2. sayfa (Toplam 2 sayfa)

Gönderilme zamanı: 20 May 2008, 09:47
gönderen kulihvani
4.6. RESÛLULLAH (sallallahu aleyhi ve sellem) VE SILA SALÂTI -1


Azîz kardeşim,
Muhammedî Tasavvufu arza çalıştığım kitabımızda da önemle üzerinde durduğum ve âyet, hadis ve delillerle ortaya koyduğum husus; insan aklının kulluk yapabilmenin olmazsa olmaz şartı olduğu, öğretimi ve eğitimi idi...
Aklın kendisine verilen ilâhî kabiliyet, isti'dâd ve kapasite ile algılama gücü sınırlı ve sorumlu idi...
Akıl en ileri teknik ve imkânla dahi olsa anlayamadığı sonsuz sayıda somut ve soyut sorun ve problemlerle başbaşa olup, bu dün, bugün ve yarın da böyledir.
Akıl; fikretme, hafıza, algılama, tasavvur, hayal kurma, farketme v.s. gibi pek çok fonsiyonu içeren melekenin ana adıdır. Tıpkı bir bilgisayar merkezi gibi...
Bizim inancımızda tüm sistemin ve aklın çalışmasında ana enerji kaynağı (elektrik gibi) Nûr-u Muhammeddir.
ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL ferman buyuruyor ki:

"ALLAH göklerin ve yerin nûrudur..." (Nûr 24/35)

İlk halkedilen "ilk şey" (küllî şeyin anası, ümmü) Nûr-u Muhammeddir. Şöyle düşün ve anla ki; Bembeyaz ve bomboş bir kağıda elindeki kalemin ucunu dokundurduğun andaki NOKTA ilktir, anadır ve küllî şey'in aslıdır. Bu noktanın hareketinden harfler (isim, sîret, mânâ, ilim, irfân v.s.) ve hadlar (çizgi, şekil, sûret,madde, cisim v.s) ortaya çıkar...
Bir "ŞEY" kimliğiyle DEVRÂN ÂLEMİ'ne gelen herşey (kullî şey)'in her zerresi ve her hücresi; ilâhî ve fıtrî Emrullahı işler. Asla dışına çıkamaz. Dişler bir noktadan sonra uzayamaz. Tırnaklar ha bire uzar... Saç, sakal uzar da kirpikler sınırda bekler durur... Koyun hep koyunluk, serçe serçelik, taş da taşlık yapar...

"Yeri uzatıp yaydık, orada sabit dağlar yerleştirdik, yine orada miktarı ve ölçüsü belirli olan şeyler bitirdik." (Hicr 15/19)

Medednaha: onu (yeryüzünü) yaydık, üç boyutta uzattık.
Mevzun: ölçülü, hesablı, hikmete uygun mûnâsib, hârika, güzel, değerli, dengeli, düzenli ve tartılı demektir...

"Göklerde ve yerde bulunanlarla (küllî şey) dizi dizi(saf saf) kuşların ALAH'ı tesbih ettiklerini görmez misin? Her biri (herşeyin herbiri) kendi salâtını ve tesbihini (öğrenmiş) bilmiştir. ALLAH, onların yaptıklarını hakkıyla bilendir. Göklerin ve yerin mülkü ALLAH'ındır; dönüş de ancak O'nadır." (Nûr 24/41,42)

İnsanın aklı ve nefsi dışındaki küllî şey, ulaşım yolunu ve yörüngesini (salât) ve yürüme (tesbih) şekli ile şartlarını fıtraten bilmekte ve bu hayatta da mecburen, harfiyyen ve memnuniyetle uygulamaktadır.
Tek hücreli amip ile fil, zerre ile kürre cümlesi itirazsız rızada kendi kader yollarında yürürler.
İnsanoğlu ise kendisine bahşedilen akıl nûrundan dolayı küllî şeyin (mâsivâ) üstünde bir üstünlüğe kavuşmuştur.
Sınırlı aklı kadar sorumlu kılınmıştır.
Aklı kadar imtihana tâbi' tutulmuştur.
Ezel âleminde Rübûbiyyet Tevhidine şâhid olduğuna dair söz alınmıştır.
Bu âleme getirilip imkânlarla denenmiş ve son nefesinde Ulûhiyyet Tevhidine şâhidliği istenmiştir.
İki tevhidin içeriği, anlaşılması, inanılması ve yaşanılıp şâhidi olunmasının kuralları Kitabullah ile bildirilmiştir.
Tevhidullahı tebliğ edici, öğretici, eğitici ve tatbik edici olarak Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) gönderilmiştir.
Hüsniniyyet, samîmîyyet ve ciddîyetle Rabbü'l-âlemin'e kulluk (ibâdet) emredilmiştir.

"İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece "İmân ettik!" demeleriyle bırakılıverileceklerini mi sandılar?Andolsun ki Biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir. Elbette ALLAH doğruları (sadık) ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır." (Ankebut 29/2-3)

"......(İnsanların) bir bölümü cennette, bir bölümü de çılgın alevli cehennemdedir." (Şurâ 42/7)

".... Muhakak ki ALLAH katında en değerli olanınız (ekreminiz), O'ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz ALLAH, bilendir, her şeyden haberdârdır." (Hucurât 49/13)

Takvâ, vikaye, kendini koruma...
Evvel sözü, âhir sözü aralarındaki zâhir-bâtın imtihanı ve insan...
El KERÎM (celle celâluhu) olan maddî ve manevî sonsuz ni'metlerini lûtfeden ALLAH Tealâ bunca ikrâmını takdir edenleri, "Ekrem" olmakla şereflendirip şartını ise ALLAH (celle celâluhu) dan korkmaya bağlıyor...
Buradaki korkmak, akrebden korkmak gibi değil de, aklın; önünü, sonunu düşünüp acziyet, fakriyet, zillet ve illet sıfatlarıyla sınırlı ve sorumlu oluşunu iyice anlayıp Rabblık hevesine (sıfatlarını giymeye) kalkışmaması ve böylesi alçakça bir ihânetten kendisini korumasıdır.
Kısaca kendi kendine ve nefsine zulmetmemesidir.
Cenneti tercih edip cennetlik bir hayat yaşaması, cehenneme götürücü cehâlet, gaflet, dalalet ve ihânetten şiddetle kaçınması ve ALLAH (celle celâluhu) dan korkmasıdır...

Muradullah olan; mükerrem, mübârek ve muhteşem kulluk yapabilmek için ise tek örnek insan ve Rahmetenli'l-âlemin (âlemlerin tümüne rahmet) olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) i iyi tanıyıp, tanışıp, bilişip, buluşup, teslim olup, imân edip, tâbi' olup ve itâat ederek ve Muhammedî oluş şuûruna, nûruna, sûruruna ve onuruna ulaşıp Emrullahı (kulluk yapmayı) O'nun imamlığında dostoğru yerine getirmek gerekmektedir.

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), ALLAH Tealâ'nın muhabbetini seyran için merhameten yarattığı Devrân Âleminde ilk noktadır.
Mahlûkat için merhametin ve muhabbetin ta kendisi olan Habibullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'dır.
Hasbî hizmet Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in her âlemdeki hâlidir.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) sistemim herşeyidir.
Bizim de her şeyimiz sahibimiz ve efendimizdir.
Kur'ân-ı Kerîm'de ALLAH Tealâ, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e teslim olmayı, imân etmeyi, tâbi' olmayı ve itâat etmeyi emretmiştir.

"Peygamber, mü'minlere kendi canlarından (nefislerinden) daha yakındır (evlâdır)..." (Ahzab 33/6)
Evlâ: daha uygun, daha lâyık, daha lâzım, daha yakın daha iyi, daha üstün olandır.

"Andolsun ki Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), sizin için, ALLAH'a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve ALLAH'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir." (Ahzâb 33/21)

Üsve: imtisâl numûnesi, örnek alınacak insan. Birine uyulması için gereken tavır metod ve örnek olma vasıflarına haiz olan.

Ve daha nice âyetlerle övgüyle anlatılan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e tâbi' olmak "ALLAH ve Resûlüne tâbi' olun..." emirleriyle defalarca bildirilmiştir.

"(Resûlüm!) de ki: Eğer ALLAH'ı seviyorsanız bana uyunuz ki ALLAH da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. ALLAH son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir." (Âl-i İmrân 3/31)

"...... Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının. ALLAH'dan korkun. Çünkü ALLAH'ın azabı çetindir." (Haşr 59/7)

Bir kimseye bir emir (Emrullah) veriliyorsa ve yapmaya mutlaka mecbur ve me'mur ise; bu emri verenin bir maksadı ve gayesi (Muradullah) mutlaka vardır.

Artık çocuk bile biliyor ki; parmağımızdaki yüzüğün, gözümüzdeki gözlüğün ve ayağımızdaki ayakkabının kesinlikle bir ustası var ise parmağımızın, gözümüzün, ayağımızın ve tüm bu sistemin de bir ustası vardır ve ustaların ustasıdır...

Muradullah açıkça ve ortadadır: Son sözün (Ulûhiyyet Tevhidine Şehâdet) ilk sözüne (Elest Meclisindeki Rübûbiyyet Tevhidine) uysun...

Emrullah ise: Bu imkânla imtihan âleminde neler yapacağımızın anayasa (Kur'ân-ı Kerîm), yasalar (sahih hadisler) ve tüzüklerle (sünneti seniyeye) ile bildirilmesi ve örnek yaşayış olarak ise:
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) olan Muhammed Aleyhis-selâmın; getirip, bildirilip ve tebliğ ettiklerinin (Emrullah), aynı zamanda Abdullah da olan Muhammed aleyhi's-selâmın (ürvetü'l-hasene) örnek hayatının bire bir tekrarıdır...

İslâm, teslimiyettir.
Müslim: teslim olandır.
Rabbü'l-âlemin'in kulu olarak Rehber-i Mutlak, Mürşid-i Mutlak ve İmam-ı Mutlak Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e teslim olmamız ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in emridir.

"Muhakkak ki ALLAH ve melekleri, peygambere hep (çok) salât ederler. Ey imân edenler, haydi siz de ona salât edin ve tam bir teslimiyyetle (teslim olun) selâm verin (salât-ü-selâm getirin.)." (Ahzab 33/56)

Teslim (çoğulu teslimât): bir emâneti yerine verme. Bir şeyi gerçek sahibine verme. Hakikati söyleme. Kendisini ilâhî kadere bırakma. Selâm verme. Selâmetle dua etme. Âfetten masûn kılmadır. Boyun eğmedir türkçesi...

İlahî ferman: salât ve teslim...
Ulaş ve bildirdiklerine (Emrullah'a) boyun eğ...
Kâinât Kâbe'sinde imâm-ı mutlak olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e uy...
Kulluk kıyamında, rıza rükû'unda, "Subbûhûn, kuddûsun..." secdelerinde ve teslimiyyet teşehhüdünde...
Teslimeyet Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) evvel, âhir, zâhir, bâtın İmâm-ı Mutlak olunca, istikamet kıblesi elbette ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL dir.
İnancımızın temeli ve ilk noktası budur.

"İşte onun için sen (tevhide) dâvet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol..." (Şûrâ 42/15)

Emrolunduğun gibi dostoğru git! (istikamet et!)...
Muradullah olan Tevhide ulaş ve ulaştır....
Çünkü sen mü'minlerin imâmı ve sahibisin yâ Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)...

"O hâlde seninle beraber tövbe edenlerle birlikte emrolunduğunuz gibi dosdoğru ol (istikamet et)..." (Hûd 11/112)

"Şüphesiz, RABB'ımız ALLAH'tır deyip sonra dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerine melekler iner, onlara: "Korkmayın, üzülmeyin size vâdolunan cennetle sevinin!" derler." (Fussilet 41/30)
İnsanları ve cinleri kendisine kulluk yapmaları için yaratan ALLAH Tealâ:

"Ben cinleri ve insanları ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım." (Zâriyât 51/56)

"Ve sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar RABB'ıne kulluk et (ibâdet et)..." (Hicr 15/99)

Emriyle son noktamızı koymuştur...
Her zaman, her yer ve herhâlde; herkes ve herşeyle birlikte BİLELİK KULLUĞU...
İlim, irade, idrak ve iştirak ibâdeti...
İlim ve edeb erdemi...
İrfan ve erkân ikrâmı...
Rızaullah ihsânı...



Azîz Kardeşim,
Âcizâne, arzedebildiysem anlayıp da anlatabildiysem, bildin ve anladın ki; Her sözü (i'tikad) ondan duyup, ona teslim olup ona uyduğumuz ve onun ümmeti olduğumuz velîy-i ni'metimiz sahibimiz ve her şeyimiz Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'i iyice bilmeliyiz.
Resûlullah olan Muhammed Aleyhi's Selâmın bildirdiğine (vahy-i cehri, vahy-i hafî) inanıp duyup ve uymalıyız...
Abdullah da olan Muhammed aleyhi's-selâm ilâhî emri güzel ve özel tek örnek olarak nasıl uyguladı ise öyle ve ihlâsla uygulamalıyız...

Ben, sen, o; biz, hepimiz hamdolsun Muhammedîyiz...
"Öyle miyiz? Değil miyiz? İmtihanın içindeyiz...
Özlerimiz ve sözlerimiz; yâni inanç ve i'tikadımız öyle mi? Amelimiz, fiillerimiz öyle mi?
Ne dersin azîz can kardeşim öyle mi?
Seyr-ü-sülûk diye çırpınanlar...
Seyr-ü-sülûk'u akıl, fikir ermez ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'de rastlanmayan bir anlayışla anlayıp insanları zorluk, darlık ve sıkıntılara sokanlar...
Tarikatı, içi boş zikir bardakları sananlar...
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e teslim olmadan ALLAH Tealâ 'ya istikamet ettiğini sananlar...
Kısacası İmam-ı Mutlak Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e uymadan ibâdet edenler...

"Ey imân edenler ALLAH'ın ve Resûlünün huzuruna öne geçmeyin. ALLAH'tan korkun. Şüphesiz ALLAH işitendir, bilendir." (Hucurât 49/1)

Şucular, bucular... Geliniz... Ey imân edenler, nefsim başta olmak üzere hepimiz bir daha imân, imân edelim:

"Ey İMÂN EDENLER... ALLAH'a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitab'a ve daha önce indirdiği kitaba İMÂN EDİNİZ..." (Nisa 4/136)

"Yâ eyyuhellezine âmenû!... âmenû!..." İmânı gözden geçirip, yeniden imân...

Muhammedî oluş şuûruna sıla, ulaşım ve vuslat...
Evvel-âhir-zâhir-bâtın Muhammedî olduğunun farkına varış...
Nûr-u Muhammed'e ve Nûrullaha ulaşım...
Salâvat ve salât...
Sırr-ı sıfır olan sall ve sıla...
El ele Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ve ellerin üstünde Yedullah (ALLAH celle celâluhu'nun kudret eli)...
Eşhedü enlâ ilâhe illâ ALLAH ve Eşhedü enne Muhammeden abdühû ve Resûlühü...
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e teslimiyet müslimliği ve ALLAH Tealâ'ya İmam-ı Mutlak (sallallahu aleyhi ve sellem) ile istikamet mü'minliği...
İçinde yaşadığmız ve insan aklına durgunluk veren sonsuz sayıda ve hârikalıkta var edilen herşeyin var oluş sebebi ve hikmeti, insanoğlunun RABB'ısına (celle celâluhu) kulluk etmesi için imkân âlemidir.
ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL, Resûlullah, Hakk Erenler ve tüm kâinât bizim imkânla imtihan olan kulluk görevimizde hasbî hizmettedirler...
Haydi... Sen, ben, o ve biz, biz hepimiz; "ile", "bile" ve Muhammedî "Biz" olarak el ele kan kana ve can cana; alt-üst-ön-arka olmadan saf safa ve tesbih gibi İmam-ı Mutlak imâmiyesinin, tevhid tesbihine dizilelim; imâmımızı duyup (teslimiyyet, salâvât) ve imâmıza uyup (istikamet, salât) kulluk köprüsünü son nefeste hakkın ve hayrın şâhidleri olarak geçelim... Sırr-ı sıfır sıratımız olsun...
Resûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem)'in kalbinde girelim cemâl cennetlerine...
Ravzasında rıza bulup râziyyeten-merziyyeten olalım...
Sistemin ve bizim sahibimiz Rabbü'l-âlemin olan ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'e, O'nun bizim için olan duasıyla dua edelim:

"....Ey RABB'ım... Beni nefsime hâkim kıl ki bana ve ana-babama verdiğin ni'metlere şükredeyim ve razı (hoşnut) olacağın sâlih amel (iyi bir iş) yapayım ve beni rahmetinle sâlih (iyi) kulların arasına sok (dahil et)" dedi." (Neml 27/19)

Euzi'ni: ihsân et, kendime hâkim kıl, muvaffak et, şükürden uzak kalmayayım! demektir...
Âmin
yâ Muîn,
yâ Lâtif,
yâ Kerîm,
yâ Rahîm,
yâ Rahmân,
yâ Hannân,
yâ Mennân,
yâ Deyyân,
yâ Furkân,
yâ Sultân,
yâ ALLAH (celle celâluhu)....


Azîz kardeşim;
Karınca kaderince namaz (salât) ile ilgili âyet-i celileri, hadis-i şerîfleri ve Hanefi Fıkhına göre ilmihal bilgilerini arzettik.
İşin aslını astarını sıraladık...
Şimdi ise kimselere bir şey söylemeksizin baştan sona Muhammedî Tasavvuf Tenceresinde iki rek'ât sıla (salât) aşı pişirip Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Salâvât Sofrasını serelim.
Biz, bize kaşık olalım.
Vuslatta El VEDÛD (celle celâluhu) ya âşık olalım...

Namazların vakti vardı...
İki şeyin münâsebetinden olay, iki olayın münâsebetinden zaman, iki zamanın münâsebetinden zann doğar ki aklın zannlarını nakl süzgecinden geçirmek de şart idi...
Herşey ve her nefes vakitlidir.
Mîkatlidir (bir iş için belirlenen vakit, zaman, yer).
Tıpkı, haccederken ihram mîkat yerleri gibi...
Oraya varan kimse, vardığı anda; "Benlik" elbisesini soyunup Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e teslim olup, O'nun "Biz" bürgüsünü bürünüp, kulluk kefenini giyinerek ve O'nun imamlığında Beytullah'a istikamet eder...
Her nefesin tevhide şâhidliği şarttır ki bu; Şe'enullah'a şimdi şu anda ve mutlaka iştiraktir.
Elbette her nefeste tevhid farz değildir ancak bu hâl zikr-i dâim "ER"lerin hüneridir...
Kemâlatta her iş ve bildirilen haberler vakitlidir.
Askıda olan asla yoktur;

"Her haberin gerçekleşeceği (kararlaştırılmış) bir zamanı vardır. Yakında (siz de gerçeği) bileceksiniz." (En'âm 6/67)

Biz bu günün insanlarıyız ve âhir zamandayız... Millette (halkta) merhamet ve devlette adâlet kaybolmuş...

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in: "Nasılsanız öyle idâre edilirsiniz!" (Deylemî, Müsned III/305 (4918); Aclûnî, Keşfü'l-Hafa II/166 (1997) buyurduğu tecellî etmiş...

"İşte böylece işledikleri günahlardan ötürü zâlimlerin bir kısmını (vâli, idâreci olarak) diğer bir kısmının peşine takarız... (üstlerine idâreci kılarız!)..." (En'âm 6/129)

Âyet-i celilede geçen veliyy: idâre etmek, düzenlemek, işi üzerine almak. Vellâ: birini bir işe idâreci yapmaktır.

Pek çoğumuz hevâ ve hevesle tamah ve hırsın pençesinde boğuşuyoruz. Kibirin, kirin, garazın kol gezdiği meydanlarda yerler yağlı deli de kayıyor, velî de.
Çocuk da, yaşlı da, iyi de, kötü de...
Fitne devrinde denkleşmişiz ve imkânlarımızla imtihana gelmişiz... Canlarımız, cisim ve isim bulmuş cihanda...
Canlar cengine bizde çıkmışız...
Yol yokuş, yolcu yorgun...
Hakkın ve hayrın kervanı tenha ve temiz yollarda...
Tevhid tüccarları cirit atıyor...
İt izi kurt izine karışmış...
Aklımız karışmış, ayaklarımız şaşırmış ve cidden çok yorulup İslâm Âlemi olarak uyuya kalmışız...
Elektriği kesilmiş muazzam bir fabrika gibi sessizlik, ıssızlık, yalnızlık ve karanlıga gömülmüşüz...
Derdlerimizi derd etmişiz de bizi derdlerimiz çökertmiş...
Umudlarımız korkuya yenilmiş...
Kalbî basîret bağı kopan kafa basarımız donmuş...
Göz kapaklarımız karanlığa kapanmış...

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "En nâsü niyâmün fizâ mâtü intebâhu: İnsanlar uykudadırlar, öldükleri zaman uyanırlar." buyurdu. (Aclûnî, Keşfü'l-Hafa II/414 (2795))

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Men istevâ yevmehu fehûve magbunun: İki günü eşit olan ziyandadır." buyurdu. (Deylemî, Firdevs III/611 (5910)

İşte arz-ı hâlimiz bu ve böyle iken...
Aklın, bitmeyecek sandığı ve aklı saran karanlığın göbeğinden, merkezinden enfüsünden, habli'l-verid vâdisinden, Medine-i Mûnevvere'den tüm sistemin sinesine seslenen bir ezân başladı...Yeni başlamadı da biz yeni farkına vardık...
Müezzin-i Mutlak olan Muhammedü'l-Emin, Rahmetenli'l-âlemin ve Nûru'l-Zeminü'l-Zamanü'l-Arş (sallallahu aleyhi ve sellem) in Tevhidullahı tebliğ, tenzir, tebşir ve teşehhüd ezânı...
Uyan... Kalk ve: özüyün özündeki Subhanî ve Samedanî sesi ve sözü dinle...
Ümide ünleyeni dinle...
Biz, el ele, gönül gönüle, can cana ve bile dinleyelim...

"Semiğna ve ateğnâ..." diyelim...
"Daha şimdi, şu anda duyduk ve uyduk!" diyelim...
Evvelinde o âlemde Rübûbiyyet tevhidine şâhid olup âhirinde bu âlemde ulûhiyyet tevhidine de şâhidi olacağımıza verdiğmiz ahd-ü misâk'ı unutup da; uyduğumuz gaflet, cehâlet, delâlet ve ihânet uykusundan uyanalım...
Merkezdeki, içteki, enfüsteki emânete sadakatsizlikle; muhitteki, dıştaki, âfâktaki, ni'mete adâletsizlik uyurgezerliğinden uyanalım...
İfratta taşkınlık, tefritte şaşkınlık olan şucu, bucu oluş sarhoşluklarından; bizi, sadrımızın sır sur'una üfürülen ruhanî naz-niyâz nefhasının Subhanî sesi; özümüzdeki HAKK'a tapmaya, yüzümüzdeki hayrı yapmaya uyandırsın ve ayıktırsın...İnşâallah...
Elbette hidâyet ALLAH (celle celâluhu) dan,
şefâat (şifâ) Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den,
himmet Hak Dostlarından...
Ancak, hakka ve hayra gayret de bizden ya...

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Nasıl ölürseniz, öyle dirilirsiniz..." buyururken nasıl yatarsanız öyle kalkarsınız buyuruyor... Niyyet hayr, akibet hayr! Amel ise sözümüzün eri olmak ve isbat etmektir.

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'i özümüzde duyalım ki derhâl uyabilelim...
Kimin kalbinde Resûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem), ezel-ezânını okursa ebedî uyanmış ve dirilmiştir...
Artık uyuyumaz da, ölmez de...
Ayaklarından tavana asılsa her hücresi hâlihazır, nazır ve murakıb olan RABB'ısına salât eder artık...

Her yerde her zaman ve herhâlde Muhammedî oluş şuûruna ulaşan âşıklara uyumak korkusu ve ölmek hüzünü yoktur kardeşim...

Ölümü tatmak elbette var...
Pek çok âyet var...
Ve çok çok ölenler var!..
Ne var ki bu yeryüzünün toprağından yapılan tevhid testisi günü gelince kırılırsa gam değil, Muhammedî olanın, suyu zemzem ve bâkidir.
Boş, çatlak ve zehir dolu testilerin ahmak sahiblerine ise Muhammedî muhabbet, merhamet ve hasbî hizmetle Hakikat-ı Muhammedîyeyi anlatmak ve yaşatmak mecbur ve me'mur olduğumuz aslî görevimizdir...
Kulluk imtihanı ve çilesi gereği uyuyorduk.
Kulluk kapımızın zevk zilini Rıza Rehberimiz ve tevhidin tek tenzircisi (umuda uyandırıcımız) Hidâyetullah ile uyandırdı...
Gaflet gecesinde şehâdet şafağı söküyor...
Euzû besmele ile uyandık ve kulluk Kâbe'mizin merkezinde Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in sabah ezânını dinliyoruz:
Biliyorsun ki kulluk kişiliğimiz ve kimliğimiz iç içe geçmiş olan letâiflerimizin cem'idir.
İlk dört letâif ki beden, nefs, kalb ve ruh kulluk göreviyle mükelleftir.
Diğerleri ise Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e tam teslimiyet ve ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'e İmam-ı Mutlak (sallallahu aleyhi ve sellem)'e uyarak yapılabilen istikamet seyr-ü-sülûku sırasında ve sonucunda bahşedilen lûtf-ü-ikrâm ve ihsân makamlarıdır.
Bizi acilen ilgilendiren ise ilk dördü, çünkü biz can derdindeyiz...
Kulluk Kâbe'si de tıpkı Kâbetullah gibi 6 yüzlüdür.
Yedinci yönü (yüzü), özü (içi)dür.

İnsan Kâbesi; özünde (habli'l-verid) şah damarından da yakîninde olan sistemin Sahibine şehâdet şerefinden dolayı mükerremdir.
İnsan kâbesinin dört hûrmeti (haramlığı) vardır:
İnsanın canı, malı, ırzı ve hakkında sû-i zannn (kötü sanı) beslemek kesinlikle haramdır.
Mescid-i Haramdaki (Mekke'deki) Beytullah'ın ise bir haramlığı olup saygılı davranmamız ve hürmet etmemiz farzdır.
Hacc Kâbe'si müşerreftir (şerefli kılınmıştır) ve Halil (aleyhi's-selâm) yapısıdır.
Hakk kâbesi olan insan ise, mükerremdir (keremli kılınmıştır) ve El Celîl (celle celâluhu) yapısıdır.
Mukayese etmeden Muhammedî gerçeği dile getiriyoruz ve ikisi de bizim diyoruz.




Muhammedî tebliğ tezini Kâbe'ye benzetir de zevk edersek:



4.6.1. Kulluk Kemâlât Kâbesi

Resim

İnsan sûretinde yaratılan, aklı olan, maddeten ve mânen erğinliğe ulaşan-rüşde eren, Muhammedi Tebliği duyan ve hür olan her insanoğlu;
İçinde yaşadığımız sistemi ve BİZi de yaratan Rabbülâlemin’e KULluk yapmaya, Me’mur, Mecbur, Muhtaç ve Mahkümdür…
Âlemde olan Âdemde de vardır..
Zerre için geçerli Sünnetullah Kürre içinde geçerlidir..
Kulluk İmtihanımızda İlahî İlimi getirip Muhammedî Edeb içinde öğreten ve eğiten Resûlullah sallallahu aleyhi vesselem dir.
Her insan nefsinin, Devran – Seyran – Cevlan – Hayran aşamalarında,
Şu İmtihan salonundaki seyr ü sülûk oluşumunda,
Kulluk Kemâlât Kâbesini gönül gözlerimizle bir daha gözleyelim…
6 yüzü 8 köşesi ve 12 ayrıtı olan bu Kimlik ve Kişilik Kâbemizde “Öz”ümüze dönük 7.inci yönü;
Bilmede, Bulmada, Olmada ve bizzzât Yaşayıp şâhidi olma da,
Resûlullah Muhammed aleyhisselâm’ın “BİZ”i “BİRR” e çağıran yüce sesini duyalım ve uyalım İnşâallah…







1- Taban :
Esfeli safilin ve kulluğun alt sınırı olup bunun altına düşenler nefislerine zulmeden ve akıllarına ihânet eden zâlim, kâfir, münâfık ve müşriklerdir ki "Belhum edallun..."
Hayvandan da aşağı düşüp şeytânın bile korktuğu Rabblik iddiasına kalkışan Firavun'u önder seçen, bâtılı ve şerri tercih edenler...
ALLAH korusun...


2- Birinci yüz :
Şerîat-ı Muhammedîyye yüzü: öze ve içe giriş kapısı olan yüzdür.
Tavaf kırmızı çizgisinde kulluk yürüyüşü burda başlar ve İbrâhim (aleyhi's-selâm) atamızın namazgahı (musalla: sall olan, sıla yolu) burdadır.
Bu yüzde söz, i'tikad ve teslimiyet esastır. Kapısına tutunan rahatsız edilemez ve müstelzim (istilzam eden, gerektiren) yeri olup "Beynehu, Beynallah...
Kul RABB'ısıyla..." İmam burada cemâate imâmlık yapar. Tavafın başlangıç noktası ve bitiş noktası aynı noktada buluşur ve buradadır.
Başlangıç Fâtihası (anahtarı) dır. Şartû'l-Şarttır.
Tavaf şükür namazı bu bölgede kılınır v.s. Kâbetullah ile birebir örtüşür...


3- İkinci yüz :
Tarikat-ı Muhammedîyye yüzü: Hicr-i İsmail (aleyhi's-selâm)'ın bulunduğu yön ve yüz: İsmail (aleyhi's-selâm)'ın ve annesi Hacer Annemiz’in hicret hücresi (kabr-i şerîfleri) buradadır.
Etrafı duvarla çevrili, Kâbe'nin içi sayılan, namaz kılınıp, tavaf geçişi yapılmayan yerde yatmaktalar...


Hicr: ayrılık ve hicrandır.
Hicret böyle...
Halkın rastgeleye yaptıklarından ayrılıp Tarikat-ı Muhammedîye olan Fırka-i Naciye yoluna hicret etmek...
Kâbe'nin semâsından Altın Oluktan akan Sûnnet-i Seniyye ile arınıp durunup amel-i sâlihi, aynı zamanda Abdullah da olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) gibi işlemek...
Ciddî ve samimî gayret etmek...
İsmail (aleyhi's-selâm)'ın kulluk tatbikatını (kurbanlığını) Kur'ân-ı Kerîm'den dinlemek...
Teslimiyyeti ve istikameti Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in atasından ve aslından almak...
Kim kime kurban...
Kesen kim, kesilen kim ve kestiren kim?.
Kimlik kimliği?
Bunları gerçekten âcizâne zevkler olarak arzediyorum.
Maksad Muhabbetullah...
Ve Muhabbet-i Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)...
Duyuş, uyuş ve anlayış inceliği...


4- Üçüncü yüz :
Mârifet-i Muhammedîyye yüzü:Rükn-i Yemâni yönü: zâhirinde yemenliler tarafı dense de bâtının da Ashab-ı Yemin rüknû denmesi de doğrudur. Rûkn: sağlam olan taraf, esas ve temel direk anlâmınadır ki Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in ahlâk sahası olup gerçek ve uygundur. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in selâmladığı boz taş buradadır. Selâm ve selâmet, ahlâk ve muhabbet meydanı!


5- Dördüncü yüz :
Hakikat-ı Muhammedîyye olup Hacerü'l-Esved'in bulunduğu yüz ve yöndür. Hâller âlemidir ki hâl sahibi ile RABB'ısı arasındaki sırdır.
Sır simgesi olan Hacerû'l-Esved: simsiyah taş, Nûr-u Muhammed rengi olup kendisinden başka renkleri yutup yok edici Ahmedîyyet sırrıdır.
Sırr-ı Süveydâ derler... Karadelik...
Bu bölümde hacıların duası Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'inki ile buluşur ve:
"Allahümme rabbenâ atinâ fid-dünya haseneten ve fi'l-âhirei haseneten vaki'nâ azabbe'n-nar ve edhilne'l-cenneti mâel ebrâr. Yâ Azîzü yâ Gaffâr yâ Rabbe'l-âlemin...: ALLAHım! RABB'ımız! Dünyada iyilikler ver ve âhirette de iyilikler ver, ve ateşin azabından bizi koru ve iyilerle (Ebrâr) birlikte cennete girdir. Yâ Azîz (gücü yeten) yâ Gaffâr (çok bağışlayıcı) yâ Rabbü'l-âlemin..." deriz biz hepimiz...
Biz Muhammedîyiz...
Tevhid Tavafı tamamlandı.-illâhe-illâ-ALLAH oldu.
İlim, İrade, İdrak ve İştirak...


6- Üst yüz (tevhidî tavan) :
Lûtf-ü-ikrâm ve ihsân semâsı, İlliyyin.
İşte bu âlemin Kâbetullahı Beytullah'dan başka İlliyyînde, 7 kat semâda 7 Kâbe...
Beytû'l-Ma'mur, Beytû'l-İzzet.....
Ve sonrasında Beytû'l-Arş....
Kulluk kâbemizin tabanından aşağısı, şeytânın altına düşmek (Firavunluk) iken, tavanı ise Halifetullah oluştur...
Ve diğer letâiflerimizi bu uğurda kullanmayı ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL BİZe de nâsib etsin...
Âmin...



7- Öz (iç) yüzü :

AKDES noktasına (merkeze) kadar iç içe geçmiş olan fuad, lüb, lübbü'l-lüb ve Akdes...
Bunlar böyledir diye hükmetmiyoruz, zevk ediyoruz zevk...

Zevk: tadmak kökündendir. "Küllü nefsûn zaikatû'l-mevt: her nefs ölümü tadacaktır..." hükmündeki zevkten. Zûhûratı zevk ediyoruz...

Hani elektrik gelmiş gibi Nûr-u Muhammed'e kavuşunca Hakk'a ve hayra uyanmıştık ya...
Kulluk Kâbe'mizin (Benlik Kâbesi değil) merkezinde Mûezzin-i Mutlak Muhammed aleyhi's-selâm:
Tevhidî teblig, tenzir ve tebşir ezânını okuyor ve dinliyoruz can kulağımızla.
Âcizâne arza azmettiğim şekil ve şart içinde zâhir ve bâtın kulluk Kemâlât Kâbemizin merkezinde, her şey ve herkeste, her zaman, her yer ve her hâlde okunmakta olan ezelî ezânı şimdinin Şe'enullah'ında Sahibinin ve Sahibimizin sesinden dinleyelim, duyalım ve uyalım, İnşâallahu Tealâ...

Gönderilme zamanı: 21 May 2008, 13:30
gönderen kulihvani
4.6.2. Kulluk Kâbesinde Muhammedî Ezân :

Resim

Bu Kâinatın kuruluş amacı, Muradullah’ın göz bebeği İNSANdır..
Bu Kâinatta aklı olan İNSAN, nakl olan Emrullahı duyar ve uyar...
Bu Kâinatın kuruluş sebebi, Sünnetullah’ın işleyişi kulluk İmtihanıdır..
Bu kâinatın kuruluşta İlk Noktası, Nurullahtan VAR edilen Nur-u Mîm’dir.
Bu Kâinat Âleminde İnsanların tek, eşsiz ve görevli Rehberi Resûlullah (sav)dir.
MERKEZde Habli’l-Verid… Şah Damarı… Nurullah…yakîni Nefs-i Akdes..
MUHİTte küllî şey.. Nu-u Mîm.. Cisimde CANlar cünbüşü...Koskoca Kâinat…
Âlemde olan Âdemdeyken; Âlem Kâbesinin merkezinde, Âdem Kâbesinin Özünde Sahibimizin Sesinden…
Kulluk İmtihanı tercihinde hakkı duyup hayra uyan İNSANların tertemiz Kulluk İmtihanı tercihinde hakkı duyup hayra uyan İNSANların tertemiz Kalb Kâbelerinde;
Bu Sırr Sabahımızda Müezzin-i Mutlak Muhammed Aleyhisselâm’ın Ezel-Ebed Ezânını bir daha duyalım ve uyalım İnşâallah…

Sırr-ı Sıfır sırasıyla :

1- Bedene (kâinâta): ALLAHÜ EKBER
2- Nefse : ALLAHÜ EKBER
3- Kalbe : ALLAHÜ EKBER
4- Ruha : ALLAHÜ EKBER
5- Dünyaya dönük olan Beden ve Nefse : Eşhedü enlâ ilâhe illallah
6- Âhirete dönük olan Kalb ve Ruha : Eşhedü enlâ ilâhe illallah
7- Dünyaya dönük olan Beden ve Nefse : Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah
8- Âhirete dönük olan Kalb ve Ruha : Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah
9- Bedene : Hayye ala's- Salâh: Haydi islâh olmaya gel (teslimiyyet)
10- Nefse : Hayye ala's- Salâh: Haydi islâh olmaya gel (teslimiyyet)
11- Kalbe : Hayye ala'l-felâh: Haydi iflâh olmaya gel (istikamet)
12- Ruha : Hayye ala'l-felâh: Haydi iflâh olmaya gel (istikamet)
13- Beden ve Nefse : Esselâtü hayrün mine'n nevm: Salât uykudan hayırlıdır.
14- Kalb ve Ruha : Esselâtü hayrün mine'n nevm: Salât uykudan hayırlıdır.
15- Beden ve Nefse : ALLAHÜ EKBER
16-Kalb ve Ruha : ALLAHÜ EKBER
17- Beden, nefs, kalb ve ruha (özün özünden: lübbü'l-lüb Akdes'ten):
: ilâhe illâ ALLAH...
Bu muazzam ezânı Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in sesinden duyan, dâvetine elbette canla başla icâbet eder,uyanır ve uyar...
Sorumlu olan ve uyanan Beden – Nefs – Kalb – Ruh…
Dört letâif iş başı yapar...
"Subhanallahi ve bihamdihi subhalallahi'l-Azîm velâ havle velâ kuvete illâ billahi'l-Âlîyyü'l-Azîm..." der.
Hadis-i şerîfte buyurulup açıklandığı gibi:
Azîm olan ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'i hamd ile tesbih edip aklın anladığı ya da anlamadığı tüm noksanlıklardan uzak bildiğini ve inandığını ilân eder.
Hakka tapmak, hayrı ve hasenâtı (iyilikler) yapmak için gerekli olan;
Yine bâtıla tapmamak, şerri ve seyyiâtı (kötülükler) yapmamak için gerekli olan havl (bâtınî potansiyel güc) ve kuvvet (zâhirî mevcûd güç) ancak Yüce ve Azîm olan ALLAH Tealâ dadır... Ve onun inâyetiyledir..." diyerek kalkar...
Sıla-yı Rahîm Kıyamına dururlar..
El ele gönül gönüle göbek bağları gibi Nebiyyü’l- Ümmî’de,
İlk ve tümünü doğuran ANA da “BİZ” olup,
VARından var eden Rabbülâlemine “BİR” lik yönelişinde,
Bilişir buluşur, oluşur ve Mutlak Şehadeti İmam-ı Mutlak Resûlullah (sav) in Yüce Yüreğinde yaşarlar inşâllah…

Muhammedi Muhabbetlerimle…




4.6. RESÛLULLAH (sallallahu aleyhi ve sellem) SILA-SALÂTI -2
.

4.6.3. Sıla Salâtı :

Huzurullah'a tertemiz olarak durup kulluk arzı için temizlik hazırlığına başlar

4.6.3.1. Hadesten Temizlik:

Guslü gerektiren bir hâl olmuşsa bedeninin; zâhirini, dışını, ağız ve burun içini tertemiz yıkar...
Ve unutmaz ki bedenin; bâtınında olan nefs tezkiyesi, kalbin tasfiyesi ve ruhun tecliyesi de içeride önemlidir.
Nefsine emredip: Subhanallahi ve bi hamdihi esteğfirullahe'l-Azîm ve e'tubî ileyhi"
"Hamd ile ALLAH'ı noksan sıfatlardan uzak kılıp, Azîm olan ALLAH (celle celâluhu)'dan bağışlanmamı diloyurum ve O'na tevbe edip yöneliyorum!" dedirterek, ihânet, dalalet, cehâlet ve gaflet guslü aldırır nefsine.

Hadesten taharet; yeni olan, peydahlanan, vuku' olan hadisedir.
Guslü ve abdesti gerektiren hâl olup bundan temizlenmektir. Kısacası; abdestli iken yellenen kişi yeniden abdest alır...
Cinsi temâsta bulunan gusleder... Şerîatın şartları basit ve kolaydır...
Bir kimse yellenince abdesti bozulurda, birisine ana avrat küfretse abdesti bozulmaz...
Ancak işin aslı ve esası bu değildir.
Çünkü, Muhammedî metod bir bütündür: Şerîatta kıçından bozulan abdest, tarikatta ağzından, mârifette beyninden (kafasından) hakikatte kalbinden geçen en ufak noksandan, yanlışlıktan ve hatadan bozulur...

Elbette şartları zorlaştırmayan ilâhî sistem farzı, vâcibi, sünneti ve nâfileyi çok iyi belirlemiştir...
Ne var ki uyanık mü'min: her tarafına sahib olandır...
Bedensel hadiseler yanında nefsî, kalbî ve ruhî durumlarını da değerlendirilmelidir.

Abdest su ile el, yüz, baş, ayak yıkamaktır ki bunlar secde âletleridir... Secdenin önem ve değerini bilen için bu olguların dışını su ile yıkarken içini de nûrla yıkamak hârikadır.
Abdest duaları da hep böylesi içten ve samîmî isteklerdir...
Burna su çekerken: "Allahım burnuma cennet kokuları nâsib et..." gibi...
Elleri, ayakları ve başı kullanarak yapılan geçmişteki yanlışlıklara istiğfâr ve tevbe...
Aklın karargahı beyin...
Naklin karargahı kalb...
Dış ve iç temizliği...
Arzın ve Arşın abdesti...
Hakka ve hayra hazırlanış...
Salâta su ile sıla...

Su ile isâle...
İnsanın kendisinden oluşan pisliklerden (maddî-manevî) temizlenmesi şart-ı mutlaktır.
Temizlik müslüman olan kimseye lâzım ve lâyıktır.
Bedenin tertemiz olması ile birlikte nefsin tezkiyesi (temizlenmesi), kalbin tasfiyesi (arıtılması) ve ruhun tecliyesi (cilâlanması) şarttır.
Temizlik işin başıdır.

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Temizlik imânın yarısıdır ve namazın anahtarı temizliktir" buyurur.

Riyâ ile kirlenen ibâdetin, haram maldan sadakanın ve haramla beslenen ve örtünen bedenin ne anlamı vardır.
Avuç içi kadar idrar elbiseyi kirli kılıyorsa, yenilen gıdanın haram ve kul hakkı oluşu o bedeni nasıl olur da kirli kılmaz...
İslâmda insan içiyle dışıyla tertemiz olmalıdır...
Dini emirlerin pek çoğu insana dış ve iç temizliğini emreder.

Gözümüzün önünde idrar dolu bir bardağı boşaltıp, yıkamadan su doldurup "iç" diye veren birisine ne söyleriz ve içebilir miyiz?
İğrenip tiksiniriz.
Hâl buysa yine önümüzde ağzıyla en iğrenç kûfrü, iftirayı ve dedikoduyu yapan bir ağız hemen ardından "ALLAH... ALLAH..." demeye başlıyor!
Bu nasıl iş... Bu ciddî bir gaflet ve ilâhî emirleri vurdumduymazlıktır...

"..... Bunlar kazanndıklarından hiçbir şeye sahib olamazlar... (Bakara 2/264)

"Kim izzet ve şeref istiyor idiyse, bilsinki izzet ve şerefin hepsi ALLAH'ındır. O'na ancak güzel sözler (kelimetü't tayyib) yükselir (ulaşır) onları da ALLAH'a amel-i sâlih ulaştırır. Kötülüklerle tuzak kuranlara gelince, onlar için çetin bir azab vardır ve onların tuzağı bozulur." (Fâtır 35/10)

Tayyib: iyi, hoş, hoşa gider, ayıblardan arınmış.

"... ALLAH (bu emirle) size bir güçlük dilemez, fakat sizi tertemiz yapmak üzerinizdeki ni'metini tamamlamak ister; umulur ki şükredersiniz." (Maide 5/6)


4.6.3.2. Necasetten Temizlik:

İbâdet edecek insanın elbisesi, seccadesi, meskeni ve çevresi içi gibi tertemiz olmalıdır.
Bir bütünün parçaları olan tümden temizlik esastır.
Gözle görülmeyen hukmî pislik (hades, haram v.s.) ile gözle görülen necâset (pislik).
Sırra sahib Sûfînin seccadesi, tevhid bıçağı ile kendisinin yüzdüğü kendi "Benlik postu"dur.
Teslimiyyetin aslı esası da budur...
İki adet "Ben" olmaz...
Mü'min Hazır, Nazır ve Murakıb (gözetleyici) olan Rabbisi karşısında mânen üryân gerekir...
Benlik postuna bürünerek gizlenemez ve gizleyemez...
Kuzu postu bürünen kurtlar sadece kendini kandırır ve acı sonla karşılaşır...
Sûfî sıddıktır...
Çok çok, sadıktır...
Çilelerle dabaklanmış Benlik Derisini arza serer de Arşın altında salât'a durur...

.
4.6.3.3. Setrü'l-avret:

Mü'min hayâlıdır. HAKK'ın ve halkın karşısında bulunması gereken örtülerle örtülüdür.
İnsan gözünü ve özünü rahatsız eden kıyafetten uzaktır.
Allahümme inni eselûke'l-affe ve'l-afiye fî'd-dinî ve'd-dünyayı ve'l-âhire Allahümme'sturnâ bi setrike'l-Cemîl...: ALLAHım... Ben senden dinimde dünyamda ve âhiretimde aff ve afiyet diliyorum. ALLAH'ım Cemîl örtünle ört bizi..."der.

.

4.6.3.4. Vakit:

Her işin bir vakti olduğu Kur'ân-ı Kerîm'de bildirilmiştir. (En'âm 6/67 bkz.)
Bu muhteşem sistemde maddî-manevî boşluk yoktur.
İlmek ilmek, halı dokur gibi, nefes nefes yaşanır gider...
Dönmüyormuş gibi dönen dünyanın hızı 1600 km/saattir.
İbâdet vaktinin geldiğini, Müezzin-i Mutlak Muhammed (aleyhi's-selâm) Muhammedî maverâ merkezi Medine-i Münevvere den Ezelî Ezânı okuyarak duyurur...
Tıpkı radyo, tv yayını gibi....
Biz de bulunduğumuz yerdeki müezzin Ahmed, müezzin Yûsuf v.s. isimli radyo âletlerinden merkez yayını dinlemiş oluruz...
Hiç durmadan her an Arzdan Arşa yükselen 7 vakit (sabah-duhâ-öğle-ikindi-akşam-yatsı-seher) ezân bir yerden bir anda ve bir kişi Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) tarafından okunmaktadır.
Ve aslı bir tek ezândır.
Aynı ezân Erzurum'da sabah iken daha batıda yatsı, akşam v.s. ezânı olmakta ve okunmakta.
Her boylamda BİLELİK EZÂNI...
Devrânda devr...
Seyrânda seyr...
Cevlânda cevl...
Hayrânda hayr...
Uyuyana; uyku, rüyâ ve kâbus...
Uyanana; nûr ve sürûr...
Bu âlem böylesine zıdlar âlemidir...
Vakti giren namaz ikame ve edâ edilir...
Geçeni kılmak özür beyânıdır...
Kulluk kazasıdır..


4.6.3.5. Kıble:

Yönelim ve dönülen taraf, yön ve cihet...
Başvurulan kapı yönü. Mekke-i Mükerremedeki Mescid-i Haramdaki Beytullah olan Kâbe'ye salât için karşı duruş, yönelim.
İç ve dış ile kıbleye kıyama duruş...
360o nin 359o derecesi yanlıştır ve gerçek doğru tektir...
Kuzey kutbuna dönüpte namaz kılanın her işi tam olsa da salât değildir kıldığı; çünkü, kıblesi yanlıştır...
Resim





Beden, nefs, kalb ve ruh kıblesi...
Gez, göz, arpacık, hedef ve atış...

Azîz kardeşim; üç nefeslik zevk edip dinlenelim ve bir muhabbet molası verelim:




ZEVK - 1103

Dörd gözle oku "Kur'ân"ı, "AKAİD" den dışa çıkma...
Hevâ'n ilâhın olmasın, ilim diye dinin yıkma...
"ŞEY" in vechi Hakikati..., gözün yum "ÖZ"üne yürü;
Her şey dâhi senin gibi, HAKK'tan gayrisine bakma...




İlahî ilhâm çeşmelerinin çile gözyaşları olan zevklerimiz kendimizedir... Sen de okur anlarsan senindir, bizimdir...
"Dört gözle oku Kur'ân'ı" dan maksad: Muhammedî olduğuyun, şuûruna ulaş da:

Beden gözünle şerîat-ı Muhammedîyye ile âyeti oku.
Nefs gözünle tarikat-ı Muhammedîyye ile hikmeti oku.
Kalb gözünle mârifet-i Muhammedîyye ile kudreti oku.
Ruh gözünle hakikat-ı Muhammedîyye ile vahdeti oku demektir.

"Sonra Kitabı kullarımız arasından seçtiklerimize verdik...." (Fatır 35/32)

Getirmek ve anlatmak Resûlullah (aleyhi's-selâm)dan duyup anlamak bizden.

Akaid: Muhammed Resûlullah (aleyhi's-selâm)'ın getirdiği güneş gibi ortada açık seçik imânî gerçekler kaideler, i'tikad ve esaslardır. Kur'ân-ı Kerîm ve sahih hadislerle bildirilendir. Bunun dışında ilim adına bile olsa insanların dini gerçekler diye nefsî hevâ, heves, akıl ve mantıklarıyla yakıştırıp sokuşturduklarıyla uğraşma...

Herşeyin vechi (hakikati, zatı, aslı, yönü ve herşeyi) HAKK (celle celâluhu)'tır.
Eşyâyı (şeyleri) bırak da kendi özüne (enfüse) gözünü yum da yürü... Muhitten merkeze bak ve HAKKı gör...
Merkezden muhite bakar isen halkı da HAKK gör...
Mevcûdu anla, Vücûdu anla...
Bu âlemde hakk olmayan yoktur.
İmtihan âleminde roller türlü türlü...
Sen işine bak...
Müfettiş ve müftîlik yapma...
Yürüyenlere değil, yürütene ve yürünene yürü ve bak...

Mühitte kesreti, merkezde vahdeti seyret ve yürü, sülûk et...
Eyniyyetinle (hissi yön, madde) vechiyyetini (aklî mânâ yönü) birleştir de dürbün gibi uzak sandığın HAKKı kendi özünde gör...
Vechini (kıbleni) El VEDÛD (celle celâluhu) ya çevir...


Resim

Muhitin kıblesi merkezdeki vahdettir...
Şatre'l-Mescidi'l-Haram...
Kıble merkezi Mekkedir.
Tüm kesrettekilerin vechi Vahdet merkezinedir.

"Doğu da ALLAH'ındır batı da. Nereye dönerseniz ALLAH'ın vechi (zâtı) oradadır. Şüphesiz ALLAH Vasi'ün Alîmdir.Rahmeti Geniş ve herşeyi bilendir" (Bakara 2/115)
Kimlik kıblesinden bahsediyoruz...
Mevcûd (gözüken geçici varlık)...
Vücûd (kaim-dâim var)...


Merkez âyet-i celilesi: "Andolsun, insanı Biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını (vesveselerini) biliriz ve Biz ona şah damarından (Habli'l-verid: varlık ipi) daha yakınız." (Kaf 50/16)


Muhit âyet-i celilesi: "Göklerde ve yerde ne varsa hepsi ALLAH'ındır ve ALLAH her şeyi kuşatmıştır (Ve kânallahu bi küllî şey'in muhit)." (Nisa 4/126)


İkisi birden muhit ve merkez âyeti ise: "İnsanlara ufuklar (âfâk, muhit) da ve kendi nefislerinde (enfüs, merkez) âyetlerimizi göstereceğiz ki O'nun (Kur'ân'ın) gerçek olduğu, onlara iyice belli olsun. RABBlerinin her şey'e şâhid olması yetmez mi? Dikkat edin; Onlar, RABBlerine kavuşma konusunda şüphe içindedirler. Bilesiniz ki O her şeyi kuşatmıştır. (muhittir)." Elâ innehu bi küllî şey'in muhit.. (Fussilet 41/53-54)

Hiçbir şey (mâsiva, mahlûk) onun ilim ve kudretinin dışında kalamaz ve olamaz...


Şimdi, muhitten (âfâk), merkeze (enfüse) kulluk kemâlâtı ve sırat-ı müstakîm seyr-û-sülûkünu çizerek gösterelim:



4.6. RESÛLULLAH (sallallahu aleyhi ve sellem) VE SILA SALÂTI - 3



Resim


ZEVK - 1100

Çeşm-i nefsin, çeşm-i HAKK'a çevirdi Ârif-i Kâmil
"A'mâ"lık ummanın geçti, iki cihanda kör değil
O'nunla O'na rücû et, O'nu O'nda dile İHVANÎ
Müşahâde Mihrabında "Üzme - Üzelme - Sev - Sevil..."




Çeşm: göz. A'mâ: kör. Mihrab: benliğin harab olduğu yer...

Resim "Bu dünyada kör olan kimse âhirette de kördür; üstelik iyice yolunu şaşırmıştır." (İsrâ 17/72)

Resim ".... Ama gerçek şu ki gözler kör olmaz; lâkin göğüsler (sadr) içindeki kalbler kör olur..." (Hacc 22/46)

Asıl körlük kafa gözü (basar) körlüğü değil, sinelerdeki kalb gözü (basîret) körlüğüdür. Kendini bilememiş kişidir bâsireti kör olan ve RABB'ını bilip de yol bulmaya hasret kalan...



ZEVK - 1102

Zâhir-bâtın putların yak; buz gibi, eri de su ol...
"Esmâ-sıfat" tan tecellî; "Doğurtma-doğurma HAKK'ı..."
"SAMED" sırrında sâmimî, "AHAD" da arı-duru ol...
Teslim ol ve Tevhid eyle; "İHLÂS" sız çağırma HAKK'ı...




Teslimiyet ihlâsla ve tevhid (istikamet) de ihlâsla...
Kulluk ihlâsla...
İhlâssız yollar gaflete, cahâlete, delalete ve ihânete çıkar...
İhlâs ise mutlaka Hakku'l-HAKK'a çıkar azîzim...

.
4.6.3.6 Niyyet:

Herkes ve her şey özünün emrindedir.
İnsan bir işi yapmadan önce özünde karar verir de uygular.
İşin gerçeği budur.
Yoksa anormaldir.
Kulluk dediğimiz ibâdetin ilk şartı, kişi nefsinin aslî, fıtrî ve mecburî olan vasıflarını ki; acziyyet, fakriyyet, zillet ve illet başta gelir, iyice bilmek anlamak, inanmak ve yaşamaktır.
Bu işin adı Muhammedî Tasavvuf olup ilm-û-edeb ve irfân-ü-erkândır. İlim, irade, idrâk ve iştirak tevhidiyle kişi kendini bilince salâta, sıla yolculuğuna, el HAKK (celle celâluhu) ya ulaşıma ve RABB'ısını görürcesine ibâdetini, salâtını ve kulluğunu ihlâsla arzetmeye hazır demektir.

Resim Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Sizden biri namaza durduğu zaman, hiç şüphesiz ALLAH Tealâ onun önünde (vechinde, özünde) olur..." buyurdu. (Buharî, Edeb 75)

Nefse dünyadaki imtihan için iğreti (geçici) olarak giydirilen, fıtraten var olan ve başımızın belâsı olan gizli "BENLİK" postunu soyunmamız, RABB'ımızın huzuruna; olduğumuz gibi saf, şeffaf ve şerefli çıkmamız şarttır. Ancak istiğfâr ve tevbe ile temizleniriz.

Benlik postumuzu seccade olarak Arza serince; zâhirimiz olan sağ ayağımızı seccademize basıp bedenen hazırız deriz.
Bâtınımız olan sol ayağımızı basarak bâtınen ve nefsen hazırız deriz...
Biz zâten bu âlemde bu iki ayakla yaşar ve imtihan oluruz.
İki ayaktaki 5 x 2 = 10 parmak kıbleye yönelik İslâmın zâhir ve bâtın 5'er şartı gibidir. Kollar yanda, alın ALLAH (celle celâluhu) nun Beytullah'ına dönük iken ayakta Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e tam teslim oluruz.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'i; herşeyimizde olduğu gibi salâtımızda da hazır hâlde İmam-ı Mutlakımız biliriz...
İkamet getirip ezân sözlerine iki kere "kad kameti's-salât" ekleriz. Ruhumuzun özündeki sır, hafî, ahfâ, akdes silsilesinden, sırrî niyetimizi kalben ve lisânen alırız.

"Ey beni, amellerimi (Sâffat 37/96 bkz.) ve dilemelerimi de (İnsan 76/30; Tekvîr 81/29 bkz.) yaratan RABB'ım! ALLAHım... Senin huzurunda Senin rızan için iki rek'ât sabah namazının farzını kılmaya niyet eyledim..." deriz. İki elimizi içi kıbleye dönük parmakları göklere doğru kaldırırız.
Baş parmaklarımız sağ ve sol kulak memelerine değerler...
"ALLAHU EKBER..." deriz ve başlangıç tekbiri (iftitah) alırız.
Sağ elle dünya, sol elle âhiret derdini arkaya atar iki kulağımızı da "iyice duy..." diye dürter, ikâz ederiz. Sonra sol elin (negatiflik olumsuzluk ve nefsin hevâ ve hevesinin) üzerine sağ eli (pozitiflik olumlu, ruhî ve ilâhî rıza) kelepçesini göbek altında (üzerinde) vururuz.
Sağ el parmaklarımız, sol bileğimizi kavrayınca; Elif-iki lâm ve he ile arabça "ALLAH" (celle celâluhu) yazar...
Ve hakktır...

Mekalid-i Muhabbet: muhabbet kilididir...

Teslim olan sol elin üzerine, sağ elimizle istikamet olan ALLAH mührünü vururuz.
İslâmın 5 şartı ile zâhir ve bâtınımız buluşup tevhid eder.
Kadınlar ise göğüsleri üzerinde sol ellerinin üzerine sağ ellerini dümdüz sol bileği kavramadan koyarlar.
Kadınların ellerini göğusleri üzerine koymaları, süt bağımız oluşlarındandır.
Erkek ise göbek (döl, nesil) bağı sahibi olduğundan göbek üzerine ellerini kenetler...
Kadının özellik ve güzellikleri İslâm'da erkekten farklı ve ayrıca hârikadır. Teslimiyyet ve istikamette daha kolay kulluk emredilmiştir...
Kadınlar, erkeklere (baba, koca, kardeş, oğul, damat olarak) ilâhi emânetlerdir.

Resim Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) kadınlara hitâben: "Beş vakit namazınızı kılın, 30 gün Ramazan orucunuzu tutun, kocanızın rızasını temin edin buyurup, eliyle mübârek ağzını işaret ederek birde buna sahib olun... Cennetin hangi kapısından dilerseniz girin ben kefilim..." buyurmuştur.

İnsan iki suyun karışımı ve tevhididir. Erkekten neseb (nesil) ve kadından soy (süt)...
Doğacak çocuğun tohumu (göbek bağı) erkektendir ki erkekler namazda ellerini göbek üzerine kelepçeler...
Neslin korunması ve sahib olunması...
Kadının yumurtası (anası ve sütü) kadındandır ki kadının göğsünün (sütünün) İslâmî şeref, haysiyet ve onurunu koruması esastır ve kadın namazda ellerini göğsü üzerine bağlar...
Uydur, kaydır sanma...
İslâm, neslin ve soyun soysuzlaşmaması, anarşi ve İblis ihtilâli olmaması için zinâyı ölümle cezâlandırır...
Dişisini kıskanmayan domuzlar gibi yiyip içip piçler doğurtan ve doğuranlar dininde, dünyasında ve âhiretinde bedbaht olanlardır.
Hakaret ediyorum sanma...
Fitnenin fotografını çekiyorum.
İslam Âlemi adına içim yanıyor...
Milletimizin ve bizim olan zavallı çocuklarımız âhir zamanda fitne fırtınasında, muhabbet fedâileri olup uyanacak ve uyandıracak hasbî hizmetçi Muhammedîlere el sallayıp imdad istemekteler...
Çığlıkları gökleri parçalıyor...
Ve asîl bir millet, maddeten ve mânen hadım ediliyor...
İğdiş ediliyor...
Necib neslin kökü kazınıyor...
ALLAH islâh etsin...
Hepimize şuûr versin...Âmin.

Konumuza dönüp namaza başlayalım:

Resim Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAHU EKBER... Zû'l-melekütü ve'l-ceberûtî ve'l-kibriyâyî ve'l-azamet...: ALLAH en büyüktür... Melekût (ruh ve melekler) âlemi, ve Ceberût (ilâhî kudret) âlemi ve kibriyâ (Ekberiyyet) âlemi ve azamet (ululuk) âlemlerinin sahibidir..." buyurmuştur.

"Sûbhaneke Allahümme ve bi hamdike ve tebarekesmüke ve Tealâ ceddüke ve lâ ilâhe gayrüke: Sen Subhansın ALLAHım... Sana mahsus olan hamd ile... Bereketli isminle... Ve çok yüce cömertliğin kerem ve cûd'ünle... Ve senden gayri ilâh yoktur..."

Euzubillahi mine'ş-şeytânirracîm: Rahmetten recm edilen (lânetlenip, kovulan, taşlanan) şeytândan (bâtıl ve şerlerinden) ALLAH (celle celâluhu)'ya sığınırım. Bu ilk rek'ât başında bir kere denir.
Bismillâhirrahmânirrahîm: Rahmân (genellikle) ve Rahîm (özellikle) olan ALLAH (celle celâluhu) ımın ismi ile (başlıyorum)...

Bir rekât namazı 4 bölümde görüyoruz:



1- Kıyam :

Şerîatı Muhammedîyye Makamı:

Anlatıldığı üzere ayakta duruş...
Alın alına, yüz yüze arzuhâl ve kulluk takdimi...
ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL Ulûhiyyeti'nin Şerîatı Muhammedîyye icrâ'sı... Bedensel ve "Elifî" duruş...
Tüm namaz içinde; Kur'ân-ı Kerîm, âyeti celile olarak (dua olmaksızın) sadece kıyamda okunur.
İlm-ü-Edeb sahası ve makamıdır...
Kulluğa verilen; maddî-mânevî geçici, sınırlı ve sorumlu kişilik benliğinin abdliğini, Rabbü'l-âlemin'e arz duruşu, sunuşu ve ilân edişidir...
Kelâm ise; Kelâmullah, şartü'l-şarttır.
Kur'ân-ı Kerîm okunması; olmazsa, olmaz şartıdır kıyamın...
Kıyam; rükû', secde ve teşehüdü hâliyle kapsar, yutar ve içinde derc eder.
Tıpkı bedenin diğer letâifleri sarıp kapsayıpta yuttuğu gibi...
Kıyam, bedenin vücûdî tevhid ve vahdet âlemi ve kulluğun kunût karargâhıdır. .

2- Rukû' :

Tarikat-ı Muhammedîyye Makamı:

Nefsin RABBısı karşısında hürmet ve saygıyla baş eğişi...
"Elif"in ters "lam" gibi bükülüşü!..
ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in Rûbûbiyyeti'nin Tarikat-ı Muhammedîyye icrâ'sı.. irade makamıdır.
Hayr ve şerri anlayıp ayıran nefs, hayrı uygulamaktadır.
İrfan ve erkân makamı...
Nefsin rızasıyla, hakk ve hayra boğun eğmesi...
Rukû' nefsin şühûdî tevhid ve vahdet âlemidir...

3- Secde :

Mârifet-i Muhammedîye Makamı:

Kalbin ilâhî emre a'mâde (hazır) oluşu!..
ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in Merhametiyyeti'nin Mârifet-i Muhammedîye icrâ'sı. Er'-RAHMAN ve Er'-RAHÎM secdeleri...
Zâhir ve bâtın kapılarda Subhanî secdeler...
Halka ve Hakka karşı Muhammedî Ahlâkın arzı...
Kişinin dünya ve âhirette RABBından razı oluşunu arz etme senedi ve alnıyla kulluk mührü vurması...
İdrak makamı, teslimiyetin istikamet bulması...
Râziyyeten-merzîyyeten takdim ve kabül merasimi...
Mim-i Muhammed'in maharet mahşeri...
Habibullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in hünerini hâlihazırda, Hazır-Nazır ve Murakıb olan RABBısına arzı ve arzımız...
Secde, kalbin sücûdî tevhid ve vahdet âlemidir.

4- Teşehhüd oturuşu :

Hakikat-ı Muhammedîye Makamıdır.

ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in Mâlikiyyeti'nin Hakikat-ı Muhammedîye icrâ'sı. Ruhun ilâhî Muradullah'a kavuşma sevinci ve şâhid oluş şuûrudur. Ettehiyyatü ile ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile olan muhteşen kelâmı ve Eşhedü iştirakimiz ile teşehhüd: Ruhun uhudî (ahdî) tevhid ve vahdet âlemidir.
Böylece; ilk olan Rübûbiyyet Tevhidine, son olan Ulûhiyyet Tevhidi şehâdetiyle sahib çıkıp, isbat edilip ve kulluk kemâl bulunca, maksad hasıl olmuştur.
Elhamdülillahi Rabbü'l-âlemin...
Ettehiyyatü Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e mir'âc hediyesi olup, RABBımız ile aralarında geçen hâllerden bize lâzım ve lâyık olanları mir'âc hadislerinde anlatılmıştır.
İftitah (anahtar, başlangıç) tekbiri ile salât başladı...
Subhânekeyi okuduk; RABBımızı hamd ile tesbih edip, bereketli isminden bereket dileyip, iyiliklerini cezbedip yüce cömertlik, lütûf, ikrâm ve ihsânından diledik ve tevhidi tazeledik...

