kıl!)" buyurdu (evinde kılmasına izin vermedi). (Müslim, Mesâcid 255 (653); Nesâî, İmamet 50 (2,109); Ebu Dâvud, Salât 47 (552)

Ebu Dâvud'un rivâyetinde bu zât Abdullah İbnu Ümmi Mektûm (radiyallahu anhu) dır.

İbni Hibban'ın rivâyetinde ezânı işittiğini öğrenince Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Emekleyerek de olsa cemâate gel!" buyurdu.

İbni Abbas (radiyallahu anhu) anlatıyor Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kim, müezzini işitir ve kendine mâni olan bir özrü olmadığı hâlde cemâate katılmazsa, kıldığı namaz (kâmil, tam bir sevâbla) kabul edilmez. "Yâ Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)!) Meşrû' özür nedir?" denildi. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Korku veya hastalıktır!" buyurdu. (Ebu Dâvud, Salât 47 (551)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Şüphesiz münâfıklara en çok ağır gelen namaz yatsı ve sabah namazlarıdır. Eğer bunlardaki sevâbı bilmiş olsaydılar bu iki namaz (için mescide) emekleyerek de olsa gelirlerdi." buyurdu. (Ebu Hureyre (ra)dan; İbni Mâce, Sünen Mesâcid 797)

Ebu Hureyre (radiyallahu anhu) dan: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Münâfıklara en ağır gelen namaz yatsı namazı ile sabah namazıdır. Eğer bu iki namazdakileri (hayrın ve sevâbın ne olduğunu) bilselerdi, emekleyerek de olsa onları kılmaya (cemâate) gelirlerdi. (Nefsimi kudret eliyle tutan Zât'a yemin olsun! Ezân okutup namaza başlamayı, sonra insanların namazını kıldırması için yerime birini bırakmayı, sonra da beraberinde odun desteleri olan bir grub erkeklerle beraber namaza gelmeyenlere gitmeyi ve evlerini üzerlerine (başlarına) yakmayı istedim..." buyurdu. (Buharî, Ezân 29, Ahkam 52; Müslim, Mesâcid 252 (651); Muvatta, Salâtû'l-Cum'a 3 (1,129-130); Ebu Dâvud, Sallât 47 (548-549); Tirmizî, Salât 162 217); Nesâî, İmamet 49 (2,107)

Bir rivâyetin sonunda: ".... muktedir olduğu hâlde namaza (cemaâte) gelmeyenin üzerine evini yakıyım" ziyâdesi vardır.

Bir başkasında münâfıklar için: "....Onlardan herhangi biri, mescidde biraz etlice bir kemik (dünya menfâati) bulacağını bilseydi mutlaka cemâate gelirdi" buyurulur.

Hasan-ı Basri (radiyallahu anhu) nin: "Bir kimseyi annesi, şefkat duygusuyla cemâatle yatsı namazını kılmaktan menedecek olsa, ona itâat etmez" dediğini İmam Buharî kaydeder.

Kişinin namazlarını câmide cemâatle kılması cidden çok önemlidir. Şâfiî, Hanefî ve Mâlikî olan pek çok ûlamâ farz-i kifâyedir demişlerdir.Bu ve benzeri hadisleri delil kabul edenler cemâatle namaz kılmayı farz-ı ayn saymışlardır: Hanbeliler, Ebu Sevr, Evzâî, Ata, İshak, İbni Huzeyme, İbnû'l-Munzir, İbni Hibban ve Zâhireye mezhebi mensubları...

Cemâati Farz-ı Kifâye sayanlar: Mâlikiler, bazı Şâfiî âlimleri, Hanefiler den Tahavî ve Kerhî.

Cemâat Sünnet-i Müekked (kati sûnnet): Hanefiler, Şâfiîler ve bazı Mâlikiler.

Ancak çoğunluğun makul hükmü: Sünnet-i Müekked olduğudur.

İbni Mes'ud (radiyallahu anhu) anlatıyor: "Ben gördüm ki namaz (beraber kılmak) dan sadece herkesce ma'lûm münâfıklarla hastalar geri kalmaktaydı. Öyle ki iki kişinin arasında yürüyebilecek durumda olan hastalar bile namaz için (mescide) geliyordu." diyor. İbni Mes'ud devâmla dedi ki: "Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bize Sünen-i Hüdâyı göstermiştir. Sünen-i Hûdadan biri de içerisinde ezân okunan mescidde namaz kılmaktı." (Mûslim, Mesâcid 256 (654); Ebu Dâvud 47 (550); Nesâî, İmamet 50 (2,108,109)

Ebu Dâvud rivâyetinin tam metni ise; (Kutüb-i Sitte tercüme ve şerhi, Prof. Dr. İbrâhim Canan) :
"Şu beş vakit namazı, onlar için ezân okunduğu yerlerde (mescidlerde) kılın. Zirâ onlar (ın cemâatle kılınması) Sünenü'l-Hüdâ'dandır. Azîz ve Celîl olan ALLAH, Nebîsi (sallallahu aleyhi ve sellem) için Sünenü'l-Hüdâ'yı şerîat kıldı.... Ben kendimizi, nifâkı açık olan münâfık dışında, her birimizi, namazı mescidde kılar gördüm. Ben kendimizi öyle gördüm ki (hasta) kişi, iki adamın koltuğunda gelir, safta yerini alırdı. Şurası muhakak ki her birimizin evinde mutlaka bir mescid var. Eğer namazlarınızı evlerinizde kılıp mescidleri terkederseniz Peygamberiniz (sallallahu aleyhi ve sellem)'in (kesin) sünnetini terketmiş olursunuz. Peygamberiniz (sallallahu aleyhi ve sellem)'in sünnetini terkederseniz küfran (-ı nimet) e düşmüş olursunuz... Sünenü'l-Hüdâ: hidâyet yollarıdır." demiştir.


İbni Abbas (radiyallahu anhu) dan gündüz oruç tutan gecede namaz kılan ve fakat cemâate ve cum'aya gelmeyen bir kimse hakkında sorulunca: "Bu (kimse), ateş ehlindendir!" diye cevâb verdi. (Tirmizî, Salât 162 (2181)

Ümmû'd Derda (radiyallahu anhu) anlatıyor: "Ebu'd Derda (radiyallahu anhu) öfkeli hâlde yanıma geldi. Kendisine: "Niye öfkelendin?" diye sordum. Şu cevâbı verdi: "Vallahi, Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'in işinden bir şey anlamıyorum. Bildiğim tek şey cemâat hâlinde namaz kılmalarıdır..." (Buharî, Ezân 31)

İşte hâl böyle! Sen iyice düşün taşın ve karar ver...
Gerçi Muhammedî karar verilmiş ve ortada...
Var gücünle câmilerdeki cemâate koş...
Veya evinde iş yerinde cemâat oluştur.
Velev ki iki kişi bile olsun...
Eşin, çocukların, dostların...

Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Ebu Hûreyre (radiyallahu anhu) dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Câmilerde, sûtûnlar (kolan, direk) gibi yerlerinden ayrılmayan kişiler vardır. Melekler onların arkadaşlarıdırlar. Bu kişiler bu yere gidenleri araştırırlar, hastalanırlarsa onları, ziyâret ederler, bir ihtiyaçları varsa yardımcı olurlar." Sonra şöyle buyurdu: "Câmiye devâm edenler üç haslete (özellik ve güzelliğe) sahiblerdir: istifâde edilen faydalı bir kardeştirler. Hikmet dolu sözler dinlerler.ALLAH (celle celâluhu) onlara rahmet eder (rahmeti beklerler)." (İmam Ahmed, Hâkim, Buharî ve Müslim şartlarında sahih demiştir.)

Ûmmü Seleme (radiyallahu anhu) dan: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kadınların namaz kılacakları yerlerin en iyisi evlerinin en tenha yerleridir." (İmam Ahmed, Müsned'de; Taberâni, Kebir'de, İbni Huzeyme Sahih'de ve Hâkim rivâyet etmişlerdir.)

İbni Ömer (radiyallahu anhu) dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kadınlarınızı câmilerde (cemâatla) namaz kılmaktan men etmeyin. Ama, namazlarını evlerinde kılmaları onlar için daha hayırlıdır." buyurdu. (Ebu Dâvud)

Ebu Hureyre (ra) dan; Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Herhangi bir kadın koku sürünürse bizimle beraber yatsı namazında bulunmasın" buyurdu. (Müslim, Salât 143 (444)

Ömer ibni Hattab (radiyallahu anhu) dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAHu Tebâreke (celle celâluhu) cemâatle kılınan namazdan hoşlanır (razı olur, kabul eder)." buyurdu. (İmam Ahmed, hasen isnadla rivâyet edilmiştir.)

Enes b. Mâlik (radiyallahu anhu) da Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kim ALLAH rızası için 40 gün ilk tekbire yetişerek cemâat içinde namaz kılarsa ona iki berâet (aklanma, iyilik, güzellik, mükâfât, uzak durma ve uzak tutulma) yazılır: Ateşten (cehennemden) berâet (âhirette), nifâktan berâet (dünyada nifâklardan uzak tutulur.). (Tirmizî rivâyet etmiştir.)

Ömer İbni Hattab (radiyallahu anhu) dan: Nebîyullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kim bir mescidde yatsı namazının ilk rek'atini kaçırmadan 40 gece cemâatle namaz kılarsa, bu sebeble ALLAH (celle celâluhu) onu ateşten (cehennemden) azad eder." buyurdu. (İbni Mâce rivâyet etmiştir.. Tirmizî de rivâyet edip hadis mürseldir demiştir.)

Ebu Hureyre (radiyallahu anhu) dan: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kim güzelce bir abdest alır, sonra mescide gelir de müslümanları namazlarını kılmış olarak bulursa, namazı cemâatle kılanların sevâbından hiç eksilme olmaksızın ALLAH ona da cemâate gelip (hazır olup) namazı cemâatle kılanın sevâbı (ecri) kadar ecir verir." buyurdu. (Ebu Dâvud, Nesâî, Hâkim rivâyet edip Müslim şartlarında sahih demiştir.)

İbni Ömer (radiyallahu anhu) der ki: "Biz, bir müslümanı sabah ve yatsı namazlarında göremediğimizde başına bir kaza geldiğini sanırdık." (Taberânî ve İbn Huzeyme rivâyet etmişlerdir)

Semure b. Cündüb (radiyallahu anhu) dan: Nebîyallah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Sabah namazını cemâatle kılan ALLAH Tealâ'nın zimmetindedir (himâyesinde)." buyurdu. (İbni Mâce Sahih isnadla rivâyet etmiştir.)

Selman-i Farisi (radiyallahu anhu) Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) 'ı şöyle buyururken işittim: "Kim sabah vakti sabah namazına giderse imânın sancağı (altında) gider, (kim de işine sabah namazını kılmadan) çarşıya giderse, şeytânın sancağı ile (arkasında) gider." buyurdu. (İbni Mâce sahih isnadla rivâyet etmiştir.)

Muaz İbni Enes (radiyallahu anhu) dan: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Namaza çağıran ALLAH'ın çağırıcısı (müezzin) nı duyup da (özürsüz) cemâate gelmeyen tam anlamıyla cefa'e (boş, bâtıl, yobaz), inançsız ve münâfıktır!" buyurdu. (İmam Ahmed ve Taberâni rivâyet etmiştir.)


Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

4.4.1. Namazda Safların Düzgün ve Sık Olması Kesin Sünnettir :


Enes (radiyallahu anhu) dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Saflarımızı düzgün tutun. Çünkü safları düzgün tutmak namazı tamamlar." (Buharî, Müslim, İbni Mâce ve diğer İmamlar rivâyet etmişlerdir.)

Buharî'nin bir rivâyetinde: ".....çünkü safları düzgün tutmak namazın adabındandır."

Ebu Dâvud'un rivâyetinde ise: (yine Enes (radiyallahu anhu) dan):

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Saflarınızı sık tutunuz, aradaki boşlukları doldurunuz ve bir hizada durunuz. İrade ve kudretiyle yaşadığım ALLAH'a yemin ederim ki şeytânın, kuzu gibi safın boşluklarına girdiğini görüyorum."

Ebu Hureyre (ra)dan; Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Namazda safları doğrultun çünkü saffı doğrultmak namazın güzelliğindendir." buyurdu. (Müslim, Salât 126 (435)

İmam Ali (keremullahi veche) den Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Safları doğru tutun ki kalbleriniz de doğsulsun. Namazda birbirinize yaklaşın ki saflarınız sıklaşsın!" buyurdu. (Taberâni, Evsat'ta rivâyet etmişlerdir)

İbni Ömer (radiyallahu anhu) Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Safları doğru tutun! Omuzlarınızı bir hizaya getirin! Boşlukları doldurun. Namazda gevşek davranarak yanınızdakileri incitmeyin (yüklenmeyin)! Şeytâna girebileceği boşluklar bırakmayın. Ve men vâsala saffen: kim ki safı kavuşturursa (sıkıştırırsa), Vâsalahu ALLAHu: ALLAH da onu vuslat ettirir, kavuşturur (razı olur.) Kim safı keserse (gedik, boşluk bırakırsa) ALLAH da onu (n vuslat yollarını) keser (gazab eder)." buyurdu. (İmam Ahmed, Ebu Dâvud hadisin tamamını, Nesâî ve İbn Huzeyme de sonunu rivâyet etmişlerdir)

Cabir İbni Semure (radiyallahu anhu) der ki: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) yanımıza gelerek: "Dikkat edin... Siz de meleklerin Rabbleri huzurunda saf oldukları gibi saf olun!" "Yâ Resûlulah (sallallahu aleyhi ve sellem)! Melekler Rabbleri huzurunda nasıl saf oluyorlar?" dedik. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Önce ön safları tamamlarlar (doldururlar) ve safta sık dururlar!" buyurdu. (Müslim, Ebu Dâvud, Nesâî ve İbni Mâce rivâyeti)

Enes (radiyallahu anhu) der ki: "Kamet edilince Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) yüzünü bize çevirdi ve: "Saflarınızı doğru ve düzgün tutun ve birbirinize yaklaşın (sıkışın) şüphesiz ki ben, sizi başımın arkasıyla görüyorum (görerek kontrol ediyorum)" buyurdu. (Buharî ve benzerini Müslim rivâyet ettiler)

İbni Abbas (radiyallahu anhu) dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Sizin en hayırlınız namazda çok yumuşak davranıp başkasını rahatsız etmeyeninizdir." buyurdu. (Ebu Dâvud rivâyeti)

İbni Mes'ud (radiyallahu anhu) der ki: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem):Namazda omuzlarımızı bir hizaya getirir, şöyle buyururdu: "Safları düzgün tutun. Eğri, büğrü durmayın ki kalblerinizde birbirinize karşı eğilmesin. En bilginleriniz benim arkamda dursunlar. Sonra bilgi seviyesine göre saf bağlayın." (Müslim ve diğerleri rivâyet etmiştir.)

Bu hadisi şerîfte Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in arkamda dursunlar buyurduğu tâbir Ülûl-âhlâm ve'n nuha dır ki: Gerçek ilhâma mazhar olanlarla anlayışlı akıl sahibleri demektir. İmamların hemen arkasına ise an azından namazın farzını, vâcibini bilenlerin durması gerekir. Zirâ imâmda bir hâl olursa onu yerine çekeçektir.

Nu'man b. Beşir (radiyallahu anhu): Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ı şöyle buyururken işittim: "Ya saflarınızı düzgün tutarsınız, ya da ALLAH (celle celâluhu) yüzlerinizin şeklini değiştirir!" buyurdu. (İmam Mâlik; Buharî; Müslim,Salât,27(430);Ebu Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbni Mâce rivâyeti)

Buharî'nin bundan başka ravilerden bir rivâyeti ise: "Bizim anladığımız kanaatine varıncaya kadar, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) saflarımızı sanki ok düzeltir gibi düzeltirdi. Sonra bir gün kıyama hazır, neredeyse tekbir getirecekti ki göğsü saftan ileri çıkmış birini görünce: "Ey ALLAH'ın kulları ya safları düzgün tutarsınız, ya ALLAH yüzlerinizin şeklini değiştirir. (ters yüz eder)" buyurdu.

Ebu Dâvud'un ve İbn Hibban'ın rivâyeti ise: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) cemâate yüzünü çevirerek: "Saflarınızı düzgün tutun, yoksa ALLAH kalblerinize ihtilâf (mukalefet, ayrılık, anlaşmazlık) düşürür." buyurdu.

Ebu Hureyre (radiyallahu anhu)'dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Erkekler için en çok sevâbı olan ön saflar, en az sevâbı olan son saflardır. Kadınlar için en çok sevâbı olan son saf, en az sevâbı olan ön saflardır." buyurdu. (Müslim, Ebu Dâvud, Tirmizî ve Nesâî rivâyet etmişlerdir.)

Azîz kardeşim;
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ın câmide cemâatle kılınmasını emir buyurduğu namazlar mutlaka ve sadece farz namazları ile kerahat vakti değilse mescide besmele, salâvât ve dua ile girer girmez kılınan tahayyütü'l-mescid (mescidi selâmlama) namazından ibârettir.
Elbette cuma ve iki bayramın namazlarıdır.
Zâten cemâatle de farzlar ve vâcibler kılınır.
Sünnetleri ve diğer nâfileleri Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) evinde kılmış ve kılmamızı emretmiştir.
Bizim için de evde kılmak daha fazîletli ve sevâbtır.
Ne var ki günümüz şartlarında insanların hem câmi hem de evde namaz kılma vakti ve hâli yoktur ve zordur.
Bu nedenle ve zamanla sünnetlerin terk edilmesinden endişe eden İmâm-ı Azam Efendimiz sünnetlerin câmi'de de kılınmasına cevâz vermiştir.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

4.4.2. Namazdan Evlerimizin de Hakları Vardır :

İbni Ömer (radiyallahu anhu) dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "(Farz, vâcib olmayan) namazları evlerinizde kılınız. Onları (evlerinizi) kabirlere çevirmeyiniz." buyurdu. (Buharî, Müslim, Ebu Dâvud, Tirmizî, Nesâî rivâyet etmişlerdir.)

Abdullah oğlu Cabir (radiyallahu anhu) dan; Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Biriniz namazını mescidde kılarsa, evine de namazından bir hisse ayırsın. Zirâ ALLAH kılmış olduğu namazdan dolayı evinde bir hayr (bereket-iyilikler) halkeder." buyurdu. (Müslim ve diğerleri rivâyet etmişlerdir.)

Ebu Musa el Eş'âri (radiyallahu anhu) dan Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem): "İçerisinde ALLAH zikredilen evle, zikredilmeyen evlerin misâli, diriyle ölünün misâli gibidir." buyurdu. (Buharî ve Müslim rivâyet etmişlerdir.)

Abdullah İbni Mes'ud (radiyallahu anhu) der ki: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e: "Evimde kıldığım namaz mı, yoksa mescidde kıldığım namaz mı (daha fazîletli)?" diye sordum.Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Görmüyor musun! Evim, mescide ne kadar yakın. Buna rağmen farz olan namazlar hariç, diğer namazları evimde kılmak, mescidde kılmaktan bana daha sevimli geliyor (tercih ediyorum)" buyurdu. (İbni Mâce ve İbni Huzeyme Sahih'inde rivâyet etmişlerdir.)

Zeyd İbni Sabit (radiyallahu anhu), Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem)'in şöyle buyurduğunu bildirdi: "Ey insanlar! Farzlardan başka (sünnet ve nâfile) namazlarınızı evlerinizde kılınız. Zîrâ kişinin kıldığı en fazîletli namaz farzlar hariç evinde kıldığı namazdır." (İmam Nesâî ceyyid senedle ve İbni Huzeyme Sahih'inde rivâyet etmişlerdir.)

Enes İbni Mâlik (radiyallahu anhu) dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Bazı namazlarınızı (farzlar hariç) evlerinizde kılarak evlerinize ikrâmda bulunun" buyurdu. (İbni Huzeyme, Sahih'inde)

Abdullah İbn Sâd (radiyallahu anhu) anlatıyor: "Ben Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e: "Evimdeki namaz mı yoksa mesciddeki namaz mı daha fâziletlidir?" diye sordum.Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Evime bakmıyor musun? Mescide ne kadar yakındır! Şüphesiz ben, evimde namaz kılmayı mescidde namaz kılmaktan daha çok seviyorum. Farz namaz bundan mestesnâdır." buyurdu. (İbn Mâce, İkamutü's-Salât 186)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) evde (nâfile) namaz hakkında: "Evlerinizi nûrlandırın!" buyurmuştur. (İbn Mâce İkametu's-Salât 186)

4.4.3. Mescidde Diğer Namazları Beklemek ve Mescid Âdâbı :

Namazla ilgili bazı hususlar vardır ki önemlidir:

Ebu Hureyre (radiyallahu anhu) 'dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Birinizi namaz kıldıktan sonra gelecek namaz onu tutarsa (bekletirse); ehline (yuvasına) dönmesine mâni olursa, (bu süre içinde) namaz kılıyormuş gibi sevâb alır." buyurdu. (Buharî ve Müslim rivâyeti)

Buharî'nin bir rivâyetinde ise: "Biriniz gelecek namazı kılmak için yerinden ayrılmadan hazır beklediği sürece namaz kılıyormuş gibi sevâb alır. Melekler: "ALLAHım onu bağışla, ona acı, merhamet et!" diye dua ederler. Bu duaya namazgâhtan ayrılıncaya kadar veya abdestini bozuncaya kadar devâm ederler."

Enes (radiyallahu anhu) der ki: "Bir gece Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) yatsı namazını gece yarısına kadar tehir etti. Namaz kıldıktan sonra yüzünü dönerek: "Namazı beklediğimiz andan itibâren namazda sayılıyorsunuz!" buyurdu. (Buharî, rivâyet etmiştir.)

Ebu Umâme (radiyallahu anhu) dan Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in şöyle buyurduğu rivâyet edildi: "Aralarında boş söz konuşmaksızın bir vâkit namazının peşinden diğer vâkit namazını kılmanın sevâbı illiyyinde yazılır." (Ebu Dâvud rivâyeti)

lâğu: boş, faydasız ve beyhude konuşmak.
İlliyyin: göğün kudsî tabakası.

Cemâatin fazîletli oluşu yanında mescid adâbı da önemlidir:

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Biriniz mescide girdiği zaman 2 rek'ât Tahayyetü'l-Mescid (selâmlama namazı) kılsın!" buyurdu. (Buharî, Salât 60)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Her kim bir kimseyi mescidde kayıp ararken işitirse. "ALLAH onu sana döndürmesin!." desin. Çünkü mescidler bu gibi işler için bina edilmemiştir." buyurdu. (Müslim, Mescid 79)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Mescidde alış veriş yapan birini gördüğünüzde "ALLAH ticâretini kârlı kılmasın!" deyiniz." buyurdu. (Tirmizî, Büyû' 76; Darimî, Salât 118; Beyhâkî 2/447)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Ben mescidi hayızlıya ve cünübe helâl kılmıyorum!" buyurdu. (Ebu Dâvud, Taharet 92; İbni Mâce, Tahâret 126)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Her kim bu pis kokulu sebzeden (sarımsak) bir şey yerse, sakın mescidimize yaklaşmasın. Çünkü melekler insanların rahatsız oldukları şeyden rahatsız olurlar." (Müslim, Mesacid 74)

Enes (radiyallahu anhu) dan; Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) 'in (sarımsağı kasdederek): "Şu bitkiden yiyen bize yaklaşmasın ve bizimle birlikte namaz kılmasın (evinde kılsın,)" buyurdu. (Buharî ve Müslim)

Taberâni rivâyeti ise: "Şu çirkin kokulu sebzeyi yemekten ve böylece câmilerimize girmekten sakının. Şayet mutlaka yiyecekseniz iyice pişirin de yiyin." buyurdu.
Elbette ayak kosusu, ter kokusu v.s. de aynı hükümdedir...
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

4.5. SALÂT DUALARI




Namazlardan sonraki sünnet dualar:

Ebu Zer (radiyallahu anhu) dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kim sabah namazının sonunda (selâmdan sonra oturuş şeklini el ve ayak dahil bozmadan) diz çökerek konuşmadan önce 10 kere: "Lâ ilâhe illallaû vahdehû lâ şerike lehu, lehü'l-mülk ü ve lehü'l-hamdü, yuhyi ve yümitü ve hüve alâ küllî şey'in kadîr: ALLAH'dan başka ilâh yoktur. O birdir, ortağı da yoktur. Mülk ve hamd (saltanat ve övgü) O'na aittir. Diriltir ve öldürür. O'nun herşeye gücü yeter." derse ALLAH ona 10 hasenât (iyilik, sevâb) yazar. Ve 10 seyyiâtını (kötülük, günah) siler. Ve onu 10 derece yükseltir. Bunun söylediği gün akşama kadar bütün zararlı şeylerden korunur. Şeytândan gelebilecek zararlardan muhafaza edilir. O gün ALLAH Tealâ'ya şirk koşmaktan başka hiçbir günah ona zarar vermez." buyurdu (Tirmizî rivâyet etmiş ve hadis; hasen, garib ve sahih demiştir. Nesâî de Ebu Zer (ra)dan; çok az farkla rivâyet etmiştir.)

Nesâî ayrıca Muaz (radiyallahu anhu) dan da rivâyet etmiş ve şu ilâvesi vardır: ".....İkindi namazını bitirince kim bunları söylerse bir bu kadar sevâb da söylediği günün gecesinde verilir."

Haris b. Müslim et Teymi (radiyallahu anhu) der ki: Bana Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Sabah namazını kılınca hiç (dünya kelâmı) konuşmadan önce 7 defâ: "Allahümme ecirni mine'n-nâr:ALLAHım beni ateşten koru!" diye dua et. O gün ölürsen ALLAH seni ateşe karşı himâyesine alır.Akşam namazı kılınca dünya kelâmı konuşmadan 7 defâ: "Allahümme ecirni mine'n-nâr!" diye dua et. O gece ölürsen ALLAH ateşe karşı seni himâyesine alır." buyurdu. (Nesâî rivâyet etmiştir ve metin onundur. Ebu Dâvud'da rivâyet etmiştir.)

İmare b. Şebib es Sibaî (radiyallahu anhu) Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kim akşam namazının hemen ardından (oturuşu bozmadan) 10 defâ: "Lâ ilâhe illallahu vahdehû lâ şerike lehü lehü'l-mülkü ve lehü'l-hamdü yuhyi ve yümitü ve hüve alâ küllî şey'in kadîr!" derse. ALLAH onun için koruyucu meleklerini gönderir ve sabaha kadar onu şeytâna karşı korurlar. ALLAH ona azabdan kurtarıcı 10 hasenât yazar. Ve onu azaba götürücü 10 seyyiâtını siler ve ona 10 mü'min (esiri) âzâd etmiş (hürriyetine kavuşturmuş) kadar sevâb verilir." buyurdu. (Nesâî ve Tirmizî rivâyeti)

Ebu Eyyüb (radiyallahu anhu) dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kim sabahladığında 10 defâ "Lâ ilâhe illallahu vahdehu lâ şerike lehû, lehü'l-mülkü ve lehü'l-hamdü ve hüve alâ küllî şey'in kadîr" derse. ALLAH ona 10 hasenât yazar, 10 seyyiâtını siler ve mertebesini 10 derece yükseltir. Bu sözler ona 4 köle âzâd etmeye denk olur ve akşama kadar melekler onu korurlar. Kim akşam namazını kılınca bunu söylerse sabaha kadar aynı mükâfâtları alır." buyurdu. (İmam Ahmed, Nesâî. İbni Hibban rivâyet ettiler.)

İbni Ömer der ki: Biz Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile birlikte namaz kılarken cemâatten biri: "ALLAHu ekberu kebiren, ve'l-hamdulillahi kesiren, Subhanallahi bûkreten ve esilen: ALLAH en büyüktür, bütün övgüler ALLAH'a mahsustur. Akşam ve sabah bütün noksanlıklardan uzaktır." dedi. (Bunları işiten) Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) (namazı kıldıktan sonra): "Bu sözleri söyleyen kim?" diye sordu. Cemâatten birisi:" Benim, Yâ Resûlullah!" dedi. "Bu sözlere hayret ettim. Bunlar için semânın kapıları açıldı..." dedi. İbni Ömer der ki: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den işittiğimden bu yana bu sözleri hiç bırakmadım." (Müslim, rivâyet etmiştir.)

Rıfaa İbni Rafi er-Ruzakî (radiyallahu anhu) der ki: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in arkasında namaz kılıyorduk. Başını rükû'dan kaldırırken "Semiallahu limen hamîdeh:ALLAH kendisine hamd edeni işitir" deyince, arkasına namaz kılanlardan biri: "Rabbena leke'l-hamdü hamden kesiren tayiben mübâreken fih: RABB'ımız hamd senin içindir. Pek çok, ayıplardan arınmış ve bereketli övgüler olarak..." dedi. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) namazı bitirince "Bu sözleri söyleyen kim?" diye sordu. O kimse de: "Benim!" diye cevâb verince: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Bu sözleri ilk ben yazayım diye koşuşan 30'dan fazla melek gördüm." buyurdu. (Buharî, İmam Mâlik, Ebu Dâvud ve Nesâî rivâyetleri)

Ebu Hureyre (radiyallahu anhu) dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "İmam: "Semiallahu limen hamîdeh" deyince siz de "Allahümme Rabbena leke'l-hamd: ALLAHım! RABB'ımız! Hamd Sana mahsustur" deyiniz. Zirâ bu sözü meleklerin söylemesine (aynı anda) rastlayan kimsenin geçmiş günahları bağışlanır." buyurdu. (Buharî, Müslim, Ebu Dâvud, Tirmizî ve Nesâî, rivâyetleri)

Buharî ve Müslim'in bir rivâyetinde Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Rabbenâ leke'l-hamd" deyin! buyurmuştur.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Kur'ân-ı Kerîm'deki Tilâvet Secdelerini yaparken; "Allahümme leke seceddü, Ente Rabbi, secede vechi lillezi şakka sem'âhu ve basarahu Tebârekekallahu ahsenü'l-Halikin!" buyururdu
. (İmamı Ali (Keremullahi Veche) den İbni Mâce, Sünen Salât 1054; Müslim; Nesâî; Şâfiî, İmam Ahmed, Dârekutnî uzun metinlerle rivâyet etmişlerdir.)


İmam Nesâî'de ki rivayet:

Ali (r.a)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v) secde ettiğinde şöyle dua ederdi: “Allah’ım! Senin için secde ediyor, Sana teslim oluyor, Sana iman ediyorum. Yüzüm ve özüm kendisini yaratana, şekil veren ve bu şekli en güzel yapan, göz ve kulak veren Allah’a secde etmektedir. En güzel yaratıcı olan Allah, ne kadar kutlu ve yücedir.” (Nesâî, secde 1114; Tirmizî, Dua: 32; Müsned: 691)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

4.6. RESÛLULLAH (sallallahu aleyhi ve sellem) VE SILA SALÂTI -1


Azîz kardeşim,
Muhammedî Tasavvufu arza çalıştığım kitabımızda da önemle üzerinde durduğum ve âyet, hadis ve delillerle ortaya koyduğum husus; insan aklının kulluk yapabilmenin olmazsa olmaz şartı olduğu, öğretimi ve eğitimi idi...
Aklın kendisine verilen ilâhî kabiliyet, isti'dâd ve kapasite ile algılama gücü sınırlı ve sorumlu idi...
Akıl en ileri teknik ve imkânla dahi olsa anlayamadığı sonsuz sayıda somut ve soyut sorun ve problemlerle başbaşa olup, bu dün, bugün ve yarın da böyledir.
Akıl; fikretme, hafıza, algılama, tasavvur, hayal kurma, farketme v.s. gibi pek çok fonsiyonu içeren melekenin ana adıdır. Tıpkı bir bilgisayar merkezi gibi...
Bizim inancımızda tüm sistemin ve aklın çalışmasında ana enerji kaynağı (elektrik gibi) Nûr-u Muhammeddir.
ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL ferman buyuruyor ki:

"ALLAH göklerin ve yerin nûrudur..." (Nûr 24/35)

İlk halkedilen "ilk şey" (küllî şeyin anası, ümmü) Nûr-u Muhammeddir. Şöyle düşün ve anla ki; Bembeyaz ve bomboş bir kağıda elindeki kalemin ucunu dokundurduğun andaki NOKTA ilktir, anadır ve küllî şey'in aslıdır. Bu noktanın hareketinden harfler (isim, sîret, mânâ, ilim, irfân v.s.) ve hadlar (çizgi, şekil, sûret,madde, cisim v.s) ortaya çıkar...
Bir "ŞEY" kimliğiyle DEVRÂN ÂLEMİ'ne gelen herşey (kullî şey)'in her zerresi ve her hücresi; ilâhî ve fıtrî Emrullahı işler. Asla dışına çıkamaz. Dişler bir noktadan sonra uzayamaz. Tırnaklar ha bire uzar... Saç, sakal uzar da kirpikler sınırda bekler durur... Koyun hep koyunluk, serçe serçelik, taş da taşlık yapar...

"Yeri uzatıp yaydık, orada sabit dağlar yerleştirdik, yine orada miktarı ve ölçüsü belirli olan şeyler bitirdik." (Hicr 15/19)

Medednaha: onu (yeryüzünü) yaydık, üç boyutta uzattık.
Mevzun: ölçülü, hesablı, hikmete uygun mûnâsib, hârika, güzel, değerli, dengeli, düzenli ve tartılı demektir...

"Göklerde ve yerde bulunanlarla (küllî şey) dizi dizi(saf saf) kuşların ALAH'ı tesbih ettiklerini görmez misin? Her biri (herşeyin herbiri) kendi salâtını ve tesbihini (öğrenmiş) bilmiştir. ALLAH, onların yaptıklarını hakkıyla bilendir. Göklerin ve yerin mülkü ALLAH'ındır; dönüş de ancak O'nadır." (Nûr 24/41,42)

İnsanın aklı ve nefsi dışındaki küllî şey, ulaşım yolunu ve yörüngesini (salât) ve yürüme (tesbih) şekli ile şartlarını fıtraten bilmekte ve bu hayatta da mecburen, harfiyyen ve memnuniyetle uygulamaktadır.
Tek hücreli amip ile fil, zerre ile kürre cümlesi itirazsız rızada kendi kader yollarında yürürler.
İnsanoğlu ise kendisine bahşedilen akıl nûrundan dolayı küllî şeyin (mâsivâ) üstünde bir üstünlüğe kavuşmuştur.
Sınırlı aklı kadar sorumlu kılınmıştır.
Aklı kadar imtihana tâbi' tutulmuştur.
Ezel âleminde Rübûbiyyet Tevhidine şâhid olduğuna dair söz alınmıştır.
Bu âleme getirilip imkânlarla denenmiş ve son nefesinde Ulûhiyyet Tevhidine şâhidliği istenmiştir.
İki tevhidin içeriği, anlaşılması, inanılması ve yaşanılıp şâhidi olunmasının kuralları Kitabullah ile bildirilmiştir.
Tevhidullahı tebliğ edici, öğretici, eğitici ve tatbik edici olarak Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) gönderilmiştir.
Hüsniniyyet, samîmîyyet ve ciddîyetle Rabbü'l-âlemin'e kulluk (ibâdet) emredilmiştir.

"İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece "İmân ettik!" demeleriyle bırakılıverileceklerini mi sandılar?Andolsun ki Biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir. Elbette ALLAH doğruları (sadık) ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır." (Ankebut 29/2-3)

"......(İnsanların) bir bölümü cennette, bir bölümü de çılgın alevli cehennemdedir." (Şurâ 42/7)

".... Muhakak ki ALLAH katında en değerli olanınız (ekreminiz), O'ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz ALLAH, bilendir, her şeyden haberdârdır." (Hucurât 49/13)

Takvâ, vikaye, kendini koruma...
Evvel sözü, âhir sözü aralarındaki zâhir-bâtın imtihanı ve insan...
El KERÎM (celle celâluhu) olan maddî ve manevî sonsuz ni'metlerini lûtfeden ALLAH Tealâ bunca ikrâmını takdir edenleri, "Ekrem" olmakla şereflendirip şartını ise ALLAH (celle celâluhu) dan korkmaya bağlıyor...
Buradaki korkmak, akrebden korkmak gibi değil de, aklın; önünü, sonunu düşünüp acziyet, fakriyet, zillet ve illet sıfatlarıyla sınırlı ve sorumlu oluşunu iyice anlayıp Rabblık hevesine (sıfatlarını giymeye) kalkışmaması ve böylesi alçakça bir ihânetten kendisini korumasıdır.
Kısaca kendi kendine ve nefsine zulmetmemesidir.
Cenneti tercih edip cennetlik bir hayat yaşaması, cehenneme götürücü cehâlet, gaflet, dalalet ve ihânetten şiddetle kaçınması ve ALLAH (celle celâluhu) dan korkmasıdır...

Muradullah olan; mükerrem, mübârek ve muhteşem kulluk yapabilmek için ise tek örnek insan ve Rahmetenli'l-âlemin (âlemlerin tümüne rahmet) olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) i iyi tanıyıp, tanışıp, bilişip, buluşup, teslim olup, imân edip, tâbi' olup ve itâat ederek ve Muhammedî oluş şuûruna, nûruna, sûruruna ve onuruna ulaşıp Emrullahı (kulluk yapmayı) O'nun imamlığında dostoğru yerine getirmek gerekmektedir.

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), ALLAH Tealâ'nın muhabbetini seyran için merhameten yarattığı Devrân Âleminde ilk noktadır.
Mahlûkat için merhametin ve muhabbetin ta kendisi olan Habibullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'dır.
Hasbî hizmet Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in her âlemdeki hâlidir.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) sistemim herşeyidir.
Bizim de her şeyimiz sahibimiz ve efendimizdir.
Kur'ân-ı Kerîm'de ALLAH Tealâ, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e teslim olmayı, imân etmeyi, tâbi' olmayı ve itâat etmeyi emretmiştir.

"Peygamber, mü'minlere kendi canlarından (nefislerinden) daha yakındır (evlâdır)..." (Ahzab 33/6)
Evlâ: daha uygun, daha lâyık, daha lâzım, daha yakın daha iyi, daha üstün olandır.

"Andolsun ki Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), sizin için, ALLAH'a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve ALLAH'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir." (Ahzâb 33/21)

Üsve: imtisâl numûnesi, örnek alınacak insan. Birine uyulması için gereken tavır metod ve örnek olma vasıflarına haiz olan.

Ve daha nice âyetlerle övgüyle anlatılan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e tâbi' olmak "ALLAH ve Resûlüne tâbi' olun..." emirleriyle defalarca bildirilmiştir.

"(Resûlüm!) de ki: Eğer ALLAH'ı seviyorsanız bana uyunuz ki ALLAH da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. ALLAH son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir." (Âl-i İmrân 3/31)

"...... Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının. ALLAH'dan korkun. Çünkü ALLAH'ın azabı çetindir." (Haşr 59/7)

Bir kimseye bir emir (Emrullah) veriliyorsa ve yapmaya mutlaka mecbur ve me'mur ise; bu emri verenin bir maksadı ve gayesi (Muradullah) mutlaka vardır.

Artık çocuk bile biliyor ki; parmağımızdaki yüzüğün, gözümüzdeki gözlüğün ve ayağımızdaki ayakkabının kesinlikle bir ustası var ise parmağımızın, gözümüzün, ayağımızın ve tüm bu sistemin de bir ustası vardır ve ustaların ustasıdır...

Muradullah açıkça ve ortadadır: Son sözün (Ulûhiyyet Tevhidine Şehâdet) ilk sözüne (Elest Meclisindeki Rübûbiyyet Tevhidine) uysun...

Emrullah ise: Bu imkânla imtihan âleminde neler yapacağımızın anayasa (Kur'ân-ı Kerîm), yasalar (sahih hadisler) ve tüzüklerle (sünneti seniyeye) ile bildirilmesi ve örnek yaşayış olarak ise:
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) olan Muhammed Aleyhis-selâmın; getirip, bildirilip ve tebliğ ettiklerinin (Emrullah), aynı zamanda Abdullah da olan Muhammed aleyhi's-selâmın (ürvetü'l-hasene) örnek hayatının bire bir tekrarıdır...

İslâm, teslimiyettir.
Müslim: teslim olandır.
Rabbü'l-âlemin'in kulu olarak Rehber-i Mutlak, Mürşid-i Mutlak ve İmam-ı Mutlak Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e teslim olmamız ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in emridir.

"Muhakkak ki ALLAH ve melekleri, peygambere hep (çok) salât ederler. Ey imân edenler, haydi siz de ona salât edin ve tam bir teslimiyyetle (teslim olun) selâm verin (salât-ü-selâm getirin.)." (Ahzab 33/56)

Teslim (çoğulu teslimât): bir emâneti yerine verme. Bir şeyi gerçek sahibine verme. Hakikati söyleme. Kendisini ilâhî kadere bırakma. Selâm verme. Selâmetle dua etme. Âfetten masûn kılmadır. Boyun eğmedir türkçesi...

İlahî ferman: salât ve teslim...
Ulaş ve bildirdiklerine (Emrullah'a) boyun eğ...
Kâinât Kâbe'sinde imâm-ı mutlak olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e uy...
Kulluk kıyamında, rıza rükû'unda, "Subbûhûn, kuddûsun..." secdelerinde ve teslimiyyet teşehhüdünde...
Teslimeyet Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) evvel, âhir, zâhir, bâtın İmâm-ı Mutlak olunca, istikamet kıblesi elbette ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL dir.
İnancımızın temeli ve ilk noktası budur.

"İşte onun için sen (tevhide) dâvet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol..." (Şûrâ 42/15)

Emrolunduğun gibi dostoğru git! (istikamet et!)...
Muradullah olan Tevhide ulaş ve ulaştır....
Çünkü sen mü'minlerin imâmı ve sahibisin yâ Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)...

"O hâlde seninle beraber tövbe edenlerle birlikte emrolunduğunuz gibi dosdoğru ol (istikamet et)..." (Hûd 11/112)

"Şüphesiz, RABB'ımız ALLAH'tır deyip sonra dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerine melekler iner, onlara: "Korkmayın, üzülmeyin size vâdolunan cennetle sevinin!" derler." (Fussilet 41/30)
İnsanları ve cinleri kendisine kulluk yapmaları için yaratan ALLAH Tealâ:

"Ben cinleri ve insanları ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım." (Zâriyât 51/56)

"Ve sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar RABB'ıne kulluk et (ibâdet et)..." (Hicr 15/99)

Emriyle son noktamızı koymuştur...
Her zaman, her yer ve herhâlde; herkes ve herşeyle birlikte BİLELİK KULLUĞU...
İlim, irade, idrak ve iştirak ibâdeti...
İlim ve edeb erdemi...
İrfan ve erkân ikrâmı...
Rızaullah ihsânı...
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Azîz Kardeşim,
Âcizâne, arzedebildiysem anlayıp da anlatabildiysem, bildin ve anladın ki; Her sözü (i'tikad) ondan duyup, ona teslim olup ona uyduğumuz ve onun ümmeti olduğumuz velîy-i ni'metimiz sahibimiz ve her şeyimiz Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'i iyice bilmeliyiz.
Resûlullah olan Muhammed Aleyhi's Selâmın bildirdiğine (vahy-i cehri, vahy-i hafî) inanıp duyup ve uymalıyız...
Abdullah da olan Muhammed aleyhi's-selâm ilâhî emri güzel ve özel tek örnek olarak nasıl uyguladı ise öyle ve ihlâsla uygulamalıyız...

Ben, sen, o; biz, hepimiz hamdolsun Muhammedîyiz...
"Öyle miyiz? Değil miyiz? İmtihanın içindeyiz...
Özlerimiz ve sözlerimiz; yâni inanç ve i'tikadımız öyle mi? Amelimiz, fiillerimiz öyle mi?
Ne dersin azîz can kardeşim öyle mi?
Seyr-ü-sülûk diye çırpınanlar...
Seyr-ü-sülûk'u akıl, fikir ermez ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'de rastlanmayan bir anlayışla anlayıp insanları zorluk, darlık ve sıkıntılara sokanlar...
Tarikatı, içi boş zikir bardakları sananlar...
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e teslim olmadan ALLAH Tealâ 'ya istikamet ettiğini sananlar...
Kısacası İmam-ı Mutlak Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e uymadan ibâdet edenler...

"Ey imân edenler ALLAH'ın ve Resûlünün huzuruna öne geçmeyin. ALLAH'tan korkun. Şüphesiz ALLAH işitendir, bilendir." (Hucurât 49/1)

Şucular, bucular... Geliniz... Ey imân edenler, nefsim başta olmak üzere hepimiz bir daha imân, imân edelim:

"Ey İMÂN EDENLER... ALLAH'a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitab'a ve daha önce indirdiği kitaba İMÂN EDİNİZ..." (Nisa 4/136)

"Yâ eyyuhellezine âmenû!... âmenû!..." İmânı gözden geçirip, yeniden imân...

Muhammedî oluş şuûruna sıla, ulaşım ve vuslat...
Evvel-âhir-zâhir-bâtın Muhammedî olduğunun farkına varış...
Nûr-u Muhammed'e ve Nûrullaha ulaşım...
Salâvat ve salât...
Sırr-ı sıfır olan sall ve sıla...
El ele Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ve ellerin üstünde Yedullah (ALLAH celle celâluhu'nun kudret eli)...
Eşhedü enlâ ilâhe illâ ALLAH ve Eşhedü enne Muhammeden abdühû ve Resûlühü...
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e teslimiyet müslimliği ve ALLAH Tealâ'ya İmam-ı Mutlak (sallallahu aleyhi ve sellem) ile istikamet mü'minliği...
İçinde yaşadığmız ve insan aklına durgunluk veren sonsuz sayıda ve hârikalıkta var edilen herşeyin var oluş sebebi ve hikmeti, insanoğlunun RABB'ısına (celle celâluhu) kulluk etmesi için imkân âlemidir.
ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL, Resûlullah, Hakk Erenler ve tüm kâinât bizim imkânla imtihan olan kulluk görevimizde hasbî hizmettedirler...
Haydi... Sen, ben, o ve biz, biz hepimiz; "ile", "bile" ve Muhammedî "Biz" olarak el ele kan kana ve can cana; alt-üst-ön-arka olmadan saf safa ve tesbih gibi İmam-ı Mutlak imâmiyesinin, tevhid tesbihine dizilelim; imâmımızı duyup (teslimiyyet, salâvât) ve imâmıza uyup (istikamet, salât) kulluk köprüsünü son nefeste hakkın ve hayrın şâhidleri olarak geçelim... Sırr-ı sıfır sıratımız olsun...
Resûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem)'in kalbinde girelim cemâl cennetlerine...
Ravzasında rıza bulup râziyyeten-merziyyeten olalım...
Sistemin ve bizim sahibimiz Rabbü'l-âlemin olan ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'e, O'nun bizim için olan duasıyla dua edelim:

"....Ey RABB'ım... Beni nefsime hâkim kıl ki bana ve ana-babama verdiğin ni'metlere şükredeyim ve razı (hoşnut) olacağın sâlih amel (iyi bir iş) yapayım ve beni rahmetinle sâlih (iyi) kulların arasına sok (dahil et)" dedi." (Neml 27/19)

Euzi'ni: ihsân et, kendime hâkim kıl, muvaffak et, şükürden uzak kalmayayım! demektir...
Âmin
yâ Muîn,
yâ Lâtif,
yâ Kerîm,
yâ Rahîm,
yâ Rahmân,
yâ Hannân,
yâ Mennân,
yâ Deyyân,
yâ Furkân,
yâ Sultân,
yâ ALLAH (celle celâluhu)....


Azîz kardeşim;
Karınca kaderince namaz (salât) ile ilgili âyet-i celileri, hadis-i şerîfleri ve Hanefi Fıkhına göre ilmihal bilgilerini arzettik.
İşin aslını astarını sıraladık...
Şimdi ise kimselere bir şey söylemeksizin baştan sona Muhammedî Tasavvuf Tenceresinde iki rek'ât sıla (salât) aşı pişirip Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Salâvât Sofrasını serelim.
Biz, bize kaşık olalım.
Vuslatta El VEDÛD (celle celâluhu) ya âşık olalım...

Namazların vakti vardı...
İki şeyin münâsebetinden olay, iki olayın münâsebetinden zaman, iki zamanın münâsebetinden zann doğar ki aklın zannlarını nakl süzgecinden geçirmek de şart idi...
Herşey ve her nefes vakitlidir.
Mîkatlidir (bir iş için belirlenen vakit, zaman, yer).
Tıpkı, haccederken ihram mîkat yerleri gibi...
Oraya varan kimse, vardığı anda; "Benlik" elbisesini soyunup Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e teslim olup, O'nun "Biz" bürgüsünü bürünüp, kulluk kefenini giyinerek ve O'nun imamlığında Beytullah'a istikamet eder...
Her nefesin tevhide şâhidliği şarttır ki bu; Şe'enullah'a şimdi şu anda ve mutlaka iştiraktir.
Elbette her nefeste tevhid farz değildir ancak bu hâl zikr-i dâim "ER"lerin hüneridir...
Kemâlatta her iş ve bildirilen haberler vakitlidir.
Askıda olan asla yoktur;

"Her haberin gerçekleşeceği (kararlaştırılmış) bir zamanı vardır. Yakında (siz de gerçeği) bileceksiniz." (En'âm 6/67)

Biz bu günün insanlarıyız ve âhir zamandayız... Millette (halkta) merhamet ve devlette adâlet kaybolmuş...

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in: "Nasılsanız öyle idâre edilirsiniz!" (Deylemî, Müsned III/305 (4918); Aclûnî, Keşfü'l-Hafa II/166 (1997) buyurduğu tecellî etmiş...

"İşte böylece işledikleri günahlardan ötürü zâlimlerin bir kısmını (vâli, idâreci olarak) diğer bir kısmının peşine takarız... (üstlerine idâreci kılarız!)..." (En'âm 6/129)

Âyet-i celilede geçen veliyy: idâre etmek, düzenlemek, işi üzerine almak. Vellâ: birini bir işe idâreci yapmaktır.

Pek çoğumuz hevâ ve hevesle tamah ve hırsın pençesinde boğuşuyoruz. Kibirin, kirin, garazın kol gezdiği meydanlarda yerler yağlı deli de kayıyor, velî de.
Çocuk da, yaşlı da, iyi de, kötü de...
Fitne devrinde denkleşmişiz ve imkânlarımızla imtihana gelmişiz... Canlarımız, cisim ve isim bulmuş cihanda...
Canlar cengine bizde çıkmışız...
Yol yokuş, yolcu yorgun...
Hakkın ve hayrın kervanı tenha ve temiz yollarda...
Tevhid tüccarları cirit atıyor...
İt izi kurt izine karışmış...
Aklımız karışmış, ayaklarımız şaşırmış ve cidden çok yorulup İslâm Âlemi olarak uyuya kalmışız...
Elektriği kesilmiş muazzam bir fabrika gibi sessizlik, ıssızlık, yalnızlık ve karanlıga gömülmüşüz...
Derdlerimizi derd etmişiz de bizi derdlerimiz çökertmiş...
Umudlarımız korkuya yenilmiş...
Kalbî basîret bağı kopan kafa basarımız donmuş...
Göz kapaklarımız karanlığa kapanmış...

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "En nâsü niyâmün fizâ mâtü intebâhu: İnsanlar uykudadırlar, öldükleri zaman uyanırlar." buyurdu. (Aclûnî, Keşfü'l-Hafa II/414 (2795))

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Men istevâ yevmehu fehûve magbunun: İki günü eşit olan ziyandadır." buyurdu. (Deylemî, Firdevs III/611 (5910)

İşte arz-ı hâlimiz bu ve böyle iken...
Aklın, bitmeyecek sandığı ve aklı saran karanlığın göbeğinden, merkezinden enfüsünden, habli'l-verid vâdisinden, Medine-i Mûnevvere'den tüm sistemin sinesine seslenen bir ezân başladı...Yeni başlamadı da biz yeni farkına vardık...
Müezzin-i Mutlak olan Muhammedü'l-Emin, Rahmetenli'l-âlemin ve Nûru'l-Zeminü'l-Zamanü'l-Arş (sallallahu aleyhi ve sellem) in Tevhidullahı tebliğ, tenzir, tebşir ve teşehhüd ezânı...
Uyan... Kalk ve: özüyün özündeki Subhanî ve Samedanî sesi ve sözü dinle...
Ümide ünleyeni dinle...
Biz, el ele, gönül gönüle, can cana ve bile dinleyelim...