Kıyamdayız ve Kur'ân-ı Kerîm'den Kelamullah olan Fâtihâ Sûresi'ni Euzû Besmele çekerek okuyalım:

Gönderilme zamanı: 22 May 2008, 09:34
gönderen kulihvani
Resim


4.6.4. Kur'ân-ı Kerîm Kıraatı ve Fâtiha Sûresi Zevki:


(1) "Bismillâhirrahmânirrahîm" (Fâtiha 1/1)
(2) "Elhamdülillahi Rabbü'l-Âlemin" (Fâtiha 1/2)
(3) "Er-Rahmâni'r Rahîm" (Fâtiha 1/3)
(4) "Mâliki yevmmi'd-din" (Fâtiha 1/4)
(5) "İyyake na'bûdü ve iyyake neste'in (Fâtiha 1/5)
(6) "İhdina's-sırata'l-müstâkim... (Fâtiha 1/6)
(7) "Sırata'l-lezine enamte aleyhim gayri'l-mağdubi aleyhim vela'd dallin. (Fâtiha 1/7)

1-) "Bismillâhirrahmânirrahîm" (Fâtiha 1/1)
2-) "Elhamdülillahi RABBi'l-Âlemin" (Fâtiha 1/2) :


Şükür her varlık için geçerlidir.
Susuz bitki ve hayvana su verirsen yüzünde güller açar, şen şakrak şükreder...
İnsan da öyledir.
Ancak hamd aklı olanlara mahsus olup; aklen ve vicdanen; varlığı, lûtfu, ikrâmı ve ihsânı verenin ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL olduğunu bilmek, şâhid olmak ve ilân etmektir.

"Had" kökü aslında hududun aslı ve anasıdır.
EL AHAD (celle celâluhu) ismi şerîfinde:
ALLAH Tealâ'nın Zâtına mahsus hiçbir hususta bilinemez oluş hudud ve sınırında kendi Zâtına mahsus oluşta, tek eşsiz, denksiz ve zıdsız oluşu vardır.
Rahmetenli'l-âlemin ve ezelî Habibullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in muhabbet ve merhametin ta kendisi olan "Mim-i Muhammed'i";
Ahadîyyet ve Ahmedîyyet'in ilâhî, fıtrî ve tek bağıdır. Ahmed (aleyhi's- selâm); kâinâtın tümünün aklına câmi', akl-ı küll olarak ilk, tek ve mutlak hamd edendir.
Bu çok ince ve ihsânla ulaşılan bir sırdır, ALLAH (celle celâluhu) bilir ya... Biz zevk ediyoruz...
Öylesi bir "El Hamd" ALLAH içindir.
ALLAH'a mahsus bir haktır.ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL Ulûhiyyetini: tek ilâhlığını ilân ediyor.
Zât-i HAKK'ın; El Hamd Hakk-ı Zâtını ilân ediyor...
ALLAH (celle celâluhu); harfi târifsiz, târifleri cem' eden ve tek Zâtî ismi şerîfidir.
Ve tüm sıfatî, esmâî, fiilî isimlerini kendisinde cem' edip toplamıştır. "ALLAH (celle celâluhu) kimdir?" sorusunun kesin ve tek cevâbı: "ALLAH, ALLAH'tır..." olacaktır.
Çünkü sonsuz sıfat, esmâ ve fiillerin tümü ALLAH (celle celâluhu)'ya rücû' eder sonuç olarak...
Bir mânâ v.s.den türemeyen kendisinden isim türetilemeyen tek ismi şerîftir.
ise; Ahadiyet, Rübûbiyyet, Samediyet, Vahidiyet, Ferdaniyet, görücülük, duyuculuk v.s. tümünü kapsayan en genel ilâhlık ilânıdır...

Rabbü'l-âlemin: insan aklının bildiği, bileceği, tasarlayacağı, bilmediği, asla bilemeyeceği ve zannedemeyeceği sonsuz âlemlerin RABBısı, Rabbü'l-âlemindir ve Rübubiyyetini ilân ediyor.
Âlem: (çoğulu âlemin) mekân ve zaman içinde veya mekânsız-zamansız sistemde oluş ve oluşum hâlleridir. Dünya, cihân, kâinât gözle görülenlerdir. 18.000 âlem denmiştir.
Âlem-i Kevn: varlık âlemi, var olma dünyası.
Âlem-i Fânî: yalan dünya âlemi.
Âlem-i Bekâ: bâki kalıcı âlem.
Âlem-i Ervah: ruhlar âlemi.
Âlem-i Berzah: geçiş (kabir) âlemi.
Âlem-i Berrin: en yüksek âlem.
Âlem-i Meleküt: melekî âlem.
Âlem-i Ceberrut: dünya dışı (ilâhî) âlem.
Âlem-i Esbâb: sebebler âlemi.
Âlem-i Gayb: görünmez âlem.
Âlem-i Hab: uyku âlemi.
Âlem-i Lahut: ilâhî âlem.
Âlem-i Kudsi: İlâhî kudsî âlem.
Âlem-i ma'nâ: rüyâ âlemi v.s.
RABB: efendi, sahib, abdin (kölenin) efendisi.
EL RABB: Ulûhiyyetin; mâsivâ (ALLAH'tan gayrisi)yı var edip (tekvin), her türlü imkanla donatıp sevk ve idâresi, beslenip büyütülmesi, imtihanı, olanı, olmayanı, tedbiri, terbiyesi v.s.yi içeren Rübûbiyyeti (tek RABB'lığı)dır.

Varoluşun temelinde de, Bezm-i Elest'te Rübûbiyyet Tevhidi teklif edilmiş ve insanoğlu aklından dolayı bunu kabul edip peşinen şâhidi olmuş, zaman, mekân ve imkan âleminde imtihanı göze almıştır...
EL RABB ismi şerîfi sağdan sola zâhirinde RABBdır:
Tıpkı baba gibi terbiye edici, gerektiğinde azarlayıcı ve can yakıcıdır. Soldan sağa bâtınen okununca BİRR olur ki en iyi olandır.
Yâni, kızması da kulunun iyiliğinedir.


3-) "Er-Rahmâni'r Rahîm" (Fâtiha 1/3) :

ALLAH Tealâ merhamiyyetini ilân ediyor... Rahmâniyyetiyle tüm sisteme; Rahîmiyyeti ile insan sûretinde yaratılan, aklı olan ve aklını, hakka ve hayra kullanan mü'minlere merhametini sergiliyor.

Rahmânîyyeti genel olup; halk ettiği tüm mahlûkatı kapsar. Her varlığa lâzım ve lâyık olanı bahşeder. Kâfir-müslim ayırmadan muamele edip rızkını ve hayat şartları gereği icâb edenleri verir. Rahmânîyyette herşey ve herkes müşterektir. Rahmâniyyet tekemmül tarlası olup insanoğlu tercihini ya hakka-hayra yapar, Rahimiyyete kavuşur ya da bâtıla-şerre yapar ve ALLAH'ın gazabiyyetine kavuşur.

Rahmânîyyet: "Bütün çiçekler güzeldir." gibi geneldir, herkesi ve herşeyi kapsar.
Rahîmîyyet ise: "Bütün çiçekler güzel olmakla beraber, bazıları çok güzel kokarlar da!.." gibi özel bir güzellikte bileliktir, hak edenleri kapsar. Rahmâniyyette ortak olan insanların bazıları; kendini ve RABBini bilerek, gereği olan ibâdeti (kulluk görevini) dosdoğru yaparak Rahîmiyyete de hak kazanıp hâlis muhlis Muhammedî Mü'minler olurlar. Rahmâniyyet dünyevî, rahîmiyyet ise uhrevî'dir...

Bu âyeti celilede Rabbü'l-âlemin olan ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in sistemi yaratmasının temelinde Merhametullahın var olduğuna açık işaret ve hüküm vardır.

Azîz kardeşim, "sistemin var edilişinin maksadı (Muradullah) merhamettir." sözümüz askıda kalmasın diye kısacık da olsa Kitâbullaha göz atalım. Fâtiha'yı anlatmak ve anlamakta sabırlı davranalım. O kadar önemli ki Nasrullah ve Fethullah'ın anahtarı, kulluğun kapı kilidinin anahtarı ve tüm Kur'ân-ı Kerîm'in göz bebeğidir. Muhammedî Tasavvufun aşk anahtarıdır.

Resim "(onlara) Göklerde ve yerde olanlar kimindir?" diye sor "ALLAH'ındır!" de. O, merhamet etmeyi kendi Zâtına farz kıldı......" (En'âm 6/12)

Resim "Rabbin Ganî (zengin)dir, rahmet sahibidir....." (En'âm 6/133)

Resim "...De ki: RABBiniz geniş bir rahmet sahibidir....." (En'âm 6/147)

Resim "... Rahmetim ise herşeyi kuşatır. Onu, sakınan (muttaki)lara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım." (A'râf 7/156)

Resim "(Resûlüm!) Kullarıma, Benim El GAFÛRu'r Rahîm (çok bağışlayıcı-pek esirgeyici) olduğumu haber ver..." (Hicr 15/49)

Resim "(İbrâhim) dedi ki: RABBinin rahmetinden sapıklardan başka kim ümit keser?" (Hicr 15/56)

Resim "...Şüphesiz ki ALLAH, insanlara çok Raûf (şefkatli) ve çok Rahîm (merhamet edici)dir." (Hacc 22/65)

Resim "Zîrâ kullarımdan bir zümre: RABBımız! Biz imân ettik; öyle ise bizi affet, bize acı! Sen, "Hayru'r-Rahîmin"sin (merhametlilerin en hayırlısı ve iyisisin) demişlerdi." (Mü'minûn 23/109)

Resim "(Resûlüm!) de ki: Bağışla ve merhamet et RABBim... Sen "Hayru'r-Rahîmin"sin." (Mü'minûn 23/118)

Resim"Yoksa geceleyin secde ederek ve kıyamda durarak ibâdet eden, âhiretten çekinen ve RABBinin rahmetini dileyen kimse (o inkârcı gibi) midir? (Resûlüm!) de ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahibleri (ulû'l-elbâb) bunları hakkıyla düşünür." (Zümer 39/9)

Resim "De ki: Ey kendi nefsleri aleyhine haddi (hududu) aşan kullarım! ALLAH'ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü ALLAH bütün günâhları bağışlar. Şüphesiz ki O, EL GAFÛRU'R-RAHÎM (çok bağışlayan, çok esirgeyen)dir." (Zümer 39/53)

İşte bu muhteşem ve mübârek âyet-i celile ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in sonsuz muhabbet ve rahmetinin lûtf-ü-ikrâm ve ihsân müjdesidir... Rahmeti mahlûkatını kuşatmıştır. Herşeyin ve herkesin bu muazzam rahmetten nâsibi ve payı vardır. İstifâde (faydalanma) edebilme şartı ise; Muhammedî şuûra ve nura ulaşıp; geçmişe Nasuh Tevbesi (nasihat ve iyi anlayış dönüşü), şu an olanları hükm-ü-hakk bilip-rıza gösterip şükür veya sabır ve geleceğe umutla hakk ve hayr üzere bilelik duası... Gerçek budur... Yoksa kendi kullarını yaratan ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL, hâşâ onlara tuzak kurmaz ve zulmetmez... Tam tersine, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e teslim olarak; onun getirdiği ilâhî kurallara imân edip (i'tikad), sâlih amel, hüsnü ahlâk ve has hâl ile O'nun imâmlığında Muradullah olan ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'e istikamet etmemizi ve boş hevâ ve heveslerle kendi nefsimize zulmetmememizi emreder... Merhametin aslı ise muhabbettir. Habbe: tohum ve özdür. Habibullah: kimsenin kimliği yok iken, ALLAH Tealâ'da muhabbet tohumu-subhanî sevgisi olan, seçilmiş Mustafa (aleyhi's- selâm)'dır. Habibullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Evvelden, Zâhire zuhûru ise "Rahmeten li'l-âlemin: âlemlere rahmet olarak" gönderilen Resûlullah Muhammed (aleyhi's- selâm)'dır.

ResimResûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Evvele mâ halakallahu nuri: ALLAH'ın en evvel halkettiği (yarattığı) Benim nurumdur." buyurmuştur.

Resim Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Küntü nebîyyen ve Âdem'e beyne'l-ma'e ve't- tin: Ben nebî idim, hâlbuki Âdem su ile toprak arasında idi." buyurduğu rivâyet edilmiştir.

Taayyün âleminin, mebde-i hakikat-i Muhammedîyyesi iken Abdullah'dan olma- Âmine'den doğma ve aslında ceddin ceddi olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

Resim Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Men vecede hayren feleyahmedullahi vemen vecede gayri zâlike felâ yelmune ellâ nefsehu: Kim ki hayr bulursa ALLAH'a hamdetsin, onun gayrini bulan kimse dahi ancak nefsini kınasın!" buyuruyor...

Noksan arama... Mükemmeli seyret...
Hakikat-ı Muhammedîyye; taayyün (madde) âleminin başlangıcı-mebde'îdir.

Resim Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Nahnü'l-âhirüne's- sabikun: Biz sabikun olan âhiriniz..." buyuruyor. Biz; biz sîreten önce geçenleriz, sûreten âhir kalanlarız...

Bu noktada birazcık da olsa "Kûn fe yekûn"dan zevk edelim ki yukarıdaki anlatım, gayretkeşlikten ya da uydur-kaydır sanılmasın:

Resim ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL: "Biz bir şeyin olmasını istediğimiz zaman, ona (söyleyecek) sözümüz sadece "Kûn: Ol..." dememizdir. "Fe yekün: hemen oluverir" (Nahl 16/40)

EL HAKK (celle celâluhu) iki eliyle (Murad-ı ilâhî ve Emr-i ilâhî) şey'i (vücûd kabul eden esmâ, mevcûd) var eder...

Ferdiyet : (EL HAKK): Zât + İrade + Kavl (kaza, kader, irade ve meşiyeti ile emr)
Kevniyyet : (Halk): Şey'iyyet (şeylik-benlik) + İstimâ'(işitme) + Emre imtisâl (uyma, kulluk)

Ferdiyyet; şart-ı mahsus Zâtî Ferdaniyyet olup Ahadiyyet bilinemezliği ardındaki Zâtîyettir: Dâim, Kaim, Var olandır. Evvel-Âhir-Zâhir-Bâtın Vücûddur.
Kevniyyet; Nizâm-ı mahsus olup İlâhî Emir ve kurallara tâbi', mecbur, me'mur ve mahkûmdur. Lâzım ve lâyık olanlarla donaltılmışlardır. Hâlihazır mevcûddurlar.
Ferdiyyet; mübde'at (ibda, icâd) âlemidir. Lâ mekân (mekânsız) ve lâ zaman (zamansız)dır.
Mahlûkat âlemi ise; zaman ve mekân içinde sınırlı, sorumlu, kayıdlı ve kasıdlıdır.
Mübde'at âlemi Âlem-i Emr Âlem-i Ervah Âlem-i Şehâdet Âlem-i Halk (mahlûkat âlemi)

Muhammedî şuûr ve nura ulaşan, basar ve basîreti tevhid dürbünü olan, sırf sûfî, ârif ve kâmil âşık; mahlûkat âlemindeki Azametullahı seyredip de kendi yerini arayınca, kendini bilir ve Sahibimiz Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'in diliyle:

Resim Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Euzû bi rızâke min sahdike yâ Rabbenâ...: gazabından riz'âna sığınırım ey RABBımız..." buyurmuştur.

Kendini bilen nefs (men arefe nefsehu), esmâ ve mevcûd cihetiyle RABBısına sığınır ki; mevcûd (eşyâ), esmâ, sıfat ve Zât sadece O'na aittir... aynı şartlarda gözünü ve özünü mahlûkat âleminden mübde'at âlemine çevirince Kudretullah karşısında hayret ve dehşete düşüp Sahibimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'in sesiyle:

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Euzû bike minke yâ Rabbenâ...:Senden, Sana sığınırım ey RABBımız..." diye inler ve dinler...

RABBini böyle bilen nefs (fe kad arefe Rabbehu) zât ve vücûd cihetiyle RABBısına sığınır... Mevcûdu, vücûd sananlar ise kısır döngüde hâlâ dönüp, lâf tokuşturuyor ve fikirler yakıştırıyor ve yarıştırıyorlar...

Tüm bunları; kulluğumuzu kolaylaştırmak, kör düğüm dövüşlerinden uzaklaştırmak ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e yaklaştırıp ulaştırmak için âcizâne arz ediyorum... İyi dinle ve unutma ki İmâmı Alî (keremullahi veche): "Câhilin kalbi dudağında, âlimin ağzı kalbindedir!" buyuruyor...

Biz, şu âlem ve olanlar ise : Şe'enullah Şehâdet Şehrinde:

"Şey' A'yân-i Sabite Şü'unat-i İlâhî..."

Emr : Emr Âleminden Şehâdet Âlemine tenezzül

: "Kûn! (Kavl) Esmâ Eşyâ (Şey') oldu (zuhûra geldi) Emri duydu (işitti) Ve Emr'e uydu...



Resim



Azîz kardeşim, anlatabilmek için çizdiğimiz bu şemâda gördüğün Zât ile Eşyâyı sakın birbirine karıştırma ve sakın aynı şey sanma. Ressam ile yaptığı resim, aynaya bakan ile aynadaki görüntü arasındaki ilişki kısmen senin anlayışına yardımcı olur.

Zât-i Ulûhiyyetine mahsus kaza, kader, irade ve meşiyyeti (dilemesi) ile mahlûkatını var eden ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL Emrullahı ilân edip Muradullaha istikamet için tüm insanları mecbur, me'mur ve mahkûm kılmıştır:

Resim ".... Bir deneme olarak sizi hayrla da şerle de imtihan ederiz..." (Enbiyâ 21/35)

Emr-i İlâhî; hakkın hayra rızası var ve şerre rızası yoktur.

Murad-ı İlâhî; kula hayriyyet ve şerriyet tercih hakkı tanırken:

Resim "... De ki; ALLAH kötülüğü emretmez..." (A'râf 7/28)

Emr, insanın aklınadır ve hayrı dilemesi şerden kaçması emir gereğidir. Akıl ilimle iş yapar. İlim ise ma'lûm (nakl)a tâbi'dir. Dolayısıyle akıl ilimle ve edeble iş görür... İlim İlâhî, edeb ise Muhammedîdir...

Kader: ezelden ebede kadar a'yân-ı mevcûdat üzerine vaki' olacak olan ahvâli câriye (geçerli olacak hâller), ahkâm-ı târiyye (ansızın ortaya çıkacak hükümler) ve HAKK'ın hükmü kullîsi (tüm hükümleri)dir.
Kaza: a'yânların (asl, kendi, zâtı) isti'dâd ve kabiliyetlerinin vuku'unu gerektirdiği zaman, zemin ve hâlde hususi sebeble kaderin icâdı hâlidir.
Kader: miktar, değer, kuvvet, kudret ve kısmak mânâlarınadır. Şer'î şerîfte ise: "Var olacak şeylerin; ne zaman, nerede, nasıl ne gibi durumlarda meydana geleceğinin ALLAH Tealâ tarafından ezelden beri bilinmesi ve bu bilgiye göre tesbit ve takdir edilmesidir. Kader ALLAH Tealâ'nın İlim ve İrade sıfatlarındandır.
Kaza: takdir edilen kaderin zamanı gelince ALLAH Tealâ tarafından aynen yaratılması ve icrâ'sıdır. Kaza, ALLAH Tealâ'nın Tekvin sıfatına dahildir. Bazı âlimlerimiz ilk târife kaza, ikincisine kader demişlerdir. Çünkü bazı hadislerde sabit olanın kaza, değişebilen kader olduğu da anlaşılıyor. Mesele ise iki oluşumun farkını idrak etmektir.

Resim Ashab-ı Güzin soruyor: "Yâ Resûlullah! Nasıl görürsün? Bizim amellerimiz, bitirilmiş birşey midir? Yoksa yeni başlayan bir iş midir?" Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Şey'un kad füriga minhu: bitirilmiş birşeydir!" (Tirmizî, Tefsirü's- Sûreti 12/3; Münâvî, Feyzü'l-Kadir II/12) Sahabeler: "O hâlde amel nerede kalır?" diye sorduklarında Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "İgmelu fekûllün müyessirün limâ hulika lehu: amel ediniz (çalışınız), herkes kendisi için yaratılmış olana (şeye) kolaylıkla ulaşır." buyurmuştur. (Buhârî, Kader 4; Müslim, Kader 6,7,8; Tirmizî, Kader 3; Ebu Dâvud, Sünnet 16; İbni Mâce, Mukaddime 10)

Kaderiyye Fırkası:

"Kul işlediği fiilin yaratıcısıdır." diyen Kaderiye Mezhebi mensubları sonradan "Hayr ALLAH'tan, şer ise başkasından" diyerek Mecusî'lere benzemişlerdir.

Resim Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kaderiye mensubları, bu ümmetin mecusileridir.Hastalanırlarsa onlara uğramayın, ölürlerse cenâzelerinde bulunmayın." buyurmuştur.

(İbn Ömer (ra)dan; Ebu Dâvud, Sünen-Kader babı)
Cebriyye Fırkası:

"Herşey kaderdir" diyerek kulun cüz'i iradesini inkâr etmişlerdir. Hiçbir güç ve selâhiyyeti olmayan kul düşüncesiyle; Kul, cebren yapmıştır sonucu doğurup, suçsuzdur demeye gelmiştir ki bâtıl olduğu açıktır.

Ehl-i Sünnette ise:

"Kadere imân hayrın ve şerrin kulun cüz'i iradesiyle tercihi sonucu ve yaratıcısı ALLAH Tealâ olduğuna imân İslâmda esastır." kabul edilmiştir.

Resim İmâmı Alî (keremullahi veche): Biz (bir defasında Bâkiü'l-Garkad Kabristanında bir cenâze dolayısıyla) Resûlullah (sav)'in yanında oturuyorduk. Onun elinde bir dal parçası (âsâ) vardı. Âsâsı ile yere vurdu. Sonra başını kaldırdı ve buyurdu ki: "Sizden hiçbir kimse yoktur ki onun cennetteki ve cehennemdeki yeri yazılmamış (takdir ve tesbit edilmemiş) olsun..." (saîd veya şâki olduğu belirlenmemiş olsun...) Bunun üzerine bir sahabi tarafından denildi ki: "Yâ Resûlullah (öyleyse kadere dayanıp, amel ve ibâdetleri) bırakalım mı?" Resûlullah (sav): "Hayr amel ediniz (çalışınız), bırakmayınız (sadece kadere bırakmayınız) çünkü, herkes ne için yaratıldığı ise o iş için kendisine kolaylaştırılır (kişi saîd ise, saâdet ehlinin amellerine yönelir ve o işler ona kolaylaştırılır. Şâki ise şekâvet ehlinin işleri kendisine kolaylaştırılır.) buyurdu ve (şu) âyetleri okudu.
"Ama kim (ALLAH yolunda) verir, ALLAH'tan korkar, o güzel kelimeyi (Lâ ilâhe illâ ALLAH) tasdik eder ise, muhakkak biz onu (ALLAH rızasına uygun) en kolay yola muvafık kılarız. Fakat kim cimrilik eder (HAKK'ın hakkını ödemez), ALLAH'ın yardımına ihtiyaç duymaz (müstagni olursa) ve en güzel sözü (tevhid) inkâr ederse biz de onu en şiddetli (ateşe giden) yola hazırlarız." (Leyl 92/5-10)" buyurdu.


Görüldüğü gibi ibâdet cennete girmek için yeterli sebeb değil ancak saâdet alâmetidir.
Esas olan; kul, kendisinin elinde olan Kur'ân-ı Kerîm ve sünneti seniyye naklî proğramına uygun olarak kulluk görevini yapacak ve ilerisini,gerisini, akılla, mantıkla fazla karıştırıp kurcalamayacak...
Kaza ve Kader İlâhî sırlardandır.
Zâhirdeki parmak izi gibi...
Bâtındaki kişisel ve ilâhî sır proğramıdır.
Bu konuda gerçeği ancak ALLAH Tealâ bilir.

İmâmı Alî (keremullahi veche) Efendimize bir dehrî (materyalist, ruh da cesed de ölür gider ve öbür dünya diye bir şey yok diyen) gelmiş ve: "Yâ Alî! Kader hakkında ne dersin?" demiş.
İmâmı Alî (kv): "Dehri! Kader uçsuz bir yoldur, giriş yapma..." buyurmuş.
Dehri bir gün sonra yine gelmiş ve: "Yâ Alî! Kader nedir?" deyince
İmâmı Alî (kv): "Ey dehri! Kader dipsiz bir ummandır dalış yapma..." buyurmuş.
Dehri üçüncü günde sorunca İmâmı Alî (kv) Efendimiz: "Be ahmak adam! ALLAH Tealâ ne yapacağını sana mı soracaktı?"
buyurunca dehri toz olmuş...

Resim Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kavî (kuvvetli, güçlü, sağlam, güvenilir) mü'min, zayıf mü'minden daha hayırlı ve ALLAH'a daha sevimlidir. Her ikisinde de hayr vardır. Sana menfâatı olan şeylere hırslı (düşkün) ol! ALLAH'tan da yardım dile ve faydalı şeyleri istemekte ve yardım dilemekte âcizlik (gevşeklik) gösterme. Eğer hoşlanıp beğenmediğin bir şey sana isabet ederse (başına gelirse) şunu yapsaydım, bunu yapsaydım (bu iş başıma gelmezdi)" deme ve lâkin: "ALLAH (böyle) takdir buyurdu ve dilediğini yapar" de. Çünkü lev: keşke (şunu yapsaydım, bunu yapmasaydım kelimesi) şeytânî amele yol açar (vesvese ve kadere karşı gelmeye sevk eder)." buyurmuştur. (Ebu Hureyre (ra)dan; İbni Mâce, Mukaddime 79 ve Müslim, Kader)

İkisinde de hayr (imân) var buyurulması mü'min oluşlarındandır.
Şunu veya bunu yapmasaydım gibi hayıflanmak değil de kadere itiraz yasaklanmıştır.
Yoksa pişmanlık tevbenin ilk basamağıdır.
Başkalarının başına gelenden ibret almayan, akılsız; kendi başına gelenden ibret almayan ise, ahmaktır.
Onun için:

ResimResûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Her derdin devâsı vardır, ahmaklık hariç..." buyurmuştur.

ResimResûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kul (şu) 4 şeye inanmadıkça imân etmiş olmaz: ALLAH'ın varlığına, birliğine, ortağının olmadığına, şüphesiz benim ALLAH'ın Resûlü olduğuma, öldükten sonra dirilmeye ve kadere." buyurmuştur. (İmâmı Alî (Kv)'den ibni Mâce, Mukaddime 81)

Resim "Ashab-ı Kiramın kader meselesinde tartıştıklarını anlayan Resûlullah (sav) öfkesinden mübârek yüzü nar gibi kıpkırmızı olarak: "Bununla mı emrolundunuz veya bunun için mi yaratıldınız? Kur'ân'ın bir kısım âyetlerini diğer bir kısım âyetleriyle vuruşturuyorsunuz! Sizden önceki ümmetler ancak böylesi (lüzûmsuz tartışma) ile helâk oldular." buyurmuştur. (Amr bin Şuayb, babası Muhammed b. Abdillah (ra)dan; İbni Mâce, Mukaddime 85 ve Ebu Hureyre (ra)dan; Tirmizî)

Resim Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Birr (hayr, iyilik) den başka bir şey ömrü artırmaz ve duadan başka bir şey kaderi geri döndürmez. Şüphesiz adam, işlediği günâh yüzünden rızkından mahrum kılınır." (Sevban (ra)dan; İbni Mâce, Mukaddime 90)

Sahabi: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'i mü'min olarak gören (a'mâ ise duyan), sahib çıkan ve sahib çıkılan kimsedir. Şu hadisi şerîf de kadere güzel bir örnektir.

Resim Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Birisi diğerini öldüren iki kişiye şüphesiz ALLAH güler (rızasıyla karşılar). Her ikisi de cennete girerler" (buyurunca sahabiler şaşırarak "hem katil (öldüren) hem de maktül (ölen) ikisi de birden cennette..." dediler. Resûlullah (sav): Şu (müslüman) ALLAH yolunda çarpışarak şehîd düşer (ve cennete girer). Sonra onun katili olan yaptığından ALLAH'a tevbe edip müslüman olur (ALLAH hidâyet eder) sonra ALAH yolunda cihâd eder ve neticede o da şehîd edilir (cennete girer) buyurdu. (Ebu Hureyre (ra) dan; İbni Mâce, Mukaddime 191; Buhârî, Cihâd 28; Müslim, Emâret 35)


4.6. RESÛLULLAH (sallallahu aleyhi ve sellem) VE SILA SALÂTI - 4


ZEVK- 1137
Şaştım "ANKA"nın "NUN"una, TEVHİD için "KAF"a gelmiş
Lûtf-ü Likâsında LEYLÂ, MECNUN'un TAVAFA gelmiş
Muhabbet-i MUHAMMED'e mazhar ola gel İHVÂNÎ
"BENLİK" inden arınanlar RABB'ısına SAFA gelmiş...



ZEVK- 1138

Tepesinde KÂMİL İNSAN, bu âlem hilkat konisi
Kûn fe yekûn nefesiyle, Nesl-i Cedid senfonisi
ELEST'in bestesin dinle duyduğuna uy İHVÂNÎ
Üzme-Üzelme-Sev-Sevil, Aşk Yeli RAHMÂN nefesi...



Rûbübiyyet ile ubüdiyyet olarak adlandırılan RABBlık ve O'na kulluğun iyi anlaşılması için akıltahtasına nakil sözlerini yazalım ve okuyalım inşaâallah:

Mukayyediyyette (kayıdlı, şartlı, bağlı); kayıd, kasıd, kalıp, renk, ihtilâf, zıdlık, Musa (as)'lık, Firavun'luk v.s. vardır.
Mutlakiyyette (kayıdsız,şartsız,tek,salt); küllî şey yok olmuş, ancak ve ancak onları da var eden VAR'dır ve nokta (söz bitti).
Bu âlemde kayıd v.s. yoktur. Renksizlik ve ilâhî birlik vardır.
Âlem-i ıtlak (bağlılığı, hiçbir bağı olmayan), serbestiyyet vardır.
Mukayyediyyette Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e teslim olan insan aklı ve nefsi; teslim olduğu İmâm-ı Mutlaktan, Emrullahı öğrenir (seyreder).
Duyduğu emr üzere İlâhî İmâma uyar ve ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'e istikamet (sülûk) eder.
Muhammedî Tasavvuf ve seyr-ü-sülûk budur...

Sülûkumuzu oklarla seyredelim:

Mukayyediyyet Teemül Tefekkür Keşf-i sâlih Keşf-ü şühûd Mutlakiyyet (anlayışı)
Teemül :iyice düşünme
Tefekkür : iyice anlayıp, harekete hazır olma
Keşf-i sâlih :Muhammedî Metodla ulaşılan keşif, kemâl makamı.irfanı.
Keşf-ü şühûd : Rahmetenli'l-âlemin Makamında anlatılmaz yaşanırlık... Mutlakiyyet (anlayışı)
Seyredilen renklerden, renksizliğe sülûk kulluk görevidir...
Abdühü ve Resûlühü (O'nun kulu ve O'nun Resûlü) ile "bile"...
Muhammedî Şuûr...

Kayıdlar âleminde herkes bir şey ve kişi olup renklere büründü mü esmânın gayriyeti (zıdlıkları) yüzünden kavgalar başlar...
İ'tiraz ve ikilik, tevhid ve rıza buluncaya kadar cedel ve cenk sürer gider...
Oysa renksizlik ve ıtlâk âleminde hiçbir kimse (mâsivâ) yok idi...
Musa (aleyhi's-selâm)ile Firavun, bu âlemde imtihandalar...
O âlemde HAKK var...
Nokta (başka birşey yok).
Aslında kavga; mukayyedlikte; kişi, mutlakiyyet sırrına eremeyip, karşısındakini esir alacağını zannedince başlıyor ve Firavun'la Şeytân'ın başı derde giriyor.
Musa (aleyhi's- selâm) ise kulluk yolculuğunda, mukayyediyyet âleminden mutlakiyyet âlemine Rahmetenli'l-âlemin Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in İmâmlığında kendi kaderi yörüngesi gereğince seyr-ü sülûk ediyor ve Emrullahı işleyip Muradullaha koşuyor...
Âcizâne anladığım meselenin aslı,esası budur kardeşim!..

Resim
Azîz kardeşim,
Aslî kulluk görevi : Kendi a'yân aynasında HAKK (celle celâluhu)'ya şâhid olup, "Şühûd-u HAKK" ile hayrân kalmaktır.
Burada a'yân: Harici vücûdu bulunan Esmâ-i İlâhîyye hakikatlerinin zâhirde zuhûr eden sûretleridir.
Senin sûretin şu an ki sensin.
Senin a'yânın ise ezeldeki sîretindir...
Sîretiyin Rübûbiyyet Tevhidi ile, sûretiyin Ulûhiyyet Tevhidi imkanla imtihan meydanında buluşursa, Muhammedî oluşum (sıla) kâmildir... HAMÎDULLAH ve MAHMUDULLAH olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in şerefli şifâları (şefâati) ile şereflenip Muhammedî oluş şuûruna ulaşıp Nurullaha kavuşunca gözlerin (basar ve basîret) feri (ışığı, nuru) gelince, dürbün gibi bakıp HAKK'a şâhid olunca; Hayret-i Mahmude: hamdetmiş olmanın hayreti, HAKK'la huzurda hazır-nazır olmanın dehşeti, Mârifet Ummanına düşürür de sen de Sahibimiz Efendimiz ve herşeyimiz HABİBULLAH (sallallahu aleyhi ve sellem)'le bile olarak:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Rabbi zidni fike tehayyari: Yâ RABBim sana olan hayretimi artır..." diye inlemeye ve dinlemeye başlarsın İnşâallah...

ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL Kelâmullah'ında:

Resim--- "Ve's- Selâmü alâ meni't tebe'a'l-hüda: selâm doğruya tâbi' olanlaradır..." (Tâ Hâ 20/47) buyuruyor.

Muhammedî oluş şuûruna ulaşım diye ısrarla üzerinde durduğumuz ise: i'tikadda, amelde, ahlâkta ve hâlde Muhammedî olduğunun farkına varıp muhabbet, merhamet, hasbî hizmet ve hakikat ehli olarak RABBısına, Resûlullah'ına, kendisine, herkese ve herşeye, taşıdığı vasıflarla muamele edebilme isbatıdır. Hâli hazır öylece yaşayıştır.

Konuşurken herkes ve hepimiz "Muhammedîyiz..." diyebiliriz.
Ne var ki: "Öyle miyiz, değil miyiz?" diye imtihan olmaktayız.
Muhabbet, merhamet ve hasbî hizmette sadık ve âdil miyiz?
Sözde, fiilde, ahlâk ve hâlde Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e tâbi' miyiz?
İ'taatte; ilim, irade, idrak ve iştirakimiz ne hâldeyiz?
Kur'ân-ı Kerîm baştan sona bu emirlerle dolu...

Şimdi Kitâbullahı açıverince Muhammed Sûre-yi Celîlesi çıktı birlikte bakalım:

Resim--- "İnkâr edenlerin ve ALLAH yolundan alıkoyanların işlerini ALLAH boşa çıkarmıştır. Îmân edip yararlı işler yapanların, RABBleri tarafından hakk olarak Muhammed'e indirilene inananların günâhlarını ALLAH örtmüş ve hâllerini düzeltmiştir. Bunun sebebi inkâr edenlerin bâtıla uymaları, inanların da RABBlerinden gelen Hakka uymuş olmalarıdır. İşte böylece ALLAH, insanlara kendilerinden misâllerini anlatır." (Muhammed 47/1-3)

Resim--- "ALLAH onları muradlarına erdirecek, gönüllerini şâd edecek ve onları, kendilerine tanıttığı cennete sokacaktır. Ey imân edenler! Siz ALLAH'a yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.İnkâr edenlere gelince onların hakkı yakındır. ALLAH onların yaptıklarını boşa çıkarmıştır." (Muhammed 47/5-8)

Resim--- "Bu, ALLAH'ın, inananların Mevlâsı olmasından dolayıdır. Kâfirlere gelince onların Mevlâları (yardım edicileri) yoktur. Muhakkak ki ALLAH sâlih amel işleyenleri altından ırmaklar akan cennetlere koyar; İnkâr edenler ise (dünyadan) faydalanırlar, hayvanların yediği gibi yerler. Onların yeri ateştir." (Muhammed 47/11-12)

Dikkat et ki; mü'minler, Rahmâniyyet ve Rahîmiyyeti hak edip dünyadan saldırmadan (âdil) faydalanırken ve aynı zamanda âhirette cenneti de kazanırlarken; kâfirler bu dünyada Rahmâniyyetten faydalanıp hayvanlar gibi yiyip, içip tepinip ateşi boyluyorlar.

Resim--- "Onlar Kur'ân-ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalbleri mi kilitli?" (Muhammed 47/24)

Resim--- "Bunun sebebi onların ALLAH'ı gazablandıran şeylerin ardınca gitmeleri ve O'nu razı edecek şeylerden hoşlanmamalarıdır. Bu yüzden ALLAH onların işlerini boşa çıkarmıştır." (Muhammed 47/28)

Resim--- "Ey imân edenler! ALLAH'a itâat edin, Peygamber'e itâat edin. İşlerinizi boşa çıkarmayın" (Muhammed 47/33)

Bu sûre-i celillede bendenizin çok sevdiği bir âyeti celile vardır:

Resim--- "Muttakilere va'dolunan cennetin durumu şöyledir: İçinde bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren şarabtan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır..." (Muhammed 47/15)

Halis muhlis Muhammedîlerin kalblerinden kaynayan Nur-u Muhammed'in tezâhürleri olan:
Şerîat-ı Muhammedîyye (söz, i'tikad) gibi saf, arı ve bozulmaz su ırmakları...
Tarikat-ı Muhammedîyye (sâlih amel) gibi tadı, tavrı, kıvamı ve tarzı değişmeyen süt ırmakları...
Mârifet-i Muhammedîyye (Huluki'l-Azîm-yüce ahlâk) gibi içeni emrine alan, kesin te'sirli ve çok hoş şarab ırmakları...
Ve Hakikatı Muhammedîyye (değişmeyen dâimi huy hâli) gibi süzme, saf, arı ve halis (sadece ALLAH için ihlâslı) bal ırmakları...
İşte Muhammed Sûre-i celilesinin penceresinden gördüklerimiz.
İşte muhabbet, merhamet, hasbî hizmet ve ihlâslı hakikat...
İşte Muhammedî oluş şuûruna, nuruna, süruruna ve onuruna ulaşım...

Tekrar konumuza dönelim ve Fâtiha sûremize devâm edelim:



4-) "Mâliki yevmmi'd-din" (Fâtiha 1/4)

Din gününün Sahibi...
Ceza gününün Sahibi.
Mâlikiyyetini ilân buyuruyor ALLAH Tealâ...

Mâlik: bir şeye sahib olandır.
Melik: mal sahibi, mülk sahibi, hükümdar olandır.
Her iki oluşda Mâlikü'l-Mülk ve Melikü'l-Mülk olan ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in mâlikiyyette vahdetini bildirir.
Din: ALLAH'a inanma ve bağlanmadır.
Din: nurun dâim oluşudur. Abd ile RABB arasındaki bağdır. Var oluş- yaşayış ve imtihan sonucunu içerir...
Cezâ: imtihanda yapılanın (kesbin) karşılığıdır.
Bu sistemin tesis sebebi insanın kulluk denemesidir...
Cezâ günü ise işlenen Emrullahın sonucunda Muradullaha ulaşıp-ulaşamadığının belirleneceği Tevhid Terazisinin ve mahşer miz'ânının kurulup zerre kadar hayr ve şerrin görüldüğü seriü'l-hisab sahasıdır.

"Her canlı ölümü tadar. Bir deneme olarak sizi hayırla da, şerle de imtihan ederiz. Ve siz Ancak bize döndürüleceksiniz." (Enbiyâ 21/35)

"Biz Kıyâmet günü için adâlet terazileri kurarız. Artık kimseye hiçbir şekilde haksızlık edilmez. (Yapılan iş) bir hardal tanesi kadar olsa, onu (adâlet terazisine) getiririz. Hesab gören olarak Biz (herkese) yeteriz." (Enbiyâ 21/47)

"O gün insanlar amellerinin (sonucunu) görmeleri için darmadağınık geri dönüp gelirler. Kim zerre miktarı hayr yapmışsa onu görür.Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür." (Zilzâl 99/6-8)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e teslim olup, inanıp; sâlih ameli, güzel ahlâk ve hâlle icrâ' edip Emrullaha uyanlar va'dedilen Muradullaha ulaşıp can cennetlerine minnetsiz ve ebedî girerler...
Tersini yapıp nefsî hevâ ve hevesle hayvanlardan da aşağı ve şeytânın uşağı olarak yaşayanlarda va'dedilen ve şeytânın muradı olan cehâlet cehennemlerine girerler...
Öyle ki:

"Kim (ALLAH'ın huzuruna) iyilikle girerse ona getirdiğinin 10 katı vardır. Kim de kötülükle girerse o sadece getirdiğinin dengiyle cezâlandırılır (karşılık görür). Onlar haksızlığa uğratılmazlar." (En'âm 6/160)

"Ve onlara (olup bitenleri) tam bir bilgi ile mutlaka anlatacağız. Biz onlardan uzak değiliz. O gün tartı (vezn) haktır. Kimin (sevâb) tartıları ağır gelirse, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.Kimin de tartıları hafif gelirse, işte onlar, âyetlerimize karşı haksızlık ettiklerinden dolayı kendilerini ziyâna sokanlardır. (A'râf 7/7-9)

"Kitâbını oku! Bugün sana hesab sorucu olarak kendi nefsin yeter..." (İsrâ 17/14)

ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in mâlikiyyeti öylesine önemli ki; insanoğlunun ve herşeyin; evvel,âhir,zâhir ve bâtınının sahibi olmakla herşeyini elinden alıverir...
Eşyâ (cisim), olay (fiil), zaman (emel, hevâ, heves) ve zann (sandıkları, hayalleri) ları yerle bir oluverir...
Ne soluk kalır ne ses ne de kimse...
En kıymetli şeyi olan canı ise zâten O'nundur...
Sonuç, âhiret, hesab ve cezâ gününün mâliki buyurulması kullarına merhameten işin sonucunu hatırlatıp herşeyle beraber hesab gününün de mâliki olduğunu ihtardır...

"Ceza günü nedir, bilir misin? Nedir acaba o cezâ günü? O gün hiçbir kimse başkası için bir şey yapamaz. O gün iş (emir) ALLAH'a kalmıştır." (İnfitâr 82/17-19)

"O gün onlar (kabirlerinden) meydana çıkarlar. Onların hiçbir şeyi ALLAH'a gizli kalmaz. Bugün hükümranlık kimindir? Kahhar olan tek ALLAH'ındır (ALLAHU'l-VAHİDÜ'l-KAHHAR(cc)) Bugün herkese kazandığının karşılığı verilir. Bugün haksızlık yoktur. Şüphesiz ALLAH hesabı çabuk verendir.Yaklaşan gün hususunda onları uyar! Çünkü o anda dehşet içinde yutkunurken yürekleri ağızlarına gelmiştir. Zâlimlerin ne dosdu ne de sözü dinlenir şefâatçisi vardır. ALLAH gözlerin hâin bakışını ve kalblerin gizlediğini bilir. ALLAH adâletli hükmeder..." (Mü'min 40/16-20)

Dikkât et ki ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL Kur'an-ı Kerimin kapısı olan Fatiha-yı Şerifesininin ilk 4 âyet- i celilesinde Mutlak İlâh olabilmenin ilk 4 ana şartını ilân buyuruyor:

a-) El Rahmânü'r Rahîm olan ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL FATİHA-i Şerîfesine besmeleyle başlıyor.Beden içinde derc olan nefse, kalbe ve ruha, "Ulûhiyyet"ini ilân buyuruyor...
Ulûhiyyet Tevhidine şâhid olabilmek için imtihanda olduğumuzu ihtar ediyor...
Ulûhiyyetin Künhü, hakikati ve gerçek bilgisi İlmullahdadır.
Biz ise Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in bildirdiği edebi içinde bilebiliyoruz.

b-) İnsan nefsine ve içindekilerine, "Rübûbiyyet"ini ilân buyurup, Elest Bezminde verilen ilk sözü (Rübûbiyyet Tevhidini, Ahdullahı) hatırlatıyor. İnsan aklının; RABB'ini aramasını, Hakkı ve hayrı bâtıl ve şerden ayırıp ilme dayalı iradesini ortaya çıkarıp Rabbü'l-âlemin'e Abd olduğunu bilmesini ikâz ediyor.

c-) "Merhametiyyet"ini ilân buyurarak bu muhteşem sistemin var edilmesinin ve insanın ilginç imtihanının temelinde Merhamiyyetullahın yattığını (olduğunu) bildirip insan kalbinin dünyaya dönük kapısına Er Rahmân (celle celâluhu) Rahmâniyyetini, âhirete dönük kapısına ise Er Rahîm (celle celâluhu) Rahîmiyyetini yazıyor. Kalb ise Muhammedî merhamet yuvası oluyor... Rahmetenli'l-âlemin Medinesi gibi...

d-) Din gününün Mâliki olarak, kendi halkettiği zaman dilimleri de dahil herşeyin ve herkesin Sahibi ve Meliki olduğunu, "Mâlikiyyet"ini ilân buyuruyor ve emr âleminden olan ruhu uyarıyor ki; sahiblik, Sistemin Sahibine mahsustur. Bu âleme çıplak giren çıplak çıkar ve canım dediği de O'nundur...

Muhammedî i'tikadın 4 direği budur.
Bu dört hususu aynı zamanda Abdullah da olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in gözüyle gören ve özüyle inanan Muhammedî mükerremlik, mükemmellik, muhteşemlik ve mübâreklik şuûruna ulaşanlar;
"Benlik" ten vazgeçip "Bizlik" e kavuşanlar kısacası, bir bedende "bile" olan sen, ben, o iken "BİZ" olup Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in kalbine dolanlar, Kevser Havuzunda buluşan damlalar, susar da;
Derya (sallallahu aleyhi ve sellem) konuşur Rabbü'l-âlemin'e...
Teslimiyyet Tevhidi ile ilâhi istikamette ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'e rızayı arza gidiliyor...

Agâh ol... Uyanık dinle... Uyuma...
Dağlarda kalan buz dağları veya parçaları hüsran ve hasrette kaldılar. Rahmet bulanlar eridi, aktı ve hakta ve hayırda Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in teslimiyyet rıza ravzasında buluştular...
"İle" iken "bile" oldular...
Bir oldular, Biz oldular...
Doğru yerde doğru zamanda ve doğru hâlde ol ki; Sıddıklarla olduğun hakk olsun...
Oyunbazlara uyma...
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'i duy ve uy...

Kur'ân-ı Kerîm ve tüm kâinât ilmek ilmek halı gibi dokunmuştur.
Ve Muhammedî muhabbet, merhamet, hasbî hizmet ve hâlihazır hakikatle nefes nefes okunmuştur, okunuyor ve okunacaktır...
Dinle...

5-) "İyyake na'bûdü ve iyyake neste'in" (Fâtiha 1/5)

"(RABBımız!) Ancak Sana kulluk ederiz ve yalnız Senden meded umarız" veya "Sadece Sana ederiz kulluğu, ibâdeti, sadece Senden dileriz yardımı inâyeti yâ RABB..."

Ulûhiyyetini,
Rübûbiyyetini,
Merhametiyyetini ve
Mâlikiyyetini "abd"inin önüne seren ALLAH Tealâ; kuluna Emrullahı, Kelâmullah ile öğretiyor: İyyake: Senden başkasına değil ancak ve ancak sadece Sana...
Abede: boyun eğmek, kulluk etmek, itâat etmektir.
Ayn, be ve dal dir. Abdin RABBısı ile merkezde ve muhitte her zaman, her yerde, her hâlde, herkes ve herşeyde olduğu gibi dâimi bilelik (et-tırnak, elektrik-ampül gibi) şuûrunu ve nurunu görmesi, anlaması ve yaşamasıdır.Kasdedilen kulluk, anladığmıız anlamda kölelik değildir. Emrullahı Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den duyan ve istikamet tevhidine uyan insanoğlunun; Muradullah olan İhsânullaha ulaşımla, Rızaullah sırat-ı müstakîminde seyr-ü-sülûktür kulluk...
Sistem; soyut-somut bir bütündür. Ve sabittir. Ne noksanlık ne de fazlalık vardır.
Sistemin sahibi ve ustası kaza, kader, irade ve meşiyeti ile halk eder ki; bu, adâlettir ve hakkıdır.
Emredilen teşbih ve tenzihin de aslı, bu şuûra (tevhid) ulaşımı teşviktir.

Kısacası kulluk: İlâhî fermanı duymak ve derhâl uymaktır.
Her nefeste Hazır ve Nazır'ın huzurunda imtihan olduğuna, kayda geçilip yazıldığına ve kesinlikle yapılanan karşılığının görüleceğine inanmak, kani'olmak ve gereği için Emrullahı harfiyyen yaşayıp Sistemin Sahibi Subhan ALLAH Tealâ'ya Ulûhiyyet Tevhidi Şâhidi olmaktır.
Kulluk; ikrâm edilen (mükerrem kılınan) insanoğlunun, ikrâmı yapana yaptığı zâtî hamdin (övgü-senâ) kemâli ve Muhammedî Mükemmelliğidir.

"İyyake na'bûdü": Kesin teslimiyyet arzı hâli,ihlâslı olmalıdır.
Çocuk bile bilir ki; hiçbir eser ustasına hiçbir nakış, nakkaşına ve hiçbir abd, RABBına (hâşâ) hile yapamaz...
Sadece kendi nefsine zulmeder ki bu ise hüsrandır...
Tüm yönleriyle teslim olmuş insanın müslimliği kesindir.

"İyyake neste'in" Ancak ve ancak sadece Senden yardım dileriz.
İstiane: avndan olup; avn, yardım istemedir.
İane: yardım.
Muavenet: yardımlaşmadır.

Dikkat et ki: ALLAH Tealâ; soyut-somut küllî şey'in (herşeyin) Mâliki olduğunu, merhametini, Rübûbiyyetini ve tümünü kapsayan Ulûhiyyetini, kulunun aklının karşısına dikince; nefs, aklı ve canı dahi; muhtaç, âciz, fakîr, zelil, âlîl ve yardım istemeye aslında mecbur ve me'mur olduğunu elbette anladı ki kulluk sıfatlarını giyindi, Mülkün Sahibinin hesabsız merhametini anladı, Rübûbiyyet ve Ulûhiyyetini kabul edip, inanıp, kani' olup Emrullah gereği ALLAH Tealâ'nın Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'i olan Muhammed (aleyhi's- selâm)'a teslim oldu.
Akvâline (buyruk, i'tikad),
Ameline (fiil),
Ahlâkına ve
Ahvâline uymaya söz verdi.
Tamamen tâbi' oldu...

"(Resûlüm!) De ki: Eğer ALLAH'ı seviyorsanız bana uyunuz ki ALLAH'da sizi sevsin ve günâhlarınızı bağışlasın. Vallahu GAFÛRu'r Rahîm..." (Âl-i İmrân 3/31)

İlâhi muhabbetin kaynağı yine Rahmetenli'l-âlemin olan Muhammed (aleyhi's- selâm)'dır.
Âlemlerin rahmete kavuşması Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e kavuşmasıyla mümkündür.
Çünkü kendisi bizzâtihi rahmetin kendisidir.

"(Resûlüm!) Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik." (Enbiyâ 21/107)

İnsanoğlu Rabbü'l-âlemin olan ALLAH Tealâ'nın kulu olduğuna imân edip mutmaîn olunca, Resûlullah olan Muhammed (aleyhi's- selâm)'a tâbi' olmak için teslim olur.
Abdullah olan Muhammed (aleyhi's- selâm) ise, kulun yapması gerekeni; ifratsız, tefritsiz, i'tidal (adâlet) üzere dostoğru yapmış, yaşamış ve mîrâs bırakmıştır.
Tek başımıza namaz kılarken neden; "Biz Sana ibâdet eder, biz Senden yardım dileriz" diyelim?
İşte burada Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in teslimiyyet "Biz"liği ortaya çıktı...
İmâm-ı Mutlak olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'i bilip, bulup, teslimiyet safında cemâatı olanlar adına Resûlullah: "Biz" buyuruyor.
Biz de tüm Muhammedî şuûr ve nura ulaşanlar adına "Biz" diyoruz. Herbirimiz hepimiz adına...
Çünkü, biz Muhammedîyiz ve birimiz hepimiz, hepimiz birimiz, bir bedende gibiyiz...
RABBımız tek, kitâbımız tek, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'imiz tek, dinimiz tek, dünyamız tek, âhiretimiz tek, cennetimiz tek...
Biz tek tek, damla damla rıza havuzunda tümüz, tekiz, biriz ve Biziz...
Tek tek "hiç" iken tevhidde "hep" olduk, hamd olsun...

Şunu da açıkça arzedelim ki; sahih bir hadisde bildirilen;
Kul : "İyyake na'büdü ve iyyake neste'in..." deyince
RABB Tealâ: ya "Sadekte: doğru söyledin..." veya "Kezzebte: yalan söyledin..." buyuruyor...
Bu husus ise direkt olarak; Muhammedî Teslimiyyet, tâbi'yyet, gerçek salâvât, sıla ve vuslatla bulunup bulunmamasıyla ilgilidir...

6-) "İhdina's-sırâta'l-mustâkim." (Fâtiha 1/6)

"Hidâyet eyle bizi doğru yola... Bize doğru yolu göster"

Hâde: delaletten uzaklaşmak, tevbe etmek.
Hidâyete gelmektir.
Hidâyet: Hak yoluna, doğru yola klavuzlamaktır.
Sırat: yoldur

"Bir de her yolun başına oturup ALLAH'a imân edenleri korkutarak ALLAH yolundan çevirmeyin..." (A'râf 7/86)

Burada sırat ve sebil yoldur. En çarpıcı ve kesin âyetlerden birisi de:

"Ey Ademoğulları, Ben size şeytâna kulluk etmeyin, o size açık bir düşmandır, diye and (ahd) vermedim mi?Bana kulluk edin (Bana!), sırât-ı müstakîm (doğru istikamet üzere yol) budur." (Yâsîn 36/60-61)

Sırât-ı müstakîm: kulun emrolunduğu gibi dosdoğru kulluk yapacağı ilâhî kurallar yoludur.

7-) "Sırâta'l-lezine En'âmte aleyhim gayri'l-mağdubi aleyhim vela'd dallin." (Fâtiha 1/7)

O kendilerine nimet verdiğin mesudların yoluna... Ne o gazab olunanların ne de sapanların yoluna değil..."

Ni'met: iyilik, bahşiş, lütûf, ikrâm ve ihsândır. Kulluk görevinin yerine getirilmesi için bu âlemdeki ve mükâfât olarak da o âlemdeki RABBımızın sınırsız lûtf-ü ikrâm ve ihsânıdır.
Bir kul için bu âlemde Nimeti Uzma en büyük nimet; Rahmetenli'l-âlemin olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e vuslat ve Nur-u Muhammede ulaşımdır.
Kendisine ni'met verilen Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) başta olmak üzere Resûller, Nebîler ve onlara tâbi' olanlardır. Mağdubin (Gazabullaha uğrayan)lar ise Firavun'un yolunu tercih edip şeytânın maskarası olanlardır. Dallinler: ikili oynayıp sonunda bâtılı ve şerri tercih edenlerdir.

Fâtiha Sûresi kulunun adına RABBısının buyurduğu akıl ermez mânâları içeren derunî ve ilâhî bir duadır.
Sonunda uzunca bir "Amiin..." kabul buyur (Yâ RABBi!) denilmesi sünnettir.
Muhammedî insan rahmetli Dr. Halûk Nurbâki Hocamın da Fâtihayı gönül penceresinden seyri pek güzeldi...
ALLAH Dostlarına rahmetler olsun...

"Andolsun ki Biz sana tekrarlanan 7 âyet ve Azîm Kur'ân-ı verdik." (Hicr 15/87)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) tekrarlanan 7'linin Fâtiha Sûresi olduğunu beyân buyurmuştur.
Fâtiha: Her rekatte tekrarlanır, zammı sûre ile okunur. 4 âyeti Abd, 3 âyeti RABBısı ile ilgili olup ikiye ayrılmıştır.
Medh-ü senâ Rübûbiyyet hakkı ve dua ise Ubûdiyyet (kulluk) hakkı olup katlanmıştır.
Bir kere Mekke bir kere de Medine'de nâzil olmuştur.
Muhammedî Tasavvufta 7 letâif kemâlâtıyla ilgilidir.
7 yön, 7 renk, 7 ses ve 7 nefesle ilgili ikilidir...

Gönderilme zamanı: 23 May 2008, 21:30
gönderen kulihvani
Resim

4.6.5. Zamm-ı Sûre olarak Sûre-i A'lâ (87/1-19) Zevki:

Âmin dedikten sonra zammı sûre (ilâve olarak en az 3 âyetlik bir sûre) okuruz.

Sabahın şerefine Sûre-i A'lâ'yı okuyalım:

El A'lâ: en yüce, en yüksek, en alâ anlamında Esmâ-i Hüsnâlardandır. "Asl" ın "ayn"a lûtfunun tezâhürüdür.

Resim--- "RABBinin en yüce El A'lâ ismini tesbih et (takdis et)" (A'lâ 87/1)

Rübûbiyyetini en muhteşem şekilde sergileyen ve yücelikte eşsiz Rabbü'l-âlemin'in bakan gözleri kamaştıran seyredip de düşünen akıllara durgunluk veren Azîm azameti karşısında aklın anlayıp yakıştırabileceği tüm noksanlık benzetme ve kıyaslamalardan uzak tutup tesbih et...
Aklın anlayamayacağı her türlü eksikliklerden de Kudretullahı düşün de vazgeç ve takdis et...
Mutlak kudsîyyeti ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'e tahsis et.

Resim--- "O ki; halketti (yarattı) ve düzene koydu..." (A'lâ 87/2)

Küllî şey'i, mahlûkatı ve mâsivâ (kendi Zât-ı Âlî'si dışındakiler) yı yarattı ve tesviye etti.
Seviyelendirdi.
Sûretlere soktu ve kademe kademe seviyelere çakırıp indirdi.
Sonra yerlerinde yeller esti...

Resim--- "O ki takdir etti ve yol gösterdi." (A'lâ 87/3)

İlâhî kaderlerini takdir etti.
Kaza, kader, irade ve meşiyyeti (dilemesi) ile ulûhiyyet hakkı olarak kaderlerini takdir ettiği yarattıklarına gidecekleri yollarını gösterdi.
Her zerre ve her hücreye fıtraten hayat planını ve görev yolunu gösterdi. Mikrop, mikropluk; ilaç, ilaçlık; koyun, koyunluk; serçe, serçelik; gül, güllük ve diken de dikenliğini bildi ve ezel-ebed bu yoldadırlar.
İnsan ise aklından ve tanınan imkânlardan dolayı Emrullahla bildirilen ve imtihanın gereği olan olumlu (müsbet) ve olumsuz (menfi) yoldan birini tercih edip sonucuna katlanmak durumunda ve kaderinde kaldı.
Hakka ve hayra hidâyeti ile bâtıla ve şerre hidâyetinde; sınırlı, sorumlu aklı ile tercih ve imtihanı kabul etti. Ve isbat için bu âlemdedir.
Tercih edileni yaratmak EL HALİK (celle celâluhu) dan...

Resim--- "O ki (görünenleri) yeşil ot çıkaran ve sonra da onu kapkara bir sel artığına çevirendir." (A'lâ 87/4-5)

Rabbü'l-âlemin ki; minnacık incir çekirdeğinden dev ağaçları çıkarıp azamet ve kudretini sergilemektedir.
Nice yumurtalardan nice yaratıklar...
Her can bir candan aldığı diriliği kemâle erdirip, neşvü nemâ bulup, gelişip serpilip, çiçekler açıp, binlerce tohumlar verip ve sonunda kuruyup çürüyüp toz toprak olmakta...
Coşkun ve boz bulanık akan dağ sellerinin dere kenarlarına bıraktığı içi fos köpük kalıntıları ve kapkara kusmuk kuruları gibi kılan, yapan ve sonunu böyle yapan tek yaratanı Rabbü'l-âlemindir.

Resim--- "Sana (Kur'ân-ı) okutacağız asla, unutmayacaksın..." (A'lâ 87/6)

Sana okuman gerekeni okutacağız. Kalbini, kendini, Kur'ân-ı Kerîm'i ve kâinâtı okutacağız.
Eşyânın (küllî şey'in) tek olan hakikatini...
Aslını ve aynını...
Asla unutmayacaksın...
Kur'ân senden, sen Kur'ân'dan; biz olacaksınız...

Resim--- "Ancak, ALLAH'ın dilediği hariç (müstesnâ). Şüphesiz ki O cehri olanı (açığı) da hafî (gizli) olanı da bilir." (A'lâ 87/7)

Sanatkâr'a sanatı, ustaya eseri gizli değildir. İçini de dışını da bilicidir.

Resim--- "Seni en kolaya muvaffak (müyesser) kılacağız." (A'lâ 87/8)

Kulluk seyr-ü-sülûkunda en kolaya kılavuzlayıp kolayca tekemmül ve tamamlama nâsib edeceğiz

Resim--- " O hâlde (derhâl) öğüt ver (zikret), eğer öğüt bir fayda (menfâat) verirse"(A'lâ 87/9)

Zikretmek: gerçeği unutmamak, unutursa hatırlamak ve unutmamaya çalışmak.
Resûlü Edibim... Sen hakkı ve hayrı hatırlat... Zikret, dinlesinler ve duymadık demesinler... Eğer öğüdünden (ilminden ve edebinden) menfâatlarını görme irâdesi, bâtılı ve şerri redd, hakkı ve hayrı kabul tercihi çıkarırlarsa ne âlâ...

Resim--- "(ALLAH'tan) korkanlar (haşyet duyanlar) öğütten yararlanacak." (A'lâ 87/10)

ALLAH Tealâ ya korku, saygı ve hürmet duyanlar kesinlikle öğüt alacaklar. Sen herkese öğüt vereceksin elbette...
Şunu bilki; onlardan, ancak huşû' ve huzû' ehli olanlar, Azametullah ve Kudretullahı bilip anlayan âlim, ârif, kâmil, âşıklar ilâhi ikazı alırlar ve gereğini yaparlar.
Onlar Evliyâ (Evliyâullah) dırlar.

Resim--- "Ve şakî (kötü, eşkıyâ) olan kimse ise ictinâb eder (kaçınır. (A'lâ 87/11)

Bu öğüdünden kaçınan eşkiyâ ise, hak ve hayr yollarını kesen zâlim nefisli kimsedir.
Önce kandi hakk ve hayr yollarını keser.

Resim--- "O kimse ki en büyük ateşe girecek olandır." (A'lâ 87/12)

O kimsenin sılası; akıp da ulaşacağı, varıp da yaslanacağı büyük bir ateştir.
Onun ana ocağı, baba yurdu ve sılası nûr değil de en büyük nardır.

Resim--- "Sonra o, onun (narın) içinde ne ölür ne de yaşar..." (A'lâ 87/13)

Böylesi nefsine zulmeden kimse bir ömrün sonunda evliyâ yolunu reddedip eşkiyâlık yapınca sonunda kendini kucağında bulduğu azgın ateşte ne ölebilir, ne de dirilebilir...
Sadece ve sadece sonsuz bir can çekişme...

Resim--- "(Andolsun ki) kesinlikle temizlenen kimse iflâh oldu (kurtuluşa erdi)" (A'lâ 87/14)

İnsanoğluna akıl başta olmak üzere bahşedilen sayısız ve değerli imtihan imkânlarıyla ALLAH Tealâ'nın razı olduğu ve emrettiği hakk ve hayr yolunu tercih edebilmek için aklın öğretilip eğitilmesi imtihan gereği yapısında olan benlik hevâ hevesi ve şeytânın sokuşturup üfürdüğü bâtıla ve şerre sürükleyici sıfatlardan temizlenmesi ve islâh olması şart ki iflâh olabilsin...
Ayrı yönlere giden iki ata binenin parçalanacağı âşikârdır.
Bâtıl ve şerr elbisesi ile hakk ve hayr kapısından girilmeyeceği ise ilâhi emr ve adâlettir.

Muhammedî tasavufta nefs'in, öğretim, eğitim ve tekemmülü esastır. Diğer letâifler nefsin tekemmül makamları gibidir.
Nefs; dünyaya bâtıla, şerre ve şeytâna dönük yapısı ve yönüyle tercih kullanırsa bedenini onlara peşkeş çeker...
Kalb, ruh, sır v.s. nin sözlerine ve önemlerine kulak asmaz kapılarını kapatır.
Hayvandan da aşağı zâlim birisi olarak küfür içinde yer, içer, tepinir,gezer, ezer, üzer, gider...

İlahî fermanı Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) den duyup teslim olmak ve ilâhî istikamete uymak için nefsin azgınlık, taşkınlık (ifrat) ve şaşkınlık (tefrit) larını traşlar da islâh olarak i'tidâl yoluna (orta, adâletli, emredilen Fırka-i Naciye üzere) düşerse elbette iflâh olur.
Sonsuz saâdetlere selâmetle sıla eder.
İsal olur. Vuslât bulur. Buluşur ve kavuşur...
Emrullahı yerine getirerek Muradullaha ulaşır...

Resim--- "VE RABB'inin ismini zikredip (anan, hatırından çıkarmayan) derhâl sall eden..." (A'lâ 87/15)

Fe salla...; Zikrin ne olduğunu bilip önemini anlayan, ağzının söylediğini kulağı duyan ve kalbi tasdik eden; derhâl ve hemen, Rabbü'l-âlemin olan RABB'ısına sıla eder, isal olur, ulaşım ve vuslat derdine düşer, kulluk eder, namaz kılar ve kısacası ibâdet eder...
Sall kökünü iyi anla...

Resim--- "Fakat siz (ey insanlar!) dünya hayatını tercih ediyorsunuz...." (A'lâ 87/16)

Bilâkis, sizin yaptığınız tam tersine dünya hayatını ve eserlerini tercih ediyorsunuz...
Dününüz, gününüz ve yarınınız fâni ve şerli dünya sevgisi olup imtihan oyununda yasaklanan roller oynuyorsunuz...
Dünyaperestler gibi...

Resim--- "Ve âhiret daha hayırlı ve daha bâki iken..." (A'lâ 87/17)

Yarım nefeslik "Ben" lik düğümleriyle dokuduğun ömür halısının ortaya koyduğu desen, sadece dünyayı (maddeyi) tercih hüsrânı (ana ile beraber kârı da ziyan) olacak.
Oysa göz açıp kapayınca kadar gelip geçecek dünyanın âhir komşusu âhiret hayırlı ve bâkidir...

Bâtıl, şer ve fenâ ile hakk, hayr ve beka imtihanındaki tercih noktasında (kavşakta) tevhid ve tekemmülü ile şeytânın ikilik tuzağı vardır.

Resim--- "Şüphesiz bu (anlatımlar) önceki sahifeler de (kitablarda) İbrâhim ve Musa'nın sahifelerinde (kitablarında) da vardır." (A'lâ 87/18-19)

Bu kesin ve ilâhî kurallar yeni olmayıp ezelîdir.
İlk kitablarda, İbrâhim (aleyhi's-selâm) ve Musa (aleyhi's-selâm)'nın kitablarında da olan ve şerîatlerinde geçerli emirnâmelerdir.
Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) de en mütekâmil (olgun) hâliyle ebedîleşmiştir.

İşte uçtan uca insan ve seyr-ü-sülûk serüveni...
Esrâr seyahâti...
Kıyamda, ayakta ve huzurda elif gibi...
Abdinden RABB'ına sıla, sall, salât kıyamı Zâti i'tibâriyle iyeliği hakk olan EL HAYY (celle celâluhu) ve Zâti itibâriyle var olduğu kaim (var, devâmlı, ayakta) olan EL KAYYUM (celle celâluhu)'yu Hazır ve Nazır bilerek huzurunda kelâm, Kelâmullah ile kulluğu (ibâdeti) arzediş...
Beden vücûdunda can özünde cem' olan letâifler elbirliğiyle Fâtiha ve Zammı sûreyi ciddîyet ve samîmîyyetle ilân edince; Nefs, kulluk sıfatları olan acziyet, fakriyet, zillet ve illetle; azamet, kudret, gına ve izzet sahibi Dâmi-Kâim El Hayyu'l-Kayyum (celle celâluhu) olan Rabbü'l-âlemin ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'e, "Benlik Başı" nı mahviyetle eğmesi farz oldu.
Evveldeki ahdi simgeleyen kıyamdan, zâhirdeki kulluk gerçeği rükû'ya geldi HAKK karşısında hayrı tercih edip boyun eğdi.
Mârifet ve Hakikat elleriyle Şerîat ve Tarikat ayaklarını, dizlerde düğümleyip muhabbet ve merhamet mesnedlerini oluşturdu.
Lütûf Lâm'ının karşılığı gibi iki büklüm beklerken başı kıbleye yönelmiş ok gibi, sırtı ise sırat-ı müstakîm gibi dümdüz ve mafsallar yerleşik bekler. Secde yerinde olan gözler rükû'da ayaklara bakıyor...
Üç kere "Sûbhane Rabbiyel Azîm ve bihamdihi" arzını lisânen ve kalben sunuyor. "El Azîm olan RABB'ım tüm noksanlık ve olumsuzluklardan beridir.
Bunu kendisine lâyık ve hakkı olan HAMD ile birlikte sunuyorum...." der. "Semiallahu limen hamîdeh: ALLAH (celle celâluhu) hamdedenin hamdini duydu" diyerek doğrulan abd (nefs) esas duruşunu tekrar gösterip: "Allahümme Rabbena leke'l-hamd. Hamden kesiren, mübâreken teyyiben fihi: ALLAHım! RABB'ımız! Hamd senin için, sana mahsustur.
Çokça bereketli ve ayıblardan arınmış en güzelinden hamd..." diyerek ta'dil-i erkânı (rükün ve şart hakkını verip adâleti) yerine getirerek kıyamda şuûruna vardığı Ahadîyyet sırrına rukû' ile kulluk gösterdi, doğrulup Ahmedîyyet sırrıyla hamdini ikmâletti.
Eller yanlarda, baş dik, bel dostoğru gözler secde yerinde kulluğun esas duruşunu sergiledi.
Böylece Rübûbiyyet sırrının ikrâmına erip Rızaullahı dileyen nefs, ulûhiyyet ihsânı için secdeye kapandı...
Eller dizde ve önce diz yerde, sonra eller, sonra başın alnı ve burnu yerde...
Parmaklar bitişik ve baş iki elin arasında kollar ayrık ve karın uyluk kemiklerinden aralı...
Ayak parmakları dikili ve kıbleye dönük...
Bütün kaslar, gerili ve rastgele atılıvermiş bir bez parçası gibi serili değil...
İki ayak, iki diz, ilki el ve kafa tası (alın ve burun) en aşağıda, yerde secdede....
Secde...
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in: "Ben yedi kemikle secdeye emrolundum..." buyurduğu haktır...
7 letâif gibi...
Yedincisi burun desem sekizincisi alın olur ki akdese karşılıktır.
Sekiz cennete işârettir....
Secde bu secde...
Kişilik gölgesinin yok oluşu...
Gölgesini göğsüne toplayışı ve varlığını yok edişi...
Fâni olduğunun kulluk şuûruna ulaşımı...
Kıyamı, beden makamı.
Rükû'yu, nefsî makam bilirsen; secde, kalbîdir.
Kalbin iki kapısı vardır.
Nefsî, dünyevî ve suflî olan giriş kapısı ile ruhî, uhrevî ve ulvî olan çıkış kapısı...
Berzah (geçit) olan kalb somut (madde) - soyut (mânâ) ara kesiti ve kemâl karargâhıdır.
Namazdaki iki secde de böyledir.
Ürûc, ve rücû' mi'râcları....
Ubudiyyet-Rübûbiyyet sırrı...

Üç kere: "Sûbhane Rabbiye'l-a'lâ ve bihamdihi: El A'LÂ (celle celâluhu) olan RABB'ımı tüm eksiklerden hamd ile tenzih ederim..."
Ayn'in Asl'a urûc mi'râcı....

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Bir müslümanın namazı mi'râctır."buyurdu.
(İmam Ahmed III, 321,339; İmamı Suyutî)

Tekbirle doğrulup ve rahatça oturuş...
Tüm mafsallar ve iç organlar yerli yerine yerleşinceye kadar Muhammedî ta'dîl-i erkân uyarınca oturuş; "Ahhammağfirli, velî vadiyyye velî'l-mügminine ve'l-mü'minât!: ALLAHım! Beni bağışla... Anam-babam içinde, mü'min erkek ve kadınlar içinde bağış dilerim..."
Tekrar secdeye kapanış...
Beton üzerine dökülen bir tas suyun her damlasının yaptığı gibi, candan gönülden razı olduğunu rıza dilediğini RABB'ısına arz secdeleri...
Râziyyeten ve merziyyeten makamlarında rüşdüne ermiş nefsin rıza rüzgârı olarak esişi, Asl'ın, Ayn'a rücû' mi'râcı...
Görür gibi gözledik...
Naz-niyâz neş'esinin nevbaharı..." Sistemin sahibine sır saygısı...
Sırr-ı sıfır seviyesinden Abdullah olan Muhammed (aleyhi's-selâm) ile bilelik "BİZ" liğinde EL RABBÜ'l-BİRRÛN rızasını seyr ve cevl...

Devrân olan kıyam devrinden, seyrân olan rukû' seyrinden, cevlân olan secde cevlinde celâl-cemâl cem'i...
İlim ve iradenin idrâke ulaşımı ve iştirake koşumu...
Alınan Hu... Verilen Hu....
Nefsin naz-niyâz nefesi....
Kulluğun; celâl ve cemâli, cevlân kemâli...
Tevhidi tebliğ, tenzir, tebşir, tâ'lim ve terbiye ile terbiye edilmiş bedendeki; tezkiye edilmiş nefsin, tasfiye edilmiş kalbde tecliye edilmiş ruhla buluşma ve aynîleşme âyini...
Kulluk imtihanında enfüsteki Muhammedî mezheb ve meşrebin merhamet ve muhabbet merâsimi...
Abdin kendine merhameti, RABB'ına muhabbeti...
RABB'ın, abdine muhabbet ve merhameti...
Secde bu secde...
Anlatılamayan yapınca anlaşılan ilâhi aşk işi...
Gayri ihtiyari kalbim ellerimi Kelâmullah'a salıyor ve gönlüm secdeyi soruyor?

Dinleyelim sistemin sahibi SUBHAN ALLAH Tealâmızı:

Resim--- "Yaklaşan yaklaştı... Onu (vaktini) ALLAH'tan başka açığa çıkaracak yoktur. Şimdi siz bu söze (Kur'ân'a) mı şaşıyorsunuz? Gülüyor da ağlamıyorsunuz? Ve siz gaflet içinde oyalanmaktasınız!(Derhâl!) haydi ALLAH'a secde edin ve O'na kulluk edin!" (Necm 53/57-62)

Bunu hakkınca anlamak secdeyi iyice bilerek yapmak için kulluğun ve ibâdetinİlim, irade, idrak ve iştirak bazında şuûruna ulaşmak şarttır.
Yolun sonu gösterilip: "Derhâl secde et ve kulluğunu isbat et... Sanma ki sonsuz sistemde secde eden tek sensin... Seninki senin secden... Oysa:" dercesine...

Resim--- "Göklerde ve yerde bulunanlar da onların gölgeleri de sabah akşam ister istemez (tav'an veya kerhen) sadece ALLAH'a secde ederler." (Ra'd 13/ 15)

Resim--- "Göklerde bulunanlar yerdeki debelenenler (canlılar) ve melekler kibirlenmeden (büyüklük taslamadan)ALLAH'a secde ederler." (Nahl 16/49)

Resim--- "Görmez misin ki göklerde olanlar ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar hayvanlar ve insanların bir çoğu ALLAH'a secde ediyor...." (Hacc 22/18)

Resim--- "Bitkiler ve ağaçlar secde ederler." (Rahmân 55/6)

İyice anladı isen iyice dinle:

Resim--- "Şimdi sen RABB'ıni hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol... Ve sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar RABB'ıne ibâdet et...." (Hicr 15/98)

Resim--- "Hayır! Ona uyma (itâat etme)! ALLAH'a secde et ve yaklaş..." (Alâk 96/19)

Resim--- "Onlara: RAHMÂN'a secde edin! Denildiği zaman: "RAHMÂN da neymiş! Bize emrettğin şeye secde edermiyiz hiç!" derler ve bu emir onların nefretlerini artırır..." (Furkân 25/60)

Mü'minlere gelince;

Resim--- "Bizim âyetlerimize ancak o kimseler inanırlar ki bunlarla kendilerine öğüt verildiğinde, büyüklük taslamadan secdeye kapanırlar ve Rabblerini hamd ile tesbih ederler." (Secde 32/15)

Harru sûcceden: secdeye kapanırlar... Kapanmak diye tefsir edilen Harra öyle bir fiilin çekimi ki; kızgın sacın üzerine dökülen suyun her damlasının buharlaşıp yok oluncaya kadar zıplaması gibi giderler secdeye....
Ben bunu, kızarmış sac üzerine su dökerek denedim ve siz de deneyin...
"Harra" hârika bir fiildir: Köle azad olup hür olmak; soyu hür ve şerefli olmak, harareti şiddetli olmak.
Kısacası aşkın şaha kalkışı, abdin RABB'ısına sonsuz saygı ile koşuşu, kavuşumu ve sırr-ı sıfır secdeleri...
Alnın Arzı, aşkın Arş'ı buluşu...
Muhammedî oluş şuûrunun, nûr ve surûr meyveleri...
Tenezzül ve tevâzu' teslimiyetinin tekemmül istikameti ihsânı...
Yukarıda geçen Hicr (15/98) hariç 8 âyetin dışında aşağıdaki 7 âyette de secde emredilmiştir. Secde edilmesi farz veya vâcibdir.

Resim---Ebu Hureyre (radiyallahu anhu) dan gelen rivâyette Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "İnsanoğlu secde (âyetini okuyup secde) ettiği zaman, şeytân ağlayarak çekilir ve "Eyvahlar olsun! Ademoğlu secde ile emrolundu, secde etti ve cenneti kazandı; ben ise secde ile emredilince direndim ve sonum ateş oldu..." der." buyurmuştur.

Resim--- "Şüphesiz RABB'ın katındakiler O'na kulluk etmekten kibirlenmezler, O'nu tesbih eder ve yalnız O'na secde ederler." (A'raf 7/206)

Resim--- "De ki siz ona (Kur'ân'a) ister inanın, ister inanmayın; şu bir gerçek ki bundan önce kendilerine ilim, verilen kimselere o okununca, derhâl yüz üstü secdeye kapanırlar." (İsrâ 17/107)

Resim--- "....... Onlara, çok merhametli olan ALLAH'ın âyetleri okunduğunda ağlayarak secdeye kapanırlardı." (Meryem 19/58)

Resim--- "(Şeytân onlara böyle yapmış ki) göklerde ve yerde gizleneni açığa çıkaran, gizlediğinizi ve açıkladığınızı bilen ALLAH'a secde etmesinler..." (Neml 27/25)

Resim--- "...... Dâvud, kendisini denediğimizi sandı ve RABB'ından mağfiret dileyerek eğilip (rakien) secdeye kapandı (harra), tevbe edip ALLAH'a yöneldi." (Sâd 38/24)

Resim--- "Gece ve gündüz, güneş ve ay O'nun âyetlerindendir. Eğer ALLAH'a ibâdet etmek istiyorsanız., güneşe de aya da secde etmeyin. Onları yaratan ALLAH'a secde edin..." (Fussilet 41/37)

Resim--- "Onlar kendilerine Kur'ân okununca secde de etmezler..." (İnşikak 84/21)

İşte Kur'ân-ı Kerîm'de tilâvet ve ibâdet secdeleri... Gerisini var sen hesab et... Sistemin sahibi SUBHANU'l-SAMED (celle celâluhu) ya sırf saygı sadece secdedir. İnsanoğluna lâzım RABB'ısına lâyıktır. Kaldı ki insanoğlu secdeye hem me'mur hem de mecburdur.

Azîz kardeşim;
Kur'ân-ı Kerîm'de insanoğlunun; evvelinde neler olduğu ve âhirinde neler olabileceği açıkça anlatılmış ve şu andaki yaşamında zâhiren ve bâtınen neleri yapıp neleri yapmayacağı ve her insanın aklı kadar anlayıp kaderi kadar imtihanı bildirilmiştir.
Emirler ve yasaklar bu imkân âlemindeki imtihan içindir.
İmtihanın sahası geniş ve araçları sonsuz sayıda, zamanda ve hâllerdedir. İnsan (nefsi) dış âlemle 5 duyu organı ile irtibat kurar, anlaşır ve yaşamını sürdürebilir.
Hissetme (algılama, duyu) tüm bedeni (deri) sarar ve her noktası dokunduğu şey hakkında beyne bilgi aktarır.
Duyu organları (deri) ile beraber, görme duyma, koku alma ve tad alma organları başta toplanmıştır. Hatta yüzde toplanmıştır.
Giren (helâle açık, harama kapalı) ve çıkan (doğruya açık, yalana kapalı) kapısı ağzın içinde dudakların ve dişlerin iki kalesi arkasındaki dil organı... Acı, tatlı, ekşi ve tuzlu ayırıcısı....
Gırtlağın harf ve hecelerini söze döken esnek, oynak ve kıvrak hârika organ....

Bir padişah: "en acı ve en tatlı yemek yapıp getirene bir kese altın var!" deyince tüm aşçılar seferber olmuş...
Uyanık padişah beğenmemiş...
Hüdâ-i nâbit (dağdaki andız ağacı gibi doğal) âşık dervişlerden birisi duymuş da "kimsesiz gariblere rızık olsun!" diye yarışmaya katılmış...
Kelli felli saray ahçıları bu süklüm püklüm elbiseli sıradan insanla dalga geçerken, bizim ki: "En tatlı yemek budur!" diye "dil yemeği" götürmüş... İkincisi gün ise: "en acı yemek budur!" diye yine dil yemeği götürünce altını alıp hasbî hizmete harcamış...
Ağız ve dil yüzdedir...
Yüz azîzdir.... Tokat vurulmaz....

Her an her sesi duyan kulak ile her an her şeyi gören göz yüzdedir. Rahîmmiyyetin lütfu olan mis kokular ile zıddı olan pis kokuları algılayan burun yüzdedir...
Deri ve bu organlar insanın zâhir âleminden topladıkları bilgileri, bâtın âlemine aksettirirler. Sadece zâhiri intikâl (gidip-gelmek) âleti olan ayaklar ile zâhiri iştigal (meşgale" tutma, işleme v.s.) âleti (organı) olan eller ise ayrı yerdedirler.

Abdestin farzı: eller ve ayaklar (zâhir âlem âletleri) ile yüz ve baş (zâhirden bâtına âletleri) tır...

Dikkat et ki; secdede de ayaklar ilk basamak ve sabittir.
Erkeklerde sağ ayağın sağ başparmağı sanki çivil gibi asla namaz sûresince yerinden oynayıp, ayrılıp gidip gelemez...
On parmak kıbleye dönük 10 oktur.
Sol ayak hâliyle oynar.
Dizler abdest âleti olmadan muvazene (denge) mafsalları olarak secde âletleridirler.
Eller abdest ve secde âletleri olup kıbleye yönelik 10 okla ayakların on parmağı şerîat makamında.
Akıl tasının RABB'ısı karşısında acziyet, fakriyet, zillet ve illet sıfatlarını Muhammedî şuûr, nûr, surûr ve onur içinde giyindi ve soyunduğu sırr-ı sıfır sıratı olan Benlik postu seccadesini yere serdi. Ve secdede "ayn"ın "asl"ına ilâhi aşk mühürünü alın alına vurdu.
Muhammedî mi'râcın muhabbetine merhameten iştirak etti...
Râziyyeten secdesini, ikinci merziyyeten secdesi ile tamamlayan nefs teşehhüde hak (istihkak) kazandı, müstehak oldu.
Muhabbet etti merhamet buldu.
Muhammedî oluş şuûruna ulaşıp, mahviyette umud ummanında gark olup "Muhammedî Biz" damlalarından herhangi birisi oldu!.
Nefs-i safiye (zâkiye) adını aldı.
Cismi, ismi, sûreti, sîreti, İmam-ı Mutlak (sallallahu aleyhi ve sellem) i duydu, uydu ve tek tehvidde yok olup, Nefs-i Kâmileye kavuştu.

Artık halk içinde konuşurken "Ben" falan dese de hepsi lâfın gelişi ve halkın zihnini bulundurmamak içindir...

Biliyorsun ki salâtta iki rek'âtta bir kere şehâdet oturuşu vardır.
İkinci secdeden doğrulurken; önce baş kalkar, sonra eller ve oturulur.
Eller dizlerden destek alarak haşyet içinde kalkılır ikinci kıyama.
Eller bağlanır. Besmele ve Fâtiha okunur. "Âmiin..." denilir.
Besmele çekilmeden zammı sûre okunur.
Biz de tekasûr sûreyi celilesini okuyalım: önce meâlini verelim sonra zevkedelim:

Tekâsür Sûresi:

1- Tekâsür (çokluk kuruntusu), sizi oyaladı.
2- O kadar ki kabirleri ziyâret ettiniz.
3- Hayır! Yakında bileceksiniz.
4- Sonra hayır! (elbette) yakında bileceksiniz!
5-Hayır, asla! (gerçek öyle değil!) kesin bilgi (ilme'l-yakîn) ile bilmiş olsaydınız!
6- Muhakkak cehennem ateşini görürdünüz...
7- Sonra muhakkak onu çıplak göz görüşü (ayne'l-yakîn) ile görürdünüz (göreceksiniz)
8- Sonra (nihayet) Muhakak o gün ni'metlerden sorulursunuz (hesaba çekileceksiniz, mes'ülsünüz.)
(Tekâsür 102/1-8)

Mâsivânın (ALLAH'dan gayrisi) kimlik kartı olan ayn, a'yân-ı sabite; kendi kabiliyet, isti'dâd, görev, sorumluluk ve hakları özüne derc edilmiş dürülüp bükülüp, sokulup, yerleştirilmiş olarak "ASL" ından ayrılıp EL HAKK (celle celâluhu) âleminden halk âlemine (safiline) seyr-ü- sülûke başlayıp, tüm sistem Rübûbiyyet tevhidini ikrar edip şâhid olunca, sırası gelen bu âlemde zuhûr edince, aklı olup insan sûreti taşıyan kulluk tekellüfünü kabul edip imtihanı göze alan ve imkânla imtihan zemin ve zamanında burada olan insanoğlu....

Milyarlarca spermden birisi olarak anne karnındaki savaşı kazanıp, anne rahminin fıtraten bildiği bir noktasına yapışıp (alâka duyan: alâka) zigot (döllenmiş yumurta) bir çiğnem et (mudga), büyüme ve gelişme ihtiyaçlarının tüm bağlarının tevhidi olan göbek bağı....
Bir hücreden milyarlarca hücre...
Hârika terbiye ve hârika dizayn...
İlâhî "Kûn fe yekûn" projesi....
Harfiyyen uygulanış...
Elleri kapalı, ağzı açık ve ağlayan bebek....
Neşelenip gülen yakınları...
2-3 kg doğan tevhid testisini ana-baba o şehrin çamuruyla "et yiyen ot yiyeni, ot yiyen ise toprağı yer" düsturunca büyütüp 20-30 kg oldu diye alkış tutuşlar...
Bilenen hayat hikayeleri...
Sonunda elleri açık, ağzı kapalı (çenesi çekilmiş) son nefesini müsbet-menfi verip hesaba çekilen dede...
Ağlayan yakınları...
Ölenin hâli, ehline ma'lûm...
İşte hayat... Ve âhiri...
Maddî ve fizikî gelişim yanında mânevî ve ruhî gelişim içinde akıl, Muhammedî öğretim ve eğitim (Nakl) den mahrum kalırsa, ilâhî erdemî reddedip şeytânî benliğin kucağına düşer...
Bu âlemde herşey bir "Ben" dir. Benlik kesreti sonsuzdur.
Aslını şeytâna peşkeş çeken nefs eşkiyâlık krallığını ilân ve emânetlere ihânetler edince altı yüzü dıştan sırlı Benlik Kutusunda (benlik aynasında) her yönde ve her yerde kendisini görür ve "Ben, ben, ben..." diye tepinir durur...
Benim elim, benim başım, benim canım, benim evlâdım, benim malım, benim ırkım, benim dünyam...
Ve seninkinden daha tatlı, daha kıymetli, daha değerli, daha yüksek ve daha çok...
Nefsin doyumsuz hevâ ve heves fırtınası tüm kudsal değeleri yerle bir edip ömür boyu dinmez....
Lehâ: bir şeyle oynamak, bir şeyden pek hoşlanarak avunup kalmak, gâfil olmak ve gerçekleri unutup vazgeçerek oyalanmak.
Bu çokluk yarışı öylesine kızışır ki birbirlerini boğazlar ve cehâlet çılgınlığı yarışında geçip giden (ölü) leriyle de övünç için mezârlar ziyâret ederler... Ölü iken ölenleri de sayar yaşayan robot ölüler...
Hakkın inkârı olan benlik batağındaki bu kör döğüş ebedî sürmez... Sistemin Sahibi SUBHAN ALLAH Rabbü'l-âlemin: Asla... Böyle sürmez... Kesreti hak, vahdeti bâtıl sayıp da HAKK'ın âleminde akla ve nakle ihânet savaşı süremez....
Kesrette vahdeti yakında bileceksiniz...
Cehâlet cehennemine can atan özü ölü iken ölenleri önder edinip gitmekte olan insan nefsine, gönül gayreti galib gelince; hasların himmeti, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şefâatı (şifâsı) ile İlahî hidâyet nûru ulaşınca insan nefsi kendini bilecek (evvel-âhir-zâhir-bâtın) düşünecek ve aynını öğrenecek...
Muhammedî Salâyı duyup salâvât sılasıyla ulaşacak.
Sonra asla...
İşin sonucu ve sistemin evvel- âhir-zâhir-bâtın sahibinin kendisi olmadığını, asla olmadığını anlayıp Rabbü'l-âlemin'i bilecek asl'ı öğrenecek Muhammedî müşâhade ile gerçek hakkı olan mükerremlik makamına ulaşacak...
Elbette bilecek sözü harflerden değilde hakikatlerden oluşmuş ise gerçek asla onların benlik batağındaki kesrete tapma i'tikadı, ameli, ahlâkı ve hâli şeklinde değildir. gerçek şu ki; aklı ile nakle ulaşanlar yâni Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in ilâhî tevhid tebliğini, tenzirini ve tebşirini duyup uyanlar ve teslim olup ilâhî istikameti İmam-ı Mutlak (sallallahu aleyhi ve sellem)'e teslim ve tâbi' olarak yaşayanlar, Muradullah'a talib ve Emrullah'a tâbi' usûlü (anahtarı, yolu ve her şeyi) ise Muhammedî edebdir. Muhammedî edebe sıla edenler ancak kulluk seçeneklerinin sonuç kapısı olan cennet (saîdlere) kemâlâtını ve cehennem (şakîlere) cehâletini hakk olan ilme'l-yakîn ile bilirler, duyarlar ve inanırlar....
İşte böylesine Muhammedî şuûr ile bilselerdi gittikleri can cahimlerini cidden bilir de bir çâre ararlardı....
Bunun için Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e teslim olmaları yeterdi....

Teslim olup da imâm-ı mutlaka uyanlar ise bu gerçeği ayn'el yakîn olarak istikametin kıblesinden aldıkları aynî nûrla a'yân-ı sabiteleriyle (basar ve bâsiretten de ezel ve ilerde bir görüşle) gördüler...

Kesret âlemine düşünce karışan nefsin aklı, araştırıp gayret edip, Emrullahı, Habibullah (sallallahu aleyhi ve sellem) den dinleyip, teslim olup da "ilme'l-yakin"e ulaşınca yâni RABB'ısından razı olunca râziyyeten, tâbi' olduğu Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile "ayn"en Rabbü'l--âlemin'e tâbi' olmak istikametine "ayne'l-yakîn" koyulunca merziyyeten sırrına ulaştılar. Ve en sonunda her nefsin "ayn"ında saklı "Rabbanî Ahdullah emâneti" nin gereği imkânla (Meâric 70/32 bkz.) imtihan için sınırlı, sorumlu ve geçici (eğreti) olarak kendisine verilen emâneten ni'metlerden adâlet icabı tek tek sorulacaktır...
Nefs bu ni'metlere ne edip ne etmediğinden mes'ûldür, sorumludur ve hesab verilecektir.
Bunun ise Türkçesi "hakke'l-yakîn"i görüş olacaktır.
Elbette seçilmiş (nebî) olmayan insanlar arasında Habibî haslar (Ehlullah, Evliyâullah) vardır ve ayne'l-yakinî bu âlemde yaşamayı başarmış ve nefsi zâkiye veya nefsi safiye denilen makamda mükerrem nefs sahibi olmuşlardır.
Dünya korkusundan ve âhiret hüznünden beri kılınmış, Ebrar, Ebdâl, Ahrâr, Ahyâr olan Muhammedî Âlim, Ârif, Kâmil, Âşıklara her hücremizden ve her söz, sohbet, zevk ve hazzımızdan sâlât-ü-selâmlar olsun...

Muhteşem Muhammedî muhabbet ve merhametleri gereği hâlihazırlda "BİZ" e HAKK'a kulluk hususunda hasbî hizmet ve himmetlerini istirham ve recâ ediyoruz...

Azîz kardeşim,
Hamdolsun Rabbü'l-âlemin'imize ki biz şunun bunun gözlüğüyle değil de aynı zamanda Abdullah da olan Muhammed Aleyhisselâmın gözüyle aynı seviyeden aynı şeyi görüyoruz.
O'nun imân seviyesi ne ise bizim ki de odur.
Ne eksik ne fazla....
Resûlullah olan Muhammed (aleyhi's-selâm)'ın sözünü duyar, uyar ve karışmayız...
Aynı seviyeden sözümü çok görme...
Sırr-ı sıfır seviyesi, tıpkı deniz seviyesi gibidir.
Gözü deniz seviyesinde olan aynı seviyede olduğundan aynı şeyi görür. Çocuk çocukça, ergin ergince, kâmil kâmilce...
Ancak asla gemiyi fil görmez....
Muhammedî gönül bağını (sırr-ı sıfırı) anlatmadan geçemeyeceğim... Yoksa kafanı karıştırıp, bırakıp gitmiş olurum...
Bu ise bizde olamaz...
Eni 2 metre, boyu 3 metre, yüksekliği 4 metre olan yarısı su dolu bir sarnıç (havuz) olsun.
Hemen yanında ise eni 1 mt. Boyu 1 mt yüksekliği 6 mt olan su ile dolu bir su kulesi olsun.
Havuzda 2x3x2= 12 m3 su vardır ve su seviyesi 2 mt yüksekliktedir.
Kulede ise 1x1x 6= 6 m3 su vardır ve su seviyesi 6 mt yüksektedir.

Bu iki su kabını kalblerinden gönül bağı ile bağlarsak (bir boru ile birleştirip irtibat vanalarını açarsak) kuledeki yüksek (maxsimum) seviye ile havuzdaki alçak seviye (minimum) eşitleninceye (optimum: i'tidâl) kadar kuleden havuza su dolar...
Sonra seviyeleri eşitlenince alış veriş durur.
Ortak seviye 2, 57 mt olur..
Havuzun yerinde Ak Denizde olsa aynı şeydi...
Neticede Kule; havuzun veya Akdenizin sırr-ı sıfır seviyesinden sonsuz ufuklarda sistemin sahibini seyreder ve sesini duyar...
Muhammed (aleyhi's-selâm) tüm sistemin (hâliyle ins ve cinsin) teslimiyyet okyanusudur.
Benlik dağlarında benlik buzulları ilâhî rahmet (güneş, rüzgar, yağmur, ihsân v.s.) ile eriyip kader vadilerinden boz bulanık, durgun yorgun her nasılsa aka aka esrâr sahillerinde umud ummanına kavuşunca Muhammedî Biz damlaları olurlar...
Kendi kişisel kimlikleri yoktur.
Ancak, İndallah ve gerçekte onun bildiği ve elân var olan Muhammedî bir damlacık kulu vardır "olan" okyanusunda... "Ben!" desem, ben Muhammedî derya değilim...
Onun için Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in ağzı ve sesi ile kelâm Kelâmullaha iştirak ediyorum ve diyoruz ki:
"Biz ancak Sana ibâdet (kulluk) ederiz. Ve ancak Senden dileriz!"

ZEVK 2499

Zâhir zuhûratın zevki, HASAN DAĞI'n zirvesinde
"Kûn fe yekûn... Şe'enullah, kuşların ıslık sesinde
Tıpkı, ÇİLE DAĞI gibi: Her nefeste › bir derece,
Her adımda parpazlıyor... CAN KUŞU ›KALB KAFESİ'nde...


19.06.2003- 09:58
(Hasan Dağı 3268 metre zirvesinde Kul İhvânî - Hakan Ârif ve ekibi...)



OLMAZ...

Âşıklık çiledir gerisi lâftır
YASİN'in Sadrında SAD-NUN'la KAF'tır
âşıklar sinesi ezelden saftır
Câhil kalbi kör aynadır cam olmaz...

Resim

Yanardağlar gibi közün özünde
Şükrün- şikâyetin sitem sözünde
Yine bulut bulut keder gözünde
Bir de dersin âşıklarda gam olmaz...

Resim

Kulluk kemâlâtın Tevhid Tacıdır
Ürûc'u rücûsu AŞK Mi'râcıdır
Tatlı meyvelerin çağlası acıdır
Bu bazarda olgun olmaz ham olmaz...

Resim

İnsan kendin bilse aslı topraktır
Hazır-Nazır RABB'ın kulu olmaktır
Mutlak kâmil olan Cenâbı HAKK'tı
Kul olanın kemâlâtı tam olmaz...

Resim

Kaderi- kazası Dost: "Kalû: Belâ..."
Hûseyinî sedâ aşka esselâ
Bedenine beşik olmuş KERBELÂ
"Baş"ı olmazsa Şe'en Şehri ŞAM olmaz...

Resim

Gönül garın gizlen mest-i meçhûl ol...
Halk hor görsün varsın, HAKK'a makbul ol
Her zaman heryerde herhâlde kul ol
Dem bu demdir... Bundan başka dem olmaz...

Resim

Yanarsan YÂR-e yan ağyâre yanma
Hakikatsız hayal yâr olur sanma
Yerler yağlı sarhoş nefse dayanma
İt kılından kendir bağı gem olmaz...

Resim

HAKK'ı, hakk bilmektir aşkın kemâli
Huzurunda Hazır-Nazır hemhâli
Canların cenneti Celâl Cemâlî
CANAN cem'de, Cihân 'Ce"si, "Cim" olmaz...

Resim

Aslımız bir deniz bölge-bölgedir.
Aşk esince CAN'dan coşan dalgadır
"Mevcûd", "VÜCÛD" değil, hayal-gölgedir
Tevhid hakktır, HAKK'dan başka "KİM" olmaz...

Resim

İHVÂN'm i'tikad sâlih amele
AHMEDÎ ahlâkın kalbî kemâle
Kabe kavseyn şifâsında cemâle
Muhabbette MUHAMMED(sav)'siz "MİM" olmaz...

Gönderilme zamanı: 24 May 2008, 12:24
gönderen kulihvani
Naz-Niyaz NAMAZı
Sall SILAsı…

Latif YILDIZ


Resim

BÖLÜM V : SILA SALÂTI VE NAZ - NİYAZ NAMAZI


5.1. SALÂVÂT SILASI - SALÂT ZEVKİ

Maksadımız Muhammedî tasavvuf penceresinden salâtı arzetmektir. Muhammedî şuûra ulaşanlar arasında asla riyâ ve yalan yoktur hamdolsun...
Neden olsun ki; onlar öylesine erdem erleridirler ki; geçmişe bağışlanma ve tevbeleri bir, geleceğe hak ve hayr duaları bir...
Şu anda olan (yaşanan, kaderin kazası gereği hükm-ü hakk: olan'a) rıza gösterip: Nefsin (ve aklının) hoşuna giderse şûkür, gitmezse sabırda bir... İmân eden, sâlih amel ehli olan ve hakta ve sabırda vasiyetleşen vuslât damlaları....
Emrullah'ın tümünü harfiyyen ve Muhammedî metodla işleyip sevâbını sahibinin (Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)) ortak hesabına anında aktaran, kevser havuzuna gönderip nefesine; hatalarınla baş başasın, sevâb bekleme ve gayret et. Fırsat geçirmeden..
" Hatalarına istiğfâr ve tevbe et..." diyen yağız yiğitler...
İsim veremeyeceğim amma şu anda Antalya'da yaşayan bazı arkadaşlarımın da tanıdığı bir zâta bizden bahsetmişler...
"Gelsin de hesablaşalım..." demiş...
Bir arkadaşım onun parsellerinden birine 13 kat bir bina dikiyordu. Şantiyeye götürdü.
76 yaşında ak saçlı cıvıl cıvıl mavi gözlü, samîmî ve tedirgin bir kimse idi... Masanın üzerine kalınca bir defter çıkarıp koydu.
"Sen de çıkar neyin varsa..." dedi.
Bende boş ve küçük bir kağıt ve kalem vardı gerçekten...
"Al oku defterimi tasavvuf deyip durmayın, gelin, çıkın işin içinden. Dünyayı Konya'yı da bilirim... Falan filân!" dedi.
Ve elini sertçe masaya vurunca: "Bana bak yaşlı baba... İçin yanıyor sanıyordum, kulaklarından ve burnundan duman çıkmaya başladı... Kendi defterini erkekçe kendin oku ve anlat da anlaşalım..." dedim.
O ise sola dönüp şu adadaki bloklardaki katlardan 78 tanesi benim, şu ilerdekilerden 110 u benim ve..." derken:
"Anladım! Malı mülkü atla..." dedim.
"İlk karımdan ayrıldım. Bir oğlum bir kızım vardı. Üçü de mal vermedim diye birleştiler bana bunak da'vâsı açtılar... Kendimden 40 yaş küçük bir hanım almıştım. 11 yaşında bir oğlum var" dediğinde:
"Geç geç..." deyince: "Gözlerinden yaşlar boşandı ve
"Ben gece uykusu bilmiyorum; evlerimin sayısı, odaların ebatları, rüyâma girip uyandırıyor... Evde bir 9 lu tabancam var. Pek çok kere karşılıklı konuştuk ama, tetik çekilemedi v.s.... Ve ölümcül bir hastalığım var. Ömrüm boşa geçmiş ve artık toparlanmam imkânsız..." diyordu...
Ve dönemiyordu...

Bunları şunun için arz ettim ki Muhammedî tasavvuf ayık akıl ve saf nakl işidir.
Uyur, uyurgezer ve sarhoş aklın oyuncağı tasavvur tasavvufu ise, kapı kapı ev servisi yapan softalarca satılıp - alınıyor...

İ'tikad: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) e tam teslim ve tâbi' olup getirdiğine imân ve Rabbü'l-âlemin'ine itâat, itimad ve güvendir.

Kesret içinde yüzen birisine vahdetten söz etseniz "kaç tane daha var?." der.
Vahdet ise tekliktir ve "bir"liktir. Vahdet-i mevcûdu (kâinât) vahdet-i vücûd sanan ve anlayanların, taşkınlık ve şaşkınlıkları meşhurdur. Elbette vahdet-i vücûd bir kemâlât makamıdır. İmam-ı Rabbani Hazretleri mektubâtında "bu makamda 14 yıl kaldım" demekte ve vahdet-i vicdân olarak yorumlamaktadır.

El evvel-El âhiru- El Zâhiru- El Bâtinu olan ALLAH Tealânın vahdaniyyeti mutlak ve kesindir.
"Vahdet-i Vücûd dersek bizi de katarız haa..." gibi olması mümkün olmayan ve anlamsız sözleri;
Firavun'un çıkıp da: "Ben en yüce RABB'ınızım..." sözü gibi abes, boş ve gereksiz buluyorum...

Zirâ; Vahdet-i vücûd, vahdet-i şühûd, vahdet-i sücûd ve vahdet-i ühûd; nefsin, ilâhi vahdaniyyet karşısında (sırat-ı hayat köprüsünden geçerken) sırat-ı müstakîm üzere yürüdüğü kader çizgisinde kendi kemâlât makamlarındaki durum değerlendirmeleridir.
Vücûd şühûd sücûd ühûd (ahdlerin verildiği) makamına (yerine) gelen nefs, Bezm-i Elest gerçeği ile buluşur...
Götürdüğü gerçek ise Rabbü'l-âlemin'e: "Vallahi ben imkânla imtihan âlemine gittim, yaşadım, anladım ve şâhid oldum ki "Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve Eşhedü enne Muhammeder Resûlullah" sözü olacaktır.
Elbette Merhametullah ve Mülküllahı bilmektedir ve şüphesi de yoktur!.., Namaz dinin direğidir.
Çünkü tekemmülün tümüne câmi'dir. Mi'râctır.

Tasavvufî terim ve anlam münâkaşalarını bir tarafa bırakıp işimize bakalım:


1- Namazda kıyam vücûdî bir makamdır :

Tüm letâifler beden kabında elif gibi ayakta eller bağlı ayaklar sabit (kaymaz) hâlde kulun benliğinin kendini ve RABB'ıni bilmesi ezel verdiği sözü, ilâhi sözle (Kelâmullah) doğrulaması ve arzedişi...
İlmullahdan isti'dâdınca (vehbî) olanı iktisabınca (kesbî-çaba, gayret iş) yaşayış....
Kıyam ve kırâat makamı....
İnsan beden içindekilerle birlikte (can cisimde) seccade üzerinde ayakta dimdik durmaktadır.
Bu hâli, bu zaman ve bu zeminin gerçeğidir.
Rabbü'l-âlemin'i ise Hazır-Nazır bilmektedir.
Bir şey olmaktan ve benzetmekten tenzih ettiği RABB'ısını kendisi gibi bir mahlûk (heykel) olarak karşısında görmek ihtiyacı asla yoktur.
İçte şah damarından da yakın ve dışda küllî şey'in muhit (kapsamış, yutmuş) olan RABB'ısını vücûda girmek v.s.den tenzih eder. Ve emredildiği gibi esas duruşta kulluğunu arza çabalar...


2- Namazda rükû' şühûdî bir makamdır :

Benliğini ve Rabbü'l-âlemin'in azametini bilen ve anlayan ve şâhid olan nefsin, sınırlı ve sorumlu benliğini kendisine bahşeden RABB'ısının bu lûtfünü irade ile ters dönmüş ve benliğinden vazgeçmiş "lam" gibi başını eğişi, sözün sohbete dönüşüp nefsin sahibini buluş şühûdu.
Tenezzûl tevâzu' ve tesbih ve hamd makamı...
İnsan nefsi hakkı ve hayrıda anlamakta aynı derecede kabiliyet ve isti'dâd sahibidir.
Akıl nûrunun verilişine ana sebeb de bu yöndür.
Kıyamda kendini ve RABB'ıni bilen nefs kulluk kemâlâtında benlik başını eğerek Bezm-i Elestte verdiği Rübûbiyyet tevhidine şehâdetini şühûdî olarak yeniler.
El Azîm olan RABB'ıni tüm noksanlıklardan beri kılar.
Rabbü'l-âlemin'in imkân âleminde başka Rablerin olmadığına ve olamayacağına şühûdî şehâdetini sunar...
Ve hamdini ekler...


3- Namazda secde sücûdî bir makamdır :

Nefsin benliğinden geçiş gereğini idrak ederek gölgesini (kendini) gizlemeden yok biliş ve RABB'ısına teslim edişi 7 letâifin teslimiyyetinin Rabba rücû secdesi ve istikametinin ürûc secdesi...
Kıyamın karşılığı kariblik (yakînlik).
Muhammedî şeddeli Mim'in RABB'ısıyla Zevk Mahalli ve rücû ve ürûc mir'âcı...
Merkezde ve muhitte mi'râc...
Rübûbiyyet tevhidine bu âlemdeki yaşamı sonucu şâhid olup imân ve ilân eden nefs kalbe girmeye ve kalbî nefs olmaya hakk kazanmıştır.
Geçici varlığının gölgesini bedeni altına toplama vakti gelmiştir.
Her hücresini temsilen 7 organı ve âleti (2 ayak, 2 diz, 2 el, 1 baş ile) üzerinde (7 ayaklı bir masa gibi) RABB'ısına secde eder.
Kudretullahı (potansiyel azamet, güc) anlayan aklıyla "El A'LÂ olan RABB'ını tüm akıl içi ve akıl dışı benzetme ve noksanlıklardan uzak kılar. 7 ayaklı masa benzetmesi doğru ve gerçektir.
Teknikte 3 noktadan bir düzlem geçer ve bu ilk denge hâli ve denge, düzen ve itmînânın ilk şartıdır.
Secdede ise 7 mesned noktası olup, yedigen içinde 35 üçgen oluşur ve 35 üçgenle minumum denge şartı sağlanır.
Dörtgenler dengesi 35, beşgenler dengesi 21, altıgenler dengesi 7, yedigen dengesi ise en mütekamili ve en emniyetlisi olup 1 tanedir.
Toplam 99 denge mevcûddur.
Nefsin bu derûnî dengelere ulaşmasının ne demek olduğu ise ehlince bilinir ve tek 1 secde de 99 esmâ esrârı yaşanır...



Resim

4- Namazda teşehhüd oturuşu uhudî (ahdî) bir makamdır:

Hakikate şehâdetle mi'râcî vuslatta hayrette hayrân kalıp "dâl" gibi diz çök oturup, Dâim, Kaim, Hazır, Nazır ve Murakıb olan RABB'ısını hazzetmek hâlihazırl huzurdaki hâli ki hazz...
Tıpkı Cenab-ı Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Muhammedî mi'râcında bizzât yaşadığı hârikalar karşısında ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'e: "Ettehiyyatü lillahi vesselâvâtü vettayyibâtû...." buyurmasına karşılık ALLAH Tealânın: " Esselâmû aleyke yâ eyyûhennibiyyû ve rahmetullahî ve berâketihu!" buyurması.
Resûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimizin rahmetin kendisi olan zâtının gereği gayretkeşliği ile: "Esselâmû aleynâ ve ibâdillahis sâlihin!" buyurmasına meleklerin ve RABB'ını bilir ruhların el birliğiyle canla başla: "Eşhedü en lâ ilâhe illellah ve eşhedü enne Muhammede'r resulullah" demelerini izler duyar ve uyar...
Bunca lütûflara nâil olmasına vesile ve ni'meti uzma: azim ni'met olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e sıla ve Salâvât eder. Kendine dönünce ise sağa (ashab-ı yemine, saîdlere) selâm verir.
Rahmetullahı diler. Sonra sola (ashab-ı şimâle, şakîlere) de selâm verir. Rahmetullahı, islâh ve iflâh olmalarını diler...
"Allahümme ente's- Selâmü ve minke's- Selâm:ALLAH'ım selâm sensin.
Ve salâtı selâm sendendir. Bereketli kıl celâl ve ikrâm sahibi..."
diye dua ile salâtını bitirir...
Teslimiyete ve istikamete hidâyet buyuran RABB'ısına sırr-ı sıfır secdelerini yapan nefs ikinci secde sonunda ruhî nefistir...
Ve âhirdeki Ulûhiyyet tevhidine kendi şehâdetini sunmak için diz çök oturmuştur.
Elleri dizi üzerinde teslim ve kalbin istikameti kâmildir.

Neden uhudî (ahdler) diyoruz:
Çünkü insan evvelde RABB'ının Rübûbiyyet tekliğini (tevhidini) kabul edip şâhid olmuş ve bu ahdinde durmak emânetini yüklenerek bu âleme imtihan olmak için ALLAH Tealâ ile ahdedmişti...
"Âhirinde de,sözümde duracağım!" demişti.
Evvelde peşin şâhid olmuş âhirin son sözünde Ulûhiyyet tevhidi olacağına dair söz verip andlaşma yapmıştı.
Tüm saptırıcıların lideri, olan şeytâna ya da şeytânın arkalarına gizlendiği ilâhlaşmış azgın tagutlara v.s. tapmayacağına, sadece ALLAH Tealâ ya tapacağına ahdetmişti....
Teşehhüd oturuşu bu ezel sözünün ahdinin tahakkudur ve uhudû (ahdî) dir.
Bu dörtlü ise (vücûd, şuhûd, sücûd ve ühûd) ayrıca ve kendi içinde bir ilim, irade, idrak ve iştirak tevhididir...

Gerçek tasavvuf; çeşitli şekilde ve hâllerde elde edilipte birleştirilen mozaik parçalarından oluşan görsel bir statik (yalıtkan, durağan, sabit, ölü) sanat asla değildir.
Muhammedî tasavvuf; ilmek ilmek bir halı gibi dokunan, nefes nefes okunan ve yaşanan dinamik (iletken, üregen, hareketli, diri) ve tercih edilen bir hayat tarzıdır.
Önümüzdeki tek ve kesin örnek Muhammed (aleyhi's-selâm) ın Abdullah olan yüzüne uygun bir söz (i'tikad), amel (fiil), ahlâk ve hâl hayatı ve haylığıdır.
Resûlullah olan Muhammed (aleyhi's-selâm)'a gelen ilâhi tebliğ emrinin içeriği ve uygulaması böyledir. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in getirdiği kesin kuralları Abdullah (sallallahu aleyhi ve sellem) aynen uygulamış ve uygulayış tavrı, tarzı ve stili sahih haberlerle sûnnet-i seniyye olarak bize intikal etmiştir.
Tıpkı Kur'ân-ı Kerîm'in intikali gibi....
Kur'ân-ı Kerîm'de bildirilen mi'râc hadisesinde Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile Rabbü'l-âlemin'in arasında kişiye özel özellik, güzellik ve hâller mutlaka yaşanmıştır.
Bizi ilgilendiren (lâzım ve lâyık) bölümleri bize aktarılmıştır.
Amene'r resulû âyet-i celileleri, namaz vakitleri ve teşehhüdde okunan Ettahiyyatû bunlardandır.
İkinci secdeden sonra teşehhüd miktarı oturması farz olan insan; ilâhî ihsâna ulaşımını tamamlamak için şehâdetini Rabbanî, Muhammedî ve melekî bir bilelikle sunar ve bu imkânı sunmakta muhabbeten, merhameten hasbî hizmeti geçen Habibullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e salâvâtını (sıla arzularını) meleklerle birlikte ulaştırır ve dua edip selâmlarını verir.

Mi'râcda Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Rabbü'l-âlemin'e: Ettahiyyatü lillahi ve's-salâvâtü ve't tayyibâtü: Tahiyyem, ilâhî dirilişim, selâmlamam, sıla arzularım, vuslat dileklerim, ayıplardan arınmış, güzel ve hoş ulaşımım ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL için..." buyurunca ALLAH Tealâ, bu selâmına karşılık: "Es-selâmu aleyke yâ eyyühe'n-nebîyyü ve rahmetullâhi ve berekâtühü: Ey Nebî! ALLAH'ın selâmı, rahmeti ve bereketi sana olsun..." buyurdu.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ise: "Es selâmü aleynâ ve alâ ibâdillahi's-Sâlihin: ALLAH'ın selâmı "BİZE" ve ALLAH'ın sâlih kullarına olsun..." buyurdu.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Kelâmullahla zâtına verilen Selâmullahı, mü'minlere Raûfu'r Rahîm olduğundan (Tevbe 9/128 bkz.) dolayı önce "BİZe" buyurarak, Biz Muhammedîleri bilelik birliğinde zikredip, ALLAH Tealânın sâlih kullarını (Nebîler, geçmiş ve gizli ALLAH Dostları ve melekler gibi) da Selâmullaha dâhil edince melekler coşagelip birlikte: "Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah!" diyerek iştirak etmişlerdir. Sahih hadisde bildirilmiştir.

Biz de teşehhüd (şâhidlik) oturuşunda aynen okuruz. Selâm'ın kendisi olan Rabbü'l-âlemin'e tahhiyyemizi sunar, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e, bize ve ALLAH'ın sâlih kullarına Selâmullahı sunarız. Şehâdetimiz olan Ulûhiyyet tevhidini birlikte perçinleriz.
Tevhidi şehâdet tahiyyemizden sonra ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in emri (Ahzab 33/56 bkz.) ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in kesin tatbikatı ve hakkı gereği salâvât okuruz ki imâm-ı Şâfiî ve İmamı Hanbelî, ikinci teşehhüdde salâvât okunmasını farz kabul etmişlerdir. İmam-ı Azam ve İmamı Mâlik ise müekked sünnet kabul etmişlerdir.
Salâvâtın sahih-i Buharî deki sözleri ise :

Resim--- Ebu Mes'ud el Bedri (radiyallahu anhu) der ki: Biz Sâd bin Ubâde'nin meclisinde otururken Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) yanımıza geldi. Kendisine Beşir İbni Sâd: "Yâ Resûlullah! Bize ALLAH Tealâ, sana salât okumamazı emretti. Sana nasıl salât edebiliriz?" diye sorunca Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle söyleyin: "Allahümme salli alâ Muhammedîn ve alâ âli Muhammed, kemâ salleyte alâ İbrâhime ve bârık alâ Muhammedîn ve alâ âli Muhammedîn kemâ bârekte alâ âli İbrâhime inneke Hamîdun Mecîd." buyurdu ve selâmda bildiğiniz gibi (ekledi.)"
(Buharî)

Efendimiz, her şeyimiz, sahibimiz ve Peygamberimiz Muhammed (aleyhi's-selâm)'a şükran, sevgi, saygı, sıla ve vuslat arzularımızı sâmimiyetle sunmuş olduk.
Bizim için dualar ederiz.
Meşhur olan iki hadis-i şerîfle:

Allahümme Rabbenâ âtinâ fid-dünya hasenâten ve fi'l-âhireti hasenâten vakinâ azabe'n-nar ve edhi'lne'l-cenneti ma el-ebrâr yâ Azîz yâ Gaffâr: ALLAHım! RABB'ımız! Bize dünyada ve âhirette güzellik ver. Ve bizi ateş azabından koru! Ve iyilerle cennete dahil et! Ey herşeye gücü yeten Azîz ve Ey çok bağışlayıcı...
Allahümme rabbiğfirli ve li valideyye velî'l-mû'minüne, ve'l-mü'minât yevme yâkimü'l-hesâb: ALLAHım! RABB'ım!Hesab vermeye kalkıldığı günde beni bağışla... Ve anam-babamı ve mü'min erkekler ve mü'min kadınlar için de bağışlamanı diliyorum..." deriz.
Sonra sağa "Esselâmû aleyküm ve rahmetullah" selâmıyla islâh olup iflâh olan Muhammedîlerle melekleri selâmlarız. Aynı şekilde sola selâm vererek kader Kaderullah islâh olup iflâh olmak için Muhammedî merhamet ve muhabbetle hasbî hizmeti bekleyen henüz ayıkmamış ancak ayıkacaklarına inandığımız potansiyel Muhammedîlerle yine görevli melekleri selâmlarız.
Başımızı her iki tarafa da tam dönüp omuz başlarımızı görürüz.
Selâmlar, Ashab-ı yemin ve ashabı şimâl ile de alâkalı olabilir...
Ne var ki Biz Muhammedîyiz ve Muhammed (aleyhi's-selâm)'ın merhamet hamamına girebilen Firavun'un bile temizlenip Musa (aleyhi's-selâm) olarak çıkacağına kesinlikle kani'yiz...
Bütün günahları, temiz tevbe ile bağışlayacağını ilân eden ALLAH Tealâ'nın Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem)'e teslim olanın istikameti ilâhî ihsâna çıkar.
Tevbe istiğfâr hata ve günahları siler, paklar ancak; hep söylüyoruz ya canlı hakkına çok dikkat etmek lâzım...

Selâmlardan sonra 3 kere istiğfâr getiriyoruz:
"Esteğfirullahel-Azîm, Esteffirullah el-Azîm, Esteğfirullah el Azîm el Kerîm ellezi lâ ilâhe illâ hu el Hayyu'l-Kayyum ve'etubi ileyhi: El Azîm olan ALLAH'dan bağışlanmamı diliyorum. El Azîm, El Kerîm olan ALLAH'dan bağışlanmamı diliyorum ki; O'ndan başka ilâh yoktur. O zâti itibâriyle (kimseye muhtaç, olmadan kendinden) diri ve dâimi varlığa sahib olup ve ben O'na tevbe edip dönüyorum..."
Gereği gibi salât edemedim diye...

sonra: "Allahümme ente's-Selâmu ve minke's-Selâm. Tebârekte yâ ze'l-Celâli ve'l-İkrâm!.:ALLAHım! Es-Selâm sensin ve Es-Selâm sendendir. Ey celâl ve ikrâm sahibi olan (es-selâmı) bereketli (bol, bitek, hep artan, kaynayan kaynak) kıl!"
Âmin...

Bunca mânevî lütûf, ikrâm ve ihsânı salâtımızla hibe edip hasbî bağışlayan ALLAH Tealâyı:
"Subhanallahû ve'l-hamdulillahi ve lâ ilâhe illallahu vallahu ekber velâ havle velâ kuvvete illâ billâhi'l-Âlîyyû'l-Azîm: ALLAH (celle celâluhu) Subhandır (noksanlıktan beri), ve hamd (aklî ve naklî övgü) ALLAH (celle celâluhu) içindir... Ve ALLAH'dan başka ilâh yoktur. Ve ALLAH Ekberdir (en yüce ve uludur) Ve bunları gerçek anlayıp gereğini yapabilecek havl (potansiyel güc) ve kuvvet ancak EL ÂLÎYYÜ'l-AZÎM olan ALLAH (celle celâluhu) dadır.
Veya bu söylediklerimi anlayabilip yerine getirebilme gücü ve kuvvetinin gerçek sahibi olan ALLAH'ımdan havl ve kuvvet diliyorum.
O'nu vekil kılıp O'na sığınıyorum, O'na dayanıp ve O'na güveniyorum... gibi düşüne biliriz...

Hep birlikte Ayetü'l-kursiyi eûzû besmele ile okuruz.

Resim--- "ALLAH, O'ndan başka ilâh yoktur; O Hayydir, Kayyumdur. Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama. Göklerde ve yerdekilerin hepsi O'nundur. İzni olmadan O'nun katında kim şefâat edebilir? O kullarının yaptıklarını ve yapacaklarını bilir. (O'na hiçbir şey gizli kalmaz.) O'nun bildirdiklerinin dışında insanlar O'nun kürsîsi gökleri ve yeri içine alır, onları koruyup gözetmek kendisine zor gelmez. O yücedir, büyüktür."
(Bakara 2/255)

Kürsî: taht ise de, biz âcizâne Rabbü'l-âlemin'in küllî şey'e Zâti sahibliğini, "kûn!" ile kâinât hâlinde göstermesi şeklinde anlıyoruz...

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kur'ân'da en büyük âyet, Âyetü'l-Kürsîdir. Onu okuyana ALLAH bir melek gönderir, onun hasenâtını yazar. İçinde okunduğu evi şeytân 30 gün terk eder. O eve 40 gün sihir ve sihirbaz giremez. Yâ Ali! Bunu evlâdına, ailene ve komşularına öğret!" buyurmuştur.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Günlerin önemlisi cuma. Sözlerin üstünü Kur'ân, Kur'ân'ın en önemli sûresi el Bakara, Bakara'nın en büyük âyeti de Âyetü'l-Kürsîdir." buyurmuştur.

Sonra 33 kere "Subhanallah, 33 kere "Elhamdülillah" 33 kere: " ALLAHÜ EKBER" ve 1 kere " ALLAHÜEKBERu lâ ilâhe illallahu vahdehu lâ şerike lehu lehu"l mülkü ve lehü'l-hamdu Ve hüve alâ küllî şey'in kadîr. Subhane Rabbiye'l-Âlîyyû'l-a'lâl-vehhâb!": ALLAH uludur. ALLAH dan başka ilâh yoktur. Vahdaniyyet O'nun olup ortağı yoktur. Mülk O'nundur. Hamd O'nundur ve her bir şey üzerine (kaza, kader, irade ve meşiyyeti ile) dilediğini yapabilme gücüne sahib muktedirdir. Kendine yapılan samîmî, candan ve ciddî dönüşleri (tevbe) çok çok kabul edici, ve yüce olan RABB'ımı noksan ve kusurlardan tenzih ederim...

Gönderilme zamanı: 25 May 2008, 17:04
gönderen kulihvani
Naz-Niyaz NAMAZı
Sall SILAsı…

Latif YILDIZ


Resim

BÖLÜM V : SILA SALÂTI VE NAZ - NİYAZ NAMAZI

Resim


5.2. SALÂT VE KUR'ÂN DUASI


Dua için ellerimizi Subhanî semâya açarız:
Muhammedî teslimiyyet gereği en önce euzû besmele, sonra istiğfâr ve hamdederiz. Salâvât getirir, işimiz ne ise (dua ise dua) onu yaparız ve sonunda da salâvâtla duamızı salâvâta sararız.
İki tarafında salâvât olan dua iki kanatlı kuş gibidir.
İlgili hadis-i şerîfler geçmişti.
Dua ile ilgili açıklamalar "Muhammedî Tasavvuf" kitabında olmakla berâber irticâlen kısa bir dua yapalım:

"Allahümme salli âlâ seyyidinâ ve Mevlânâ Muhammedîn Abdike ve Nebîyyike ve Resûlüke ve Nebîyyü'l-ümmîyyi ve âlâ âlihi ve elh-i beytihi ve ashabihi"

Bi rahmetike yâ Erhame'r Rahîmin! İrhamnâ: Geçenlerimize rahmet et! Onları bağışla ve ehl-i cennet kıl, kabirlerini cennet bahçesi ve konuklarını meleklereyle.
Dünyaya gelmemize sebeb olan ana-baba ve ceddimizden razı ol ve onları bize şefâatçi ve hayırla karşılayıcı kıl...
Üzerimizde bulunan haklarını yerine getirmemize ve sâlih evlâdları olmamıza yardım eyle.

Bi rahmetike yâ Erhame'r Rahîmin! İrhamnâ! Kıyâmete kadar gelecek neslimizi necib, ari, temiz, göz sürûru, Muhammedî ve Ehl-i Beytî kıl...

Bi rahmetike yâ Erhame'r Rahîmin! İrhamnâ! Anamıza, babamıza, bize, eş, çocuk, kardeş ve akrabalarımıza, komşu, arkadaş ve bizden dua bekleyenlerimize ve Ümmet-i Muhammede merhamet et! Merhametlilerin merhametlisi Sensin Sen!

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in duası ile: Allahümme islâh ümmet-i Muhammed... Allahümme ferice an ümmeti Muhammed! Allahümme irham ümmet-i Muhammed... ammeten...: ALLAHım! Ümmeti Muhammedi (din, dünya ve âhiretinde) islâh et! Senin Zât-ı Âlî'yin ve onların bildikleri sonsuz sayıda problem, derd, çile ve kör düğümlerine bir ferec (çözüm çıkış ve kurtuluş yolu) ver...Bir kerem kapısı aç...ALLAH'ım! Ümmet-i Muhammede umumen; iyi-kötü, güzel-çirkin, sâlih - fâcir v.s. ayırmadan cümlesine merhâmet et... Rahmetenli'l-âlemin olan sahibimiz ve her şeyimiz Muhammed (aleyhi's-selâm) yüzü suyu hürmetine hidâyetini ver! Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in şefâat (şifâlar)ini; Ehlullah, Evliyâullah ve tüm Hakk Dosdlarının himmetini (muhabbet ve merhametle hasbî hizmetlerini, iyilik dilek ve teşviklerini) nâsib eyle ki; ihânet ve dalâlet zom uykusundan uyanmak; cehâlet uyurgezerliğinden kurtulmak; gaflet sarhoşluğundan ayıkmak için kalblerimizde Muhammedî gayret oluşsun...

ALLAHım! Bizi islâh et, iflâh et, mûin (yardımcı) ol, tevfikini refik (yoldaş) eyle! Hakk ne ise nâsib ve müyesser eyle! Hüsnü hatime (iyi sonlar) nâsib kıl... "Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Resûlullah, şehâdet şerefine bu dünyada ulaştır. Ve gölgesinde ebedî yaşat...

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyruğu: Rabbî yâ'sir velâ tuassir! Rabbî temmim bi'l-hayr! RABB'ım (RABB'ımız)! Kolaylaştır ve zorlaştırma... RABB'ımız hayrımızı tamamla...
Ey Yüce RABB'ımız! Dinimizde, dünyamızda ve âhiretimizde kulluk gereği ve görevi işlerimizi kolaylaştır ve zorlaştırma...
Hakka inanıp hayr işlememizi ilhâm et ve tastamam eylet...
İşimizi (hesabımızı) hak ve hayrı üzere burada tamamlanmış olarak bitir...

RABB'ımız! Kâinâtı, bizi, amellerimizi ve dilemelerimizi dahi yaratan Sensin, Sen...
Hakkı ve hayrı kalbizime ilhâm et! İşlememizde izin ve inâyet eyle... Hakka inanıp hayrı işlemekte bizi sabırlı kıl...
Nefsimizin; "olsun!" Veya "olmasın!" dayatmalarından, hevâ, heves ve şeytânî isteklerinden ve şerrinden; şeytânların ve şeytânlaşmış insanların şerrinden sana sığınıyoruz.
Dinimiz, dünyamız ve âhiretimizde zarar verecek fitne ve şerlerden de Sana sığınıyoruz...

RABB'ımız Şe'enullah nabızı atıp dururken "Kûn: ol!" tezgâhından dokunan tecellî edip önümüze çıkan "olan!" ları hükm-û HAKK bilip Hükm-ü Hakk'a sabretmeyi (Kalem 68/48 bkz.) Rıza ehli olup razı olmayı;
Nefsimizin hoşuna giderse şükretmeyi, hoşuna gitmez ise sabredip hikmetini beklemeyi ve i'tidâl (adâlet) üzere Fırka-ı Naciye yolunda yürümeyi kalblerimize ilhâm et ve icrâ'sına güc ve kuvvet ver...

RABB'ımız... Göz açıp kapayıncaya kadar (tarfetü'l-ayn) sonsuz şeyin, olayın, zamanın ve zannın gelip geçtiği şu Şe'enullah şehrinde zıdların zevkiyle inkâr ve ikrârın tevhidiyle ve imkânlarla imtihanlar olmaktayız... Aklımızı ve nefsimizi çeldirici çok çeşitli tuzaklar arasından geçip giderken:
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in buyurup açıkladığı gibi:

Hakka inanıp, hayrı yapmak ve hasenâta (iyiliklere) kavuşmak hususunda gerekli gerçek havlin (henüz ortaya çıkmamış ama hazır bekleyen potansiyel gücün) ve hâlihazır var olan kuvvetin ancak ALLAH (celle celâluhu) da olduğuna inanıp, seni vekil kılıp sana güveniyoruz ve diyoruz ki "Velâ havle velâ kuvvete illâ billahi'l-Âlîyyü'l-Azîm..." Bâtıldan kaçınmak, şerri yapmamak ve seyyiâta (kötülüklere) düşmemek, hususunda korunabilmek için gerekli ve gerçek havl ve kuvvetin ancak küllî şey'in RABB'ısı El Aliyyü'l-Azîm ALLAH (celle celâluhu) da olduğuna inançla Sana dayanıp, güvenip vekilimiz kılıyoruz... Ve yine diyoruz ki: "Velâ havle velâ kuvvete illâ billahi'l-Âlâyyü'l-Azîm!..

"Allahümme inni neselükel affe ve'l-afiyet fi'd dini ved dünyanâ ve'l-âhiren! Allahümmestürnâ bi setrike'l-cemîl...: ALLAHım! Bize; dinimizde, dünyamızda ve âhiretimizde aff ve afiyet diliyoruz (istiyoruz)... RABB'ımız "ver..." diyoruz...
ALLAHım... Bizim her türlü kulluk noksanlıklarımızı ve hatalarımızı El CEMÎL (celle celâluhu) ism-i şerîfinle ört gitsin....
El CEMÎL (güzellerin en güzeli) örtünle BİZleri (Muhammedîleri) ört ALLAHım...
EL CEMÎL cennetinle Muhammed (aleyhi's-selâm) canında cem' olan canları ört ALLAHım...

El ele, kan kana ve can cana Muhammedî merkeze teslimiyet ve El HAYY (celle celâluhu) ya istikametimizi tekemmül ettir ve Bizleri mükerremliğe ulaştır...
Yâ Rabbenâ...
Nefislerimizin Benlik elbisesi diye giydiği acziyet, fakriyet zillet ve illetin gerçek mânâlarını nefislerimize ilhâm et ki ifrat (taşkınlık) ve tefrit (şaşkınlık) yapmadan, i'tidâl (adâlet) üzere emrolunduğu gibi önce Resûlullah Muhammed (aleyhi's-selâm)'a teslim olup, imân edip, tâbi' olup ve itâat ederek getirdiği, Emrullahı duysun, Muradullahı anlasın...
Teslim olup müslim olsun...
İmân edip mü'min olsun.
Tâbi' olup Evliyâullah olsun...
Tam itâat edip Ehlullah olsun...
Aynı zamanda Abdullah da olan Resûlullah Muhammed (aleyhi's-selâm)'ın akvâli (sözü, i'tikadı, inancı), ameli (fiilleri, işleri sünnet-i seniyyesi), ahlâkı (Kur'ân ahlâkı, Ahlâkullahı) ve ahvâlini (değişmeyen ilâhî huylar ve söze gelmeyen Rabb ile abd muameleleri, hâlleri ve ihsânları) tatbikatı üzere yaşasın ve kulluk imtihanını başarsın ve Muhammedî olsun nefislerimiz...