"Semiğna ve ateğnâ..." diyelim...
"Daha şimdi, şu anda duyduk ve uyduk!" diyelim...
Evvelinde o âlemde Rübûbiyyet tevhidine şâhid olup âhirinde bu âlemde ulûhiyyet tevhidine de şâhidi olacağımıza verdiğmiz ahd-ü misâk'ı unutup da; uyduğumuz gaflet, cehâlet, delâlet ve ihânet uykusundan uyanalım...
Merkezdeki, içteki, enfüsteki emânete sadakatsizlikle; muhitteki, dıştaki, âfâktaki, ni'mete adâletsizlik uyurgezerliğinden uyanalım...
İfratta taşkınlık, tefritte şaşkınlık olan şucu, bucu oluş sarhoşluklarından; bizi, sadrımızın sır sur'una üfürülen ruhanî naz-niyâz nefhasının Subhanî sesi; özümüzdeki HAKK'a tapmaya, yüzümüzdeki hayrı yapmaya uyandırsın ve ayıktırsın...İnşâallah...
Elbette hidâyet ALLAH (celle celâluhu) dan,
şefâat (şifâ) Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den,
himmet Hak Dostlarından...
Ancak, hakka ve hayra gayret de bizden ya...

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Nasıl ölürseniz, öyle dirilirsiniz..." buyururken nasıl yatarsanız öyle kalkarsınız buyuruyor... Niyyet hayr, akibet hayr! Amel ise sözümüzün eri olmak ve isbat etmektir.

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'i özümüzde duyalım ki derhâl uyabilelim...
Kimin kalbinde Resûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem), ezel-ezânını okursa ebedî uyanmış ve dirilmiştir...
Artık uyuyumaz da, ölmez de...
Ayaklarından tavana asılsa her hücresi hâlihazır, nazır ve murakıb olan RABB'ısına salât eder artık...

Her yerde her zaman ve herhâlde Muhammedî oluş şuûruna ulaşan âşıklara uyumak korkusu ve ölmek hüzünü yoktur kardeşim...

Ölümü tatmak elbette var...
Pek çok âyet var...
Ve çok çok ölenler var!..
Ne var ki bu yeryüzünün toprağından yapılan tevhid testisi günü gelince kırılırsa gam değil, Muhammedî olanın, suyu zemzem ve bâkidir.
Boş, çatlak ve zehir dolu testilerin ahmak sahiblerine ise Muhammedî muhabbet, merhamet ve hasbî hizmetle Hakikat-ı Muhammedîyeyi anlatmak ve yaşatmak mecbur ve me'mur olduğumuz aslî görevimizdir...
Kulluk imtihanı ve çilesi gereği uyuyorduk.
Kulluk kapımızın zevk zilini Rıza Rehberimiz ve tevhidin tek tenzircisi (umuda uyandırıcımız) Hidâyetullah ile uyandırdı...
Gaflet gecesinde şehâdet şafağı söküyor...
Euzû besmele ile uyandık ve kulluk Kâbe'mizin merkezinde Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in sabah ezânını dinliyoruz:
Biliyorsun ki kulluk kişiliğimiz ve kimliğimiz iç içe geçmiş olan letâiflerimizin cem'idir.
İlk dört letâif ki beden, nefs, kalb ve ruh kulluk göreviyle mükelleftir.
Diğerleri ise Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e tam teslimiyet ve ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'e İmam-ı Mutlak (sallallahu aleyhi ve sellem)'e uyarak yapılabilen istikamet seyr-ü-sülûku sırasında ve sonucunda bahşedilen lûtf-ü-ikrâm ve ihsân makamlarıdır.
Bizi acilen ilgilendiren ise ilk dördü, çünkü biz can derdindeyiz...
Kulluk Kâbe'si de tıpkı Kâbetullah gibi 6 yüzlüdür.
Yedinci yönü (yüzü), özü (içi)dür.

İnsan Kâbesi; özünde (habli'l-verid) şah damarından da yakîninde olan sistemin Sahibine şehâdet şerefinden dolayı mükerremdir.
İnsan kâbesinin dört hûrmeti (haramlığı) vardır:
İnsanın canı, malı, ırzı ve hakkında sû-i zannn (kötü sanı) beslemek kesinlikle haramdır.
Mescid-i Haramdaki (Mekke'deki) Beytullah'ın ise bir haramlığı olup saygılı davranmamız ve hürmet etmemiz farzdır.
Hacc Kâbe'si müşerreftir (şerefli kılınmıştır) ve Halil (aleyhi's-selâm) yapısıdır.
Hakk kâbesi olan insan ise, mükerremdir (keremli kılınmıştır) ve El Celîl (celle celâluhu) yapısıdır.
Mukayese etmeden Muhammedî gerçeği dile getiriyoruz ve ikisi de bizim diyoruz.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »


Muhammedî tebliğ tezini Kâbe'ye benzetir de zevk edersek:



4.6.1. Kulluk Kemâlât Kâbesi

Resim

İnsan sûretinde yaratılan, aklı olan, maddeten ve mânen erğinliğe ulaşan-rüşde eren, Muhammedi Tebliği duyan ve hür olan her insanoğlu;
İçinde yaşadığımız sistemi ve BİZi de yaratan Rabbülâlemin’e KULluk yapmaya, Me’mur, Mecbur, Muhtaç ve Mahkümdür…
Âlemde olan Âdemde de vardır..
Zerre için geçerli Sünnetullah Kürre içinde geçerlidir..
Kulluk İmtihanımızda İlahî İlimi getirip Muhammedî Edeb içinde öğreten ve eğiten Resûlullah sallallahu aleyhi vesselem dir.
Her insan nefsinin, Devran – Seyran – Cevlan – Hayran aşamalarında,
Şu İmtihan salonundaki seyr ü sülûk oluşumunda,
Kulluk Kemâlât Kâbesini gönül gözlerimizle bir daha gözleyelim…
6 yüzü 8 köşesi ve 12 ayrıtı olan bu Kimlik ve Kişilik Kâbemizde “Öz”ümüze dönük 7.inci yönü;
Bilmede, Bulmada, Olmada ve bizzzât Yaşayıp şâhidi olma da,
Resûlullah Muhammed aleyhisselâm’ın “BİZ”i “BİRR” e çağıran yüce sesini duyalım ve uyalım İnşâallah…







1- Taban :
Esfeli safilin ve kulluğun alt sınırı olup bunun altına düşenler nefislerine zulmeden ve akıllarına ihânet eden zâlim, kâfir, münâfık ve müşriklerdir ki "Belhum edallun..."
Hayvandan da aşağı düşüp şeytânın bile korktuğu Rabblik iddiasına kalkışan Firavun'u önder seçen, bâtılı ve şerri tercih edenler...
ALLAH korusun...


2- Birinci yüz :
Şerîat-ı Muhammedîyye yüzü: öze ve içe giriş kapısı olan yüzdür.
Tavaf kırmızı çizgisinde kulluk yürüyüşü burda başlar ve İbrâhim (aleyhi's-selâm) atamızın namazgahı (musalla: sall olan, sıla yolu) burdadır.
Bu yüzde söz, i'tikad ve teslimiyet esastır. Kapısına tutunan rahatsız edilemez ve müstelzim (istilzam eden, gerektiren) yeri olup "Beynehu, Beynallah...
Kul RABB'ısıyla..." İmam burada cemâate imâmlık yapar. Tavafın başlangıç noktası ve bitiş noktası aynı noktada buluşur ve buradadır.
Başlangıç Fâtihası (anahtarı) dır. Şartû'l-Şarttır.
Tavaf şükür namazı bu bölgede kılınır v.s. Kâbetullah ile birebir örtüşür...


3- İkinci yüz :
Tarikat-ı Muhammedîyye yüzü: Hicr-i İsmail (aleyhi's-selâm)'ın bulunduğu yön ve yüz: İsmail (aleyhi's-selâm)'ın ve annesi Hacer Annemiz’in hicret hücresi (kabr-i şerîfleri) buradadır.
Etrafı duvarla çevrili, Kâbe'nin içi sayılan, namaz kılınıp, tavaf geçişi yapılmayan yerde yatmaktalar...


Hicr: ayrılık ve hicrandır.
Hicret böyle...
Halkın rastgeleye yaptıklarından ayrılıp Tarikat-ı Muhammedîye olan Fırka-i Naciye yoluna hicret etmek...
Kâbe'nin semâsından Altın Oluktan akan Sûnnet-i Seniyye ile arınıp durunup amel-i sâlihi, aynı zamanda Abdullah da olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) gibi işlemek...
Ciddî ve samimî gayret etmek...
İsmail (aleyhi's-selâm)'ın kulluk tatbikatını (kurbanlığını) Kur'ân-ı Kerîm'den dinlemek...
Teslimiyyeti ve istikameti Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in atasından ve aslından almak...
Kim kime kurban...
Kesen kim, kesilen kim ve kestiren kim?.
Kimlik kimliği?
Bunları gerçekten âcizâne zevkler olarak arzediyorum.
Maksad Muhabbetullah...
Ve Muhabbet-i Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)...
Duyuş, uyuş ve anlayış inceliği...


4- Üçüncü yüz :
Mârifet-i Muhammedîyye yüzü:Rükn-i Yemâni yönü: zâhirinde yemenliler tarafı dense de bâtının da Ashab-ı Yemin rüknû denmesi de doğrudur. Rûkn: sağlam olan taraf, esas ve temel direk anlâmınadır ki Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in ahlâk sahası olup gerçek ve uygundur. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in selâmladığı boz taş buradadır. Selâm ve selâmet, ahlâk ve muhabbet meydanı!


5- Dördüncü yüz :
Hakikat-ı Muhammedîyye olup Hacerü'l-Esved'in bulunduğu yüz ve yöndür. Hâller âlemidir ki hâl sahibi ile RABB'ısı arasındaki sırdır.
Sır simgesi olan Hacerû'l-Esved: simsiyah taş, Nûr-u Muhammed rengi olup kendisinden başka renkleri yutup yok edici Ahmedîyyet sırrıdır.
Sırr-ı Süveydâ derler... Karadelik...
Bu bölümde hacıların duası Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'inki ile buluşur ve:
"Allahümme rabbenâ atinâ fid-dünya haseneten ve fi'l-âhirei haseneten vaki'nâ azabbe'n-nar ve edhilne'l-cenneti mâel ebrâr. Yâ Azîzü yâ Gaffâr yâ Rabbe'l-âlemin...: ALLAHım! RABB'ımız! Dünyada iyilikler ver ve âhirette de iyilikler ver, ve ateşin azabından bizi koru ve iyilerle (Ebrâr) birlikte cennete girdir. Yâ Azîz (gücü yeten) yâ Gaffâr (çok bağışlayıcı) yâ Rabbü'l-âlemin..." deriz biz hepimiz...
Biz Muhammedîyiz...
Tevhid Tavafı tamamlandı.-illâhe-illâ-ALLAH oldu.
İlim, İrade, İdrak ve İştirak...


6- Üst yüz (tevhidî tavan) :
Lûtf-ü-ikrâm ve ihsân semâsı, İlliyyin.
İşte bu âlemin Kâbetullahı Beytullah'dan başka İlliyyînde, 7 kat semâda 7 Kâbe...
Beytû'l-Ma'mur, Beytû'l-İzzet.....
Ve sonrasında Beytû'l-Arş....
Kulluk kâbemizin tabanından aşağısı, şeytânın altına düşmek (Firavunluk) iken, tavanı ise Halifetullah oluştur...
Ve diğer letâiflerimizi bu uğurda kullanmayı ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL BİZe de nâsib etsin...
Âmin...



7- Öz (iç) yüzü :

AKDES noktasına (merkeze) kadar iç içe geçmiş olan fuad, lüb, lübbü'l-lüb ve Akdes...
Bunlar böyledir diye hükmetmiyoruz, zevk ediyoruz zevk...

Zevk: tadmak kökündendir. "Küllü nefsûn zaikatû'l-mevt: her nefs ölümü tadacaktır..." hükmündeki zevkten. Zûhûratı zevk ediyoruz...

Hani elektrik gelmiş gibi Nûr-u Muhammed'e kavuşunca Hakk'a ve hayra uyanmıştık ya...
Kulluk Kâbe'mizin (Benlik Kâbesi değil) merkezinde Mûezzin-i Mutlak Muhammed aleyhi's-selâm:
Tevhidî teblig, tenzir ve tebşir ezânını okuyor ve dinliyoruz can kulağımızla.
Âcizâne arza azmettiğim şekil ve şart içinde zâhir ve bâtın kulluk Kemâlât Kâbemizin merkezinde, her şey ve herkeste, her zaman, her yer ve her hâlde okunmakta olan ezelî ezânı şimdinin Şe'enullah'ında Sahibinin ve Sahibimizin sesinden dinleyelim, duyalım ve uyalım, İnşâallahu Tealâ...
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

4.6.2. Kulluk Kâbesinde Muhammedî Ezân :

Resim

Bu Kâinatın kuruluş amacı, Muradullah’ın göz bebeği İNSANdır..
Bu Kâinatta aklı olan İNSAN, nakl olan Emrullahı duyar ve uyar...
Bu Kâinatın kuruluş sebebi, Sünnetullah’ın işleyişi kulluk İmtihanıdır..
Bu kâinatın kuruluşta İlk Noktası, Nurullahtan VAR edilen Nur-u Mîm’dir.
Bu Kâinat Âleminde İnsanların tek, eşsiz ve görevli Rehberi Resûlullah (sav)dir.
MERKEZde Habli’l-Verid… Şah Damarı… Nurullah…yakîni Nefs-i Akdes..
MUHİTte küllî şey.. Nu-u Mîm.. Cisimde CANlar cünbüşü...Koskoca Kâinat…
Âlemde olan Âdemdeyken; Âlem Kâbesinin merkezinde, Âdem Kâbesinin Özünde Sahibimizin Sesinden…
Kulluk İmtihanı tercihinde hakkı duyup hayra uyan İNSANların tertemiz Kulluk İmtihanı tercihinde hakkı duyup hayra uyan İNSANların tertemiz Kalb Kâbelerinde;
Bu Sırr Sabahımızda Müezzin-i Mutlak Muhammed Aleyhisselâm’ın Ezel-Ebed Ezânını bir daha duyalım ve uyalım İnşâallah…

Sırr-ı Sıfır sırasıyla :

1- Bedene (kâinâta): ALLAHÜ EKBER
2- Nefse : ALLAHÜ EKBER
3- Kalbe : ALLAHÜ EKBER
4- Ruha : ALLAHÜ EKBER
5- Dünyaya dönük olan Beden ve Nefse : Eşhedü enlâ ilâhe illallah
6- Âhirete dönük olan Kalb ve Ruha : Eşhedü enlâ ilâhe illallah
7- Dünyaya dönük olan Beden ve Nefse : Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah
8- Âhirete dönük olan Kalb ve Ruha : Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah
9- Bedene : Hayye ala's- Salâh: Haydi islâh olmaya gel (teslimiyyet)
10- Nefse : Hayye ala's- Salâh: Haydi islâh olmaya gel (teslimiyyet)
11- Kalbe : Hayye ala'l-felâh: Haydi iflâh olmaya gel (istikamet)
12- Ruha : Hayye ala'l-felâh: Haydi iflâh olmaya gel (istikamet)
13- Beden ve Nefse : Esselâtü hayrün mine'n nevm: Salât uykudan hayırlıdır.
14- Kalb ve Ruha : Esselâtü hayrün mine'n nevm: Salât uykudan hayırlıdır.
15- Beden ve Nefse : ALLAHÜ EKBER
16-Kalb ve Ruha : ALLAHÜ EKBER
17- Beden, nefs, kalb ve ruha (özün özünden: lübbü'l-lüb Akdes'ten):
: ilâhe illâ ALLAH...
Bu muazzam ezânı Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in sesinden duyan, dâvetine elbette canla başla icâbet eder,uyanır ve uyar...
Sorumlu olan ve uyanan Beden – Nefs – Kalb – Ruh…
Dört letâif iş başı yapar...
"Subhanallahi ve bihamdihi subhalallahi'l-Azîm velâ havle velâ kuvete illâ billahi'l-Âlîyyü'l-Azîm..." der.
Hadis-i şerîfte buyurulup açıklandığı gibi:
Azîm olan ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'i hamd ile tesbih edip aklın anladığı ya da anlamadığı tüm noksanlıklardan uzak bildiğini ve inandığını ilân eder.
Hakka tapmak, hayrı ve hasenâtı (iyilikler) yapmak için gerekli olan;
Yine bâtıla tapmamak, şerri ve seyyiâtı (kötülükler) yapmamak için gerekli olan havl (bâtınî potansiyel güc) ve kuvvet (zâhirî mevcûd güç) ancak Yüce ve Azîm olan ALLAH Tealâ dadır... Ve onun inâyetiyledir..." diyerek kalkar...
Sıla-yı Rahîm Kıyamına dururlar..
El ele gönül gönüle göbek bağları gibi Nebiyyü’l- Ümmî’de,
İlk ve tümünü doğuran ANA da “BİZ” olup,
VARından var eden Rabbülâlemine “BİR” lik yönelişinde,
Bilişir buluşur, oluşur ve Mutlak Şehadeti İmam-ı Mutlak Resûlullah (sav) in Yüce Yüreğinde yaşarlar inşâllah…

Muhammedi Muhabbetlerimle…
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

4.6. RESÛLULLAH (sallallahu aleyhi ve sellem) SILA-SALÂTI -2
.

4.6.3. Sıla Salâtı :

Huzurullah'a tertemiz olarak durup kulluk arzı için temizlik hazırlığına başlar

4.6.3.1. Hadesten Temizlik:

Guslü gerektiren bir hâl olmuşsa bedeninin; zâhirini, dışını, ağız ve burun içini tertemiz yıkar...
Ve unutmaz ki bedenin; bâtınında olan nefs tezkiyesi, kalbin tasfiyesi ve ruhun tecliyesi de içeride önemlidir.
Nefsine emredip: Subhanallahi ve bi hamdihi esteğfirullahe'l-Azîm ve e'tubî ileyhi"
"Hamd ile ALLAH'ı noksan sıfatlardan uzak kılıp, Azîm olan ALLAH (celle celâluhu)'dan bağışlanmamı diloyurum ve O'na tevbe edip yöneliyorum!" dedirterek, ihânet, dalalet, cehâlet ve gaflet guslü aldırır nefsine.

Hadesten taharet; yeni olan, peydahlanan, vuku' olan hadisedir.
Guslü ve abdesti gerektiren hâl olup bundan temizlenmektir. Kısacası; abdestli iken yellenen kişi yeniden abdest alır...
Cinsi temâsta bulunan gusleder... Şerîatın şartları basit ve kolaydır...
Bir kimse yellenince abdesti bozulurda, birisine ana avrat küfretse abdesti bozulmaz...
Ancak işin aslı ve esası bu değildir.
Çünkü, Muhammedî metod bir bütündür: Şerîatta kıçından bozulan abdest, tarikatta ağzından, mârifette beyninden (kafasından) hakikatte kalbinden geçen en ufak noksandan, yanlışlıktan ve hatadan bozulur...

Elbette şartları zorlaştırmayan ilâhî sistem farzı, vâcibi, sünneti ve nâfileyi çok iyi belirlemiştir...
Ne var ki uyanık mü'min: her tarafına sahib olandır...
Bedensel hadiseler yanında nefsî, kalbî ve ruhî durumlarını da değerlendirilmelidir.

Abdest su ile el, yüz, baş, ayak yıkamaktır ki bunlar secde âletleridir... Secdenin önem ve değerini bilen için bu olguların dışını su ile yıkarken içini de nûrla yıkamak hârikadır.
Abdest duaları da hep böylesi içten ve samîmî isteklerdir...
Burna su çekerken: "Allahım burnuma cennet kokuları nâsib et..." gibi...
Elleri, ayakları ve başı kullanarak yapılan geçmişteki yanlışlıklara istiğfâr ve tevbe...
Aklın karargahı beyin...
Naklin karargahı kalb...
Dış ve iç temizliği...
Arzın ve Arşın abdesti...
Hakka ve hayra hazırlanış...
Salâta su ile sıla...

Su ile isâle...
İnsanın kendisinden oluşan pisliklerden (maddî-manevî) temizlenmesi şart-ı mutlaktır.
Temizlik müslüman olan kimseye lâzım ve lâyıktır.
Bedenin tertemiz olması ile birlikte nefsin tezkiyesi (temizlenmesi), kalbin tasfiyesi (arıtılması) ve ruhun tecliyesi (cilâlanması) şarttır.
Temizlik işin başıdır.

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Temizlik imânın yarısıdır ve namazın anahtarı temizliktir" buyurur.

Riyâ ile kirlenen ibâdetin, haram maldan sadakanın ve haramla beslenen ve örtünen bedenin ne anlamı vardır.
Avuç içi kadar idrar elbiseyi kirli kılıyorsa, yenilen gıdanın haram ve kul hakkı oluşu o bedeni nasıl olur da kirli kılmaz...
İslâmda insan içiyle dışıyla tertemiz olmalıdır...
Dini emirlerin pek çoğu insana dış ve iç temizliğini emreder.

Gözümüzün önünde idrar dolu bir bardağı boşaltıp, yıkamadan su doldurup "iç" diye veren birisine ne söyleriz ve içebilir miyiz?
İğrenip tiksiniriz.
Hâl buysa yine önümüzde ağzıyla en iğrenç kûfrü, iftirayı ve dedikoduyu yapan bir ağız hemen ardından "ALLAH... ALLAH..." demeye başlıyor!
Bu nasıl iş... Bu ciddî bir gaflet ve ilâhî emirleri vurdumduymazlıktır...

"..... Bunlar kazanndıklarından hiçbir şeye sahib olamazlar... (Bakara 2/264)

"Kim izzet ve şeref istiyor idiyse, bilsinki izzet ve şerefin hepsi ALLAH'ındır. O'na ancak güzel sözler (kelimetü't tayyib) yükselir (ulaşır) onları da ALLAH'a amel-i sâlih ulaştırır. Kötülüklerle tuzak kuranlara gelince, onlar için çetin bir azab vardır ve onların tuzağı bozulur." (Fâtır 35/10)

Tayyib: iyi, hoş, hoşa gider, ayıblardan arınmış.

"... ALLAH (bu emirle) size bir güçlük dilemez, fakat sizi tertemiz yapmak üzerinizdeki ni'metini tamamlamak ister; umulur ki şükredersiniz." (Maide 5/6)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

4.6.3.2. Necasetten Temizlik:

İbâdet edecek insanın elbisesi, seccadesi, meskeni ve çevresi içi gibi tertemiz olmalıdır.
Bir bütünün parçaları olan tümden temizlik esastır.
Gözle görülmeyen hukmî pislik (hades, haram v.s.) ile gözle görülen necâset (pislik).
Sırra sahib Sûfînin seccadesi, tevhid bıçağı ile kendisinin yüzdüğü kendi "Benlik postu"dur.
Teslimiyyetin aslı esası da budur...
İki adet "Ben" olmaz...
Mü'min Hazır, Nazır ve Murakıb (gözetleyici) olan Rabbisi karşısında mânen üryân gerekir...
Benlik postuna bürünerek gizlenemez ve gizleyemez...
Kuzu postu bürünen kurtlar sadece kendini kandırır ve acı sonla karşılaşır...
Sûfî sıddıktır...
Çok çok, sadıktır...
Çilelerle dabaklanmış Benlik Derisini arza serer de Arşın altında salât'a durur...

.
4.6.3.3. Setrü'l-avret:

Mü'min hayâlıdır. HAKK'ın ve halkın karşısında bulunması gereken örtülerle örtülüdür.
İnsan gözünü ve özünü rahatsız eden kıyafetten uzaktır.
Allahümme inni eselûke'l-affe ve'l-afiye fî'd-dinî ve'd-dünyayı ve'l-âhire Allahümme'sturnâ bi setrike'l-Cemîl...: ALLAHım... Ben senden dinimde dünyamda ve âhiretimde aff ve afiyet diliyorum. ALLAH'ım Cemîl örtünle ört bizi..."der.

.

4.6.3.4. Vakit:

Her işin bir vakti olduğu Kur'ân-ı Kerîm'de bildirilmiştir. (En'âm 6/67 bkz.)
Bu muhteşem sistemde maddî-manevî boşluk yoktur.
İlmek ilmek, halı dokur gibi, nefes nefes yaşanır gider...
Dönmüyormuş gibi dönen dünyanın hızı 1600 km/saattir.
İbâdet vaktinin geldiğini, Müezzin-i Mutlak Muhammed (aleyhi's-selâm) Muhammedî maverâ merkezi Medine-i Münevvere den Ezelî Ezânı okuyarak duyurur...
Tıpkı radyo, tv yayını gibi....
Biz de bulunduğumuz yerdeki müezzin Ahmed, müezzin Yûsuf v.s. isimli radyo âletlerinden merkez yayını dinlemiş oluruz...
Hiç durmadan her an Arzdan Arşa yükselen 7 vakit (sabah-duhâ-öğle-ikindi-akşam-yatsı-seher) ezân bir yerden bir anda ve bir kişi Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) tarafından okunmaktadır.
Ve aslı bir tek ezândır.
Aynı ezân Erzurum'da sabah iken daha batıda yatsı, akşam v.s. ezânı olmakta ve okunmakta.
Her boylamda BİLELİK EZÂNI...
Devrânda devr...
Seyrânda seyr...
Cevlânda cevl...
Hayrânda hayr...
Uyuyana; uyku, rüyâ ve kâbus...
Uyanana; nûr ve sürûr...
Bu âlem böylesine zıdlar âlemidir...
Vakti giren namaz ikame ve edâ edilir...
Geçeni kılmak özür beyânıdır...
Kulluk kazasıdır..
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

4.6.3.5. Kıble:

Yönelim ve dönülen taraf, yön ve cihet...
Başvurulan kapı yönü. Mekke-i Mükerremedeki Mescid-i Haramdaki Beytullah olan Kâbe'ye salât için karşı duruş, yönelim.
İç ve dış ile kıbleye kıyama duruş...
360o nin 359o derecesi yanlıştır ve gerçek doğru tektir...
Kuzey kutbuna dönüpte namaz kılanın her işi tam olsa da salât değildir kıldığı; çünkü, kıblesi yanlıştır...
Resim





Beden, nefs, kalb ve ruh kıblesi...
Gez, göz, arpacık, hedef ve atış...