Yâ Rabbenâ...
Ey ALLAHımız...
Âhir zamanda kıtaldan beter fitnelerin (Bakara 2/191,217; Enfal 8/25 bkz.) kol gezdiği haram ve yalanın geçer akçe olduğu zâlim ortamda yaşamaya mecbur ve me'mur kıldığın BİZ Muhammedîlerini ve evlâdlarımızı, bâtıl ve şer ehline muhtaç kılma, rezil ve rüsvay etme, tüm ahmaklık ve azgınlıklardan koru...

Yâ Rabbenâ...
Azamet ve kudretini bilmeyi, razı olacağın kulluğu yapmayı ve tüm bunlar için ilk şartı olan Muhammedî oluş şuûruna ve nûruna ulaşmayı nâsib ve kalbimize ilhâm et...
İcrâsına izin ve inâyet eyle...

Yâ Rabbenâ...
Hakk'ın (Hududullahı) ve halkın hududunu çiğnetme...
İfrat ve tefritten koru ve i'tidâl üzere sırat-ı müstakîme kılavuzla ve hidâyet et...

İşte böylesine çalakalem, dua edip giderken ellerim Kur'ân-ı Kerîm'e dokundu Kitabullah; sahifelerini, satırlarını, hecelerini, harflerini, mânâ, ruh ve sır kapılarını kalbime ve ruhuma açıp buyur etti...
Kur'ânî, Rabbanî ve ilâhî dua!..
Muhabbet ve merhametin yaratıcısı olan ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in Kullarının hayrı için devâ mecmuası olan Kur'ân-ı Kerîm'imimiz...
Kısa dedik, duamız uzadı...
Uzasın varsın, başka işimiz ne ki çıplak girip çıktığımız cevr-i cihan ve çark-ı çile evinde...
Can evinden canla başla Cânân'a cem' duası edelim:
Önce şu hususu arzedelim ki Rabbü'l-âlemin'e dua etmek hâşâ:
"Şunu yap! Bunu yapma!" demek değil de:
" Ey Kâinâtı, bizi, fiillerimizi (Enfal 8/17, Sâffat 37/96 bkz.) ve dilemelerimizi (İnsan 76/30, Tekvîr 81/29 bkz.) dahi yaratan RABB'ımız ve ALLAHımız...
Dua edip dilediğimiz hususları, kalbimize ilhâm et ve gereğini işlemimize izin ver ve inâyet eyle... (Hadid 57/29 bkz.);
El açıp yalvarmaya lâyık olan ancak kendisi olan (Ra'd 13/14 bkz.)
ALLAHımız! Sana tazarruen (zâri zâri yalvararak) ve gizlice (A'raf 7/55 bkz.), korkarak ve umarak (Secde 32/16; A'raf 7/56 bkz.) kendi kendimize, yalvararak ve ürpererek kendi duyacağımız sesimizle (A'raf 7/205 bkz.) dua etmeyi ilhâm ve nâsib et...

Ey "Dualarınız olmasa RABB'ım size ne diye değer versin?" (Furkân 25/77 bkz.) buyuran RABB'ımız; dualarımızı işiten Sensin, işit... (İbrâhim 14/39 bkz.) ve dualarımızı kabul edecek Sensin, kabul et!. (İbrâhim 14/49 bkz.)

Öncelikle, Salâvât-ü-selâmlarımız; evrensel (A'raf 7/158; Sebe' 34/28 bkz.) Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e olsun! Rahmetenli'l-âlemin (âlemlerin rahmet kaynağı) (Enbiyâ 21/107 bkz); üzn-ü hayr (hayr kulağı) (Tevbe 9/61 bkz.); üsvetün hasene (güzel örnek) (Ahzab 33/20 bkz.) ve aynı zamanda Abdullah (sallallahu aleyhi ve sellem) olana (Cin 72/19 bkz.) Salât-u selâm olsun! (Ahzab 33/56 bkz.)

Bize Muhammedî muhabbet, merhamet ve hasbî hizmet şuûru ver... İnanmayanlardan ikrah ettirme! (Yûnus 10/99 bkz.) Bizi: "Semignâ ve ategnâ...: Duyduk ve uyduk!" (Bakara 2/285; Nûr 24/51 bkz.) hasbî hizmetçileri kıl...

Bizleri Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) in muhabbet ve merhamet kanatları altında topla! (Şuarâ 26/215 bkz.).
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e olan muhabbet ve muamelelerimizde sadık ve âdil kıl... (En'âm 6/115 bkz.)
Bize, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in tevhid tebliğini duymayı, uymayı ve O'nun adına duyurmada hasbî hademe olmayı nâsib kıl ve şuûruna ulaştır...
Bizi Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den razı, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'i de bizden razı kıl...
Şefâatı uzmasına ulaşıp, şifâsını nâsib et...
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in üzerimizdeki haklarını edâ nâsib et ve hududunu çiğnetme...

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in rızasına ulaşabilmek için yapmamaz gerekenleri kalbimize ilhâm et! Ve vesileleri denkleştir...

Bizi Muhammedî oluş şuûruna ulaştır:
Akvâl-i Muhammed'e (i'tikad, söz, şerîat)
Amâl-i Muhammed'e (fiil, sünnet-i seniyye, tarikat),
Ahlâk-ı Muhammed'e (huluku'l-azim, Hulûkullah, mârifet) ve
ahvâl-i Muhammed'e (söze gelmez hâller, hakikat) ulaştırıp gark et.
Biz; imâm-ı Mutlak (sallallahu aleyhi ve sellem) i duyalım, uyalım ve teslim olalım. Cennetteki su, süt, şarab ve bal ırmaklarını kalblerimizde Şerîat-ı Muhammedîyye, Tarikat-ı Muhammedîyye, Mârifet-i Muhammedîyye ve Hakikat-ı Muhammedîyye kaynakları olarak kaynat! (Muhammed 47/15 bkz.). Bize hâlis Muhammedî mühürlü şarab ikrâm et...(Mutaffifin 83/25 bkz.)

Yâ Rabbenâ...
Sadrların şifâsı (Yûnus 10/57 bkz.); mü'minlere; hidâyet, rahmet (Yûnus 10/57, Câsiye 45/11 bkz.) ve şifâ (İsrâ 17/82 bkz.) olan Kur'ân-ı Kerîm'imimize karşı olan saygı ve muhabbetimizi pekiştir, artır ve bizi bunda sıddık kıl...
Dinimizde dünyamızda ve âhiretimizde âyet, hikmet, kudret, vahdet, nûr ve ışık kaynağımız kıl! Yoldaşımız, rehberimiz ve şefâatçimiz kıl...
İçindeki Emrullah'a uymak ve yasakları yapmamakta yardımcımız ol...

Yüce Kitabımızın mânâsınâ ruhuna ve sırrına ulaşmamızda izin ve inâyet buyur... Bizi Kitabın (Kur'ân'ın) mîrâs bırakıldığı Ehl-i Kur'ân'dan kıl! (Fâtır 35/32 bkz.)
Ey her şeyin yaratıcısı ve her şeye vekil olan, göklerin ve yerin anahtarı olan (Zümer 39/62,63 bkz.), göklerin ve yerin Rabbi (Ra'd 13/16 bkz.) olan, mülkün sahibi ve El Vahidi'l-Kahhar olan (Mü'min 40/16 bkz.) ALLAHımız! Bizi bâtılın ve şerrin temsilcisi İblis'in şerrinden (Sâd 38/82,83 bkz.) çok kandırıcı şeytânın ALLAH ile dahi bizi kandırmasından koru... (Lokman 31/3; Fâtır 35/5 bkz.)

Nefsimizin hevâ ve hevesini ilâh ettirip ona uyanlardan etme! (Furkân 25/43; Kasas 28/50 bkz.). Ve ateşe çağıranların lideri Firavun'un devrimizdeki yandaşlarının şerlerinden koru! (Kasas 28/41 bkz.). Kalbi mühürlü ve kilitli olanlardan kılma! (Rum 30/59, Muhammed 47/24 bkz.). Rahmetinden ümit kesen kâfirlerden kılma! (Ankebut 29/23 bkz.).Bizi burda kör orada kör kılma... (İsrâ 17/72 bkz.);

Bizi dünyaya saldırtma, tercih ettirme (Hûd 11/15,16 bkz.);
Dünya derdinden koru (Casiye 45/35 bkz.);
Bizi rızk derdine düşürme (Hûd 11/6 bkz.).
Bizim kötü amellerimizi iyi gösterme! (Fâtır 35/18 bkz.).
Bizi nefsimizin kıskançlığından koru (Nisa 4/128 bkz.);
Nefsimizi temize çıkartma! (Necm 53/32 bkz.);
Azîm zûlm olan şirke düşürme! (Lokman 31/13 bkz.).
Özümüzdeki emânet olan (Ahzab 33/73 bkz.)
Ahdullahı ALLAH'a verdiğimiz sözü (En'âm 6/152; ahzab 33/23; Hadid 57/8; Meâric 70/32 bkz.) unutturma ve gereğini yapmayı ilhâm edip, izin ve inâyet ver.
Mûin ol...
Bizi ihânet azabına uğratma! (Lokman 31/6 bkz.).
Seni unutan ve Senin de onlara nefislerini (kendilerini) unutturduğun kimselerden etme! (Haşr 59/19 bkz);
Her nefsin kisbine (yaptıklarına) rehin olduğunu unutturma! (Müddesir 74/39 bkz).

Bizi iftiracı ve iftiraya uğrayan etme! (Nisa 4/112 bkz).
Dinlerini bir oyuncak, eğlence (En'âm 6/70 bkz) ve paramparça edenlerden (En'âm 6/159 bkz) etme...
Mallarımız, eşlerimiz ve evlâdlarımız bizi Zikrullah'dan alıkoymasın! (Münafikun 63/9; Tegâbûn 64/14 bkz)

Yâ Rabbenâ...
Cemi' izzetin (bütün izzetin, üstünlüğün) sahibi (Yûnus 10/65; Fâtır 35/10 bkz) olan ALLAH Tealâ! Sana kavuşuncaya kadar hakta ve hayrda gayret ve çaba nâsib et! (İnşikak 84/6 bkz).
Hasbî hizmet ehl-i kıl! (Lokman 31/17 bkz).
Bizi Ehl-i Beyt (aleyhi's-selâm) gibi tertemiz kıl! (Ahzab 33/33 bkz).
Bu imtihan âleminde sonu kesad bulmayacak ticâret ehli (ticâreten len tebur) kıl! (Fâtır 35/28 bkz.)!
Bizleri İbadullahi Muhlûsin ALLAH'ın hâlis ihlâslı kulları kıl! (Sâffat 37, 40,74,128,160,169 bkz.).
Kad eflaha men tezakka: Kim ki temizlendi kesinlikle iflâh oldu. (A'lâ 87/14 bkz.)
Ve kad eflaha men zekkâha: Nefsini kötülüklerden arındıran kesin iflâh oldu (Şems 91/9 bkz.) zümresine dâhil et...

Bizi cennete tertemiz gelenlerden et! (Zümer 39/73 bkz.). Kelimeten bâkiyeten (devâmlı kalacak söz) TEVHİD ehli kıl. (Zuhruf 43/28 bkz.). Fâni olanın herkes ve biz, bâki olanın sadece SEN olduğunu unutturma! (Rahmân 55/26,27 bkz.)

Bize Teslimiyyet Nasrullahını ve İstikamet Fethullahını yâkin kıl (Nasr 110/1; Saf 61/13 bkz.)

Bizi salâtihim dâimun (devâmlı salâtta) (Meâric 70/23 bkz.) ve şehâdetihim kâimun (şehâdetleri dosdoğru ve yerinde) (Meâric 70/33 bkz.) lardan kıl...

Sakınılmaya (takvâya) lâyık ve mağfiret sahibi ALLAHımız! Bizi senin kadrini hakkıyla takdir edemeyenler (En'âm 6/91; Zümer 39/67 bkz.) den etme!

Ey her şeyin mukadderatını tâyin ve takdir eden ALLAH (celle celâluhu)! (Furkân 25/2 bkz). Azametini (En'âm 6/18,103 bkz.) ve Kudretini (En'âm 6/61 bkz) anlamayı kalblerimize ilhâm et! HAKK'a ve halka karşı tenezzül ve tevâzu' sâhibi kıl...

Yâ Rabbenâ!
Bize takvâ libası (elbisesi) giydir! (A'raf 7/26; Hacc 22/37; Hucurât 49/3 bkz) Birr-û-takvâya ulaştır! (Hûd 11/73 bkz).
Emrolunduğumuz gibi dostoğru kulluk yapmayı nâsib et! (Hûd 11/112 bkz.).
Dünyada ve âhirette hamdimizi sana kıl (Fâtiha1/1; Sebe' 34/,6 bkz.),
Cennette de hamd etmek nâsib et! (Fâtır 35/34 bkz.)

Ey bütün günahları yarlıgayan ALLAHımız! (Zümer 39/53 bkz.), senden nasıl korkmak geliyorsa öyle korkmayı (Âl-i İmrân 3/102 bkz.).
Kabul edeceğin tevbeyi (Nisa 4/17 bkz.),
Nasuh Tevbesini (Tahrîm 66/8 bkz.) ve azabı durdurucu gerçek istiğfâri nâsib kıl! (Enfâl 8/33 bkz.)
Ehl-i seher ve ehl-i istiğfâr kıl (Al-i İmrân 3/17; Zâriyât 51/18 bkz.)

Ey Lâtifû'l-Habîru'l-Rahîmû'l-Kerîmû'l-Vedûd (celle celâluhu)...
Kul İhvânî kulun gibi, cihan ve can çilelerinin kırka katlayıp üstünden atladığı Muhammedî gariblerini karibin (yakının) kıl...
Ve Bizim: "(Yakub): Kale innemâ eşkû bessî ve hüznî ilalâhi ve â'lemu minallahi ma lâ tâ'lemun: Ben sadece sıkıntı (gam) ve hüznümü (kederimi) ALLAH'a şikâyet (arz) ediyorum. Ve ben sizin bilemeyeceğiniz şeyleri ALLAH tarafından (vahiyle) biliyorum!" dedi" (Yûsuf 12/86 bkz.) âyeti sırrınca şükûr ve şikâyetimizi sana yaptır!
Halka değil! Bizleri Hanîf (saîd) kıl, şakî kılma! (Hûd 11/105 bkz.).
Kitabı sağdan verilenlerden (İsrâ 17/71 bkz.).
Felâh bulan mü'minlerden kıl! Ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in: "Kim ki bu Mü'min Sûresinin ilk 10 âyetin Hükmünü yerine getirirse cennete girer!" Müjdesine nâil et! (Mü'min 23/1-10 bkz.)

Cennete vâris müttakilerden eyle! (Meryem 19/63 bkz);
Ehl-i Darû's-selâm kıl! (En'âm 6/27; Yûnus 10/25,26 bkz.)
Şefâatına izin verdiklerin arasına kat! (Taha 20/10 bkz.);
Seyyiâtlarımızı hasenâta çevir! (Furkân 25/70 bkz.);
TERAZİSİ ağır basanlardan (A'raf 7/8,9 bkz.) ve
Meleklerin şefâatına nâil olanlardan (Enbiyâ 21/28 bkz.) kıl...

Yâ Rabbena!
Bizi sadakat (sıdk) tan ayırma! (En'an 6/115; İsrâ 17/80 bkz.).
Lisan-ı Sıdk (Şuarâ 26/84 bkz.),
Kalb-i Selim (Şuarâ 26/89; Sâffat 37/84 bkz.) ve
Sabrun cemîl (Yûsuf 12/18,83; Meâric 70/5 bkz.) ver...
Ve candan sabra ulaştır (Nahl 6/92 bkz.).
Sana gereği gibi kulluk edebilmek için metânet ve sabır bahşet! (Meryem 19/65 bkz.)
Hayırda yarışmamızı nâsib et! (Bakara 2/148 bkz.).
Biz Muhammedîleri, Muhammedî mecrâda ilme'l-yakînî, ayne'l-yakînî (Tekâsür 102/5,7 bkz.),
Hakke'l-yakînî ve hayrû'l-beriyye (yaratılanların en hayırlıları) den (Beyyine 98/8 bkz.) kıl...

Cemâlullah ihsânı için: "Vechi Rabbi hi'l-A'lâ" sırrına erdir! (Leyl 92/20 bkz.)

Yâ Rabbenâ...
Hakk ve hayr için, Emrullah ve Muradullah'ın tahakkuku için, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) hakkı için: sadrımızı İslâma aç (Zümer 39/22 bkz.)!
Ve Sadrımızı genişlet! (Taha 20/25 bkz.).
Sadıklarla berâber et! (Tevbe 9/119 bkz.)
Sâlihlere kat (Ankebut 29/9 bkz.)
Bize merhamet et Rabbimiz! (Mü'min 23/109,118 bkz.)

Bizi Muhammedî imâna ve amelli sâlihaya ulaştır!
Gönüllerimize ilâhî vudd (sevgi bağı) nâsib et! (Meryem 19/96 bkz.);
İlahî ilmimizi artır! (Taha 20/14 bkz.);
Her zaman, her yer ve her hâlde herkesin içinde ve her şeyle gerçek zikir ehli kıl (Nisa 4/103 bkz.);
Haşyetle zikir etmek nâsib et! (Bakara 2/152; Enfal 8/2; Ra'd 13/28; Hacc 22/35 bkz.);
Rahmetini, bereketini ve hidâyetini başımıza rahmet gibi yağdır! (Bakara 2/269;Âl-i İmrân 3/74; En'âm 6/12,125,133,147; A'raf 7/156 bkz.)

Sonsuz ni'metler bahşeden ALLAHımız! (Nahl 16/18; Lokman 31/30; Ahzab 33/8 bkz.). Ni'metlerine nankörlük ettirme! (Ankebût 29/68 bkz.)
Büktüğü ipini büküp büküpte çözen (ahmak, şaşkın) kadın gibi kılma bizi... (Nahl 16/92 bkz.); Bizleri dâimi kadem-i sıdk (sadakat makamı) sahibi kıl! (Yûnus 10/2 bkz.). Ve Muhammedî Fevzû'l-Azme ulaştır (Tevbe 9/100 bkz.) ve Muhammedî sükûn, sükût ve sekînet ver...
Muhammedî bizleri toptan senin ipine sarılıp (Âl-i İmrân 3/103 bkz.). Muhammedî kulluk yapmakta azmedip ve gerisinde Seni vekil eyleyenler kıl! (Âl-i İmrân 3/159; Ankebut 29/59 bkz.)

Yâ Rabbenâ!
Bizleri ni'metlere şükrü ve razı olacağın işleri yapmayı ilhâm ettiğin (Neml 27/19; Ahkâf 46/15 bkz.) ve keremli kıldığın Muhammedîlerden eyle! (İsrâ 17/70 bkz.).
Yüce ve mânevî makamlar (dereceler) (En'âm 6/83 bkz.) ve hazmini ver, şaşırtıp taşırtma adâletli (i'tidâl) ve dengeli kıl!
Derecelerimizi yükselt (En'âm 6/132,165; Ahkaf 46/19 bkz.)
Ve bunun için yapmamız gerekenleri kalbimize ilhâm et! (Fâtiha 1/6,7 bkz.)

Yâ Rabbenâ!
Bizi, Sana yaklaşmaya vesile arayan (Maide 5/35 bkz.)
Sana (kulluğunu dostoğru yaparak) yardım edenlerden ve Senden yardım görenlerden kıl (Muhammed 47/7; Saff 61/14 bkz.).
Senden razı olan ve razı olduklarından eyle! (Maide 5/119; Mücâdele 58/22; Fecr 89/28; Beyyine 98/8 bkz.)
Seçkin Muhammedîler içine (Fecr 89/29 bkz.) ve cennetine (Fecr 89/30 bkz.) sok...
Özümüzü Nûrullah ile Nûr-u Muhammed ile nûrun alâ nûr kıl (Nûr 24/35 bkz.).
Her yönümüzü nûr kıl! (Hadid 57/12,19.28 bkz.)
"Ey RABB'ımız! Nûrumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla; çünkü SEN her şeye kadirsin!" Duana kat! (Tahrîm 66/8 bkz).

Yâ Rabbenâ!
Bizi kitabı illiyinde bulunan ve kesinlikle cennet ehli olan (Mutaffifun 83/18-28 bkz.) EBRÂRlarınla birlikte ihsânına gark et...

Yâ Rabbenâ...
Bizi (Urvetû'l-Vüska) sağlam kulpa yapıştır (teslimiyet) ve bıraktırma (istikamet)! (Bakara 2/256; Lokman 31/22 bkz.)

Yâ Rabbenâ! Arşı yüklenen ve etrafındaki Melaike-i Kiramın (aleyhi's-selâm) mü'minler için olan dualarına biz Muhammedîleri de kat! (Mü'min 40 /7-9 bkz)

Yâ Rabbenâ! Zât-ı Âlîyyin ve Melâike-i Kirâmıyın "sall"ini nâsib et ve Cemâlullahla ve selâmınla müşerref olup şereflenmek nâsib et! (Ahzab 33/43,44; Yâsin 36/58 bkz.)

Yâ Rabbenâ!
Bizi hâlis muhlis Muhammedî olduğumuz şuûruna, nûruna, sürûruna ve onuruna ulaştır...
Her zaman, her yerde ve her hâlde hüsnûniyyet, samîmîyyet ve ciddîyetle kulluğumuzun arzı olan Muhammedî dua ehli kıl...
Ni'met verilince yüz çevirip; uzaklaşıp giden, şer (kötülük) dokununca da bol bol dua eden şaşkınlardan eyleme! (Fussilet 41/51 bkz.)

Hakka inanıp hayrı yapmamız için dâimî-derûnî dua etmeyi kalbimize ilhâm et ve "Bana dua edin, icâbet edeyim!" (Mü'min 40/60 bkz.) hükmüne icâbeti (Şuarâ 42/47 bkz) biz Muhammedîleri mazhar kıl!

Yâ Rabbenâ!
"Fe ni'mel Mevlâ ve ni'mel Nasır...: Sen ne güzel mevlâmız ve ne güzel yardımcımızsın... (Hacc 22/78 bkz.)

Yâ Rabbenâ! "Elhamdü lillahi Rabbülâlemin!" Âmin (Fâtiha 1/1 bkz.)


Âmine Yâ Muin!
Yâ Lâtif!
Yâ kerîm!
Yâ Rahîm!
Yâ Rahmân
Yâ Hannân!
Yâ Mennân!
Yâ Deyyân!
Yâ Furkân!
Yâ Sultân!
Yâ Allah (celle celâluhu)...

Evvelen Âhiren, Zâhiren, Bâtınen âmennâ, sadaknâ ve şâhidnâ:
Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdûhû ve resûlühû...

Duamızın sonunda da resûlulah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e salâvât getirip kuşun iki kanadı gibi yapacaktık! hep birlikte sıla edelim ve vûslât bulalım buyurun...

Allahümme salli ve sellim alâ seyyidina Muhammedîn abdike ve nebîyyike ve resûlüke ve nebîyyü’l-ümmîyyî ve alâ âlihi ve ehl-i beytihi vessahbihi!..
Duamızın sonunda da Resûlulah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e salâvât getirip kuşun iki kanadı gibi yapacaktık! Hep birlikte sıla edelim ve vûslât bulalım buyurun...

Allahümme salli ve sellim alâ seyyidina Muhammedîn abdike ve nebîyyike ve Resûlüke ve nebîyyü'l-ümmîyyî ve alâ âlihi ve ehl-i beytihi vessahbihi...

"ALLAHım! Kulun, Nebîn, Resûlün ve Nebîyyû'l-Ümmiyyin olan Efendimiz Muhammed (aleyhi's-selâm)'a sılamızı (ulaşım, kavuşum, bilelik) ve teslimiyyetimizi ulaştır. Ailesine, ehl-i beytine ve ashabına da selâm olsun"...






Bu SALÂT DUASINDA GEÇEN ÂYETLER ve MEALLERİ en SONdadır...

Gönderilme zamanı: 25 May 2008, 18:03
gönderen kulihvani
Naz-Niyaz NAMAZı
Sall SILAsı…

Latif YILDIZ


Resim

BÖLÜM V : SILA SALÂTI VE NAZ - NİYAZ NAMAZI


5.3. RESÛLULLAH (sav) ve MUHAMMEDÎ OLUŞ ŞUÛRU

Azîz kardeşim;
Bizim şiârımız Muhammed (aleyhi's-selâm)'ı iyice bilmek, tanımak, anlamak ve yaşamaktır.
Bu ise dinde ve Muhammedî tasavvufta ilk noktadır.
Sonraki harfler ve hatlar bu noktanın Hakta ve hayrdaki hareke ve hareketleriyle oluşan hasenâtlarıdır!
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in ilâhi tekemmûl sistemindeki zâti makamları, sıfatları ve isimlerini tesadûfî sanma...
Tesadüfler aklını kullanmayanların bâhânesidir.
Yukarıdaki Cuma' salâvâtındaki ünvânları seyreyle:

Resim
Şunu iyice anlamalıyız ki;
En mütekâmili Muhammed (aleyhi's-selâm) olarak bir beşer özellik ve güzelliğinde zâhir âleminde zuhûrudur.
Abdullah olarak 40 yaşındaki Muhammed (aleyhi's-selâm)'ın Nebîliği, Resûllüğü ve Nebîyyü'l-Ümmîyyîliği aynı anda kulluk kişiliği içine ilâhî görev olarak derc edilmiş ve zamanı gelince de ortaya çıkmıştır.
Portakalın kabuğu gibi kulluk diğer tüm sıfatlarını kapsamıştır.

1-) Zâhirde :

Bilmeyenin, herhangi bir insan sûretinde gördüğü Abdullah olan Muhammed (aleyhi's-selâm); Tıpkı bizler gibi yer, içer, konuşur ve bize en güzel örnek olduğu için akla fikre gelmez her türlü olayları yaşamıştır.
Uğruna canlar fedâ edilmiş, övülmüş, dövülmüş, iftiraya uğramış ve yerilmiştir. Bu hâliyle normal bir beşerdir.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kendisine "Efendimiz!" diyenlere: "Efendi, ancak ALLAH dır!" buyuruyor.
(Buharî, Fezâilü ashabû'n Nebîyy, 5; Ebu Dâvud, Edeb 9) "Efendi" denilince şeyhlerini anlayanların kulakları çınlasın...

Beşer dediysek sıradan bir kimse de sanma...
Dağlardaki rastgele taşlarda taştır, yakut ve elmas da taştır...
İsimleri ortak ancak, kadr-ü-kıymetini bilen sarraflarca çok çok farklıdır. Derler ya "Altının kıymetini sarraf bilir!"

2-) Bâtında :

Hamdin edicisi ve habercisi Hamîdullah olan Nebîyyullahtır.
Makam-ı Mahmuddur.
Rahmetenli'l-âlemindir.
Âhirdeki Ahmedîyyetinin bâtına yansıması ilk ve tek hamdeden olan Ahmed (aleyhi's-selâm) ın, hamd makamında (Makam-ı Mahmud); insan sûretinde yaratılıp, akıl nûru verilen hakkı ve hayrı tercih eden herkese (her nefes) hamd nâsibi ve imkânı Sünnetullah da (ALLAH celle celâluhu nun tavır, tarz ve sitilinde) vardır.
Kısmet olması ise, kişisel tercih ve işleme bağlıdır.
Adâletin gerçeği de budur.
Nâsib o ki:Herkesin balık avı serbest ve kendi adı üzerinde yazılı balıkları avlayabileceği, her an akan bir ırmak gibidir.
Kısmet ise: kendi isminizle damgalanmış balıklarınızı (maddî-manevî rızk) avlama şartı olarak size bildirilen (kulluk görevleri) oltayı atmanız kuralıdır.
Önünden balıkları geçip giderken olta atmayan veya atamayan ahmaklara sadece acınır ve "yuh olsun!" denir (tefrit).
Hiç durmadan sağa-sola saldırıp başkalarının balıklarını gasba uğraşan sözüm ona açık gözlerin gözlerini doldurmaya bir avuç toprak fazla gelir... Ve hava alırlar...
Bunlara da "yazıklar olsun!" denir (ifrat).

Bir de, doyacağı kadar ve kendi balığına razı olup emredileni yaparak helâl rızkını temin için her yerde her zaman ve her hâlde Muhammedî Metodu uygulayarak azmeden (oltasını atan) ve gerisinde yaratanı ALLAH Tealâyı vekil kılan tüm sistemle entegre olmuş protez olmayan özü diriler vardır. İşte bunlar i'tidâl (adâlet) üzere hâlis muhlis Muhammedîlerdir.
Fırka-i Naciyedirler.
İşte bunların bâtınları, Muhammedî hamde kavuşmuştur.
İçlerinde (bâtınlarında) Nebîyyullah (sallallahu aleyhi ve sellem) muhabbeti, merhameti, nûru ve şuûru vardır.
Dışlarında (zâhir) ise halka hasbî hizmet surûru ve onuru vardır.

3-) Âhirde :

Tek ve eşsiz hamdeden Ahmed (aleyhi's-selâm), Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Muhammedî imân, hamd ve sâlih amelden sonra ulaşılan kemâlât (olgunluk) ve Ahmedî ahlâk (hulkû'l-Azîm: Ahlâkullah) eğitim, öğretim ve tatbikatı yapılan Mârifetullah okuludur.
Âhirde Hatemü'r Resûl olan Muhammed (aleyhi's-selâm) evrensel ve tüm sistemin ilâhî elçisidir.

Resim--- "(Habibim!) Seni de ancak bütün insanları içeren bir elçilikle rahmetimizin müjdecisi (beşiren), azabımızın habercisi (neziren) olarak gönderdik, başka değil! Fakat insanların çoğu bilmezler" (Sebe' 34/28)

Bu noktada salâvâtımız; Azîm ahlâkına kavuşma (sıla) dileğimiz, duamız ve uzanımımızdır.
Hamd bir bakıma kullukta dâimiliğin Muhammedî hakk oluşudur...
Harflerin diliyle böyledir. Baş dili, kuş dili, harf dili çoktur. Çooook...

4-) Evvelde :

Evveldeki habbe (muhabbet tohumu) Habibullah (aleyhi's-selâm)... AHADİYYET bilinemezlik a'mâsından haber getiren ve mahlûkat için körlük demek olan (zifiri karanlık) lâhutî âlemden haberci Nebîyyü'l-ûmmî (sallallahu aleyhi ve sellem)...
"Şey" diye bir şey yok iken ALLAH katında sevgi (muhabbet) tohumu (habbesi) olan ve Muhabbetullahın, Merhametullah olarak akıl aynasında yansıması için; akıldan, aynadan ve a'yân-ı sabitelerden de önce ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in kaza,kader,irade ve meşiyeti ile tüm mâsiva (ALLAH celle celâluhu'nun zâtı hariç) mahlûkatının aslı, anası (ümm) ve "ayn"ı olan ilk nokta...
Nûrullahdan, Nûr-u Muhammed...
İlk yaratılan ilk şey... Hareketinden doğan harfler (sîret), hatlar (sûret) ve karışımından doğan Subhanî kâinât sistemi...
SUBHAN (celle celâluhu) Nûru Sîret Sûret Sistem...

Kısacası ALLAH (celle celâluhu) ile Habibullah (sallallahu aleyhi ve sellem) arasındaki hâller ve muameleler...
"Rahmetenli'l-âlemin" oluşunun tohumu ve sırr-ı sıfırı...

İlk noktayı koyarak bir daha çizelim:

Resim

Çok dikkat et ki bunlar iyi izâh edilip, anlaşılır şekilde anlatmak içindir. Yoksa hâşâ araba vitesi gibi statik, protez ve ayrı şeyler değildir.
Tohum-ağaç-çiçek-meyve (tohum) gibi...
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in sistemle birlikteki kemâlât durumlarıdır, diridir ve dinâmiktir...
İletken ve üretkendir...

Hakikat-ı Muhammedîyye; El HAKK (celle celâluhu) ya muhabbet ve halka merhamet ile hasbî hizmettir diyebiliriz...
Bu ise kâinâtın var ediliş sebebidir.
Muhammedî Kur'ânîler bilirler ki yüzlerce âyet-i celile bunu beyân eder...
Aslında, Muhammedî Tasavvuf,anlatmakla değil de yaşanmakla daha çabuk ve tatmîn edici olarak öğrenilir...
Doğrusu ben hamd olsun ki; kitab satırlarında aklımı ve vicdânımı karıştıran pek çok hususu Hüdâ-i nâbit (doğal, olduğu gibi, çınar ağaçları gibi) ALLAH DOSTlarının Sadrlarından yaşatılarak ve yaşayarak öğrendim...
Bendeniz şu anda Akdeniz sahillerinde Manavgat'ta 10 günlüğüne bir kampta bulunmaktayım.
Bugün dostlar geldi ziyâretime.
Teknik okumuş insanlar...
Bize: "Muhammedî oluş şuûrunun seviyesini" sordular: "Biz de dedik ki: " Sahile çeşitli su boruları dikelim içi boş olsun...
Yere de gömülsün, göğe de yükselsinler...
Üstlerine yazın isimlerinizi: Hasan, Remzi, Bayram v.s. diye...
Hasan'a 3 mt. Su doldurun, Remzi'ye 1mt, Bayram'a deniz seviyesinde, benimkisi de yere gömülü ve tamamen boş olsun...
Sonra her borunun kalbini denizin (Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) kalbî ile birleştirin...
Teknikteki ve ilâhî sistemdeki kuralların işleyişi aynı (benzer) olup fazla olan (ifrat) boşalır, boş olan (tefrit) dolar.
Seviyesi denizle bir olan (i'tidâlde) susar oturur...
Sonuçda tüm borulardaki su seviyesi deniz seviyesi ile sıfırlanınca su hareketi durur.
Sükûn, sükût ve sekînet-i Muhamed...
Herkeste seviye sıfır...
Deniz seviyesi tek ve ortak...
Görüş seviyesi, Muhammedî görüş seviyesi olup beraberce aynı seviyedir...
Fırka-i Nâciyenin fazîleti olan Sırât-ı Mustakîmin sırr-ı sıfır hattı...
Su miktarına gelince; hiçbir boru (kimse), "Rahmetenli'l-âlemin" olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in derûnî deryası ile rahmet boyu ölçüşemez, yeter ki ahmak olmasın...
İşte Muhammedîlerin bu Teslimiyyet Seviyelerinin aynı oluşu, aynı İmam-ı Mutlak (sallallahu aleyhi ve sellem)'e teslim ve tâbi' oluşları, İlahî ihsâna istikamet birliği (Tevhidi) nde buluşmaları ve ALLAH Tealânın emri ve muradının tahakkuku ve va'di gereği, lûtfu ikrâm ve İhsânullahın nâsib olmasına nâil kılmıştır.
Onun için Muhammedîler, çeşitli kaplara konmuş çeşitli yerlerde ve çeşitli hâllerdeki (kaderlerdeki) zemzem sularına benzerler...
Zehirliğe tenezzûl edip de hâşâ, riyâ ve yalanı bilmezler.
Tenezzülleri Hakka ve tevâzu'ları halkadır...

Azîz kardeşim...
10 gün önce Hasan Dağı (memleketim) yaylalarında idim.
20 gün kaldım.
Zirveye (3268 mt) de çıktım.
Orada kabuğundan çıkmış bir salyangoz da gördüm ve ekibime gösterdim...
İkamet ettiğimiz yayla obamıza sonradan bir aile daha geldi. 40 yıl önce Fransa'ya işçi gitmiş bir köylümün Fransa'da 25 yıl önce bir kızı doğmuş... İsmi Sevil. 7 yaşında epilepsi hastası olmuş.
18 yıl nice çileler çekmiş ve cevr-i cihan, çark-ı çile görmüş.
Bir merkeb sırtında paket hâlinde geldiğini görünce, adamımızı tanıdık. Hikayesini dinledik...
Defalarca komple düşmeler, kırılan burun ve çene kemikleri ve ameliyatlar...
Çâre için gidilen cinci hocalar, kiliseler, türbeler v.s....
Biz Muhammedî oluş şuûrunu gençlerimize anlatmak çabasındaydık. Sabahları çadırın önüne kilim serip, mutad olduğu üzere Kur'ân Sûreleri okuyorduk.
Yaşlı anacağızım da bir bakraç su koyup Kur'ân dinletir de:
"Dirilmiş su, Kur'ân şifâdır!" derdi hep.
Öyle de yapıyorduk.
Geldiğinde epilepsi titremesinden adını bile söyleyemeyen, iki kişi kolunda yürüyebilen Sevil kız, bir gün geldi aramıza oturdu.
Hep dinledi Kur'ân-ı Kerîm'i...
Fransızcası, Türkçesinden daha iyiydi...
Ortadaki sudan içiyor ve dinliyordu.
3-4 gün sonra dili çözüldü. Normale yakın konuşmaya ve yalnız dolaşarak yürümeye başladı.
Bana: "Baba, bana bu Kur'ân şifâ oluyor" derdi.
Her gün böyle devâm ederken Veysel Karanî'yi "Üveys" diyerek derinlemesine anlattığında bizim Hakan Ârif: "Hayret Vallahi..." diyordu.
Sadece İhlas Sûresini biliyordu.
Abdesti sordu, teyemmümü öğrendi...
Hasta idi ve hava soğuktu...
Namazı öğrendi de Sabah Namazında bizim çadırın dışındaki cemâata kendi çadırlarının içinden uyup, "tek İhlasla namaz ettim" diye sevindi...
Bu kitabın ilerki sahifelerinin karalamalarını düzeltirken yanıma oturup, okuyordu ve:"Baba! Yaz ki Muhammedîler el ele, kan kana ve can canadır!" diyordu.
Bütün bunları bu son söz için arzettim...
Can-cana ve can, Muhammed (aleyhi's-selâm)'ın canıyla bile...
Sırr-ı sıfır seviyesinde, subhanî seyir...
"Üzme - üzülme - sev - sevil..."
Muhammedî sosyal parolamızdı...
Sevil kızı çok sevdik ve şimdiden özledik...
Özel çilesini ise özel nedenlerle anlatamadık. Kavuştuğu maddî-manevî şifâsının devâmını diliyoruz...
"Muhammedî ihlâsla yapılan hasbî hizmette sınır yoktur...
Yeter ki O'nun adına ve şerefine yapılsın İnşâallah..." diyoruz.
Muhammedî nûr, şuûr, sürûr ve onurda; seviye farkı, yükseklik, alçaklık, övülme, yerilme, benlik, senlik gibi yaramazlık yoktur.
Olanlar ise mâalesef onlardan değildir...
Kulun hesabı tektir ve Hakk (celle celâluhu)'ya vereceği hesâbdır.
O ise seriü'l-hisabdır...
Halkın hesabı çok ve çeşitlidir.
Biz ise halkın müfettişi ve müftisi değiliz.
Biz halkın Muhammedî muhabbet ve merhamette hasbî hizmetçileriyiz.... Bu iki kapılı hana çıplak girdik, çıplak çıkarız...
Geride gök kubbede bir hoş sedâ olan şehâdetimiz kalır İnşâallah azîz kardeşim!

Bizde ikili oynamak (ihânet) yoktur.
Hüner görülürse ALLAH Tealâ'ya, Kur'ân-ı Kerîm'e ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e aittir.
Evet Sevil kız bizlerle aynı sofradaki anamın çile çorbası tasından kaşıkla çorbayı dökmeden içerken kalbi göğsüne sığmıyor, gözünün içi gülüyor ve:
"Baba! Var ya! Biz, essah Muhammedîyiz..." diyordu.
Meselenin aslı astarı ve özü budur.
Gerisi lâf...

Sonra bir gün; biz, âni bir kararla çadırı söküp Aksaray'a dönerken içli içli ağlıyor ve:
"Baba! Sen gidersen beni bu dağlar ve bu insanlar anlamaz ya..." diyordu.
18 yıl sonra kalem tutan elleriyle bir kağıda Fransa'daki adresini yazdı, birde doğum tarihini....
Belki bir kartla hatırlarız diye, kim bilir? Sevil kızın bir sözüyle son verelim: "Baba... Neler oluyor bu hayatta..." diyordu.
Kur'ân-ı Kerîm'in inananlara şifâ olduğunu ALLAH Tealâ buyuruyor (İsrâ 17/82 bkz.).

Azîz Kardeşim: dedim ya yaşayarak anlamak ve anlatmak...
Yıllar önce temmuz sıcağında sahildeki Lara'da tahta barakada kalıyoruz, yazları.
Evim bir ingilizce öğretmeni hoca hanımda kirada. İngiliz misâfirleri gelmiş...
Baba Elektrik Mühendisi. Anne öğretmen.
Bir oğulları birde kızları var...
Kız ilkokul üçte.
İsmini kısaltıp "Nina" diyorlar.
Sarışın gök gözlü peri gibi güzel bir kız...
Bu kızcağız, Türkiye'ye girince ezân sesine âşık olmuş!
Hep: "Ezân ne zaman tekrar olacak?" diye soruyor.
Bana telefon edip anlattılar ve bize getirmeyi önerdiler.
Ve geldiler...
Baba ile oğul derhâl denize gitti.
Anne ile kız ise ikidebir İngilizce soruyorlar: "Ne zaman?" diye.
Ben de 50 mt. ilerde olan denize karşı oturup "Tâ-Hâ Sûresi" ni açtım.
Eşim ve kızım örtülü olunca onlar da baş örtüsü istedi.
Kıza mavi bir eşarp örttüler.
Önüme diz çöktü oturdu.
Annesi; kısa şortlu, askılı atlet ve göğüsleri yarı meydanda, ancak başı örtülü...
Eüzû besmele ile Tâ-Hâ'ya girdik.
Bir ara baktım ki kızın annesi ağlıyor...
Öyleki göz yaşları çıplak bacaklarını tamamen ıslatmış...
Çok bereketli bir "Tâ-Hâ" oldu. Zâten ne zaman Tâ-Hâ'yı okusam, deniz başlardı çırpınmaya...
İsterse poyraz esse bile...
Yakın komşum olan bir başmühendis, bu manzarayı görüyordu.
Sonra bana dedi ki: "Hocam... İyi hoş da; başı örtülü, altı açık müşterileriyin..."
Dindâr ama dar kafalı bir insandı.
Ona: "Bana bak! 15 yıldır burada birlikte yazlarız, ve hamd olsun her gün Kur'ân okuruz, bir kere, gelip kulak verdin mi? Bir damla göz yaşın var mı bu yolda..." dedim.

İşte Kur'ân-ı Kerîm ve ilâhî Muhammedî uyanış...
Giderlerken ingiliz annenin söylediğini tercüme ettiler: "Ya siz Londra'da olsanız, ya da biz burada... Ya da dünyanın canı cehenneme gitse..."
İşte sen, ben,o biz: Biz hepimiz aslında Muhammedîyiz...
Daldan eğme değil, kökten sürmeyiz...
Mesele ise zâten ve ezelden Muhammedî olduğumuzun farkına varıp gereğini (kulluk görevi) yerine getirme imtihanını başarmak...
Nûr-u Muhammed, dinin elektriği gibi can damarıdır.
Ona kavuşanın her âleti (somut-soyut organları) mutlaka çalışır...
Arızalar eksiklikler giderilebilir...
Göç yolda düzülür...
Bizler insanız ve kullarız. RABB'ımız ise Gafûru'r Rahîm...
Sahibimiz Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ise; Kur'ân-ı Kerîm ifâdesi ile mü'minlere Raûfu'r Rahîmdir (Tevbe 9/128 bkz.)...
Sall: İlâhî ulaşım yolu ve böylesine hayatîdir. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e ulaşım (salâvât), Kur'ân'a ulaşım (isâle), ALLAH Tealâya ulaşım (salât)...
Kendi aramızdaki selâm ise, toplumsal selâmet şiârımızdır...
Ana kucağı ve baba ocağı ise SILA dır... Salâvâttır.

İmam Ahmed es-Savî'nin Meşhur Muhammedî Ebu'l-Hasan eş Şâzelî (kaddasallahu sırrıhu) ya ait olduğunu bildirdiği; gam, keder, sıkıntı ve zorlukların aşılmasında şifâ olan salâtü'n nûrizzât:
"Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ ve mevlânâ Muhammedî'n Nûri'z-Zâti, Ve sırrı's- sâriî fi cemi'i'l-âsâri. Ve'l-esmâi ve's-sıfati ve alâ âlihi ve sahbihi ve sellim. Adede kemâlillahi ve kemâ yeliku bi kemâlihi!" ilavâten: "Salâten tekuni leke rızaen ve lî hakkihi edâen..." diyoruz...: ALLAHım! Efendimiz Muhammed (aleyhi's-selâm) a teslimiyyet selâmımızı, sılamızı, ulaşım ve vuslatımızı sağla ve bereketli kıl! Ki o, bütün sıfat, isim ve eserlerin içinde sırrı sârî (salgın, her birisini bulan ve içinde) olan bizzât Nûru'z- ZÂT tır...
Bu salâtımız (ulaşım isteğimiz) Senin rıza ve Onun hakkını edâ etmek içindir! Ailesine, ashabına da olsun: ALLAH'ın kemâl ihsânı kadar olsun... ve O'nun (sav) mutlak kemâle ulaşan kemâli gibi olsun...



Zât Resim Sıfat Resim Esmâ Resim Eşyâ...
Resûlullah Muhammed (aleyhi's-selâm) nûr-u Zâtullahtır.
İlk halkedilen ilk şey: Nûr-u Muhammeddir ve Nûrullahtandır.

Resim--- "ALLAHu nûru's- semâvati ve'l-arz: ALLAH göklerin ve yerin nûrudur." (Nûr 24/35)

Haktır ve gerçektir!
Zâtullahın nûru; Sıfatullah, Esmâullah ve Eşyâullah'a sârî (süreğen, üretici, bulaşıcı) dir.
Bu sârîliğin ilk ve başlangıç noktası ise Nûr-u Muhammeddir. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Rahmetenli'l-âlemin (Enbiyâ 21/107 bkz.) oluş sırrı budur.
Bütün sistemin rahmet ve nûr kaynağıdır ve peygamberidir.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e sall etmek, teslim olmak ve tâbi' olmak ise açık ve kesin Emrullah olup aklı olan herkese farzı ayn ve yerine mutlaka getirilmesi gereken hakkıdır.
Bunları yaptığımızdan dolayı RABB'ımızın razı olacağı Kur'ânî hükümlerle bildirilmiş ve va'dedilmiştir.

Resim--- "(Resûlüm!) De ki: Eğer ALLAH'ı seviyorsanız bana uyunuz ki ALLAH da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın Vallahu Gafûru'r Rahîm..." (Âl-i İmrân 3/31)

Resim--- "ALLAH ve melekeleri peygambere çok Salât ederler (sall ederler). Ey (mü'minler) inananlar! Siz de ona salât edin (sall edin) ve tam bir teslimiyetle teslim olun..." (Ahzâb 33/56)

Halid-i Bağdadî Hazretlerinin salâvatı da hârikadır:
Allahümme salli ala seyyidina Muhammedîn ve alâ âli seyidinâ Muhammedîn bi adedi küllî dâin ve devâin ve barik ve sellim aleyhi ve aleyhim kesiran kesira!
ALLAHım! Efendimiz, Sahibimiz, herşeyimiz Muhammed (aleyhi's-selâm)'a ailesine (Ehl-i Beytine ve sahib çıktıklarına - sahib çıkanlara) salât-ü- selâmımız, teslimiyyetimiz ve berekât dileklerimizi ulaştır, isâl et, vuslat ver... Çok çok ve sayısız olsun... Öyle ki: ne kadar dua eden, çâre çağıran ve devâları-çâreleri var ise o kadar çok olsun...

İbni Hacer el- Heytemî ise; Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) den vârid bütün salâvât keyfiyetlerini kendinde toplayan, sahih hadislere mesnedli en fazîletli olan salâvâtı bildirilmiştir ve orjinali şöyledir:
"Allahümme salli alâ seyyidinâ ve Mevlânâ Muhammedîn abdike, Nebîyyîke ve Resûlüke'n- Nebîyyî'l-Ümmîyyi. Ve alâ âl-i Seyyidinâ Muhammedîn ve ezvâcihi ümmühâtü'l-mü'minine ve zürriyetihi ve Ehl-i Beytihi ve sahbihi. Kemâ salleyte alâ seyyedine İbirâhim'e ve alâ âl-i seyyidina İbrâhim'e fi'l-âlemine inneke Hamîdûn Mecîd.
Allahümme bârik alâ seyyidina ve Mevlânâ Muhammedîn abdike, Nebîyyike ve Resûlüke'n- Nebîyyî'l-Ümmîyyi. Ve alâ âl-i Seyyidinâ Muhammedîn ve ezvâcihi ümmühâtü'l mü'minine ve zürriyetihi ve Ehl-i Beytihi ve sahbihi Kemâ bârekte alâ seyyidinâ İbrâhim'e ve alâ al-i seyyidinâ İbrâhim'e fi'l-âlemine inneke Hamîdûn Mecîd."


Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Cuma günü günlerinizin en fazîletlilerindendir. O günde benim üzerime Salâvâtı çokça getirin. Zirâ, sizin Salâvâtınız bana arz olunmuş olur." buyurunca ashab: "Yâ Resûlullah! Siz toprak olmuş hâlde iken bizim salâvâtımız size nasıl arz olunur?" dediler. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH, peygamberlerinin cesedlerini (yiyip, çürütmeyi) arz'a haram kılmıştır." buyurdu.
(İmam Ahmed, Ebu Dâvud, İbni Mâce, İbni Hibban ve Hâkim rivâyet ettiler.)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kim ki benim üzerine Cuma günü 80 Salâvât getirirse ALLAH onun 80 yıllık günahını bağışlar" Ashab: "Yâ Resûlullah bu nasıl bir salâvâttır?" Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) de:"Allahümme salli alâ Muhammedîn abdike ve nebîyyike ve Resûlüke'n Nebbiyyî'l-Ümmîyi (bir oturuşta)" buyuruyor.
(Hâkimi't Tirmizî, Nevâdirû'l-Usûlde rivâyet etmiştir).

Biz de bu salâvâtı Cuma günleri bir tesbih (100 adet) çekiyoruz İnşallah.

Yine teberrüken ilmin kapısı, edebin yapısı, gözümün ve gönlümün nûru olan İmam Ali (keremullahi veche) nin azîz salâvâtını verelim:

"Lebbeyke Allahümme Rabbiye sadeyke... Salâvâtullahi'l-Berri'r-Rahîm! Ve'l-Melâiketi'l-Mukarrebin! Ve'n Nebîyiyine Ve's- Sıddıkine Ve'ş Şuhedâi ve's- Sâlihin. Vemâ sebbeha leke min şey'in yâ Rabbe'l-Âlemin! Alâ seyyidinâ ve Mevlânâ MUHAMMED'in ibni abdillahi hatemi'n Nebîyyine. Ve seyyidi'l-Mürseline ve imâmi'l-Müttakîne... Ve Resûlî Rabbi'l-Âlemin e'ş-Şâhidi'l-Beşiri'd- Dai ileyke bi iznike's-sırace'l-Münir... Ve aleyhi's- salâtü ve's- selâmü ve Rahmetullahi ve berâkâtühü!."

Bir salâvâtı dahi Muhammedî Âşıklara sunalım:

"Allahümme salli ve sellim ala ruhi seyyidinâ Muhammedin fi'l ervâhi. Ve salli ve sellim alâ cesedi seyyidina Muhammedin fi'l-ecsadi. Ve salli ve sellim ala kabri seyyidina Muhammedin fi'l-kubûri."
Biz ise: "Allahümme bellig ruh-u Muhammedin minnâ tahiyyeten ve selâmâ"
diyoruz

Azîz kardeşim;
Muhammedî Tasavvufta, Muhammedî muhabbet, merhamet, hasbî hizmet ve kullukta hakâik (hakikatler) ve dakâik (incelikler) olan husus; öz, enfüs ve merkezdir.
Dış, âfâk ve mûhit; birşeyler doldurduğumuz kablar gibidir.
Bedenlerimiz, ibâdet şekillerimiz ve sözlerimiz ilâhî kablardır.
Bunların içlerini Rabbü'l-âlemin olan ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂLimizin emri ve muradı (Emrullah-Muradullah) gereği Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) imimizin bildirdiği ve uyguladığı sünnet (tavır, tarz, stil, metot) üzere doldurup kulluk mârifet ve hünerimizi arz etmek boynumuzun borcudur.

Ortada ve âşikâr iken bardağı yok sanmak veya su kabı olduğunu bilmemek ahmaklıktır.
Su kabı olduğunu bilipte zehir doldurmak, bardağa ve akla ihânet.
İdrar doldurup su sanmak dalalet (sapıklık).
Bardak boş iken su var sanıp da ağzına boş bardağı kaldırıp içiyor gibi yapıp su içtiğini sanmak cehâlet.
Elindeki zemzem dolu bardağı içmeyip de susuzluktan can çekişmek ciddî gaflettir...
Zemzem dolu bilelik bardağını her nefeste afiyet ve bereketle içip bunları lûtfi ikrâm ve ihsân eden sistemin sahibi Rabbü'l-âlemin'e samîmî hamd-ü-senâlarını sunmak ise Muhammedî mü'minlik, âlimlik, âriflik, kâmillik ve âşıklıktır.
Kulluğun kemâli; ömrün olgunluğu, razı olmanın ve rıza bulmanın Türkçesidir...
Âlemde ne var ve ne oluyor ise, Âdemoğlunda onlar var ve onlar aynen oluyor...
Zâhir-bâtın...
Ellerinin içlerini birbirine yapıştırırsan görürsün ki aynı gibidir.
Oysa onlar aynı (eşit) değildir, zıd da değildir.
Teknikteki ifâdeyle "Antipot" tur.
Dünyada da böyledir. Karadan batırılan bir çubuk dünyanın merkezinden geçerse mutlaka denizden çıkar.
Denizden batırılan ise karadan çıkar...
Manevî kuralları ilâhî, maddî kuralları ise tesadüfî sananlar sistemi ve Sahibi olan ustasını tanımayan ahmaklardır...

Salâttaki, "ilâhî isâle olan sall" da da böyledir.
Maddî bedenle kıyam duruş ve maddî dille Kelâmullahı okuyuşumuz eğer kalb merkezinden geçerse, Emr Âleminden olan Kudsî Ruh ve mânâ âleminden çıkar...
Candan gönülden ruhi dualarımız (manevî âlemden), kalbdeki sabit sırr-ı süveyda merkezinden geçerse, madde âleminde, ALLAH (celle celâluhu) nun izniyle aynen tecellî eder...
Bu geçişleri sağlamak için maddîyatta iğne deliğine iplik geçiren kimse gibi, manevîyatta da mutlaka bilinmesi ve yapılması gereken gerçekler ve incelikler vardır.
Maddeten; aklı başında ve dikiş dikmek emeli olan bir kimseye ucu ve gözü sağlam bir iğne, iğne deliğinden geçebilecek kalınlıkta sağlam ve düğümsüz bir iplik, iyi gören göz, titremeyen eller ve tâbiki bu işte mâharet ve becereklilik de lâzım ve lâyıktır.
"Göz-Gez-Arpacık-Hedef ve Atış..." basit gibi görülen ancak her birisi bir şart olan bu hususlar yerine gelince tevhid dikişi dikilir ve hayali değil hakikattır.
Mânen de bu böyledir: Kıbleye serilen sır seccadesine sağlam basacak tevhid ayakları (Lâ ilâhe de teslimiyet, İLLÂ ALLAH'da istikamet: tevhid), şerîat (i'tikad, imân) ve tarikat (sâlih ameller) ayakları, Hududallah dışına kaymamalıdır.
Kulun kendi kabı kadar aldığı (mârifet ve hakikat) elleri de Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e razı, teslim ve tâbi' olup mârifet üstüne hakikat kelepçesini vurup, ALLAH (celle celâluhu) mühürü ile mühürleyip; uyur, uyurgezer ve sarhoş olmayan "Kafa Tası" ndaki ilâhi nûr olan "AKIL" (Nefsî); kör düğümleri çözen, buzlar gibi eriten ve ilâhî istikamet yollarını açan "NAKİL" (ruhî) ile kalb köşkünde tevhid edip Muhammedî şuûra, nûra, sûrura ve onura ulaşıp şefâat-ı Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şifâsıyla şereflenmeli ki; ilk olan iftitah tekbiri (kulluk arzını açış anahtarı, ilâhî istikametin ilk adımı) "ALLAHÜEKBER..." gürlemesi içte kalbi bulup mâsivâyı (ALLAH celle celâluhu dan gayrisini) yerle bir ve yok etsin! HAKK gelsin bâtıl yok olsun.
ALLAH ile, küfür mahvolsun...
EKBER ile, şirk mahvolsun...

Resim--- "Yine de ki: Hakk geldi bâtıl yıkılıp gitti. Zâten bâtıl yıkılmaya Mahkûmdur!" (İsrâ 17/81)

Resim--- "Bilakis Biz, hakkı bâtılın tepesine bindiririz de o, bâtılın işini bitirir. Birde bakarsın ki bâtıl yok olup gitmiştir. (ALLAH'a) yakıştırdığınız sıfatlardan dolayı yazıklar olsun size!" (Enbiyâ 21/18)

Resim--- "De ki: Hak geldi, artık bâtıl ne bir şeyi ortaya çıkarabilir ne de geri getirebilir." (Sebe' 34/49)

Ney gibi içi boşalan kalb, maddeden mânâya (alınan nefes), mânâdan maddeye (verilen nefes) ALLAHÜEKBER... diye inlesin...
Alınan "HUU!" verilen "HUU!" olsun...
Ağızdaki dille söylenen "ALLAHÜEKBER!" senin parmak izinle, sözünle ve özünle mühürlü kulluk arzın; arzdan Arş'a kanatlansın!
Kursî ve Arş titresin...
Melekler galâyânâ gelip "VALLAHÜEKBER..." diyerek eşlik etsinler.
Durgun suya atılan bir taşın doğurduğu dalgalar gibi üç boyutlu mekânda, sarmal ve küresel "ALLAHÜEKBER..." sesiyin dalgaları adım adım genişleyerek büyürken kıblendeki tüm yaramazlık (bâtıl ve şer)ları yok edip ortadan kaldırsın...
Zâhiri kıblen olan Mescidü'l-Haram'daki Beytullah ile bâtını kıblen olan Habli'l-Verid'inden de yakin ALLAH (celle celâluhu) ile aranda mâsivâ (HAKK'tan gayrı herşey) kalmasın...
"Beyneke beyne ALLAH..." ALLAHÜEKBER...
İşte "ALLAHÜEKBER" harf-hece ve lâfızdan ibâret görülen bardağın içi Nûr-u Muhammed (Nûrullah) ile dolu olursa göz açıp kapatılmadan enfüsî ve âfâkî şifâsı görülür. "Sûbhaneke!" övgüsünün yeri ve zamanıdır...
Kur'ân okumak ise kelâm, Kelâmullah olarak farzdır...

Sahih hadisi kudsî de buyurulduğu gibi:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH Tealâ: "Namaz sûresi olan Fâtiha'yı kendimle kulum arasında yarıya taksim ettim. Hem kulumun dilediği şey onundur!" buyurdu. Kul: "El-hamdülillahi Rabbi'l-âlemin" dediği zaman ALLAH Tealâ: "Kulum Bana hamd etti." buyurur. "Er-Rahmâni'r-Rahîm" dediğinde ALLAH Tealâ: "Kulum Bana senâ etti." buyurur. "Mâliki yevmi'd-din" dediğinde ALLAH Tealâ: "Kulum benim temcîd eyledi." buyurur. (Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), bir defasında ise; "kulum işlerini Bana havale eyledi." buyurur, buyurmuştur.) Kul: "İyyâke nâ'bûdû ve iyyâke neste'in" dediği zaman, ALLAH Tealâ: "Bu kulumla Benim aramdadır; hem, kulumun dilediği onundur!." buyurur. Kul: "İhdina's-sırâta'l-müstakîm sırata'llezine en'âmte aleyhim gayri'l-magdubi aleyhim velâ'd-dâllîn" dediği zaman ALLAH Tealâ: "İşte bu kulumundur, hem kulumun dilediği onundur!" buyurur, buyurdu."
(Müslim, Salât 38; Ebu Dâvûd, Salât 132)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Şüphesiz sizden biri namaza kalktığında, elbetteki o, Rabbisi ile münacââtta bulunmaktadır. Rabbi, kıble ile kendisi arasındadır......" buyurmuştur.
(Buharî, Mevakit 8, Salât 33; Müslim, Mesacid 54)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH Tealâ, yaratıklarından bir şeye tecellî ettiğinde, o şey O'na boyun eğer..."
(Nesâî, Küsûf 16; İbni Mâce, İkamet 152)

Resim--- Aişe (radiyallahu anha) dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kim, ALLAH'a kavuşmayı severse, ALLAH'da ona kavuşmayı sever; Kim de ALLAH'a kavuşmayı sevmezse, ALLAH'da ona kavuşmayı sevmez!" buyurunca: "Yâ Resûlullah! Bu, ölümden hoşlanmak mı? O hâlde, hepimiz ölümden hoşlanmıyoruz!" dedim. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Öyle değil! Lâkin mü'mine ALLAHın rahmeti, rızası ve cenneti müjdelendiği vakit, ALLAH'a kavuşmayı diler. ALLAH'da ona kavuşmayı diler. Kâfir ise, ALLAH'ın azabı ve hışmı ile müjdelendiği vakit, ALLAH'a kavuşmaktan hoşlanmaz! ALLAH'da ona kavuşmaktan hoşlanmaz!" buyurdu.
(Müslim, Zikir 14/18)

Kul; kulluğunu birinci elden Rabbisine ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in (Hazır-Nazırın) hâli hazır kelâmı olan EL FATİHA ile arz edince kabul buyurulan kulluğun mükâfâtını yine Rabbü'l-âlemin Kur'ân-ı Kerîm' de bildirip zammı sûre olarak "El-Nasr" okutur: tefsir etmeden mealini verip gönül zevki edelim:

Gönderilme zamanı: 26 May 2008, 08:46
gönderen kulihvani
Naz-Niyaz NAMAZı
Sall SILAsı…

Latif YILDIZ


Resim

BÖLÜM V : SILA SALÂTI VE NAZ - NİYAZ NAMAZI


5.4. NASR SÛRESİ ZEVKİ
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم
اِذَا جَاءَ نَصْرُ اللّٰهِ وَالْفَتْحُ
Resim--- "İzâ câe nasrullahi ve'l-fethü" (Nasr 110/1)

ALLAH'ın nasrı (Nasrullah) ve fethi (Fethullah) geldiğinde;

Nasrullaha ulaşan :
Kul teslimiyeti tam olup Nûr-u Muhammed (elektriği) bağlanan kimsedir ki;
ALLAH (celle celâluhu) dan razı olmuş (râziyyeten),
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e tâbi' olmuş,
Muhammedî teslimiyet şuûruna henüz ulaşmış,
"Vedhuli ibadî: Muhammedî kullarımın arasına gir!" (Fecr 89/29 bkz.) Şerefine ve rüşdüne ermiştir.
"Semiğnâ..." (Bakara 2/285 bkz.) "Biz henüz şimdi duyduk..."
"Ve iyyake nâ'büdü: Derhâl, sadece ve sadece Sana kulluk (ibâdet) ederiz! (Fâtiha 1/5 bkz.) demek şerefıne ulaşır.
Ve emin ol ki buna benzer çok âyet-i celile vardır...

Fethullaha kavuşan kul ise:
ALLAH'a tâbi' olup ve ALLAH'ın razı olduğu (merziyyeten),
Nûr-u Muhammedî kullanıp faydasını gören,
İç-dış âletleri (elektrikle çalışan) dostoğru çalışan,
İç ve dış kıblede Evvel, Âhir, Zâhir ve Bâtın İmam-ı Mutlak olan Muhammed (aleyhi's-selâm)'a, ilâhî istikamette "Biz cemâati" olarak uyan;
"Vedhuli cenneti..." (İşte) cennetime gir (girdin) (Fecr 89/30 bkz.) Lûtf-i ikrâm ve İhsânullaha gark olan,
"Ve ategnâ... Hemen itâat ettik..." (Bakara 2/285 bkz.)
Ve "Ve iyyake nesta'in: Ve ancak ve ancak Senden istiâne ederiz, Senden isteriz..." (Fâtiha 1/5 bkz.).
Varlığımızın devâmı, kulluğumuzun arzı ve Rızaullahın temini için lâzım ve lâyık olan canımız (dirilik) da dahil herşeyimizi sahibimiz olan Sen Rabbü'l-âlemin'den dileriz...
Şundan, bundan ilâhlar, Rabbler edinmeyiz.
Elbette Mürşid-i Mutlak (sallallahu aleyhi ve sellem)'den başka mürşid'de tanımayız..." derler ve onurunu yaşarlar.


وَرَاَيْتَ النَّاسَ يَدْخُلُونَ فٖى دٖينِ اللّٰهِ اَفْوَاجًا

Resim--- "Ve raeyte'n nâse yedhulüne fî dinillahi efvâcâ." (Nasr 110/2)


İnsanların ALLAH'ın dinine dalga dalga girdiğini göreceksin; Tefsir Meâl ve yorum yapmaksızın zevk edersek: "Sin" le nâs, insanlar! "Sad" la nass; şerîatın bağlayıcı (farz, vâcib) kuralları (âyetler, sahih hadisler) dırlar. "Dinillah"ı; nakle ulaşıp rüşde ve kemâle erip Muhammedî nûrla çalışan akıl kabul edersek ki bunlar Nasrullah ve Fethullaha kavuşmanın ürünü ve hüneridir:
İlahî nassların; Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) olan Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Abdullah (sallallahu aleyhi ve sellem) yüzünden kalblerimize yansıyan vahy-i cehrî (Kur'ân olarak) ve vahy-i hafî (ilhâm) yansımaları olarak, baş rol oyuncusu nefsimizin özü olan aklımıza, fevc fevc (dalga, dalga) dolduğunu göreceğiz İnşâllah...
Burada kalbe, ilâhî nûrların istîlâ'sı ve garkı söz konusudur...
Bu hâl ise Muhammedî mâverâdır...
Böylesine samîmî ve ciddî olarak Abdliğini (kendi nefsi kimliğini) ve RABB'ini (Ulûhiyyet, Rübûbiyyet, Merhametiyyet, Mâlikiyyet, Melikiyyet, kaza-kader, irade, meşiyyet, azamet, kudret v.s.) bilen aklı başında nefse, ALLAH Tealâ emrediyor:


فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَاسْتَغْفِرْهُ اِنَّهُ كَانَ تَوَّابًا
Resim--- "Fesebbih bi hamdi Rabbike ve'stagfirhu innehu kâne tevvâbâ" (Nasr 110/3)


Hamd ile RABB'ini tesbih et ve O'na istigfâr et. Şüphesiz ki O, tevbeleri çok çok kabul edicidir.