Azîz kardeşim; üç nefeslik zevk edip dinlenelim ve bir muhabbet molası verelim:




ZEVK - 1103

Dörd gözle oku "Kur'ân"ı, "AKAİD" den dışa çıkma...
Hevâ'n ilâhın olmasın, ilim diye dinin yıkma...
"ŞEY" in vechi Hakikati..., gözün yum "ÖZ"üne yürü;
Her şey dâhi senin gibi, HAKK'tan gayrisine bakma...




İlahî ilhâm çeşmelerinin çile gözyaşları olan zevklerimiz kendimizedir... Sen de okur anlarsan senindir, bizimdir...
"Dört gözle oku Kur'ân'ı" dan maksad: Muhammedî olduğuyun, şuûruna ulaş da:

Beden gözünle şerîat-ı Muhammedîyye ile âyeti oku.
Nefs gözünle tarikat-ı Muhammedîyye ile hikmeti oku.
Kalb gözünle mârifet-i Muhammedîyye ile kudreti oku.
Ruh gözünle hakikat-ı Muhammedîyye ile vahdeti oku demektir.

"Sonra Kitabı kullarımız arasından seçtiklerimize verdik...." (Fatır 35/32)

Getirmek ve anlatmak Resûlullah (aleyhi's-selâm)dan duyup anlamak bizden.

Akaid: Muhammed Resûlullah (aleyhi's-selâm)'ın getirdiği güneş gibi ortada açık seçik imânî gerçekler kaideler, i'tikad ve esaslardır. Kur'ân-ı Kerîm ve sahih hadislerle bildirilendir. Bunun dışında ilim adına bile olsa insanların dini gerçekler diye nefsî hevâ, heves, akıl ve mantıklarıyla yakıştırıp sokuşturduklarıyla uğraşma...

Herşeyin vechi (hakikati, zatı, aslı, yönü ve herşeyi) HAKK (celle celâluhu)'tır.
Eşyâyı (şeyleri) bırak da kendi özüne (enfüse) gözünü yum da yürü... Muhitten merkeze bak ve HAKKı gör...
Merkezden muhite bakar isen halkı da HAKK gör...
Mevcûdu anla, Vücûdu anla...
Bu âlemde hakk olmayan yoktur.
İmtihan âleminde roller türlü türlü...
Sen işine bak...
Müfettiş ve müftîlik yapma...
Yürüyenlere değil, yürütene ve yürünene yürü ve bak...

Mühitte kesreti, merkezde vahdeti seyret ve yürü, sülûk et...
Eyniyyetinle (hissi yön, madde) vechiyyetini (aklî mânâ yönü) birleştir de dürbün gibi uzak sandığın HAKKı kendi özünde gör...
Vechini (kıbleni) El VEDÛD (celle celâluhu) ya çevir...


Resim

Muhitin kıblesi merkezdeki vahdettir...
Şatre'l-Mescidi'l-Haram...
Kıble merkezi Mekkedir.
Tüm kesrettekilerin vechi Vahdet merkezinedir.

"Doğu da ALLAH'ındır batı da. Nereye dönerseniz ALLAH'ın vechi (zâtı) oradadır. Şüphesiz ALLAH Vasi'ün Alîmdir.Rahmeti Geniş ve herşeyi bilendir" (Bakara 2/115)
Kimlik kıblesinden bahsediyoruz...
Mevcûd (gözüken geçici varlık)...
Vücûd (kaim-dâim var)...


Merkez âyet-i celilesi: "Andolsun, insanı Biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını (vesveselerini) biliriz ve Biz ona şah damarından (Habli'l-verid: varlık ipi) daha yakınız." (Kaf 50/16)


Muhit âyet-i celilesi: "Göklerde ve yerde ne varsa hepsi ALLAH'ındır ve ALLAH her şeyi kuşatmıştır (Ve kânallahu bi küllî şey'in muhit)." (Nisa 4/126)


İkisi birden muhit ve merkez âyeti ise: "İnsanlara ufuklar (âfâk, muhit) da ve kendi nefislerinde (enfüs, merkez) âyetlerimizi göstereceğiz ki O'nun (Kur'ân'ın) gerçek olduğu, onlara iyice belli olsun. RABBlerinin her şey'e şâhid olması yetmez mi? Dikkat edin; Onlar, RABBlerine kavuşma konusunda şüphe içindedirler. Bilesiniz ki O her şeyi kuşatmıştır. (muhittir)." Elâ innehu bi küllî şey'in muhit.. (Fussilet 41/53-54)

Hiçbir şey (mâsiva, mahlûk) onun ilim ve kudretinin dışında kalamaz ve olamaz...


Şimdi, muhitten (âfâk), merkeze (enfüse) kulluk kemâlâtı ve sırat-ı müstakîm seyr-û-sülûkünu çizerek gösterelim:
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

4.6. RESÛLULLAH (sallallahu aleyhi ve sellem) VE SILA SALÂTI - 3



Resim


ZEVK - 1100

Çeşm-i nefsin, çeşm-i HAKK'a çevirdi Ârif-i Kâmil
"A'mâ"lık ummanın geçti, iki cihanda kör değil
O'nunla O'na rücû et, O'nu O'nda dile İHVANÎ
Müşahâde Mihrabında "Üzme - Üzelme - Sev - Sevil..."




Çeşm: göz. A'mâ: kör. Mihrab: benliğin harab olduğu yer...

Resim "Bu dünyada kör olan kimse âhirette de kördür; üstelik iyice yolunu şaşırmıştır." (İsrâ 17/72)

Resim ".... Ama gerçek şu ki gözler kör olmaz; lâkin göğüsler (sadr) içindeki kalbler kör olur..." (Hacc 22/46)

Asıl körlük kafa gözü (basar) körlüğü değil, sinelerdeki kalb gözü (basîret) körlüğüdür. Kendini bilememiş kişidir bâsireti kör olan ve RABB'ını bilip de yol bulmaya hasret kalan...



ZEVK - 1102

Zâhir-bâtın putların yak; buz gibi, eri de su ol...
"Esmâ-sıfat" tan tecellî; "Doğurtma-doğurma HAKK'ı..."
"SAMED" sırrında sâmimî, "AHAD" da arı-duru ol...
Teslim ol ve Tevhid eyle; "İHLÂS" sız çağırma HAKK'ı...




Teslimiyet ihlâsla ve tevhid (istikamet) de ihlâsla...
Kulluk ihlâsla...
İhlâssız yollar gaflete, cahâlete, delalete ve ihânete çıkar...
İhlâs ise mutlaka Hakku'l-HAKK'a çıkar azîzim...

.
4.6.3.6 Niyyet:

Herkes ve her şey özünün emrindedir.
İnsan bir işi yapmadan önce özünde karar verir de uygular.
İşin gerçeği budur.
Yoksa anormaldir.
Kulluk dediğimiz ibâdetin ilk şartı, kişi nefsinin aslî, fıtrî ve mecburî olan vasıflarını ki; acziyyet, fakriyyet, zillet ve illet başta gelir, iyice bilmek anlamak, inanmak ve yaşamaktır.
Bu işin adı Muhammedî Tasavvuf olup ilm-û-edeb ve irfân-ü-erkândır. İlim, irade, idrâk ve iştirak tevhidiyle kişi kendini bilince salâta, sıla yolculuğuna, el HAKK (celle celâluhu) ya ulaşıma ve RABB'ısını görürcesine ibâdetini, salâtını ve kulluğunu ihlâsla arzetmeye hazır demektir.

Resim Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Sizden biri namaza durduğu zaman, hiç şüphesiz ALLAH Tealâ onun önünde (vechinde, özünde) olur..." buyurdu. (Buharî, Edeb 75)

Nefse dünyadaki imtihan için iğreti (geçici) olarak giydirilen, fıtraten var olan ve başımızın belâsı olan gizli "BENLİK" postunu soyunmamız, RABB'ımızın huzuruna; olduğumuz gibi saf, şeffaf ve şerefli çıkmamız şarttır. Ancak istiğfâr ve tevbe ile temizleniriz.

Benlik postumuzu seccade olarak Arza serince; zâhirimiz olan sağ ayağımızı seccademize basıp bedenen hazırız deriz.
Bâtınımız olan sol ayağımızı basarak bâtınen ve nefsen hazırız deriz...
Biz zâten bu âlemde bu iki ayakla yaşar ve imtihan oluruz.
İki ayaktaki 5 x 2 = 10 parmak kıbleye yönelik İslâmın zâhir ve bâtın 5'er şartı gibidir. Kollar yanda, alın ALLAH (celle celâluhu) nun Beytullah'ına dönük iken ayakta Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e tam teslim oluruz.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'i; herşeyimizde olduğu gibi salâtımızda da hazır hâlde İmam-ı Mutlakımız biliriz...
İkamet getirip ezân sözlerine iki kere "kad kameti's-salât" ekleriz. Ruhumuzun özündeki sır, hafî, ahfâ, akdes silsilesinden, sırrî niyetimizi kalben ve lisânen alırız.

"Ey beni, amellerimi (Sâffat 37/96 bkz.) ve dilemelerimi de (İnsan 76/30; Tekvîr 81/29 bkz.) yaratan RABB'ım! ALLAHım... Senin huzurunda Senin rızan için iki rek'ât sabah namazının farzını kılmaya niyet eyledim..." deriz. İki elimizi içi kıbleye dönük parmakları göklere doğru kaldırırız.
Baş parmaklarımız sağ ve sol kulak memelerine değerler...
"ALLAHU EKBER..." deriz ve başlangıç tekbiri (iftitah) alırız.
Sağ elle dünya, sol elle âhiret derdini arkaya atar iki kulağımızı da "iyice duy..." diye dürter, ikâz ederiz. Sonra sol elin (negatiflik olumsuzluk ve nefsin hevâ ve hevesinin) üzerine sağ eli (pozitiflik olumlu, ruhî ve ilâhî rıza) kelepçesini göbek altında (üzerinde) vururuz.
Sağ el parmaklarımız, sol bileğimizi kavrayınca; Elif-iki lâm ve he ile arabça "ALLAH" (celle celâluhu) yazar...
Ve hakktır...

Mekalid-i Muhabbet: muhabbet kilididir...

Teslim olan sol elin üzerine, sağ elimizle istikamet olan ALLAH mührünü vururuz.
İslâmın 5 şartı ile zâhir ve bâtınımız buluşup tevhid eder.
Kadınlar ise göğüsleri üzerinde sol ellerinin üzerine sağ ellerini dümdüz sol bileği kavramadan koyarlar.
Kadınların ellerini göğusleri üzerine koymaları, süt bağımız oluşlarındandır.
Erkek ise göbek (döl, nesil) bağı sahibi olduğundan göbek üzerine ellerini kenetler...
Kadının özellik ve güzellikleri İslâm'da erkekten farklı ve ayrıca hârikadır. Teslimiyyet ve istikamette daha kolay kulluk emredilmiştir...
Kadınlar, erkeklere (baba, koca, kardeş, oğul, damat olarak) ilâhi emânetlerdir.

Resim Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) kadınlara hitâben: "Beş vakit namazınızı kılın, 30 gün Ramazan orucunuzu tutun, kocanızın rızasını temin edin buyurup, eliyle mübârek ağzını işaret ederek birde buna sahib olun... Cennetin hangi kapısından dilerseniz girin ben kefilim..." buyurmuştur.

İnsan iki suyun karışımı ve tevhididir. Erkekten neseb (nesil) ve kadından soy (süt)...
Doğacak çocuğun tohumu (göbek bağı) erkektendir ki erkekler namazda ellerini göbek üzerine kelepçeler...
Neslin korunması ve sahib olunması...
Kadının yumurtası (anası ve sütü) kadındandır ki kadının göğsünün (sütünün) İslâmî şeref, haysiyet ve onurunu koruması esastır ve kadın namazda ellerini göğsü üzerine bağlar...
Uydur, kaydır sanma...
İslâm, neslin ve soyun soysuzlaşmaması, anarşi ve İblis ihtilâli olmaması için zinâyı ölümle cezâlandırır...
Dişisini kıskanmayan domuzlar gibi yiyip içip piçler doğurtan ve doğuranlar dininde, dünyasında ve âhiretinde bedbaht olanlardır.
Hakaret ediyorum sanma...
Fitnenin fotografını çekiyorum.
İslam Âlemi adına içim yanıyor...
Milletimizin ve bizim olan zavallı çocuklarımız âhir zamanda fitne fırtınasında, muhabbet fedâileri olup uyanacak ve uyandıracak hasbî hizmetçi Muhammedîlere el sallayıp imdad istemekteler...
Çığlıkları gökleri parçalıyor...
Ve asîl bir millet, maddeten ve mânen hadım ediliyor...
İğdiş ediliyor...
Necib neslin kökü kazınıyor...
ALLAH islâh etsin...
Hepimize şuûr versin...Âmin.

Konumuza dönüp namaza başlayalım:

Resim Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAHU EKBER... Zû'l-melekütü ve'l-ceberûtî ve'l-kibriyâyî ve'l-azamet...: ALLAH en büyüktür... Melekût (ruh ve melekler) âlemi, ve Ceberût (ilâhî kudret) âlemi ve kibriyâ (Ekberiyyet) âlemi ve azamet (ululuk) âlemlerinin sahibidir..." buyurmuştur.

"Sûbhaneke Allahümme ve bi hamdike ve tebarekesmüke ve Tealâ ceddüke ve lâ ilâhe gayrüke: Sen Subhansın ALLAHım... Sana mahsus olan hamd ile... Bereketli isminle... Ve çok yüce cömertliğin kerem ve cûd'ünle... Ve senden gayri ilâh yoktur..."

Euzubillahi mine'ş-şeytânirracîm: Rahmetten recm edilen (lânetlenip, kovulan, taşlanan) şeytândan (bâtıl ve şerlerinden) ALLAH (celle celâluhu)'ya sığınırım. Bu ilk rek'ât başında bir kere denir.
Bismillâhirrahmânirrahîm: Rahmân (genellikle) ve Rahîm (özellikle) olan ALLAH (celle celâluhu) ımın ismi ile (başlıyorum)...

Bir rekât namazı 4 bölümde görüyoruz:

Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

1- Kıyam :

Şerîatı Muhammedîyye Makamı:

Anlatıldığı üzere ayakta duruş...
Alın alına, yüz yüze arzuhâl ve kulluk takdimi...
ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL Ulûhiyyeti'nin Şerîatı Muhammedîyye icrâ'sı... Bedensel ve "Elifî" duruş...
Tüm namaz içinde; Kur'ân-ı Kerîm, âyeti celile olarak (dua olmaksızın) sadece kıyamda okunur.
İlm-ü-Edeb sahası ve makamıdır...
Kulluğa verilen; maddî-mânevî geçici, sınırlı ve sorumlu kişilik benliğinin abdliğini, Rabbü'l-âlemin'e arz duruşu, sunuşu ve ilân edişidir...
Kelâm ise; Kelâmullah, şartü'l-şarttır.
Kur'ân-ı Kerîm okunması; olmazsa, olmaz şartıdır kıyamın...
Kıyam; rükû', secde ve teşehüdü hâliyle kapsar, yutar ve içinde derc eder.
Tıpkı bedenin diğer letâifleri sarıp kapsayıpta yuttuğu gibi...
Kıyam, bedenin vücûdî tevhid ve vahdet âlemi ve kulluğun kunût karargâhıdır. .

2- Rukû' :

Tarikat-ı Muhammedîyye Makamı:

Nefsin RABBısı karşısında hürmet ve saygıyla baş eğişi...
"Elif"in ters "lam" gibi bükülüşü!..
ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in Rûbûbiyyeti'nin Tarikat-ı Muhammedîyye icrâ'sı.. irade makamıdır.
Hayr ve şerri anlayıp ayıran nefs, hayrı uygulamaktadır.
İrfan ve erkân makamı...
Nefsin rızasıyla, hakk ve hayra boğun eğmesi...
Rukû' nefsin şühûdî tevhid ve vahdet âlemidir...

3- Secde :

Mârifet-i Muhammedîye Makamı:

Kalbin ilâhî emre a'mâde (hazır) oluşu!..
ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in Merhametiyyeti'nin Mârifet-i Muhammedîye icrâ'sı. Er'-RAHMAN ve Er'-RAHÎM secdeleri...
Zâhir ve bâtın kapılarda Subhanî secdeler...
Halka ve Hakka karşı Muhammedî Ahlâkın arzı...
Kişinin dünya ve âhirette RABBından razı oluşunu arz etme senedi ve alnıyla kulluk mührü vurması...
İdrak makamı, teslimiyetin istikamet bulması...
Râziyyeten-merzîyyeten takdim ve kabül merasimi...
Mim-i Muhammed'in maharet mahşeri...
Habibullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in hünerini hâlihazırda, Hazır-Nazır ve Murakıb olan RABBısına arzı ve arzımız...
Secde, kalbin sücûdî tevhid ve vahdet âlemidir.

4- Teşehhüd oturuşu :

Hakikat-ı Muhammedîye Makamıdır.

ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in Mâlikiyyeti'nin Hakikat-ı Muhammedîye icrâ'sı. Ruhun ilâhî Muradullah'a kavuşma sevinci ve şâhid oluş şuûrudur. Ettehiyyatü ile ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile olan muhteşen kelâmı ve Eşhedü iştirakimiz ile teşehhüd: Ruhun uhudî (ahdî) tevhid ve vahdet âlemidir.
Böylece; ilk olan Rübûbiyyet Tevhidine, son olan Ulûhiyyet Tevhidi şehâdetiyle sahib çıkıp, isbat edilip ve kulluk kemâl bulunca, maksad hasıl olmuştur.
Elhamdülillahi Rabbü'l-âlemin...
Ettehiyyatü Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e mir'âc hediyesi olup, RABBımız ile aralarında geçen hâllerden bize lâzım ve lâyık olanları mir'âc hadislerinde anlatılmıştır.
İftitah (anahtar, başlangıç) tekbiri ile salât başladı...
Subhânekeyi okuduk; RABBımızı hamd ile tesbih edip, bereketli isminden bereket dileyip, iyiliklerini cezbedip yüce cömertlik, lütûf, ikrâm ve ihsânından diledik ve tevhidi tazeledik...

Kıyamdayız ve Kur'ân-ı Kerîm'den Kelamullah olan Fâtihâ Sûresi'ni Euzû Besmele çekerek okuyalım:
En son nur-ye tarafından 14 Eyl 2009, 02:41 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Resim


4.6.4. Kur'ân-ı Kerîm Kıraatı ve Fâtiha Sûresi Zevki:


(1) "Bismillâhirrahmânirrahîm" (Fâtiha 1/1)
(2) "Elhamdülillahi Rabbü'l-Âlemin" (Fâtiha 1/2)
(3) "Er-Rahmâni'r Rahîm" (Fâtiha 1/3)
(4) "Mâliki yevmmi'd-din" (Fâtiha 1/4)
(5) "İyyake na'bûdü ve iyyake neste'in (Fâtiha 1/5)
(6) "İhdina's-sırata'l-müstâkim... (Fâtiha 1/6)
(7) "Sırata'l-lezine enamte aleyhim gayri'l-mağdubi aleyhim vela'd dallin. (Fâtiha 1/7)

1-) "Bismillâhirrahmânirrahîm" (Fâtiha 1/1)
2-) "Elhamdülillahi RABBi'l-Âlemin" (Fâtiha 1/2) :


Şükür her varlık için geçerlidir.
Susuz bitki ve hayvana su verirsen yüzünde güller açar, şen şakrak şükreder...
İnsan da öyledir.
Ancak hamd aklı olanlara mahsus olup; aklen ve vicdanen; varlığı, lûtfu, ikrâmı ve ihsânı verenin ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL olduğunu bilmek, şâhid olmak ve ilân etmektir.

"Had" kökü aslında hududun aslı ve anasıdır.
EL AHAD (celle celâluhu) ismi şerîfinde:
ALLAH Tealâ'nın Zâtına mahsus hiçbir hususta bilinemez oluş hudud ve sınırında kendi Zâtına mahsus oluşta, tek eşsiz, denksiz ve zıdsız oluşu vardır.
Rahmetenli'l-âlemin ve ezelî Habibullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in muhabbet ve merhametin ta kendisi olan "Mim-i Muhammed'i";
Ahadîyyet ve Ahmedîyyet'in ilâhî, fıtrî ve tek bağıdır. Ahmed (aleyhi's- selâm); kâinâtın tümünün aklına câmi', akl-ı küll olarak ilk, tek ve mutlak hamd edendir.
Bu çok ince ve ihsânla ulaşılan bir sırdır, ALLAH (celle celâluhu) bilir ya... Biz zevk ediyoruz...
Öylesi bir "El Hamd" ALLAH içindir.
ALLAH'a mahsus bir haktır.ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL Ulûhiyyetini: tek ilâhlığını ilân ediyor.
Zât-i HAKK'ın; El Hamd Hakk-ı Zâtını ilân ediyor...
ALLAH (celle celâluhu); harfi târifsiz, târifleri cem' eden ve tek Zâtî ismi şerîfidir.
Ve tüm sıfatî, esmâî, fiilî isimlerini kendisinde cem' edip toplamıştır. "ALLAH (celle celâluhu) kimdir?" sorusunun kesin ve tek cevâbı: "ALLAH, ALLAH'tır..." olacaktır.
Çünkü sonsuz sıfat, esmâ ve fiillerin tümü ALLAH (celle celâluhu)'ya rücû' eder sonuç olarak...
Bir mânâ v.s.den türemeyen kendisinden isim türetilemeyen tek ismi şerîftir.
ise; Ahadiyet, Rübûbiyyet, Samediyet, Vahidiyet, Ferdaniyet, görücülük, duyuculuk v.s. tümünü kapsayan en genel ilâhlık ilânıdır...

Rabbü'l-âlemin: insan aklının bildiği, bileceği, tasarlayacağı, bilmediği, asla bilemeyeceği ve zannedemeyeceği sonsuz âlemlerin RABBısı, Rabbü'l-âlemindir ve Rübubiyyetini ilân ediyor.
Âlem: (çoğulu âlemin) mekân ve zaman içinde veya mekânsız-zamansız sistemde oluş ve oluşum hâlleridir. Dünya, cihân, kâinât gözle görülenlerdir. 18.000 âlem denmiştir.
Âlem-i Kevn: varlık âlemi, var olma dünyası.
Âlem-i Fânî: yalan dünya âlemi.
Âlem-i Bekâ: bâki kalıcı âlem.
Âlem-i Ervah: ruhlar âlemi.
Âlem-i Berzah: geçiş (kabir) âlemi.
Âlem-i Berrin: en yüksek âlem.
Âlem-i Meleküt: melekî âlem.
Âlem-i Ceberrut: dünya dışı (ilâhî) âlem.
Âlem-i Esbâb: sebebler âlemi.
Âlem-i Gayb: görünmez âlem.
Âlem-i Hab: uyku âlemi.
Âlem-i Lahut: ilâhî âlem.
Âlem-i Kudsi: İlâhî kudsî âlem.
Âlem-i ma'nâ: rüyâ âlemi v.s.
RABB: efendi, sahib, abdin (kölenin) efendisi.
EL RABB: Ulûhiyyetin; mâsivâ (ALLAH'tan gayrisi)yı var edip (tekvin), her türlü imkanla donatıp sevk ve idâresi, beslenip büyütülmesi, imtihanı, olanı, olmayanı, tedbiri, terbiyesi v.s.yi içeren Rübûbiyyeti (tek RABB'lığı)dır.

Varoluşun temelinde de, Bezm-i Elest'te Rübûbiyyet Tevhidi teklif edilmiş ve insanoğlu aklından dolayı bunu kabul edip peşinen şâhidi olmuş, zaman, mekân ve imkan âleminde imtihanı göze almıştır...
EL RABB ismi şerîfi sağdan sola zâhirinde RABBdır:
Tıpkı baba gibi terbiye edici, gerektiğinde azarlayıcı ve can yakıcıdır. Soldan sağa bâtınen okununca BİRR olur ki en iyi olandır.
Yâni, kızması da kulunun iyiliğinedir.


3-) "Er-Rahmâni'r Rahîm" (Fâtiha 1/3) :

ALLAH Tealâ merhamiyyetini ilân ediyor... Rahmâniyyetiyle tüm sisteme; Rahîmiyyeti ile insan sûretinde yaratılan, aklı olan ve aklını, hakka ve hayra kullanan mü'minlere merhametini sergiliyor.

Rahmânîyyeti genel olup; halk ettiği tüm mahlûkatı kapsar. Her varlığa lâzım ve lâyık olanı bahşeder. Kâfir-müslim ayırmadan muamele edip rızkını ve hayat şartları gereği icâb edenleri verir. Rahmânîyyette herşey ve herkes müşterektir. Rahmâniyyet tekemmül tarlası olup insanoğlu tercihini ya hakka-hayra yapar, Rahimiyyete kavuşur ya da bâtıla-şerre yapar ve ALLAH'ın gazabiyyetine kavuşur.

Rahmânîyyet: "Bütün çiçekler güzeldir." gibi geneldir, herkesi ve herşeyi kapsar.
Rahîmîyyet ise: "Bütün çiçekler güzel olmakla beraber, bazıları çok güzel kokarlar da!.." gibi özel bir güzellikte bileliktir, hak edenleri kapsar. Rahmâniyyette ortak olan insanların bazıları; kendini ve RABBini bilerek, gereği olan ibâdeti (kulluk görevini) dosdoğru yaparak Rahîmiyyete de hak kazanıp hâlis muhlis Muhammedî Mü'minler olurlar. Rahmâniyyet dünyevî, rahîmiyyet ise uhrevî'dir...