Azîz kardeşim! Lûtfen iyi anlayalım...
Her şey gün yüzünde, dört başı ma'mur ve âyân beyan ortada olarak; her şeyi çok iyi anlayıp, kabul edip ve yaşamaya ve tatbik etmeye koyulmuş aklı ayık bir nefs; bu muhteşemlik, mübâreklik, muazzamlık, mükemmellik ve mükerremlik karşısında: "ELHAMDÜLİLLAHİ RABBÜ'l-ÂLEMİN!" Âlemleri (mâsivâ) var eden ve kendisinden başka dâim, kâim, ezelî, ebedî, zâhir, bâtın "VAR" lık olmayan ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'e akıl v.s. âletleriyle hudud tâyininden vazgeçtiğini bu hususta AHMED (aleyhi's-selâm)'a uyup teslim olup Ahmedîyyet sırrı ile Ahadîyyeti seyrettiğini açıkca ortaya hayret ve dehşet içinde koyar...

Bu güne, şu ana ve son nefesine kadar gafletle geçen zaman, zemin imkân ve hâl israfından dolayı da ciddî ve samimî bağışlanmasını diler. Kulluk kuşunun iki kanadı dua ve istiğfârdır.
Gövdesi, şu anda "olana" razı olmaktır.
Başı, şükür ve kalbi sabırdır bu kuşun hocam...
Bu âyeti celilenin ilhâmı ile bizler günde 100 defa "Subhanallahi ve bihamdihi esteğfirullahi'l-Azîm ve e'tubî ileyhi" demekteyiz hamdolsun.

ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL, bizi yaratandır ve bizi bizden de iyi bilmektedir. Elbette zaaflarımız, acziyet, fakriyet, zillet ve illet dertlerimiz; bugün değilse yarın, değilse birgün depreşebilir, göz kafayı silebilir, sigortamız atabilir...
İmkânla imtihan sahasında güreş, yağlı güreştir ve yerler de yağlıdır...
Velî de kayabilir, deli de kayabilir. "Ben kaymam..." diyenler ise sırtı yerde, ayakları havada ahmaklardır.
Kaymamanın tek şartı Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in izine; tefritsiz, ifratsız, i'tidâl (adelet) üzere basarak, Muhammedî şuûr ve nûr ile yürümek ve yaşamaktır.
Muhammedî mâarif metodunda ise geçmişe tevbe ve istiğfâr, geleceğe hakk ve hayr duası iki ayak gibi; gövdesi ise şu anda olanları hükm-ü HAKK bilip, razı olup şükür veya sabr sanatıdır.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Vellezi nefsî bi yedihî lev lem teznebu le zeheballahu bikûm vele câ'e bi kavmin yeznebune fe yestegfirunallahe, fe yegfir lehum.: Nefsim elinde olan (ALLAH)'a yemin ederim ki; eğer siz günah işlemezseniz ALLAH sizi yok eder, günah işleyip de arkasından istiğfâr (bağışlama) dileyen bir kavm yaratır da onların istiğfârlarını kabul edip bağışlar..." buyurmuştur.
(Ebu Hureyre (radiyallahu anhu'dan Müslim)

Kulluk hâlinde olunca insan, noksan, hata ve günah elbette olabilir.
Olması gereken ve mutlak olarak emredilen bir şey daha var ki nasuh tevbesi ile Rabbü'l-âlemin'e dönüp bağışlanmayı dilemek...
"İnnehu kâne tevvâbâ." : Şüphesiz ki O, tevbeleri çok çok kabul edicidir." Ulûhiyyet,
Rübûbiyyet,
Mâlikiyyet ve
Melikiyyetinin temelinde şüphesiz ki kendi yarattığı kullarına karşı Merhamiyyeti (Rahmânîyyeti ve Rahîmîyyeti) ve onunda özünde Muhabbeti yatmaktadır...
Bunların izharında (ortaya çıkarılması) en mütekâmil, mükemmel ve mükerrem ayna ise insan oğlunun aklı (nefsi) dir...
Bu ise ilginç ve ilâhî bir imkânla imtihandır ve i'tidâl (sırat-ı müstakîm, adâlet) üzeredir.
"Fesebbih bi hamdi Rabbike ve'stegfirhu! İnnehu kâne tevvâbâ... " İşte arzedildiği üzere bir istiğfâr ve hamd şuûruna ulaşan nefs (kalbî ve ruhî nefs) kendi geçici eğreti, sınırlı ve sorumlu varlık ve kimliğini iyice anlayınca kendisi de dahil sınırsız ve sayısız şeylerden oluşan sistemin ustası ve sahibi olan Rabbü'l-âlemin ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂLi, akledeceği ya da akledemeyeceği tüm noksanlık, benzetme, belirleme, tasavvur v.s. den ayrı ve uzak kılıp "SUBHANALLAH" der... ALLAH ismi şerîfinin târifi mümkün olmayıp; varlığı ve tüm sıfat, isim ve fiilleri, Zâtıyla kaim tüm târifleri yutan (ihata eden) târifsizlik, yâni ALLAH (celle celâluhu) dur. Sebbaha: Arabça'da yüzmekdir.
Madden ve mânen gerçek, hârika ve haktır.
Kur'ân-ı Kerîm altın âyetlerinden olan 5 sûrenin birinci âyeti ayrıca iki sûrede benzerler hâlinde toplam 7 yerde muhteşem mânâlar içerir: (Muhammedî Tasavvuf kitabımızda anlatılmıştır.)
Teberrüken:

يُسَبِّحُ لِلّٰهِ مَا فِى السَّمٰوَاتِ وَمَا فِى الْاَرْضِ الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ الْعَزٖيزِ الْحَكٖيمِ
Resim--- "Yusebbihu lillahi mâ fi's-semâvâtü ve mâ fi'l-ardi'l-melikû'l-Kuddûsi'l-Azîzi'l-Hakîm: Göklerde ve yerde olanların hepsi mülkün Meliki (sahibi), (soyut-somut) noksanlıklardan münezzeh Kudsî, Azîz (güçlü) ve Hakîm (hüküm ve hikmet sahibi) ALLAH Tealâyı tesbih ederler (ediyorlar, ederler)" (Cuma 62/1)

Arabça yazarsak: "sin, be, be, ha" harfleridir.: Harflerin haktan hayra diliyle zevk edersek; herşey enfüsündeki sîretindeki (özündeki) HAKK ile bileliği, âfâkındaki (gözündeki küllî şeyi muhit) sûretindeki HAKK ile tevhid edip, "bile" bilip El HAKKU'l-HAKK'ı sinesinde duyarsa...
Seyr-ü-sefer yüzmesi kulluk yörüngesinde devrân devri, seyrân seyri, cevlân cevli ve hayrân hayrı ve hayreti gerçekten başlar...

Biliyorum; aklı ağzında olanlar, kıskıs gülecek, "neler söylüyor..." diyecekler. Yakıştırıp takıştırıyoruz sanacaklar...
Ellerini; varsa, vicdânllarına koyup Muhammedî Tasavvufun Tevhid penceresinden şâhidi olduklarımızı dinlesinler:

Kâinâtta en küçük (en son küçüklükte maddî) şey, zerredir.
Yâni Atomdur. Her bir atom kendi özündeki sabit noktası (çekirdeği) etrafında ilâhî olan ilmî kanunlar hükmence ebediyyen döner durur...
Bir atom diğer bir atoma mesnedlenemez(dayanıp destek alamaz), kendi döngüsünü terkedip başkasına gidemez!
Giderse çarpışır ve başka ilâhi kanunların gereği doğar! Kürrede (kâinâtta) de bu böyledir...
Dünya, ay, güneş ve tüm gök cisimleri en ince detayları ile kendilerine yüklenmiş ilâhî proje gereği kendi yörüngelerinde yüzer (sebbihu) gezerler.
Zerre de kürre de durmadan hem kendi etrafında devrân (özüne devr) eder, hem de başkaları etrafında seyrân (yörüngesinde seyr) ederler...
Atom da böyledir...
Ay da böyledir...
Güneş de böyledir...
Birisi 1 mm yörüngeden kaysa bilgisayar çağında hangi yıl, ay, gün, saat, dakika ve saniyede dünyaya bindireceği ve çarpacağı bilinir...
Ne var ki zerre de kürre de Rabbü'l-âlemin'in murakabesi (izlemesi) ve takdiri altında:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in: "Kur'ân'ın kalbidir!" buyurduğu Yâsîn Sûre-i celilesinde:

وَالشَّمْسُ تَجْرٖى لِمُسْتَقَرٍّ لَهَا ذٰلِكَ تَقْدٖيرُ الْعَزٖيزِ الْعَلٖيمِ
Resim--- Veş şemsu tecri li mustekarril leha, zalike takdîrul azizil alîm.: "Güneş kendisi için belirlenen (kararlaştırılan) yörüngesinde akıp gitmektedir (ceryan eder, döner). İşte bu herşeye gücü yeten El AZÎZ ve herşeyi mutlak bilici El ÂLİM olan ALLAH'ın takdiridir. (kaderinin; kazası, uygulanaşı ve tatbikatıdır.)" (Yâsîn 36/38)

وَالْقَمَرَ قَدَّرْنَاهُ مَنَازِلَ حَتّٰى عَادَكَالْعُرْجُونِ الْقَدٖيمِ
Resim--- Vel kamera kaddernahu menazile hatta ade kel urcunil kadîm.: "Ay içinde bir takım menziller (yörüngelerde, görünüm durakları) tâyin ettik. Nihâyet o eğri hurma dalı gibi (hilâl) olur da geri döner." (Yâsîn 36/39)

İlkokul öğrencisi de bilir ki ayın kendi etrafında ve dünya etrafında dönmesi ile dünyanın kendi etrafında dönerken ekseninin eğik duruşu, ayın bir aylık süredeki görünüm değişikliklerini doğurmuştur...
Ve yine güneş etrafında dönen dünyada dört mevsimi doğurmuştur...
Kendi özündeki sabit nokta etrafındaki devrân seyri ile kader yolu yörüngesindeki seyrân sülûkü hârika hâllerdir, Muhammedî tasavvufta...

لَا الشَّمْسُ يَنْبَغٖى لَهَا اَنْ تُدْرِكَ الْقَمَرَ وَلَا الَّيْلُ سَابِقُ النَّهَارِ وَكُلٌّ فٖى فَلَكٍ يَسْبَحُونَ
Resim--- Leşşemsu yembeği leha en tudrikel kamera velel leylu sabikun nehar, ve kullun fi felekiy yesbehûn.; "Ne güneş aya yetişebilir. Ne de gece, gündüzü geçebilir. "Ve küllûn fi felekin yesbehûn": Her biri bir yörüngede yesbehun (yüzerler.)..." (Yâsîn 36/40)

Anlatmak kadar belki de daha fazlası, anlamaya çalışmak önemlidir.
Aklı doğru yerde, zamanda ve hâlde kullamak işin aslı ve astarıdır...

Gördün ki; tesbih, tasavvufta devr ve seyr yâni Devrân ve Seyrân Âlemlerinin işleridir.
Tasavvufta bir de takdis vardır ki: Cevlân ve Hayrân âlemlerinin işleridir...
Belki birgün takdisi de İnşâallah açılan kapıdan girer ve birlikte seyreder ve yaşarız...

Biz buralara nerden geldik? Ne diyorduk? "ALLAHÜEKBER" in harf bardaklarını Muhammedî nûr olan ilâhî mânâ ile doldurup da içmeliyiz..." diyorduk!
Öyle içmeliyiz ki her hücremize sirâyet etsin ve her hücremiz "ALLAHÜEKBER!" deyip, "ALLAHÜEKBER" kessin...
Yere dökülen bir bardak suyun (dağılıp, yayılarak) her damlasının secde yeriyle kucaklaştığı gibi...

Fâtihamız ve zammı sûremiz de böylesi, bereket yüklü bulutlar gibi olsun ve salâtımıza rahmet olarak yağsın...
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)' in ümmeti için döktüğü göz yaşları gibi şifâ ve şefâat damlalarımız olsun...
Bu âlemde hiçbir şeyi boş ve beleş sanma...
Her şey, her şeyliğini; kesinlikle, katıksız ve mutlaka yapmaktadır.
Mikrop mikropluğunu, ilaç ilaçlığını...
İnsan ise aklından dolayı iki arada bir derede koşturup duruyor...
Kimi kendini bulamıyor, kimi her yerde olanı arıyor, kimi "var mı bana yan bakan!" diyor...
Kimileri ise sükût-sükûn ve sekînet-i Muhammedî içinde imkânla imtihan âlemi olan cihanda canların cengi, rengi, ahengi, raksı, devrânı, seyrânı, cevlânı ve hayrânını hayret ve dehşetle izliyor...
"Subhanallahi bi hamdihi subhanallahi'l-Azîm velâ havle velâ kuvvete illâ billahi'l-Azîm..." diyor...
Âhir zamanın Benlik Denizinin fitne fırtınasında Muhammedû'l-Emin (aleyhi's-selâm)'ın muhabbet, merhamet ve hasbî hizmet gemisinin gönül güvertesini asla terketmiyor...

Bunca fırtına ve kavga içinde: "Ey insanlar!. Buraya, buraya dönün (tevbe), buraya yüzün (sebbaha), acele edip paniğe kapılmayın (istiğfâr edin), elimizi tutun ki diğer elimiz sağlam elde Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'de...
Onun eli ise " Yedullah" dadır... diye merhameten bağırıyor...
Hasbî hizmet elini, sahibi Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) adına uzatıyor...
Duyuyorlar...
Ya da duymuyorlar...
Kader, Kaderullah...
Hakkımızı ve hayrımızı versin...
Âmin.

Gönderilme zamanı: 26 May 2008, 16:41
gönderen kulihvani
Naz-Niyaz NAMAZı
Sall SILAsı…

Latif YILDIZ


Resim

BÖLÜM V : SILA SALÂTI VE NAZ - NİYAZ NAMAZI


5.5. KULLUK (İbâdet) SEYR-Ü-SÜLÛKÜ

Azîz kardeşim;
Bu mütevâzi çalışmamızın amacı her insanın ezelden, fıtraten ve aslen Muhammedî olduğunun şuûruna ulaşıp, Rabbü'l-âlemin'e daha şuûrlu ibâdet etmesine hasbî hizmettir.
İbâdetlerin bel kemiği, içerik ve tekrâr itibâriyle de en önemlisi olan salâtı (namazı); hareket, söz ve zamanın içini, salât sırrıyla doldurarak ihlâsla kılmaktır. İnsan aklı tatmîn olunca o işi iyice yapar.
Hiç durmadan Devrânda dönen zemin ve zaman içinde her nefeste süregen bir kulluk görevi yüklenmiş olan insan aklını; gaflet, cehâlet, dalâlet ve ihânetten korumak, özellikle gelecek genç nesillerimiz için çok çok önemli dini, dünyevî ve uhrevî bir görev olup tüm insanları ilgilendirir...

Bu sistemin ustası olan bir sahibi, muradı ve emirleri yokmuşcasına rastgeleye yaşayan insanlar topluluğu maddî ve manevî problemler, acılar ve cehennemler içinde can verip giderler. Perişan ve esir olurlar...

Yüce kitabımız Kur'ân-ı Kerîm, Azîz efendimiz Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in örnek hayatı ve hadisleri, gün görmüş gönlü yüce ALLAH Dostlarının değerli sözleri ortada ve açık-seçik iken; düzenbaz, soyguncu ve ahlâksız insanların maddî menfâat için olan, şuûrsuz ve dine uymayan yollarına düşmemeliyiz...
Dışlayan, zorlaştıran ve nefret ettiren yollar, asla Muhammedî olamaz... Bunun için de meselenin aslını çok iyi bilmeliyiz ki tatbik edip yaşabilelim. İnsan imtihanı çok ilginçtir...
Bir sözle (tevhid) inanç sistemi çöker ve dinden çıkarken yine bir sözle ilâhî sisteme dahil olur...
Basit görünse de sonucu:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in: "İnsanlar uykudadır, öldükleri zaman uyanırlar..." (Aclûnî, Keşfül Hafa II-414(2795)
Buyruğu hârikadır.
Önemli olan ölmeden önce uyanmaktır...
Adiller adili olan El ADL (celle celâluhu), sapık giden bir millete onlar hakka ve hayra dönmedikçe ni'metlerini devâm ettirmez...
Ve doğru giden milleti de sapıtıp ni'metini kesmez...:

Resim--- "Bu da, bir millet kendilerinde (nefislerinde) bulunanı (güzel ahlâk, i'tikad v.s.) değiştirinceye kadar ALLAH'ın onlara verdiği ni'meti değiştirmeyeceğinden dolayıdır. Gerçekten ALLAH işitendir, bilendir." (Enfal 8/53)

Ne çare ki âhir zamanda miletimiz fitneler fırtınasında boğuluyor ve kıyasıya bir kör döğüşü içinde ve kör düğüm olmuş hâlde...
Toplumumuz başı boş, tüm ilâhî yasaklar serbest ve ilâhî haramlar helâlmış gibi, çoluk çocuk hep birlikte sonu bilinen ve bildirilen hüsran yerine azgın bir sel gibi körü körüne akıp gidiyor:

Resim--- "(Sana karşı çıkanlar) hiç yeryüzünde dolaşmadılar mı? Zîrâ dolaşsalardı elbette akledecek (düşünecek) kalbleri, ve işitecek kulakları olurdu. Gerçek şu ki gözler kör olmaz (kafa gözünün körlüğü değil esas körlük); lâkin sadrlar (gögusler) içindeki kalbler kör olur..." (Hacc 22/46)

Başın basar görüşü körlüğünden daha beteri, kalbin (öz gözün) bâsiret körlüğüdür.
Öz gözü körlerin çoğunluğu ele geçirdiği milletlerde; körler rehber olunca, nice milletler madde ve mânâ meydanlarından silinip gitmişlerdir.
Bizansın fethinde: papazlar: "melekler erkek mi dişi mi?" diye birbirlerini yemekte iken, yerle bir olmuşlardır...

Bu âlemde ibret ve hikmet sahnelerinde hiç durmadan oynayanlar bulunur...
Başkalarının başına gelenlerden ibret almayan câhil, kendi başına gelenden de ibret almayan ahmakdır ve aklına ihânet etmiştir. Milletler içinde bu böyledir...
Sistemin sahibi Hazır-Nazır olan Rabbü'l-âlemin'in ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in kadr-ü-kıymetini, azamet ve kudretini takdir edemeyip (Zümer 39/67; Hacc 22/74 bkz.) zikrinden yüz çevirenler maddî-mânevî tokatını yerler:

Resim--- "Kim de beni anmaktan (zikrimden) yüz çevirirse şüphesiz (hiç şüphesi olmasın ve beklesin) onun sıkıntılı bir hayatı olacak ve biz onu, kıyâmet günü kör olarak haşredeceğiz." (Tâhâ 20/124)

Hâlbuki şükredenlere ise ziyâdesi var idi:

Resim--- "Hatırlayın ki RABB'ıniz size: Eğer şükrederseniz, elbette size (ni'metlerimi) artıracağım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir! diye bildirilmişti" (İbrâhim 14/7)

İlahî kurallar tüm mahlûkat ve hele hele insanoğlu için harfiyyen anında geçerli ve tatbik edilmektedir.
Kulluğun ilk adımı özün niyeti, tevhidi tercih veya reddetmekle başlar...
Bir açının iki kenarı gibi hak-hayr veya bâtıl-şer yollarında giderken gittikçe birbirinden uzaklaşır ebediyyen.
Son uçları ya cennet ya da cehennem...

Resim--- "......(İnsanların) bir bölümü (fırkası) cennette, bör bölümüde çılğın alevli cehennemdedir." (Şûrâ 42/7)

Darb-ı meseller, canlı misâller, açık-seçik ve çocuk bile anlayabilir beyânlarla anlatan yüce kitabımız Kur'ân-ı Kerîm insanoğlunun kadın-erkek, doğru ve yanlış tercihlerle nereden nereye geldiklerini ya da gittiklerini ne güzel anlatıyor; ibret, hayret ve dehşetle dinle:

Resim--- "ALLAH'ı inkâr edenlere, Nûh'un karısı ile Lût'un karısını misâl verdik... Bu ikisi kullarımızdan iki sâlih kişinin nikâhları altında iken onlara hâinlik ettiler. Kocaları ALLAH'tan gelen hiçbir şeyi onlardan savamadı. Onlara: haydi ateşe girenlerle beraber siz de girin... denildi.ALLAH, inananlara da Firavun'un karısını misâl gösterdi. O: "RABB'im! Bana katında cennette bir ev yap; beni Firavun'dan ve onun işinden (kötü amelinden) koru ve beni zâlimler topluluğundan kurtar! demişti. İffetini korumuş olan, İmran kızı Meryem'i de (Allah örnek gösterdi). Biz, ona ruhumuzdan üfledik ve Rabbinin sözlerini ve kitaplarını tasdik etti. O gönülden itaat edenlerdendi.''
(Tahrîm 66/10-12)

Peygamberlerin (aleyhi's-selâm) eşleri (çileleri) iken bir ömür beraber yaşayıp hakkın ve hayrın elçisi kocalarına ve akıllarına ihânet ederek bâtılı, şerri ve şeytânı tercih etmişlerdir...
Nûh (aleyhi's-selâm)'ın karısı sapık insanlarla birlikte kocasının zırdeli olduğunu (hâşâ...) söylemiş ve sonucunu görmüştür...
Lût (aleyhi's-selâm)'ın karısı ise; âhir zamanımızda da insan haklarından sayılan, yadırganmayan ve neredeyse meşru' adedilen livatanın (homoseksüelliğin) geçerli olduğu Lût kavminin azgınlarıyla işbirliği yapıp: yurdundan yuvasından dağ başlarına sürülen çilekeş Lût (aleyhi's-selâm)'a erkek misâfirler (ümmeti) geldiğinde ateş yakıp gündüz ise dumanı ile, gece ise ışığı ile işâret verip "koşun gelin...
Size av geldi..." diyordu... Sonucu ateş...

Binbir zulüm ve işkence içinde hakkı ve hayrı tercih eden ve ateşe girenlerin imâmı Firavun'un karısı Asiye (aleyha's-selâm) ise Rabbü'l-âlemin'e inanıyor, sığınıyor ve güveniyordu cennetine koyacağına...
Öyle de oldu...
Âlemlerdeki kadınların en fazîletlisi ve iffet sembölü olan Meryem (aleyha's-selâm) ise zinâ iftirası da dâhil bir insan aklının ve hafsalasının alamayacağı çile, acı ve ustura agzında yürüyüşle hakkı ve hayrı tercihini, tevhidini ve emredileni isbat ederek can ve cennetlerdeki muhteşem, mübârek ve mükerrem yerini almıştır...
Bu, bizim Meryem (aleyha's-selâm) mımızdır, şunun bunun değil...

Biz Kur'ân-ı Kerîm'i canımızdan da çok sevdik...
O bizim derd dinleyenimiz devâ deryamızdır.
Muhammedî Tasavvufun seyr-û- süllûkunda ve yâr yolculuğunda her peygamber bir şehir gibidir.
Âdem (aleyhi's-selâm) ile başlayan seyrin (bilme, bulma, olma) sülûku (letâif makamlarını ikmâl etme) tek tek ve sırayla her şehre (peygamberin özellik ve güzellikleriyle buluşup hâlleşme) uğrar misâfir ve imtihan olur... Sonra devâm eder...
Tâ ki âhirinde Hatemû'r Resûl, İmam-ı Mutlak, Mürşid-i Mutlak, Rehber-i Rızaullah olan Resûlullah Muhammed (aleyhi's-selâm)'a kadar...
Kur'ân-ı Kerîm'deki 28 peygamberin her birisinin vasıflarının (şahsî ve ilâhî) insan nefsinin kemâlâtında (öğretmen gibi) rolleri vardır.
Nefsin 7 letâifinin her birisine 4 öğretmen olmak üzere 4 x 7 = 28 olur. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ise hem öğretmen (Nebî') hem de baş öğretmen Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'dir...
Şöyle anla ki; Antalya'dan Medine'ye gidiyorsun.
Yola çıktın. Mersine vardın misâfir oldun.
Sen Mersin olmadın Mersinî: Mersinli oldun...

Seyr-ü-sülûkte de İbrâhim (aleyhi's-selâm) a kavuşan kimse İbrâhim (aleyhi's-selâm) olmaz da İbrahimî olur...
Onun ilâhi ve İbrahimî özellik ve güzelliklerini tanır, alır ve yaşar...
Halilî hâliyle ebedîleşir...

Âdem (aleyhi's-selâm)da, Hayy Birliğiyle toprağa üfürülen nefhada naz-niyâz bulur...
Ayrılık ve gayrılığın olmadığı dirilişe şâhid olur...
Nûh (aleyhi's-selâm)ın çilelerini çeker, gemisine biner ve selâmet sahillerine Nuhî olarak iner...
İbrahimî HAKK'ın Hâlilî; İsmailî kûrbun kurbanı Halimî olur.
Yakubî olup, sabrun cemîl diler; Yûsufî olup, kesret bazarlarında açık artırma ile satılan vahdet incisi olur...
Olur da olur...
Döne dolaşa yol gelir son uca...
Hidâyet, şefâat ve himmet bulmak için gayret edip aklını hakka ve hayra kullanarak Muhammedî oluş şuûruna ulaştı ve rüşde erdi mi, deme gitsin keyfine....
Çünkü, Muhammed (aleyhi's-selâm) câmi'dir.
Cümle mahlûkatın aslı, anası, aynı ve Nûrullahdan nûrudur...
Bu anlatılanlar; satırlardan okunanlar gibi, ya da şucu bucuların uydur kaydır yaptıkları gibi herkese aynı şey asla değildir.
Herkesin parmak izi gibi kader çızgisinde kendi nefsî kemâlâtı kendi özüne yüklenmiştir. Kula düşen Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e teslim olup,imân edip, azmetmek (seyr) ve gerisinde İmam-ı Mutlak (sallallahu aleyhi ve sellem)'e uyup(tâbi' olup, itâat edip) istikamette ALLAH'a tevekkûl etmek (sülûk) tür...

Bu seyr-ü-sülûk serüveni zâten istesek de istemesek de nefes nefes yürümektedir. Esas olan emredilen ALLAH Tealânın hükmüne razı olup rızasına uygun ibâdet (kulluk) yapmaktır...
Her insanın kişisel tercihi öylesine esas, temel ve önemli ki hiçbir kula imtiyaz hakkı tanınmamıştır...
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e bile sevdiklerine hidâyet edemeyeceği buyurulmuştur.
Nûh (aleyhi's-selâm) peygamber iken oğlu Kenân küfre batmıştır:

Resim--- "Bunun üzerine ona şöyle vahyettik: "Gözlerimizin önünde ve bildirdiğimiz şekilde gemiyi yap. Bizim emrimiz gelip de sular coşup yükselmeye başlayınca her cinsten eşler hâlinde iki tane ve birde, içlerinden, daha önce kendi aleyhinde hüküm verilmiş olanların dışındaki âileni gemiye al. Zulmetmiş olanlar konusunda bana hiç yalvarma (hitâb etme!)! Zirâ, onlar kesinlikle boğulacaklardır. (küfre gark olucudurlar.)." (Mü'minun 23/27)

Resim--- "(Nûh) dedi ki: "Gemiye binin! Onun yüzüp gitmesi de, durması da ALLAH'ın adıyla (Bismillahi) dır. Şüphesiz ki RABB'ım Gafûru'r Rahîmdir.Gemi dağlar gibi dalgalar arasında onları götürüyordu Nûh, gemiden uzakta bulunan oğluna: yavrucuğum! (sen de) bizimle berâber bin, kâfirlerle berâber olma! diye seslendi.Oğlu: beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım, dedi. (Nûh): "Bu gün ALLAH'ın emrinden (azabından), merhamet sahibi ALLAH'tan başka koruyacak kimse yoktur" dedi. Aralarına dalga girdi. Böylece o da boğulanlardan oldu. (nihâyet) "Ey yer suyunu yut! Ve Ey gök suyunu tut!" denildi. Su çekildi; iş bitirildi; (gemide) Cudî (dağının) üzerine yerleşti. Ve "o zâlimler topluluğunun canı cehenneme!" denildi. Nûh RABB'ıne nidâ (dua) edip dedi ki: "Ey Rabbim! Şüphesiz oğlum da âilemdendir. Senin vâadin ise elbette haktır. Sen hâkimler hâkimisin!" ALLAH buyurdu ki: Ey Nûh! o asla senin ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı kötü bir iştir. (amel-i sâlih değildir). O hâlde hakkında bilgin olmayan birşeyi Benden isteme! Ben sana câhillerden olmamanı tavsiye ederim! (Nûh) dedi ki: "Ey RABB'ım! Ben Senden hakkında bilgim olmayan şeyi istemekten Sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve esirgemezsen ben ziyana uğrayanlardan olurum..." (Hûd 11/41-47)

İşte âyetlerin dış yüzü...
Hikmette ise; Nûh kim, oğlu kim, gemi ne, tufan ne, Benlik Dağı ne, Cûd (kerem, ihsân, vucûda esas olan) Dağı ne ve neredeler? Sorular ve cevâblar...
Ne çâre ki söz uzar ve işler karışır...

Bir de hikmet sahnesinde bir peygamber İbrâhim (as) ile oğlu İsmail (as)'ın muhteşem, mübârek ve mükemmel sonunu izleyelim:

Resim--- "(Oradan kurtulan İbrâhim) Ben RABB'ime gidiyorum. O bana doğru yolu gösterecek (hidâyet edecek). RABB'ım! Bana sâlihlerden olacak bir evlâd ver (hibe et) dedi. İşte o zaman Biz onu uslu (hâlim) bir oğul ile müjdeledik! Babası ile beraber yürüyüp gezecek çağa erişince: Yavrucuğum! Rüyâda seni boğazladığımı görüyorum. Bir düşün (bir bak!) ne dersin (ne görüyorsun?) dedi. O da cevâben: "Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşâallah beni sabreden (sabirin) lerden bulursun..." dedi. Her ikisi de teslim olup onu alnı üzere yatırınca: "Ey İbrâhim! Rüyâyı gerçekleştirdin. Biz iyi (muhsin) leri böyle mükâfâtlandırırız. Bu gerçekten çok açık bir imtihandır." diye seslendik.Biz oğluna bedel ona büyük bir kurban verdik. Geriden gelecekler arasında ona (iyi bir nam, örneklik) bıraktık: "İbrâhim'e selâm!" dedik. Biz iyi (muhsin) leri böyle mükâfâtlandırırız. Çünkü o Bizim mü'min kullarımızdandır." (Sâffat 37/99-111)

Hikmetle bakarsan; Halil kim, Hâlim kim, bıçak, mezbeha, kurbanlık koç, emir, sabır nedir?
Ruh., nefs, akıl, tevhid, kalb, azm, Biz Bileliği, imtihan emri, Hakka ve hayra sabırı görürsün elbette...
İşte her şeyden çok haz verdiği için Kur'ân-ı Kerîm'in içinden çıkmıyor ve Muhammedî Tasavvufu her nefes içimize çekip onunla yaşıyoruz.
Hepimiz, yâni Biz...

İnsan sûretinde gelen, sîretinde aklı olan, kulluk kisvesini ve kisbetini giyen her kul bu meydanda gönül güreşi yapıyor...
Nûh (aleyhi's-selâm); nefsi, varlığı, eşi ve oğlu ile kopan Nûh Fırtınasının ortasında imtihanda...
Benlik ve Şeytân Dağına koşan oğlu Kenan da kendi imtihanında...
İbrâhim (aleyhi's-selâm) canından da azîz oğlunun canına bıçak çalmakta imtihanda ve "korkma, üzülme ve çal bıçağı..." diyen oğlu hâlimi ve sabirin İsmail (aleyhi's-selâm) da bir başka türlü imtihanda...

Azîz kardeşim;
Anladım ki her insanın (nefsin) bu dünyaya gelmeden önceki (evvel) âleminde bir a'yân-ı sabitesi (kûn fe yekun kişiliği, kulluk kimliği) vardır.
A'yân-ı sabite âleminde herşeyin nihâyeti (sonucu) bidâyetine (başlangıcına) rücu' eder (döner, buluşur). Kulluk kemâli (tevhid tekemmülü) ise bunu başarmaktır.
Tevhidi sadece kuru ve içi boş bir bardak sanmak cidden ahmaklık ve akla saygısızlıktır.
Sûretine insan şekli ve sîretine (özüne) akıl verilen her nefs bu âlemde tevhidi, ilim, irade, idrak ve iştirake mecbur ve me'murdur. Kulluğun gereği ve görevi de budur.
Bunun sağlanmasının anayasası ise Kur'ân-ı Kerîm'de yüzlerce âyetle bildirilmiş ve ilk iş olarak Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e teslim olup imân etmemiz ve tâbi' olup itâat etmemiz emredilmiştir.
Ezelî-ebedî erdemin edebi teslimiyyettir.
Teslimiyyet, Edeb-i Ekrem-ü'l-Kâinâtadır.
İstikamet ise açık seçik İlmullah'adır.
Tüm ön yargı ve karışık alışkanlıklardan aklımızı yıkayıp, kendi sözlerimizin sükûtu ile Habibullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in hâlinin zuhûruna imkân sağlayabiliriz.
İçindeki ve rastgeleye doldurduğu ne idiği belirsiz karışımı boşaltıp, yıkayıp, arıtıp, durutup, kurutup ve tertemiz yapıp da hakk ve hayrla, Kevser-i Muhammed (aleyhi's-selâm) dan "nûr'un alâ nûr" (nûr üstüne nûr) ile dolmadan emredilen kulluk görevini nasıl anlayıp da uygulayabiliriz?
Bunun böyle olduğunu ne güzel izâh buyurmuş Kelâmullahda mutlak ilim sahibi EL ALÎM (celle celâluhu):

Resim--- "Andolsun ki Biz size (gerekeni) açık açık bildiren (açıklayıcı) âyetler, sizden önce yaşayıp gitmiş olanlardan örnekler ve takvâya ulaşmış (takvâ sahibi, muttakin) kimseler için öğütler indirdik." (Nûr 24/34)

Bu ilâhî örnekleri ve ögütleri ancak müttakin (takvâ sahibi) lerin aklı kadar anlayacağı bildiriliyor.
Takvâ, vikâye, sakındırma, sakınma ve korunma.
Böylesine çok çok önemli olan takvâya ilim, irade ve idrakle ulaşım bu husustaki ilâhî ilmi anlayışla mumkündür.
Bunun için ise Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e teslim olup imân etmek ve tâbi' olup itâat etmek edebine iştirak ön şarttır, kesinlikle lâzım ve lâyık olan ana şarttır...

Resim--- "ALLAH, göklerin ve yerin nûrudur. O'nun nûrunun temsili, içindeki kandil bulunan bir kandillik (oyma hücre) gibidir. O lamba kristal (billûr) bir fanus (sırça) içindedir, o fanus da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki doğuya da, batıya da nisbet edilemeyen mübârek bir zeytin ağacından tutuşturulur. Onun yağı neredeyse, kendisine ateş değmese dahi ışık verir. (Bu ise:) Nûr üstüne nûr... ALLAH dilediğini kendi nûruna yöneltir. Ve insanlara bir çok misâller verir. Allah her şeyi bilendir. " (Nûr 24/35)

Şimdi zevk edelim birlikte:
Nûr : halk edilen şeylerin,olayların, zamanların ve zanların; insan duyularıyla algılanıp anlaşılabilmesini sağlayan, ne idiği belli olmayan, ve ancak ettiği ile belli olan sebebtir. Elektrik gibi...
Onun içın akla ilahî nûr diyoruz ve herşeyin aslı Nûrullahtır.
Gözün basarıylı maddî idrak, gönlün (aklın) basîretiyle de manevî idrak mümkündür.
Dünyada kör ile görenin farkı, görenin renkleri görüp de bunu gösteren ve körlük karanlığından göz aydınlığına çıkaran nûr budur demesidir.
Bu nûr öylesine ilginç bir görüş sebebidir ki tüm mahlûkatı görebilirsin. Tek istisnâsı bu nûrun da sahibi ve mahlûkatına karşı âşikârken gaib (varken gizli) olan Subhan ALLAH Tealâdır.

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH Tealânın yetmiş bin nûrdan ve zulmetten perdesi vardır." buyurmuştur.

Çünkü insanın maddî ve manevî yapısının Nûrullahı algılamaya tahammülü olmayacağını çocuk bile bilir! Hayat seyr-ü-sülûkunda zulmetle perdelenenler; hâinler ve sapıklardır.
Hem nûr hemde zulmetle perdelenenler ise sistemin sahibini ya bilip anlayıp da gereğini yapmayan gafiller veya gerekli gayret ve çabaya ihtiyaç duymayan câhillerdir.
Nûrla perdelenenler ise manevî kemâlât yürüyüşünde bir şehirde (makamda) "hoşuma gitti!" deyip ve eğlenip kalanlar veya benlik gösterip kendi tekemmül yollarını tıkayanlardır...
Perdesizler ise: Hâlis muhlis Muhammedî teslimiyyet ve istikamet âşıklarıdır...
Garib ve karib bir kuldan tutun da, ayrıca görevli ebrâr, ebdâl, ahrâr, ahyâr ve tüm Ehlullaha kadar...

Bu konu öylesine dakâik (incelikler) ve hakaik (hakikatler) içerir ki; İnşaâllah iyice anlayıp anlatabilirsem sen de anlar isen hârika olur:

Resim

Mişkât: insanın dış ve iç duyu organları ile gördüğü ve hissettiği mevcûd âlemidir. Beden, insan vücûdu, can evi, nûr evi, kandillik.

Zücâce: kristal fanus, imkânla itmihan âlemine gelen aslında a'yân-ı sabitesinde pırıl pırıl krtistal gibi saf, berrak, şeffaf ve kıymetli iken; kendi benlik, hevâ ve hevesi ile simsiyah olup öz nûrununun imtihan âlemine geçmesine yol vermeyen ve kendine zulmeden (karanlıklara gömen) bir fanus (nefs) olabiliyor...
Veya asâletini veya şerâfetini, nezâketini ve letâfetini tekemmül ettirip koruyan ve Emrullah gereği öz nûruyla göz nûruna tevhid ettirip hakkı hak bilip hayrı yapan, bâtılı bâtıl bilip bâtıldan sapan mükerrem ve mübârek bir nefs olur...
Nefs yapısı ve imtihanı gereği hissettiği şeyleri hayal eder ve akl-ı selim süzgecine arzeder...

Misbah: İlahî ve Muhammedî sabahın oluş ve gönül güneşinin doğuş yeri olan kalbdir. Berzahdir... Nefsin ve Ruhun tevhid mekânı (maddî-nefs) ve makamı (mânevî-ruh) dır. Kalb, akıl nûruyla aydınlık olunca idrâk meydanıdır. Nefsin aklî semerisi, ruhun naklî semeresi ile burada tevhid edip (buluşup, bilişip,tanışıp) bir bütünün parçaları gibi tümlerler... Aklın "Lâ ilâhe"si ile naklin "İllâ ALLAH"ı birleşip " ilâhe İllâ ALLAH" tevhidi olur.

Secere: ağaç demektir, bir tek ağaç demektir. Şın, cim, ra ise, özdekini rûyet cemi'ne şühûddur... özdeki ise Nûrullahdır.
Secere-i hayat: hayat ağacı, soy-sop zinciri. Silsile-i nâmedir. Zürriyetin zuhûr zevkine müşâhadedir.

Şahâne gemilerle iskeleye yanaşanlardan birisi geriye bakınca; ilk dedesi, babası, anası ve özü olan Âdem(aleyhi's-selâm) ı gören, ileri bakınca da; kıyâmetin son anında son nefesini veren son torununu ve tohumdan tohuma tevhid ağacının Azametullah, Kudretullah ve Sünnetullahdaki akıl almaz seyr-û-sülûk sırat-ı müstakîmini görür ve yaşar... (Yâsîn 36/41 âyetini oku!)

Secere, fuad olup tohumu emir âleminden olan ruhtur.... Uzanım v.s. gibi düşünen dangalaklar olabilir diye âhir zamanda "leylek getirdi" ye gerek yok... Artık yalancı birileri çıkıp da, Firavun gibi: "ben RABB'inizim!" dedi diye inanacak kimse yok! Varsa canı cehenneme...

Ruh, nefsin aklî gücü ile kudsî naklî gücü bağlayan "belâ'" bağımızdır. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in buyurduğu gibi herkesin kabı (aklı) kadar anlayabileceği ve gerekli bir gereç ve gerçektir. Akıl ile naklin izdivacından fikir çocuğu doğar! Fikreden (fakir) ise kesinlikle Ârif ve Kâmil mü'mindir. Böylesine tekemmül eden nefs ise; nefs-i mutmaînne, tatmîn ve kani' olmuş emin nefistir...

Fitil: burada bir incelik vardır ki Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in şahsında tüm Nebî (aleyhi's-selâm) lere tâbi' oluş (teslimiyyet) fitili şarttır. Nûrullahı alıcı, getirici ve ayarlayıcı (bize yararlı hâle getirip regüle edici) olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile derûnî, dâimî ve samimî sıla (et-tırnak bileliği) bağı şarttır...
Yoksa söylenenlerin sonucu ya kuru lâfa çıkar veya kontakt yapar...
"Fitil olmadan da Nûrullah olan gönül yağından alır, yakar ve ışığa kavuşurum" diyen feylesofvâri şaşkınların taşkınlıkları son nefeste son bulur ama işleri bitmemiştir...

Kudsî Nûrullah prizi olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in özellik ve güzellikleri, inancımızın anası Kur'ân-ı Kerîm'dedir...
Biz ise beden, nefs, kalb, ruh ve ulaşılmasına seyr-ü sülûk yaptığımız "SIR" hafî, ahfâdan ötede akdes'in pirizinden bahsediyoruz...

Dikkatini çekeriz ki: âyet-i celilede zûccâcenin (nefsin, kristal fanusun) "Kevke bûn duriyyin: İnciden bir yıldız" gibi buyurulması haktır... Zîrâ nefs; imkânla imtihandan sorumlu, çok kıymetli, mükerrem kılınmış ve bunu isbat için bu âlemde bulunup kendisine Emrullahla bildirilen sünnet-i Resûlullahla tatbikatı yapılan ve verilen kulluk vazifesinden ibâret olan sırat-ı müstakîm yörüngesinde yüzen (sebbaha) bir gezegendir. İçindeki Nûr-u Muhammedî cem' eden ve nûrun alâ nûr olarak yansıtan ve yaşayan nazlı bir necm (yıldız) dır...
Tarik (yol) ise; mürîdi (azı,hiç'i) muradına (çoğa, hep'e) kavuşturan sıla yolu (vuslat vâdisi, vaâd edilen ulaşım yolu) dur...

Neden mübârek zeytin ağacı?
Zeytin tek çekirdekli kudsî bir ağaçtır.
Tek kelime ile tevhidin yâni "vahdet" in simgesi ve misâlidir...
Nar ağacı veya incir (tin) ise "kesretin" simgesidir...
Bir torba (kâinât) içinde tek, tek "vahdet" ler...
Kesrette vahdet... Vahdette kesret...
Kısacası nûr'un kaynağı vahdettir...
El VAHİD (celle celâluhu) ise El AHAD olan ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL dir. ALLAH (celle celâluhu) ise kâinâtın tüm mahlûkatın nûru olur...

Resim--- "Ve't tini ve'zzeytuni" "İncire ve zeytine! (yemin olsun ki:)" (Tîn 95/1)

Tin: incirdir. Nun'un (zâtî mutlak vahdetin) tezâhürüdür. Vahdetin; kesret ve tek tek sınırlı, sorumlu ve izafı benlik kimlikleriyle gel-geçleridir.
Zeytin: ise; ("ze"ler sahibliğin zevki harfi olup) hayattaki tüm "tin"lere sahib olan gerçek vahdete işârettir.

İnsanoğlu muhitteki küllî mâhiyetleri (güzel kaideleri) aklen; merkezdeki zâti mâiyeti ise özündeki kudsî nûr-u Muhammedî pirizinden naklen birleştirir tevhid ederse ve bu Muhammedî inancını Muhammedî amel, ahlâk ve hâl olarak hayatına aktarıp yaşar ve vahdaniyyetin şâhidi olursa nûrun alâ nûr olur ki; akıl nûruyla nakl nûru tevhidi tamamlamıştır... Nefsin tekemmül tarikinde, somut bilgi ve soyut irade ve idrakin Tevhidullaha şehâdet için şart olan iştirake kavuşmasında ve ruhî algılamayı anlamasında, özündeki (naklî) zaruri ve fıtrî ilimle gözündeki (gördüğü) nazarî ilmi buluşturması lâzım ve lâyıktır ki; şimdi, şu anda bilfiil ve bizzat hazır ve nazır ve murakıb olan Rabbü'l-âlemin'i, bakıyor ve görüyor diye inansın ve bu şart altında yaşayıp (ibâdet edip) şâhidi olabilsin. Bu ise cidden nûrun alâ nûrdur vesselâm.

Vücûd (beden) sadr (nefs) kalb (kalb) fuad (ruh) lüb (sır) lübbü'l-lüb (hafî ahfâ) sabit "Nun" noktası (Akdes) zevki de vardır...

Nûrun alâ nûra kavuşan Muhammedî aşıklar onun gereğini işler; doğru söyler (sıdk), âdil hükmeder ve işler (adl), ni'mete şükreder, çileye sabrederler.

Resim--- "(Bu kandil) bir takım evlerdedir ki ALLAH (o evlerin) yücelmesine ve içlerinde isminin anılmasına (Zikrullah) izin vermiştir. Orada sabah, akşam O'nu (öyle kimseler) tesbih eder ki;Onlar, ne ticâret ne de alış-verişin kendilerini ALLAH'ı anmak (Zikrullah) tan, namazı dostoğru kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyamadığı insanlardır. Onlar, kalblerin ve gözlerin allak bullak olduğu (kıvrandığı) bir günden korkarlar.Çünkü (o günde) ALLAH, onları yaptıklarının en güzeli ile mükâfâtlandıracak ve lûtfundan onlara fazlasıyla verecektir. ALLAH dilediğine hesabsız rızık verir." (Nûr 24/36-38)

Âcizâne anlaşılan âşikâr ki evler, "benlik bedenleri" dir... Hak ve hayr tercihini yapan akl-ı selim sahibi, nefislerin kemâlâtı; dâimî Zikrullah, Fikrullah, Şükrullah, Hamdullah ve Sabrullah...
Dengede, düzgün ve i'tidâl üzere ibâdet...
Kafa gözlerinin (basar) belerip kalacağı, kalb gözlerinin (bâsiret) çırpınıp kıvranacağı o günü bilen, anlayan, korkan ve bunu unutmadan yaşayan Muhammedî âşıklara selâm olsun...

Resim--- "Demek ki ALLAH kimin sadrını(nefsin yuvası bağrını) islama açmış ise işte o Rabbindan bir NÛR üzerinde değil midir? O hâlde vay kalbleri, ALLAH'ın zikrinden (boş kalıp) kaskatı olanlara. Onlar, açık bir sapıklık içindedirler." (Zümer 39/22)

Resim--- "ALLAH herşeyin yaratıcısıdır...... Herşey üzerinde vekil de O'dur." (Zümer 39/62)

İşte nûr böylesine esâs, ana, ve asldır.
Bütün açıklığıyla ortaya çıkıp her şeyi ortaya çıkarandır.
Nûrullahdır kısaca...
Nûr-u Muhammeddir bize (insanlara) göre...
Işık nûru olarak; (güneş v.s.): eşyâyı aydınlatır, karanlılğı kaldırır.
Olanı âşikâr kılan ilmî nûr.
Göz nûru olarak (basar): eşyâyı gösterip, isimlenmesine sebeb olan (Esmâî) irade ettiren nûr. İradî nûr.
Akıl nûru olarak (bâsiret): eşyâyı, esmâ ve sıfatı gösteren soyut-somut birliğini ve dirliğini sağlayan idrakini doğuran nûr.
İdrakî nûr.
Nûrullah: aydınlatan, aydınlatılana akan nûr (maddî-manevî).
Nûr: rûyetin (basar-basîret) nûrlanmasıdır azîzim...

Huzurda hazır (olan'a razı) olanlara Hızır (aleyhi's-selâm) hazır ve kendi özündedir...
İlahî aşk dediğimiz; aklın kendi benliğinde (kesret) fanî olup, naklin hükmünde (vahdet) beka buluşu, gark oluşu ve onunla yaşayış, şühûd ve Hakk'a yürüyüşüdür...
Âşıklar yağmur damlaları gibi benzer gözükseler de ve hepsinde Muhammedî Tevhidî anlayış irfânı olsa da meziyetleri (özellik ve güzellikleri) Sünnetullah gereği bu âlemde ayrı ayrıdır.
Aşktan başkasından arınmış Âlim, Ârif ve Kâmil Âşıklar, yokluk-tokluk çilelerini aşıp Muhammedî Bilelik Bulutlarında biiznillah korkusuz ve hüzünsüz rahmet damlalarıdırlar...
Hak ve hayrın hasbî hizmetine hazır muhabbet ve merhametle, herkese ve her şeye, ayırmadan, kayırmadan Rahmetenli'l-âlemin Muhammed (aleyhi's-selâm)'ın selâmını, selâmetini ve sıhhat suyunu tevhidî teşekkürünû taşırlar.
Naklen naklederler. Kendi kimlikleri sayısız damlalardan biridir.
Birisi hepisi, hepisi birisi ve tümü de Muhammedî....
Ne var ki bu âlem, Âdem'in da'vâsına sebeb; Âdemoğlu ise âlemin mânâsına sebebdir.
Pırıl pırıl ve berrak bir su dolu bardağı bir damla mürekkeb yâni "lâ ilâhe" nin "lâ"sı, "yok ol!"u ile yok eder...
Bu da imtihanın ana kuralı ve yasasıdır...
Yer yağlı ise çok dikkat ister çook...
Deli de kayar velî de kayar... Ancak ve ancak Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in muhabbet, merhamet, hasbî hizmet ve hakikatlerinden oluşan ilâhî izinde emin olup "Âmin..." diyebilirler...

Onun için sen, ben, o; yâni biz, vahdette damlayız, kesrette Muhammedî deniz... "İzafî Benlik" imiz ayrılığa sebeb gayrılıga sonuç olmuş ise de bu rücû'un ürûc'una geldik bu âleme...
Tüm esmânın tecellîğâhı (Nüsha-yı Kûbrâ) olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'de tüm renklerin (bizlerin) vahdeti olan tek ve beyaz ışık vahdet olan Nûr-u Muhammed yâni Nûrullah (O) vardır...
Ve Biz Bileyiz...
Ne farkeder ayna bir bütün iken de aslı gösterir, binbir parça olsa da tek tek yine "asl"ı gösterir...
Yeter ki insanoğlunun; basar ve basîret mercekleri denge, düzen ve i'tidâl üzere (sırat-ı müstakîm) Muhammedî Tevhid dürbünü olmayı başarabilsin. Göreceği ise her yer, her zaman ve her hâlde hakku'l-HAKKtır ve ibâdeti hayru'l-hayrdır...
Lâ hüve illâ hüve...
Muhammedî tevhidin kemâli; dışarda sükûn (seyyiâtta yok, sâlih amelde çok), içerde sükût (sadece kalbî Zikrullah) tur...
İnsanoğlunun fıtrî ve şahsî isti'dâd ve kabiliyetin kemâli olan tevhidi tekemmûl (emredilen olgunluk) ise, aynı zamanda çile tezgâhı da olan tecellîgâhında her nefeste sabrına bağlıdır...
Evveli, mâiyyet (bilelik); zâhiri, mevcûdât (vücûd bürünen can); bâtını, mâhiyet (ilâhî proğram) ve âhiri, mâliyet (şehâdet işinin sonucu); ilâhî aşk (Muhammedî nûra naklen ulaşan akıl) la zuhûr eder, tekemmül eder ve kerem bulur...
Bu ise; Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e tam teslim olup, iman edip tâbi' olup itâat ederek istikamet buluşun sırr-ı sıfır safında hazır oluştur...
Tüm sineler aynı seviyede subhanî safta görüşler ve gönüller tektir ve Tevhidî temâşâ haktır... "Hep" ile "tek bir" arasında fark yoktur "ayn" i seviyede...
Bu safta ünsiyyetten dolayı âşıklarda haşyet ve heybet tezâhürü dehşettir ve susmaktır...
Hâlihazır hâlinde Rabbü'l-âlemin'i Hazır, Nazır ve Murakıb (gözetleyen) bilen kulun şüphesi sıfırdır ve asla delil aramaz...
Her yerde her zaman ve her hâlde olanı arayan ahmaktır, âşık değil...
Huzur ise her an ve her nefesteki Muhammedî edebdir.
El HAKK (celle celâluhu)'nun esmâ ve sıfat mazhariyetinden nâsib almaya isti'dâd ve kabiliyeti olan Evliyâullah ile Hakkın şühûduna mazhar Ehlullah kulluk oyununu dâimâ ve mutlaka Muhammedî meydanda oynarlar. Evliyâullahın yolu aşk; Ehlullah'ın ise, hâli aşktır...
Başkasını sananlar ise nefsî hevâ ve hevesle istidracı ilerleme sanan uçmak-kaçmak peşinde nefsine zulmeden zavallılardır...
Cennete, mutlaka Evliyâullah (ALLAH'ın Dostları) girecektir. Düşmanları ise kesinlikle ateşe...

Aklın, İslâm Dininde ve Muhammedî Tasavvuftaki yeri Cebrâil (aleyhi's-selâm)'ın vazifesinin yeridir.
Bu da Muhammedî okullarda öğretim ve eğitimi gerektirir...
İnsan aklında yarı yarıya murdarlık (kirlilik ve pisliğe meyil, yenilmezlik) ve mısmıllık (yenilirlik, temizlik) fıtraten vardır.

Emrullahı duyar ve uyarsa; nefsin imtihan için giydiği hevâ, heves ve benlik elbisesini soyarsa Muhammedî kisveyi giyerse ve hakikat-ı ınsanı anlar ve yaşarsa ne âlâ... Yoksa murdarlığı galib gelir de nefs şehvetle (Emrullahın men etiği aşırı arzular) diriliği kendine mal edip eşkiyâlığa kalkışırsa Muradullah olan Rızaullah ve Cemâlullaha hasret ve hüsrânda kalır. ALLAH (celle celâluhu) bizleri korusun.

Hak - bâtıl ve hayr-şerr tercihini yapacak olan ve aslen nûr olan aklın, Muhammedî öğretim ve eğitimi satırlardan ziyade sadrlardan, diriden diriye aktarılan bir nakliyedir...
Bunu yapmak ise Muhammedî bir hasbî hizmettir ve O'nun adınadır.
El ele, kan kana ve can cana...
Bu ilâhî uyanış ve Muhammedî şuûr, nûr, surûr ve onura ulaşım ise eve elektrik bağlanmışa döner...
Çalışmaya başlayan elektirikli âletler gibi her letâif ve bedensel organlar çalışmaya başlar...
Göz adam gibi görür, kulak adam gibi duyar, akıl adam gibi anlar ve kul da adam gibi yaşar Tevhidullaha şâhid olur...

Kendisini öldürmeye yeminli olarak ve arkasında pohpohlayan bir sürü câhille gelen Hz. Ömer (radiyallahu anhu)'ya Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Gel oturalım, tartışalım, yarışalım v.s...." demiyor...
Sadece Nûr-u Muhammedîn şehâdet şalterini indiriyor ve Ömer (ra)'dan duyulan söz: "Eşhedü enlâ ilâhe illâ ALLAH ve Eşhedü enne Muhammeder Resûlullah! Emret yâ Resûlullah..."

Pîş-i menî der Yemenî: Yanımdaki Yemen'dedir
Der Yemenî pîş-i meni: Yemen'deki yanımdadır...


Bu âlemde iyi işler tevhide tahsislidir... Tevhid varsa Yemen'deki burada, tevhid yoksa buradaki cehennemde... Zıdların zevki ise zuhûratın "Z"sidir...
Geceyi tutan güneş güzeldir...
Gündüzü yutan gece de güzeldir...
Asıl güzel olan zıdları zevk etmektir ve: "Lâ ilâhe-illâ ALLAH" budur.
Âşık milleti; renksiz, tadsız hiçbir şeysiz ve varlıksızdır.
Cisim giyen can için ise, civarlarından ödünç alıverirler...
Onların "OLAN!: KÛN"a rıza bazarındaki şehâdet şarkıları: Hayr-û-şerr temâşâsıdır...
Kâinât âlemi olan tevhid tarlasına düşen Habbe-i Şecere (Âdem tohumu) nin semeresi Nûr-u Muhammeddir.
Tüm insanlık mürîd, Muhammed (aleyhi's-selâm) muraddır...
Beşeriyyet belâ'sında; "Lâ ilâhe: hiçbir ilâh yok" ve hiçlik var iken, Resûliyyet rızasında "illâ ALLAH: ALLAH'dan başka" ikrârıyla insanoğlu irade-i cûzziyesi ile ilâhî tecellîyi (heplik) temâşâ edip sahibine şâhidlik eder...
İrade-i cüziyyesini idrak eden murid, muradına nâil olur. Atın muhteşemliği menzili bilen suvârisiz neye yarar...
Nefs sûvarisinin muallimi Muhammed (aleyhi's-selâm) dır.
Gözümüzün nûru gönlümüzün şuûru ve ruhumuzun sürurudur. Salât-ü -selâm olsun...

Gönderilme zamanı: 26 May 2008, 20:46
gönderen kulihvani
Naz-Niyaz NAMAZı
Sall SILAsı…

Latif YILDIZ


Resim

BÖLÜM V : SILA SALÂTI VE NAZ - NİYAZ NAMAZI


Resim

http://www.muhammedinur.com/modules.php ... e&pid=1295

5.6. ÜZME - ÜZÜLME - SEV- SEVİL PAROLASI

El HAKK (celle celâluhu) hatırına, O'nun halkını Üzme ve sükût et!..
Üzülme ve halvet et (halk içinde HAKK'a rücû' et), Sev ve celvet et!
(Nuût-i ilâhiyye (ilâhî övülmüşlük) ile halvetten hürûc, Benlik Fenâsından Beka'ya ürûc ile her şeyde hakkı HAKK görüp, saygı duyuş) Sevil ve uzlet et! (Muhammedî Gar-ı Hirada bilelik)...
Kur'ân-ı Kerîm'de: "İşlerin vakti vardır!" buyuruluyor...
Âşıkların acelesi olmaz ve kuşlar dâima kanatlanınca uçarlar...
Canların (ana-baba) cümbüşünden canımız cesed buldu, cisim giydi ve cihan gördü...

Can dedimse her canı; canının farkında sanma...
Taş kömürü, kok kömürü de karbon (C), elmas da karbondur...
Farkları, yandıklarında Elmas geride kül bile bırakmaz...
İşte Muhammedî canlar elmas gibi erdem erleridir...
Cihan genellikle doğurduğunu yiyen bir canavar gibidir.
Özellikle ise Muhammedî canların, can ve imtihan evidir...
Sûretlere bakma! Sîretler sırdır...

Can Dostu bir deli derviş demişti: Yediler buluşup hacca gidecekler.
Altısı yola çıkmışlar yedincisi yok meydanda...
Şam'a varınca zifiri zenci birisi yanaşmış: "Yolculuk nere yârenler..." demiş.
Onlar da: İnşâallah Hacca!" deyince: "Biz de bile!" demiş ve katılmış... İçlerinden birisi, içinden: "Acaba bu da Yediler'den mi?" diye geçirince:
"Ne o canım, boyayı mı beğenmedin boyacıyı mı?" demiş...
HAKK'ı hâlihazır, herkesi de Hızır bil!..

Söz, Sohbet, Zevk ve Hazz; alıcıya âmâdedir. Sağıra sohbet ise ahmaklıktır.
Duyandan kasıd, özünden duyandır ve yüzünden duyan değil...
İnsanın özü (merkez), vahdet deryası; yüzü (muhit) ise, kesret kerbelâsıdır... Arablar derler ya: "Kellim kellim la yenfâ..." "Söyle, söyle faydası yok!" odunumun parası...
Yine de bin kere de olsa binbiri söyleyeceğiz...
Zirâ âhir zaman şartlarına ve fitne fırtınasına ömürleri denkleşen torunlarımızın üzerimizde hakları, vebâlleri vardır...
Birgün İnşâallah okuyup da uyanmalarına sebeb olur:

Resim--- "Kesin inananlar (mukinin: kani'olanlar) için yer yüzünde (mûhitte, âfâkta) âyetler vardır. Kendi nefislerinizde de (enfüste, merkezde) öyle. Görmüyor musunuz?" (Zâriyyat 51/20-21)

Atını arayan süvari, dört nala at koşturma...
Seyr-ü Sülûku; gece gündüz anlamını ve mânâsını anlamadan, ruhuna ve sırrına ermeden esmâ tekrarı sanma...
Başkalarının yandığını söyleyip de yanma...

Muhammedî Tasavvufta seyr: nefsin kalbî şartları sağlayıp, eşkiyâlık elbisesini (sûretini) soyunup, evliyâlık sîretini (hâlini) bürünüp kalbe girişi; sülûk ise, bu kalbi berzah (madde-mânâ ara kesiti tecellî karargâhı) da ruha kavuşmasıdır...

Fakr-ü- fenâya sabretmeden lülf-û-likâya sıla (vuslat) ham hayaldir.İnsanoğlunun sûreti, sîretinin (zâtı) zarfıdır.
Harflerin içinde misilsiz mânâlar gizlenir...
Okumayana ise çâresiz çiziklerdir...

Toplumsal tevhid parolammız olan "üzme-üzülme-sev-sevil"i kolay sanma sakın: Bu âlemde bizi diğer yaratıklardan tebessümdür ilk ayıran...
Zâten aşk tebessümle başlar ve kanlı göz yaşıyla son bulur...
Bu ise aşıkların ezel kaderleridir...

ZEVK – 2741

Hu esmâsın âhıdır aşk, âşıkların göz yaşıdır.
Mevlâ'ya merhamet için istirham ağlayışıdır,
Fenâsına erenlerin beka sermayeleri aşk.
Özdeki naz, gözde niyâz ağlamak işin başıdır...


HAK Dostları derler ki: Bir ârifin iki talebesi bal satıyorlar.
Birisi güleç yüzlü ötekisi somurtkan...
Güleç olan balını tezelden satıp dönerken, somurtkanın balı elinde kalıyor ve bunun sebebini ârifine sorunca:
"Ah oğlum ah... Küpün bal satarken, yüzün sirke satıyor da ondan..." demiş...

Her şey'in yok olmaya mahkûm olduğu bu imtihan meydanında Muhammedî nûr'un ışığını takip eden O'na teslim olup tek istikamete "Biz Bileliği"nde yol bulanlar İrfân-ı Muhammedîn ebedî edebi içinde emindirler...

"Kesrette vahdet-vahdette Kesret" oyununda; tek oyuncu olan insanoğluna kesret galib gelirse Benlik başına belâ olur ve belâsını bulur. Yok eğer, vahdet (Tevhid-i Muhammedî) galib gelirse cümle cihanda (mevcûdda), HAKKı (cûd'u, gerçek vücûdu) müşâhade olan Edeb-i Resûlullah'a ulaşırsa Mevlâsını bulur...
Bu böyledir...

"Kesrette vahdeti, vahdette kesreti, zevk etmek ise lûtf-û-ikrâm ve ihsân olup haşyet, hayret ve dehşet hazzıdır...

İnsanoğlunun nefsi, arsız ve nûrsuz kalırsa cehennem gibi celâl yurdu; ruhî nefs olup Muhammedî nûr ve şuûra sıla (vuslat, salâvat) ederse cennet gibi cemâl yurdu olur tüm âlemlerde...

Nefsin bu âlemde ektiği tohum sonunda toplayacağı meyve demektir. Kâmil insan nefsi diye ona deriz ki kendi aklının tasarladığı "Lâ ilâhe"yi Rehber-i Mutlak Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e ulaştırıp naklî olan "illâ ALLAH" ile kişinin nefsinin aklen bildiği, bulduğu ve olduğu hâle geldiği naklen teslimiyyet ve istikamet merkezi olan İmam-ı Mutlak Muhammed (aleyhi's-selâm)'ın sıfır seviyeli Subhanî safı olmalıdır...

Kâinâtı ve ustasını, nefsin benlik ve imtihan sırrıyla gizleyen aklın; bâtıl ve şerre dönük i'tikad, amel, ahlâk ve hâllerini, Muhammed (aleyhi's-selâm)'ın;

Şerîat-ı Muhammedîyye (i'tikad, inanç),
Tarikat-ı Muhammedîyye (sâlih amel, fiil, sünnet-i seniyye!),
Mârifeti Muhammedîyye (Ahlâk-ı muazzama: Ahlâk-ı Kur'ân: Ahlâkullah) ve
Hakikati Muhammedîyye (Kâbe kevseynî hâller, söze sığmaz özellik ve güzellikler) ile arıtıp, durutup kurutup pırıl pırıl cemâl camı hâline getirip artık adına da "İlahî Aşk" deyip:

Biz gözüyle, biz gözlüğünden "BİZ" bileliğiyle aynı seviyeden aynı şeyi görüp: "Semiğnâ ve ateğnâ... İyyake na'büdü ve iyyake nesta'in..." teslimiyyette birlikte "canlar cemâatı" olarak duyarız ve imâmıza uyarız... Azmederiz ve istikamette tevekkül ederiz (vekil kılarız)

Agâh (uyanık) ol Âşık...
Bu âlem, ilâhî aşkın mihrabıdır...
Nice "Benlik"lerin harab oluduğu meydandır...
Aşk Mihrabına niyâzla gir (Bismillahi) niyâzla eğil (Subhanallahi), niyâzla doğrul (ALLAHÜEKBER), niyâzla geç (Elhamdülillah)...
Naz ise sistemin sahibinin hakkıdır....