Bu âyeti celilede Rabbü'l-âlemin olan ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in sistemi yaratmasının temelinde Merhametullahın var olduğuna açık işaret ve hüküm vardır.

Azîz kardeşim, "sistemin var edilişinin maksadı (Muradullah) merhamettir." sözümüz askıda kalmasın diye kısacık da olsa Kitâbullaha göz atalım. Fâtiha'yı anlatmak ve anlamakta sabırlı davranalım. O kadar önemli ki Nasrullah ve Fethullah'ın anahtarı, kulluğun kapı kilidinin anahtarı ve tüm Kur'ân-ı Kerîm'in göz bebeğidir. Muhammedî Tasavvufun aşk anahtarıdır.

Resim "(onlara) Göklerde ve yerde olanlar kimindir?" diye sor "ALLAH'ındır!" de. O, merhamet etmeyi kendi Zâtına farz kıldı......" (En'âm 6/12)

Resim "Rabbin Ganî (zengin)dir, rahmet sahibidir....." (En'âm 6/133)

Resim "...De ki: RABBiniz geniş bir rahmet sahibidir....." (En'âm 6/147)

Resim "... Rahmetim ise herşeyi kuşatır. Onu, sakınan (muttaki)lara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım." (A'râf 7/156)

Resim "(Resûlüm!) Kullarıma, Benim El GAFÛRu'r Rahîm (çok bağışlayıcı-pek esirgeyici) olduğumu haber ver..." (Hicr 15/49)

Resim "(İbrâhim) dedi ki: RABBinin rahmetinden sapıklardan başka kim ümit keser?" (Hicr 15/56)

Resim "...Şüphesiz ki ALLAH, insanlara çok Raûf (şefkatli) ve çok Rahîm (merhamet edici)dir." (Hacc 22/65)

Resim "Zîrâ kullarımdan bir zümre: RABBımız! Biz imân ettik; öyle ise bizi affet, bize acı! Sen, "Hayru'r-Rahîmin"sin (merhametlilerin en hayırlısı ve iyisisin) demişlerdi." (Mü'minûn 23/109)

Resim "(Resûlüm!) de ki: Bağışla ve merhamet et RABBim... Sen "Hayru'r-Rahîmin"sin." (Mü'minûn 23/118)

Resim"Yoksa geceleyin secde ederek ve kıyamda durarak ibâdet eden, âhiretten çekinen ve RABBinin rahmetini dileyen kimse (o inkârcı gibi) midir? (Resûlüm!) de ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahibleri (ulû'l-elbâb) bunları hakkıyla düşünür." (Zümer 39/9)

Resim "De ki: Ey kendi nefsleri aleyhine haddi (hududu) aşan kullarım! ALLAH'ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü ALLAH bütün günâhları bağışlar. Şüphesiz ki O, EL GAFÛRU'R-RAHÎM (çok bağışlayan, çok esirgeyen)dir." (Zümer 39/53)

İşte bu muhteşem ve mübârek âyet-i celile ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in sonsuz muhabbet ve rahmetinin lûtf-ü-ikrâm ve ihsân müjdesidir... Rahmeti mahlûkatını kuşatmıştır. Herşeyin ve herkesin bu muazzam rahmetten nâsibi ve payı vardır. İstifâde (faydalanma) edebilme şartı ise; Muhammedî şuûra ve nura ulaşıp; geçmişe Nasuh Tevbesi (nasihat ve iyi anlayış dönüşü), şu an olanları hükm-ü-hakk bilip-rıza gösterip şükür veya sabır ve geleceğe umutla hakk ve hayr üzere bilelik duası... Gerçek budur... Yoksa kendi kullarını yaratan ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL, hâşâ onlara tuzak kurmaz ve zulmetmez... Tam tersine, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e teslim olarak; onun getirdiği ilâhî kurallara imân edip (i'tikad), sâlih amel, hüsnü ahlâk ve has hâl ile O'nun imâmlığında Muradullah olan ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'e istikamet etmemizi ve boş hevâ ve heveslerle kendi nefsimize zulmetmememizi emreder... Merhametin aslı ise muhabbettir. Habbe: tohum ve özdür. Habibullah: kimsenin kimliği yok iken, ALLAH Tealâ'da muhabbet tohumu-subhanî sevgisi olan, seçilmiş Mustafa (aleyhi's- selâm)'dır. Habibullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Evvelden, Zâhire zuhûru ise "Rahmeten li'l-âlemin: âlemlere rahmet olarak" gönderilen Resûlullah Muhammed (aleyhi's- selâm)'dır.

ResimResûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Evvele mâ halakallahu nuri: ALLAH'ın en evvel halkettiği (yarattığı) Benim nurumdur." buyurmuştur.

Resim Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Küntü nebîyyen ve Âdem'e beyne'l-ma'e ve't- tin: Ben nebî idim, hâlbuki Âdem su ile toprak arasında idi." buyurduğu rivâyet edilmiştir.

Taayyün âleminin, mebde-i hakikat-i Muhammedîyyesi iken Abdullah'dan olma- Âmine'den doğma ve aslında ceddin ceddi olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

Resim Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Men vecede hayren feleyahmedullahi vemen vecede gayri zâlike felâ yelmune ellâ nefsehu: Kim ki hayr bulursa ALLAH'a hamdetsin, onun gayrini bulan kimse dahi ancak nefsini kınasın!" buyuruyor...

Noksan arama... Mükemmeli seyret...
Hakikat-ı Muhammedîyye; taayyün (madde) âleminin başlangıcı-mebde'îdir.

Resim Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Nahnü'l-âhirüne's- sabikun: Biz sabikun olan âhiriniz..." buyuruyor. Biz; biz sîreten önce geçenleriz, sûreten âhir kalanlarız...

Bu noktada birazcık da olsa "Kûn fe yekûn"dan zevk edelim ki yukarıdaki anlatım, gayretkeşlikten ya da uydur-kaydır sanılmasın:

Resim ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL: "Biz bir şeyin olmasını istediğimiz zaman, ona (söyleyecek) sözümüz sadece "Kûn: Ol..." dememizdir. "Fe yekün: hemen oluverir" (Nahl 16/40)

EL HAKK (celle celâluhu) iki eliyle (Murad-ı ilâhî ve Emr-i ilâhî) şey'i (vücûd kabul eden esmâ, mevcûd) var eder...

Ferdiyet : (EL HAKK): Zât + İrade + Kavl (kaza, kader, irade ve meşiyeti ile emr)
Kevniyyet : (Halk): Şey'iyyet (şeylik-benlik) + İstimâ'(işitme) + Emre imtisâl (uyma, kulluk)

Ferdiyyet; şart-ı mahsus Zâtî Ferdaniyyet olup Ahadiyyet bilinemezliği ardındaki Zâtîyettir: Dâim, Kaim, Var olandır. Evvel-Âhir-Zâhir-Bâtın Vücûddur.
Kevniyyet; Nizâm-ı mahsus olup İlâhî Emir ve kurallara tâbi', mecbur, me'mur ve mahkûmdur. Lâzım ve lâyık olanlarla donaltılmışlardır. Hâlihazır mevcûddurlar.
Ferdiyyet; mübde'at (ibda, icâd) âlemidir. Lâ mekân (mekânsız) ve lâ zaman (zamansız)dır.
Mahlûkat âlemi ise; zaman ve mekân içinde sınırlı, sorumlu, kayıdlı ve kasıdlıdır.
Mübde'at âlemi Âlem-i Emr Âlem-i Ervah Âlem-i Şehâdet Âlem-i Halk (mahlûkat âlemi)

Muhammedî şuûr ve nura ulaşan, basar ve basîreti tevhid dürbünü olan, sırf sûfî, ârif ve kâmil âşık; mahlûkat âlemindeki Azametullahı seyredip de kendi yerini arayınca, kendini bilir ve Sahibimiz Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'in diliyle:

Resim Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Euzû bi rızâke min sahdike yâ Rabbenâ...: gazabından riz'âna sığınırım ey RABBımız..." buyurmuştur.

Kendini bilen nefs (men arefe nefsehu), esmâ ve mevcûd cihetiyle RABBısına sığınır ki; mevcûd (eşyâ), esmâ, sıfat ve Zât sadece O'na aittir... aynı şartlarda gözünü ve özünü mahlûkat âleminden mübde'at âlemine çevirince Kudretullah karşısında hayret ve dehşete düşüp Sahibimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'in sesiyle:

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Euzû bike minke yâ Rabbenâ...:Senden, Sana sığınırım ey RABBımız..." diye inler ve dinler...

RABBini böyle bilen nefs (fe kad arefe Rabbehu) zât ve vücûd cihetiyle RABBısına sığınır... Mevcûdu, vücûd sananlar ise kısır döngüde hâlâ dönüp, lâf tokuşturuyor ve fikirler yakıştırıyor ve yarıştırıyorlar...

Tüm bunları; kulluğumuzu kolaylaştırmak, kör düğüm dövüşlerinden uzaklaştırmak ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e yaklaştırıp ulaştırmak için âcizâne arz ediyorum... İyi dinle ve unutma ki İmâmı Alî (keremullahi veche): "Câhilin kalbi dudağında, âlimin ağzı kalbindedir!" buyuruyor...

Biz, şu âlem ve olanlar ise : Şe'enullah Şehâdet Şehrinde:

"Şey' A'yân-i Sabite Şü'unat-i İlâhî..."

Emr : Emr Âleminden Şehâdet Âlemine tenezzül

: "Kûn! (Kavl) Esmâ Eşyâ (Şey') oldu (zuhûra geldi) Emri duydu (işitti) Ve Emr'e uydu...



Resim



Azîz kardeşim, anlatabilmek için çizdiğimiz bu şemâda gördüğün Zât ile Eşyâyı sakın birbirine karıştırma ve sakın aynı şey sanma. Ressam ile yaptığı resim, aynaya bakan ile aynadaki görüntü arasındaki ilişki kısmen senin anlayışına yardımcı olur.

Zât-i Ulûhiyyetine mahsus kaza, kader, irade ve meşiyyeti (dilemesi) ile mahlûkatını var eden ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL Emrullahı ilân edip Muradullaha istikamet için tüm insanları mecbur, me'mur ve mahkûm kılmıştır:

Resim ".... Bir deneme olarak sizi hayrla da şerle de imtihan ederiz..." (Enbiyâ 21/35)

Emr-i İlâhî; hakkın hayra rızası var ve şerre rızası yoktur.

Murad-ı İlâhî; kula hayriyyet ve şerriyet tercih hakkı tanırken:

Resim "... De ki; ALLAH kötülüğü emretmez..." (A'râf 7/28)

Emr, insanın aklınadır ve hayrı dilemesi şerden kaçması emir gereğidir. Akıl ilimle iş yapar. İlim ise ma'lûm (nakl)a tâbi'dir. Dolayısıyle akıl ilimle ve edeble iş görür... İlim İlâhî, edeb ise Muhammedîdir...

Kader: ezelden ebede kadar a'yân-ı mevcûdat üzerine vaki' olacak olan ahvâli câriye (geçerli olacak hâller), ahkâm-ı târiyye (ansızın ortaya çıkacak hükümler) ve HAKK'ın hükmü kullîsi (tüm hükümleri)dir.
Kaza: a'yânların (asl, kendi, zâtı) isti'dâd ve kabiliyetlerinin vuku'unu gerektirdiği zaman, zemin ve hâlde hususi sebeble kaderin icâdı hâlidir.
Kader: miktar, değer, kuvvet, kudret ve kısmak mânâlarınadır. Şer'î şerîfte ise: "Var olacak şeylerin; ne zaman, nerede, nasıl ne gibi durumlarda meydana geleceğinin ALLAH Tealâ tarafından ezelden beri bilinmesi ve bu bilgiye göre tesbit ve takdir edilmesidir. Kader ALLAH Tealâ'nın İlim ve İrade sıfatlarındandır.
Kaza: takdir edilen kaderin zamanı gelince ALLAH Tealâ tarafından aynen yaratılması ve icrâ'sıdır. Kaza, ALLAH Tealâ'nın Tekvin sıfatına dahildir. Bazı âlimlerimiz ilk târife kaza, ikincisine kader demişlerdir. Çünkü bazı hadislerde sabit olanın kaza, değişebilen kader olduğu da anlaşılıyor. Mesele ise iki oluşumun farkını idrak etmektir.

Resim Ashab-ı Güzin soruyor: "Yâ Resûlullah! Nasıl görürsün? Bizim amellerimiz, bitirilmiş birşey midir? Yoksa yeni başlayan bir iş midir?" Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Şey'un kad füriga minhu: bitirilmiş birşeydir!" (Tirmizî, Tefsirü's- Sûreti 12/3; Münâvî, Feyzü'l-Kadir II/12) Sahabeler: "O hâlde amel nerede kalır?" diye sorduklarında Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "İgmelu fekûllün müyessirün limâ hulika lehu: amel ediniz (çalışınız), herkes kendisi için yaratılmış olana (şeye) kolaylıkla ulaşır." buyurmuştur. (Buhârî, Kader 4; Müslim, Kader 6,7,8; Tirmizî, Kader 3; Ebu Dâvud, Sünnet 16; İbni Mâce, Mukaddime 10)

Kaderiyye Fırkası:

"Kul işlediği fiilin yaratıcısıdır." diyen Kaderiye Mezhebi mensubları sonradan "Hayr ALLAH'tan, şer ise başkasından" diyerek Mecusî'lere benzemişlerdir.

Resim Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kaderiye mensubları, bu ümmetin mecusileridir.Hastalanırlarsa onlara uğramayın, ölürlerse cenâzelerinde bulunmayın." buyurmuştur.

(İbn Ömer (ra)dan; Ebu Dâvud, Sünen-Kader babı)
Cebriyye Fırkası:

"Herşey kaderdir" diyerek kulun cüz'i iradesini inkâr etmişlerdir. Hiçbir güç ve selâhiyyeti olmayan kul düşüncesiyle; Kul, cebren yapmıştır sonucu doğurup, suçsuzdur demeye gelmiştir ki bâtıl olduğu açıktır.

Ehl-i Sünnette ise:

"Kadere imân hayrın ve şerrin kulun cüz'i iradesiyle tercihi sonucu ve yaratıcısı ALLAH Tealâ olduğuna imân İslâmda esastır." kabul edilmiştir.

Resim İmâmı Alî (keremullahi veche): Biz (bir defasında Bâkiü'l-Garkad Kabristanında bir cenâze dolayısıyla) Resûlullah (sav)'in yanında oturuyorduk. Onun elinde bir dal parçası (âsâ) vardı. Âsâsı ile yere vurdu. Sonra başını kaldırdı ve buyurdu ki: "Sizden hiçbir kimse yoktur ki onun cennetteki ve cehennemdeki yeri yazılmamış (takdir ve tesbit edilmemiş) olsun..." (saîd veya şâki olduğu belirlenmemiş olsun...) Bunun üzerine bir sahabi tarafından denildi ki: "Yâ Resûlullah (öyleyse kadere dayanıp, amel ve ibâdetleri) bırakalım mı?" Resûlullah (sav): "Hayr amel ediniz (çalışınız), bırakmayınız (sadece kadere bırakmayınız) çünkü, herkes ne için yaratıldığı ise o iş için kendisine kolaylaştırılır (kişi saîd ise, saâdet ehlinin amellerine yönelir ve o işler ona kolaylaştırılır. Şâki ise şekâvet ehlinin işleri kendisine kolaylaştırılır.) buyurdu ve (şu) âyetleri okudu.
"Ama kim (ALLAH yolunda) verir, ALLAH'tan korkar, o güzel kelimeyi (Lâ ilâhe illâ ALLAH) tasdik eder ise, muhakkak biz onu (ALLAH rızasına uygun) en kolay yola muvafık kılarız. Fakat kim cimrilik eder (HAKK'ın hakkını ödemez), ALLAH'ın yardımına ihtiyaç duymaz (müstagni olursa) ve en güzel sözü (tevhid) inkâr ederse biz de onu en şiddetli (ateşe giden) yola hazırlarız." (Leyl 92/5-10)" buyurdu.


Görüldüğü gibi ibâdet cennete girmek için yeterli sebeb değil ancak saâdet alâmetidir.
Esas olan; kul, kendisinin elinde olan Kur'ân-ı Kerîm ve sünneti seniyye naklî proğramına uygun olarak kulluk görevini yapacak ve ilerisini,gerisini, akılla, mantıkla fazla karıştırıp kurcalamayacak...
Kaza ve Kader İlâhî sırlardandır.
Zâhirdeki parmak izi gibi...
Bâtındaki kişisel ve ilâhî sır proğramıdır.
Bu konuda gerçeği ancak ALLAH Tealâ bilir.

İmâmı Alî (keremullahi veche) Efendimize bir dehrî (materyalist, ruh da cesed de ölür gider ve öbür dünya diye bir şey yok diyen) gelmiş ve: "Yâ Alî! Kader hakkında ne dersin?" demiş.
İmâmı Alî (kv): "Dehri! Kader uçsuz bir yoldur, giriş yapma..." buyurmuş.
Dehri bir gün sonra yine gelmiş ve: "Yâ Alî! Kader nedir?" deyince
İmâmı Alî (kv): "Ey dehri! Kader dipsiz bir ummandır dalış yapma..." buyurmuş.
Dehri üçüncü günde sorunca İmâmı Alî (kv) Efendimiz: "Be ahmak adam! ALLAH Tealâ ne yapacağını sana mı soracaktı?"
buyurunca dehri toz olmuş...

Resim Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kavî (kuvvetli, güçlü, sağlam, güvenilir) mü'min, zayıf mü'minden daha hayırlı ve ALLAH'a daha sevimlidir. Her ikisinde de hayr vardır. Sana menfâatı olan şeylere hırslı (düşkün) ol! ALLAH'tan da yardım dile ve faydalı şeyleri istemekte ve yardım dilemekte âcizlik (gevşeklik) gösterme. Eğer hoşlanıp beğenmediğin bir şey sana isabet ederse (başına gelirse) şunu yapsaydım, bunu yapsaydım (bu iş başıma gelmezdi)" deme ve lâkin: "ALLAH (böyle) takdir buyurdu ve dilediğini yapar" de. Çünkü lev: keşke (şunu yapsaydım, bunu yapmasaydım kelimesi) şeytânî amele yol açar (vesvese ve kadere karşı gelmeye sevk eder)." buyurmuştur. (Ebu Hureyre (ra)dan; İbni Mâce, Mukaddime 79 ve Müslim, Kader)

İkisinde de hayr (imân) var buyurulması mü'min oluşlarındandır.
Şunu veya bunu yapmasaydım gibi hayıflanmak değil de kadere itiraz yasaklanmıştır.
Yoksa pişmanlık tevbenin ilk basamağıdır.
Başkalarının başına gelenden ibret almayan, akılsız; kendi başına gelenden ibret almayan ise, ahmaktır.
Onun için:

ResimResûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Her derdin devâsı vardır, ahmaklık hariç..." buyurmuştur.

ResimResûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kul (şu) 4 şeye inanmadıkça imân etmiş olmaz: ALLAH'ın varlığına, birliğine, ortağının olmadığına, şüphesiz benim ALLAH'ın Resûlü olduğuma, öldükten sonra dirilmeye ve kadere." buyurmuştur. (İmâmı Alî (Kv)'den ibni Mâce, Mukaddime 81)

Resim "Ashab-ı Kiramın kader meselesinde tartıştıklarını anlayan Resûlullah (sav) öfkesinden mübârek yüzü nar gibi kıpkırmızı olarak: "Bununla mı emrolundunuz veya bunun için mi yaratıldınız? Kur'ân'ın bir kısım âyetlerini diğer bir kısım âyetleriyle vuruşturuyorsunuz! Sizden önceki ümmetler ancak böylesi (lüzûmsuz tartışma) ile helâk oldular." buyurmuştur. (Amr bin Şuayb, babası Muhammed b. Abdillah (ra)dan; İbni Mâce, Mukaddime 85 ve Ebu Hureyre (ra)dan; Tirmizî)

Resim Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Birr (hayr, iyilik) den başka bir şey ömrü artırmaz ve duadan başka bir şey kaderi geri döndürmez. Şüphesiz adam, işlediği günâh yüzünden rızkından mahrum kılınır." (Sevban (ra)dan; İbni Mâce, Mukaddime 90)

Sahabi: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'i mü'min olarak gören (a'mâ ise duyan), sahib çıkan ve sahib çıkılan kimsedir. Şu hadisi şerîf de kadere güzel bir örnektir.

Resim Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Birisi diğerini öldüren iki kişiye şüphesiz ALLAH güler (rızasıyla karşılar). Her ikisi de cennete girerler" (buyurunca sahabiler şaşırarak "hem katil (öldüren) hem de maktül (ölen) ikisi de birden cennette..." dediler. Resûlullah (sav): Şu (müslüman) ALLAH yolunda çarpışarak şehîd düşer (ve cennete girer). Sonra onun katili olan yaptığından ALLAH'a tevbe edip müslüman olur (ALLAH hidâyet eder) sonra ALAH yolunda cihâd eder ve neticede o da şehîd edilir (cennete girer) buyurdu. (Ebu Hureyre (ra) dan; İbni Mâce, Mukaddime 191; Buhârî, Cihâd 28; Müslim, Emâret 35)


4.6. RESÛLULLAH (sallallahu aleyhi ve sellem) VE SILA SALÂTI - 4



ZEVK- 1137
Şaştım "ANKA"nın "NUN"una, TEVHİD için "KAF"a gelmiş
Lûtf-ü Likâsında LEYLÂ, MECNUN'un TAVAFA gelmiş
Muhabbet-i MUHAMMED'e mazhar ola gel İHVÂNÎ
"BENLİK" inden arınanlar RABB'ısına SAFA gelmiş...



ZEVK- 1138

Tepesinde KÂMİL İNSAN, bu âlem hilkat konisi
Kûn fe yekûn nefesiyle, Nesl-i Cedid senfonisi
ELEST'in bestesin dinle duyduğuna uy İHVÂNÎ
Üzme-Üzelme-Sev-Sevil, Aşk Yeli RAHMÂN nefesi...



Rûbübiyyet ile ubüdiyyet olarak adlandırılan RABBlık ve O'na kulluğun iyi anlaşılması için akıltahtasına nakil sözlerini yazalım ve okuyalım inşaâallah:

Mukayyediyyette (kayıdlı, şartlı, bağlı); kayıd, kasıd, kalıp, renk, ihtilâf, zıdlık, Musa (as)'lık, Firavun'luk v.s. vardır.
Mutlakiyyette (kayıdsız,şartsız,tek,salt); küllî şey yok olmuş, ancak ve ancak onları da var eden VAR'dır ve nokta (söz bitti).
Bu âlemde kayıd v.s. yoktur. Renksizlik ve ilâhî birlik vardır.
Âlem-i ıtlak (bağlılığı, hiçbir bağı olmayan), serbestiyyet vardır.
Mukayyediyyette Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e teslim olan insan aklı ve nefsi; teslim olduğu İmâm-ı Mutlaktan, Emrullahı öğrenir (seyreder).
Duyduğu emr üzere İlâhî İmâma uyar ve ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'e istikamet (sülûk) eder.
Muhammedî Tasavvuf ve seyr-ü-sülûk budur...

Sülûkumuzu oklarla seyredelim:

Mukayyediyyet Teemül Tefekkür Keşf-i sâlih Keşf-ü şühûd Mutlakiyyet (anlayışı)
Teemül :iyice düşünme
Tefekkür : iyice anlayıp, harekete hazır olma
Keşf-i sâlih :Muhammedî Metodla ulaşılan keşif, kemâl makamı.irfanı.
Keşf-ü şühûd : Rahmetenli'l-âlemin Makamında anlatılmaz yaşanırlık... Mutlakiyyet (anlayışı)
Seyredilen renklerden, renksizliğe sülûk kulluk görevidir...
Abdühü ve Resûlühü (O'nun kulu ve O'nun Resûlü) ile "bile"...
Muhammedî Şuûr...

Kayıdlar âleminde herkes bir şey ve kişi olup renklere büründü mü esmânın gayriyeti (zıdlıkları) yüzünden kavgalar başlar...
İ'tiraz ve ikilik, tevhid ve rıza buluncaya kadar cedel ve cenk sürer gider...
Oysa renksizlik ve ıtlâk âleminde hiçbir kimse (mâsivâ) yok idi...
Musa (aleyhi's-selâm)ile Firavun, bu âlemde imtihandalar...
O âlemde HAKK var...
Nokta (başka birşey yok).
Aslında kavga; mukayyedlikte; kişi, mutlakiyyet sırrına eremeyip, karşısındakini esir alacağını zannedince başlıyor ve Firavun'la Şeytân'ın başı derde giriyor.
Musa (aleyhi's- selâm) ise kulluk yolculuğunda, mukayyediyyet âleminden mutlakiyyet âlemine Rahmetenli'l-âlemin Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in İmâmlığında kendi kaderi yörüngesi gereğince seyr-ü sülûk ediyor ve Emrullahı işleyip Muradullaha koşuyor...
Âcizâne anladığım meselenin aslı,esası budur kardeşim!..

Resim
Azîz kardeşim,
Aslî kulluk görevi : Kendi a'yân aynasında HAKK (celle celâluhu)'ya şâhid olup, "Şühûd-u HAKK" ile hayrân kalmaktır.
Burada a'yân: Harici vücûdu bulunan Esmâ-i İlâhîyye hakikatlerinin zâhirde zuhûr eden sûretleridir.
Senin sûretin şu an ki sensin.
Senin a'yânın ise ezeldeki sîretindir...
Sîretiyin Rübûbiyyet Tevhidi ile, sûretiyin Ulûhiyyet Tevhidi imkanla imtihan meydanında buluşursa, Muhammedî oluşum (sıla) kâmildir... HAMÎDULLAH ve MAHMUDULLAH olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in şerefli şifâları (şefâati) ile şereflenip Muhammedî oluş şuûruna ulaşıp Nurullaha kavuşunca gözlerin (basar ve basîret) feri (ışığı, nuru) gelince, dürbün gibi bakıp HAKK'a şâhid olunca; Hayret-i Mahmude: hamdetmiş olmanın hayreti, HAKK'la huzurda hazır-nazır olmanın dehşeti, Mârifet Ummanına düşürür de sen de Sahibimiz Efendimiz ve herşeyimiz HABİBULLAH (sallallahu aleyhi ve sellem)'le bile olarak:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Rabbi zidni fike tehayyari: Yâ RABBim sana olan hayretimi artır..." diye inlemeye ve dinlemeye başlarsın İnşâallah...

ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL Kelâmullah'ında:

Resim--- "Ve's- Selâmü alâ meni't tebe'a'l-hüda: selâm doğruya tâbi'olanlaradır..." (Tâ Hâ 20/47) buyuruyor.

Muhammedî oluş şuûruna ulaşım diye ısrarla üzerinde durduğumuz ise: i'tikadda, amelde, ahlâkta ve hâlde Muhammedî olduğunun farkına varıp muhabbet, merhamet, hasbî hizmet ve hakikat ehli olarak RABBısına, Resûlullah'ına, kendisine, herkese ve herşeye, taşıdığı vasıflarla muamele edebilme isbatıdır. Hâli hazır öylece yaşayıştır.

Konuşurken herkes ve hepimiz "Muhammedîyiz..." diyebiliriz.
Ne var ki: "Öyle miyiz, değil miyiz?" diye imtihan olmaktayız.
Muhabbet, merhamet ve hasbî hizmette sadık ve âdil miyiz?
Sözde, fiilde, ahlâk ve hâlde Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e tâbi' miyiz?
İ'taatte; ilim, irade, idrak ve iştirakimiz ne hâldeyiz?
Kur'ân-ı Kerîm baştan sona bu emirlerle dolu...

Şimdi Kitâbullahı açıverince Muhammed Sûre-yi Celîlesi çıktı birlikte bakalım:

Resim--- "İnkâr edenlerin ve ALLAH yolundan alıkoyanların işlerini ALLAH boşa çıkarmıştır. Îmân edip yararlı işler yapanların, RABBleri tarafından hakk olarak Muhammed'e indirilene inananların günâhlarını ALLAH örtmüş ve hâllerini düzeltmiştir. Bunun sebebi inkâr edenlerin bâtıla uymaları, inanların da RABBlerinden gelen Hakka uymuş olmalarıdır. İşte böylece ALLAH, insanlara kendilerinden misâllerini anlatır." (Muhammed 47/1-3)

Resim--- "ALLAH onları muradlarına erdirecek, gönüllerini şâd edecek ve onları, kendilerine tanıttığı cennete sokacaktır. Ey imân edenler! Siz ALLAH'a yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.İnkâr edenlere gelince onların hakkı yakındır. ALLAH onların yaptıklarını boşa çıkarmıştır." (Muhammed 47/5-8)

Resim--- "Bu, ALLAH'ın, inananların Mevlâsı olmasından dolayıdır. Kâfirlere gelince onların Mevlâları (yardım edicileri) yoktur. Muhakkak ki ALLAH sâlih amel işleyenleri altından ırmaklar akan cennetlere koyar; İnkâr edenler ise (dünyadan) faydalanırlar, hayvanların yediği gibi yerler. Onların yeri ateştir." (Muhammed 47/11-12)

Dikkat et ki; mü'minler, Rahmâniyyet ve Rahîmiyyeti hak edip dünyadan saldırmadan (âdil) faydalanırken ve aynı zamanda âhirette cenneti de kazanırlarken; kâfirler bu dünyada Rahmâniyyetten faydalanıp hayvanlar gibi yiyip, içip tepinip ateşi boyluyorlar.

Resim--- "Onlar Kur'ân-ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalbleri mi kilitli?" (Muhammed 47/24)

Resim--- "Bunun sebebi onların ALLAH'ı gazablandıran şeylerin ardınca gitmeleri ve O'nu razı edecek şeylerden hoşlanmamalarıdır. Bu yüzden ALLAH onların işlerini boşa çıkarmıştır." (Muhammed 47/28)

Resim--- "Ey imân edenler! ALLAH'a itâat edin, Peygamber'e itâat edin. İşlerinizi boşa çıkarmayın" (Muhammed 47/33)

Bu sûre-i celillede bendenizin çok sevdiği bir âyeti celile vardır:

Resim--- "Muttakilere va'dolunan cennetin durumu şöyledir: İçinde bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren şarabtan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır..." (Muhammed 47/15)

Halis muhlis Muhammedîlerin kalblerinden kaynayan Nur-u Muhammed'in tezâhürleri olan:
Şerîat-ı Muhammedîyye (söz, i'tikad) gibi saf, arı ve bozulmaz su ırmakları...
Tarikat-ı Muhammedîyye (sâlih amel) gibi tadı, tavrı, kıvamı ve tarzı değişmeyen süt ırmakları...
Mârifet-i Muhammedîyye (Huluki'l-Azîm-yüce ahlâk) gibi içeni emrine alan, kesin te'sirli ve çok hoş şarab ırmakları...
Ve Hakikatı Muhammedîyye (değişmeyen dâimi huy hâli) gibi süzme, saf, arı ve halis (sadece ALLAH için ihlâslı) bal ırmakları... İşte Muhammed Sûre-i celilesinin penceresinden gördüklerimiz.
İşte muhabbet, merhamet, hasbî hizmet ve ihlâslı hakikat...
İşte Muhammedî oluş şuûruna, nuruna, süruruna ve onuruna ulaşım...

Tekrar konumuza dönelim ve Fâtiha sûremize devâm edelim:
En son nur-ye tarafından 21 Kas 2009, 07:43 tarihinde düzenlendi, toplamda 5 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »


مَالِكِ يَوْمِ الدّٖينِ
4-) "Mâliki yevmmi'd-din" (Fâtiha 1/4)

Din gününün Sahibi...
Ceza gününün Sahibi.
Mâlikiyyetini ilân buyuruyor ALLAH Tealâ...


Mâlik: bir şeye sahib olandır.
Melik: mal sahibi, mülk sahibi, hükümdar olandır.
Her iki oluşda Mâlikü'l-Mülk ve Melikü'l-Mülk olan ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in mâlikiyyette vahdetini bildirir.
Din: ALLAH'a inanma ve bağlanmadır.
Din: nurun dâim oluşudur. Abd ile RABB arasındaki bağdır. Var oluş- yaşayış ve imtihan sonucunu içerir...
Cezâ: imtihanda yapılanın (kesbin) karşılığıdır.
Bu sistemin tesis sebebi insanın kulluk denemesidir...
Cezâ günü ise işlenen Emrullahın sonucunda Muradullaha ulaşıp-ulaşamadığının belirleneceği Tevhid Terazisinin ve mahşer miz'ânının kurulup zerre kadar hayr ve şerrin görüldüğü seriü'l-hisab sahasıdır.

كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ وَنَبْلُوكُمْ بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةً وَاِلَيْنَا تُرْجَعُونَ

Resim--- ''Kullu nefsin zaikatul mevt, ve neblukum biş şerri vel hayri fitneh, ve ileyna turceûn.: "Her canlı ölümü tadar. Bir deneme olarak sizi hayırla da, şerle de imtihan ederiz. Ve siz Ancak bize döndürüleceksiniz." (Enbiyâ 21/35)

وَنَضَعُ الْمَوَازٖينَ الْقِسْطَ لِيَوْمِ الْقِيٰمَةِ فَلَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْپًا وَاِنْ كَانَ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ اَتَيْنَا بِهَا وَكَفٰى بِنَا حَاسِبٖينَ
Resim--- ''Ve nedaul mevazinel kista li yevmil kiyameti fe la tuzlemu nefsun şey'a, ve in kane miskale habbetim min hardelin eteyna biha, ve kefa bina hasibîn. : "Biz Kıyâmet günü için adâlet terazileri kurarız. Artık kimseye hiçbir şekilde haksızlık edilmez. (Yapılan iş) bir hardal tanesi kadar olsa, onu (adâlet terazisine) getiririz. Hesab gören olarak Biz (herkese) yeteriz." (Enbiyâ 21/47)

يَوْمَئِذٍ يَصْدُرُ النَّاسُ اَشْتَاتًا لِيُرَوْا اَعْمَالَهُمْ
فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُ
وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ

Resim--- ''Yevmeiziy yasdurun nasu eştatel li yurav a'malehum. Fe mey ya'mel miskale zerratin hayray yerah. Ve mey ya'mel miskale zerratin şerray yerah. : "O gün insanlar amellerinin (sonucunu) görmeleri için darmadağınık geri dönüp gelirler. Kim zerre miktarı hayr yapmışsa onu görür.Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür." (Zilzâl 99/6-8)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e teslim olup, inanıp; sâlih ameli, güzel ahlâk ve hâlle icrâ' edip Emrullaha uyanlar va'dedilen Muradullaha ulaşıp can cennetlerine minnetsiz ve ebedî girerler...
Tersini yapıp nefsî hevâ ve hevesle hayvanlardan da aşağı ve şeytânın uşağı olarak yaşayanlarda va'dedilen ve şeytânın muradı olan cehâlet cehennemlerine girerler...
Öyle ki:

مَنْ جَاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ عَشْرُ اَمْثَالِهَا وَمَنْ جَاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَلَا يُجْزٰى اِلَّا مِثْلَهَا وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
Resim--- ''Men cae bil haseneti fe lehu aşru emsaliha, ve men cae bis seyyieti fe la yucza illa misleha ve hum la yuzlemûn. : "Kim (ALLAH'ın huzuruna) iyilikle girerse ona getirdiğinin 10 katı vardır. Kim de kötülükle girerse o sadece getirdiğinin dengiyle cezâlandırılır (karşılık görür). Onlar haksızlığa uğratılmazlar." (En'âm 6/160)

فَلَنَقُصَّنَّ عَلَيْهِمْ بِعِلْمٍ وَمَا كُنَّا غَائِبٖينَ
وَالْوَزْنُ يَوْمَئِذٍ الْحَقُّ فَمَن ثَقُلَتْ مَوَازِينُهُ فَأُوْلَـئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
وَمَنْ خَفَّتْ مَوَازٖينُهُ فَاُولٰئِكَ الَّذٖينَ خَسِرُوا اَنْفُسَهُمْ بِمَا كَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَظْلِمُونَ
Resim--- ''Fe le nekussanne aleyhim bi ilmiv ve ma kunna ğaibîn. Vel veznu yevmeizinil hakku fe men sekulet mevazinuhu fe ulaike humul muflihûn. Ve men haffet mevazinuhu fe ulaikellezine hasiru enfusehum bima kanu bi ayatina yazlimûn. "Ve onlara (olup bitenleri) tam bir bilgi ile mutlaka anlatacağız. Biz onlardan uzak değiliz. O gün tartı (vezn) haktır. Kimin (sevâb) tartıları ağır gelirse, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.Kimin de tartıları hafif gelirse, işte onlar, âyetlerimize karşı haksızlık ettiklerinden dolayı kendilerini ziyâna sokanlardır.'' (A'râf 7/7-9)


اِقْرَاْ كِتَابَكَ كَفٰى بِنَفْسِكَ الْيَوْمَ عَلَيْكَ حَسٖيبًا

Resim--- '' İkra' kitabek, kefa bi nefsikel yevme aleyke hasîba. : "Kitâbını oku! Bugün sana hesab sorucu olarak kendi nefsin yeter..." (İsrâ 17/14)

ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in mâlikiyyeti öylesine önemli ki; insanoğlunun ve herşeyin; evvel, âhir, zâhir ve bâtınının sahibi olmakla herşeyini elinden alıverir...
Eşyâ (cisim), olay (fiil), zaman (emel, hevâ, heves) ve zann (sandıkları, hayalleri) ları yerle bir oluverir...
Ne soluk kalır ne ses ne de kimse...
En kıymetli şeyi olan canı ise zâten O'nundur...
Sonuç, âhiret, hesab ve cezâ gününün mâliki buyurulması kullarına merhameten işin sonucunu hatırlatıp herşeyle beraber hesab gününün de mâliki olduğunu ihtardır...

وَمَا اَدْرٰیكَ مَا يَوْمُ الدّٖينِ
ثُمَّ مَا اَدْرٰیكَ مَا يَوْمُ الدّٖينِ
يَوْمَ لَا تَمْلِكُ نَفْسٌ لِنَفْسٍ شَيْپًا وَالْاَمْرُ يَوْمَئِذٍ لِلّٰهِ

Resim--- ''Ve ma edrake ma yevmuddîn. Summe ma edrake ma yevmuddîn. Yevme la temliku nefsul linefsin şey'e, vel'emru yevmeizil lillah.: "Ceza günü nedir, bilir misin? Nedir acaba o cezâ günü? O gün hiçbir kimse başkası için bir şey yapamaz. O gün iş (emir) ALLAH'a kalmıştır." (İnfitâr 82/17-19)

يَوْمَ هُمْ بَارِزُونَ لَا يَخْفٰى عَلَى اللّٰهِ مِنْهُمْ شَیْءٌ لِمَنِ الْمُلْكُ الْيَوْمَ لِلّٰهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ
اَلْيَوْمَ تُجْزٰى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ لَا ظُلْمَ الْيَوْمَ اِنَّ اللّٰهَ سَرٖيعُ الْحِسَابِ
وَاَنْذِرْهُمْ يَوْمَ الْاٰزِفَةِ اِذِ الْقُلُوبُ لَدَى الْحَنَاجِرِ كَاظِمٖينَ مَا لِلظَّالِمٖينَ مِنْ حَمٖيمٍ وَلَا شَفٖيعٍ يُطَاعُ
يَعْلَمُ خَائِنَةَ الْاَعْيُنِ وَمَا تُخْفِى الصُّدُورُ
وَاللّٰهُ يَقْضٖى بِالْحَقِّ وَالَّذٖينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِهٖ لَا يَقْضُونَ بِشَیْءٍ اِنَّ اللّٰهَ هُوَ السَّمٖيعُ الْبَصٖيرُ

Resim--- ''Yevme hum barizun, la yahfa alellahi minhum şey', li menil mulkul yevm, lillahil vahidil kahhâr. Elyevme tucza kullu mefsim bima kesebet, La zulmel yevm, innellahe seriul hisâb. Ve enzirhum yevmel azifeti izil kulubu ledel hanaciri kazimin, ma liz zalimine min hamimiv ve la şefiiy yuta'. Ya'lemu hainetel a'yuni ve ma tuhfis sudûr. Vallahu yakdi bil hakk, vellezine yed'une min dunihi la yakdune bi şey', innellahe huves semiul besîr.: "O gün onlar (kabirlerinden) meydana çıkarlar. Onların hiçbir şeyi ALLAH'a gizli kalmaz. Bugün hükümranlık kimindir? Kahhar olan tek ALLAH'ındır (ALLAHU'l-VAHİDÜ'l-KAHHAR(cc)) Bu gün herkese kazandığının karşılığı verilir. Bugün haksızlık yoktur. Şüphesiz ALLAH hesabı çabuk verendir.Yaklaşan gün hususunda onları uyar! Çünkü o anda dehşet içinde yutkunurken yürekleri ağızlarına gelmiştir. Zâlimlerin ne dosdu ne de sözü dinlenir şefâatçisi vardır. ALLAH gözlerin hâin bakışını ve kalblerin gizlediğini bilir. ALLAH adâletli hükmeder..." (Mü'min 40/16-20)

Dikkât et ki ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL Kur'an-ı Kerimin kapısı olan Fatiha-yı Şerifesininin ilk 4 âyet- i celilesinde Mutlak İlâh olabilmenin ilk 4 ana şartını ilân buyuruyor:

a-) El Rahmânü'r Rahîm olan ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL FATİHA-i Şerîfesine besmeleyle başlıyor.Beden içinde derc olan nefse, kalbe ve ruha, "Ulûhiyyet"ini ilân buyuruyor...
Ulûhiyyet Tevhidine şâhid olabilmek için imtihanda olduğumuzu ihtar ediyor...
Ulûhiyyetin Künhü, hakikati ve gerçek bilgisi İlmullahdadır.
Biz ise Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in bildirdiği edebi içinde bilebiliyoruz.


b-) İnsan nefsine ve içindekilerine, "Rübûbiyyet"ini ilân buyurup, Elest Bezminde verilen ilk sözü (Rübûbiyyet Tevhidini, Ahdullahı) hatırlatıyor. İnsan aklının; RABB'ini aramasını, Hakkı ve hayrı bâtıl ve şerden ayırıp ilme dayalı iradesini ortaya çıkarıp Rabbü'l-âlemin'e Abd olduğunu bilmesini ikâz ediyor.

c-) "Merhametiyyet"ini ilân buyurarak bu muhteşem sistemin var edilmesinin ve insanın ilginç imtihanının temelinde Merhamiyyetullahın yattığını (olduğunu) bildirip insan kalbinin dünyaya dönük kapısına Er Rahmân (celle celâluhu) Rahmâniyyetini, âhirete dönük kapısına ise Er Rahîm (celle celâluhu) Rahîmiyyetini yazıyor. Kalb ise Muhammedî merhamet yuvası oluyor... Rahmetenli'l-âlemin Medinesi gibi...

d-) Din gününün Mâliki olarak, kendi halkettiği zaman dilimleri de dahil herşeyin ve herkesin Sahibi ve Meliki olduğunu, "Mâlikiyyet"ini ilân buyuruyor ve emr âleminden olan ruhu uyarıyor ki; sahiblik, Sistemin Sahibine mahsustur. Bu âleme çıplak giren çıplak çıkar ve canım dediği de O'nundur...

Muhammedî i'tikadın 4 direği budur.
Bu dört hususu aynı zamanda Abdullah da olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in gözüyle gören ve özüyle inanan Muhammedî mükerremlik, mükemmellik, muhteşemlik ve mübâreklik şuûruna ulaşanlar;
"Benlik" ten vazgeçip "Bizlik" e kavuşanlar kısacası, bir bedende "bile" olan sen, ben, o iken "BİZ" olup Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in kalbine dolanlar, Kevser Havuzunda buluşan damlalar, susar da;
Derya (sallallahu aleyhi ve sellem) konuşur Rabbü'l-âlemin'e...
Teslimiyyet Tevhidi ile ilâhi istikamette ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'e rızayı arza gidiliyor...

Agâh ol... Uyanık dinle... Uyuma...
Dağlarda kalan buz dağları veya parçaları hüsran ve hasrette kaldılar. Rahmet bulanlar eridi, aktı ve hakta ve hayırda Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in teslimiyyet rıza ravzasında buluştular...
"İle" iken "bile" oldular...
Bir oldular, Biz oldular...
Doğru yerde doğru zamanda ve doğru hâlde ol ki; Sıddıklarla olduğun hakk olsun...
Oyunbazlara uyma...
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'i duy ve uy...

Kur'ân-ı Kerîm ve tüm kâinât ilmek ilmek halı gibi dokunmuştur.
Ve Muhammedî muhabbet, merhamet, hasbî hizmet ve hâlihazır hakikatle nefes nefes okunmuştur, okunuyor ve okunacaktır...
Dinle...

اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعٖينُ
5-) "İyyake na'bûdü ve iyyake neste'in" (Fâtiha 1/5)
"(RABBımız!) Ancak Sana kulluk ederiz ve yalnız Senden meded umarız" veya "Sadece Sana ederiz kulluğu, ibâdeti, sadece Senden dileriz yardımı inâyeti yâ RABB..."

Ulûhiyyetini,
Rübûbiyyetini,
Merhametiyyetini ve
Mâlikiyyetini "abd"inin önüne seren ALLAH Tealâ; kuluna Emrullahı, Kelâmullah ile öğretiyor:
İyyake
: Senden başkasına değil ancak ve ancak sadece Sana...
Abede: boyun eğmek, kulluk etmek, itâat etmektir.
Ayn, be ve dal dir. Abdin RABBısı ile merkezde ve muhitte her zaman, her yerde, her hâlde, herkes ve herşeyde olduğu gibi dâimi bilelik (et-tırnak, elektrik-ampül gibi) şuûrunu ve nurunu görmesi, anlaması ve yaşamasıdır. Kasdedilen kulluk, anladığmıız anlamda kölelik değildir. Emrullahı Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den duyan ve istikamet tevhidine uyan insanoğlunun; Muradullah olan İhsânullaha ulaşımla, Rızaullah sırat-ı müstakîminde seyr-ü-sülûktür kulluk...
Sistem; soyut-somut bir bütündür. Ve sabittir. Ne noksanlık ne de fazlalık vardır.
Sistemin sahibi ve ustası kaza, kader, irade ve meşiyeti ile halk eder ki; bu, adâlettir ve hakkıdır.
Emredilen teşbih ve tenzihin de aslı, bu şuûra (tevhid) ulaşımı teşviktir.

Kısacası kulluk: İlâhî fermanı duymak ve derhâl uymaktır.
Her nefeste Hazır ve Nazır'ın huzurunda imtihan olduğuna, kayda geçilip yazıldığına ve kesinlikle yapılanan karşılığının görüleceğine inanmak, kani'olmak ve gereği için Emrullahı harfiyyen yaşayıp Sistemin Sahibi Subhan ALLAH Tealâ'ya Ulûhiyyet Tevhidi Şâhidi olmaktır.
Kulluk; ikrâm edilen (mükerrem kılınan) insanoğlunun, ikrâmı yapana yaptığı zâtî hamdin (övgü-senâ) kemâli ve Muhammedî Mükemmelliğidir.


"İyyake na'bûdü": Kesin teslimiyyet arzı hâli,ihlâslı olmalıdır.
Çocuk bile bilir ki; hiçbir eser ustasına hiçbir nakış, nakkaşına ve hiçbir abd, RABBına (hâşâ) hile yapamaz...
Sadece kendi nefsine zulmeder ki bu ise hüsrandır...
Tüm yönleriyle teslim olmuş insanın müslimliği kesindir.

"İyyake neste'in" Ancak ve ancak sadece Senden yardım dileriz.
İstiane: avndan olup; avn, yardım istemedir.
İane: yardım.
Muavenet: yardımlaşmadır.

Dikkat et ki: ALLAH Tealâ; soyut-somut küllî şey'in (herşeyin) Mâliki olduğunu, merhametini, Rübûbiyyetini ve tümünü kapsayan Ulûhiyyetini, kulunun aklının karşısına dikince; nefs, aklı ve canı dahi; muhtaç, âciz, fakîr, zelil, âlîl ve yardım istemeye aslında mecbur ve me'mur olduğunu elbette anladı ki kulluk sıfatlarını giyindi, Mülkün Sahibinin hesabsız merhametini anladı, Rübûbiyyet ve Ulûhiyyetini kabul edip, inanıp, kani' olup Emrullah gereği ALLAH Tealâ'nın Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'i olan Muhammed (aleyhi's- selâm)'a teslim oldu.
Akvâline (buyruk, i'tikad),
Ameline (fiil),
Ahlâkına ve
Ahvâline uymaya söz verdi.
Tamamen tâbi' oldu...

قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُونٖى يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَحٖيمٌ
Resim--- '' ''Kul in kuntum tuhibbunellahe fettebiuni yuhbibkumullahu ve yağfir lekum zunubekum, vallahu ğafurur rahîm.: "(Resûlüm!) De ki: Eğer ALLAH'ı seviyorsanız bana uyunuz ki ALLAH'da sizi sevsin ve günâhlarınızı bağışlasın. Vallahu GAFÛRu'r Rahîm..." (Âl-i İmrân 3/31)

İlâhi muhabbetin kaynağı yine Rahmetenli'l-âlemin olan Muhammed (aleyhi's- selâm)'dır.
Âlemlerin rahmete kavuşması Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e kavuşmasıyla mümkündür.
Çünkü kendisi bizzâtihi rahmetin kendisidir.

وَمَا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَمٖينَ
Resim--- '' Ve ma erselnake illa rahmetel lil âlemîn.: "(Resûlüm!) Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik." (Enbiyâ 21/107)

İnsanoğlu Rabbü'l-âlemin olan ALLAH Tealâ'nın kulu olduğuna imân edip mutmaîn olunca, Resûlullah olan Muhammed (aleyhi's- selâm)'a tâbi' olmak için teslim olur.
Abdullah olan Muhammed (aleyhi's- selâm) ise, kulun yapması gerekeni; ifratsız, tefritsiz, i'tidal (adâlet) üzere dostoğru yapmış, yaşamış ve mîrâs bırakmıştır.
Tek başımıza namaz kılarken neden; "Biz Sana ibâdet eder, biz Senden yardım dileriz" diyelim?
İşte burada Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in teslimiyyet "Biz"liği ortaya çıktı...
İmâm-ı Mutlak olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'i bilip, bulup, teslimiyet safında cemâatı olanlar adına Resûlullah: "Biz" buyuruyor.
Biz de tüm Muhammedî şuûr ve nura ulaşanlar adına "Biz" diyoruz. Herbirimiz hepimiz adına...
Çünkü, biz Muhammedîyiz ve birimiz hepimiz, hepimiz birimiz, bir bedende gibiyiz...
RABBımız tek, kitâbımız tek, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'imiz tek, dinimiz tek, dünyamız tek, âhiretimiz tek, cennetimiz tek...
Biz tek tek, damla damla rıza havuzunda tümüz, tekiz, biriz ve Biziz...
Tek tek "hiç" iken tevhidde "hep" olduk, hamd olsun...

Şunu da açıkça arzedelim ki; sahih bir hadisde bildirilen;
Kul : "İyyake na'büdü ve iyyake neste'in..." deyince
RABB Tealâ: ya "Sadekte: doğru söyledin..." veya "Kezzebte: yalan söyledin..." buyuruyor...
Bu husus ise direkt olarak; Muhammedî Teslimiyyet, tâbi'yyet, gerçek salâvât, sıla ve vuslatla bulunup bulunmamasıyla ilgilidir...

اِھْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقٖيمَ
6-) " İhdina's-sırâta'l-mustâkim." (Fâtiha 1/6)
"Hidâyet eyle bizi doğru yola... Bize doğru yolu göster"

Hâde: delaletten uzaklaşmak, tevbe etmek.
Hidâyete gelmektir.
Hidâyet: Hak yoluna, doğru yola klavuzlamaktır.
Sırat: yoldur

وَلَا تَقْعُدُوا بِكُلِّ صِرَاطٍ تُوعِدُونَ وَتَصُدُّونَ عَنْ سَبٖيلِ اللّٰهِ مَنْ اٰمَنَ بِهٖ وَتَبْغُونَهَا عِوَجًا وَاذْكُرُوا اِذْ كُنْتُمْ قَلٖيلًا فَكَثَّرَكُمْ وَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِدٖينَ
Resim--- ''Ve la tak'udu bi kulli siratin tuidune ve tesuddune an sebilillahi men amene bihi ve tebğuneha iveca, vezkuru iz kuntum kalilen fe kesserakum venzuru keyfe kane akibetul mufsidîn.
“Bir de, tehdit ederek Allah’ın yolundan O’na iman edenleri çevirmek, Allah’ın yolunu eğri ve çelişkili göstermek üzere her yol üstüne oturmayın. Hatırlayın ki, siz az (ve güçsüz) idiniz de O sizi çoğalttı. Bakın, bozguncuların sonu nasıl oldu!?..." (A'râf 7/86)

Burada sırat ve sebil yoldur. En çarpıcı ve kesin âyetlerden birisi de:

اَلَمْ اَعْهَدْ اِلَيْكُمْ يَا بَنٖى اٰدَمَ اَنْ لَا تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُبٖينٌ
وَاَنِ اعْبُدُونٖى هٰـذَا صِرَاطٌ مُسْتَقٖيمٌ
Resim--- ''Elem a'hed ileykum ya beni ademe el la ta'buduş şeytan, innehu lekum aduvvum mubîn. Ve eni'buduni haza siratum mustekîm.: "Ey Ademoğulları, Ben size şeytâna kulluk etmeyin, o size açık bir düşmandır, diye and (ahd) vermedim mi? Bana kulluk edin (Bana!), sırât-ı müstakîm (doğru istikamet üzere yol) budur." (Yâsîn 36/60-61)

Sırât-ı müstakîm: kulun emrolunduğu gibi dosdoğru kulluk yapacağı ilâhî kurallar yoludur.

صِرَاطَ الَّذٖينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّالّٖينَ
7-) "Sırâta'l-lezine En'âmte aleyhim gayri'l-mağdubi aleyhim vela'd dallin." (Fâtiha 1/7)

''O kendilerine nimet verdiğin mesudların yoluna... Ne o gazab olunanların ne de sapanların yoluna değil..."

Ni'met: iyilik, bahşiş, lütûf, ikrâm ve ihsândır. Kulluk görevinin yerine getirilmesi için bu âlemdeki ve mükâfât olarak da o âlemdeki RABBımızın sınırsız lûtf-ü ikrâm ve ihsânıdır.
Bir kul için bu âlemde Nimeti Uzma en büyük nimet; Rahmetenli'l-âlemin olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e vuslat ve Nur-u Muhammede ulaşımdır.

Kendisine ni'met verilen Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) başta olmak üzere Resûller, Nebîler ve onlara tâbi' olanlardır.
Mağdubin (Gazabullaha uğrayan)lar ise Firavun'un yolunu tercih edip şeytânın maskarası olanlardır.
Dallinler: ikili oynayıp sonunda bâtılı ve şerri tercih edenlerdir.

Fâtiha Sûresi kulunun adına RABBısının buyurduğu akıl ermez mânâları içeren derunî ve ilâhî bir duadır.
Sonunda uzunca bir "Amiin..." kabul buyur (Yâ RABBi!) denilmesi sünnettir.

Muhammedî insan rahmetli Dr. Halûk Nurbâki Hocamın da Fâtihayı gönül penceresinden seyri pek güzeldi...
ALLAH Dostlarına rahmetler olsun...


وَلَقَدْ اٰتَيْنَاكَ سَبْعًا مِنَ الْمَثَانٖى وَالْقُرْاٰنَ الْعَظٖيمَ
Resim--- ''Ve le kad ateynake seb'am minel mesani vel kur'anel azîm.: "Andolsun ki Biz sana tekrarlanan 7 âyet ve Azîm Kur'ân-ı verdik." (Hicr 15/87)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) tekrarlanan 7'linin Fâtiha Sûresi olduğunu beyân buyurmuştur.

Fâtiha: Her rekatte tekrarlanır, zammı sûre ile okunur. 4 âyeti Abd, 3 âyeti RABBısı ile ilgili olup ikiye ayrılmıştır.
Medh-ü senâ Rübûbiyyet hakkı ve dua ise Ubûdiyyet (kulluk) hakkı olup katlanmıştır.
Bir kere Mekke bir kere de Medine'de nâzil olmuştur.
Muhammedî Tasavvufta 7 letâif kemâlâtıyla ilgilidir.
7 yön, 7 renk, 7 ses ve 7 nefesle ilgili ikilidir...
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Resim

http://www.muhammedinur.com/modules.php ... e&pid=1287

4.6.5. Zamm-ı Sûre olarak Sûre-i A'lâ (87/1-19) Zevki:

Âmin dedikten sonra zammı sûre (ilâve olarak en az 3 âyetlik bir sûre) okuruz.
Sabahın şerefine Sûre-i A'lâ'yı okuyalım:

El A'lâ: en yüce, en yüksek, en alâ anlamında Esmâ-i Hüsnâlardandır. "Asl" ın "ayn"a lûtfunun tezâhürüdür.

Resim-- "RABBinin en yüce El A'lâ ismini tesbih et (takdis et)" (A'lâ 87/1)

Rübûbiyyetini en muhteşem şekilde sergileyen ve yücelikte eşsiz Rabbü'l-âlemin'in bakan gözleri kamaştıran seyredip de düşünen akıllara durgunluk veren Azîm azameti karşısında aklın anlayıp yakıştırabileceği tüm noksanlık benzetme ve kıyaslamalardan uzak tutup tesbih et...
Aklın anlayamayacağı her türlü eksikliklerden de Kudretullahı düşün de vazgeç ve takdis et...
Mutlak kudsîyyeti ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'e tahsis et.

Resim-- "O ki; halketti (yarattı) ve düzene koydu..." (A'lâ 87/2)

Küllî şey'i, mahlûkatı ve mâsivâ (kendi Zât-ı Âlî'si dışındakiler) yı yarattı ve tesviye etti.
Seviyelendirdi.
Sûretlere soktu ve kademe kademe seviyelere çakırıp indirdi.
Sonra yerlerinde yeller esti...

Resim-- "O ki takdir etti ve yol gösterdi." (A'lâ 87/3)

İlâhî kaderlerini takdir etti.
Kaza, kader, irade ve meşiyyeti (dilemesi) ile ulûhiyyet hakkı olarak kaderlerini takdir ettiği yarattıklarına gidecekleri yollarını gösterdi.
Her zerre ve her hücreye fıtraten hayat planını ve görev yolunu gösterdi. Mikrop, mikropluk; ilaç, ilaçlık; koyun, koyunluk; serçe, serçelik; gül, güllük ve diken de dikenliğini bildi ve ezel-ebed bu yoldadırlar.
İnsan ise aklından ve tanınan imkânlardan dolayı Emrullahla bildirilen ve imtihanın gereği olan olumlu (müsbet) ve olumsuz (menfi) yoldan birini tercih edip sonucuna katlanmak durumunda ve kaderinde kaldı.
Hakka ve hayra hidâyeti ile bâtıla ve şerre hidâyetinde; sınırlı, sorumlu aklı ile tercih ve imtihanı kabul etti. Ve isbat için bu âlemdedir.
Tercih edileni yaratmak EL HALİK (celle celâluhu) dan...

Resim-- "O ki (görünenleri) yeşil ot çıkaran ve sonra da onu kapkara bir sel artığına çevirendir." (A'lâ 87/4-5)

Rabbü'l-âlemin ki; minnacık incir çekirdeğinden dev ağaçları çıkarıp azamet ve kudretini sergilemektedir.
Nice yumurtalardan nice yaratıklar...
Her can bir candan aldığı diriliği kemâle erdirip, neşvü nemâ bulup, gelişip serpilip, çiçekler açıp, binlerce tohumlar verip ve sonunda kuruyup çürüyüp toz toprak olmakta...
Coşkun ve boz bulanık akan dağ sellerinin dere kenarlarına bıraktığı içi fos köpük kalıntıları ve kapkara kusmuk kuruları gibi kılan, yapan ve sonunu böyle yapan tek yaratanı Rabbü'l-âlemindir.

Resim-- "Sana (Kur'ân-ı) okutacağız asla, unutmayacaksın..." (A'lâ 87/6)

Sana okuman gerekeni okutacağız. Kalbini, kendini, Kur'ân-ı Kerîm'i ve kâinâtı okutacağız.
Eşyânın (küllî şey'in) tek olan hakikatini...
Aslını ve aynını...
Asla unutmayacaksın...
Kur'ân senden, sen Kur'ân'dan; biz olacaksınız...

Resim-- "Ancak, ALLAH'ın dilediği hariç (müstesnâ). Şüphesiz ki O cehri olanı (açığı) da hafî (gizli) olanı da bilir." (A'lâ 87/7)

Sanatkâr'a sanatı, ustaya eseri gizli değildir. İçini de dışını da bilicidir.

Resim-- "Seni en kolaya muvaffak (müyesser) kılacağız." (A'lâ 87/8)

Kulluk seyr-ü-sülûkunda en kolaya kılavuzlayıp kolayca tekemmül ve tamamlama nâsib edeceğiz.

Resim-- " O hâlde (derhâl) öğüt ver (zikret), eğer öğüt bir fayda (menfâat) verirse" (A'lâ 87/9)

Zikretmek: gerçeği unutmamak, unutursa hatırlamak ve unutmamaya çalışmak.
Resûlü Edibim... Sen hakkı ve hayrı hatırlat... Zikret, dinlesinler ve duymadık demesinler... Eğer öğüdünden (ilminden ve edebinden) menfâatlarını görme irâdesi, bâtılı ve şerri redd, hakkı ve hayrı kabul tercihi çıkarırlarsa ne âlâ...

Resim-- "(ALLAH'tan) korkanlar (haşyet duyanlar) öğütten yararlanacak." (A'lâ 87/10)

ALLAH Tealâ ya korku, saygı ve hürmet duyanlar kesinlikle öğüt alacaklar. Sen herkese öğüt vereceksin elbette...
Şunu bilki; onlardan, ancak huşû' ve huzû' ehli olanlar, Azametullah ve Kudretullahı bilip anlayan âlim, ârif, kâmil, âşıklar ilâhi ikazı alırlar ve gereğini yaparlar.
Onlar Evliyâ (Evliyâullah) dırlar.

Resim-- "Ve şakî (kötü, eşkıyâ) olan kimse ise ictinâb eder (kaçınır.) (A'lâ 87/11)

Bu öğüdünden kaçınan eşkiyâ ise, hak ve hayr yollarını kesen zâlim nefisli kimsedir. Önce kandi hakk ve hayr yollarını keser.

Resim-- "O kimse ki en büyük ateşe girecek olandır." (A'lâ 87/12)

O kimsenin sılası; akıp da ulaşacağı, varıp da yaslanacağı büyük bir ateştir. Onun ana ocağı, baba yurdu ve sılası nûr değil de en büyük nardır.

Resim-- "Sonra o, onun (narın) içinde ne ölür ne de yaşar..." (A'lâ 87/13)

Böylesi nefsine zulmeden kimse bir ömrün sonunda evliyâ yolunu reddedip eşkiyâlık yapınca sonunda kendini kucağında bulduğu azgın ateşte ne ölebilir, ne de dirilebilir...
Sadece ve sadece sonsuz bir can çekişme...

Resim-- "(Andolsun ki) kesinlikle temizlenen kimse iflâh oldu (kurtuluşa erdi)" (A'lâ 87/14)

İnsanoğluna akıl başta olmak üzere bahşedilen sayısız ve değerli imtihan imkânlarıyla ALLAH Tealâ'nın razı olduğu ve emrettiği hakk ve hayr yolunu tercih edebilmek için aklın öğretilip eğitilmesi imtihan gereği yapısında olan benlik hevâ hevesi ve şeytânın sokuşturup üfürdüğü bâtıla ve şerre sürükleyici sıfatlardan temizlenmesi ve islâh olması şart ki iflâh olabilsin...
Ayrı yönlere giden iki ata binenin parçalanacağı âşikârdır.
Bâtıl ve şerr elbisesi ile hakk ve hayr kapısından girilmeyeceği ise ilâhi emr ve adâlettir.

Muhammedî tasavufta nefs'in, öğretim, eğitim ve tekemmülü esastır. Diğer letâifler nefsin tekemmül makamları gibidir.
Nefs; dünyaya bâtıla, şerre ve şeytâna dönük yapısı ve yönüyle tercih kullanırsa bedenini onlara peşkeş çeker...
Kalb, ruh, sır v.s. nin sözlerine ve önemlerine kulak asmaz kapılarını kapatır.
Hayvandan da aşağı zâlim birisi olarak küfür içinde yer, içer, tepinir,gezer, ezer, üzer, gider...

İlahî fermanı Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) den duyup teslim olmak ve ilâhî istikamete uymak için nefsin azgınlık, taşkınlık (ifrat) ve şaşkınlık (tefrit) larını traşlar da islâh olarak i'tidâl yoluna (orta, adâletli, emredilen Fırka-i Naciye üzere) düşerse elbette iflâh olur.
Sonsuz saâdetlere selâmetle sıla eder.
İsal olur. Vuslât bulur. Buluşur ve kavuşur...
Emrullahı yerine getirerek Muradullaha ulaşır...

Resim-- "VE RABB'inin ismini zikredip (anan, hatırından çıkarmayan) derhâl sall eden..." (A'lâ 87/15)

Fe salla...; Zikrin ne olduğunu bilip önemini anlayan, ağzının söylediğini kulağı duyan ve kalbi tasdik eden; derhâl ve hemen, Rabbü'l-âlemin olan RABB'ısına sıla eder, isal olur, ulaşım ve vuslat derdine düşer, kulluk eder, namaz kılar ve kısacası ibâdet eder...
Sall kökünü iyi anla...

Resim-- "Fakat siz (ey insanlar!) dünya hayatını tercih ediyorsunuz...." (A'lâ 87/16)

Bilâkis, sizin yaptığınız tam tersine dünya hayatını ve eserlerini tercih ediyorsunuz...
Dününüz, gününüz ve yarınınız fâni ve şerli dünya sevgisi olup imtihan oyununda yasaklanan roller oynuyorsunuz...
Dünyaperestler gibi...

Resim-- "Ve âhiret daha hayırlı ve daha bâki iken..." (A'lâ 87/17)

Yarım nefeslik "Ben" lik düğümleriyle dokuduğun ömür halısının ortaya koyduğu desen, sadece dünyayı (maddeyi) tercih hüsrânı (ana ile beraber kârı da ziyan) olacak. Oysa göz açıp kapayınca kadar gelip geçecek dünyanın âhir komşusu âhiret hayırlı ve bâkidir...

Bâtıl, şer ve fenâ ile hakk, hayr ve beka imtihanındaki tercih noktasında (kavşakta) tevhid ve tekemmülü ile şeytânın ikilik tuzağı vardır.

Resim-- "Şüphesiz bu (anlatımlar) önceki sahifeler de (kitablarda) İbrâhim ve Musa'nın sahifelerinde (kitablarında) da vardır." (A'lâ 87/18-19)

Bu kesin ve ilâhî kurallar yeni olmayıp ezelîdir. İlk kitablarda, İbrâhim (aleyhi's-selâm) ve Musa (aleyhi's-selâm)'nın kitablarında da olan ve şerîatlerinde geçerli emirnâmelerdir. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) de en mütekâmil (olgun) hâliyle ebedîleşmiştir.

İşte uçtan uca insan ve seyr-ü-sülûk serüveni...
Esrâr seyahâti...
Kıyamda, ayakta ve huzurda elif gibi...
Abdinden RABB'ına sıla, sall, salât kıyamı Zâti i'tibâriyle iyeliği hakk olan EL HAYY (celle celâluhu) ve Zâti itibâriyle var olduğu kaim (var, devâmlı, ayakta) olan EL KAYYUM (celle celâluhu)'yu Hazır ve Nazır bilerek huzurunda kelâm, Kelâmullah ile kulluğu (ibâdeti) arzediş...
Beden vücûdunda can özünde cem' olan letâifler elbirliğiyle Fâtiha ve Zammı sûreyi ciddîyet ve samîmîyyetle ilân edince; Nefs, kulluk sıfatları olan acziyet, fakriyet, zillet ve illetle; azamet, kudret, gına ve izzet sahibi Dâmi-Kâim El Hayyu'l-Kayyum (celle celâluhu) olan Rabbü'l-âlemin ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'e, "Benlik Başı" nı mahviyetle eğmesi farz oldu.
Evveldeki ahdi simgeleyen kıyamdan, zâhirdeki kulluk gerçeği rükû'ya geldi HAKK karşısında hayrı tercih edip boyun eğdi.
Mârifet ve Hakikat elleriyle Şerîat ve Tarikat ayaklarını, dizlerde düğümleyip muhabbet ve merhamet mesnedlerini oluşturdu.
Lütûf Lâm'ının karşılığı gibi iki büklüm beklerken başı kıbleye yönelmiş ok gibi, sırtı ise sırat-ı müstakîm gibi dümdüz ve mafsallar yerleşik bekler. Secde yerinde olan gözler rükû'da ayaklara bakıyor...
Üç kere "Sûbhane Rabbiyel Azîm ve bihamdihi" arzını lisânen ve kalben sunuyor. "El Azîm olan RABB'ım tüm noksanlık ve olumsuzluklardan beridir.
Bunu kendisine lâyık ve hakkı olan HAMD ile birlikte sunuyorum...." der. "Semiallahu limen hamîdeh: ALLAH (celle celâluhu) hamdedenin hamdini duydu" diyerek doğrulan abd (nefs) esas duruşunu tekrar gösterip: "Allahümme Rabbena leke'l-hamd. Hamden kesiren, mübâreken teyyiben fihi: ALLAHım! RABB'ımız! Hamd senin için, sana mahsustur.
Çokça bereketli ve ayıblardan arınmış en güzelinden hamd..." diyerek ta'dil-i erkânı (rükün ve şart hakkını verip adâleti) yerine getirerek kıyamda şuûruna vardığı Ahadîyyet sırrına rukû' ile kulluk gösterdi, doğrulup Ahmedîyyet sırrıyla hamdini ikmâletti.
Eller yanlarda, baş dik, bel dostoğru gözler secde yerinde kulluğun esas duruşunu sergiledi.
Böylece Rübûbiyyet sırrının ikrâmına erip Rızaullahı dileyen nefs, ulûhiyyet ihsânı için secdeye kapandı...
Eller dizde ve önce diz yerde, sonra eller, sonra başın alnı ve burnu yerde...
Parmaklar bitişik ve baş iki elin arasında kollar ayrık ve karın uyluk kemiklerinden aralı...
Ayak parmakları dikili ve kıbleye dönük...
Bütün kaslar, gerili ve rastgele atılıvermiş bir bez parçası gibi serili değil...
İki ayak, iki diz, ilki el ve kafa tası (alın ve burun) en aşağıda, yerde secdede....
Secde...
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in: "Ben yedi kemikle secdeye emrolundum..." buyurduğu haktır...
7 letâif gibi...
Yedincisi burun desem sekizincisi alın olur ki akdese karşılıktır.
Sekiz cennete işârettir....
Secde bu secde...
Kişilik gölgesinin yok oluşu...
Gölgesini göğsüne toplayışı ve varlığını yok edişi...
Fâni olduğunun kulluk şuûruna ulaşımı...
Kıyamı, beden makamı.
Rükû'yu, nefsî makam bilirsen; secde, kalbîdir.
Kalbin iki kapısı vardır.
Nefsî, dünyevî ve suflî olan giriş kapısı ile ruhî, uhrevî ve ulvî olan çıkış kapısı...
Berzah (geçit) olan kalb somut (madde) - soyut (mânâ) ara kesiti ve kemâl karargâhıdır.
Namazdaki iki secde de böyledir.
Ürûc, ve rücû' mi'râcları....
Ubudiyyet-Rübûbiyyet sırrı...

Üç kere: "Sûbhane Rabbiye'l-a'lâ ve bihamdihi: El A'LÂ (celle celâluhu) olan RABB'ımı tüm eksiklerden hamd ile tenzih ederim..."
Ayn'in Asl'a urûc mi'râcı....

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Bir müslümanın namazı mi'râctır." buyurdu.
(İmam Ahmed III, 321,339; İmamı Suyutî)

Tekbirle doğrulup ve rahatça oturuş...
Tüm mafsallar ve iç organlar yerli yerine yerleşinceye kadar Muhammedî ta'dîl-i erkân uyarınca oturuş; "Ahhammağfirli, velî vadiyyye velî'l-mügminine ve'l-mü'minât!: ALLAHım! Beni bağışla... Anam-babam içinde, mü'min erkek ve kadınlar içinde bağış dilerim..."
Tekrar secdeye kapanış...
Beton üzerine dökülen bir tas suyun her damlasının yaptığı gibi, candan gönülden razı olduğunu rıza dilediğini RABB'ısına arz secdeleri...
Râziyyeten ve merziyyeten makamlarında rüşdüne ermiş nefsin rıza rüzgârı olarak esişi, Asl'ın, Ayn'a rücû' mi'râcı...
Görür gibi gözledik...
Naz-niyâz neş'esinin nevbaharı..." Sistemin sahibine sır saygısı...
Sırr-ı sıfır seviyesinden Abdullah olan Muhammed (aleyhi's-selâm) ile bilelik "BİZ" liğinde EL RABBÜ'l-BİRRÛN rızasını seyr ve cevl...

Devrân olan kıyam devrinden, seyrân olan rukû' seyrinden, cevlân olan secde cevlinde celâl-cemâl cem'i...
İlim ve iradenin idrâke ulaşımı ve iştirake koşumu...
Alınan Hu... Verilen Hu....
Nefsin naz-niyâz nefesi....
Kulluğun; celâl ve cemâli, cevlân kemâli...
Tevhidi tebliğ, tenzir, tebşir, tâ'lim ve terbiye ile terbiye edilmiş bedendeki; tezkiye edilmiş nefsin, tasfiye edilmiş kalbde tecliye edilmiş ruhla buluşma ve aynîleşme âyini...
Kulluk imtihanında enfüsteki Muhammedî mezheb ve meşrebin merhamet ve muhabbet merâsimi...
Abdin kendine merhameti, RABB'ına muhabbeti...
RABB'ın, abdine muhabbet ve merhameti...
Secde bu secde...
Anlatılamayan yapınca anlaşılan ilâhi aşk işi...
Gayri ihtiyari kalbim ellerimi Kelâmullah'a salıyor ve gönlüm secdeyi soruyor?

Dinleyelim sistemin sahibi SUBHAN ALLAH Tealâmızı:

Resim-- "Yaklaşan yaklaştı... Onu (vaktini) ALLAH'tan başka açığa çıkaracak yoktur. Şimdi siz bu söze (Kur'ân'a) mı şaşıyorsunuz? Gülüyor da ağlamıyorsunuz? Ve siz gaflet içinde oyalanmaktasınız!(Derhâl!) haydi ALLAH'a secde edin ve O'na kulluk edin!" (Necm 53/57-62)

Bunu hakkınca anlamak secdeyi iyice bilerek yapmak için kulluğun ve ibâdetinİlim, irade, idrak ve iştirak bazında şuûruna ulaşmak şarttır. Yolun sonu gösterilip: "Derhâl secde et ve kulluğunu isbat et... Sanma ki sonsuz sistemde secde eden tek sensin... Seninki senin secden... Oysa:" dercesine...

Resim-- "Göklerde ve yerde bulunanlar da onların gölgeleri de sabah akşam ister istemez (tav'an veya kerhen) sadece ALLAH'a secde ederler." (Ra'd 13/ 15)

Resim-- "Göklerde bulunanlar yerdeki debelenenler (canlılar) ve melekler kibirlenmeden (büyüklük taslamadan)ALLAH'a secde ederler." (Nahl 16/49)

Resim-- "Görmez misin ki göklerde olanlar ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar hayvanlar ve insanların bir çoğu ALLAH'a secde ediyor...." (Hacc 22/18)

Resim-- "Bitkiler ve ağaçlar secde ederler." (Rahmân 55/6)

İyice anladı isen iyice dinle:

Resim-- "Şimdi sen RABB'ıni hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol... Ve sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar RABB'ıne ibâdet et...." (Hicr 15/98)

Resim-- "Hayır! Ona uyma (itâat etme)! ALLAH'a secde et ve yaklaş..." (Alâk 96/19)

Resim-- "Onlara: RAHMÂN'a secde edin! Denildiği zaman: "RAHMÂN da neymiş! Bize emrettğin şeye secde edermiyiz hiç!" derler ve bu emir onların nefretlerini artırır..." (Furkân 25/60)

Mü'minlere gelince;

Resim-- "Bizim âyetlerimize ancak o kimseler inanırlar ki bunlarla kendilerine öğüt verildiğinde, büyüklük taslamadan secdeye kapanırlar ve Rabblerini hamd ile tesbih ederler." (Secde 32/15)

Harru sûcceden: secdeye kapanırlar... Kapanmak diye tefsir edilen Harra öyle bir fiilin çekimi ki; kızgın sacın üzerine dökülen suyun her damlasının buharlaşıp yok oluncaya kadar zıplaması gibi giderler secdeye.... Ben bunu, kızarmış sac üzerine su dökerek denedim ve siz de deneyin...

"Harra" hârika bir fiildir: Köle azad olup hür olmak; soyu hür ve şerefli olmak, harareti şiddetli olmak.
Kısacası aşkın şaha kalkışı, abdin RABB'ısına sonsuz saygı ile koşuşu, kavuşumu ve sırr-ı sıfır secdeleri...
Alnın Arzı, aşkın Arş'ı buluşu...
Muhammedî oluş şuûrunun, nûr ve surûr meyveleri...
Tenezzül ve tevâzu' teslimiyetinin tekemmül istikameti ihsânı...

Yukarıda geçen Hicr (15/98) hariç 8 âyetin dışında aşağıdaki 7 âyette de secde emredilmiştir. Secde edilmesi farz veya vâcibdir.