İnsanoğlu özündeki emânete mârifet-i Muhammedîyye ile ulaşır şahsî şifrelerini bulur, bilir ve emredileni yaşar ve şâhidi olur...
Onun için şerîat ve tarikat aslında meşk yolu olup; kulun tercih, gayret ve çabası esastır.
Esas seyr budur.
Seyr; insanın kendi kaderini mutlak kendinin yaşaması gibi sadece ve yalnız kendisinin teslimiyyet yürüyüşüdür.
Mârifet ve hakikat ise aşk yoludur.
Rabbü'l-âlemin'den abdine ilâhî cezbe ve teslimiyyet sülûkudur. "İle"likten "bile"liğe geçiştir.

Kulun gayreti,
ALLAH Dostlarının himmeti,
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in şerefli şefâati ve
ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in hakk ve hayr hidâyeti birleştimi yolda yoran engeller yerle bir, uzaklar yakîn ve hayaller gerçek olur...

İşte bu aşkın yolu çile yoludur...
Muhabbette nûrun anası nardır.
Cemâlî cennet, celâlî cehennemle çevrilidir...
"Lâ ilâhê "nin merkezinde "İLLALLAH"...
Madde ve mânânın masalı sanma...
Maverâsı bil Muhammed (aleyhi's-selâm)'ın...

Resim--- O yüce sahibimiz Efendimiz, Ekremimiz Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e madde bastırırsa: "Yâ Bilâl güzel sesinle bizi ferahlat..." buyururken; mânânın yoğunlaşmasında ise Aişe (radiyallahu anha) validemize: "Benimle konuş yâ Hümeyrâ..." buyuruyor...

Her nefesin imtihanı o nefese ait hızla gelip geçen rüzgâr gibi doğrusu... Ne varki câhil canın hicâbı (perdesi), kendi cehlidir.

Bilmem ki sesimi (sözümü) duyabiliyor musun?
Ben buradan söylerim de sen oradan duyarsın sanma...
Ses dalgaları derûnî sırlar taşır...
Ve her zerre yanı başındakine söyler...
Sıra sana gelince duyarsın...
Ondandır ki telefonun telleri vardır.
Şimdi hava zerreleriyle v.s. geliyor...
Boşlukta (mutlak vakumda) her türlü iletişim sıfırdır...
Ve her zerre ve her an işinin başında...
Ya sen...

ZEVK

Kim vurmuş dost Züleyhâ'yı, kanı yerde Yûsuf... Yûsuf....
El değmemiş sevgi narı atmış derde Yûsuf... Yûsuf?
Nedir kervan? Bu kör kuyu? Zehir mi zemzem mi suyu?
Vücûd, can Yûsuf'a gömlek, Yakub nerde: Yûsuf... Yûsuf...


İşte sıla (ibâdet) yolunda yolculuktan kesitler ve görüntüler...
Salât ise tüm ibâdetlerin direği ve imâmıdır.
Salâtsız sıla hasrettir....
Teslimiyyete salâvât, istikamete salât sılası bizim bilelik yolumuz ve görevimizdir...
Sadece salât değil ki kulluk...
Her yerde, her zaman her hâl ve her nefeste kulluk...
İlk nefesten son nefese kulluk ve işimiz ibâdet...
Tüm kâinâtı (sistemi), bizi, fiillerimizi ve dilemelerimizi dahi yaratan Rabbü'l-âlemin bize; gerekli tüm ilim ve bilgileri verip, öğretici, eğitici ve tatbik ediciler gönderip tüm sistemini hizmetimize sunup, tek tercih imkânı tanıyıp da imtihan ediyor.
Biz tercih edince dileğimizi halk ediyor. Yeni doğmuş bebeği; dondurucu soğuğa terk etmeyi tercih eden vicdânsızın bu eylemini halk edip, bebeği dondurup öldüren ALLAH Tealâ Sünnetullah, Emrullah ve tehdidleri gereği bu işi yapanın yakasına "merhametsiz..." diye yapışıp tüm canlıları öldürmüş gibi cezâlandırıyor...
Tercih çok çok önemli...
Bu tevhid yolunda iki ata binilmez. İki ata binenlerin ise maddî-manevî, parça parça hüsrân olmaları göz açıp kapayıncaya kadar bile sürmez...

Sevil kız söylemişti: "Baba... Üveys dedi ki: Ölümü, yattığında yastığının altında; kalktığında önünde bil..."
Ne güzel söylemiş meşhur ve mübârek Muhammedî Ûveys (kaddasallahu sırrıhu) Hazretleri...

Resim--- "Ve sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar RABB'ine ibâdet (kulluk) et!"
(Hicr 15/99)

Ve asla Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in bilelik bâsireti olan Fırka-i Nâciye yolundan ayrılma:

Resim--- "(Resûlüm!) De ki: İşte bu benim yolumdur. Ben ALLAH'a çağırıyorum! Ben ve bana tâbi' olanlar (uyanlar) aydınlık bir yol (basîret) üzerindeyiz. ALLAH'ı (ortak v.s.dan), tenzih ederim! Ve ben mûşriklerden değilim."
(Yûsuf 12/108)

Bu yol açık seçik sırat-ı müstakîm üzere; tefritsiz, ifratsız ve i'tidâl üzere imtihan ve kemâlât yoludur.
Tekemmül ise emredilen ve dışına kaçılamayan kaderdir...

Resim--- "Hayır! Şafağa, geceye ve onda basan karanlığa, dolunay olmuş aya yemin ederim ki hâlden hâle geçersiniz."
(İnşikak 84/16-19)

"Le terkebünne tabakan an tabakin": Muhakkak, kesinlikle tabaka tabaka terekkûb edersiniz.

Terekkûb: karışıp birleşme, meydana gelmedir. Maddî ve manevî hâlden hâle geçip (tabaka-tabaka) her hâlde hâl bulma, meydana gelmedir. Nefsin letâif tabakalarındaki Muhammedî tekemmül kademeleri...

Gönderilme zamanı: 26 May 2008, 21:01
gönderen kulihvani
Naz-Niyaz NAMAZı
Sall SILAsı…

Latif YILDIZ


Resim

BÖLÜM V : SILA SALÂTI VE NAZ - NİYAZ NAMAZI


5.7. İBÂDET İMTİHANI

İnsan aklı tatmîn olup kesin inansın ki hiç aklımızdan çıkmasın, hakkı ve hayrı tercih edip bâtıl ve şerri reddedelim.
Son sözümüz olan tevhid şehâdeti, ilk sözümüz olan tevhid sözümüze uysun; ALLAH katında takvâ sahibi, ikrâm edilmiş (Hucurât 49/13 bkz.) ve RABB'ımizin Muhammedî kullarından, Muhammedî teslimiyyet ve ilâhî istikamette olalım diye imkânla imtihan için son kez Kur'ân-ı Kerîm'imizin hidâyet kaynaklarından kana kana içelim:

Resim--- "Onlar ki görmedikleri (var, ancak görülmeyen: gaib) hâlde Rabblerine candan saygı (haşyet) gösterirler. Yine onlar kıyâmetten korkan kimselerdir.İşte bu (Kur'ân)da, bizim indirdiğimiz mübârek (hayırlı ve faydalı) bir zikir (öğüt) dir. Şimdi onu inkâr mı ediyorsunuz?." (Enbiyâ 21/49-50)

Resim--- "Her canlı ölümü tadar. Bir deneme olarak sizi hayrla da şerle de imtihan ederiz. Ve siz ancak bize dönrülüleceksiniz." (Enbiyâ 21/35)

Resim--- "Biz kıyâmet günü için adelet terazileri kurarız. Artık kimseye, hiçbir şekilde haksızlık edilmez (yapılan iş) bir hardal tanesi kadar dahi olsa onu (adâlet terâzisine) getiririz. Hesab gören olarak Biz (herkese) yeteriz." (Enbiyâ 21/47)

Resim--- "İnsanlar; imtihandan geçirilmeden, sadece "imân ettik!" demeleriyle bırakılı vereceklerini mi sandılar." (Ankebut 29/2)

Resim--- "Eğer inkâr ederseniz. Şüphesiz ALLAH, size muhtaç değildir. Bununla beraber o, kullarının küfrüne razı olmaz. Eğer şükrederseniz sizden bunu kabul eder, hiçbir günahkâr diğerinin günahını çekemez. Nihâyet hepinizin dönüp gidişi, RABB'inizedir, yaptıklarınızı o size haber verir. Çünkü o sadrların (göğüslerdeki, kalblerdeki) sahib olduğu herşeyi hakkıyla bilendir." (Zümer 39/7)

Resim--- "Taguta kulluk etmekten kaçınıp, ALLAH'a yönelenlere müjde vardır. (Ey Muhammed!) Dinleyip de sözün en güzeline uyan kullarımı müjdele! İşte ALLAH'ın doğru yola ilettiği kimseler onlardır. Gerçek akıl sahibleri de onlardır." (Zümer 39/17-18)

Tagut: Firavunluğa kalkışan azgınlardır...

Unutma ki; kâfir küfrünü ALLAH Tealâ'nın rızasıyla değil iradesi ile yapar! Rıza: gazabı terketmektir.

Şükür ise: lisanen söz, kalben inanç ve bedenen amelle tamdır.

Resim--- ".... Fakat (ALLAH) sizi birbirinizle denemek ister...." (Muhammed 47/4)

Resim--- "Ey İnsanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kalbilelere ayırdık. Muhakkak ki ALLAH yanında en değerli (ekrem) olanınız, O'ndan en çok korkanınız şüphesiz ALLAH bilendir, her şeyden haberdârdır." (Hucurât 49/13)

Resim--- "İmân eden ve soylarından gelenlerde imânda onlara tâbi' olanlar (var ya!) İşte Biz, zürriyetlerini (nesillerini) de kendilerine kattık. Onların amellerinden de bir şey eksiltmedik. Herkes kazandıklarına karşı bir rehindir.." (Tûr 52/21)

Rehin: borca karşılık güvence, teminâttır.

Kişiye verilen maddî-manevî âmenet ni'metlerin (hakkın) karşılığında kulluk görevi (imân, sâlih amel, güzel ahlâk, iyi hâl) bilinmekteydi...

Resim--- "Bilsin ki insan, kendi çalışmasından başka bir şey yoktur." (Necm 53/39)

Saa: çalışmak, iş işlemektir. Herkesin yaptığı kendi hesabınadır.

Resim--- ".... Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan sakıın, ALLAH'dan korkun. Çünkü azabı çetindir." (Haşr 59/7)

Resim--- "O ki hanginizin daha güzel amel edeceğini (daha güzel davranacağını) sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O Mutlak Galib, çok bağışlayıcıdır." (Mülk 67/2)

Belâ: denemek, tecrübe etmektir. Kural koyup, imkân tanıyıp imtihan etmektir. Çok amel buyurulmayıp; ahsen amel, şerîatın belirlediği en güzel ameller buyuruluyor.

Resim--- "Ey insan! Seni yaratıp, seni düzgün ve dengeli (seviyeli) kılan, seni istediği bir şekilde birleştiren (sûret veren, terkib eden), ihsânı bol RABB'ıne karşı seni aldatan nedir?" (İnfitâr 82/6-7)

Resim--- "Doğrusu günahkarların (füccâr) yazısı, muhakkak siccînde olmaktır. Siccîn nedir bilir misin? (o günahların yazısı) Amellerin sayılıp yazıldığı bir kitabdır." (Mutaffifin 83/7-9)

Kitabun merkum: rakamlanmış kitab...
Rakm: tescil etmek, yazmaktır. Kalbi paslanmış (ran), mühürlenmiş (tab') ve kilitlenmiş kılıflanmış (akfal) olanların vay hâline...

Resim--- "O gün vay hâline yalancıların." (Mutaffifin 83/10)

Resim--- "Andolsun iyilerin (Ebrâr) kitabı illiyyûn'dadır. İllûyyun nedir bilir misin? (O, illiyyûndaki kitab) içinde ameller kaydedilmiş bir kitabdır. O kitabı ALLAH'a yakın olan (mukarrebunlar) görür (müşâhede eder). Ebrâr kesinkes cennettedir." (Mütaffifun 83/18-22)

Tüm bu anlatılanlara ve daha nice âyetlere ve fiilen yaşananlara rağmen zıdlar âleminde insanlar bâtılı ve şerri tercih ederse;

Resim--- "Muhakkak Biz, bu Kur'ân'da insanlara her türlü misâli çeşitli şekillerde anlattık. Yine de insanların çoğu inkârcılıktan başkasını kabullenmediler (dayattılar.)." (İsrâ 17/89)

Mesel: güzellik, acaiblik, nefsi çeken eşsiz mânâ. Fe ebâ: dayattı, direndi. Bu fiil şeytân için kullanılmıştır. İnsanın bilerek ve isteyerek direnmesi sebebiyle bu âyette buyurulmuştur.

Resim--- "Şüphesiz ALLAH katında debelenenlerin (canlı) en şerlisi (kötüsü) akletmeyen (düşünmeyen) sağırlar ve dilsizlerdir." (Enfal 8/22)

Devâb: sadece hayvan gibi debelenen câhiller. Câhili ise elbisesi kefen olan bir ölü say...
ALLAH Tealâ; kuluna bahşettiği akılla akletmeyi, kulunun kişisel tercih ve imtihanına bırakmıştır. Akıl; şerîat düzeninde öğretip, eğiterek, yükselmeye fıtraten uygun olduğu gibi, şeytânın işgâline geçerse tersi olup alçakların alcağına inmeye fıtraten uygundur.

Resim--- "Şüplesiz ki ALLAH katında debelenen canlıların en şerlisi kâfir olanlardır. Çünkü onlar imân etmezler" (Enfal 8/55)
de'b: aslında bir şeyi veya işi sürdürüp yorulmaktır. Canlıların tam târifi.
Dabbe: canlı demektir.

Azîz kardeşim;
Muhammedî oluş şuûruna ulaşım, ana hatta bağlanış ve ilâhî uyanış, işin başı ve kurtuluşa illk adımdır.
Muhammedî Kâmil mü'min; ayıkıp uyanınca oturup bir durum değerlendirmesi yapar. Kendi letâiflerini cem' edip Muhammedî muhabbet ve merhamet meclisini kurar...
Geçmişi için yapabileeği iki şey kalmıştır; birisi kul hakkı olup bunun yolu helalleşmektir.
İkincisi HAKK (celle celâluhu) hakkı ki bunun yolu ise Nasuh Tevbesi (Tahrîm 66/8) olup tevbe ve istiğfâr eder.
Gelecek için ise hiçbir bilgisi yoktur. Yapabileceği emredildiği üzere hakkın ve hayrın kendisine tahakkuku için Rabbü'l-âlemin'e dua etmektir:

Resim--- "RABB'iniz şöyle buyurdu: Bana dua edin icâbet (kabul) edeyim. Çünkü Bana ibâdeti (kulluğu) bırakıp büyüklük taslayanlar aşağılanarak cehenneme gireceklerdir." (Mü'min 40/60)
Dâhirîn: aşağılanmış, hor ve hakir kılınmış.

Elbette dua edecek elin, ağzın ve özün paklığı ve duanın içeriği de çok önemlidir.

Beyâzid-i Bestami (kaddasallahu sırrıhu): "Bir gece ALLAH'a dua ederken soğuktan elimin birini çıkarıp açtım. Diğeri içeride idi. Rüyâmda sadece dışarıdaki elim nûr doluydu ve: "İsteyen el doldu, istemeyen boş kaldı..." dendi. buyuruyor...

Şu an, şimdi dediğimiz ve nefes alıp verdiğimiz ve bize tahsis edilen en kısa ve en uzun zaman diliminde kul için önemli olan tercih etme, imtihan olma ve sonucu bekleme hâlidir. "Olan"ları Hükm-ü HAKKbilip şükür ve sabırda olmak Muhammedî Mü'minlerin başarabileceği Azîm bir iştir. Nedir Hükm-ü HAKK?

Resim--- "De ki:..... Hüküm ancak ALLAH'ındır. O hakkı anlatır ve O doğru hüküm verenlerin en hayırlısıdır." (En'âm 6/57)

Resim--- "Sonra insanlar gerçek sahibleri olan ALLAH'a döndürülürler. Bilesiniz ki hüküm yalnız O'nundur. Ve O hesab görenlerin en çabuğu (seri'si, hızlısı) dur." (En'âm 6/62)

İnsanı var eden ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL imtihan işi bitince geri döndürüyor. Bu hüküm O'nun ve ortağı da yoktur.

Resim--- "O, kullarının üstünde yegane kudret ve tasarruf (Kahhariyyet) sahibidir." (En'âm 6/61)

Keyfiyetçe ve kudretçe Fevkiyyet ve Kahhariyyet sahibi olan tek sahibimiz Subhan ALLAH Tealâ; durmadan ve diledikçe yaratıp halk etmekle "yokluk kavramını" kahretmekte...
Her an bozup yok etmekle izâfî varlığı kahretmekte; zıdların zevk cümbüşünde ise izâfî yönleri kahretmektedir...
Şimdi, şu anda dünyanın altında mı, üstünde miyiz? Sorusuna ilim sahibi güler ve: "neye göre?" der...
Burada saat 08:00 iken Kore'de saat kaç?
Yine aynı cevâb...
Ayda saat kaç? Zıdların islâhı, sülhû ve iflâhı ise tevhiddir...
Zıdlar birbirlerine tamamlayan bir bütündür.

Bakınız:

Beden : halk âleminden en kesif, en yoğun, suflî, zulmânî, beslenip bakılmaya ve diriliğe muhtaç cismanî olup şartları sağlanmaz ise bozuşup, kokuşup yok olur. Beden bizim kabımız ve herşeyimizi koruyan ve işi yapan letâifimizdir.

Ruh : emr âleminden, lâtif, saf, ulvî, nûranî, dışardan bir şey beklemeyen ve bir şey yapılamayan, ölümsüz, bâki ve tertemiz bir letâifimizdir.

Diriliğin aslı ise ruhun, beden birliğni koruması ve onunla hayy oluştur.

Nefs ise: ikisi arasındaki hatta bedenin imkânlarının altında hayvandan aşağı inebilen veya ruhîleşip sır, hafî, ahfâ ve akdesî duruma ulaşabilen baş rol oyuncumuzdur...
Beden, nefse her türlü fiili iş (amel yapma) imkânlarını sağlarken; ruh ise nefse ilâhî bilgi vericisi ve ebedî saâdet çağırıcıısıdır.
Bedenin cismî oluşumunu sağlayan diriliğin fizikî gereçleri olan dört unsuru toprak (gıda), su (katalizör), hava (temizleyici) ve ateş (her türlü vücûdî enerjiler) in tevhidi ve birliktelikleri Kahrullahla mümkündür...
Sistemin tek ustası gerçekten akıllara durgunluk veriyor...

Mükemmel kâmil tevhidimiz ise; tüm letâiflerin sırat-ı müstakîm ipine dizilircesine teslimiyyet ve istikamet üzere Emrullahı uygulamalarının isbatı ve şehâdetidir.
Muradullah budur...
Göz, gez, arpacık, hedef ve atış!..
Yeri gelmiş iken Hükm-ü Hakk'ın, "Olan"ın, kûn fe yekun'un şimdi, şu anda icrâ'sı ve işlenmesi olan (şe'n, şeen) Şuyunullahdan birazcık da olsa zevk edelim...
Şuûn : (şe'n'in çoğulu): işler, yeni çıkan işler, yeni benlikler, hadiseler, olaylar. "An"ın "zaman" oluşumu.
Şuûnât ise : şuûnun çoğulu: hadiseler, olanlar....

Birkaç Kur'ânî misalle:
Resim--- "Göklerde ve yerde olanlar (herkes, herşey) O'ndan isterler. O her an bir şe'nde (yaratma hâlinde, yeni bir tecellîde) dir." (Rahmân 55/29)

Seele: sormak, suâl etmek, dille veya hâlle istemek, hacetini ihtiyacını arz etmektir.
Şe'n: iş, hâldir. Dost diliyle: Nûrullahın; şuhûda çıkışı şehâdet tecellîsidir. Geçici ve izâfî olarak enelik (benlik) kazanıp sonra geri dönmesi ve sönmesidir.: "Kûn!: Ol!" emriyle; Kâf, Nun'a varmadan var olan ve yok olanın bu oluşları tıpkı nabız atışı gibi: Kûn fe yekûn... Kûn fe yekûn... "Ol... derhâl olur..."lar zinciri Şeenullahdır.
İrfan bağının goncagüllerinden olan şe'n bahsi âriflerin seyrangâhıdır. ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL hiçbir şeyi iki kere kullanmaz...
Yok eder, var eder...
Bize ise sürekli gözükür. Sürekli sanılan elektrik mekik akımı gibi. "Bir saniye önceki siz, şu andaki siz değilsiniz." derken o dahi gitti yenisi geldi...
Daha başka, daha yaşlı, şöyle ya da böyle...
Hiçbir mahlûk aynı anda, aynı yerde ve aynı hâlde asla kalamaz...
Mutlak istikrar, bozulmayan denge, düzen, dünek ve hâl Rabbü'l-âlemin'e aittir...

Resim--- "Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Bütün işler (umur) ancak O'na döndürülür." (Hadid 57/5)

Resim--- "Şüphesiz ki O, ilk olarak yaratan ve tekrar iâde eden (dirilten) in ta kendisidir." (Burûc 85/13)

Mübdî': ilk baştan yaratıp ortaya çıkandır.
Muîd : yok olduktan sonra tekrar eski hâline getirendir. İâde edendir.

Resim--- "ALLAH,, gökten yere kadar her işi düzenli yönetir. Sonra (bütün bu işler) sizin sayageldiklerinize göre bin yıl kadar olan bir günde onun nezdine çıkar. " (Secde 32/5)

Tedbir: işleri, başlangıcı ve sonucu itibârıyle sevk-ü idâre ile takdir edip yönetmektir.
Emr: halkına emri kesinlikle geçen, Kahhar olan El Halik (celle celâluhu) dan inendir.
Amel: emrin gereği işlenen işler (umûr)

Emrî tedbir (oluşumunu temin) eden Rabbü'l-âlemin...
Elbette bu "Emr"in kâinâtta işleyişi, insanoğlunun keyfi işleri gibi rastgeleye veya ağır çekim değildir...

Meni (nutfe) Gıda Hayvansal Bitkisel Toprak kuralı tüm canlıları kapsar...

İnsan spermi (dölü), timsah yumurtası, incir çekirdeği v.s. tümü ilâhî sistemde ilâhî emrin gereğini derhâl yerine getirirler...
Emr Âlemi Ruhlar Âlemi Gölgeler Âlemi (maddî)...

Resim--- "(Onlar mı hayırlı?) Yoksa ilk baştan yaratan, sonra yaratmayı tekrar eden ve sizi hem gökten hem de yerden rızıklandıran mı? ALLAH'dan başka bir ilâh mı var! Eğer doğru söylüyorsanız siz kesin delilininizi getirin!" (Neml 27/64)

Tekrar Hükm-ü Hakk'a dönelim:

Resim--- "Mücrim (suçlu) lerin hoşuna gitmese de ALLAH, kendi sözleriyle gerçeği açığa çıkaracaktır." (Yûnus 10/82)

İhkak-ı hak: Hakkın hakk olduğu Hakkın Hakk kılınmasıdır.

Resim--- ".....Hüküm ALLAH'dan başkasının değildir. (onun için) Ben yalnız O'na dayandım. Tevekkül edenler yalnız O'na dayansınlar." (Yûsuf 12/67)

Hükm: ilzam etmek, gerektirmek, zıddını yasaklamak.
Hakeme: hayvan geminin ağızlığı olup gem ile hayvanın yanlış hareketi önlenir.

Resim--- "ALLAH hak ile (adâletle) hükmeder. O'nu bırakıp taptıkları ise hiçbir şeye hükmedemezler. Şüphesiz ALLAH hakkıyla işiten ve görendir." (Mü'min 40/20)

Resim--- "Sen RABB'ının hükmünü sabırla bekle....." (Kalem 68/48)

Olanı (Kûn!), hakk bilip aklın gereğince azmedip sonuçta ALLAH Tealâ'mıza tevekkül etmek.
Razı olup şükür veya sabırda olmak Fırka-i Naciye yoludur.
İyi-hoş da insanların çılgınca yiyip, içip ve tepindiği bu âlemde anlatılan tarzda çilekeş hayatın sonunda cennet var, başka neler var?
Bu çok doğru sorunun cevâbı ciddden var ancak anlayıp da anlatılması zor...
"Tadan bilir... Yaşa da gör... Ârif olan anlasın... Ehline ma'lûm... vs." Yollarına kaçmadan: dinimizde, dünyamızda ve âhiretimizde; hikmet, yakîn, rûyet ve cemâlden de zevk edeceğiz...

Böylesine hassas konuları yine Kur'ân-ı Kerîm'le konuşacağız:

Resim--- "Rabbim! Bana hikmet hibe et (ver) ve beni sâlihler arasına kat." (Şuâra 26/83)

Hükümden hikmet: tefekkür gücü, nazarî kuvvet, eşyânın hakikatini tanıma, sözdeki sohbet sırrına erme ve sahiblenme, hâl ilmi, Mârifetullahı zevk. Zât-sıfat-esmâ-eşyâ bilgisi...
Salâh: insan nefsinin aklî gücünün ifrat ve tefrit hatalarına düşmeden ortalarından geçen dümdüz sırat-ı müstakîm ve Fırka-i Nâciye yolunda dengede durma ve seyr-ü-süluktür.
Bu yolun yolcuları ise hâlis muhlis sâlihlerdir.
Hiç sapmayan ince ayarlılar ise yakîn ehli olan mukarrebunlardır.

Resim--- "Evlerinizde okunan ALLAH'ın ayetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz ALLAH herşeyin iç yüzünü bilen (lâtifen), ve her şeyden haberi olan (hâbiran) dır." (Ahzab 33/34)

Hikmetin; âyetlerin içindeki dakaik (incelikler) ve hakaik (hakikatlar) olduğunu anlamışsındır...

Âyet Resim Hikmet Resim Kudret Resim Vahdet
(söz) Resim (sohbet) Resim (zevk) Resim (hazz)

Yakin ise, Rabbü'l-âlemin kuluna yakındır

Resim--- "Andolsun insanı Biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve Biz ona şah damarından (Habli'l-verid: tutunduğu tek ip) daha yakınız." (Kâf 50/16)
Verede: gelmek, hazır olmak.
Verid: tek olan demek iken içinden kan geçen ve bedenin her yerine ulaşıp, her hücreye hayat taşımasından dolayı hayata bağlayan tek ip: şah damarı denmiştir. İşin esası olup bizi hayata bağlayan ve varlığımızın bağı olan tek bağ ne ise odur... Nefsin fısıldadığı ise akla gelendir.

Resim--- "Hele can boğaza dayandığı zaman. O vakit siz bakar durusunuz. (O anda) Biz ona sizden daha yakınız, ama göremezsiniz." (Vakı'a 56/83-85)

Resim--- ".... Nerede olsanız, O sizinle beraberdir. ALLAH yaptıklarınızı görür." (Hadid 57/4)

Resim--- "Göklerde ve yerde olanları ALLAH'ın bildiğini görmüyor musun? Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O'dur. Beş kişinin gizli konuştuğu yerde altıncısı mutlaka O'dur. Bunlardan az veya çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar mutlaka O, Onlarla beraberdir. Sonra kıyâmet günü onlara yaptıklarını haber verecektir. Doğrusu ALLAH herşeyi bilendir." (Mücâdele 58/7)

İlk iki âyette Kurbiyyet Yakınlığı, son iki âyette Mâiyyet Yakınlığı vardır. Kurbiyyet, kişiye kendinden de yakınlıktır.
Kurbiyyete mazhar olan Muhammedî, gaibî (olduğu hâlde gözükmeyen) imânını, şuhûdî hâle getirip Rabbü'l-âlemin'i tüm ibâdet ve yaşamında Hazır, Nazır ve Murakıb (gözetleyici) bilir.
Ve ciddîyetle, samîmîyyetle kulluk yapar.
Sürekli hesablarını gözden geçirir durur.
Dâima O'nun rızasını kollar ve dinini sadece ALLAH (celle celâluhu)'ya tahsis eder. Hakk'a haşyeti (samîmî saygısı) ve muhabbetinde sadakatı sağlam, halkına karşı ise merhameti ve hasbî hizmeti tamdır.
Ellerinden iyilikten başka bir şey gelmez.
Düşmanları ise şeytândır.
Gazaba sabır; cehle hilm ve kötülüğe afla yaklaşırlar.
Uyuyan, uyurgezer ve kötü ahlâk ve amel sarhoşlarına Muhammedî hasbî hizmet sunmak samîmî sevdâlarıdır....

Resim--- "İyilikle 'hasenât) kötülük (seyyiât) bir (seviyede) olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde önle. O zaman seninle arasındaki düşmanlık bulunan kimse sanki candan bir dost olur. Buna (güzel davranışa) ancak sabredenler kavuşturulur. Buna ancak azîm hazz (hayrdan büyük nâsib) sahibi olan kimse kavuşturulur." (Fussilet 41/34-35)

Hazz: hoşlanma, zevklenme, sevinç duyma, memnunluk, baht, pay, nâsib, saâdet, kıymettir. Sözün, sohbetin ve zevkin süzülmüş özü ve hakikatıdır tasavvufta...
Bahsedilen önemli hususun; i'tibar, izzet ve şanına iştiraki ve ruhî fazîlet ve kuvveti içerir.
Onun için özü Muhammedî Nûra kavuşanlar; gittikleri her yere güneş gibi ışık, yağmur gibi rahmet, rüzgar gibi rahatlık ve toprak gibi bereket taşırlar.
Özlenirler ve gözlenirler...
Alış verişleri HAKK (celle celâluhu) ile olup, halktan alacakları yoktur. Halka verebilecekleri ise genellikle hasbî hizmettir.
Zâten çoğu kalender ve mütevâzidirler...

Azîzim Muhammedî İmam Ali (keremullahi veche) nin canı, kelle tiriti (paça çorbası) istemiş...
Fatımatü'l-Zehra annemiz (aleyha's-selâm)'a çarşıdan alıp getirmiş. İkisi de oruç. Kelle pişmiş, kemik ayıklanıp ekmek üzerine dökülmüş ve iftar vakti beklenirken yakın akraba bir zât gelip "açız..." demiş, alıp götürmüş...
Kendileri bir şeylerle iftar etmişler. İkinci gün yine aynı şeyler ve aynı vakitte bir başkası gelip: "yetimiz ve açız..." deyince yine infâk etmişler....
Kendileri aç...
Üçüncü gün yine son anda gelen bir zât: "Ben yolcuyum ve açım..." demiş ve bir oturuşta tümünü silip süpürmüştür...
Cebrail (aleyhi's-selâm) Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e hemen haber vermiştir ki: üç kimse de Cebrail (aleyhi's-selâm) imiş...
İşte İnsan Sûresinin indiriliş sebebi...
Hadis-i şerîfin aslını şu anda denkleştiremedim. Ancak var idi.
Ben aklımda kalanı yazdım.
İmamı Ali (keremullahi veche) çok yüce şahsiyet ve Muhammedî meşrebdir.
Tıpkı Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) gibi yaşamıştır. Ömrü ilimle ve cihâdla geçmiştir.
Hiç zengin olamamış, vakit bulamamış ve vaziyeti idâre etmiştir.

Ancak; olandan verişi ve müstesnâ hâli ona ve Ehl-i Beyte mahsusdur:


Resim--- "Onlar, kendi canları çekmesine rağmen (ALLAH sevgisiyle, seve seve) yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler. Biz sizi ALLAH rızası için doyuruyoruz (yediriyoruz) Sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz." (İnsan 76/7-8)

Kısacası ve açıkcası Muhammedî hasbî hizmet hârikadır ve hâl işidir...

Fakih: hükmü bilen, Âlim: sıfatı bilen.
Hükemâ: Zâtı bilendir.
Hikmet ehli olan Muhammedîlerin hasbî hizmeti: bedenen, tâat; lisanen, hakk ve hayrı ikrar; kalben, Mârifetullah ve ruhen Haşyetullah olan sâlih ameldir.
Bunu ise sadece ve sadece Livechillah için yaparlar.
Böylesine bedeli biçilemeyen bir "Ebrâr" lıkta sabreden ve Muhammedî oluş şuûruna ulaşanlarda: Ben, sen, o yoktur ve "BİZ" vardır...
Biz ise hamdolsun Muhammedîyiz.
Geçene tevbemiz, gelene duamız ve şu anda olana rızamız bir ve tektir... Muhammedî teslimiyyetle buluşan ve kenetlenen ellerimiz, birbirine kavuşan kalblerimiz ve zâten bir olan ruhumuzun tek tevhidi istikametiyle ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'edir.
Livechillah... ALLAH için.... ALLAH rızası için...
Vechillahi açıklamak çok zor çok...
Rahmetli Elmalılı Hamdi Yazır Hocanın meâlinde ALLAH'ın yüzü denmiştir. Cemâlullah...

Resim--- "O hâlde yakınlılğı olana da hakkını ver, yoksula da yolcuya da... ALLAH'ın yüzünü (Vechullah) isteyenler için O daha hayırlıdır. Kurtuluşa eren (muflihun) ler işte onlardır.İnsanların mallarında artış olsun diye verdiğiniz faiz, ALLAH katında artmaz; ALLAH'ın yüzünü dileyerek verdiğiniz zekât ise, katlayanlar (kat kat artıranlar) işte onlardır." (Rum 30/38-39)

Resim--- "Hayır, hayır! Onların kazançları kalblerinin üzerine pas (ran) bağlamıştır." (Mutaffifin 83/14)
Reyn, ran: parlak şeyin üzerindeki engelleyici pastır. Kalbe galebe çalıp istîlâ'be eder.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Demirin past tutması gibi kalbler de pas tutar. Onları Kur'ân okumak ve ALLAH'ı zikretmek parlatır." buyurmuştur.
(İbni Adiyy)

Resim--- "Hayır, hayır! Doğrusu onlar o gün Rablerini görmekten mahrum kalacaklardır." (Mutaffifin 83/15)

Tefsir âlimlerimiz bu âyeti mü'minlerin ALLAH'ı göreceklerine delil saymışlardır.

Resim--- "Nice yüzler o gün ışılar, parlar... Rablerine bakarlar." (Kıyâmet 75/22-23)

Resim--- "Ve o anda hiç kimsenin mükâfât edilecek bir ni'meti yoktur. Ancak yüceler yücesi RABB'ının rızasını (vechi Rabbihi) aramak için verir. Ve mutlaka o hoşnutluğa (rızaya) erecektir." (Leyl 92/19-21)

Ebu Bekir (radiyallahu anhu) köle olan Bilal-i Habeşî (radiyallahu anhu) satın alıp karşılıksız azad edince bu âyetlerin indiği rivâyet edilmiştir.
Bu âyeti celile ibâdetin hedefini tek nokta hâlinde belirlemiştir ki: LİVECHİLLAH....

Cemâlullah ve Rüyetullahla ilgili hadis-i şerîfler de vardır:

Resim--- Cerir İbni Abdillah (radiyallahu anhu) anlatıyor: "Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir dolunay (bedr) gecesi aya baktı ve: "Siz şu ayı gördüğünüz gibi RABB'inizi de aynen (perdesiz, âşikâr, meydanda) göreceksiniz ve O'nu görmede bir sıkışıklığa düşmeyeceksiniz. Artık güneşin doğup ve batmasından önce hiçbir namaz hususunda size galebe çalınmamasına gücünüz yeterse bunu yapın (namazı vaktinde mutlaka kılın.)" Sonra (şu âyeti) okudu: "RABB'ini güneşin doğmasından ve batmasından önce hamd ile tesbih et."
(Tâhâ 20/13) (Buharî, Mevakitü's-Salât 6,26; Müslim, Mesacid 211 (633); Ebu Dâvud Sünen 20 (4729); Tirmizî Cennet 16 (2554)

Resim--- Suheyb (radiyallahu anhu) dan:Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Cennetlikler cennete girince ALLAH Tealâ: "Bir şey daha istiyorsanız söyleyin onu da ilâveten vereyim!" buyurur. Cennettekiler: "Bizim yüzlerimizi ak (parlak) etmedin mi? Sen bizi cennete dahil etmedin mi? Sen bizi ateşten kurtarmadın mı?" derler. "Derhâl perde kalksın!" buyurur. Onlara, Rableri Tebareke ve Tealâ'ya bakmaktan daha sevimli bir şey verilmemiştir." Sonra şu âyet-i celileyi tilâvet buyurdu: "İyi işler yapanlara daha güzeli; bir de fazlası vardır..."
(Yûnus 10/26) (Müslim, İmân 297 (181); Tirmizî, Cennet 16 (2555)

Resim--- Ebu Zerr (radiyallahu anhu) anlatıyor: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) 'e: "Sen Rabb Tealâ'nı hiç gördüm mü?" diye sordum. "Nûrdur, ben O'nu nasıl görürüm!" buyurdu.
(Müslim, İmân 291 (178); Tirmizî, Tefsir Necm (3278)

Müslimin rivâyetinde ise: "bir nûr gördüm" buyurmuştur.

Resim--- Mesruk Rahîmehullah anlatıyor: Aişe (radiyallahu anha)'ya dedim ki: "Ey anneciğim Muhammed (Sav) RABB'ıni gördü mü?" Dedi ki: "Söylediğin şeyden tüylerim ürperdi. Senin üç hatalı sözden haberin yok mu? Kim onları sana söylerse yalan söylemiş olur. Şöyle ki: Kim sana "Muhammed RABB'ini gördü" derse yalan söylemiş olur. Sonra şu âyeti okudu: "O'nu gözler idrak edemez. O ise gözleri idrak eder." (En'âm 6/103) devâmla dedi ki: "Kim sana derse ki "Muhammed yarın olacak şeyi bilir" yalan söylemiştir. Sonra şu âyeti okudu: "Hiçbir nefs yarın ne kesb edeceğini bilemiz." (Lokman 31/34) Kim sana Muhammed'in vahyden bir şey gizlediğini söylerse o da yalan söylemiştir. Sonra şu âyeti okudu: "Ey Peygamber! Sana RABB'ınden her indirileni tebliğ et. Şayet bunu yapmazsan Allah'ın risâletini tebliğ etmiş olmazsın." (Mâide 5/67). Lâkin Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Cibril'i aslî sûretinde iki sefer görmüştür. " (Buharî, Tefsir Mâide 7; Müslim, İmân 287 (177); Tirmizî, Tefsir En'âm (3070)

Resim--- İbni Abbas (radiyallahu anhu)'dan: "Hulle (ateşde yanmayan) ile Hz. İbrâhim'in; kelâm ile Hz. Musa'nın rûyet (görmek) le de Hz. Muhammed'in mümtaz kılınmasına hayret mi ediyorsunuz?" demiştir.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Şuphesiz ki ALLAH uyumaz. Zâten uyku O'nun şanına lâyık değildir. O kıstı (terazi) indirir, kaldırır. Kullarının; gündüz amelinden önce gece ameli, gece amelinden önce gündüz ameli O'na (katına) yükseltilir. O'nun perdesi (hicabı) nûrdur. Eğer (ALLAH) o hicabı açsaydı Celâl ve Cemâli O'nun gördüğü (O'nu gören) mahlûkatı yakardı." buyurdu.
(Musa el Eşâri (ra)dan; İbni Mâce, Mukaddime 195)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kabları ve içindekileri (eşyâ) gümüşden iki cennet vardır. Kabları ve içindekileri altından iki cennet daha vardır. Adn Cenneti ehli ile bunların Rabbleri Tebareke ve Tealâ'ya bakmaları arasında (ALLAH'ın zâti) kibriyâ ridâsı (vasfı)ndan başka bir engel yoktur." buyurdu.
(Abdullah bin Kays, Ebu Musa el Eşari (ra)dan; İbni Mâce, Mukaddime 186, Ayrıca Buharîî, Tevhid 24; Müslim, İmân 76)

Resim--- Suheyb (radiyallahu anhu)'dan:Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "İyi işler yapanlara daha güzeli (cennet), bir de fazlası (Cemâlullah) vardır." (Yûnus 10/26) âyetini okudu ve: "Cennet ehli cennete, ateş ehli ateşe girdiklerinde bir dâvetçi: "Ey Cennet ehli! Şüphesiz ALLAH katında sizin için bir va'ad vardır. (ALLAH) O va'dini size tamamlamak diler!" diye çağırır. Cennet ehli ise: "O (va'ad) nedir? ALLAH mîzânlarımızı (hasenâtla) ağırlaştırmadı mı? yüzlerimiz ağartmadı mı? ve cennete dahil etmedi mi? ve bizi ateş (cehennem) den kurtarmadı mı?" derler. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Bunun üzerine (ALLAH yüce zâti ile kulları arasındaki) hicabı (perdeyi) açar da cennet ehli O'na bakakalırlar. ALLAH'a andolsun ki ALLAH, cennet ehline zâtına bakmaktan daha sevilen (sevimli ve gözleri doyurucu) bir şey (ni'met) onlara vermemiştir.!" buyurdu.
(İbni Mâce, Mukaddime 187)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Sizden hiç kimse yoktur ki., RABB'ı (âhiret günü) kendisi ile konuşacak olmasın. (Rabbi ile kulu) aralarında tercüman bulunmayacaktır. Bu esnada kul sağına bakar, önceden takdim ettiği (gönderdiği, sunduğu) amelinden başka bir şey göremez. Sonra sol tarafına bakar takdim ettiği amelinden başka bir şey göremez. Daha sonra önüne bakar, onu cehennem ateşi karşılar. Sizden kim cehennem ateşinden bir hurma tanesinin yarısı ile de olsa korunabilirse bunu yapsın..." buyurdu.
(İbni Mâce, Mukaddime 185, Adiyy bin Hatim-i Tâi (ra)dan; aynı râviden Buharî, Rikak ve Zekât'ta; Müslim, Zekât'ta rivâyet ettiler.)

Resim--- Ebu Musa el Eşari (radiyallahu anhu)'dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) aramızda ayağa kalktı.İçinde aşağıdaki ifâdenin de bulunduğu şu cümleyi bize buyurdu: "O'nun (ALLAH'ın) hicabı nûrdur. ALLAH eğer o nûru açsaydı vechinin nûraniyyeti müşâhadesinin ihata ettiği bütün yaratıkları yakardı."
(Müslim, İmân 293)

Resim--- Abdillah ibni Abbas (radiyallahu anhu)'dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Rabbim bana bu gece en güzel sûretle geldi." (Tirmizî, Tefsir 39/3233)

Resim--- Diğer bir rivayette ise Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Uyuklamaya başlamışdım ve uyku bastırmıştı kı RABB'ımı en güzel sûrette gördüm." buyurmuştur.
(Tirmizî, 39/3234)

Elbette bu rûyetleri (görüşleri) Muhammedî anlayışla anlamalıyız.
Hülûl (bir şeyin başka bir şeye girmesi) ve ittahad (birleşme) olmaksızın El HAKK (celle celâluhu)'nun halkına dilediğince tecellîsi şeklinde anlamak lâzımdır.
Yâni: mektubu yazan kimsenin mektubunda ya da konuşan kimsenin konuşmasındaki zuhûru gibi...

Gönderilme zamanı: 26 May 2008, 22:35
gönderen kulihvani
Naz-Niyaz NAMAZı
Sall SILAsı…

Latif YILDIZ


Resim

BÖLÜM V : SILA SALÂTI VE NAZ - NİYAZ NAMAZI

5.8. EMRULLAH OLAN KULLUK


Azîz kardeşim;
Kur'ân-ı Kerîm'le Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e bildirilen ve tüm insanların kesinlikle uyması istenen Emrullah bir bütündür.
Tek emir ise: "kulluk (ibâdet) et" tir.
Her zamanda her yerde ve her hâlde ve her nefeste kulluk edebilmekse çetin bir iştir. Ancak insanın fıtrî yapısı tüm letâif sistemi ile buna uygun kıvâmda (tavır, tarz, stil ve uygunluk) yaratılmıştır.
Muhamedî muhabbet, merhamet, hasbî hizmet ve hakikat okullarında öğretim ve eğitim (duyma ve uyma) gören nefislerin hayatın ve meselenin aslını anlayarak kulluğu yaşaması daha kolaydır.
İnsan geçenle imtihan edilmekte, tevbe - istiğfâr istenmektedir.
Gelenle imtihan edilmekte samîmî dua istenmektedir.
Ve insan her nefeste "Olan"la imtihan edilmekte, hükm-ü hakk olan "Olan"a rıza istenip şükür veya sabır emredilmektedir. Kısacası sürekli, zamanların tümünde ibâdet emredilmektedir.
Tüm ibâdetlerin sigortası ise salâttır.
Salât ise naz, niyâz ve namazdır.
Onun için okumuş olduğumuz hadis-i şerîflerde Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) namazın terkini küfre kadar götürmüştür.
Ne çare ki insanoğlu; dönmüyormuş gibi dönen devrânda (zeminde, dünyada); bitmeyecek miş gibi iken biten seyrânda (zamanda); bizim sandığımız, ancak kesinlikle emânet olan cevlânda (cisimdeki canda); bunca eşyâ, olay, zaman ve zann içindeki aklımız hayrânda iken bu ömür yarım nefeste bitecek ve bu kum saati susacaktır....

İlâhî sistem ve Muhammedî Fırka-i Nâciye yolunda yorulmadan, bıkıp usanmadan ve canla başla ibâdet seyr-ü-sülûku ise; bizim, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in nûruyla yolumuzu görüp el ele, can cana ve birlikte başarabileceğimiz can ve cennet yürüyüşü, yaşayışı ve imtihanıdır.
Cennet yolu insan nefsinin hevâ ve hevesine zor gözüken., zor gelen ve geçilmesi gereken gerçeklerle ve çevrili ve tenhadır.
Cehennem yolu ise; tam tersine şeytânın çıldırmış şamataları ve şeytânlaşmış insanların şuûrsuz çığlıkları içinde uçuruma koşanların çok olduğu, ecelsiz olduğunu sanan nefslerin emellerinin can attığı kalabalık bir ateş yoludur...
Bu hayat, doğan bebenin ilk çığlığından son nefesine kadar süren bir çile serüveni ve muhabbet macerasıdır.
Bu âlemdeki insanlar; yolun sonunda ikiye ayrılırlar.
Bir fırka nûra (cennete) diğer fırka ise nara (nekre), ateşe, cehenneme... Onun içindir ki bunca insan yaşarken ya âşıktır ya ahmaktır.
Âşık o ki; Muhammed (aleyhi's-selâm)'ın ilâhi tebliğini duymuş teslim olmuş, imân etmiş, tâbi' olmuş ve itâat ederek uymuştur.
Fıtraten, aslen, zâten, ezelen, ebeden, zâhiren, bâtınen ve hakikaten Muhammedî olduğunun şuûruna ulaşıp farkına varıp uyanıp, ayıkıp hâli durumuna bakıp;
İlim-Edeb,
İrfân-Erkân,
İrade-İdrak ve
Fiilen-İştirakle emredilen kulluk görevine yönelen ve yaşayan müslim-mü'mindir.
Aklı kadar Âlim, Ârif, Kâmil ve Âşıktır.
Zâten imtihanı da imkânlarıyla sınırlıdır.
Ahmak ise aklına, kendisine ve karşılıksız bahşedilen imkânlarına her ne sebeble olursa olsun netice olarak ihânet edendir.
İhanetine sebeb gafleti, cehâleti, dalaleti olsa da farketmez.
Çünkü gaflet, cehâlet, dalalet ve ihânet İblisin sıfatlarıdır.
Rabbanî olan Rahmetenli'l-âlemin Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Muhammedî sıfatları bunların zıddı olup; uyanıklık, ilm-ü edeb ve irfân -ü- erkânla sırat-ı müstakîm üzere dostoğru ve sıdk-ü adl ile ibâdet etmektir.
Böylesine mükemmel, mükerrem, muhteşem ve mübârek olan Muhammedî meydanda, mecrâda, mâverada ve mahşerde seyr-ü sülûk, teslimiyyet ve istikamet kemâlâtı cidden çetin çilelerle geçilebilir ve gerçekleşibilir...

Resim--- "O ki hanginizin daha güzel davranacağını (ahsen-ü amel) sınamak (denemek) için ölümü (mevti) ve hayatı yaratmıştır. Ve o El AZÎZÜ'l-GAFÛRdur (mutlak galib ve çok bağışlayıcı) ." (Mülk 67/2)

Hayatı anlamsız bir var oluş "Heplik" ölümü ise mantıksız bir yok oluş "Hiçlik" sananlar ahmaklardır...
Zâten ahmaklık yapanlar imtihan ve yaşam yerlerini kendi kafalarına (hevâ, heves, hırs, tamah, emel v.s.) göre seçerler, yaşarlar ve sonucunu da; din, dünya ve âhiretlerinde görürler...
Âşıkların imtihan yerini, zamanını ve hâlini (oluş, bulunuş, durum, keyfiyet) ise ALLAH (celle celâluhu) seçer...
Doğru sözümü doğru anla!..
"Ben şunu-bunu asla yaparım ya da yapmam..." deme!.
Câhillerden olma!..

Nûh (aleyhi's-selâm)'ın başına gelenleri unutma!..

Geçen zaman içinde bendenize, çok çirkin işler içinde gözüken bir kişiye yaklaşıp, usûlünce (yol, yöntem, tertib, metod, nizam, kaide, düzen) hasbî hizmet edip ve uyarmamı isteyen Osman Baba'ya:
"Neden böylesi berbad (pis, fena, kirli) işleri hep bana yüklüyorsun... O şöyle kötü kimse, böyle bozuk kimse v.s." diye sızlandım.
Sabırla dinledi ve sonra:
"Ne zamandan beri Nûr-u Muhammed taşıyan direkler dillendi de yer beğenmiyor... Meyhânenin kapısını istemem beni Kâbe'nin kapısına dikin de hizmeti görün" diyor... Zifiri karanlıktaki meyhâneye ışık gerek ki her şeyi görsünler bilsinler, anlasınlar ve ayıksınlar... Işık nere lâzım oğul... Sen yiğit isen lâzım ve lâyık olan yerde doğru dürüst direk ol... Eğilip, bükülüp, kırılıp yatmadan; her zaman, her hâlde ve dikildiğin yerde, gönülden gönüle Nûr-u Muhammedî isâl ettir, sıla ettir ve aşkı akıt... Gerisi Rabbü'l-âlemin'in işi... vs."
demişdi de utanç içinde kalmıştım.

Bir başka zamanda ise: "Antalya'yı çok çirkin işlerin yapıldığı yer olduğu için terk edip Bursa'ya gitmeye karar verdim." dediğimde:
"Oğul! Sen Sebilillah (ALLAH için) su sâkisi (Muhammedî su dağıtıcısı) isen Kerbelâ Çölüne çık, bir damla su bin deve... Sen hasbî hizmetle HAKK için halkına beleş su sun... Hasan Dağı'ndaki pınarbaşında su satılmaz ve unutma ki en güzel güller gübreliklerde yetişir..."
buyurmuştu.

İşte Muhammedî Tasavvuf bunun için lâzım ve lâyıktır.
Muhammedî muhabbette güneş gibi ısı ve ışık kaynağı; merhamette yağmur gibi canı yaşatan-cismi yıkayan; hasbî hizmette toprak gibi bereketli ve hakikatte hava gibi her nefeste lâzım ve lâyık bir muhammedî kimse olmak ne hârika bir kulluktur.
Açık seçik bilmekte ve inanmaktayız ki yaptığımız her iyiliğe en az 10 misli iyilik bulacağız.

Ebrârlar : en iyilerdir.
Ebdâllar : halktan birisi gibi gözükürken bir Nebînin merşebini yaşatan Halilî, Halimî, Yûsufî, Eyubî v.s. dirler. Sonunda ise Muhammedîlerdir.
Ahyârlar : yaşayanların en hayırlıları.
Ahrarlar : masivâya (ALLAH'tan gayrısına) kulluktan azad olmuş Muhammedî hürlerdir.

İşte bundan dolayı Muhammedî muhabbet, merhamet ve hakikat şuûru ve nûruna ulaşanlar, hasbî hizmet surûru ve onuru içinde yaşarlar...
Tümü tüm canlılara elinden gelebilen iyilikleri ALLAH için (Livechillah) esirgemezler ve dâima işin sonunu ve ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in razısını düşünür ve dilerler. Komşusuyla hoş geçinir, derdiyle dertlenir ve neşesiylede neşelenirler.

Yetim ve kadın haklarına riayet ederler:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH'ım! Ben şu iki zayıfın hakkının zâyi edilmesinden (yitirilmesinden) insanları (şiddetle ve cidden) sakındırırım, men ederim: yetim ve kadın..." buyurmuştur.
(Ebu Hureyre (ra)dan; İbni Mâce, Sünen, Edeb 3678)

Gurbet ellerde kimsesiz gariblere yardım edip yâr ve yârân olurlar:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Gurbet ölümü şehîdliktir." buyurmuştur.
(İbni Abbas (ra)dan; İbni Mâce, Sünen Cenâiz 1613)

Hakkın ve halkın hatırın sayan vefâkârlardır:

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), münâfıkların başı Abdullah bin Ubey ölünce, onun oğlu olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in sevdiği Abdullah (radiyallahu anhu)'nun hatırına gömleğini babasına kefen yapsın diye verip Tevbe 9/80 âyeti hükmünce cenâzesini kıldırdı.
Ardından ise münâfıkların cenâzesini kıldırması Tevbe 9/84 âyeti hükmünce yasaklandı.
Çünkü Rahmetenli'l-âlemin olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Kur'ân-ı Kerîm üzere yaşardı ve tercihi dâima muhabbet ve merhamet üzere idi.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "RABB'ıniz, mahlûkatı yaratmadan önce kendi (kudret) eliyle kendi zâtı üstüne "Rahmetim gazamıbı sebketti (geçti)" yazdı." buyurmuştur.
(Buharî, Tevhid 15; Ebu Hureyre (ra)dan; İbni Mâce, Mukaddime 189)

Azîz kardeşim;
Muhammedî şuûr ve nûra ulaşımı hayatta tatbik ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in benzeri yaşayış da şarttır.
Bu ise Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'i iyi bilip anlayıp, yaşayıp, anlatıp ve yaşatmaya bağlıdır.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Bizden bir hadis işiterek onu tebliğ edenin yüzünü ALLAH ağartsın. Çünkü, tebliğ edilenler hadisi işitenlerden dirayet (anlayış ve gereğini yapma) yönünden daha kuvvetli olabilirler." buyurdu.
(Abdurrahmân ibni Abdullah babasından; İbni Mâce, Mukaddime 232)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Kurban Bayramı günü Minâ'da buyurduğu hutbe sonunda: "Burada bulunanlar burada bulunmayanlara tebliğ etsinler! Çünkü şüphesiz, kendisinden tebliğ edilen nice kimseler (burda) işitenden daha anlayışlı (fıkıh hükümleri çıkarmaya daha kabiliyetli) olabilirler." (Ebu Bekr (Nufeyl bin El Haris) (ra)dan; İbni Mâce, Mukaddime 233; Buharî, ilim; Müslim, Diyad; Nesâî, Hacc ve İlim bahislerinde rivayet ettiler)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Minâ'nın dağ eteğinde ayağa kalkarak: "Benim sözümü işitip de (başkalarına) tebliğ edenlerin yüzünü ALLAH ağartsın. Çünkü fıkıh (hükümlere delil olan hadisleri) hıfz eden nice kimseler fıkıhçı değillerdir. Ve fıkıhçı olan nice (hadis) hafızları, kendilerinden daha kuvvetli fıkıhçılara (hadisleri) iletebilirler." buyurdu. (Cübeyr ibni Müt'im (ra) babasından; İbni Mâce, Mukaddime 231)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Şüphesiz göklerdekiler, hatta denizdeki balıklar bile âlim kimse için istiğfâr ederler." buyurdu. (Ebu'd Derda (ra)dan; İbni Mâce, Mukaddime 239)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Hayırlı bir şeyi öğrenmek veya öğretmek (ten başka maksadı olmaksızın) için benim mescidime gelen kimse ALLAH yolunda cihâd eden mücâhidin mertebesindedir. Bundan gayrısı (niyetle) için gelen ise başkasına ait eşyâya bakan adam durumundadır." buyurdu.
(Ebu Hureyre (ra)dan; İbni Mâce, Mukaddime 227, senedi Müslim şartlarında sahihdir.)

Resim--- İmamı Ali (keremullahi veche) ise: "Ben size Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in hadisini okuduğum zaman, onun hadisinin hakka, hidâyete ve takvâya en uygun liyâkatli olduğuna inanın buyurmuştur.
(Ebu Abdurrahmân Sülemi den İbni Mâce Mukaddime 20)

Kur'ân-ı Kerîm, İlmullahın insanlığa lâzım ve lâyık olan kadarıyla tecellîsidir.
Hadis-i şerîfler ise onun öğretim ve eğitimi için birebir uygulaması ve edebidir.
Edeb dâima bilelik içinde Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'i duyma ve uyma mesleği, mezhebi ve meşrebidir.
Muhammedî oluşun şuûr ve nûruna ulaşımın tescîlidir.
Muhammedî hasbi hizmet, şuûr ve sabır işidir.
Halı dokur gibi her nefeste hangi renk ipi kullanacağını unutmamak esas ve temeldir.
Komşun hasta mı derhâl koşacaksın ve: "Hasbî hizmetine hazırım!" diyeceksin.

Resim--- İmamı Ali (keremullahi veche)'den Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Bir hastayı akşamleyin ziyâret eden hiçbir kimse yok ki beraberinde kendisine sabaha kadar istiğfâr edecek 70.000 melekle çıkmış olmasın. Ayrıca onun cennetde bir bahçesi de vardır. Kim de hasta ziyâretine sabahleyin gelirse onunla birlikte 70.000 melek çıkar akşam oluncaya kadar ona istiğfâr ederler. Onun da cennette bir bağı vardır." buyurdu.
(Ebu Dâvud, Cenâiz 7 (3098,3099,3100)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kim güzel bir şekilde abdest alır, müslüman kardeşine sevâb düşüncesiyle hasta ziyâretinde bulunursa cehennemden 70 yıllık yürüme mesafesi uzaklaştırılır."
(Enes (ra)dan; Ebu Dâvud, Cenâiz 7 (3098)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kim bir hatsaya veya din kardeşine ALLAH rızası için ziyârette bulunursa bir münâdi (çağırıcı) ona nidâ eder: (dünyada-âhirette) iyi olasın, (âhiret yolculuğunda) iyi olasın bu davranışınla (cennette bir ev hazırladın!) der. buyurdu.
(Tirmizî, Birr 64 (2009); İbni Mâce, Cenâiz 2 (1443)

İbadet işinin inceleği dilde toplanır ki bakınız:

Resim--- Muaz ibni Cebel (radiyallahu anhu): "Bir seferde Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile beraberdik bir gün yakınına tesadüf ettim ve birlikte yürüdük. Ben "Ya Resûlallah! Beni cehennemden uzaklaştırıp cennete dahil edecek bir amel haber ver!" dedim. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): Azîm (mühim) bir şey sordun! Bu ise ALLAHın kolaylaştırdığı kimseye kolaydır. ALLAH'a hiçbir şirk (ortak) koşmaksızın kulluk edersin, namazı dostoğru kılarsın, zekâtı verirsin, Ramazan orucunu tutarsın, Beytullahı hacc edersin." Sonra buyurdu ki: "Sana hayr kapılarını göstereyim mi (delilin olayım mı) buyurdu. Bende: "Bilakis, göster yâ Resûlallah!" dedim. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Oruç (cehenneme) kalkan (perde) dir. Sadaka, suyun ateşi söndürdüğü gibi hataları söndürür (yok eder). Kişinin gecenin cevfinde (içinde, göğsünde) kıldığı namaz, sâlihlerin şiârıdır (diğerlerinden ayırıcı işaret) buyurup şu âyeti okudular: "Yanları yataklarından aralaşır (uzaklaşır) korku ve ümit içinde rablerine dua ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan hayra harcarlar (sarfederler)." (Secde 32/16 bkz.) Sonra sordu: "Bu (din) işinin başını, direğini ve zirvesini sana haber vereyim mi?" buyurdu. Bende: "Evet yâ Resûlallah!" dedim. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Dinle öyleyse" buyurdu ve açıkladı: "Bu dinin başı İslâmdır (teslimiyyet). Direği namazdır (istikamet). Zirvesi cihâddır (kemâlât)." Sonra şöyle buyurdu: "Sana bütün bunları (tamamlayan) baş âmili (sebebi) haber vereyim mi? "Evet yâ Resûlallah!" dedim. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Şuna sahib ol dedi ve eliyle diline işaret etti." Ben tekrar sordum: "Yâ Resûlallah! Biz konuştuklarımızdan sorumlu mu olacağız?" dedim. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Anasız kalasıca Muaz! İnsanları yüzlerinin üstüne -veya burunlarının üstüne dedi - ateşe atan elleriyle kazandıklarından başka bir şey midir?" buyurdu.
(Tirmizî, İmân 8 (2619)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kim bir hidâyete (doğru yola) dâvette bulunursa, buna uyanların sevâblarının bir misli ona gelir. Ve bu durum onların ücretlerinden hiçbir şey eksiltmez. Kim bir dalalete (sapıklığa) çağırıda bulunursa, buna uyanların günahlarından bir misli de ona gelir. Ve bu onların günahlarından hiçbir eksiltme yapmaz." buyurdu.
(Ebu Hureyre (ra)dan; Müslim, İlim 16 (2674); Tirmizî, İlim (ra)dan; (2676); Ebu Dâvud, Sünnet 7 (4609); İmam Mâlik, Muvatta, Kur'ân 4/ (1,218)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Hayra delâlet eden (sebeb olan) onu yapan gibidir." buyurdu.
(Enes (ra)dan; Tirmizî, İlim 14 (2672)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kim temiz rızık yer ve sünnete uygun amelde bulunur, halk da kendisinden bir kötülük gelmeyeceği hususunda güven duyarsa cennete girdi demektir." buyurunca bir adam: "Yâ Resûlullah! Bu gün insanlar arasında böyleleri çoktur!" dedi. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Benden sonraki zamanlarda da olacaklar!" buyurdu.
(Ebu Sa'it el Hudri (ra)dan; Tirmizî, kıyâmet 61 (2522)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Bir müslüman bir ağaç diker veya bir tohum eker de bunların mahsullerinden bir kuş veya insan veya havyan yiyecek olsa bu onun için bir sadaka olur. " buyurdu.
(Buharî, Hars 1; Müslim, Müsükat 12 (1553); Tirmizî, Ahkam (Aleyha's-Selâm) (1382)

Gönderilme zamanı: 26 May 2008, 22:40
gönderen kulihvani
Naz-Niyaz NAMAZı
Sall SILAsı…

Latif YILDIZ


Resim

BÖLÜM V : SILA SALÂTI VE NAZ - NİYAZ NAMAZI

5.9. KULLUK ÇİLESİ

Azîz kardeşim;
İnsanoğlunun alnında ki kader çizgisi kıvrım kıvrım ve nice olay ve hâllere gebedir ki ancak ALLAH Tealâ bilir. Kulluk kolay değildir.
Bu âlemde helâl ve sıdk dâiresinde yaşamanın bedeli ise o âlemdedir.
Muhammedî şuûrla kulluk baştan sona çiledir.
Çile ise derd (tasa, gam, keder, kaygı, ağrı, acı) ve keder olmayıp hakkın ve hayrın zuhûru için zor zevklerdir.
Bir düşün ve bak ki en büyük çileyi Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Nebîler, Ehl-i Beyt ve sahabeler çekmişlerdir.
Çile, meyveleri olgunlaştıran güneşin sıcaklığı, bulutun rahmeti, toprağın bereketi ve havanın can diriliğine hizmeti gibidir Muhammedî Tasavvufta...

Çile (çille): kulluk kemâlâtı için gerken teslimiyyet ve istikamet seyr-ü- sülûk sıkıntılarına sabırdır.

Resim--- Mus'ab İbni Sâd babasından naklen der ki: "Yâ Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) insanlardan kimler en çok belâya uğrar? Kimin belâsı şiddetli olur?" dedim. Buyurdu ki: "Nebîler sonra onların emsalleri (kemâlâtta onlara yakın olanlar). Kim dininde salabette (din sağlamlığı) şedid (sert, katı, sıkı, şiddetli) ise onun belâsı da (o nisbette) şiddetli olur. Kimin dininde rikkat (incelik, yufkalık, zayıflık) varsa ALLAH onu da diyâneti nisbetinde imtihan eder. Belâ (çile) kulun peşini bırakmaz. Ta ki o kul, hatasız olarak yeryüzünde yürüyünceye kadar." buyurdu.
(Tirmizî, Zühd 57 (2400)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Şüphesiz ki mükâfâtın büyüklüğü belânın büyüklüğü ile (orantılı) dir. ALLAH bir kavmi (cemâatı) sevdi mi onları musibete (derdlere, imtahanlara, çilelere) mübtelâ eder. Kim bundan (olan hükmü hakdan) razı olursa ALLAH'da ondan razı olur, kim de hoşlanmaz (razı olmaz) ise ALLAH da ondan hoşlanmaz (razı olmaz) ve gazab eder." buyurdu.
(Enes (ra)dan; Tirmizî, Zühd 57 (2398)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Mü'min erkek ve kadının nefsinde, çocuğunda ve malında belâ (çile) eksik olmaz. Ta ki hatasız olarak ALLAH'a kavuşuncaya kadar..." buyurdu.
(Ebu Hureyre (ra)dan; İmam Mâlik, Muvatta, Cenâiz (aleyha's-selâm) (1,236); Tirmizî, Zühd 57 (2401)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Mü'min kişiye bir vasab (hastalık, ağrı),bir nasab (yorgunluk, hâlsizlik, bir sakam (illet, bozukluk, sakatlık) bir hüzün ve hatta bir hemm (gam, keder, tasa, kaygı) isabet edecek olsa ALLAH onun sebebiyle günahından bir kısmını örter (mağfiret buyurur)." buyurdu.
(Ebu Hureyre ve Ebu Sa'it (ra)dan Buharî, Marda 1; Müslim, Birr 52 (2573); Tirmizî, Cenâiz 1 (966)

Ve daha nice hadisi şerîfler vardır.
Belâ: gayet zor iş, çetin ve çözümü zor imtihan problemi, uğraştırıcı ve sıkıcı sıkıntılar ve kısacası cevr-i cihan, çark-i çile...
Yaşayış işimiz imkânlarla imtihandır.
Sakın çilekeşleri küçümseme...
Çaresiz dertlerde kıvranıp şikayet etmeyen, dolmuş parası bulamayıp şehri bir uçtan bir uca kilometrelerce yürüyen, yaramaz çocuğuna lâf geçiremeyen ve sahtekârlar içinde sadakattan ayrılmayan niceleri var bu âlemde...
Selâm olsun Muhammedî çilekeşlere...
Allah Dostlarına...

Çile, diş ağırısı gibi yaşanınca anlaşılan ilginç bir olgu, olgunlaştırıcı ve olgunluktur.
Çile, çile lâfı etmek değil de esen Rıza Rüzgarına baş eğiş ve Nuh'un tufanı gibi kopan âhir zaman fitnelerinde Muhammedü'l-Emin (aleyhi's-selâm)'ın Selâmet Gemisine canını dişine takıp kulaç atış sebbahası (yüzmesi) dır.

Rahmetli Osman Baba anlatmıştı:
Geçen zaman içinde Aksaray'da kadîrî halaka-yı zikri kurulmuş.
Bilen bilir ki âşıklar dâireler (halaka) oluşturur ve halakalar birbirini kapsar.
En içteki halakanın içi boş olur, zikri yöneten Şeyh Baba döne döne her kişinin önünde ve yüzyüze zikre coşku ve cana can katar.
Halakadaki her insan ellerinin parmaklarını yanındakinin parmaklarına geçirir ve kenetler ve Muhabbet Kelebçesi vurulur.
Parmaklar karşılıklı açılmadan veya kırılmadan kurtulamazsınız...
Bizim İncesulu sesi güzel kendi güzel Hak Âşığımız Cemâl can gibi birisi de ilâhîlerle dem tutunca seyret Subhanî seyrânı...
İşte böylesi bir zilkrin ortasında iç halkaya girmiş ala sulu bencileyin birisi bağırmış kı: "Şeyhim ben yanıyorum yahu..."
Şeyh Efendi kulağına: "sus oğlum, sus! Burası er meydanı yanan da olur donan da olur!" demiş.
Demiş ama adam susmuyor ve rastgeleye yine aynı sözü bir başka günde yine söylüyor...
Bir Cuma akşamı zikrinde yine aynı şeyler olmuş.
Ancak Zikir Meclisinde gerekli tedbir önceden alınmış.
İki babayiğit almışlar araya bizimkini ve ellerini ellerine kilitlemişler.
Zikir coşmuş bizimki: "Şeyhim ben yanıyorum yahu!" deyince dışardan gelen birisi yanmakta olan sigarayı, boş boğazın pantolon cebine yerleştirmiş.
Önce çaput (kumaş) kokusu, sonra etin yanık kokusu duyulunca bağırmaya başlamış:
"Şeyhim! Ben esastan yanıyorum!" deyince.
Şeyh Baba: "Sus! Sırrını söyleme...
Biz buraya HAKK'a dönmeye, yunmaya ve yanmaya gelmedik mi?" deyince adamcağız can hıraş başmış sinkafı (küfürü):
"Ulan şurasını burdan geldiğimin Şeyhi baldırımı, bacağımı yakıyorlar! Kurtar beni şunların ellerinden..." deyince Şeyh Baba:
"Bırakın gitsin hergeleyi bu abdestle çok namaz kılar..."
demiş.
Bırakmışlar ve bir daha da ortalıkta görülmemiş...
Osman Baba bunları anlatırken kıkır kıkır gülerdi.
Belki de kendisi idi Baba…

Çile, canın yanmasıdır...
Çile, ağzın anlattığı değil; canın usturanın ağzındaki raksı, rengi ve aşk ahengidir.
Onun için çilekeşler Muhammedî ise derece derece;
Aşk-ü-Cezbe,
Zühd-ü-Takvâ,
Sıdk-u-Huşû' ve
Havf-ü- Reca ve hatta,
Üns-ü Heybet Ehlidirler...
Bu kendilerinin derecesi sanma.
Sahibleri ve sahibimiz Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e aittir.
Çilekeşlerin işi, teslimiyyette gariblik (herkesin acaibine gidecek kadar, herkesten çok Muhammedî şuûr ve nûrla Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e inanç, amel, ahlâk ve hâlce teslimiyyet, imân, tâbi'lik ve itâat) ve ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'e kariblik (canından da yakin bilelik, her nefeste huzurunda hazır olup Rabbü'l-âlemin'i Hazır, Nazır ve Murakıb biliş) tir!..


NE DEYİM...

Âşıklar hasrettir ana kucağa
Zemheri zikrinde sırr-ı sıcağa
NESİMÎ'nin postun yüzen bıçağa
MANSUR'a kurulan "dâr"e ne deyim...

Resim

Âşık; yetim, aşk öksüzü efendim
İnişle çıkıştır düzü efendim
Aynı şeyi iki yüzü efendim
Güllerin koynunda "hâr"e ne deyim...

Resim

Celâl, kemâl, cemâl cem'indeki CAN
Canlar cümbüşünde çilekeş cihan
Çırılçıplak girip çıkarken insan
Belâ' Bazarında "kâr"e ne deyim...

Resim

Âşığın alnında ADN Cenneti
Abdin RABB'ine kulluk minneti
İnkâr - ikrâr - tevhid - tebli›sünneti
Cemâlin celâli "nâr"e ne deyim...

Resim

Varımız - yoğumuz, bir söze satıp
Sonsuz yöne giden kervana katıp
Gönül gurbetinde hasrete atıp
Boynumuzu büken "yâr"e ne deyim...

Resim

Suları bağlayan buzun arkı ne?
Canların cenginde çile çarkı ne?
Arı ile kurt sineğin farkı ne?
Her zerrenin zevki "zâr"e ne deyim...

Resim

Bu benlik "belâ'"sı sözümdür amma,
Ömrümün özeti özümdür amma,
Özümü gizleyen yüzümdür amma,
Aynanın ardında "sırr"a ne deyim...

Resim

Elini değene aşk bulaşırken,
El ele ulanıp aşka ulaşırken
Muhammedî şerefini taşırken,
Elim yüzümdeki "kir"e ne deyim...

Resim

Aşk kendinden eyler zemzemi zehri,
Arzdan Arş'a akar naz - niyâz nehri,
Kuddûsî Babam'ın şehâdet şehri,
Bezmin buhurdanı "Bor"a ne deyim...

Resim

Fitne - fücûr halkın yönünü yöndü,
Korku kral oldu, umutlar söndü.
Âhir zaman!.. İman, ateşe döndü
Kulun avucundaki "kor"a ne deyim...

Resim

Halk ölüler gibi halinde hoşsa,
İçi dünya dolu başları boşsa,
Yol yokuşa vurmuş yolcu sarhoşsa,
Kolayın yanında "zor"a ne deyim...

Resim

Kulken sultân eder tevhid insanı,
Kalbin tercümanı ise lisanı,
Resul - i Ekrem'in şifâ ihsânı,
Ölüyü dirilten "nûr"a ne deyim...

Resim

"Naz - niyâz neyi"nde RAHMÂN nefesi,
Subhanî semâ'ya çağıran sesi,
Nefes nefes öten beden kafesi,
Sesini duymayan "sur"a ne deyim...

Resim

Varın "VAR" olana verdiyse eğer,
Hable'l - verid sırrın erdiyse eğer,
Sırrın sıfırlayıp serdiyse eğer,
Herkes sinesinde "TUR"a ne deyim...

Resim

Kul İhvânî Kıtmir var git işine.
Oluru olmazı takma peşine.
Herkes yanar iken nefs ateşine,
"Zincirlerin kıran HÜR"e ne deyim...

Gönderilme zamanı: 26 May 2008, 23:01
gönderen kulihvani
Naz-Niyaz NAMAZı
Sall SILAsı…

Latif YILDIZ


Resim

BÖLÜM V : SILA SALÂTI VE NAZ - NİYAZ NAMAZI

5.10. SALÂT ve ZİKİR

Azîz kardeşim;
İbadetin iliği (özü) olan namaz, ALLAH Tealâyı özden zikirdir. Zikir ise üretken bir anadır

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAHı zikretmeden fazla konuşmayın, çünkü ALLAH zikredilmeden yapılan çok konuşma kalb için kasvettir (katılık, sertlik) ve insanların ALLAH dan en uzak olanı da kalbi kasvetli olanlarıdır.!" buyurdu.
(Kenzü'l-Ummal, I/1840, 1895)

Kalbî nefs, zikrin tadını alır ve zikri dâim olur.


Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in tesbit ettiği 10 zikir:


1- SUBHANALLAH zikri :

ALLAH Tealânın hata, noksanlık ve ayıplardan tenzih edilip beri kılınmasıdır.


2- ELHAMDÜLİLLAH zikri :

Her türlü kemâl hâllerinin ALLAH Tealâya nisbet edilmesidir.
Tenzihten sonra kemâlin de Rabbü'l-âlemin'e isbatıdır.
İnsan aklı RABB'ısını tam tanıyınca hamd kemâline ulaşır ve yakin bulur.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Tesbih, mîzânın (terazinin) yarısıdır. Elhamdülillah onu doldurur." buyurdu.
(Tirmizî, Da'avat 86)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Subhanallahi ve bihamdihi ise dile hafif terazi de ağır ve Rahmâna sevimlidir." buyurdu.
(Müslim, Zikir 31)



3- LÂ İLÂHE İLLALLAH zikri :

Açık ve gizli şirki reddeder ve mârifet perdelerini deler ve aralar.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Lâ ilâhe illallah ile ALLAH arasında perde yoktur, O'na ulaşır." buyurdu.
(Tirmizî, Da'avat 86)


4- ALLAHÜEKBER zikri :

ALLAH Tealânın azamet, kudret ve saltanatını kabul ve ilândır.:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Eşi Cüveyriye (radiyallahu anha) validemizin yanından namaz kılarken ayrılmış tekrar döndüğünde hâlâ namazda imiş. Ona: "Hâlâ şu namazlığında mısın?" demiş. O da: "Evet" deyince: "Senden sonra ben 4 kelimeyi 3 defa söyledim, eğer senin söylediklerinle tartılacak olsa, onlar ağır gelirdi: Subhanallahi ve bihamdihi adede halkihi ve rıza nefsihi vezineti arşihi ve midâde kelimetihi" buyurmuştur.
(Ebu Dâvud, Salât 2/81 Hadis no: 1503)



5- Dua zikirleri :

Bedenî ve nefsî yararlar, ahlâkın ve huyun güzelleşmesi, kalbî sekînet ve ruhu tecellî için dualar:

"ALLAH"ım! Benim için her işimin başı olan ve ebedi kurtuluşa ermemi sağlayacak olan dinimi ıslah eyle. Benim için, içinde yaşamakta olduğum dünyamı islâh eyle. Benim için varacağım yer olan âhiretimi ıslâh eyle. Hayatı, benim için her hayrın artmasına vesile kıl. Ölümü de, her kötülükten rahatlama vesilesi kıl ALLAH'ım! Ben Senden hidâyet, takvâ, iffet ve gönül zenginliği dilerim!”


Hz. Ali (keremullahi veche) duasında şöyle buyurmuştur:

"Allahım! Bana hidâyet ver! Beni doğruya muvaffak kıl!" de.
Hidâyet ile seni doğru yola ilettiğini doğrulukla da oku doğrulttuğunu hatırla!"

Allahım!
Beni bağışla, bana acı, beni doğru yola ilet, bana âfiyet ver, beni rızıklandır Allahım!
RABB'ımiz! Bize dünyada iyilik ver, âhirette iyilik ver, bizi ateş azabından koru!

RABB'im!
Bana yardımcı ol, aleyhime yâr olma, bana nusretini esirgeme! düşmanlarıma yardım etme, bana kurulan hileleri boşa çıkar, aleyhime tuzak kurdurma!
Beni doğru yola ilet, doğru yolda ilerlemeyi bana kolaylaştır!
Bana karşı taşkınlık edenlere karşı bana yardım eyle!

RABB'im! Beni şükredenlerden, Seni zikredenlerden, senden korkanlardan, Sana itâat edenlerden Sana huşû' duyanlardan, Sana yönelip tevbe edenlerden kıl!

Rabbim!
Tevbemi kabul buyur, günahlarımı yıka!
Dualarıma icâbet eyle!
Hüccetimi güçlü ve açık kıl!
Lisânımı doğrult!
Kalbimi doğruya ilet!
Gönlümdeki her türlü kini çıkar at!

Allahım!
Beni sevginle, sevgisi Senin katında bana fayda verecek kimselerin sevgisiyle rızıklandır!

Allahım!
Sevdiğim şeylerden bana rızık olarak verdiklerini, senin sevgini kazanmak için güç kıl!

Allahım!
Sevdiğim şeylerden elimden aldıklarını, senin sevdiğin şeylerle uğraşabilmem için fırsat kıl!

Allahım!
Korkundan, bizimle günahlarımız arasına geçecek bir pay kıl!
Tâatinden bizi cennete götürecek kadarını lûtfet!
dünya müsibetlerini bize hafif kılacak kadar yakîn ver!
Bizi yaşattığın sürece kulaklarımızdan, gözlerimizden yararlandır! ömrümüz boyunca onları bizden alma!
Öc ve kinimizi, sadece bize olan musibetimizi, dinimiz konusunda eyleme!
Dünyayı en büyük meşgale ve kaygımız, ilmimizin ulaştığı son nokta kılma!
Biza acımayacak olanları üzerimize musallat eyleme!
”




Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) istiâze hakkında en kapsamlı dua olarak şunu öğretmiştir:

Allahım!
Altından kalkılmaz belâ ve musibetlerden, bahtsızlıktan, kötü yazgıdan, düşmanları sevindirecek duruma düşmekten sana sığınırım!

Allahım!
Şüphesiz ben üzüntü ve tasadan, âcizlikten, tembellikten, korkaklıktan, cimrilikten, borç yükünden, düşmanların galib gelmesinden sana sığınırım!

Allahım!
Şüphesiz ben, cehennem azabından cehennem fitnesinden, kabir fitnesinden, kabir azabından, zenginlik fitnesinin şerrinden, fakirlik fitnesinin şerrinden, Mesih-Deccâl fitnesinin şerrinden sana sığınırım!

Allahım!
Benim günahlarımı kar ve dolu suyu ile yıka! Kalbimi, beyaz elbisenin kirden paklandığı gibi, her türlü kötülükten arındır!
Benimle günahlarım arasını, doğu ile batı arasını uzaklaştırdığın gibi uzaklaştır!

Allahım!
Nefsime takvâsını ver ve onu arındır!
Onu arındıracak ancak Sensin!
Onun Velîsi ve Mevlâsı (efendisi) Sensin!.

Fayda vermeyen ilimden,
korkmayan kalbten
doymayan nefisten ve
kabul olmayan duadan sana sığınırım!

Allahım!
Nimetinin zevâl bulmasından,
âfiyetinin değişmesinden,
gazabının ansızın yakalamasından ve
tüm hışmına uğramaktan sana sığınırım!

Allahım!
Fakirlikten, azlıktan, zilletten sana sığınırım!
Zulüm etmekten ve zulme uğramaktan sana sığınırım!


6- Huşû' ve teslimeyet ifâde eden zikirler :

“Allahım!
Sana secde ettim, sana imân ettim ve sana teslim oldum.
Yüzüm, yaratanına, kendisine şekil verene, kulağını, gözünü saçını yaratanına secde etti!
En güzel yaratıcının şanı ne yücedir!"


Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) İmamı Ali (keremullahi veche)'ye: "ALLAHım! Bana hidâyet ver! Beni doğruya muaffak kıl de, hidâyet ile seni doğru yola ilettiğini, doğrulukla da oku doğrulttuğunu hatırla!" buyurdu.
(Müslim, Zikir 78)

Duada nefsin; fikrî güçlerini ALLAH Tealâ'nın azamet, celâl ve kudretini ilim, irade ve idrakle iyice anlamaya yöneltip sonucunda tam bir teslimiyyet ve istikamete iştiraki temin ana görevi ve işidir.
Böylece din, dünya ve âhiretinde hakka inanıp hayrı işleyip, bâtıl ve şerden kaçınma ve ALLAH Tealâya sığınma- takvâ doğar.
Nefsin bu ulvî himmeti, azmi ve ilâhî tevekkülü El CEVÂD (celle celâluhu) nun cömertlik kapısını aralar ve açar.
Kalbî ve kudsî ihtiyaçlarını idrak eden nefs, Muhammedî münâcâata (yalvarıya) başlar.
El HAKK (celle celâluhu) yu her an, her yer ve her hâlde Hazır, Nazır ve Murakıb bilip, ihsân mertebesinde Muhammedî oluş şuûrunu yaşar İnşâallah.
Bu yüce hâl ise derûnî duanın sebeb ve sonuç cem'i dir.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "İbadet, dua demektir." buyurur.
(İbni Mâce, Dua 1)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Bir kul sır duada bulunduğunda ALLAH Tealâ mutlaka ya onun istediğini verir, ya da ondan dengi bir kötülüğü (müsibeti) uzaklaşırır. (duasını karşılıksız bırakmaz)." buyurdu.
(İmamı Ahmed, Müsned III/160)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kazayı (kaderi) ancak dua çevirir." buyurdu.
(İmamı Ahmed, Müsned V/277)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Şüphesiz ki dua, inmiş ve henüz inmemiş şeylere fayda verir." buyurdu.
(Tirmizî, Da'avat 101)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kimi sıkıntı anlarında ALLAH'ın duasını kabul etmesi sevindirirse; o kimse, bolluk anında çokça dua etsin." buyurdu.
(Kenzu'l-Ummal II/3220)

Dua, insan letâiflerinin; tevhidiyle ve elbirliğiyle ortak arzunun ve korkunun ortaya konup münâcâata azmedip gerisini ALLAH Tealâya tevekkül için nefsin öğretim ve eğitimi işidir.
Ellerin açılıp sonra yüze sürülmesi bedenî iştiraktir.
Dua, tevhidî bir teveccüh ve tevekkül temâşâsıdır.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kim için bir dua kapısı açılırsa, onun için rahmet kapıları açılmıştır." buyurdu.
(Tirmizî, Da'avat 101)

Dua, İnâyetullah'a uygun ortamda mahviyyet (kullukla yok oluş) içinde, ilâhi rahmetin yağdığı anlarda (bayram, kadîr ve cuma geceleri gibi) ve Muhammedî münâcâat ve tevhidi tazarru ile yapılmalıdır.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kul günah ve sıla-yı rahîmi kesecek bir duada bulunmadıkça ve acele etmedikçe duası kabul olunur." buyurdu.
(Müslim, Zikir 92)



7- TEVEKKÜL zikri :

İnsan nefsinin Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e tam teslimiyyetle imân edip, tâbi' olup, itâat ederek ALLAH Tealâya istikamete iştirakte ve O'na i'timâdda ve tüm tedvirin (idârenin) O'nun elinde olduğu inancıyla HAKK (celle celâluhu)'ya teveccühü ve mahlûkatın elinde hiçbir şeyin olmadığını anlayıp O'na sığınması ve takvâ tevekkülüdür.
Muradullah'a ve Emrullah'a inancı budur.

Resim--- "O, kullarının üstünde yegane kudret ve tasarruf sahibidir. Size koruyucular gönderir. Nihayet birinize ölüm geldi mi elçilerimiz (görevli melekler) onun canını alır. Onlar vazifede kusur etmezler." (En'am 6/61)

"Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billahi'l-Aliyyi'l-Azîm: Ulu ve yüce ALLAH Tealâ'nın izni ve yardımı olmaksızın ne bir fayda elde etmeye ne de bir zararı uzaklaştırmaya (mahlûkat elinde) hiçbir potansiyel güç ve gözüken kuvvet yoktur."

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Tevekkeltü alallah: Ben ALLAH Tealâyı vekil edindim" buyurdu
(Ebu Dâvud, Edeb 103; Tirmizî, Dua 34; İbni Mâce, Dua 8)

8- İSTİGFAR zikirleri :

İmkanla imtihan âleminde sonsuz fitne (deneme) lerle kuşatılan nefsin; ilâhî yardım, melekî feyz ve Muhamemdî Mücâdele ile onlardan sıyrılıp nihaî ve şuhûdî tevhhide ulaşması görevini başarmasında eksik ve noksanlarından Rabbü'l-âlemin'e sığınıp bağışlanmasını dilemesi zikridir.
Nefs bu işte Muhammedî iyi niyyet, ciddîyyet ve samîmîyyet gösterirse hadis-i kudsî de buyrulduğu gibi kurtuluşa ulaşır.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "(ALLAH): "kulum bir günah işledi ve bildi ki kendisinin günahını affeden ve günahdan dolayı muaheze eden (yakalayıveren) bir Rabbi vardır. Ben de kulumu affettim!" buyurdu." buyurdu.
(Buharî, Tevhid 35; Müslim, Tevbe 29)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Gerçek şu ki bazen kalbime gaflet çöküyor ama ben ALLAH'a günde 100 defa istiğfâr ederim." buyurdu
(Müslim, Zikir 41)

Nasr Sûresinde buyurulduğu üzere:

"Subhanallahi ve bihamdihi estağfirullahel Azîm ve e'tübü ileyhi" deriz... Bir yönüyle de bizler gibi biri ve Abdullah olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): Her şeyi yaşayarak en güzel örnek olmuştur.

9- TEBERRÛKEN ALLAH Tealâ'nın adını anmak :

Her şe'enin neş'et (meydana gelme, çıkma) şekli bir tecellî temâşâsıdır.
Bu Esmâ-i Hüsnâ tecellîlerinin hakikatini bilen ve Rahmetenli'l-âlemin olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), ümmetinin bu isimleri teberruken (bereket dileyerek) anarak Rahmetullaha kavuşmalarını dilemiştir.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Şüphesiz ALLAH Tealânın doksandokuz, yüzden bir eksik ismi vardır. Kim onları sayarsa cennete girer." buyurdu.
(Buharî, Tevhid 12)

Elbette İlm-ü Edeb ve İrfan-ü- Erkânla Esmâ-i Hüsnâyı bilmek anlamak ve yaşamak lâzım ve lâyık olanıdır...
Özümüzdeki Muhammedî akdes noktasına ve hazreti Kuds'e sıla (ulaşım) ve bilelik bağı, RABB'ımızın güzel isimleridir...
Esmâ-i Hüsnâ sûret ve sîretleriyle dolan defterler sâlih amel Âşıklarının Muhammedî pasaportları gibidir...

"Ente ALLAH! Lâ ilâhe illâ Ente! El Ahadü's-Samed ellezi yem yelid ve lem yûled ve lem yekûnle hû kûfûven ehad: Sen ALLAH'sın! Senden başka ilâh yoktur! Sen, her şeyin kendisine muhtaç olduğu fakat kendisinin hiçbir şeye muhtaç olmadığı, doğurmayan, doğrulmayan, kendisine hiçbir şey denk olmayan Sâmedsin..."

"Leke'l-hamdü, Lâ ilâhe illâ ente'l-Hannânû'l-Mennân Bedi'u's-samâvâtı ve'l-arz yâ ze'l-Celâl ve'l-İkrâm, yâ Hayyu yâ Kayyum!: Hamd ancak ve ancak sana muhsustur. Senden başka ilâh yoktur. Sen Hannân (Emânetullahı rahmeten ve merhameten kullarına bahşeden) ve Mennân'sın (kullarına sonsuz ni'met veren) göklerin ve yerin yaratıcısısın! Ey celâl ve ikrâm sahibi! Ey Hayyu'l-Kayyum olan ALLAH (celle celâluhu)...


10- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e salâvât getirmek :

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kim bana bir salâvât getirirse ALLAH Tealâda ona 10 kez mağfiret eder." buyurdu
(Müslim, Salât 70)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kıyâmet gününde bana en yakın olackalar bana en çok salâvât getirenlerdir." buyurdu.
(Tirmizî, Vitr 61)

İnsan nefsini diriltecek Rahmânî nefhâ (kudsî nefes) kaynağına ulaşım (salât) için âlemlere rahmetin kalbî kaynağı Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e ulaşım vesilesi olan salâvât ilâhî bir emir ve muraddır... Muhammedî nûra ve şuûra ulaşım ebedî bilelik birliği (tahkiki tevhid) muradıdır...
Bu bileliğin imdad hedefi ise ALLAH Tealâdır.

Kişisel kulluk kimliği Emrullahı işlemede Muhammedî küllî kulluk kimliğinde acziyet, fakriyet zillet ve illeti bilip, bulup, yaşayıp ve tam teslimmiyyetle mahvolup, İmam-ı Mutlak Muhammed (aleyhi's-selâm)'a uyar ve ilâhi istikamette sülûka iştirak eder...

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Bana herhangi bir kimse (mü'min) selâm (salâvât) verdiği zaman, mutlaka ALLAH Tealâ, bana ruhumu iâde eder ve ben onun selâmını alır ve mukabele ederim." buyurdu.
(Ebu Dâvud, Mevâsik 96)

Muhammedî Âşıklığın mihenk taşı da budur zâten...
Tıbkı ceb telefonu gibi anında alış-veriş...
Mesele ilim, edeb, irfân ve erkân işi...
Aslı ise tefekkürdür...

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Bir saatlik tefekkür, 60 sene ibâdetten (nâfile) daha hayırlıdır" buyurdu.
(Aclûnî Keşfu'l-hâfâ 3/370)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Her şey hakkında düşünün, fakat ALLAH Tealânın zâtı hakkında düşünmeyin..." buyurdu.
(Aclûnî Keşfû'l-hâfâ 3/371)

Tefekkürün esası: Azametullah, Kudretullah, Rahmetullah yakîn, ihata v.s. sıfatları üzerine mürakebedir.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "İhsân, sanki O'nu görüyormuşsun gibi ALLAH'a kulluk etmendir; her ne kadar sen O'nu görmüyorsan da O seni görüyor....." buyurdu.
(Buharî, İmân 37; Müslim, İmân 57)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH'ı gözet ki O'nu karşında bulasın!" buyurdu.
(İmam Ahmed, Müsned I/293)

Tefekküre oturmadan önce Hadid 57/4; Yûnus010/61; Mücâdele 58/7; Kaf 50/16; En'âm 6/59; Fussilet 41/54; En'âm 6/61; Mâide 5/120; ve benzeri Kelâmullah okunur...

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Bil ki bütün ümmet sana bir türlü fayda vermek için toplansalar, ALLAH'ın sana yazmış olduğunun ötesinde fayda veremezler. Onlar sana bir şekilde zarar vermek için toplansalar, ALLAH'ın sana yazmış olduğunun ötesinde zarar veremezler. Kalemler kaldırılmış, sayfalar kurumuştur." buyurdu.
(Tirmizî, Kıyâmet 59; İmam Ahmed, Müsned I/293, 303)

Muhammedî mü'min; huşû', huzû', sükût, sükûn ve sekînetle sûret ve sîret âlemlerine seyr-ü- sülûk eylerse hayret ve dehşetle:

Resim--- "ALLAH'ı ananlar ve göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünenler: "Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın!" derler." (Âl-i İmrân 3/191) âyetini gözyaşlarıyla yaşar...

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), bir gece boyunca bunu okuyarak ağlamıştır...

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Lezzetleri (dünya), alt üst edeni (ölümü) çokça hatırlayınız!." buyurdu.
(Tirmizî, Kıyâmet 26; İbni Mâce, Zühd 31)

Muhammedî denge ve düzen, i'tidâl üzere oluş, tefekkür temeline oturur. Bu Tevhidi temelin sınırlarını ise Kur'ân ve Sünnet, i'tidâl olarak belirlemiştir.
Tefrit ve ifratın her türlüsünü reddetmiştir.

Muhammedî tefekkür ve haşyetle ağlayarak Kur'ân'ı tertil ile tilâvet, elbette Hidâyetullah, şefâat-ı Resûlullah, himmet-i Ehlullah ve gayret-i Abdullahı cezb-ü- cem' eyler.
Azîz kardeşim...

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Bu Kur'ân hüzünle indi. Onu okuduğunuzda ağlayınız. Ağlayamazsanız ağlar gibi görününüz! Ve onu tagannî ile (hakkını vere vere) okuyunuz Kur'ân'ı tagannî ile okumayan bizden değildir. " buyurdu.
(Sâd b. Vakkas (ra)dan; İbn Mâce, Sünen-Zühd 4/96)

Muhammedî mü'min ilâhî emânete sadakatsizlik (ihânet) ve tüm ni'metlere zulümden uzak durur:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "(ALLAH Tealâ): "Ey Kullarım! Ben zulmü kendime haram kıldım. Onu sizin aranızda da haram kıldım. O hâlde birbirinize zulmetmeyin! Ey kullarım! Hepiniz sapıklıktasınız; ancak Benim hidâyete erdirdiklerim hariç..." (Müslim, Birr 55)

Muhammedî Ârif'in hâlihazır hayatı; içindeki emânetin Hak'ka olan hak niyeti ile dışındaki ni'metlerin hayra kullanış ibâdetinden ibârettir...

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Ameller ancak niyetlere göredir." buyur-masının sırrı budur.
(Buharî, İmân 41; Müslim, İmâre 155)

İtâat niyeti; hakkın ve hayrın sebebi, tatbikatı olan ibâdet ise sonucudur.
Takvâ niyyeti ise bâtıl ve şerden kaçınmanın sebeb ve sonucudur...
Riyâ (gösteriş) ve sümâ (şöhret) nın yasaklığı, niyet bozukluğunu ortadan kaldırmaya yönelik ilâhî emirdir.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH Tealâ şöyle buyurmuştur: "Ben, ortakların şirkten en müstagnisiyim. Her kim bir amel işler, onda (o amelinde) Benimle birlikte bir başkasını da ortak eylerse, onu şirkiyle başbaşa bırakırım."
(Müslim, Zühd 46)

Muhammedî şuûra ve nûra kavuşan, ALLAH Tealâ için yaşayan ehl-i ihlâs olan âşıklar ise:

Resim--- Ebu Zerr (radiyallahu anhu) Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e soruyor: "Bir adam hayr namına bir iş yapar da, bunun üzerine halk da onu överse ne buyurursun?" Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) cevâben: " Bu mü'minin âcil (peşin peşin) müjdesidir." buyurdu.
(Müslim Birr 166)

Muhammedî i'tikad ve â'mâl netice itibâriyle Muhammedî ahlâkı doğurmalıdır ve güzel ahlâk ise sonucunda hâl (kesin huy) hâline dönüşmelidir...

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Sizin en hayırlınız, ahlâkça en güzel olanlarınızdır." (Buharî, Edeb 39, Müslim, Fezâil 68)

Muhammedî şuûr ve nûrun dışa yansıması dua ve zikirledir...

İnsanoğlunun iç âleminin tercümanı dilidir; ister dua eder isterse beddua...
Sevâb ya da günah..

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "İnsanları burunları üstü tepe takla (cehenneme) atan, dilleriyle biçtiklerinden başka bir şey midir?" buyurdu.
(İmam ahmed, Müsned V/231)

İnsan dili; lâklâkiyât (boş boğazlık), çoğu gıybet; şaşkın-taşkın, bilir-bilmez ve haksız-hayâsız sözlerle meşgülse nasıl zikri dâimî olabilsin... Hakk (celle celâluhu) yu zikredemeyen nasıl fikredebilsin... Nasıl kanâat ehli olabilsin?
Nasıl olana (Hükm-ü HAKK'a) razı olabilsin...

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Yâ Hakîm! Hakikaten şu mal yeşil ve tatlıdır. Dolayısıyla onu her kim gönül hoşnutluğu ile alırsa, o malda kendisine bereket verilir. Kim de ona göz dikerek alırsa o malda kendisine bereket verilmez ve o, yiyip yiyip de doymayan kimse gibi olur. Yüksek (veren) el, alçak (alan) elden hayırlıdır." buyurdu.
(Müslim, Zekât 96)

Nasıl cömert olup da uzun emellerin ellerinden kurtulabilsin! Nasıl tevâzu' ehli olup da kibirden korunabilsin?

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Şüphesiz ki ALLAH güzeldir, güzelliği sever. Kibir, hakkı inkâr ve insanları hor görmektir." buyurdu.
(Müslim, İmân 147)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Size cehennemlikleri haber vereyim mi? Her katı düşman, cimri, kibirlidir" buyurdu.
(Müslim, Cennet 46)

Böylesi kişi nasıl ehl-i hilim olup HAKK'ın halkına rıfk ile muamele edebilsin?
Hasbî hizmet fedâisi olabilsin...

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Size, cehenneme haram olacak kimseyi bildireyim mi? Her yakın olan, yumuşak davranan, işin oluruna gidip kolaylık gösteren kimsedir" buyurdu.
(Tirmizî, Kıyâmet 45; İmam Ahmed, Müsned I/415)

Nasıl öfkeden korunup, sabirin (sabredici) olabilsin?.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'i duyup da uyabilsin?

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Hiçbir kimseye sabırdan daha geniş ve daha hayırlı bir fazîlet (ihsân) verilmemiştir." buyurdu.
(Müslim, Zekât 124)

Nasıl elinden, dilinden ve belinden emin olunan bir müslüman olabilsin ve müslümanın kanı, malı ve ırzının kendisine haram olduğunu anlayabilsin?

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Müslüman, müslümanların elinden ve dilenden zarar görmediği kimselerdir." buyurdu.
(Buharî, İmân 4; Müslim, İmân 64)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Şüphesiz ki ALLAH Tealâ kanlarınızı ve mallarınız birbirinize bu beldenizin, bu gününüzün haramlığı gibi haram kılmıştır." buyurdu.
(Ebu Dâvud, Menâsık 56; İbn Mâce, Menasık 84)

Nasıl Muhammedî bileliğe ve bizliğe ulaşabilsin?

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Mü'min için mü'min, birbirlerini perçinleyen duvar gibidir." (Müslim, Birr 65)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Dul ve yoksul için çalışan (hasbî hizmetle) ALLAH yolunda cihâd eden gibidir." buyurdu.
(Müslim Zühd 41)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Küçüğümüze merhamet etmeyen, büyüğümüzün şerefini tanıyıp ona saygı göstermeyen bizden değildir." buyurdu.
(Tirmizî,; Ebu Dâvud, Sünen 58)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "İnsanları lâyık oldukları yerlere koyun!" buyurdu
(Aclûnî, Keşfu'l-hafâ I/241)

Nasıl aklı ve nakli bilip anlayıp tevhid edebilsin?

Nefs, akılla, mükellef (sorumlu, teklif sahibi) olur, akılla imân eder, fiil işler, güzel ahlâk te'min eder ve akılla yaşar...

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kişinin dini akıldır; aklı olmayanın dini yoktur!" buyurdu.
(Kenzû'l-Ummâl III/7033)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Akıl bakımından rızıklanan kimse felâha (kurtuluşa) ermiştir." buyurdu.
(Aclûnî Keşfu'l-hafâ)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Akıllı kimse, nefsini hesaba çeken ve ölüm sonrası için çalışan kimsedir." buyurdu.
(Tirmizî, Kıyâmet 25; İbni Mâce, Zühd 31)

İnsanoğlu imkanla imtihan âleminde öyle fitnelerle denenir ki aklı-fikri yanında kalbi alt üst olur:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kalb; rüzgarın, altını üstüne getirerek alt üst ettiği çöldeki tüye (kuş tüyüne) benzer." buyurdu.
(İbni Mâce, Mukaddime 10; İmam Ahmed, Müsned IV/408)

Ruh ve kalb letâifleri emri ulaştırıcılar, nefs ve beden ise iştirak edicilerdir:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Nefs, temenni eder ve arzu duyar (şehvet); cinsel organ ise onu tasdik eder ya da yalanlar."
(Buharî, Kader 9; Müslim, Kader 20)

İnsan; beden-nefs-kalb-ruh letâiflerini sırat-ı müstakîm tesbihine teslimiyetle dizer ve imâm-ı Mutlak (sallallahu aleyhi ve sellem)'in istikamet seferine iştirak ederse:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Her hakkın bir hakikatı vardır." buyurdu.
(Aclûnî, Keşfû'l-Hafâ II/190)

Senin imânıyın hakikatı nedir?" sorusuna Zeyd b. Hârise (radiyallahu anhu) cevâben: "Sanki ben, Rahmân'ın Arş'ına açıktan bakıyor gibiyim" buyuruyor.

İlahî kemâlât tekemmülünde akıl, nefsin ayağı gibidir...
Yakînin yolu, naklle kemâl bulan akıldır.
Yakîn ise Abdullah b. Mes'ud (radiyallahu anhu)'ın buyurduğu: "El yakînu, el imânu kûllüh: Yakîn, imânın tümüdür veya imân, yâkinden ibârettir."

Akıl, naklle (Kur'ân ve hadis) kemâl bulunca rüşde erer ve rıza rehberi olur ve yakînim eder...
İnancı, her zaman, her yer ve her hâlde Muhammedî kıbleden (rotadan) sapmaz.
Kulluğun; Acziyet, fakriyet, zillet, illet ve kısaca RABB'ısı karşısındaki mahviyyet sıfatlarıyla sıfatlanır.
İlim, irade, idrak ve iştirakle Muhammedî şuûru yaşar ve Ahmedî hamdi; Muhammedî hâlde ve Habibî hâl ile hemhâl eyler...

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Cennete ilk çağrılacak olanlar, bollukta ve darlıkta dâimâ ALLAH'a şükür eden hamd ehli olanlardır." buyurdu.
(Dârimî, Mükaddime 2)

Akıl; naklle Muhammedî akılla bile olunca ilâhî aşka dönüşür ve hâliyle Zikr-i dâim,
Fikr-i dâim,
Şükr-ü dâim ve
Sabr-ı dâim ehli olur nefs...

Böylesine ârif (kendini ve RABB'ısını bilen), kâmil (olgun) âşık (Hakku'l-Hakk'ı yaşayan bir nefs; kalbî ve ruhî terbiye ve erkânla yakînî tevhid, tevekkül, şükür, sıdk, adl, ihlâs, üns ve ihsân makamlarını izler...
İzler izlemesine de çile çarkı dönmeye başlar...

Azîz kardeşim;
Kulluk, baştan başa çile işidir...
Muhammedî Tasavvufta çile ise; son uçta şühûdî tevhide ulaşıp âhirette ebedî saâdete erme çilesidir...

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kim bütün tasasını (çilesini) tek bir tasa hâlinde âhiret tasası kılarsa, ALLAH Tealâ da, onun tasasını giderir, işlerini kendi üstüne alır... kim de kendisine pek çok tasa edinirse (RABB'ısına itâat etmezse), ALLAH Tealâ onun hangi vâdide (şeytâni yolda) helâk olduğuna aldırış bile etmez..."
(İbni Mâce, mukaddime 23, Sünen, Zühd 2)

Nicelerinin yiyip-içip tepindiği şu âlemde her zaman her yer ve her hâlde Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in izini izlemek, İlmullah, Haşyetullah ve Muhabbetullah dolu bir yürek ister ki; çekilen çilelerin sonuucu Rızaullah olsun...

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH'ım! Sevgini bana özümden, kulağımdan, gözümden, ailemden, malımdan ve soğuk sudan daha sevimli kıl!" buyurdu.
(Tirmizî, Da'avât 72,73)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Hiçbir kul; Ben, kendisine ailesinden malından ve bütün insanlardan daha sevgili olmadıkça imân etmiş sayılmaz." buyurdu.
( Enes (ra)dan; Müslim, İmân 69)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kim ALLAH'a kavuşmayı severse, ALLAH da ona kavuşmayı sever..." buyurdu.
(Müslim, Zikir 14-18)

Azîz kardeşim;
Bir insan, baba sülbü (nesebi) ile ana sütü (soyun) nden (genetik kartlarından) oluşur. Kadına önem vermeyen ve rezil kepaze eden kişi ya da milletler hep mahvolmuşlardır:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Dünya bir metâdır; dünya metâsının en hayırlısı sâliha kadındır." buyurdu.
(Müslim, Rıdâ' 60; İbni Mâce, Nikah 5)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Cennet anaların ayakları altındadır!" buyurdu.
(İmam Suyutî, Cem'ül-Cevâmi'de cennet babı; Hatîb, Câmî'sinde)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kadın, dört şey için nikâh edilir, malı, soyu, güzelliği ve dini. Eli toprakla dolasıca, sen dindâr olanı elde etmeye bak!" buyurdu
(Buharî, Nikâh 15; Ebu Dâvud, Nikâh 2; İbni Mâce, Nikâh 6)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Doğurgan ve sevecen kadınlarla evlenin; Çünkü ben diğer ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla övüneceğim." buyurdu. (Ebu Dâvud, Nikah 3; İbni Mâce, Nikah 1)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Dininden ve huyundan razı olduğunuz biri, size dünür olduğunda onu evlendirin! Eğer bunu yapmazsanız yeryüzünde fitne ve büyük bir fesad olur." buyurdu.
(Tirmizî, Nikâh 3; İbnî Mâce, Nikah 46)

Muhammedî oluş şuûru parmak izimiz gibi bizim kendiliğimizin farkına varıştır.
Nefsimizde, ailemizde, toplumda, kâinâtta, dinimizde, dünyamızda ve âhiretimizde Muhammedî olarak varlığımız muhabbetû'nfillah (ALLAH rızası için hakkta muhabbet) yaşayışımızla mümkündür.
Sen, ben, o, biz. Biz Muhammedîyiz.
Hadis-i Şerîfleri derlememize sebeb Resûlullah Muhammed (aleyhi's-selâm)'ı iyice tanımak içindir.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "İki müslüman karşılaştığında ALLAH'a hamdederek musâfaha ederler, istiğfâr ederlerse, günahları affolunur." buyurdu.
(Ebu Dâvud, Edeb 146)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Birbirinin huzurunda divân durması kimi sevindirirse, o, ateşteki yerine hazırlansın." buyurdu.
(Ebu Dâvud, Edeb 13)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Biriniz bir meclise vardığı zaman selâm versin, oturması gerekirse otursun... Sonra kalktığı zaman yine selâm versin. Birincisi, sonuncusundan daha evlâ değildir." buyurdu.
(Ebu Dâvud, edeb 139)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kıyâmet gününde sizin bana en sevimli ve yakın olanınız, huyca en güzel olanınızdır. Bana en sevimsiz ve en uzak olanınız ise huyca kötü, çok konuşan (dilbaz), dil kıran (ağzını eğip bükerek konuşan) ve böbürlenenlerinizdir." buyurdu.
(Tirmizî, Birr 71)

Resûlullah Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'i tanımak, ilk elden hadis-i şerîflerle mümkündür, zirâ:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Sizden hanginiz elbisesini yayacak da (etek dolusu) benim şu hadisimden bir şeyler alacak. Sonra onu göğsüne toplayacak? Muhakkak o, benden işitiği bir şeyi unutmayacaktır." buyurmuştur.
(Müslim, Fezailû's- Sahâbe 160)

Bugün biz bana dünden de çok muhtacız...
Çünkü fitneler içinde yol alan Muhammedîleriz:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Hiçbir peygamber yoktur ki onun havârileri ve sünnetine tâbi' olan emrine uyan, ashabı olmasın. Ne varki onların ardından, yapmadıklarını söyleyen ve emrolunmadıkları şeyleri yapan bir takim kötü nesiller ortaya çıkar!" buyurdu.
(Müslim, İmân 80)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "İlk sâlihler sırasıyla gider ve zamanla arpa ya da hurmanın tortusu gibi geriye kötüler kalır; ALLAH onlara bir değer vermez." (Buharî, Rikâk 9)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Bu iş, Peygamberlik ve rahmet olarak başlamıştır. Sonra hilâfet ve rahmet olur, sonra ısırgan mülk ve saltanata dönüşür, sonra yeryüzünde zorbalık, taşkınlık ve fesad hâlini alır; ipeği, zinâyı ve içkiyi helâl kılar. Bu şekil üzerine rızıklanırlar; ta ki ALLAH'a kavuşuncaya kadar." buyurdu.
(Kenzû'l-Ummâl VI/15111-15112)

Sadaka yâ Resûlullah! Hilâfet İmam Hasan (aleyhi's-selâm) ile son buldu ve 30 yılı tamamladı.
Sonra Ümeyye oğullarının zulmü ve meliklik saltanatı...
Sonra Abbasî taşkınlığı....
Ve hâli hazır fitne ve fesad âhir zamanı...

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Fitneler kalblere tıpkı hasır çubukları gibi dal dal arz olunur (örülür). Artık onlar hangi kalbe işlerse o kalbe bir leke hasıl olur. Hangi kalb onları kabul etmez ise o kalbde beyaz bir leke meydana gelir. Böylece iki kalbde yerleşirler. Bu kalblerden biri cilâlı taş gibi bembeyazdır; ve göklerle yer durdukça ona hiçbir fitne zarar vermez. Ötekine gelince o alaca siyahtır; tepesi aşağı duran desti (su kabı) gibidir. Ne bir mâruf (emredileni) tanır; ne de bir münkeri (reddedileni) inkâr eder. Yalnız içine (özüne) işleyen hevâ ve hevesini bilir." buyurmuştur.
(Müslim, İmân 231)

Biçâre insanoğlu; nefsâni hevâ ve hevesi ile şeytânî hevâcis (vesvese) içinde bocalar durur...
İnsan özüne yüklenmiş kudsî emânetini, Kur'ân ve sünnet olmadan bilemez, tanıyamaz ve Emrullahı yaşayamaz...
Muradullah mârifetinden ise hâliyle nâsibsiz kalır...

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "İnsan uykusunu uyur. Bu esnâda emânet kalbinden alınıverir de ufacık bir siyah leke hâlinde eseri kalır. Sonra uykuya dalar. Bu sefer kalbinden emânetin kalan kısmı da alınır. Bunun eseri de kabarcık gibi kalır. Hani ayağının üzerine kor (ateş) yuvarlandığında nasıl kabarcık hasıl olur ve içinde bir şey olmadığı hâlde onu kabarmış görürsün! Onun gibi bir şey!" buyurmuştur.
(Müslim, İmân 230)

Tekniğin ve fennin çok ileri olduğu günümüzde midesi tok, kalbi aç, insanoğlunun pek çoğu, zom uykuda, uyurgezer veya sarhoş olmuş... Kıblelerini lira ve dolar (para) doldurmuş...
Karnında haram, kalbinde yalan...
Emânet bir tarafa ni'met bir tarafa...
Kişinin kendisi, ailesi, çoluk çocuğu, aklı, fikri, dini, dünyası ve âhireti başka başka taraflara yol alıyorlar...
Hüsrân üstüne hüsrân...
Hüsrân ise; ticârette, kâr etmeyi bırakta, ana parayı bile batırıp iflâs etmektir...
Sonuç kıyâmete çıkar...
Tıpkı ölüm gibi, bu âlemin ölümü de bir gün çıkar gelir...
Her şey ve herkes hesaba kıyam durur...

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Şüphesiz ki kıyâmet âlemetlerinden bazıları; ilmin kaldırılması, cehâletin (bilgisizliğin) zuhûr etmesi, zinânın alıp yürümesi (serbest olması) şarabın içilmesi (serbestçe içilmesi) ve erkeklerin giderek (ölüp azalarak) kadınların kalması (çoğalması)dır. Hatta 50 kadına bakacak bir kayyum (sorumlu) olacaktır!." buyurmuştur.
(Müslim, İmân 9)

Azîz kardeşim;
Bütün bu olumsuzluklara rağmen şu anda yaşamakta, insan sûretinde ve aklı olan her insan; Rahmetenli'l-âlemin olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in diliyle Hakkı duyar ve hayra uyarsa, söz (i'tikad- inanç) fiil, ahlâk ve hâllerinde Muhammedî oluş şuûruna-nûruna-sürûruna ve onuruna ulaşır (sıla eder) sa, ümid var olmaması için hiçbir sebeb yoktur... Çünkü kâinâtta olanlar, ilk halk edildiği Sünnetullah (tavır, tarz, sitili, model) üzere cereyan etmektedir.
Değişen insanın kendi düşünceleridir...
Muhammedî mü'min; her zamanda, her yerde ve her hâlde mü'mindir. Hamd olsun...
Cehenneme sokulsa, Halilî olur da cennet bağına çevirir...

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Ümmetim yağmur gibidir; başı mı sonu mu hayırlıdır bilinmez..." buyurdu.
(Tirmizî, Edeb 81; İmam Ahmed, Müsned III/130)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Siz benim ashâbımsınız! Kardeşlerim ise henüz gelmeyenlerdir!" buyurmuştur.
(Müslim, Taharet 39)

İmkanla imtihan âlemi olan cihanda, zulüm devâm etmez, küfür ise devâm eder...
Kıyâmete kadar, hikmet ve ibret sahnesi oyuncusuz kalmaz...
Hizbullah- Hizbu'ş-eytan, Evliyâ-eşkiyâ, iyi-kötü, güzel-çirkin, mü'min-münkir, muhlis-münâfık, muhsin- mücrim, ikrâr- inkâr...

ALLAH Tealânın aşk aynası, nakle kavuşan akıldır.
Muhammedî oluş şuûruna sıla eden akıl; tefekkür, tevhid ve teşekkür eder...
Güzel görüşümüzü sağlayan gözlüğümüzün ustasını var bilip, minnet duyup teşekkür eder iken; gözümüzün ustası ve sahibimiz Mâlikû'l-Mülk olan Rabbü'l--âlemin'i yok sanıp veya sayıp kadr-û kıymetini takdir etmemek gaflet, cehâlet, dalâlet ve hiyânetine düşmemeliyiz...
Meselenin aslı ve astarı budur...

Her zaman her yer, her hâl ve her nefeste; herşey ve herkesle olan Hayyû'l-Kayyum (celle celâluhu) ya salâtımızın, Habibullah ve Habibimiz Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimize salâvâtımızın, El HAKK (celle celâluhu) Dostlarına selâmımızın ve Ümmet-i Muhammede hakk ve hayr duamızın sürekli ve samîmî olmasına dua ediyoruz biz...
Sen, ben, o, biz...


Biz hepimiz Muhammedîyiz hamdolsun...

Allahümme salli ve sellim ve bârik allâ seyyidinâ Muhammedîn Abdike ve Nebîyyike, ve Rasülûke ve Nebîyyi'l-Ümmiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi vessahbihi ve ümmetihi...

Gönderilme zamanı: 09 Ağu 2009, 14:57
gönderen kulihvani
SALÂT DUASINDA GEÇEN ÂYETLER ve MEALLERİ:
Gul yazdı:Fasbir lihukmi rabbike ve la tekun kesahıbilhuti iz nada ve huve mekzumun.: Sen, Rabbinin hükmüne sabret. Balık sahibi (Yûnus) gibi olma. Hani o, (balığın karnında) kederli bir hâlde Rabbine yakarmıştı.(Kalem 48)

Vaktüluhüm haysü sekıftümuhüm ve ahricuhüm min haysü ahracuküm vel fitnetü eşeddü minel katl* ve la tükatiluhüm ındel mescidil harami hatta yükatiluküm fıh* fe in kateluküm faktüluhüm* kezalike ceazül kafirın
Onları nerede yakalarsanız öldürün. Sizi çıkardıkları yerden (Mekke’den) siz de onları çıkarın. Zulüm ve baskı, adam öldürmekten daha ağırdır. Yalnız, Mescid-i Haram yanında, onlar sizinle savaşmadıkça, siz de onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa (siz de onlarla savaşın) onları öldürün. Kâfirlerin cezası böyledir. (Bakara 191)

Yes'eluneke aniş şehril harami kıtalin fıh* kul kıtalün fıhi kebır* ve saddün an sebılillahi ve küfram bihı vel mescidil harami ve ıhracü ehlihı minhü ekberu ındellah* vel fitnetü ekberu minel katl* ve la yezalune yükatiluneküm hatta yerudduküm an dıniküm inisteta* ve mey yertedid minküm an dınihı fe yemüt ve hüve kafirun fe ülaike habitat a'malühüm fid dünya vel ahırah* ve ülaike ashabün nar* hüm fıha halidun
Sana haram ayda savaşmayı soruyorlar. De ki: “O ayda savaş büyük bir günahtır. Allah’ın yolundan alıkoymak, onu inkâr etmek, Mescid-i Haram’ın ziyaretine engel olmak ve halkını oradan çıkarmak, Allah katında daha büyük günahtır. Zulüm ve baskı ise adam öldürmekten daha büyüktür. Onlar, güç yetirebilseler, sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaya devam ederler. Sizden kim dininden döner de kâfir olarak ölürse, öylelerin bütün yapıp ettikleri dünyada da, ahirette de boşa gitmiştir. Bunlar cehennemliklerdir, orada sürekli kalacaklardır (Bakara 217)

Vetteku fitnetel la tüsıybennellezıne zalemu minküm hassah va'lemu ennellahe şedıdül ıkab :Sadece içinizden zulmedenlere erişmekle kalmayacak olan bir azaptan sakının ve bilin ki Allah, azabı çetin olandır (Enfal 25)

Fe lem taktüluhüm ve lakinnellahe katelehüm ve ma rameyte iz rameyte ve lakinnellahe rama ve li yübliyel mü'minıne minhü belaen hasena innellahe semıun alım : (Savaşta) onları siz öldürmediniz, fakat Allah onları öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı. Mü’minleri, tarafından güzel bir imtihanla denemek için Allah öyle yaptı. Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir. (Enfal 17)

Vallahü halekkkaküm ve ma ta'melun :“Oysa Allah sizi de, yaptığınız şeyleri de yaratmıştır.”(Sâffat 96)

Ve ma teşaune illa en yeşaallahu innallahe kane 'aliymen hakiymen
Allah’ın dilemesi olmadıkça siz dileyemezsiniz. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (İnsan 30)

Ve ma teşaune illa en yeşaallahu rabbul'alemiyne:Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. (Tekvîr 29)

Liella ya'leme ehlulkitabi ella yakdirune 'ala şey'in min fadlillahi ve ennelfadle biyedillahi yu't'yhi men yeşa'u'vallahu zulfadlil'azıymi.
Bunları açıkladık ki, kitap ehli, Allah’ın lütfundan hiçbir şeyi kendilerine has kılmaya güçlerinin yetmeyeceğini ve lütfun, Allah’ın elinde olduğunu, onu dilediği kimseye vereceğini bilsinler. Allah, büyük lütuf sahibidir.(Hadid 29)

Lehu da'vetül hakk vellezıne yed'une min dunihı la yestecıbune lehüm bi şey'in illa ke basitı keffeyhi ilel mai li yeblüğa fahü ve ma hüve bi baliğıh ve ma düaül kafirıne illa fı dalal :Gerçek dua ancak O’nadır. O’ndan başka yalvardıkları ise onların isteklerine ancak, ağzına ulaşmayacağı hâlde, ulaşsın diye avuçlarını suya uzatan kimsenin isteğine suyun cevap verdiği kadar cevap verirler. Kâfirlerin duası daima boşa çıkar (Ra’d 14)

Üd'u rabbeküm tedarruav ve hufyeh innehu la yühıbbül mu'tedın: Rabbinize alçak gönüllüce ve için için dua edin. Çünkü O, haddi aşanları sevmez(A’raf 55 )

Tetecafa cünubühüm anil medaciı yed'une rabbehüm havfev ve tameav ve mimma razaknahüm yünfikun : Onlar, korkarak ve ümid ederek Rablerine ibadet etmek için yataklarından kalkarlar. Kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden de Allah için harcarlar.(Secde 16)

Ve la tüfsidu fil erdı ba'de ıslahıha ved'uhü havfev ve tamea inne rahmetellahi karıbüm minel muhsinın: Düzene sokulduktan sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Allah’a (azabından) korkarak ve (rahmetini) umarak dua edin. Şüphesiz, Allah’ın rahmeti iyilik edenlere çok yakındır. (A’raf 56)

Vezkür rabbeke fı nefsike tedardruav ve hıyfetev ve dunel cehri minel ğafilın: Rabbini, içinden yalvararak ve korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah-akşam zikret ve gafillerden olma (A’raf 205)

Kul ma ya'beü bi küm rabbı lev la düaüküm fe kad kezzebtüm fe sevfe yekunü lizama:(Ey Muhammed!) De ki: “Duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin! Siz yalanladınız. Öyle ise azap yakanızı bırakmayacak.”(Furkân 77)

Elhamdü lillahillezı vehebe lı alel kiberi ismaıyle ve ishak inne rabbı le semıud düa': “Hamd, iyice yaşlanmış iken bana İsmail’i ve İshak’ı veren Allah’a mahsustur. Şüphesiz Rabbim duayı işitendir.” (İbrâhim 39 )


Ve teral mücrimıne yevmeizim mükarranıne fil asfad : O gün, suçluları zincirlere vurulmuş olarak görürsün.(İbrâhim 49 )


Kul ya eyyühen nasü innı rasulüllahi ileyküm cemıanillezı lehu mülküs semavati vel ard la ilahe illa hüve yuhyı ve yümıtü fe aminu billahi ve rasulihin nebiyyil ümmiyyellezı yü'minü billahi ve kelimetihı vettebiuhü lealleküm tehtedun: Ey Muhammed!) De ki: “Ey insanlar! Şüphesiz ben, yer ve göklerin hükümranlığı kendisine ait olan Allah’ın hepinize gönderdiği peygamberiyim. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, diriltir ve öldürür. O hâlde, Allah’a ve O’nun sözlerine inanan Resûlüne, o ümmî peygambere iman edin ve ona uyun ki doğru yolu bulasınız.” (A’raf 158)


Ve ma erselnake illa kaffetel lin nasi beşırav ve nezırav ve lakınne ekseran nasi la ya'lemun : Biz, seni ancak bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Fakat insanların çoğu bilmezler.(Sebe’ 28)


Ve ma erselnake illa rahmetel lil alemın : (Ey Muhammed!) Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik (Enbiyâ 107 )

Ve minhümüllezıne yü'zunen nebiyye ve yekulune hüve üzün kul üzünü hayril leküm yü'minü billahi ve yü'minü lil mü'minıne ve rahmetül lillezıne amenu minküm vellezıne yü'zune rasulellahi lehüm azabün elım:Yine onlardan peygamberi inciten ve “O (her söyleneni dinleyen) bir kulaktır” diyen kimseler de vardır. De ki: “O, sizin için bir hayır kulağıdır ki Allah’a inanır, mü’minlere inanır (güvenir). İçinizden inanan kimseler için bir rahmettir. Allah’ın Resûlünü incitenler için ise elem dolu bir azap vardır.”(Tevbe 61)

Yahsebunel ahzabe lem yezhebu ve iy ye'til ahzabü yeveddu lev ennehüm badune fil a'rabi yes'elune an embaiküm ve lev kanu fıküm ma katelu illa kalıla : Düşman birliklerinin gitmediğini sanıyorlar. Düşman birlikleri (bir daha) gelecek olsa, isterler ki, (çölde) bedevilerin arasında bulunsunlar da size dair haberleri (gidip gelenlerden) sorsunlar. İçinizde bulunsalardı da pek az savaşırlardı.(Ahzab 20)

Ve ennehu lemma kame 'abdullahi yed'uhu kadu yekunune 'aleyhi libeden. : “Allah’ın kulu (Muhammed), O’na ibadet etmek için kalktığında cinler nerede ise (Kur’an’ı dinlemek için kalabalıktan) onun etrafında birbirlerine geçiyorlardı.(Cin 19 )

İnnellahe ve melaiketehu yüsallune alen nebiyy ya eyyühellezıne amenu sallu aleyhi ve sellimu teslıma :Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber’e salât ediyorlar.Ey iman edenler! Siz de ona salât edin, selâm edin (Ahzab 56 )

Ve lev şae rabbüke le amene men fil erdı küllühüm cemıa e fe ente tükrihün nase hatta yekunu mü'minın : Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi elbette topyekûn iman ederlerdi. Böyle iken sen mi mü’min olsunlar diye, insanları zorlayacaksın?(Yûnus 99 )

Amener rasulü bi ma ünzile ileyhi mir rabbihı vel mü'minun* küllün amene billahi ve melaiketihı ve kütübihı ve rusülih* la nüferriku beyne ehadim mir rusülih* ve kalu semı'na ve eta'na ğufraneke rabbena ve ileykel masıyr : Peygamber, Rabbinden kendisine indirilene iman etti, mü’minler de (iman ettiler). Her biri; Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler ve şöyle dediler: “Onun peygamberlerinden hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz.” Şöyle de dediler: “İşittik ve itaat ettik. Ey Rabbimiz! Senden bağışlama dileriz. Sonunda dönüş yalnız sanadır.”(Bakara 285)

İnnema kane kavlel mü'minıne iza düu ilellahi ve rasulihı li yahküme beynehüm ey yekulu semı'na ve eat'na ve ülaike hümül müflihun : Aralarında hüküm vermek için Allah’a (Kur’an’a) ve Resûlüne davet edildiklerinde, mü’minlerin söyleyeceği söz ancak, “işittik ve iman ettik” demeleridir. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. (Nûr 51)

Vahfıd cenahake li menit tebeake minel mü'minın: Mü’minlerden sana uyanlara kanatlarını indir. (Şuarâ 215)

Ve temmet kelimetü rabbike sıdkav ve adla la mübeddile li kelimatih ve hüves semıul alım Rabbinin kelimesi (Kur’an) doğruluk ve adalet bakımından tamdır. Onun kelimelerini değiştirebilecek yoktur. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.(En’âm 115)

Meselül cennetilletı vüıdel müttekun Fıha enharum mim main ğayri asin ve enharum mil lebenil lem yeteğayyer ta'müh ve enharum min hamril lezetil liş şaribın ve enharum min aselim musaffa ve lehüm fıha min küllis semerati ve mağfiratüm mir rabbihim ke men hüve halidün fin nari ve süku maen hamımen fe kattaa em'aehüm : Allah’a karşı gelmekten sakınanlara söz verilen cennetin durumu şöyledir: Orada bozulmayan su ırmakları, tadı değişmeyen süt ırmakları, içenlere zevk veren şarap ırmakları ve süzme bal ırmakları vardır. Orada onlar için meyvelerin her çeşidi vardır. Rablerinden de bağışlama vardır. Bu cennetliklerin durumu, ateşte temelli kalacak olan ve bağırsaklarını parça parça edecek kaynar su içirilen kimselerin durumu gibi olur mu?(Muhammed 15)

Yuskavne min rahıykın mahtumin. : Onlara, mühürlü (el değmemiş) saf bir içecekten içirilir.(Mutaffifin 25)

Ya eyyühen nasü kad caetküm mev'ızatüm mir rabbiküm ve şifaül lima fis suduri ve hüdev ve rahmetül lil mü'minın : Ey insanlar! İşte size Rabbinizden bir öğüt, kalplere bir şifâ ve inananlar için yol gösterici bir rehber ve rahmet (olan Kur’an) geldi.(Yûnus 57 )(2 defa )

Haza hüda vellezıne keferu bi ayati rabbihim lehüm azabüm mir riczin elım: İşte bu (Kur’an) bir hidayettir. Rablerinin âyetlerini inkâr edenlere ise elem dolu çok kötü bir azap vardır. (Câsiye 11 )

Biz Kur’an’dan, mü’minler için şifa ve rahmet olacak şeyler indiriyoruz. Zalimlerin ise Kur’an, ancak zararını artırır.:Ve nünezzilü minel kur'ani ma hüve şifaüv ve rahmetül lil mü'minıne ve la yezıdüz zalimıne illa hasara (İsrâ 82 )

Sümme evrasnel kitabellezınestafeyna min ıbadina fe minhüm zalimül li nefsih ve minhüm muktesıdve minhüm sabikum bil hayrati bi iznillah zalike hüvel fadlül kebır : Sonra biz, o kitabı kullarımızdan seçtiğimiz kimselere (Muhammed’in ümmetine) miras olarak verdik. Onlardan kendine zulmedenler vardır. Onlardan ortada olanlar vardır. Yine onlardan Allah’ın izniyle hayırlı işlerde öne geçenler vardır. İşte bu büyük lütuftur.(Fâtır 32 )


Allahü haliku külli şey'iv ve hüve ala külli şey'iv vekıl : Allah, her şeyin yaratıcısıdır. O, her şeye vekildir (Zümer 62)


Lehu mekalıdüs semavati vel ard vellezıne keferu bi ayatillahi ülaike hümül hasirun: Göklerin ve yerin anahtarları O’nundur. Allah’ın âyetlerini inkâr edenler var ya, işte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.(Zümer 63),

Kul mer rabbüs semavati vel erdı kulillah kul e fettehaztüm min dunihı evliyae la yemlikune li enfüsihim nef'av ve la darra kul hel yestevil a'ma vel besıyru em hel testeviz zulümanüt ven nur em cealu lillahi şürakae haleku ke halkıhı fe teşabehel halku aleyhim kulillahü haliku külli şey'iv ve hüvel vahıdül kahhar : De ki: “Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?” “Allah’tır” de. De ki: “O'nu bırakıp da kendilerine (bile) bir faydası ve zararı olmayan dostlar (mabutlar) mı edindiniz?” De ki: “Kör ile gören bir olur mu? Ya da karanlıklarla aydınlık bir olur mu? Yoksa Allah’a, O’nun yarattığı gibi yaratan ortaklar buldular da bu yaratma ile Allah’ın yaratması onlara göre birbirine mi benzedi?” De ki: “Her şeyin yaratıcısı Allah’tır. O, birdir, mutlak hâkimiyet sahibidir.” (Ra’d 16 ) ,

Yevme hüm barizun la yahfa alellahi minhüm şey' li menil mülkül yevm lillahil vahıdil kahhar: O gün onlar ortaya çıkarlar. Onların hiçbir şeyi Allah’a gizli kalmaz. Bugün mülk (hükümranlık) kimindir? Tek olan, her şeyi kudret ve hâkimiyeti altında tutan Allah’ındır(Mü’min 16)

Kale fe bi ızzetike le uğviyennehüm ecmeıyn : İblis: Senin mutlak kudretine andolsun ki, onların hepsini mutlaka azdıracağım."(Sâd 82)
İlla ıbadeke minhümül muhlesıyn : "Ancak onlardan ihlaslı kulların hariç" dedi.(Sâd 83)

Hüdev ve rahmetel lil muhsinın : Güzel davrananlar için bir hidayet rehberi ve rahmet olmak üzere (indirilmiştir).(Lokman 3)
Ya eyyühen nasü inne va'dellahi hakkun fe la teğurrannekümül hayatüd dünya ve la yeğurranneküm billahil ğarur : Ey insanlar! Şüphesiz Allah’ın vaadi gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. Sakın çok aldatıcı (şeytan), Allah hakkında sizi aldatmasın.(Fâtır 5)

Kendi nefsinin arzusunu kendisine ilâh edineni gördün mü? Ona sen mi vekil olacaksın?:E raeyte menit tehaze ilahehu hevah e fe ente tekunü aleyhi vekıla (Furkân 43)

Fe il lem yestecıbu leke fa'lem ennema yettebiune ehvaehüm ve men edallü mimmenittebea hevahü bi ğayri hüdem minellah innellahe la yehdil kavmez zalimın : Eğer (bu konuda) sana cevap veremezlerse, bil ki onlar sadece kendi nefislerinin arzularına uymaktadırlar. Kim, Allah’tan bir yol gösterme olmaksızın kendi nefsinin arzusuna uyandan daha sapıktır. Şüphesiz Allah, zalimler toplumunu doğruya iletmez.(Kasas 50 ).