Ebu Hureyre (radiyallahu anhu) dan gelen rivâyette Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "İnsanoğlu secde (âyetini okuyup secde) ettiği zaman, şeytân ağlayarak çekilir ve "Eyvahlar olsun! Ademoğlu secde ile emrolundu, secde etti ve cenneti kazandı; ben ise secde ile emredilince direndim ve sonum ateş oldu..." der." buyurmuştur.

Resim-- "Şüphesiz RABB'ın katındakiler O'na kulluk etmekten kibirlenmezler, O'nu tesbih eder ve yalnız O'na secde ederler." (A'raf 7/206)

Resim-- "De ki siz ona (Kur'ân'a) ister inanın, ister inanmayın; şu bir gerçek ki bundan önce kendilerine ilim, verilen kimselere o okununca, derhâl yüz üstü secdeye kapanırlar." (İsrâ 17/107)

Resim-- "....... Onlara, çok merhametli olan ALLAH'ın âyetleri okunduğunda ağlayarak secdeye kapanırlardı." (Meryem 19/58)

Resim-- "(Şeytân onlara böyle yapmış ki) göklerde ve yerde gizleneni açığa çıkaran, gizlediğinizi ve açıkladığınızı bilen ALLAH'a secde etmesinler..." (Neml 27/25)

Resim-- "...... Dâvud, kendisini denediğimizi sandı ve RABB'ından mağfiret dileyerek eğilip (rakien) secdeye kapandı (harra), tevbe edip ALLAH'a yöneldi." (Sâd 38/24)

Resim-- "Gece ve gündüz, güneş ve ay O'nun âyetlerindendir. Eğer ALLAH'a ibâdet etmek istiyorsanız., güneşe de aya da secde etmeyin. Onları yaratan ALLAH'a secde edin..." (Fussilet 41/37)



Resim-- "Onlar kendilerine Kur'ân okununca secde de etmezler..." (İnşikak 84/21)

İşte Kur'ân-ı Kerîm'de tilâvet ve ibâdet secdeleri... Gerisini var sen hesab et... Sistemin sahibi SUBHANU'l-SAMED (celle celâluhu) ya sırf saygı sadece secdedir. İnsanoğluna lâzım RABB'ısına lâyıktır. Kaldı ki insanoğlu secdeye hem me'mur hem de mecburdur.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

Resim

4.6. RESÛLULLAH (sallallahu aleyhi ve sellem) VE SILA SALÂTI - 5

Azîz kardeşim;

Kur'ân-ı Kerîm'de insanoğlunun; evvelinde neler olduğu ve âhirinde neler olabileceği açıkça anlatılmış ve şu andaki yaşamında zâhiren ve bâtınen neleri yapıp neleri yapmayacağı ve her insanın aklı kadar anlayıp kaderi kadar imtihanı bildirilmiştir.
Emirler ve yasaklar bu imkân âlemindeki imtihan içindir.
İmtihanın sahası geniş ve araçları sonsuz sayıda, zamanda ve hâllerdedir. İnsan (nefsi) dış âlemle 5 duyu organı ile irtibat kurar, anlaşır ve yaşamını sürdürebilir.
Hissetme (algılama, duyu) tüm bedeni (deri) sarar ve her noktası dokunduğu şey hakkında beyne bilgi aktarır.
Duyu organları (deri) ile beraber, görme duyma, koku alma ve tad alma organları başta toplanmıştır. Hatta yüzde toplanmıştır.
Giren (helâle açık, harama kapalı) ve çıkan (doğruya açık, yalana kapalı) kapısı ağzın içinde dudakların ve dişlerin iki kalesi arkasındaki dil organı... Acı, tatlı, ekşi ve tuzlu ayırıcısı....
Gırtlağın harf ve hecelerini söze döken esnek, oynak ve kıvrak hârika organ....

Bir padişah: "en acı ve en tatlı yemek yapıp getirene bir kese altın var!" deyince tüm aşçılar seferber olmuş...
Uyanık padişah beğenmemiş...
Hüdâ-i nâbit (dağdaki andız ağacı gibi doğal) âşık dervişlerden birisi duymuş da "kimsesiz gariblere rızık olsun!" diye yarışmaya katılmış...
Kelli felli saray ahçıları bu süklüm püklüm elbiseli sıradan insanla dalga geçerken, bizim ki: "En tatlı yemek budur!" diye "dil yemeği" götürmüş... İkincisi gün ise: "en acı yemek budur!" diye yine dil yemeği götürünce altını alıp hasbî hizmete harcamış...
Ağız ve dil yüzdedir...
Yüz azîzdir.... Tokat vurulmaz....

Her an her sesi duyan kulak ile her an her şeyi gören göz yüzdedir. Rahîmmiyyetin lütfu olan mis kokular ile zıddı olan pis kokuları algılayan burun yüzdedir... Deri ve bu organlar insanın zâhir âleminden topladıkları bilgileri, bâtın âlemine aksettirirler. Sadece zâhiri intikâl (gidip-gelmek) âleti olan ayaklar ile zâhiri iştigal (meşgale" tutma, işleme v.s.) âleti (organı) olan eller ise ayrı yerdedirler.

Abdestin farzı: eller ve ayaklar (zâhir âlem âletleri) ile yüz ve baş (zâhirden bâtına âletleri) tır...

Dikkat et ki; secdede de ayaklar ilk basamak ve sabittir.
Erkeklerde sağ ayağın sağ başparmağı sanki çivil gibi asla namaz sûresince yerinden oynayıp, ayrılıp gidip gelemez...
On parmak kıbleye dönük 10 oktur.
Sol ayak hâliyle oynar.
Dizler abdest âleti olmadan muvazene (denge) mafsalları olarak secde âletleridirler.
Eller abdest ve secde âletleri olup kıbleye yönelik 10 okla ayakların on parmağı şerîat makamında.
Akıl tasının RABB'ısı karşısında acziyet, fakriyet, zillet ve illet sıfatlarını Muhammedî şuûr, nûr, surûr ve onur içinde giyindi ve soyunduğu sırr-ı sıfır sıratı olan Benlik postu seccadesini yere serdi. Ve secdede "ayn"ın "asl"ına ilâhi aşk mühürünü alın alına vurdu.
Muhammedî mi'râcın muhabbetine merhameten iştirak etti...
Râziyyeten secdesini, ikinci merziyyeten secdesi ile tamamlayan nefs teşehhüde hak (istihkak) kazandı, müstehak oldu.
Muhabbet etti merhamet buldu.

Muhammedî oluş şuûruna ulaşıp, mahviyette umud ummanında gark olup "Muhammedî Biz" damlalarından herhangi birisi oldu!.
Nefs-i safiye (zâkiye) adını aldı.
Cismi, ismi, sûreti, sîreti, İmam-ı Mutlak (sallallahu aleyhi ve sellem) i duydu, uydu ve tek tehvidde yok olup, Nefs-i Kâmileye kavuştu.

Artık halk içinde konuşurken "Ben" falan dese de hepsi lâfın gelişi ve halkın zihnini bulundurmamak içindir...
Biliyorsun ki salâtta iki rek'âtta bir kere şehâdet oturuşu vardır.
İkinci secdeden doğrulurken; önce baş kalkar, sonra eller ve oturulur.
Eller dizlerden destek alarak haşyet içinde kalkılır ikinci kıyama.
Eller bağlanır. Besmele ve Fâtiha okunur. "Âmiin..." denilir.
Besmele çekilmeden zammı sûre okunur.

Biz de tekasûr sûreyi celilesini okuyalım: önce meâlini verelim sonra zevkedelim:

.
ResimTekâsür Sûresi: Resim

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم
اَلْهٰیكُمُ التَّكَاثُرُ
1- ''Elhakumut tekasur.: Oyaladı o çokluk kuruntusu sizleri.''

حَتّٰى زُرْتُمُ الْمَقَابِرَ

2-''Hatta zurtumulmekabir.: Ta.. ziyaret edişinize kadar kabirleri.''

كَلَّا سَوْفَ تَعْلَمُونَ
3-''Kella sevfe ta'lemun.: Öyle değil, ilerde bileceksiniz.''

ثُمَّ كَلَّا سَوْفَ تَعْلَمُونَ
4-''Summe kella sevfe ta'lemun.: Sonra öyle değil, ilerde bileceksiniz.''

كَلَّا لَوْ تَعْلَمُونَ عِلْمَ الْيَقٖينِ

5-''Kella lev ta'lemune ilmel yekîn.:Öyle değil, ilmel yakîn bilseniz.''

لَتَرَوُنَّ الْجَحٖيمَ
6- '' Le teravunnelcehîm.: Kasem olsun o Cahimi çaresiz göreceksiniz.''

ثُمَّ لَتَرَوُنَّهَا عَيْنَ الْيَقٖينِ
7- '' Summe leteravunneha aynelyakîn. : Sonra kasem olsun onu çaresiz aynel yakîn göreceksiniz.''

ثُمَّ لَتُسْپَلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّعٖيمِ
8-''Summe le tus'elunne yevmeizin anin ne'îm.: Sonra kasem olsun o gün o naîmden muhakkak sorulacaksınız.''

(Tekâsür 102/1-8)

Mâsivânın (ALLAH'dan gayrisi) kimlik kartı olan ayn, a'yân-ı sabite; kendi kabiliyet, isti'dâd, görev, sorumluluk ve hakları özüne derc edilmiş dürülüp bükülüp, sokulup, yerleştirilmiş olarak "ASL" ından ayrılıp EL HAKK (celle celâluhu) âleminden halk âlemine (safiline) seyr-ü- sülûke başlayıp, tüm sistem Rübûbiyyet tevhidini ikrar edip şâhid olunca, sırası gelen bu âlemde zuhûr edince, aklı olup insan sûreti taşıyan kulluk tekellüfünü kabul edip imtihanı göze alan ve imkânla imtihan zemin ve zamanında burada olan insanoğlu....

Milyarlarca spermden birisi olarak anne karnındaki savaşı kazanıp, anne rahminin fıtraten bildiği bir noktasına yapışıp (alâka duyan: alâka) zigot (döllenmiş yumurta) bir çiğnem et (mudga), büyüme ve gelişme ihtiyaçlarının tüm bağlarının tevhidi olan göbek bağı....
Bir hücreden milyarlarca hücre...
Hârika terbiye ve hârika dizayn...
İlâhî "Kûn fe yekûn" projesi....
Harfiyyen uygulanış...
Elleri kapalı, ağzı açık ve ağlayan bebek....
Neşelenip gülen yakınları...
2-3 kg doğan tevhid testisini ana-baba o şehrin çamuruyla "et yiyen ot yiyeni, ot yiyen ise toprağı yer" düsturunca büyütüp 20-30 kg oldu diye alkış tutuşlar...
Bilenen hayat hikayeleri...
Sonunda elleri açık, ağzı kapalı (çenesi çekilmiş) son nefesini müsbet-menfi verip hesaba çekilen dede...
Ağlayan yakınları...
Ölenin hâli, ehline ma'lûm...
İşte hayat... Ve âhiri...
Maddî ve fizikî gelişim yanında mânevî ve ruhî gelişim içinde akıl, Muhammedî öğretim ve eğitim (Nakl) den mahrum kalırsa, ilâhî erdemî reddedip şeytânî benliğin kucağına düşer...
Bu âlemde herşey bir "Ben" dir. Benlik kesreti sonsuzdur.
Aslını şeytâna peşkeş çeken nefs eşkiyâlık krallığını ilân ve emânetlere ihânetler edince altı yüzü dıştan sırlı Benlik Kutusunda (benlik aynasında) her yönde ve her yerde kendisini görür ve "Ben, ben, ben..." diye tepinir durur...
Benim elim, benim başım, benim canım, benim evlâdım, benim malım, benim ırkım, benim dünyam...
Ve seninkinden daha tatlı, daha kıymetli, daha değerli, daha yüksek ve daha çok...
Nefsin doyumsuz hevâ ve heves fırtınası tüm kudsal değeleri yerle bir edip ömür boyu dinmez....
Lehâ: bir şeyle oynamak, bir şeyden pek hoşlanarak avunup kalmak, gâfil olmak ve gerçekleri unutup vazgeçerek oyalanmak.
Bu çokluk yarışı öylesine kızışır ki birbirlerini boğazlar ve cehâlet çılgınlığı yarışında geçip giden (ölü) leriyle de övünç için mezârlar ziyâret ederler... Ölü iken ölenleri de sayar yaşayan robot ölüler...
Hakkın inkârı olan benlik batağındaki bu kör döğüş ebedî sürmez... Sistemin Sahibi SUBHAN ALLAH Rabbü'l-âlemin: Asla... Böyle sürmez... Kesreti hak, vahdeti bâtıl sayıp da HAKK'ın âleminde akla ve nakle ihânet savaşı süremez....
Kesrette vahdeti yakında bileceksiniz...
Cehâlet cehennemine can atan özü ölü iken ölenleri önder edinip gitmekte olan insan nefsine, gönül gayreti galib gelince; hasların himmeti, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şefâatı (şifâsı) ile İlahî hidâyet nûru ulaşınca insan nefsi kendini bilecek (evvel-âhir-zâhir-bâtın) düşünecek ve aynını öğrenecek...
Muhammedî Salâyı duyup salâvât sılasıyla ulaşacak.
Sonra asla...
İşin sonucu ve sistemin evvel- âhir-zâhir-bâtın sahibinin kendisi olmadığını, asla olmadığını anlayıp Rabbü'l-âlemin'i bilecek asl'ı öğrenecek Muhammedî müşâhade ile gerçek hakkı olan mükerremlik makamına ulaşacak...
Elbette bilecek sözü harflerden değilde hakikatlerden oluşmuş ise gerçek asla onların benlik batağındaki kesrete tapma i'tikadı, ameli, ahlâkı ve hâli şeklinde değildir. gerçek şu ki; aklı ile nakle ulaşanlar yâni Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in ilâhî tevhid tebliğini, tenzirini ve tebşirini duyup uyanlar ve teslim olup ilâhî istikameti İmam-ı Mutlak (sallallahu aleyhi ve sellem)'e teslim ve tâbi' olarak yaşayanlar, Muradullah'a talib ve Emrullah'a tâbi' usûlü (anahtarı, yolu ve her şeyi) ise Muhammedî edebdir. Muhammedî edebe sıla edenler ancak kulluk seçeneklerinin sonuç kapısı olan cennet (saîdlere) kemâlâtını ve cehennem (şakîlere) cehâletini hakk olan ilme'l-yakîn ile bilirler, duyarlar ve inanırlar....
İşte böylesine Muhammedî şuûr ile bilselerdi gittikleri can cahimlerini cidden bilir de bir çâre ararlardı....
Bunun için Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e teslim olmaları yeterdi....

Teslim olup da imâm-ı mutlaka uyanlar ise bu gerçeği ayn'el yakîn olarak istikametin kıblesinden aldıkları aynî nûrla a'yân-ı sabiteleriyle (basar ve bâsiretten de ezel ve ilerde bir görüşle) gördüler...

Kesret âlemine düşünce karışan nefsin aklı, araştırıp gayret edip, Emrullahı, Habibullah (sallallahu aleyhi ve sellem) den dinleyip, teslim olup da "ilme'l-yakin"e ulaşınca yâni RABB'ısından razı olunca râziyyeten, tâbi' olduğu Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile "ayn"en Rabbü'l--âlemin'e tâbi' olmak istikametine "ayne'l-yakîn" koyulunca merziyyeten sırrına ulaştılar. Ve en sonunda her nefsin "ayn"ında saklı "Rabbanî Ahdullah emâneti" nin gereği imkânla (Meâric 70/32 bkz.) imtihan için sınırlı, sorumlu ve geçici (eğreti) olarak kendisine verilen emâneten ni'metlerden adâlet icabı tek tek sorulacaktır...
Nefs bu ni'metlere ne edip ne etmediğinden mes'ûldür, sorumludur ve hesab verilecektir.
Bunun ise Türkçesi "hakke'l-yakîn"i görüş olacaktır.
Elbette seçilmiş (nebî) olmayan insanlar arasında Habibî haslar (Ehlullah, Evliyâullah) vardır ve ayne'l-yakinî bu âlemde yaşamayı başarmış ve nefsi zâkiye veya nefsi safiye denilen makamda mükerrem nefs sahibi olmuşlardır.
Dünya korkusundan ve âhiret hüznünden beri kılınmış, Ebrar, Ebdâl, Ahrâr, Ahyâr olan Muhammedî Âlim, Ârif, Kâmil, Âşıklara her hücremizden ve her söz, sohbet, zevk ve hazzımızdan sâlât-ü-selâmlar olsun...

Muhteşem Muhammedî muhabbet ve merhametleri gereği hâlihazırlda "BİZ" e HAKK'a kulluk hususunda hasbî hizmet ve himmetlerini istirham ve recâ ediyoruz...

Azîz kardeşim,
Hamdolsun Rabbü'l-âlemin'imize ki biz şunun bunun gözlüğüyle değil de aynı zamanda Abdullah da olan Muhammed Aleyhisselâmın gözüyle aynı seviyeden aynı şeyi görüyoruz.
O'nun imân seviyesi ne ise bizim ki de odur.
Ne eksik ne fazla....
Resûlullah olan Muhammed (aleyhi's-selâm)'ın sözünü duyar, uyar ve karışmayız...
Aynı seviyeden sözümü çok görme...
Sırr-ı sıfır seviyesi, tıpkı deniz seviyesi gibidir.
Gözü deniz seviyesinde olan aynı seviyede olduğundan aynı şeyi görür. Çocuk çocukça, ergin ergince, kâmil kâmilce...
Ancak asla gemiyi fil görmez....
Muhammedî gönül bağını (sırr-ı sıfırı) anlatmadan geçemeyeceğim... Yoksa kafanı karıştırıp, bırakıp gitmiş olurum...
Bu ise bizde olamaz...
Eni 2 metre, boyu 3 metre, yüksekliği 4 metre olan yarısı su dolu bir sarnıç (havuz) olsun.
Hemen yanında ise eni 1 mt. Boyu 1 mt yüksekliği 6 mt olan su ile dolu bir su kulesi olsun.
Havuzda 2x3x2= 12 m3 su vardır ve su seviyesi 2 mt yüksekliktedir.
Kulede ise 1x1x 6= 6 m3 su vardır ve su seviyesi 6 mt yüksektedir.

Bu iki su kabını kalblerinden gönül bağı ile bağlarsak (bir boru ile birleştirip irtibat vanalarını açarsak) kuledeki yüksek (maxsimum) seviye ile havuzdaki alçak seviye (minimum) eşitleninceye (optimum: i'tidâl) kadar kuleden havuza su dolar...
Sonra seviyeleri eşitlenince alış veriş durur.
Ortak seviye 2, 57 mt olur..
Havuzun yerinde Ak Denizde olsa aynı şeydi...
Neticede Kule; havuzun veya Akdenizin sırr-ı sıfır seviyesinden sonsuz ufuklarda sistemin sahibini seyreder ve sesini duyar...
Muhammed (aleyhi's-selâm) tüm sistemin (hâliyle ins ve cinsin) teslimiyyet okyanusudur.
Benlik dağlarında benlik buzulları ilâhî rahmet (güneş, rüzgar, yağmur, ihsân v.s.) ile eriyip kader vadilerinden boz bulanık, durgun yorgun her nasılsa aka aka esrâr sahillerinde umud ummanına kavuşunca Muhammedî Biz damlaları olurlar...
Kendi kişisel kimlikleri yoktur.
Ancak, İndallah ve gerçekte onun bildiği ve elân var olan Muhammedî bir damlacık kulu vardır "olan" okyanusunda... "Ben!" desem, ben Muhammedî derya değilim...
Onun için Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in ağzı ve sesi ile kelâm Kelâmullaha iştirak ediyorum ve diyoruz ki:
"Biz ancak Sana ibâdet (kulluk) ederiz. Ve ancak Senden dileriz!"


ZEVK 2499

Zâhir zuhûratın zevki, HASAN DAĞI'n zirvesinde
"Kûn fe yekûn... Şe'enullah, kuşların ıslık sesinde
Tıpkı, ÇİLE DAĞI gibi: Her nefeste Resim bir derece,
Her adımda parpazlıyor... CAN KUŞU Resim KALB KAFESİ'nde...


19.06.2003- 09:58
(Hasan Dağı 3268 metre zirvesinde Kul İhvânî - Hakan Ârif ve ekibi...)


OLMAZ...

Âşıklık çiledir gerisi lâftır
YASİN'in Sadrında SAD-NUN'la KAF'tır
âşıklar sinesi ezelden saftır
Câhil kalbi kör aynadır cam olmaz...

Resim

Yanardağlar gibi közün özünde
Şükrün- şikâyetin sitem sözünde
Yine bulut bulut keder gözünde
Bir de dersin âşıklarda gam olmaz...

Resim

Kulluk kemâlâtın Tevhid Tacıdır
Ürûc'u rücûsu AŞK Mi'râcıdır
Tatlı meyvelerin çağlası acıdır
Bu bazarda olgun olmaz ham olmaz...

Resim

İnsan kendin bilse aslı topraktır
Hazır-Nazır RABB'ın kulu olmaktır
Mutlak kâmil olan Cenâbı HAKK'tı
Kul olanın kemâlâtı tam olmaz...

Resim

Kaderi- kazası Dosd: "Kalû: Belâ..."
Hûseyinî sedâ aşka esselâ
Bedenine beşik olmuş KERBELÂ
"Baş"ı olmazsa Şe'en Şehri ŞAM olmaz...

Resim

Gönül garın gizlen mest-i meçhûl ol...
Halk hor görsün varsın, HAKK'a makbul ol
Her zaman heryerde herhâlde kul ol
Dem bu demdir... Bundan başka dem olmaz...

Resim

Yanarsan YÂR-e yan ağyâre yanma
Hakikatsız hayal yâr olur sanma
Yerler yağlı sarhoş nefse dayanma
İt kılından kendir bağı gem olmaz..

Resim

HAKK'ı, hakk bilmektir aşkın kemâli
Huzurunda Hazır-Nazır hemhâli
Canların cenneti Celâl Cemâlî
CANAN cem'de, Cihân 'Ce"si, "Cim" olmaz...

Resim

Aslımız bir deniz bölge-bölgedir.
Aşk esince CAN'dan coşan dalgadır
"Mevcûd", "VÜCÛD" değil, hayal-gölgedir
Tevhid hakktır, HAKK'dan başka "KİM" olmaz...

Resim

İHVÂN'm i'tikad sâlih amele
AHMEDÎ ahlâkın kalbî kemâle
Kabe kavseyn şifâsında cemâle
Muhabbette MUHAMMED(sav)'siz "MİM" olmaz...


Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

kulihvani yazdı:

Azîz kardeşim;
Sırası olduğu ve ALLAH rızası için "Eziz Namazı" ile ilgili açık bir rûyamı arzedeyim:


Rüyâmda Antalya'dayım.
Şehir bağlık bahçelik hâlde.
Batı kesiminde bendenize ait çok geniş bağlar bahçeler ve konaklar var.
Doğu kesminde ise Siirtli Hocam Muhammed Sıddık Efendiye ait bağlık bahçelik var.
Bana bir haber getirildi ki çok acele oraya gitmem isteniyordu...
Benim vardığımda etrafı duvarla çevrili tek kapısı olan ve içi yeşil çayırla kaplı bir avluda insanlar vardı.
Hoca Efendi bana: "Ebu Bekir (radiyallahu anhu) ve misâfirler Medine'den geldiler, bize Duhâ namazını cemâatle kıldıracaklar. Namazı kılınca sen çok çabuk şekilde evine dön çoluk çouğuna imâm olup öğle namazını kıldır ve gel ki misâfirlerimiz ikindiden önce gidecekler!" dedi.

Ebu Bekir (radiyallahu anhu) ı çok kereler görmüştüm ve tanıyordum. Hemen imâm oldu.
Birinci safta 12 kişi vardı.
İkinci saf sağdan tutulunca Hocamdan sonra ben yedinci oldum ve safta 5 kişilik yer eksikti.
Namazın kılınışını ve bitişini hatırlamıyorum.
Ancak ben çıkmak için kapıya gelince eşim Fatima hanımı ve kızım Ahsen'i beyaz hac kıyafeti içinde bekler buldum.
Onlar da dışardan imâma uymuşlardı.
Ve binlerce insanın herbir yerlerden namaza durmuş olduklarını henüz bozulmamış saflardan anladım.
Kızım Ahsen: "Babacığım, bu nasıl namaz kılış, vallahi ben böylesini hiç görmedim.
Sadece bir inilti ve hıçkırık sesi duydum..." dedi.
Ben de: "Kızım bu namaza "Eziz Namazı" denilir ki bunu ancak Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ve Ebu Bekir (radiyallahu anhu) gibi sahabeleri kıldırılabilir..." dedim.
Bu kadarı yeterlidir.

Rahmetli koca Âşık Hacı Osman Aksarayî Baba'da çoğu kez böyle kılardı yalnızken veya berâberken...
Bir keresinde Aksaray'a ziyârete gitmiştik arkadaşlarla...
Akşam namazı dergâhda kılınacaktı.
Bendenizi, zorla imâm yaptı.
Elim ayağım karıştı amma çâre yok...
İmâm oldum.
Fâtiha'ya girince arkamdaki safta kıyâmet koptu...
Sanki inleyen insan gögsü değil de tencereler cızıldıyordu. Abartıyorum sanma sakın...
Tasavvuf yaşayınca anlaşılan ve anlaşıldıkça yaşanan ilâhî, kudsî ve Muhammedî bir

SIR İLMİ'dir.
Tasavvufta halka verilecek şey muhabbet, merhamet ve hasbî hizmettir. Halktan alınabilecek tek şey ise hayr duadır...
Anlatılan ve yaşanan hâller hoş ve hayırlı ise
"BİZ" e aittir, "bana" değil hâşâ... Çünkü biz bir bütünüz ve Muhammedîyiz...
Tevbemiz bir, duamız bir ve rızamız da birdir...
Her şeyimiz birdir, biledir ve bize aittir!
Bu
"BİLELİK" sırrı, "RABBANÎ RIZA" nın Muhammedî zuhûrudur...



Resim
Cevapla

“Divanında Sall ve Namaz” sayfasına dön