Ve cealnahüm eimmetey yed'une ilen nar ve yevmel kıyameti la yünsarun : Biz onları, ateşe çağıran öncüler kıldık. Kıyamet günü de kendilerine yardım edilmeyecektir.(Kasas 41 ).

Kezalike yatbeullahü ala kulubillezıne la ya'lemun : Allah, bilmeyenlerin kalplerini işte böyle mühürler.(Rum 59)

E fe la yetedebberunel kur'ane em ala kulubin akfalüha : Onlar Kur’an’ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalplerin üzerinde kilitleri mi var? (Muhammed 24 )

Vellezıne keferu bi ayatillahi ve likaihi ülaike yeisu mir rahmetı ve ülaike lehüm azabün elım: Allah’ın âyetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr edenler var ya; işte onlar benim rahmetimden ümit kesmişlerdir. İşte onlar için elem dolu bir azap vardır. (Ankebut 23 )

Ve men kane fı hazihı a'ma fe hüve fil ahırati a'ma ve edallü sebıla : Kim bu dünyada körlük ettiyse ahirette de kördür, yolunu daha da şaşırmıştır.(İsrâ 72 )

Men kane yürıdül hayated dünya ve zıneteha nüveffi ileyhim a'malehüm fıha ve hüm fıha la yübhasun : Kim yalnız dünya hayatını ve onun zinetini isterse, biz onlara yaptıklarının karşılığını orada tastamam öderiz. Orada onlar bir eksikliğe uğratılmazlar.(Hûd 15)


Ülaikellezıne leyse lehüm fil ahırati illen nar ve habita ma saneu fıha ve batılüm ma kanu ya'm'lun : İşte onlar, kendileri için âhirette ateşten başka bir şey olmayan kimselerdir. (Dünyada) yaptıkları şeyler, orada boşa gitmiştir. Zaten bütün yapmakta oldukları da boş şeylerdir.(Hûd 16)


Zaliküm bi ennekümüttehaztüm ayatıllahi hüzüvev ve ğarratkümül hayatüd dünya felyevme la yuhracune minha ve la hüm yüsta'tebun : “Bunun sebebi, Allah’ın âyetlerini alaya almanız ve dünya hayatının sizi aldatmasıdır.” Artık bugün ateşten çıkarılmazlar ve Allah’ın rızasını kazandıracak amelleri işleme istekleri kabul edilmez.(Câsiye 35 );

Ve ma min dabbetin fil erdı illa alellahi rizkuha ve ya'lemü müstekarraha ve müstevdeaha küllün fı kitabim mübın : Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah’a ait olmasın. Her birinin (dünyada) duracakları yeri de, (öldükten sonra) emaneten konulacakları yeri de O bilir. Bunların hepsi açık bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da yazılı)dır.(Hûd 6).

Ve la teziru vaziratüv vizra uhra ve in ted'u müskaletün ila hımliha la yuhmel minhü şey'üv ve lev kane za kurba innema tünzirullezıne yahşevne rabbehüm bil ğaybi ve ekamus salah ve men tezekka fe innema yetezekka li nefsih ve ilellahil mesıyr : Hiçbir günahkâr başka bir günahkârın yükünü yüklenmez. Günah yükü ağır olan kimse, (bir başkasını), günahını yüklenmeye çağırırsa, ondan hiçbir şey yüklenilmez, çağırdığı kimse yakını da olsa. Sen ancak, görmedikleri hâlde Rablerinden için için korkanları ve namaz kılanları uyarırsın. Kim arınırsa ancak kendisi için arınmış olur. Dönüş ancak Allah’adır.(Fâtır 18 ).


Ve inimraetün hafet mim ba'liha nüşuzen ev ı'radan fe la cünaha aleyhima ey yusliha beynehüma sulha ves sulhu hayr ve uhdıratil enfüsüş şuhh ve in tuhsinu ve tetteku fe innellahe kane bi ma ta'melune habıra : Eğer bir kadın kocasının, kendisine kötü davranmasından, yahut yüz çevirmesinden endişe ederse, uzlaşarak aralarını düzeltmelerinde ikisine de bir günah yoktur. Uzlaşmak daha hayırlıdır. Nefisler ise kıskançlığa ve bencil tutkulara hazır (elverişli) kılınmıştır. Eğer iyilik eder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.(Nisa 128 )


Ellezine yectenibune kebairal ismi vel fevahışe illel lemem inne rabbeke vasiul mağfirah huve a'lemu bi kum iz enşeekum minel erdı ve iz entum ecinnetun fi butuni ummehatikum fe la tuzekku enfusekum huve a'lemu bi menitteka : Onlar, ufak tefek kusurları dışında, büyük günahlardan ve çirkin işlerden uzak duran kimselerdir. Şüphesiz Rabbin, bağışlaması çok geniş olandır. Sizi, topraktan yarattığında da ve analarınızın karnında ceninler iken de, en iyi bilendir. Bunun için kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü O, Allah’a karşı gelmekten sakınanları en iyi bilendir.(Necm 32 )

Ve iz kale lukmanü libnihı ve hüve yeızuhu ya büneyye la tüşrik billah inneş şirke le zulmün azıym : Hani Lokmân, oğluna öğüt vererek şöyle demişti: “Yavrum! Allah’a ortak koşma! Çünkü ortak koşmak elbette büyük bir zulümdür.”(Lokman 13 ).

Li yüazzibellahül münafikıyne vel münafikati vel müşrikıne vel müşrikati ve yetubellahü alel mü'minıne vel mü'minat ve kanellahü ğafurar rahıyma
Allah, münafık erkeklere ve münafık kadınlara, Allah’a ortak koşan erkeklere ve Allah’a ortak koşan kadınlara azap etmek; mü’min erkeklerin ve mü’min kadınların da tövbelerini kabul etmek için insana emaneti yüklemiştir. Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.(Ahzab 73 ),

Ve la takrabu malel yetımi illa billetı hiya ahsenü hatta yeblüğa eşüddeh ve evfül keyle vel mizane bil kıst la nükellifü nefsen illa vüs'aha ve iza kultüm fa'dilu ve lev kane za kurba ve bi ahdillahi evfu zaliküm vassaküm bihı lealleküm tezekkerun :Rüşdüne erişinceye kadar yetimin malına ancak en güzel şekilde yaklaşın. Ölçüyü ve tartıyı adaletle tam yapın. Biz herkesi ancak gücünün yettiği kadarıyla sorumlu tutarız. (Birisi hakkında) konuştuğunuz zaman yakınınız bile olsa âdil olun. Allah’a verdiğiniz sözü tutun. İşte bunları Allah size öğüt alasınız diye emretti. (En’âm 152)

Minel mü'minıne ricalün sadeku ma ahedüllahe aleyh fe minhüm men kada nahbehu ve minhüm mey yentezıru ve ma beddelu tebdıla :Mü’minlerden öyle adamlar vardır ki, Allah’a verdikleri söze sâdık kaldılar. İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir (şehit olmuştur). Bir kısmı da (şehit olmayı) beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir. (Ahzab 23)

Ve ma lekum la tu'minune billahi verresulu yed'ukum litu'minu birabbikum ve kad ehaze miysakakum in kuntum mu'miniyne. : Peygamber, sizi, Rabbinize iman etmeniz için davet edip dururken size ne oluyor da Allah’a iman etmiyorsunuz? Hâlbuki (Allah ezelde) sizden sağlam bir söz de almıştı. Eğer inanacak kimselerseniz (bu çağrıya uyun).(Hadid 8 )

Velleziyne hum liemanatihim ve 'ahdihim ra'une. :Onlar, emanetlerini ve verdikleri sözü gözeten kimselerdir (Meâric 32 )

Ve minen nasi mey yeşterı lehvel hadısi li yüdılle an sebılillahi bi ğayri ılmiv ve yettehızeha hüzüva ülaike lehüm azabüm mühın : İnsanlardan öylesi vardır ki, bilgisizce Allah yolundan saptırmak ve o yolu eğlenceye almak için, eğlencelik asılsız ve faydasız sözleri satın alır. İşte onlar için aşağılayıcı bir azap vardır.(Lokman 6 ).

Ve la tekunu kelleziyne nesullahe feensahum enfusehum ulaike humulfasikune.: Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ın da kendilerine kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. İşte onlar fasık kimselerin ta kendileridir.(Haşr19)

İlla ashabelyemiyni: Ancak ahiret mutluluğuna eren kimseler başka (Müdessir 39)


Ve mey yeksib hatıy'eten ev ismen sümme yermi bihı berıen fe kadıhtemele bühtanev ve ismem mübına : Kim bir hata işler veya bir günah kazanır da sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa, şüphesiz iftira etmiş, apaçık bir günah yüklenmiş olur.(Nisa 112)


Ve zerillezınettehazu dınehüm leıbev ve lehvev ve ğarrathümül hayatüd dünya ve zekkir bihı en tübsele nefsüm bima kesebet leyse leha min dunillahi veliyyüv ve la şefiy' ve in ta'dil külle adlil la yü'haz minha ülaikellezıne übsilu bima kesebu lehüm şerabüm min hamımiv ve azabün elımüm bima kanu yekfürun:Dinlerini oyun ve eğlence edinenleri ve dünya hayatı kendilerini aldatmış olanları bırak. Hiç kimsenin kazandığı yüzünden mahrumiyete sürüklenmemesi için Kur’an ile öğüt ver. Yoksa ona Allah’tan başka ne bir dost vardır, ne de bir şefaatçi. (Kurtuluşu için) her türlü fidyeyi verse de bu ondan kabul edilmez. İşte onlar kazandıkları yüzünden helâke sürüklenmiş kimselerdir. Küfre saplanıp kalmalarından dolayı onlara çılgınca kaynamış bir içecek ve elem dolu bir azap vardır.(En’âm 70 )

İnnellezıne ferreku dınehüm ve kanu şiyeal leste minhüm fı şey' innema emruhüm ilellahi sümme yünebbiühüm bima kanu yef'alun :Şu dinlerini parça parça edenler ve kendileri de grup grup ayrılmış olanlar var ya, (senin) onlarla hiçbir ilişiğin yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır. Sonra (O), yapmakta olduklarını kendilerine haber verecektir.(En’âm 159)

Ya eyyuhelleziyne amenu la tulhikum emvalukum ve la evladukum 'an zikrillahi ve men yef'al zalike feulaike humulhasirune.: Ey iman edenler! Mallarınız ve evlatlarınız sizi, Allah’ı zikretmekten alıkoymasın. Her kim bunu yaparsa, işte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.(Münafıkun 9)

Ya eyyuhelleziyne amenu inne min ezvacikum ve evladikum 'aduvven lekum fahzeruhum ve in ta'fu ve tasfehu ve tağfiru feinnallahe ğafurun rahıymun.: Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olabilecekler vardır. Onlardan sakının. Ama affeder, hoş görüp vazgeçer ve bağışlarsanız şüphe yok ki Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir (Tegabun 14)

Ve la yahzünke kavlühüm innel ızzete lillahi cemıa hüves semıul alım : Onların (inkârcıların) sözleri seni üzmesin. Çünkü bütün güç Allah’ındır. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.(Yûnus 65)

Men kane yürıdül ızzete fe lillahil ızzetü cemıa ileyhi yas'adül kelimüt tayyibü vel amelüs salihu yerfeuh vellezıne yemkürunes seyyiati lehüm azabün şedıd ve mekru ülaike hüve yebur : Her kim şan ve şeref istiyorsa bilsin ki, şan ve şeref bütünüyle Allah’a aittir. Güzel sözler ancak O’na yükselir. Salih ameli de güzel sözler yükseltir. Kötülükleri tuzak yapanlar var ya, onlar için çetin bir azap vardır. İşte onların tuzağı boşa çıkar (Fâtır 10)

Ya eyyuhel'insanu inneke kadihun ila rabbike kedhan femulakıyhi.: Ey insan! Şüphesiz, sen Rabbine (kavuşuncaya kadar) didinip duracak ve sonunda didinmenin karşılığına kavuşacaksın.(İnşikak 6)

Ya büneyye ekımıs salate ve'mur bil ma'rufi venhe anil münkeri vasbir ala ma esabek inne zalike min azmil ümur : “Yavrum! Namazı dosdoğru kıl. İyiliği emret. Kötülükten alıkoy. Başına gelen musibetlere karşı sabırlı ol. Çünkü bunlar kesin olarak emredilmiş işlerdendir.”(Lokman 17 ).

Ve karne fı büyutikünne ve la teberracne teberrucel cahiliyyetil ula ve ekımmes salete ve atınez zekate ve etı'nellahe ve rasuleh innema yürıdüllahü li yüzhibe ankümür ricse ehlel beyti ve yütahhiraküm tathıra :Evlerinizde oturun. Önceki cahiliye dönemi kadınlarının açılıp saçıldığı gibi siz de açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin. Allah’a ve Resûlüne itaat edin. Ey Peygamberin ev halkı! Allah, sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.(Ahzab 33 ).

Ve minen nasi ved devabbi vel en'ami muhtelifün elvanühu kezalik innema yahşellahe min ıbadihil ulema' innellahe azızün ğafur : İnsanlardan, (yeryüzünde) hareket eden (diğer) canlılardan ve hayvanlardan yine böyle çeşitli renklerde olanlar vardır. Allah’a karşı ancak; kulları içinden âlim olanlar derin saygı duyarlar. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.(Fâtır 28 ).

İlla ıbadellahil muhlesıyn: Ancak Allah’ın halis kulları başka.(Sâffat 40)

İlla ıbadellahil muhlesıyn: Ancak Allah’ın ihlâslı kulları başka (Sâffat 74)

İlla ıbadellahil muhlesıyn: Ancak Allah’ın ihlâslı kulları başka. (Sâffat 128)

İlla ıbadellahil muhlesıyn : Ancak Allah’ın ihlâslı kulları bunlar gibi değildir (Sâffat 160)

Lekünna ıbadellahil muhlesıyn:Mutlaka Allah'ın ihlaslı kulları olurduk (Sâffat 169)


Kad efleha men tezekka : Doğrusu feraha ermiştir temizlenen,(A’lâ 14 )

Ve kad eflaha men zekkâha: Nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiştir (Şems 9 )

Vesıkallezınet tekav rabbehüm ilel cenneti zümera hatta iza cauha ve fütihat ebvabüha ve kale lehüm hazenetüha selamün aleyküm tıbtüm fedhuluha halidın : Rablerine karşı gelmekten sakınanlar da grup grup cennete sevk edilirler. Cennete vardıklarında oranın kapıları açılır ve cennet bekçileri onlara şöyle der: “Size selâm olsun! Tertemiz oldunuz. Haydi ebedî kalmak üzere buraya girin.”(Zümer 73).

Ve cealeha kelimetem bakıyeten fı akıbihı leallehüm yarciun: İbrahim bunu, belki dönerler diye, ardından gelecekler arasında kalıcı bir söz yaptı.(Zuhruf 28)

Kullu men 'aleyha famin : Yer üzerinde bulunan her canlı yok olacaktır (Rahmân 26)

Ve yebka vechu rabbike zulcelali vel'ikrami : Ancak azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı bâki kalacaktır (Rahman 27)

İza cae nasrullahi velfeth Allah'ın yardımı ve zaferi geldiği, (Nasr 1)

Ve uhra tuhıbbuneha nasrun minallahi ve fethun kariybun ve beşşirilmu'miniyne.: Seveceğiniz başka bir kazanç daha var: Allah’tan bir yardım ve yakın bir fetih (Mekke’nin fethi). (Ey Muhammed!) Mü’minleri müjdele!(Saf 13)

Elleziynehum 'ala salatihim daimune. :Onlar, namazlarına devam eden kimselerdir.(Meâric 23 )

Velleziyne hum bişehadatihim kaimune. :Onlar, şahitliklerini dosdoğru yapan kimselerdir.(Meâric 33 )

Ve ma kaderullahe hakka kadrihı iz kalu ma enzelellahü ala beşerim min şey' kul men enzelel kitabellezı cae bihı musa nurav ve hüdel lin nasi tec'alunehu karatıyse tübduneha ve tuhfune kesıra ve ullimtüm ma lem ta'lemu entüm ve la abaüküm kulillahü sümme zerhüm fı havdıhüm yel'abun :Allah’ın kadrini gereği gibi bilemediler. Çünkü, “Allah, hiç kimseye hiçbir şey indirmedi” dediler. De ki: “Mûsâ’nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği, parça parça kâğıtlar hâline koyup ortaya çıkardığınız, pek çoğunu ise gizlediğiniz; (kendisiyle) sizin de, babalarınızın da bilmediği şeylerin size öğretildiği Kitab’ı kim indirdi?” (Ey Muhammed!) “Allah” (indirdi) de, sonra bırak onları, içine daldıkları batakta oynayadursunlar. (En’âm 91)


Ve ma kaderullahe hakka kadrihı vel erdu cemıan kabdatühu yevmel kıyameti ves semavatü matviyyatüm bi yemınih sübhünehu ve teala amma yüşrikun : Allah’ın kadrini gereği gibi bilemediler. Yeryüzü kıyamet gününde bütünüyle O’nun elindedir. Gökler de O’nun kudretiyle dürülmüştür. O, onların ortak koştuklarından uzaktır, yücedir.(Zümer 67)

Ellezı lehu mülküs semavati vel erdı ve lem yettehız veledev ve lem yekül lehu şerıkün fil mülki ve haleka külle şey'in fe kadderahu takdira : O, göklerin ve yeryüzünün mülkü (hükümranlığı) kendisine ait olandır. Çocuk edinmemiştir. Mülkünde hiçbir ortağı da yoktur. O, her şeyi yaratmış ve yarattığı o şeyleri bir ölçüye göre takdir etmiştir.(Furkân 2)

Ve hüvel kahiru fevka ıbadih ve hüvel hakımül habır :O, kullarının üstünde mutlak hâkimiyet sahibidir. O, hüküm ve hikmet sahibidir, (her şeyden) hakkıyla haberdardır.(En’âm 18)

La tüdrikühül ebsaru ve hüve yüdrikül ebsar ve hüvel latıyfül habır :Gözler O’nu idrak edemez ama O, gözleri idrak eder.” O, en gizli şeyleri bilendir, (her şeyden) hakkıyla haberdar olandır. (En’âm 103 )

Ve hüvel kahiru fevka ıbadihı ve yürsilü aleyküm hafezah hatta iza cae ehadekümül mevtü teveffethü rusülüna ve hüm la yüferritun
O, kullarının üstünde mutlak hâkimiyet sahibidir. Üzerinize de koruyucu melekler gönderir. Nihayet birinize ölüm geldiği vakit (görevli) elçilerimiz onun canını alır ve onlar görevlerinde asla kusur etmezler (En’âm 61)

Ya benı ademe kad enzelna aleyküm libasey yüvarı sev'atiküm ve rışev ve libasüt takva zalike hayr zalike min ayatillahi leallehüm yezzekkerun:Ey Âdemoğulları! Size avret yerlerinizi örtecek giysi ve süslenecek elbise verdik. Takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma) elbisesi var ya, işte o daha hayırlıdır. Bu (giysiler), Allah’ın rahmetinin alametlerindendir. Belki öğüt alırlar (diye onları insanlara verdik).(A’raf 26)

Ley yenalellahe lühumüha ve la dimaüha ve lakiy yenalühüt takva minküm kezalike sehharaha leküm li tükebbirullahe ala ma hedaküm ve beşşiril muhsinın : Onların etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat O’na sizin takvanız (Allah’a karşı gelmekten sakınmanız) ulaşır. Böylece onları sizin hizmetinize verdi ki, size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah’ı büyük tanıyasınız. İyilik edenleri müjdele.(Hacc 37)

İnnellezıne yeğuddune asvatehüm ınde rasulillahi ülaikel lezınemtehanellahü kulubehüm lit takva lehüm mağfiratüv ve ecrun azıym : Allah’ın elçisinin huzurunda seslerini kısanlar, Allah’ın, gönüllerini takvâ (Allah’a karşı gelmekten sakınma) konusunda sınadığı kimselerdir. Onlar için bir bağışlanma ve büyük bir mükâfat vardır. (Hucurât 3)

Kalu e ta'cebıne min emrillahi rahmetüllahi ve berakatühu aleykum ehlel beyv innehu hamıdüm mecıd : Melekler, “Allah’ın emrine mi şaşıyorsun? Allah’ın rahmeti ve bereketi size olsun ey (peygamber ocağının) ev halkı! Şüphesiz O, övülmeye lâyıktır, şanı yücedir.” dediler. (Hûd 73 ).

Festekım kema ümirte ve men tabe meake ve la tatğav innehu bi ma ta'melune besıyr : Öyle ise emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Beraberindeki tövbe edenler de dosdoğru olsunlar. Hak ve adalet ölçülerini aşmayın. Şüphesiz O, yaptıklarınızı hakkıyla görür.(Hûd 112).

Bismillahirrahmanirrahim:Bismillahirrahmanirahim (Fatiha 1)

Ve yerallezıne ütül ılmellezı ünzile ileyke mir rabbike hüvel hakka ve yehdı ila sıratıl azızil hamıd : Kendilerine ilim verilenler, Rabbinden sana indirilen Kur’an’ın gerçek olduğunu ve onun, mutlak güç sahibi ve övgüye lâyık Allah’ın yoluna ilettiğini görürler.(sebe’ 6 )

Ve kalül hamdü lillahillezı ezhebe annel hazın inne rabbena le ğafurun şekur: Şöyle derler: “Hamd, bizden hüznü gideren Allah’a mahsustur. Şüphesiz Rabbimiz çok bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir. (Fâtır 34 )

Kul ya ıbadiyellezıne esrafu ala enfüsihim la taknetu mir rahmetillah innellahe yağfiruz zünube cemıa innehu hüvel ğafurur rahıym : De ki: “Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”(Zümer 53 ),

Ya eyyühellezıne amenüttekullahe hakka tükatihı ve la temutünne illa ve entüm müslimun:Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten nasıl sakınmak gerekiyorsa, öylece sakının ve siz ancak müslümanlar olarak ölün.(Âl-i imrân 102 )

İnnemet tevbetü alellahi lillezıne ya'melunes sue bi cehaletin sümme yetubune min karıbin fe ülaike yetubüllahü aleyhim ve kanellahü alımen hakıma:Allah katında (makbul) tövbe, ancak bilmeyerek günah işleyip sonra çok geçmeden tövbe edenlerin tövbesidir. İşte Allah, bunların tövbelerini kabul buyurur. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.(Nisa 17),

Ya eyyuhelleziyne amenu tubu ilellahi tevbeten nesuhan asa rabbukum en yukeffire 'ankum seyyiatikum ve yudhılekum cennatin tecriy min tahtihel'enharu yevme la yuhzillahunnebiyye velleziyne amenu me'ahu nuruhum yes'a beyne eydiyhim ve bieymanihim yekulune rabbena etmin lena nurena vağfir lena inneke 'ala kulli şey'in kadiyrun: Ey iman edenler! Allah’a içtenlikle tövbe edin. Umulur ki, Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter, peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar. Onların nurları önlerinden ve sağlarından aydınlatır, gider. “Ey Rabbimiz! Nûrumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla; çünkü senin her şeye hakkıyla gücün yeter” derler. (Tahrim 8 )

Ve ma kanellahü li yüazzibehüm ve ente fıhim ve ma kanellahü müazzibehüm ve hüm yestağfirun :Oysa sen onların içinde iken, Allah onlara azap edecek değildi. Bağışlanma dilerlerken de Allah onlara azap edecek değildir.(Enfâl 33)

Essabirıne ves sadikıyne vel kanitıne vel münfikıyne vel müstağfirıne bil eshar :Sabreden, dürüst olan, huzurda boyun büken, hayra harcayan ve seher vaktinde Allah'tan bağış dileyenler (içindir).(Âl-i imrân 17)

Ve bil eshari hum yestağfirun:Seherlerde bağışlama dilerlerdi.(Zâriyât 18)

Kale innema eşku bessı ve huznı ilellahi ve a'lemü minellahi ma la ta'lemun :Yakub, “Ben tasa ve üzüntümü ancak Allah’a arz ederim. Ben, Allah tarafından sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim” dedi.(Yûsuf 86)

Yevme ye'ti la tekellemü nefsün illa bi iznih fe minhüm şekıyyüv ve seıyd : O gün geldiği zaman Allah’ın izni olmadan hiçbir kimse konuşamaz. Onlardan mutsuz (cehennemlik) olanlar da vardır, mutlu (cennetlik) olanlar da.(Hûd 105 ).

Yevme ned'u külle ünasim bi imamihim fe men utiye kitabehu bi yemınihı fe ülaike yakraune kitabehüm ve la yuzlemune fetıla: Bütün insanları kendi önderleriyle birlikte çağıracağımız günü hatırla. (O gün) her kime kitabı sağından verilirse, işte onlar kitaplarını okurlar ve kıl kadar haksızlığa uğratılmazlar (İsrâ 71 ).

Ha mım
Tenzılül ktabi minellahil azızil alım
Ğafiriz zembi ve kabilit tevbi şedıdil ıkabi zit tavl la ilahe illa hu ileyhil mesıyr
Ma yücadilü fi ayatillahi illellezıne keferu fe la yağrurke tekallübühüm fil bilad
Kezzebet kablehüm kavmü nuhıv vel ahzabü mim ba'dihim ve hemmet küllü ümmetim bi rasulihim li ye'huzuhü ve cadelu bil batılı li yüdhüdu bihil hakka fe ehaztühüm fe keyfe kane ıkab
Ve kezalike hakkat kelimetü rabbike alellezıne keferu ennehüm ashabün nar ü
Hâ Mîm
Bu kitabın indirilmesi, mutlak güç sahibi, hakkıyla bilen, günahı bağışlayan, tövbeyi kabul eden, azabı ağır olan, lütuf sahibi Allah tarafındandır. O’ndan başka ilâh yoktur. Dönüş ancak O’nadır.
Allah’ın âyetleri hakkında inkâr edenlerden başkası tartışmaya girişmez. Onların şehirlerde gezip dolaşmaları seni aldatmasın
Onlardan önce Nûh’un kavmi ve onlardan sonra gelen topluluklar da yalanlamıştı. Her ümmet kendi peygamberini yakalayıp cezalandırmaya azmetmişti. Hakkı yok etmek için batıl şeyler ileri sürerek tartışmışlardı. Bu yüzden onları kıskıvrak yakaladım. Benim cezalandırmam nasılmış, (gördüler)!
Böylece Rabbinin, inkâr edenler hakkındaki, “Onlar cehennemliklerdir” sözü gerçekleşmiş oldu (Mü’min /1-6 )

Ellezıne yahmilunel arşe ve men havlehu yüsebbihune bi hamdi rabbihim ve yü'minune bihı ve yestağfirune lillezıne amenu rabbena vesı'te külle şey'ir rahmetev ve ılmen fağfir lillezıne tabu vettebeu sebıleke vekıhim azabel cehıym
Rabbena ve edhılhüm cennati adninilletı veadtehüm ve men salehü min abaihim ve ezvacihim ve zürriyyatihim inneke entel azızül hakım
Vekıhimüs seyyiat ve men tekıs seyyiati yevmeizin fe kad rahımteh ve zalike hüvel fevzül azıym
İnnellezıne keferu yünadevne le maktüllahi ekberu mim maktiküm enfüseküm iz tüd'avne ilel imani fe tekfürun
Arş’ı taşıyanlar ve onun çevresinde bulunanlar (melekler) Rablerini hamd ederek tespih ederler, O’na inanırlar ve inananlar için (şöyle diyerek) bağışlanma dilerler: “Ey Rabbimiz! Senin rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O hâlde tövbe eden ve senin yoluna uyanları bağışla ve onları cehennem azâbından koru.”
“Ey Rabbimiz! Onları da, onların babalarından, eşlerinden ve soylarından iyi olanları da, kendilerine vaad ettiğin Adn cennetlerine koy. Şüphesiz sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin.”
“Onları kötülüklerden koru. Sen o gün kimi kötülüklerden korursan, ona rahmet etmiş olursun. İşte bu büyük başarıdır.
İnkâr edenler var ya, muhakkak onlara: “Allah’ın (size) gazabı, sizin kendinize olan gazabınızdan daha büyüktür. Çünkü siz imana çağırılırdınız da inkâr ederdiniz” diye seslenilir.(Mü’min /7-10 )

Tilkel cennetülletı nurisü min ıbadina men kane tekıyya: İşte bu, kullarımızdan Allah’a karşı gelmekten sakınanlara miras kılacağımız cennettir. (Meryem 63)

Ve lev tera iz vükıfu alen nari fe kalu ya leytena nüraddü ve la nükezzibe bi ayati rabbina ve nekune minel mü'minın Ateşin karşısında durdurulup da, “Ah, keşke dünyaya geri döndürülsek de Rabbimizin âyetlerini yalanlamasak ve mü’minlerden olsak” dedikleri vakit (hâllerini) bir görsen!(En’âm 27)

Vallahü yed'u ila daris selam ve yehdı mey yeşaü ila sıratım müstekıym : Allah, esenlik yurduna çağırır ve dilediğini doğru yola iletir.(Yûnus 25)

Lillezıne ahsenül husna ve ziyadeh ve la yerheku vücuhehüm kateruv ve la zilleh ülaike ashabül cenneh hüm fıha halidun: Güzel iş yapanlara (karşılık olarak) daha güzeli ve bir de fazlası vardır. Onların yüzlerine ne bir kara bulaşır, ne de bir zillet. İşte onlar cennetliklerdir ve orada ebedî kalacaklardır.(Yûnus 26)

İz raa naran fe kale li ehlihimküsu innı anestü naral leallı atıküm minha bi kabesin ev ecidü alen nari hüda: Hani bir ateş görmüştü de ailesine, “Siz burada kalın, ben bir ateş gördüm (oraya gidiyorum). Umarım ondan size bir kor ateş getiririm, yahut ateşin başında, yol gösterecek birini bulurum” demişti. (Tâ Hâ 10)

İlla men tabe ve amene ve amile amelen salihan fe ülaike yübeddilüllahü seyyiatihim hasenat ve kanellahü ğafurar rahıyma : Ancak tövbe edip de inanan ve salih amel işleyenler başka. Allah işte onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.(Furkân 70 )

Vel veznü yevmeizinil hakk fe men sekulet mevazınühu fe ülaike hümül müflihun : O gün amellerin tartılması da haktır. Kimlerin sevabı ağır basarsa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.(A’raf 8 )

Ve men haffet mevazınühu fe ülaikellezıne hasiru enfüsehüm bima kanu bi ayatina yazlimun :Ama kimlerin sevabı da hafif gelirse, işte onlar âyetlerimize haksızlık etmiş olmaları sebebiyle kendilerini ziyana sokanlardır.(A’raf 9 )

Ya'lemü ma beyne eydıhim ve ma halfehüm ve la yeşfeune illa li menirteda ve hüm min haşyetihı müşfikun : Allah, onların önlerindekini de arkalarındakini de (yaptıklarını da yapacaklarını da) bilir. Onlar, O’nun razı olduğu kimselerden başkasına şefaat etmezler ve hepsi O’nun korkusuyla titrerler.(Enbiyâ 28 )


Ve temmet kelimetü rabbike sıdkav ve adla la mübeddile li kelimatih ve hüves semıul alım : Rabbinin kelimesi (Kur’an) doğruluk ve adalet bakımından tamdır. Onun kelimelerini değiştirebilecek yoktur. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir(En’am 115)


Ve kur rabbi edhılnı müdhale sıdkıv ve ahricnı muhrace sıdkıv vec'al lı mil ledünke sültanen nesıyra: De ki: “Rabbim! (Gireceğim yere) doğruluk ve esenlik içinde girmemi sağla. (Çıkacağım yerden de) beni doğruluk ve esenlik içinde çıkar. Katından bana yardımcı bir kuvvet ver. ”(İsrâ 80 ).

Vec'al lı lisane sıdkın fil ahırın : “Sonra gelecekler arasında beni doğrulukla anılanlardan kıl.”(Şuarâ 84 )

İlla men etellahe bi kalbin selim : Ancak Allah'a kalb-i selim (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulur (Şuarâ 89)

İz cae rabbehu bi kalbin selım :Hani o, Rabbine temiz bir kalple gelmişti (Sâffat 84)

Ve cau ala kamısıhı bi demin kezib kale bel sevvelet leküm enfüsüküm emra fe sabrun cemıl vallahül müsteanü ala ma tesıfun :Bir de üzerine, sahte bir kan bulaştırılmış gömleğini getirdiler. Yakub dedi ki: “Hayır! Nefisleriniz sizi aldatıp böyle bir işe sürükledi. Artık bana düşen, güzel bir sabırdır. Anlattıklarınıza karşı yardımı istenilecek de ancak Allah’tır.”(Yûsuf 18)

Kale bel sevvelet leküm enfüsüküm emra fe sabrun cemıl asellahü ey ye'tiyenı bihim cemıa innehu hüvel alımül hakım :Yakub, “Nefisleriniz sizi bir iş yapmağa sürükledi. Artık bana düşen, güzel bir sabırdır. Umulur ki, Allah onların hepsini bana getirir. Çünkü O, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir” dedi.(Yusuf 83)

Fasbir sabren cemiylen. : (Ey Muhammed!) Sen güzel bir şekilde sabret.(Meâric 5 )

Ellezıne saberu ve ala rabbihim yetevekkelun: Onlar, sabreden ve yalnız Rablerine tevekkül eden kimselerdir(Nahl 42)

Rabbüs semavati vel erdı ve ma beynehüma fa'büdhü vastabir li ıbadetih hel ta'lemü lehu semiyya: (Allah) göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin Rabbidir. Şu hâlde, O’na ibadet et ve O’na ibadet etmede sabırlı ol. Hiç, O’nun adını taşıyan bir başkasını biliyor musun? (Meryem 65)


Ve li külliv vichetün hüve müvellıha festebikul hayrat* eyne ma tekunu ye'ti bikümüllahü cemıa* innellahe ala külli şey'in kadır :Herkesin yöneldiği bir yön vardır. Haydi, hep hayırlara koşun, yarışın! Nerede olsanız Allah hepinizi bir araya getirir. Şüphesiz, Allah’ın gücü her şeye hakkıyla yeter.(Bakara 148 ).

Kella lev ta'lemune ılmel yekıyn : Hayır, kesin olarak bir bilseniz..(Tekâsür 5)

Sümme leteravünneha aynelyakıyn : Yine andolsun, onu gözünüzle kesin olarak göreceksiniz.(Tekâsür 7 )

Cezaühüm 'ınde rabbihim cennatü 'adnin tecriy min tahtihel'enharü halidiyne fiyha ebeden radıyallahü 'anhüm ve radu 'anhü zalike limen haşiye rabbeh : Rableri katında onların mükâfatı, içlerinden ırmaklar akan, içlerinde ebedî kalacakları Adn cennetleridir. Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte bu mükâfat Rablerine derin saygı duyanlara mahsustur.(Beyyine 8)

İllebtiğae vechi rabbihil'a'la:O ancak Yüce Rabbinin rızasını aramak için verir (Leyl 20)

E fe men şerahallahü sadrahu lil islami fe hüve ala murim mir rabbih fe veylül lil kasıyeti kulubühüm min zikrillah ülaike fı dalalim mübın : Allah’ın, göğsünü İslâm’a açtığı, böylece Rabbinden bir nur üzere bulunan kimse, kalbi imana kapalı kimse gibi midir? Allah’ın zikrine karşı kalpleri katı olanların vay hâline! İşte onlar açık bir sapıklık içindedirler.(Zümer 22).

Kale rabbişrah lı sadrı: Dedi: ya rab! benim göğsüme genişlik ver (Tâ Hâ 25)

Ya eyyühellezıne amenüttekullahe ve kunu meas sadikıyn : Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun.(Tevbe 119 )

Vellezıne amenu ve ameilus salihati le nüdhılennehüm fis salihıyn : İman edip de salih amel işleyenler var ya, biz onları mutlaka salihler (iyiler) arasına sokacağız.(Ankebut 9 )

İnnehu kane ferıkum min ıbadı yekulune rabbena amenna fağfir lena varhamna ve ente hayrur rahımın : Kullarımdan, “Ey Rabbimiz! Biz inandık, bizi bağışla, bize merhamet et, sen merhamet edenlerin en hayırlısısın” diyen bir grup var idi.(Mü'minun 109)

Ve kur rabbığfir verham ve ente hayrur rahımın: De ki: “Rabbim! Bağışla, merhamet et. Çünkü sen merhamet edenlerin en hayırlısısın!”
(Mü'minun 118)

İnnellezıne amenu ve amilus salihati se yec'alü lehümür rahmanu vüdda : İnanıp salih ameller işleyenler için Rahmân, (gönüllere) bir sevgi koyacaktır.(Meryem 96)

İnnenı enallahü la ilahe illa ene fa'büdnı ve ekımıs salate li zikrı : “Şüphe yok ki ben Allah’ım. Benden başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde bana ibadet et ve beni anmak için namaz kıl.”(Tâ Hâ 14)

Fe iza kadaytümüs salate fezkürullahe kıyamev ve kuudev ve ala cünubiküm fe izatme'nentüm fe ekıymüs salah innes salate kanet alel mü'minıne kitabem mevkuta: Namazı kıldınız mı, gerek ayakta, gerek otururken ve gerek yan yatarak hep Allah’ı anın. Güvene kavuştunuz mu namazı tam olarak kılın. Çünkü namaz, mü’minlere belirli vakitlere bağlı olarak farz kılınmıştır. (Nisa 103 )

Fezkürunı ezkürküm veşküru lı ve la tekfürun :Öyleyse yalnız beni anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin, sakın nankörlük etmeyin.(Bakara 152)

İnnemel mü'minunellezıne iza zükirallahü vecilet kulubühüm ve iza tüliyet aleyhim ayatühu zadethüm ımanev ve ala rabbihim yetevekkelun :Mü’minler ancak o kimselerdir ki; Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. O’nun âyetleri kendilerine okunduğu zaman (bu) onların imanlarını artırır. Onlar sadece Rablerine tevekkül ederler. (Enfal 2)

Ellezıne amenu ve tatmeinü kulubühüm bi zikrillah e la bi zikrillahi tatmeinül kulub Onlar, inananlar ve kalpleri Allah’ı anmakla huzura kavuşanlardır. Biliniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.(Ra’d 28)

Ellezıne iza zükirallahü vecilet kulubühüm ves sabirıne ala ma esabehüm vel mükıymis salati ve memma razaknahüm yünfikun:Onlar, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperen, başlarına gelen musibetlere sabreden, namazı dosdoğru kılan ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcayan kimselerdir.(Hacc 35 )

Yü'til hıkmete mey yeşa'* ve mey yü'tel hıkmete fe kad utiye hayran kesıra* ve ma yezzekkeru illa ülül elbab :Allah, hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse, şüphesiz ona çokça hayır verilmiş demektir. Bunu ancak akıl sahipleri anlar. (Bakara 269)

Yahtessu bi rahmetihı mey yeşa'* vallahü zül fadlil azıym: O, rahmetini dilediğine has kılar. Allah, büyük lütuf sahibidir. (Ali İmran 74)

Kul li mem ma fis semavati vel ard kul lillah ketebe ala nefsihir rahmeh le yecmeanneküm ila yevmil kıyameti la raybe fıh ellezıne hasiru enfüsehüm fe hüm la yü'minun : De ki: “Şu göklerdekiler ve yerdekiler kimindir?” “Allah’ındır” de. O, merhamet etmeyi kendine gerekli kıldı. Andolsun sizi mutlaka kıyamet gününe toplayacak. Bunda hiç şüphe yok. Kendilerini ziyana uğratanlar var ya, işte onlar inanmazlar.(En’âm 12)

Fe mey yüridillahü ey yehdiyehu yeşrah sadrahu lil islam ve mey yürid ey yüdılehu yec'al sadrahu dayyikan haracen ke ennema yessa'adü fis sema' kezalike yec'alüllahür ricse alellezıne la yü'minun:Allah, her kimi doğruya erdirmek isterse, onun göğsünü İslâm’a açar. Kimi de saptırmak isterse, onun da göğsünü göğe çıkıyormuşçasına daraltır, sıkar. Allah, inanmayanlara azap (ve sıkıntıyı) işte böyle verir.(En’âm 125)

Ve rabbükel ğaniyyü zür rahmeh iy yeşa' yüzhibküm ve yestahlif mim ba'diküm ma yeşaü kema enşeeküm min zürriyyeti kavmin aharın :Rabbin her bakımdan sınırsız zengindir, rahmet sahibidir. Sizi başka bir kavmin soyundan getirdiği gibi, dilerse sizi giderir (yok eder) ve sizden sonra da yerinize dilediğini getirir.(En’âm 133),


Fe in kezzebuke fe kur rabbüküm zu rahmetiv vasiah ve la yüraddü be'sühu anil kavmil mücrimın :Eğer seni yalanlarlarsa, de ki: “Rabbiniz geniş rahmet sahibidir. (Bununla beraber) suçlu bir toplumdan O’nun azabı geri çevrilmez.”(En’âm 147)

Vektüb lena fı hazihid dünya hazenetev ve fil ahırati inna hüdna ileyk kale azabı üsıybü bihı men eşa' ve rahmetı vesiat külle şey' fe seektübüha lillezıne yettekune ve yü'tunez zekate vellezıne hüm bi ayatina yü'minun: “Bizim için bu dünyada da bir iyilik yaz, ahirette de. Çünkü biz sana varan doğru yola yöneldik.” Allah, şöyle dedi: “Azabım var ya, dilediğim kimseyi ona uğratırım. Rahmetim ise her şeyi kapsamıştır. Onu, bana karşı gelmekten sakınanlara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım.” (A’raf 156 )

Ve in teuddu nı'metellahi la tuhsuha innellahe le ğafurur rahıym : Hâlbuki Allah’ın nimetini saymaya kalksanız onu sayamazsınız. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.(Nahl 18)

Zalike bi ennellahe hüvel hakku ve enne ma yed' une min dunihil batılü ve ennellahe hüvel aliyyül kebır : Bu böyledir. Çünkü Allah hakkın ta kendisidir, onu bırakıp da taptıkları ise batıldır. Şüphesiz Allah yücedir, büyüktür.(Lokman 30)

Li yes'eles sadikıyne an sıdkıhim ve eadde lil kafirıne azaben elıma : (Allah, bunu) doğru kimseleri doğruluklarından hesaba çekmek için (yapmıştır.) Kâfirlere de elem dolu bir azap hazırlamıştır. (Ahzab 8 ).

Ve men azlenü minmeniftera alellahi keziben ev kezzebe bil hakkı lemma caeh e leyse fı cehenneme mesvel lil kafirın : Allah’a karşı yalan uyduran, yahut kendisine geldiğinde, gerçeği yalanlayandan daha zalim kimdir? Cehennemde kâfirler için bir yer mi yok?(Ankebût 68 )

Ve la tekunu kelletı nekadat ğazleha mim ba'di kuvvetin enkasa tettehızune eymaneküm dehalem beyneküm en tekune ümmetün hiye erba min ümmeh innema yeblukümüllahü bih ve le yübeyyinenne leküm yevmel kıyameti ma küntüm fıhi tahtelifun : Bir topluluk diğer bir topluluktan daha (güçlü ve) çoktur diye yeminlerinizi aranızda bir hile ve fesat sebebi yaparak, ipliğini iyice eğirip büktükten sonra (tekrar) çözüp bozan kadın gibi olmayın. Allah, bununla sizi ancak imtihan eder. Hakkında ayrılığa düştüğünüz şeyleri kıyamet günü size elbette açıklayacaktır.(Nahl 92 )

E kane linnasi aceben en evhayna ila racülim minhüm en enzirin nase ve beşşirillezıne amenu enne lehüm kademe sıdkın ınde rabbihim kalel kafirune inne haza le sahırum mübın : İçlerinden bir adama insanları uyar ve iman edenlere, Rableri katında kendileri için bir doğruluk makamı bulunduğunu müjdele diye vahyetmemiz, insanlar için şaşılacak bir şey mi oldu ki o kâfirler, “Bu elbette apaçık bir sihirbazdır” dediler?(Yûnus 2 ).

Ves sabikunel evvelune minel mühacirıne vel ensari vellezınettebeuhüm bi ıhsanir radıyallahü anhüm ve radu anhü ve eadde lehüm cennatin tecrı tahtehel enharu halidıne fıha ebeda zalikel fevzül azıym : İslâm’ı ilk önce kabul eden muhâcirler ve ensar ile, iyilikle onlara uyanlar var ya, Allah onlardan razı olmuş; onlar da O’ndan razı olmuşlardır. Allah, onlara içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük başarıdır.(Tevbe 100 )

Va'tesumu bi hablillahi cemıav ve la teferraku* vezküru nı'metellahi aleyküm iz küntüm a'daen fe ellefe beyne kulubiküm fe asbahtüm bi nı'metihı ıhvana* ve küntüm ala şefahufratim minen nari fe enkazeküm minha* kezalike yübeyyinüllahü le küm ayatihı lealleküm tehtedu:Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz.(Âl-i imrân 103 ).

Fe bi ma rahmetim minellahi linte lehüm* ve lev künte fezzan ğalızal kalbi lenfeddu min havlike fa'fü anhüm vestağfir lehüm ve şavirhüm fil emr* fe iza azemte fe tevekkel alellah* innellahe yühıbbül mütevekkilın:Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah’tan bağışlama dile. İş konusunda onlarla müşavere et. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah’a tevekkül et, (ona dayanıp güven). Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.(Âl-i imrân 159)

Ellezıne saberu ve ala rabbihim yetevekkelun : Onlar, sabreden ve yalnız Rablerine tevekkül eden kimselerdir (Ankebut 59 )

Fe tebesseme dahıkem min kavliha ve kale rabbi evzı'nı en eşküra nı'metekelletı en'amte aleyye ve ala valideyye ve en a'mele salihan terdahü ve edhılnı bi rahmetike fı ıbadikes salihıyn: Süleyman, onun bu sözüne tebessüm ile gülerek dedi ki: “Ey Rabbim! Beni; bana ve ana-babama verdiğin nimetlere şükretmeye ve razı olacağın salih ameller işlemeye sevk et ve beni rahmetinle salih kullarının arasına kat!” (Neml 19)

Ve vessaynel insane bi valideyhi ıhsana hamelethü ümmühu kürhev ve vedaathü kürha ve hamlühu ve fisalühu selasune şehra hatta iza beleğa eşüddehu ve belğa erbeıyne seneten kale rabbi evzı'nı en eşküra nı'metekelletı en'amte aleyye ve ala valedeyye ve en a'mele salihan terdahü ve aslıh lı fı zürriyyetı innı tübtü ileyke ve innı minel müslimın: Biz, insana anne babasına iyi davranmayı emrettik. Annesi onu ne zahmetle karnında taşıdı ve ne zahmetle doğurdu! Onun (anne karnında) taşınması ve sütten kesilme süresi (toplam olarak) otuz aydır. Nihayet olgunluk çağına gelip, kırk yaşına varınca şöyle der: “Bana ve anne babama verdiğin nimetlere şükretmemi, senin razı olacağın salih amel işlememi bana ilham et. Neslimi de salih kimseler yap. Şüphesiz ben sana döndüm. Muhakkak ki ben sana teslim olanlardanım.” (Ahkaf 15)

Ve le kad kerramna benı ademe ve hamelnahüm fil berri vel bahri ve razaknahüm minet tayyibati ve faddalnahüm ala kesırim mimmen halakna tefdıyla:Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık. Kendilerini en güzel ve temiz şeylerden rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık. (İsrâ 70 ).

Ve tilke huccetüna ateynaha ibrahıme ala kavmih nefeu deracatim men neşa' inne rabbeke hakımün alım :İşte kavmine karşı İbrahim’e verdiğimiz delillerimiz.. Biz dilediğimiz kimsenin derecelerini yükseltiriz. Şüphesiz ki Rabbin hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.(En’âm 83)

Ve li küllin deracatüm mimma amilu ve ma rabbüke bi ğafilin amma ya'melun :Herkesin amellerine göre dereceleri vardır. Rabbin onların yaptıklarından habersiz değildir (En’âm 132)

Ve hüvellezı cealeküm halaifel erdı ve rafea ba'daküm fevka ba'dın deracatil li yeblüveküm fı ma ataküm inne rabbeke serıul ıkabi ve innehu le ğafurur rahıym:O, sizi yeryüzünde halifeler (oraya hâkim kimseler) yapan, size verdiği nimetler konusunda sizi sınamak için bazınızı bazınıza derece derece üstün kılandır. Şüphesiz Rabbin, cezası çabuk olandır. Şüphe yok ki O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.(En’âm 165)

Ve li küllin derecatün mimmâ amilu ve li yüveffiyetüh ea' mâlehüm ve hüm la yuzlamun : Herkesin yaptıklarına göre dereceleri vardır. (Bu da) Allah’ın onlara yaptıklarının karşılığını tastamam vermesi içindir. Asla kendilerine haksızlık yapılmaz.(Ahkaf 19)

İhdinas sıratal müstekıym:Bize doğru yolu göster. (Fatiha 6)

Sıratallezine en'amte aleyhim ğayril mağdubi aleyhim ve lad dallin: Kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yolunu; gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil! (Fatiha 7)

Ya eyyühellezıne amenüttekullahe vebteğu ileyhil vesılete ve cahidu fı sebılihı lealleküm tüflihun:Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının, O’na yaklaşmaya vesile arayın ve O’nun yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.(Maide 35)

Ya eyyühellezıne amenu in tensurullahe yensurküm ve yüsebbit akdameküm: Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a yardım ederseniz (emrini tutar, dinini uygularsanız), O da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlam bastırır.(Muhammed 7)

Ya eyyuhelleziyne amenu kunu ensarallahi kema kale 'ıysebnu meryeme lilhavariyyiyne men ensariy ilellahi kalelhavariyyune nahnu ensarullahi feamenet taifetun min benuy israiyle ve keferet taifetun feeyyednelleziyne amenu 'ala 'aduvyihim feasbehu zahiriyne: Ey iman edenler! Allah’ın yardımcıları olun. Nasıl ki Meryem oğlu İsa da havarilere, “Allah’a giden yolda benim yardımcılarım kimdir?” demişti. Havariler de, “Biz Allah’ın yardımcılarıyız” demişlerdi. Bunun üzerine İsrailoğullarından bir kesim inanmış, bir kesim de inkâr etmişti. Nihayet biz inananları, düşmanlarına karşı destekledik. Böylece üstün geldiler (Saff 14 )

Kalellahü haza yevmü yenfeus sadikıyne sıdkuhüm lehüm cennatün tecrı min tahtihel enharu halidıne fıha ebeda radıyellahü anhüm ve radu anh zalikel fevzül azıym : Allah, şöyle diyecek: “Bugün, doğrulara, doğruluklarının yarar sağlayacağı gündür.” Onlara içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler vardır. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte bu büyük başarıdır.(Maide 119)

La tecidu kavmen yu'minune billahi velyevmil'ahıri yuvaddune men haddallahe ve resulehu ve lev kanu abaehum ev ebnaehum ev ıhvanehum ev 'aşiyretehum ulaike ketebe fiy kulubihimul'iymane ve eyyedehum biruhın minhu ve yudhıluhum cennatin tecriy min tahtihel'enharu halidiyne fiyha radıyallahu 'anhum ve radu 'anhu ulaike hızbullahi ela inne hızballahi humulmuflihune. :Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiçbir topluluğun, babaları, oğulları, kardeşleri yahut kendi soy-sopları olsalar bile, Allah’a ve peygamberine düşman olan kimselere sevgi beslediğini göremezsin. İşte Allah onların kalplerine imanı yazmış ve onları kendi katından bir ruh ile desteklemiştir. Onları, içlerinden ırmaklar akan ve içlerinde ebedî kalacakları cennetlere sokacaktır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah’ın tarafında olanlardır. İyi bilin ki, Allah’ın tarafında olanlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.(Mücadele 22)

İrci'ıy ila rabbiki radıyeten merdıyyeten:“Sen O’ndan razı, O da senden razı olarak Rabbine dön!” (Fecr 28)

Cezaühüm 'ınde rabbihim cennatü 'adnin tecriy min tahtihel'enharü halidiyne fiyha ebeden radıyallahü 'anhüm ve radu 'anhü zalike limen haşiye rabbeh: Rableri katında onların mükâfatı, içlerinden ırmaklar akan, içlerinde ebedî kalacakları Adn cennetleridir. Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte bu mükâfat Rablerine derin saygı duyanlara mahsustur. (Beyyine 8)

Fedhuliy fiy 'ıbadiy: “(İyi) kullarımın arasına gir.”(Fecr29)

Vedhuliy cennetiy:“Cennetime gir.” (Fecr 30)

Allahü nurus semavati vel ard meselü nurihı ke mişkatin fıha mısbah elmisbahu fı zücaceh ezzücacetü ke enneha kevkebün dürriyyüy yukadü min şeceratim mübaraketin zeytunetil la şerkıyyetiv ve la ğarbiyyetiy yekadü zeytüha yüdıy'ü ve lev lem temseshü nar nurun ala nur yehdillahü li nurihı mey yeşa' ve yadribüllahül emsale lin nas vallahü bi külli şey'in alım:Allah, göklerin ve yerin nurudur. O’nun nurunun temsili şudur: Duvarda bir hücre; içinde bir kandil, kandil de bir cam fânûs içinde. Fânûs sanki inci gibi parlayan bir yıldız. Mübarek bir ağaçtan, ne doğuya, ne de batıya ait olan zeytin ağacından tutuşturulur. Bu ağacın yağı, ateş dokunmasa bile neredeyse aydınlatacak (kadar berrak)tır. Nur üstüne nur. Allah, dilediği kimseyi nuruna iletir. Allah, insanlar için misaller verir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.(Nûr 35)

Yevme terelmu'miniyne velmu'minati yes'a nuruhum beyne eydiyhim ve bieymanihim buşrakumulyevme cennatun tecriy min tahtihel'enharu haliduyne fiyha zalike huvelfevzul'azıymu.:Mü’min erkeklerle mü’min kadınların nurlarının, önlerinde ve sağlarında koştuğunu göreceğin gün kendilerine şöyle denir: “Bugün size müjdelenen şey içlerinden ırmaklar akan, ebedî olarak kalacağınız cennetlerdir.” İşte bu büyük başarıdır (Hadid 12)

Velleziyne amenu billahi ve rusulihi ulaik humussıddiykune veşşuhedau'ınde rabbihim lehum ecruhum ve nuruhum velleziyne keferu ve kezzebu biayatina ulaik ashabulcahıymi. Allah’a ve Peygamberlerine iman edenler var ya, işte onlar sıddîklar (sözü özü doğru kimseler) ve Allah katında şahitlerdir. Onların mükâfatları ve nurları vardır. İnkâr edip âyetlerimizi yalanlayanlara gelince; işte onlar cehennemliklerdir. (Hadid19)

Ya eyyuhelleziyne amenuttekullahe ve aminu biresulihi yu'tikum kifleyni min rahmetihi ve yec'al lekum nuren temşune bihi ve yağfir lekum vallahu ğafurun rahıymun.:Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve peygamberine iman edin ki, size rahmetinden iki kat pay versin, size kendisiyle yürüyeceğiniz bir nur versin ve sizi bağışlasın. Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.(Hadid28)

Ya eyyuhelleziyne amenu tubu ilellahi tevbeten nesuhan asa rabbukum en yukeffire 'ankum seyyiatikum ve yudhılekum cennatin tecriy min tahtihel'enharu yevme la yuhzillahunnebiyye velleziyne amenu me'ahu nuruhum yes'a beyne eydiyhim ve bieymanihim yekulune rabbena etmin lena nurena vağfir lena inneke 'ala kulli şey'in kadiyrun. :Ey iman edenler! Allah’a içtenlikle tövbe edin. Umulur ki, Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter, peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar. Onların nurları önlerinden ve sağlarından aydınlatır, gider. “Ey Rabbimiz! Nûrumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla; çünkü senin her şeye hakkıyla gücün yeter” derler.(Tahrîm 8 )

Kella inne kitabel'ebrari lefiy 'ılliyyiyne:Hayır (sandıkları gibi değil!) iyilerin yazısı “İlliyyûn”dadır.(Mutaffifun 18)

Aynen yeşrebu bihelmukarrebune: Bir pınar ki, Allah’a yakın olanlar ondan içerler.(Mutaffifun 28)

La ikrahe fid dıni kad tebeyyener ruşdü minel ğayy* fe mey yekfür bit tağuti ve yü'mim billahi fe kadistemseke bil urvetil vüska lenfisame leha* vallahü semıun alım : Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır. O hâlde, kim tâğûtu tanımayıp Allah’a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir (Bakara 256)

Ve mey yüslim vechehu ilellahi ve hüve muhsinün fe kadistemseke bil urvetil vüska ve ilellahi akıbetül ümur : Kim iyilik yaparak kendini Allah’a teslim ederse, şüphesiz en sağlam kulpa tutunmuştur. İşlerin sonu ancak Allah’a varır.(Lokman 22)

Ellezıne yahmilunel arşe ve men havlehu yüsebbihune bi hamdi rabbihim ve yü'minune bihı ve yestağfirune lillezıne amenu rabbena vesı'te külle şey'ir rahmetev ve ılmen fağfir lillezıne tabu vettebeu sebıleke vekıhim azabel cehıym: Arş’ı taşıyanlar ve onun çevresinde bulunanlar (melekler) Rablerini hamd ederek tespih ederler, O’na inanırlar ve inananlar için (şöyle diyerek) bağışlanma dilerler: “Ey Rabbimiz! Senin rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O hâlde tövbe eden ve senin yoluna uyanları bağışla ve onları cehennem azâbından koru.”(Mümin 7)

Vekıhimüs seyyiat ve men tekıs seyyiati yevmeizin fe kad rahımteh ve zalike hüvel fevzül azıym:“Onları kötülüklerden koru. Sen o gün kimi kötülüklerden korursan, ona rahmet etmiş olursun. İşte bu büyük başarıdır.(Mümin 9)

Hüvellezı yüsallı aleyküm ve melaiketühu li yuhriceküm minez zulümati ilen nur ve kane bil mü'minıne rahıyma :O, sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size merhamet eden; melekleri de sizin için bağışlanma dileyendir. Allah, mü’minlere çok merhamet edendir.(Ahzab 43)

Tehıyyetühüm yevme yelkavnehu selam ve eadde lehüm ecran kerıma Allah’a kavuşacakları gün mü’minlere yönelik esenlik dileği “Selâm”dır. Allah, onlara bol bir mükâfat hazırlamıştır.(Ahzab 44)

Selamün kavlem mir rabbir rahıym : Çok merhametli olan Rab’den bir söz olarak (kendilerine) “Selâm” (vardır). (Yâsin 58)

Ve iza en'amna alel insani a'rada ve nea bicanibih ve iza messehüş şerru fe zu düain arıyd : İnsana nimet verdiğimizde yüz çevirir ve yan çizer. Başına bir kötülük gelince de yalvarmaya koyulur.(Fussilet 51 )

Ve kale rabbükümüd'unı estecib leküm innellezıne yestekbirune an ıbatetı seyedhulune cehenneme dahırın :Rabbiniz şöyle dedi: “Bana dua edin, duânıza cevap vereyim. Bana kulluk etmeyi kibirlerine yediremeyenler aşağılanmış bir hâlde cehenneme gireceklerdir.”(Mü’min 60)

İstecıbu li rabbiküm min kabli ey ye'tiye yevmül la meradde lehu minellah ma leküm mim melceiy yevmeiziv ve ma leküm min nekır : Allah’tan, geri çevrilmesi imkânsız olan bir gün gelmeden önce, Rabbinizin çağrısına uyun. O gün sizin için ne sığınacak bir yer vardır, ne de (günahlarınızı) inkâr edebilirsiniz!(Şura 47)

Ve cahidu fillahi hakka cihadil hüvectebüküm ve ma ceale aleyküm fid dıni min harac millete ebıküm ibrahım hüve semmakümül müslimıne min kablü ve fı haza lı yekuner rasulü şehıden aleyküm ve ketunu şühedae alen nas fe ekıymüs salate ve atüz zekate va'tesımu billah hüve mevlaküm fe nı'mel mevla ve nı'men nesıyr:Allah uğrunda hakkıyla cihad edin. O, sizi seçti ve dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi. Babanız İbrahim’in dinine uyun. Allah, sizi hem daha önce, hem de bu Kur’an’da müslüman diye isimlendirdi ki, Peygamber size şahit (ve örnek) olsun, siz de insanlara şahit (ve örnek) olasınız. Artık namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin ve Allah’a sarılın. O, sizin sahibinizdir. O, ne güzel sahip, ne güzel yardımcıdır! (Hacc 78)

Bismillahirrahmanirrahim:Bismillahirrahmanirrahim(Fatiha 1)


Hocam UMREnize güle güle GÜLle gidip geliniz.. inşALLAH! (es)SELAM! ediniz oralardan BİZe!
Sevgili GÜL canımız Allah cc Razı olsun!
İnşaallah Es Selâm olsun ve Dârüsselâm Cennetinde BİZ BİR Olalım..
BİZ BİR İZ olacak Ramazan Umremiz-Duamız İnşaallah..

Muhammedi Muhabbetlerimle..

Gönderilme zamanı: 10 Ağu 2009, 00:33
gönderen Gul
Sevgili GÜL canımız Allah cc Razı olsun!
İnşaallah Es Selâm olsun ve Dârüsselâm Cennetinde BİZ BİR Olalım..
BİZ BİR İZ olacak Ramazan Umremiz-Duamız İnşaallah.. Muhammedi Muhabbetlerimle..

Kul İhvani Hocamızın DUAsı:

''İnşaallah Es Selâm olsun ve Dârüsselâm Cennetinde BİZ BİR Olalım.. ''

Nur-ye'mizin DUAsı:

Es SELAM Resulullah sav efendimize ve DUyup UYan BİZlere OLsun!

*''Selamün kavlem mir rabbir rahıym : Bir selâm, rahîm bir rabdan kelâm'' (Yasin 58) (Vahyin 5.yılı)


*'' Vallahü yed'u ila daris selam ve yehdı mey yeşaü ila sıratım müstekıym :Allah, darüsselâma çağırıyor ve dilediğini bir doğru yola hidayet buyuruyor.'' (Yunus 25) (Hicretin 4.yıl)

Allahü Zü'l-Celâl Razı Olsun

Gönderilme zamanı: 10 Ağu 2009, 09:06
gönderen MINA
kulihvani yazdı:
Resim

Âşıkların imtihan yerini, zamanını ve hâlini (oluş, bulunuş, durum, keyfiyet) ise ALLAH (celle celâluhu) seçer...
Doğru sözümü doğru anla!..
"Ben şunu-bunu asla yaparım ya da yapmam..." deme!.
Câhillerden olma!..
Nûh (aleyhi's-selâm)'ın başına gelenleri unutma!..

Re: Naz-Niyaz NAMAZı

Gönderilme zamanı: 06 Ağu 2015, 22:47
gönderen kulihvani
Resim

SALL ALLAH’a
SELL ReSÛL’e
Şe’ÂN >ŞÂH’a
BÜLBÜL GÜL’e..


ZEVK 6941

EVveL->ÂHiR-BâtıN->zÂHiR..->ZeVKin ZEMBeReği NaMaZ!
ŞaRtsız ŞaRtı ->TEVHİDuLLAH ->HAk DÎNin DiReği NaMaZ'
SaVm-u-Zekât-HACC-ı EKBeR
->EL YEVmi ->ALLAHu EKBeR
cÂN İÇİnde cÂNÂN -> CeNNet.. ->MüMiNin YüReği NaMaZ!.


06.08.15 22:24
brsbrs..maksemcÂMimİZ..


ResimSadakte yâ Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “İşin başı islâm ve direği namazdır, zirvesi Allah yolunda cihaddır.” buyurdu.
(Tirmizî-İbn Mâce)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kişiyle şirk-küfür arasında namazın terki vardır.” buyurdu.
(Müslim-Ebu Davûd- Nesaî)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Bizim ve Kafirlerle aramızdaki ahd namazdır, kim onu terk ederse kafirdir.” buyurdu.
(Tirmizî-Nesaî-İbn Mâce sahihtir.)

Resim---Abdullah İbn Şakik der ki: “Peygamberin ashabı namazı terk etmeden başka bir şeyi küfür görmezlerdi.”
(Tirmizî- isnadı sahihtir.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kişiyle şirk-küfür arasında namazın terki vardır.” buyurdu.
(Müslim-Ebu Davûd- Nesaî)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Bizim ve Kafirlerle aramızdaki ahd namazdır, kim onu terk ederse kafirdir.” buyurdu.
(Tirmizî-Nesaî-İbn Mâce sahihtir.)

Resim---Said ibn Vakkas radiyallahu anhu rivâyet eder: Bir Adam Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e: “ Allah’tan kork “ dedi. Halid bin velid bunun üzerine Yâ Rasûlullah bırak izin ver boynunu vurayım dedi. Rasûlullah: “Hayır umulur ki namaz kılmaktadır.” buyurdu.
(Buharî-Müslim)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Allah’ın kullarından kim Lâ İlâhe İllâllahve MuhaMMed Rasûlullah derse ona cehennemi haram kılmıştır.” buyurdu.
(Buharî-Müslim)

Resim---Ubade ibn Samit radiyallahu anhu rivâyet eder ki, Rasûlullah buyurur ki: “Kim ortağı olmayan Allah’tan başka İlah olmadığına, MuhaMMed’in Onun kulu ve Resûlü olduğuna, İsa’nın, Allah’ın kulu ve Rasûlu olduğuna ve Meryem’e kendisinden gönderdiği bir ruhu olduğuna, cennetin gerçek olduğuna, cehennemin gerçek olduğuna şâhidlik ederse, Allah o kimseyi yaptığı ameline göre cennete koyar. “ buyurmuştur.
(Buharî-Müslim)

Resim---Muaz bin Cebel radiyallahu anhu rivâyet eder, Rasûlullah: “Kim ihlasla Lâ İlâhe İllâllahderse cennete girer.” buyurdu.
(Ebu Davûd sahihtir.)

Resim---İtban bin Mâlik radiyallahu anhu rivâyet eder, Rasûlullah: “Allah vechini isteyerek kim Lâ İlâhe İllâllah derse Allah ona cehennemi haram kılar.” buyurdu.

(Buharî-Müslim)